Mehmet Gürhan

Dü ünceniz genç kal
DÜŞÜNCE & FİKİR DERGİSİ
SAYI: 18
NELSON MANDELLA
VAHHAbİLEr VE YAĞMA
UMUMİ AŞK
HAKKI İNKAr ETMENİN YOLLArI-2
HAN VE YOL
IŞİD’in Akaid/İdeolojisi ve Selefi Ekolü...
İŞİD’İN MEZArLArLA SAVAŞI
YEŞİLAY büYüYOr
YIL: 2
AĞUSTOS / 2014
İŞİD’İ TANIYALIM
Editörden...
Yeniden merhabalar…
Bir ay aradan sonra sizinle yeniden bir aradayız. Bize her türlü nimetiyle
rızıklandıran Allah’a (c.c) ham ediyoruz. Aylardan Eylül… Haliyle akıllara
ilk gelen sonbahar ve Eylül’ün hüznüdür. Bu sayımızda insanın ruhuna
işleyen ve bilenler için çokça tefekküre vesile olacak bir iklimdir. Sararan
yaprakların toprağın tenine düşmesi kadar ölümü hatırlatan bir tabiat eylemi yoktur. Dolayısıyla tabiatın canlılar ile ilişkisi dikkate alınması da insani
bir bilinçtir. Ancak insanoğlunun içinde bulunduğu bunca acı ve keder varken, tabiat ile olan irtibatını pek dikkate alamamaktadır. İnsani değerlerin
askıya alındığı coğrafyamızda, tabiat ve insan merkezli deruni yolculuğu
fark edemiyoruz. Suriye ve Irak’ta cereyan eden olaylar karşısında insanın kanı donuyor adeta. Bunca kan ve acı yaşanırken Eylül, hüznüyle
kapımızdan geçip gidecek gibi. Biz de bu iklimi incitmeden ve biraz erteleyerek farklı bir konuyu ele almak istiyoruz. Ancak konuya girmeden özne
yayın ilkelerimiz gereği insanı ve tabiatı koruma ve yaşatma eylemini en
erdemli eylem olarak kabul ediyoruz ve son nefesimize kadar bu ilkeyi
savunacağımız belirtmek isteriz. Dolayısıyla bu sayımızda Eylül iklimini
erteleyip, bunun yerine insan ve tabiatı hedef alan son gelişmeleri ele alıyoruz. IŞİD ile ilgili hazırladığımız bu özel sayıda, örgüt ile ilgili çok önemli
konuya parmak bastık. Birçok kaynağa dayanarak ele aldığımız IŞİD
dosyasında, makale ve röportajlara da yer verdik. Bir diye konu ise gençlerimizi hedef alan uyuşturucu tuzağıdır. Mehmet Gürhan arkadaşımızın
uzun zamandır ilgilendiği bu konu takdire şayan bir çalışmadır. Dergimizin bu sayısı için yapmış olduğu röportaj gerçekten de okumaya ve ibret
almaya değer bir çalışmadır. Uyuşturucu bataklığına düşmüş bir gencin
hayat hikâyesini sayfamıza taşıyan arkadaşımız Mehmet Gürhan’ın bu
gibi çalışmalarını bundan sonra da sayfalarımızda görmek istediğimizi belirtmek isteriz. Sizi dergimizle baş başa bırakırken, sizlerin de söyleyeceği
bir sözün olduğuna inanıyoruz. Yazı, şiir, röportaj ve her türlü çalışmalarınızı bize yollayın, yayınlayalım. Tekrar görüşmek üzere…
KÜNYE
Düşünceniz genç kalsın...
FİKİR VE DÜŞÜNCE DERGİSİ
Yayın Süresi: AĞUSTOS Yıl: 2 Sayı: 18
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
& Editör
Aydın ALTAY
Genel Yayın Yönetmeni
Ferşid PİROUZNİA
Haber Müdürü
Mehmet GÜRHAN
Tercüme
Fatma BATKİTAR
Fatma Zehra YÜCEL
Dilek Çetin
Kültür Sanat & Sinema
Turgay CANDAN
Sanat Yönetmeni
Eyyüp Sultan SOYLU
Dizgi & Tasarım
ERS REKLAM
İletişim
info@7soz.com
İÇİNDEKİLER
6
10
16
18
22
24
30
32
34
44
46
48
52
NELSON MANDELLA
IŞİD’İN AKAİD/İDEOLOjİSİ VE SELEfİ EKOLü...
DOc. DR.cEMIL HAKYEMEZ
ZİHİNSEL TAŞLAŞMA: VAHHAbİLEr VE YAĞMA
ATASOY MÜfTÜOĞLU
TEKNOLOjİ’NİN KATLETTİĞİ çOcUKLUK VE ...
MEHMET GÜRHAN
UMUMİ AŞK
AHMET ŞAMLU
HAKKI İNKAr ETMENİN YOLLArI-2
MUSA AYDIN
YEŞİLAY’DAN ULUSLArArASI UYUŞTUrUcU
SEMpOZYUMU
YEŞİLAY büYüYOr
İŞİD’İ TANIYALIM
İŞİD’İN MEZArLArLA SAVAŞI
HAN VE YOL
YUSUf ÖZKAN ÖZBURUN
UYUŞTUrUcU pENçESİNDEN YENİ bİr HAYATA YOLcULUK
MEHMET GÜRHAN / RÖPORTAJ
YEMEK TArİfLErİ
Nelson
Mandella
Nelson Mandela 18 Temmuz 1918 tarihinde Güney Afrika’nın Transki bölgesinde
dünyaya geldi ve oldukça engebeli bir yaşam
sürdürdü. Hukukçu olan Mandela 1944 yılında Güney Afrika’ya hakim olan ırkçılıkla mücadele etmek amacıyla Afrika milli kongresi
hareketine katıldı.
Güney Afrika’da beyaz azınlığın sultası 350
yıllık bir maziye dayanıyordu. Bu ülkede siyahiler beyazların gözünde alçak insanlar
olarak sayılıyordu. Siyahiler bu toplumda
her türlü sosyal imtiyazdan mahrumdu ve
Juhansburgu gibi büyük kentlerin varoşlarında sefih bir hayat sürdürmek zorundaydı.
Beyaz azınlığa ait olan milli parti 1948 yılında
Güney Afrika’da iktidarın başına geçti ve resmen ırkçı bir düzenin temelini attı. Bu düzene
africans dilinde Aparthied adı verildi.
Apartayd’ın zalimane ve ırkçı yasaları Afrikalı siyahilerden başka, Asyalı göçmenleri ve
melezleri de kapsıyordu.
Siyahiler bu düzende bir yere gitmek için
6 7SÖZ
mutlaka kimlik kartı taşımaları gerekiyor, aksi
takdirde hemen hapse atılıyordu. O dönemde siyasi aktivistlerin zorlu mücadeleleri Mart
1963’te ve Güney Afrika güvenlik güçleri
protestocu siyahileri Şarp Vil’de katliam etmelerinin ardından doruk noktasına ulaştı.
Şarp Vil’de 67 siyahi katledildikten sonra
Güney Afrika’nın ırkçı rejimi ülke genelinde
olağanüstü hal durumu ilan etti ve ayrıca Afrika milli kongresi ve Pan african kongresinin
faaliyetlerini yasak ilan etti.
Bundan sonra siyai aktivistler de bu karara
tepki olarak yeraltına çekildi ve o tarihe kadar
barışçıl bir şekilde yürütülen mücadeleyi bir
kenara bırakarak bu kez silahlı mücadeleye
geçti.
Askeri eğitimin Cezayir ve Etiyopya’da
geçiren Nelson Mandela da Afrika milli kongresinin askeri kanadı olan Milletin mızrağı
adlı örgütün liderliğini üstlendi. Arkadaşları
Oliver Tambo ve Siril Ramafoza ve diğer
bazı yoldaşları ile birlikte defalarca ülkeye
ihanet suçundan tutuklanan ve yargılanan
Mandela, 1964 yılında yargılandığı mahkemede kendisini savunmak için öyle bir cümle
söyledi ki, bu cümle Güney Afrika milletinin
siyasi mücadele tarihinde kayda geçti ve Afrika milli kongresinin manifestosu ilan edildi.
Mandela mahkemede savunmasının sonunda şöyle konuştu: Demokrasi benim ülkümdür ve ona kavuşmak için canımı bile feda
etmeye hazırım. Ben Afrikalıların kurtuluşu
için savaşıyor ve bu mücadelede beyazların
sultası kadar siyahilerin de sultasına karşı
ayaklanırım. Bu ifadeler Nelson Mandela’nın
kelime anlamı ile hür bir insan olduğunu ortaya koyuyor.
Mandela’nın 18 yılını Roben İsland’da geçirdiği hapis süresi ırkçı yöneticilerin beklentisinin aksine 27 yılla sınırlı kaldı.
O dönemde Mandela’nın çabası, Güney Afrika ve aslında tüm Afrika kıtasında siyahilerin seçimlerde oy hakkını elde etme ve her
siyahinin bir beyaz gibi kendi ülkesinin kaderini belirlemekte rol ifa etmesini sağlama
üzerinde odaklanmıştı. Ancak Mandela’nın
mahkemedeki ünlü savunması özgürlüğüne
katkı sağlayamadı ve yargıçlar Mandela’yı
ömür boyu hapis cezasına çarptı.
Nelson Mandela’nın 11 Şubat 1990 tarihinde hapisten çıkması 20. yüzyılın en önemli siyasi hadisesi sayılır. Bu hareket ayrıca
Pretoria’nın ırkçı rejimi ile muhalefet arasında müzakere zeminini hazırladı. İki yıl süren
müzakerelerin ardından Güney Afrika'da
siyahilerin oy hakkı tanındı ve eski ırkçı
yasalar Nisan 1994 tarihinde kaldırıldı.
Mahkum numarası 46664 olan Mandela,
hapisten çıktıktan sonra dünyanın en ünlü
siyasi mahkumu olmuştu. Öte yandan Doğu
bloku ve eski Sovyetler birliğinin çöküşü,
Doğu ve Batı’yı simgeleyen Sovyetler birliği
ile Amerika arasında soğuk savaşın da sona
ermesine zemin hazırladı ve bu süreçte Pretoria’nın ırkçı rejimi de siyasi baskılara boyun
eğmek zorunda kaldı ve Nelson Mandela’nın
serbest bırakılmasını kabul etti.
27 Nisan 1994 tarihi Nelsan Mandela’nın
AĞUSTOS 2014 7
da ebedileştiren meselenin, Mandela’nın
demokrasiye karşı olan yükümlülük duygusu
ve iktidarın başında kalma vesvesesinden
uzak durması olduğunu belirtiyor.
Mandela Güney Afrika halkı arasında büyük
sempatiye sahip olmasına rağmen 1999
yılında cumhurbaşkanlığı dönemi sona erince siyasetten çekildi ve ülkesinin yönetimini gençlere bıraktı. O yıllarda Mandela
dünyanın bir çok ülkesinden davetler alıyordu ve bu yüzden bir dizi sosyal ve insani faaliyetlere yöneldi ve Mandela vakfını kurarak
Güney Afrika’nın yoksul insanlarına yardım
etmeye başladı.
yaşamında ve Güney Afrika tarihinde tarihi
bir gündür. Bugün ilk kez milyonlarca siyahi
hayatlarında ilk kez seçim sandıkları başında
oy kullandı ve Güney Afrika’da ilk kez iki ırkın
katıldığı bir seçim gerçekleşti.
Şimdi siyasi bir partiye dönüşen Afrika milli
kongresi ilk genel seçimleri kazandı. Nelson
Mandela 10 Mayıs 1994 tarihinde Güney Afrika’nın ilk siyahi Cumhurbaşkanı olarak yemin etti.
Uzmanlar Nelson Mandela’yı Güney Afrika
ve genelde Afrika kıtasının siyaset arenasın-
8 7SÖZ
Nelson Mandela 1 Haziran 2004 tarihinde de
ileri yaşı yüzünden sosyal faaliyetlerden de
çekildiğini ve ömrünün geriye kalan günlerini
ailesinin yanında geçirmek istediğini açıkladı.
Buna karşın bu mücadeleci şahsiyetin kişiliği
son 18 yılda da Güney Afrika’nın siyaset arenasında etkili olmayı sürdürdü.
Nitekim 2009 yılında dördüncü genel seçimler sırasında iktidar Afrika milli kongresi işsizliğin ve yoksulluğun tırmanması ve hükümet
erkanlarında aşırı fesat yüzünden eleştirilerken ve seçimleri kazanma şansı çok
düşükken, Mandela’nın seçimlerin arifesinde
yaptığı konuşma ve iktidar partiyi desteklediğini açıklaması, Afrika milli kongresini bir
kez daha iktidara taşıdı.
BM kendisinden beklenmedik insani bir çıkış
yaparak 18 Temmuz Nelson Mandela’nın
doğum gününü, uluslararası Mandela günü
olarak adlandırdı. BM her yıl bu günde iyi
niyet, barış ve dostluk çerçevesinde yapılan
uygulamaları takdir ve teşvik ediyor. Bu arada özgürlüğün zorlu yolu adlı Nelsan Mandela’nın yaşamı hakkında kaleme alınan kitap
siyahi liderin siyasi faaliyetlerinin detaylarını
anlatıyor.
Gerçekte Nelson Mandela’ya dünyada siyaset adamları arasında ayrı bir konum kazandıran şey, Mandela’nın milli barış anlayışıdır.
Mandela bu politikayı Güney Afrika’da her
türlü kaos ve kargaşa ve şiddeti önlemek için
izledi. Mandela’nın kabinesini kurarken sloganı “Affet, ama unutma” idi.
Mandela’nın Güney Afrika'da ırkçılığın
temelini atan Verwoerd'un dul eşi ile çay içme
sahnesi veya Güney Afrika'nın beyazlardan
oluşan Ragbi takımını dünya şampiyonu
oldukları için kutlama sahnesi, Mandela'nın
bizzat temelini attığı milli barış politikasının
en iyi mısdaklarıydı.
Eski siyasi mahkum Nelson Mandela,
Güney Afrikalı siyahilerin kimliklerini ihya
ederken, bu ülkede yaşayan beyaz azınlığa
da iktidarın el değiştirmesinden asla korkmamaları gerektiği konusunda güvence verdi. Oysa o günlerde bir çok gözlemci, yıllarca
beyazların zulmü altında inleyen siyahilerin
şimdi ırkçı rejimin zincirlerinden kurtulduktan sonra intikam almaya kalkışacağını
ve Güney Afrika’da beyaz azınlık ve siyahi
çoğunluk arasında ırkçı savaş başlayacağını
düşünüyordu.
Buna karşın Nelson Mandela Güney Afrika
nüfusunu oluşturan beyaz, siyah ve renkli derileri bir arada gökkuşağı renkli millet
olarak adlandırdı ve bütün herkesi milli barışa
çağırdı. Nelson Mandela’nın inisiyatifi ile
Güney Afrika’da gerçekleri araştırma ve milli
barış komisyonu kuruldu ve eski ırkçı rejim
döneminde siyahileri katledenler ve güvenlik güçleri komisyon karşısında geçmişteki
suçlarını itiraf ederek aftan yararlandı.
Bugün milyonlarca Afrikalı duaları ile Nelson
Mandela’yı uğurluyor. Mandela’nın aşiret adı
Milletin atası anlamına gelen Madiba’ydı.
Güney Afrika halkı Mandela’yı bu adla
anıyor. Güney Afrikalı siyahiler asla Nelson
Mandela’yı ve özgürlük yolunda uzun yıllar
zindanlarda harcadığı ömrünü ve anılarını
unutmayacaktır. Evet, Nelson Mandela insanlara dünyayı değiştirmenin mümkün olduğunu öğretti.
AĞUSTOS 2014 9
Doc. Dr.Cemil
Hakyemez
ile Röportaj
IŞİD’in Akaid/İdeolojisi ve
Selefi Ekolü ile Olan İlişkisi
mezhepsel Bir Savaşa Dönüştürülmeye çalışılan Karanlık Algı ve
İslam Dünyasını Tehdit Eden Büyük
Tehlike!
Bugün Irak’ın orta kesimi ve Suriye’nin
bir kısmını eline geçiren Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)’nin Selefi/Vahhabi çizgide olduğu
biliniyor. Bu çizgideki İslami hareketlerin toptancı ve dışlayıcı yaklaşımlarından beslenen
IŞİD ve El Kaide gibi örgütler ise İslam dünyasındaki en kanlı ve tehlikeli yapılar olarak
ortaya çıkıyor. Bu yapıların hedeflerine koyduğu Şii mezhebi ise yine en çok bu yapılara
karşı bir tepki gösteriyor ve sertlik sergiliyor.
IŞİD’in sahip olduğu düşünsel altyapıyı, Şia’ya karşı düşmanlığı ve aralarındaki
mücadeleyi Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cemil Hakyemez
ile konuştuk.
Selefilik ve Vehhabilik farklı anlamlara sahip olsa da, bugün geniş bir kesim tarafından aynıymış gibi kabul ediliyor. Bu iki
kavram arasındaki farklar nelerdir? İslam
dünyasında Selefi/Vahhabi hareket nasıl
doğmuştur? İslam mezhepler tarihi içinde bu
10 7SÖZ
hareketin yeri nedir? Klasik Ehli Sünnet yaklaşım ile ayrıldığı yerler neresidir?
“Selef” kavramı, belli bir zaman diliminde yaşayan kişiler için kullanılmıştır.
Bunlar; Hz. Peygamber’in ashabı, Tabiin ve
Tebe-i Tabiindir. Kendilerini Selefî olarak tanımlayanlar, Selefîliği, İslam dinini sahabe
dönemindeki gibi saf ve arı bir şekilde, bidatlerden, eski medeniyetlerin kalıntılarından ve
sonradan ortaya çıkan fırkaların görüşlerinden uzak kalmak diye tarif ederler.
Selefiliği tanımlarken iki önemli karakteristik dikkat çeker: 1-Hadis merkezli zahirilik ve metincilik. 2- Kurtulmuş fırka merkezli
inhisarcılık ve dışlamacılık. Yani kendilerini
“kurtuluşa ermiş fırka” olarak görmeleri.
Bu tanım çerçevesinde düşünüldüğünde bu kesim, İslam tarihinin ilk dönemlerinde
Ashabu’l-Hadis ismiyle öne çıkmıştır. Ashabu’l-Hadis, 3/9. Asırda birkaç gruba ayrılmış
olup bunlar arasında Ahmed b. Hanbel’in
taraftarları olan Hanbelilerin, yukarıdaki tanıma en uygun kesim olarak ortaya çıktığını
görüyoruz. Bu tarihi düşünce hattı, Ahmed b.
Hanbel’den itibaren 8/14. Asırda İbn Teymiy-
ye ve 18. asırda Muhammed b. Abdulvehhab
tarafından temsil edilmiş ve günümüze kadar
da gelmiştir.
Aslında Selefîlik, günümüzdeki anlamıyla bir nevi muhafazakarlık demektir.
Çünkü Araplar İslâm dinini kendi öz değerleri olarak gördükleri için kendi geleneksel
düşünce kalıplarını zorlayan din yorumlarına
hiçbir şekilde müsamaha göstermemişlerdir.
Bu yüzden henüz İslam mezheplerinin yeni
teşekkül etmeye başladığı dönemlerde özellikle Ebu Hanife vb. mevalinin re’y, yani akla
dayalı yorumlarını hep bid’at olarak değerlendirmişlerdir. O dönemde Ashabu’l-Hadis
adı altında oluşan bu reaksiyoner tutumun
günümüzde Selefilik olarak devam ettiğini
görüyoruz. Günümüz dünyasında yükselen
islamofobinin, söz konusu hareketin daha da
güçlenmesine yol açması bu yüzden olsa gerektir. 18. Asırda ortaya çıkan Vehhabilik de
benzer şartların ürünüydü. Osmanlı devletinin Ruslar ve İngilizlerle olan savaşlarından
dolayı Arabistan bölgesinde oluşan otorite
boşluğu neticesinde kontrolden çıkmış sûfi
hareketler ve Şiîlerin imam türbelerine aşırı
derecede saygılarına bir de Batının Müslüman topraklarını işgal etmeye başlamaları
da eklenince, bunlara karşı bir tepki olarak
Vehhabilik hareketinin oluşumu neredeyse
kaçınılmaz hale gelmiştir.
Selefîlik ya da Vehhabbîlik fark etmez,
bunlar elbette Ehl-i Sünnet’in bir parçasıdır.
Fakat Ehl-i Sünnet çok geniş bir yapı olduğu
için günümüz İslam dünyasında Şiîler dışındaki Müslümanların hemen hemen tamamı
Ehl-i Sünnet sayılmaktadır. Bu yüzden onlara
“Ehl-i Sünnet’in Aşırıları” demek daha doğru
olur.
İlk dönemlerde Hanbeliler, sonra da
Vehhabiler, sadece Şiîler için değil kendilerinden olmayan Sünnî gruplar için de tehlike oluşturmuşlardır. Hanbeliler, Bağdad’da
mescidleri basarak Şafiîleri bile tartaklamışlardır. Benze şekilde, Muhammed b. Abdulvehhab’ın koruyucusu Su’ûd b. Abdülaziz,
Medinelilere mektup yazarak onları İslâm’a
davet etmiştir. Çelişkiye bakın. Kimi nereye
davet ediyor? Medine, İslâm’ın doğduğu yer,
kendisi ise Necid bölgesindeki bedevî kabileye mensup bir şahıs.
Selefi/Vehhabi çizgi bugün El Kaide,
IŞİD gibi radikal ve terörle ilişkilendirilen örgütlerin ideolojik altyapısını oluşturuyor. Bu
örgütler neden bu düşünceleri sahipleniyor
ve bunu ideolojik temelleri haline getiriyor?
Aslında sebebi çok açık. Geleneksel
Selefi çizgi hep şiddetten beslenmiştir. Zira
tarihsel süreç içerisinde sürekli reaksiyoner
olmaları ve özgüven duygusundan ziyade,
yenilgi psikolojisi ile hareket ediyor olmaları,
Selefî söylemlerin ortak paydası olmuştur.
Onların Selef döneminin temsil ettiği hakikate sahip olma duygusu, İslam adına insanlar
üzerinde hak iddia etmeleri, yaşadıkları günden hoşnut olmamaları, ötekileştirici din dilini tercih etmeleri ve kıyametin yaklaştığı ve
mehdî beklentileri, kendilerinde nefret dilinin
gelişmesine yol açmıştır. Bu katı ve dışlayıcı
düşünce yapısı, söz konusu radikal örgütler
için bulunmaz teolojik ve duygusal imkânlar
sunmaktadır. Bununla birlikte sert ve katı mizaçlarından dolayı, tıpkı Hariciler gibi kendi
aralarında da anlaşamamaktadırlar. Bu yüzden günümüzde pek çok Selefilik şekli ortaya çıkmıştır. Yani metodolojilerinin çok sert
olması, hayatın gerçekliğiyle çatışmakta ve
sonuçta zıtlaşmalar, retler ve kesin ayrılıklar
AĞUSTOS 2014 11
ortaya çıkmaktadır.
Selefi/Vehhabi çizginin en büyük düşmanı olarak Şia mezhebi öne çıkıyor. Şia neden bu mezhebin hedefinde?
Bunun farklı sebepleri olabilir. Hatta
İslâm öncesi dönemlere dayanan sebepleri
olduğunu bile söyleyebiliriz. Şiîliği oluşturan
kesim, daha ziyade kendileriyle rekabet içerisinde oldukları güney Arapları olan Yemenli
kabileler ile Eski İranlı gruplardan meydana
gelmişti. Bunlar, Kuzey Araplarına karşı olan
tepkilerini, Müslüman olduktan sonra önce
Emeviler, sonra da Abbasilere karşı çıkarak göstermişlerdir. Emevi ve Abbsilerin en
önemli rakipleri olan Hz. Ali soyu etrafında bir
araya gelerek Şiîliğin oluşumuna kaynaklık
etmişlerdir. Kuzey Arap kabileleri ise, İslâm’ı
ve Hz. Peygamber’i kendilerinin temsil ettiği
psikolojisi içerisinde hareket ederek Şiîleri,
kendi değerlerini ve dolayısıyla İslam’ı yıkan
baş düşman olarak görmüşlerdir.
Hicri üçüncü asırda mezheplerin kurumsallaşmaya başlamasıyla birlikte iki kesim arasındaki çatışmaların sistematik teolojik bir yöne doğru kaydığını görüyoruz.
Entelektüel meraktan yoksun ve daha ziyade kabilesel karakterli bu çatışmalar, Abbasî
Halifesi Mütevekkil’in münazara ve kelâmî
tartışmaları yasaklamasıyla birlikte sokakla-
12 7SÖZ
ra taşmıştır. Ehli Hadis’in düşünce yapısı ve
zihniyeti, bu çerçevede şekillenmiştir. Hicri
dördüncü asrın başlarında İmam İmam Berbehârî (ö. 329/941)’nin Bağdad’da Şiîlere ve
kendilerinden olmayan diğer Sünnîlere yaptığının benzerini bu gün Ebu Musab Zerkavi
yapmaktadır. Aynı zihniyeti temsil ediyorlar.
Her ikisi de Şiilerin camilerini yaktırmıştır. Bu
gün Suud’un verdiği desteği o dönemde Abbasi halifesi Mütevekkil ve Muktedir gibi halifeler vermekteydi.
IŞİD’in kafir/dinden çıkmış olarak niteledikleri hakkında çok kolay bir şekilde idam/
infaz kararı alabildiğini görüyoruz. Bu kararları hangi dini temellere dayandırıyorlar?
Tarihsel miras, yani geleneksel Müslüman din anlayışından yol çıkarak özellikle
de Selefî söylemin bir ürünü olan dışlayıcı
fetvalar bu işi kolaylaştırmaktadır. On dört
asırlık dönemde ortaya çıkan tüm gruplar,
kendilerini Hz. Peygamber dönemiyle özdeşleştirip dinin bizzat aslı saydıkları için, kendileri dışındakileri rahatlıkla İslam dışı, kafir,
mürted, kanının akıtılması helal olarak görebiliyorlar. Hz. Peygamber’den geldiğini iddia
ettikleri meşhur 73 fırka rivayeti de buna çanak tutmaktadır.
Her şeyden önce Şii tarih algısıyla
Sünni tarih algısı zıtlıklar üzerine inşa edil-
miştir. Şiilik, Hz. Peygamberden sonra ilk üç
halifeyi gayri meşru sayar. Sünniler ise hilafet sırasını meşrulaştıran bir söylem inşa etmişlerdir. Şayet her iki kesimin din anlayışlarının tarihsel süreç içerisinde oluşan tarihin
bir ürünü oldukları kavranamazsa çatışma
kaçınılmaz olmaktadır.
Şia’nın da bu Selefi/Vehhabi çizgiye
karşı çok sert eleştirileri olduğunu biliyoruz.
Şia’nın bu eleştirileri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Etki-tepki meselesi. Kendilerine en
çok karşı olanları hedef seçmeleri çok doğal
bir durum olsa gerektir. Şiî değerlere, hatta
insanlara yönelik en büyük saldırılar, halife
Mütevekkilin iktidarıyla birlikte Hanbeliler,
1802 yılında Kerbela’yı basıp on bine yakın
Şiî’yi katleden Vehhabiler ve günümüzde de
Selefiler tarafından yapılmaktadır. Bu da ister istemez tepkiye yol açmaktadır.
Şiîlik, İslâm dünyasındaki en önemli
muhalefet hareketi olduğu için merkezî Sünnî iktidarlarla problemi olanların yolu bir şekilde Şiîlikle kesişmiştir. Bu yüzden Şiîliğin bu
güne kadar yaşamasını sağlayan en önemli
etkenlerden birinin, muhaliflik ve ötekilik psikolojisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu ötekilik
duygusu, Hz. Hüseyin’in katledilmesi benzeri
trajik olaylarla özdeşleştirerek kendini dışa
vurmuştur. Onlar, anma törenlerinde yas
tutarak ve hepsinin trajik şekilde öldüğünü
iddia ettikleri imamlarının kabirleri etrafında
kenetlenerek, tabiri caizse ezilmişlikten farklı
bir haz şekli geliştirmiş ve dinamizmlerini bu
günlere kadar taşımışlardır. Fail olarak kendilerine karşı muhatap kabul ettikleri en önemli
kesim olarak da, Emevî ve Abbasî veya günümüzde Suudi iktidarlarıyla özdeşleştirdikleri Hanbeîler, Vehhâbîler veya Selefîler olarak nitelenen kesimleri görmüşlerdir.
Suudi Arabistan Selefi/Vehhabi çizginin destekleyicisi, İran da Şii dünyanın. İslam
tarihinde Sünni ve Şii devletlerin savaşlarına rastlansa da, bu çatışmaların bir mezhep
çatışması boyutuna ulaşmadığı görülüyor.
Bugün gelinen noktada her iki ülkenin siyasi
çıkar ve amaçlarının bugün İslam dünyasını
bir mezhep savaşıyla karşı karşıya bıraktığı
söylenebilir mi?
Devletlerarası çatışmalar, Yavuz Selim ve Şah İsmail dönemlerinde olduğu gibi
zaman zaman mezhep boyutuna da taşınmıştır. Fakat bunlar sınırlı olaylardır. Bununla birlikte bu çerçevede her iki tarafın ulemasına verdirtilen tekfir edici fetvalar, halen
daha Müslümanlar arasında sıkıntı oluşturmaktadır. Sizin de ifade ettiğiniz gibi bu işlerin temeli siyasi ve ekonomik vb. çıkarlara
dayanır. Zaten mezhepler arası farklılıkların
temeli de büyük oranda siyasi tutum farklılıklarından kaynaklanmıştır. Çıkar yüzünden
kardeşler bile birbirlerine girmektedir. Selefilik veya Cihadi Selefiliğin hedefinde Şiilerin
olmasının veya Vehhabiliğin Şiilerle problemi
olmasının temelinde bu nedenlerin yattığı bilinmektedir. Suudi Arabistan’ın petrol bölgelerindeki nüfus büyük oranda Şiilerden oluşmasına konunun uzmanları tarafından sık sık
dikkat çekilmektedir. Bu demektir ki sorunun
temeli ekonomik ve siyasidir. Mezhep ise
kendi yaptıklarını meşru gösterme kılıfı olarak kullanılmaktadır.
Son olarak geçmişte pek çok İslam
mezhebi veya hareketi ortaya çıkmış ve tarihten silinmiştir. Size göre, Selefi/Vahhabi
çizginin daha gelişmesi gibi bir durum söz
konusu mudur? İslam dünyasında bu akımlara karşı bir bilinç ve savunma mekanizması
geliştiriliyor mu?
Bu tür grupların, kendi ayakları üzerine basan yeni bir İslâm medeniyeti ortaya
çıkana kadar belirleyici etkileri devam edeceği anlaşılmaktadır. Bizim burada ifade
etiklerimiz veya İslam dünyasındaki birtakım
uzlaştırıcı yaklaşımlar, Müslümanlar özgüvenden eksik ve dış müdahalelere açık olduğu sürece pek fazla karşılık bulmayacaktır.
Kanaatimce ne zaman güçlü bir İslam dünyası ortaya çıkar, o zaman bu ve benzeri aşırı
grupların çeşitlilik ve renklilikten öte bir etkisi
olmaz.
AĞUSTOS 2014 13
İslam’a Sonradan
Monte Edilen
Vehhabilik,
El Kaide ve IŞİD
Arif Gözel / Ankara Strateji Enstitüsü
Kökleri Hz. Ali zamanındaki Haricilik
cereyanına dayanan Vehhabilik, İbn-i
Teymiyye’nin temelini oluşturduğu ve
Muhammed bin Abdulvehhap tarafından
18.yüzyılda ortaya çıkan bir akımdır.
İslam dininin dört ana kaynağı olan Kuran,
Sünnet, İcma ve Kıyas’tan, Kuran ve
Sünnet haricindekileri kabul etmeyen
Vehhabiler, kendi mezheplerinden
olmayanları Müslüman görmemektedirler.
Yalancı peygamberlerin çıktığı Necid
bölgesinde görüşleri taraftar toplayan
Abdulvehhap, Suudi emirlerden
Muhammed bin Suud’la anlaşarak ilk
14 7SÖZ
Vehhabi devletinin temellerini 18.yüzyılın
son çeyreğinde atmıştır. Osmanlı
Devleti’nin Rus ve İran Savaşları’ndan
dolayı zor durumda olmasını fırsat bilen
Vehhabiler, Basra Körfezi civarında
hakimiyetlerini ilan etmişlerdir. 1812
yılında Osmanlı Devleti’nin üzerlerine
yürümesi için Kavalalı Mehmet Ali
Paşayı görevlendirmesinin ardından
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu
Tosun Paşa, Vehhabilerin üzerlerine
yürümüş ve devletlerini yıkmıştır. Ancak
bu savaştan kurtulan Türki bin Abdullah
kaçarak ikinci Vehhabi Devletini kurmayı
başarmıştır. Daha sonraki yıllarda 1901
yılında Abdulaziz bin Suud, Vehhabi
devletini ihya etmiştir. 1916 yılında
İngilizlerin de desteğini alan Abdulaziz
bin Suud bölgede hakimiyetini ilan
etmiştir. 1918 yılı sonlarında Birinci
Dünya Savaşı’nda mağlup olan Osmanlı
Devleti’nin Medine’den çekilmesiyle
Vehhabiler, Hicaz bölgesini ve Cidde’yi
ele geçirmişlerdir. Görüldüğü üzere
Vehhabiliğin kurulmasında Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşında
mağlup olması ve İngilizlerin
Vehhabilere para ve silah
yardımı yapması en önemli
etkenler olmuştur.
Vehhabiliğin
temelinde sertlik,
taassup ve kendi
düşüncelerinde
olmayanları küfürle
itham etmek
vardır. Ayetleri
yorumlamanın
küfür olduğunu
kabul eden bu
düşünceye göre bir farzı işlemeyen kimse
öldürülür ve malları Vehhabiler arasında
paylaşılır. Mezarlara türbe yapılmasını
ve mezarlarda dua edilmesini şirk olarak
gören bu anlayışa göre amel imanın
bir şartıdır dolayısıyla farzları yerine
getirmeyenler kafirdir ve kanları helaldir.
Farklı coğrafyalarda Selefilik olarak da
ortaya çıkan Vehhabiler, en çok Suudi
Arabistan’da olmakla beraber Mısır,
Hindistan, Afrika ve bazı İslam ülkelerinde
de taraftarları mevcuttur.
Vehhabiliğin, El Kaide ve Üsame
Bin Ladin üzerinde oldukça çok etkisi
olmuştur. Bunun yanında çok sayıda El
Kaide üyesi aynı zamanda Müslüman
Kardeşler’e de üyedir. Usame Bin Ladin’in
Afganistan-Sovyet savaşında birlikte
hareket ettiği Abdullah Azzam Müslüman
Kardeşlerin de üyesidir. Usame bin Ladin,
dinsel olmayan politik anlaşmazlıklar
nedeniyle Müslüman Kardeşlerle bağını
kesmiştir.
El Kaide’nin 11 Eylül saldırısını
gerçekleştiren 19 teröristinden 15’inin
Suudi vatandaşı ve Vehhabi
olması örgüt ile Vehhabiliğin iç
içe geçtiğini göstermektedir.
El Kaide’nin militan, lider
yapısı, oluşturulan ideolojinin
temellendirme noktalarını
Vehhabi mezhebinin
radikal din adamlarına
dayandırılması ve
Vehhabilerin katı
yorum tarzı her iki
oluşum arasında
organik bir
bağ olduğunu
göstermektedir.
IŞİD’in
ideolojisini ise tekfirci
selefilik olarak nitelendiren Doç. Dr.
Mehmet Akif Okur, bu örgütün ideolojik
olarak Osmanlı’nın son döneminde
ortaya çıkan Neo Haricilere benzediklerini
belirtti. Doç. Dr. Okur, Selefilik ile Suudi
Vehhabiliğin organik bağ taşıdığını
vurguladı. Okur, bir benzetmeye gidilecek
olursa Vehhabiliğin 1.0. sürümünün
Arabistan Vehhabiliği olacağı, 2.0.
sürümünün Mısırdaki Selefi hareketin
olacağı, 3.0. sürümünün El Kaide
örgütü olduğunu ve son sürümünün ise
IŞİD örgütü olacağı şeklinde benzetme
yapılabileceğini belirtti.
AĞUSTOS 2014 15
Zihinsel taşlaşma:
Vahhabiler ve yağma
Atasoy MüfTüOĞLU
Irkçı, mezhepçi, hizipçi kısıtlamalar ve
aşırılıklar çoğaldıkça, ahlaki ve insani yanımız azalıyor. Bu tür kısıtlamalar, aşırılıklar
ve yozlaşmalar hepimizi tanınamayacak hale
getiriyor. Kabileci, milliyetçi, mezhepçi önyargılar ve fanatizmler yüzünden, insanlığın
bütününü içerisine alan İslami vizyonu/perspektifi/ufku bütünüyle kaybediyoruz. İslami
bilginin, düşüncenin, fikrin, tasavvurun, ırkçı/
mezhepçi çıkarlar ve beklentiler doğrultusunda kullanılması, çarptırılması, suiistimal edilmesi hepimizi ahlaki bir felakete sürüklüyor.
Kim olursak olalım, öteki olduğumuz andan
itibaren, yanlış yargılara mahkûm edilmiş
oluyoruz. Etnik/mezhepçi/hizipçi gerilimler,
çatışmalar, bölünmeler İslam toplumlarında
asla yaşanmaması gereken büyük bir bilinç
körlüğünü yansıtıyor.
İslami zihin dünyamızın, pozitivist modelin/yöntemin, yaklaşımın emperyalizmine
maruz bırakıldığı tarihten başlayarak günü-
16 7SÖZ
müze kadar İslam bir folklor olarak algılanıyor. İslam’ın geçmiş zamanlarla ilgilenmesi,
toplumsal sorunlarla değil, bireysel sorunlarla
ilgilenmesi isteniyor. İslam’ın, pozitivist dünya
görüşünün emperyalizmine maruz bırakıldığı
günden bu yana Müslümanlar olarak tarihsel/
ahlaki/mistik yorumların dışına çıkma iradesi gösteremiyoruz. Bu iradesizlik sebebiyle
bugünün dünyasında aziz İslam’ın ve Müslümanların siyasal sesi/ifadesi/iradesi/tavrı
yoktur. Bugünün dünyasında Müslümanların nerede/nasıl/ne yönde hareket etmeleri gerektiği konusunda Batılı seküler-liberal
özne karar veriyor. Toplumlarımız siyasal ve
ekonomik anlamda Batılıların müdahalesine
muhtaç durumdalar. İslam’ın toplumsal, siyasal, ekonomik anlamından/içeriğinden/amaçlarından hiç söz etmiyoruz. İslami çalışmalar/
etkinlikler, insanlığa ve dünyaya yönelik önerileri olmayan, içe dönük ıslah çalışmalarıyla
sınırlı hale geliyor.
VAHHABİLERİN YAĞMASI
Tasavvufi ilgiler/yapılanmalar ve dil,
İslami bütünlüğün önüne geçiyor. Müslüman
topluluklar bir yanda herkese cennet vadeden bir anlayışla, bir diğer yanda herkese cehennem tehdidi savuran bir başka anlayışla
karşı karşıya bulunuyor. Kendi yorumlarını
mutlaklaştıranlar, başka hiçbir yorum, çaba,
düşünce, etkinlik ve eyleme saygı duymadıkları için İslami iklim çölleşiyor. İslam’ın, tarihi/
kültürel/medeni/ edebi/ hukuki/siyasal/estetik
bütün boyutlarını ve birikimini reddederek,
İslam’ı katı/lafızcı fıkhi boyutlara hapseden
yeni bir püritenlik/yeni selefilik, kendi yorumları dışında kalan bütün yorumları barbarca
tekfir ve tahkir edebiliyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde, 1802 yılında Vahhabiler
tarafından Kerbela’ya yönelik olarak gerçekleştirilen katliam ve yağma aynen bir kez
daha yaşanıyor. Müslümanlar bu tür katliam
ve yağmacılığı durdurabilecek hiçbir güce/
kuruma/dayanışmaya sahip değiller. Bu tür
gelişmelerle ilgili olarak yapısal sorgulamalar/hesaplaşmalar/eleştiriler yapılamıyor olması üzüntü vericidir.
tarihsel dönüşümlerle ilgili hiçbir çözümleme
çabamız yok. Güncel gündemin içerisinde
boğuluyoruz. Kronolojik bir hafızaya sahip
olduğumuz, niteliksel bir hafızaya sahip olmadığımız için, olaysal tarihle çok ilgilendiğimiz, yapısal tarihle hiç ilgilenmediğimiz
için, ikinci el bilgiler, yorumlar ve tercihlerle
hayatlarımız sürdürüyoruz. Güncel gündeme
mahkûm olmak, yüzer-gezer kimlikler/kişilikler/karakterler oluşturuyor. Sahici varoluşları
temsil edemediğimiz için, İslam’ı teatral maskaralıklara dönüştüren uygulamalarla gereği
gibi hesaplaşamıyoruz. Teatral maskaralıklar anlamların boşaltılmış olmasıyla ilgilidir.
Günümüzde bilgelik, yalnızca bir gösteri biçiminde somutlaşıyor. Yalnızca iman eden,
ancak bilmeyen, fark etmeyen, yapmayan, iç
ve dış dünyanın gerçeklerine nüfuz etmeyen/
edemeyen, kuşatıcı düşünemeyen ve akledemeyen topluluklara dönüşüyoruz.
DÜŞÜNMEK, GENÇ KALMAK DEMEKTİR
Hiç kimsenin imtiyazlı olmadığı, peygamberler için bile çizilmiş sınırların olduğu
bir sistemde bugün, Müslüman kitlelerin ufkunu kapatan binlerce imtiyazlı/dokunulmaz
‘mübarek zat’lar var. Bireyler her durumda
kendi eylemlerinden sorumludurlar, bu eylemlerinin sonuçlarına da katlanacaklardır.
İslam hiçbir şekilde kimi imtiyazlı sayılan/sayılabilen kişi ve grupların tekeli altına alınamaz. Uluhiyetle aracılık ve ortaklık olamaz.
Allah’a ulaşmak için bir aracıya ihtiyacımız
yoktur. Eleştirel yeteneklere sahip Müslüman
özneler hiçbir irade/iktidar/ideoloji tarafından
araçsallaştırılamaz. Eylemde bulunmayan,
içerik üretmeyen hareketsiz bir toplumun
iyimserliği, hastalıklı bir iyimserliktir. Allah’ın
sınırlarını gözettiğimizde, koruduğumuzda,
bu sınırlar doğrultusunda hareket ettiğimizde
ibadetlerimizin/dualarımızın bir anlamı olabilir.
Aziz İslam’ı, bir antikacı ilgisi içerisinde muhafaza etmeye çalışmak, bugünün
dünyasını etkileyebilecek hiçbir özgün içeriğe sahip olmamak demektir. Geçmişimizde
ne olduğumuzdan çok, bugün ne olduğumuz
üzerinde yoğunlaşmamız çok daha önemlidir. Bugün, bütün toplumları etkileyen büyük
Hiçbir yazar/düşünür/âlim/üstad okuyucularının, bağlılarının, beklentilerine bütünüyle karşılık veremez. Kişilik sahibi, onur
sahibi, sahici bir yazar/düşünür/âlim hiçbir
biçimde kendisini pazarlayamaz. Sahici kişilikler sorumluluklarını gösteriş arzusu duymadan yerine getirirler.
Müslümanlar olarak içerisinde bulunduğumuz zihinsel taşlaşmayı istikrar olarak
değerlendiren bir geleneğimiz var. Bu taşlaşma nedeniyle toplumlarımız yüzlerce yıl aynı
metinleri okuyor, tekrar ediyor, anlatıyor.
Bunca zaman boyunca başkaca hiçbir şey
yapılmamış gibi, aklımızı/zihnimizi/bilincimizi
katılaştıran edilgenleştirici bir gelenek asla
sürdürülemez. İnsanlığa, dünyaya, tarihe
kapalı zihinsel hapishanelerde yaşamak, yaşamak değildir, bir başka şeydir. Toplumlar
düşünmedikleri için, sıradanlaşıyor, sıradanlaştıkça kötürümleşiyor.
AĞUSTOS 2014 17
Teknoloji’nin Katlettiği
Çocukluk ve Yok Olan
Oyunlarımız
7söz/ Mehmet Gürhan
İpe basmadan atlamak,
yakalanmadan duvarı sobelemek
veya üstü üste dizili 9 taşın hepsini
yere serebilmek bir hünerdi.
İnsanoğlu dünya üzerinde var
olduğundan beri, evlerin önü, sokaklar,
bahçeler çocukların oyun oynarken attıkları
sevinç çığlıklarıyla doluydu. Çocuklar
koşarlar, atlarlar, zıplarlar, uzun bir değneği
at yaparlar, taşları üst üste yığarlar, ağaçların
arkasına veya duvar diplerine saklanarak
oyunlar oynarlardı.
Artık sokaklar ıssız... Çünkü oyun çağındaki çocuklar evlere tıkılmış, bilgisayarın
veya televizyon ekranının karşısında, kola
içip, tost yiyerek şişmanlamaktalar... Çocuk-
18 7SÖZ
ların boş bıraktığı sokaklara ise, babaları
veya komşuları otomobillerini park etmişler.
Eskiden sokaktan geçerken top oynayan çocukların vurduğu top yüzümüze
gelmesin isterdik, şimdiyse, sokaklarda park
etmiş arabaların arasında yol bulabilirsek yürüyebiliyoruz.
“Ah, nerede o eski oyunlar” diye söze
başlar anneanne, babaanne ve dedeler
oyunları anlatırken torunlarına… Yeni nesil
çocukların ne kadar şanslı olduklarını ama
yine de o eski oyunların nasıl kendilerini mutlu ettiklerinden bahsederler. Çivi, seksek,
misket, dokuztaş, körebe, uzun eşek, lastik,
yakar top oyunu…
Gerçekten de “nerede o eski oyunlar!” Hâlâ oynayan var mıdır o oyunları ya
da bilen? Oysa bir hünerdir ipe basmadan
atlamak, gizlendiği yerden yakalanmadan
çıkmak ve sobelemek duvarı ya da üstü üste
dizili 9 taşın hepsini yere serebilmek... Takım
kurarken “aldım verdim, ben seni yendim” tekerlemesiyle ilerleyen çocuğun kalbindeki heyecanı hangi bilgisayar oyunu sağlayabilir ki?
Geçen zaman bugünümüzü mâzi yaparken, değerlerimizi de beraberinde götürdü. Büyüklerimiz için oyun; gülmek, terlemek,
kazanmak, yenildiğinde belki ağlamaktı. Bol
hareket içeren o eski oyunlar, hep özlenen
olacak...
Beş Taş:
Karşılıklı iki kişi tarafından oynanır.
Kızlar da erkekler de oynar. Taşlar (5 adet)
yere atılır. İlk önce BİRLER oynanır. Birlerde; oyuncu bir taşı baş hizasına kadar havaya atar. Havaya attığı taş yere düşüne kadar
taşı havaya attığı elle yerden bir taş alıp havaya attığı taşı tutmak zorundadır. Tutamazsa yanar. İkilerde; yine havaya bir taş atıp
aynı elle yerden 2 taş almak, Üçlerde; üç
taş almak, dörtlerde havaya attığı taş yere
düşene kadar 4 taşı da almak ve havadan
düşen taşı tutmak zorundadır. Daha sonra
işaret parmağını (sol el) orta parmağının
üstüne koyup yere dayayarak köprü oluşturulur.
Sağ elle de bir taş yukarı atılır. 4 taşı
da birbirine değmeyecek gibi köprü kurduğu parmaklarına yakın bir yere bırakır. Havaya attığı taş yere düşmeden köprüden
bir taşı diğer tarafa geçirir ve yukarıya attığı taşı yere düşmeden tutar. Dört taşı da
birer birer diğer tarafa geçirince bu bölüm
de bitmiş olur. Sonra 5 taşı sağ elle havaya atıp birlerde en az bir taş elinin üstünde
kalacak şekilde taşları yakalar, elinin üstündeki (tersindeki) taşı tekrar eliyle yukarı
atar ve avucuyla yere düşmeden yakalar.
Bu hareket ikilerde 2 taş, üçlerde 3
taş, dörtlerde 4 taş ve beşlerde 5 taş elinin
üstünde tutulup avucuyla yakalayacak biçimde devam eder. Elinin üzerinde eksik taş yakalarsa ve avucuyla tutamazsa yanmış olur.
Yukarıda tüm bu hareketleri yanmadan yapıp
tamamlarsa, oyunda başarı sağlamış olur ve
rakibine karşı bir oyun ilerde olur.
TOPAÇ:
İpin bir ucu halka şeklinde orta parmağa
geçirilir. Diğer ucu ise topacın etrafına düzgünce sarılır. (Topaç, ağaçtan yapılır ucunda
özel çivisi vardır.) İp topaca sarıldıktan sonra
elin, hızla ileriye doğru itilip geri çekilmesiyle
kazandırılan ivme sonucunda topacın,
mümkün olduğunca uzun süre çevrilmeye
çalışıldığı bir oyundur. Komutla aynı anda
döndürülen topaçlardan en son duran
AĞUSTOS 2014 19
topaç sahibinin kazandığı oyundur. Değişik
kuralları olan farklı biçimlerde oynanılır.
Bu işte ustalaşan çocuklar, yerde dönen
topacı avucunun içine alır, avucunun içinde
döndürürdü.
MİSKET OYUNU: Misket oyunun da değişik versiyonları
vardı. Baş dediğimiz oyun türü: Misketler yan
yana sıra ile dizilir ve elimizde ki en gösterişli ve ağır misketi ona başlık denirdi. Tabi
önceden yere kaç misket dizileceği konuşulurdu ve herkes yere o kadar misket koyardı veya dizerdi. Başlık ile herkes dizili olan
misketlerden açılır ve en uzağa açılmış olan
ilk atışı yapma hakkına sahip olurdu. Herkes
yerdeki misketlerden uzaklığına göre atma
sırası belirlenirdi. En yakında olan, misketlerin başında kalırdı ve ilk atacak kişi ona
şunu sorardı, Hangi baş? Sağ baş veya sol
baş denirdi, o taraftan vuran vurduğu kadar
misketi alırdı. En başta ve o baş söylenmişse o başı vuran yerdeki misketlerin tamamını
alırdı. Tabi kimse vuramamışsa veya baştan itibaren kalan misketlerde, misketlerin
başında durana kalırdı. Burada kural dizili
misketlerin aynı hizadan çıkması ve tartışmaya mahal vermemesiydi. Misket oyunundan karlı çıkan yüttüm hepsini yüttüm derdi.
İsmi Gondik denilen bir tür vardı. Bu türde iki
veya üç kişi ile oynanırdı başlığını birisi ileri
doğru atardı, rakibi de onun başlığını vurma-
20 7SÖZ
ya çalışırdı. Tabi ki baştan kaç misketine oynandığı konuşulurdu. Misket atmada gondik
denilen sitil başlığını yuvarlamazda havadan
tam rakibinin, başlığına atma tekniği idi. Ve
bu oyunda karış mesafesi kurallardan birisiydi. Eğer rakibinin misketine senin misketin bir
karış mesafe içinde ise vurdu, kabul edilirdi.
Bu oyun elleri büyük olanlar için avantaj olurdu. Tabi yine Misket ile oynanan Miselles denilen ve yere bir eşit kenar üçgen çizilip, içine
misketlerin konması ile oynanan bir tür vardı.
Burada amaç başparmağın ile sıkıştırdığın
başlığını tek tek üçgenin içindeki misketleri vurarak çizgilerin dışına çıkarmaktı. Eğer
başlığınız üçgenin içinde kalırsa yanar ve o
ana kadar yerden topladığınız, misketlerde
tekrar yere bırakırdınız. Kuyu denilen bir misket oyunu vardı ve bu da iki türlü oynanırdı.
Herkes misketin rahatlıkla gireceği bir kuyu
açardı ve o kuyudan bir karış mesafeden
öbür misketlere atış yapardı veya rakibini
kuyusuna misketini sokarsa, oradan oyuna
devam ederdi kuyusu ele geçirilmiş oyundan
çıkar ve oyunun bitmesini beklerdi. Burada
da yine kural misketi başparmak ile fırlatıp
rakibinin misketini vurmaktı. Ortada bir kuyu
boş ve sahipsiz olan türü de oynanırdı buna
da kaptan denirdi. İleriye bir çizgi çizilir bu
çizgiye misketler atılır, çizgiye en yakın misketin sahibi birinci olur ve oradan, misketini
kuyuya sokan birinci olarak oynamaya hak
kazanırdı. Kuyuyu ele geçiren öbürlerini kuyuya yaklaştırmaz ve burayı savunurdu.
AĞUSTOS 2014 21
UMUMİ AŞK
Gözyaşı bir sırdır...
22 7SÖZ
Gülümseme bir sırdır...
Aşk bir sırdır...
O gecenin gözyaşları, aşkımın gülümseyişiydi
Hikaye değilim ki anlatasın
Şarkı değilim ki söyleyesin
Ses değilim ki işitesin
Ya da öylece göre bileceğin bir şey
Veya bile bileceğin bir şey
Ben, ben ortak acıyım, beni haykır!
Ağaç, ormanla konuşur
Çimen, ovayla,
Yıldız, galaksiyle
Ve, ben seninle konuşurum.
İsmini bana söyle
Elini bana ver
Sözünü bana söyle
Kalbini bana ver
Ben senin köklerini bulmuşum
Senin ağzınla konuştum her kesle
Ve ellerin benim ellerimi tanır
Aydınlık yanlızlıkta seninle ağladım
Yaşayanlar için
Ve karanlık mezarlıkta seninle söyledim
En güzel şarkılarımı
Çünkü bu yılın ölüleri dünyadaki en büyük
aşıklardı.
Elini bana ver
Elin beni tanır
Ey geç kalmış seninle konuşuyorum
Bulutun tufanla
Çimenin ovayla
Yağmurun denizle
Kuşun baharla
Ağacın ormanla konuşması gibi
Çünkü ben senin köklerini bulmuşum
Çünkü sesim senin sesini tanır.
Ahmet ŞAMLU
Çeviri: Fatma Batkitar
AĞUSTOS 2014 23
Musa AYDIN
Hakkı İnkar
Etmenin Yolları-2
9- Makam ve Mevkii Kaybetme Korkusu: “O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri, onu, o Peygamber’i, oğullarını
tanır gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı gerçeği bile bile gizlerler.”
“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayetin kendisi olan ayetleri insanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya,
mutlaka onlara Allah lânet eder. Lânet edebilecek olanlar da lânet ederler.”
“Kitap ehlinden öyle bir güruh da vardır ki, siz onu kitaptan sanasınız diye, dillerini
kitaba doğru eğip bükerler. Hâlbuki o, kitaptan değildir. ‘Bu, Allah katındandır.’ derler;
oysa o, Allah katından değildir. Allah’a karşı,
kendileri bilip dururken, yalan söylerler.”
“İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları
üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler
gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap
24 7SÖZ
indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri
şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf
o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller
geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve
kıskançlık-birbirlerine haksız üstünlük sağlama yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun
üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri,
onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri
hakka ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola
iletir.”
Makam ve mevkisini ve sahip olduğu
toplumsal saygınlığını kendisine ekmek kapısı hâline getiren ve gerektiğinde bu statüsünü suiistimal edip insanları istismara kalkışan kimselerin de, bile bile peygamberlere
muhalefet etmeleri kaçınılmazdır. Çünkü biliyorlar ki, onlara teslim olup getirdikleri ilâhî
mesajların doğruluğuna itiraf ettikleri takdirde
herkesten önce onlar haksız yere kazandıkları saygınlığı ve ayrıcalığı kaybedecek ve
menfaatleri uğruna yıllarca insanlara yuttur-
dukları yalan ve yanlışların hesabını verme
durumunda kalacaklardır. Bu yüzden peygamberlere karşı muhalefet ve inkârı akıllarınca bir kurtuluş yolu olarak seçmişlerdir.
Birçok ret ve inkâr nedeninde de olduğu gibi,
bu da sadece geçmişte olup biten bir durum
değil, günümüzde de birçok kimsede hak ve
hakikate karşı benzer tavırları sergileyenleri
görmemiz mümkündür.
10- Rahatça Günah İşleme: “Hayır,
yemin ederim o kıyamet gününe; yine hayır, yemin ederim o sürekli kendini kınayan
nefse; acaba insan, kendisinin kemiklerini
bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen
eski hâline getirmeye gücümüz yeter. Fakat
insan (bu inkârcılığıyla) günahı devam ettirmekte önünün açık olmasını (rahat günah işlemesini) ister.”
Nefsine ve şeytana uyup bilerek günah işleyen kimse, bir müddet içinde kaygı
ve korku hissi yaşar. Şeytanın hilelerinden
birisi işte bu noktada devreye girer ve insana şunu telkin eder: “Sen sana söylenenlere
ve yapılan itiraz ve davetlere karşı: ‘Ben sizin
söylediklerinize inanmıyorum.’ dersen, artık
kimse seni rahatsız edemez ve rahatça gönlünün istediği her şeyi yapabilir ve arzularını
rahat ve sınırsız bir şekilde tatmin edebilirsin.”
Bu, tıpkı birilerinin bu aralar adına “özgürlük” deyip de kendilerini avuttukları ve yaptıkları pislikleri başkalarına karşı savunma ve
aklama aracı olarak kullandıkları argümanın
aynısıdır. Evet, bu süreç böyle devam ettiği,
dönüş ve telafi olmadığı takdirde, zamanla
artık ilk baştaki kaygı ve rahatsızlık hissi yerini duyarsızlık ve vurdumduymazlığa bırakır.
Hadislerde de bir kimsenin günah işlediğinde
rahatsızlık duymasının, iman nurunun henüz
tam sönmediğini, ama günah işledikten sonra rahatsızlık duyma yerine zevk, rahatlık ve
vurdumduymazlık hâlini yaşamasını ise bu
nurun söndüğünü gösterdiği şeklinde beyan
edilmiştir.
11- Şeytanın Amelleri Süslemesi:
“Onlar Kur’ân’ı düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var? Gerçekten
doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan
sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan,
kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun
emellere düşürmüştür.”
“Hiç olmazsa kendilerine baskınımız
geldiği zaman olsun, yalvarmalı değiller miydi? Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan yaptıklarını kendilerine güzel gösterdi.”
“Şeytan, onlara amellerini güzel gösterdiği zaman, ‘Bugün insanlardan size galip gelecek yoktur, ben de size yardımcıyım.’
demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiği görününce, arkasını dönüp kaçtı ve şöyle
dedi: Ben sizden kesinlikle uzağım. Ben sizin
göremeyeceğiniz şeyler görüyorum ve ben
Allah’tan korkarım. Ayrıca Allah’ın azabı çok
çetindir.”
“Allah’a yemin olsun ki, biz senden
önce birçok ümmetlere peygamberler gönderdik. Ne var ki şeytan, onlara amellerini
bezeyip süslü gösterdi. Bugün de o şeytan,
kâfirlerin dostudur. Onlar için acı bir azap
vardır.”
“Çok geçmeden (Hüdhüd) gelip, ‘Ben,
dedi, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sebe’den sana çok doğru (ve önemli) bir haber
getirdim. Gerçekten, onlara (Sebelilere) hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân
verilmiş ve büyük bir tahta sahip olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah’ı
bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm.
Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun
için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve
açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmezler.
(Hâlbuki) O büyük Arş’ın sahibi olan Allah’tan
başka tapılacak yoktur.”
“Ad ve Semud’u da (helak ediverdik).
Sizin için, (onların başına nelerin geldiği)
oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır.
Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip
onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp gö-
AĞUSTOS 2014 25
leri inkâra kalkıştılar.
13- Ukalalık ve Bir Taşla İki Kuş Vurma Mantığı: “Şüphesiz haram ayları ertelemek (nesi), kâfirlikte daha ileriye gitmektir ki,
kâfir olanlar onunla saptırılır. Allah’ın haram
kıldığı ayların sayısını denk getirmek ve sonuçta Allah’ın haram kıldığını helal kılmak
için onu bir yıl helal ve bir yıl da haram sayarlar. Kötü işleri kendilerine süslü ve güzel gösterilmiştir. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete
erdirmez.”
rebilecek durumdaydılar.”
Kur’ân-ı Kerim’in de açıkça buyurduğu gibi, şeytanın müminler ve Allah’a teslim
olanlar üzerinde bir sultası söz konusu değildir. Ama kendisini nefsanî arzularına ve şeytana teslim edenlere baş yol gösterici elbette
şeytandır. Şeytanın, dostlarını azdırmak için
türlü türlü hileleri vardır. Bunların en önemlilerinden birisi batıl, günah ve isyanı süsleyip
püsleyip güzel göstererek gönül rahatlığıyla insanı inkâra sürüklemesidir. Dolayısıyla inkârcılar, günah ve isyan ehli, genellikle
yaptıklarının kötü olduğunu kabul etmez, tam
tersine bin bir türlü bahane ve teville kendilerini haklı ve yaptıklarının doğru olduğunu
göstermeye çalışırlar. Rabbim hepimizi şeytanın hilelerinden muhafaza buyursun!
12- Nankörlük: “Bizim ayetlerimizi öyle
nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.”
Allah-u Teala’nın Kur’ân’da beyan ettiği sünnetlerinden birisi de, verdiği nimetlere
karşı şükredenlere nimetini, lütfünü artırması, nankörlük edenleri ise cezalandırıp nimetlerini ellerinden almasıdır. Allah-u Teala’nın
bir önemli nimeti akıldır. Bir diğeri akla yardımcı olan elçileri, peygamberleridir ve bilahare diğer maddî ve manevî nimetleri… Ama
niceleri bu ilâhî nimetlerden dolayı şükretme
(nimeti veren Mun’im’in/Allah’ın istediği şekilde istifade etme) yerine, küfran ve nankörlük
yolunu tuttular. Böylece Rabbü’l-Âlemin de
inayet ve lütfünü onlardan kestiği için hak davetçilerine karşı gelmeye yeltenip ilâhî ayet-
26 7SÖZ
Bazı zavallılar, bir taraftan hakkı ikrar
ve itirafın kendilerine getireceği maslahat ve
menfaatleri kaçırmamak, bir taraftan da nefsanî arzularına ulaşmak yolunda önlerine
set çekmemek için ukalalık yapıp, tabiri caizse bir taşla iki kuş vurabilmek için zahirde
retçi ve inkârcı gözükmemekle birlikte, ilâhî
kıstaslara teslim olup kendilerini hakka uyarlama yerine, hakkı kendilerine uyarlamaya
ve saptırmaya çalışmışlardır. Bunun tarihte
birçok örneklerine rastlamak mümkündür ki,
Kur’ân’ın verdiği çarpıcı örneklerden birisi
de, müşrikler arasında cereyan eden “nesi”
(geciktirme) âdetidir.
Olayın özeti şöyledir: Müslümanlar
gibi müşrikler de haram aylara inanıyorlardı.
Bilindiği gibi bu aylarda savaşmak yasaktı.
Fakat müşrikler arasında cereyan eden birçok yanlış ve mantıksız durumlar gibi, haram
aylar konusunda da benzer bir durum söz konusuydu. Onlar güya bira taraftan bu yasağı çiğnememek, diğer taraftan ise zalimane
hareket ve âdetlerinden geri kalmamak için
haram ayların yerini değiştiriyorlardı. Yani bir
yıl haram aylardan birini ihlal edip savaşıyorlarken, güya bu yanlışı telafi amaçlı diğer yılda bir başka ayı onun yerine haram ay olarak
ilan ediyor ve böylece akıllarınca bir taşla iki
kuş vurduklarını sanıyorlardı. Bunun örneklerine günümüzde de (özellikle mürekkep yalamış, ama dinini dünyasına satmış âlim-ulema
takımı arasında) sık sık rastlamak mümkündür. Niceleri gerçekten Allah ve Resulü’nün
(s.a.a) ne dediğini öğrenip hayata geçirme
yerine, zorla ve bin bir türlü tevile başvura-
rak Allah ve Resulü’nün (s.a.a) buyruklarını
kendi nefsanî istek ve arzularına uyarlamaya
çalışmaktadırlar!
14- Çevre-Arkadaş: “O gün zalim kimse ellerini ısıracak: ‘Eyvah!’ diyecek, ‘Keşke
Peygamber’in yanında bir yol tutsaydım! Eyvah!’ diyecek: Keşke falancayı dost edinmeseydim!”
“Onlar cennettedirler; sorup dururlar suçluların durumunu. ‘Nedir sizi Sekar’a
(cehenneme) sokan?’ diye. Suçlular der ki:
Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula da
yedirmezdik. Boş şeylere dalanlarla dalar
giderdik. Ceza gününü yalanlardık. Nihayet
bize ölüm gelip çattı.”
Dostluk ve arkadaşlığın insanda hem
müspet, hem de menfi yönde ne nedenli etkili
olduğunu anlatmaya bile gerek yoktur. Öyle
ki bu husus artık milletlerin atasözlerine bile
farklı şekillerde yansımıştır.
Hadislerde de: “Kişi, arkadaşının dini
üzeredir.” buyrulmaktadır.
Bu yüzden insanın, seçtiği arkadaşa
her yönden dikkat etmesi gerekir. Evet, ister
tarihte, isterse günümüzde birçok kimseyi
doğrulardan uzaklaştırıp hakkı inkâra kadar
götüren en önemli faktörlerden birisi, hiç kuşkusuz seçtikleri laubali arkadaşlar ve bulundukları uygunsuz ve kötü ortamlardır maalesef. Elbette şunu da unutmamak gerekir ki,
bunlar sadece etkili faktörlerdir. Ama sonuçta
insanın seçiminde belirleyici olan, kendi iradesidir. Bu yüzden zor da olsa insan, nefsine
ve iradesine hâkim olup kendini bu afetten
kurtarabilir.
15- Kavmiyet Taassubu: “Andolsun
biz, Nuh’u kavmine gönderdik. ‘Ey kavmim
dedi, Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?’ Bunun
üzerine, kavminin içinden kâfir kodaman topluluğu şöyle dediler: Bu, tıpkı sizin gibi bir
beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size
üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah
(peygamber göndermek) isteseydi, muhak-
kak ki bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki
atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
“Dediler ki: Ya, demek sen (Hud) tek
Allah’a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi (bize) geldin? Eğer
doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin (o azabı)
bize getir!”
“Dediler: Ey Salih! Bundan önce sen
bizim içimizde ümit beslenir bir zat idin. Şimdi
bizi babalarımızın taptıklarına tapmaktan mı
engelliyorsun? Biz, doğrusunu istersen bizi
davet ettiğin şeyden kuşkulandıran bir şüphe
içindeyiz.”
“Peygamberleri dedi ki: ‘Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında da şüphe mi var? O, sizi
günahlarınızı bağışlamak için çağırıyor ve
belirlenmiş bir süreye kadar size müsaade
ediyor.’ Onlar da dediler ki: Siz sadece bizim
gibi bir insansınız, bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz…”
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun.’
dendiği vakit de: ‘Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak, ona uyarız.’ dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar?”
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine (kitaba)
ve peygambere gelin!’ dendiği zaman: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!’
derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu
da bulamayan kimseler olsa da mı?”
“Dediler ki: Sen bizi, atalarımızdan kalan yoldan çeviresin de yeryüzünde saltanat
ikinizin olsun diye mi geldin? Biz ikinize de
(Musa ve Harun) inanmayız.”
“O zaman o (İbrahim), babasına ve
kavmine: ‘Bu tapınıp durduğunuz heykeller
nedir?’ demişti. Onlar: ‘Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk.’ dediler.”
Bu konuda şu ayetlere de müracaat
edilebilir: Şuarâ, 74; Lokmân, 21; Zuhruf, 2223
AĞUSTOS 2014 27
Kur’ân-ı Kerim’in en çok üzerinde
durduğu inkâr nedenlerinden birisi de taassuptur. İster geçmişte, isterse günümüzde
gerçeklerle yüzleşen birçoklarının sık sık ileri
sürdükleri bahanelerden birisi de: “Biz böyle
gördük, böyle götürdük.” mantığıdır. Akıllarını adeta müteahhide veren bu zavallılar, söylenen sözlerin üzerinde düşünüp kafa yorma
ve böylece doğru olup olmadığına karar verme yerine, “Bunca geçmişlerimiz, ata-babalarımız yanlış mı yaptılar; böyle bir şey olabilir
mi?” deyip, akıllarınca kendilerini rahatlatıyor
ve kendilerine sunulan gerçeklerden yüz çeviriyorlar. Oysaki geçmişleri de onlar gibi insandırlar ve onların taşıdığı özellikleri onlar
da taşımaktadırlar. Bu mantığı Kur’ân, “Ya
onlar akletmemiş, hata yapmışlarsa?” şeklinde dile getirip inkârcıların gafil vicdanlarını
uyandırmaya çalışmaktadır.
16- Hizip/Grup/Parti/Mezhep Taassubu: “Derken insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde
bulunan ile sevinip böbürlendi.”
“O müşriklerden (olmayın ki) onlar,
dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her
grup kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.”
Taassubun bir versiyonu da hizip,
grup, parti, mezhep taassubudur. Evet, niceleri körü körüne mensup oldukları hizbin,
mezhep ve fırkanın savunduğu şeyin doğruluk ve yanlışlığına bakmadan: “Partim,
grubum, cemaatim, mezhebim söylüyorsa
doğrudur, elbet bir hikmeti vardır!!” diyerek,
28 7SÖZ
önüne çıkan aykırı her şeyi rahatlıkla inkâra
kalkışıyorlar. Oysa karşılaştıkları iddiaların
bizzat kendisini ve sunulan delilleri tarafsız
bir gözle tahlil etmeye çalışsalar, hak ve batılı kendiliğinden tanıyacaklardır.
17- Yanlış Ölçüler-Saplantılar: “İnsanları (eğri yolun sonundan) korkut, inananlara
Rableri nezdindeki yüksek makamları müjdele, diye içlerinden bir adama vahyimizi göndermemiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler: ‘Hiç
şüphesiz bu besbelli bir sihirbaz.’ dediler.”
“Seni gördükleri zaman: ‘Bu mu Allah’ın peygamber olarak gönderdiği?’ diye
hep seni alaya alıyorlar.” “Şöyle dediler: ‘Bu
ne biçim peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer?! Ona, beraberinde bulunup uyaran
bir melek indirilseydi ya! Yahut kendisine bir
hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!’ Bu zalimler, inananlara: ‘Siz
sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!’
dediler.”
“Baksana, İsrailoğulları’nın Musa’dan
sonra ileri gelenlerine! Hani onlar, bir peygamberlerine: ‘Bize bir kumandan gönder
de Allah yolunda savaşalım…’ dediler. O da:
‘Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?’ dedi. Onlar: ‘Bize ne oldu
da yurtlarımızdan çıkarıldığımız ve çocuklarımızdan ayrıldığımız hâlde Allah yolunda savaşmayalım?’ dediler. Bunun üzerine savaş
kendilerine farz kılınınca da, onlardan pek
azı hariç, yüz çevirdiler. Ama Allah, o zalimleri bilir. Peygamberleri onlara: ‘Allah, size
hükümdar olmak üzere Talût’u gönderdi.’
demişti. Onlar: ‘Ona bizim üzerimize hükümdar olmak nereden geldi? Oysa hükümdarlığa biz ondan daha lâyıkız, ona maldan bir
genişlik, bir bolluk da verilmemiştir.’ dediler.
Peygamberleri de: ‘Onu sizin başınıza Allah
seçmiş ve ona bilgi ve vücut bakımından bir
güç, bir genişlik vermiştir.’ dedi. Hem Allah,
mülkünü dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir, o her şeyi bilir.”
“Buna karşılık, kavminin ileri gelen kâfirlerinden bir kısmı dediler ki: Biz seni bizim
gibi insanlardan biri olarak görüyoruz, başka
değil. İlk bakışta bizim ayak takımımızdan
başkasının senin arkana düştüğünü görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de
görmüyoruz. Aksine, sizi yalancılar sanıyoruz.”
“Dediler ki: Ey Şu’ayb! Biz senin söylediklerinin çoğundan bir şey anlamıyoruz.
Ayrıca seni içimizde çok zayıf biri olarak görüyoruz. Eğer akrabaların olmasaydı, mutlaka seni recmederdik (taşa tutardık). Senin
bize hiçbir üstünlüğün yoktur.”
“Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler;
ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar.”
İnsanların gözünü, kulağını, kalbini perdeleyen faktörlerden birisi de, insanın
şu veya bu sebepten dolayı edindiği yanlış
ölçüler ve saplantılardır. Örneğin, birileri bir
insana peygamber olmayı bir türlü yakıştıramamış, illa melek olması gerektiğinde ısrarcı
olmuşlar. Veya toplumun fakir, düşkün, zavallı kesiminden birisinin Allah’ın elçisi olabileceğini bir türlü kendilerine yedirememiş ve
olacaksa mutlaka eşraftan, paralı pullu kimselerin arasından olmalıdır demişler!
Evet, yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde
bu gibi yanlış ölçüler, kuruntu ve saplantılara açık bir şekilde değinilmiştir ve son ayette
bunları özetleyerek şöyle buyurmuştur: “Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan)
kısmı vardır, kitabı bilmezler; ancak birtakım
kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve
zan içinde dolaşır dururlar.”
18- Kadercilik Bahanesi: “Allah’a ortak
koşanlar diyecekler ki: ‘Allah dileseydi, ne biz
ortak koşardık, ne de atalarımız ortak koşardı; hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’ Onlardan
önce yalanlayanlar da böyle söylemişlerdi de
sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var?
Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.”
Birçoklarının doğrular önünde direnmesi, hatta inkâra yeltenmesine yol açan
sebep veya bahanelerden birisi de, yanlış
yorumlanan veya bilinçlice saptırılan kavramlardır. Bu kavramların başında kader konusu
gelir. Yukarıdaki ayette de açıklandığı üzere,
bazıları ya cehaletlerinden dolayı ya da kasıtlı olarak saptırılmış bir kader inancına dayanarak inkârlarını haklı göstermeye çalışırlar. Bazıları ise işledikleri günahta kendilerini
suçsuz göstermek için suçu kadere yüklerler.
Tarihin en gaddar zalimleri dahi bu yola başvurarak cinayetlerini aklamaktan geri durmamışlardır.
Oysaki bu gerekçelerinde haklı olurlarsa, o zaman tarihte kimi temize çıkarmak
mümkün olmaz ki? Kendini bize adil tanıtan
Rabbimizin sonsuz hikmet ve adaletiyle bunu
bağdaştırmak mümkün olabilir mi? Ayrıca
bunca peygamberin gelmesine, bunca kitabın indirilmesine, bunca tebliğe ve bunun için
çekilen onca çile ve zahmete ne gerek vardı? Elbette İslâm’da kaza ve kader diye bir
inancın olduğunda şüphe yoktur; ama bütün
mesele bunu sağlıklı ve yukarıda bahsedilen
mahzurlara yol açmayacak şekilde yorumlayabilmektir ki, bu da Ehlibeyt Mektebi’nin ilgili
kaynaklarında yeterince yapılmıştır. Rabbimize ihlâs ve acziyetle yalvarıyor ve O’ndan,
doğruları olduğu gibi bize göstermesini ve
bizi yukarıda bahsi geçen bütün inkâr ve isyan gerekçe ve bahanelerinden uzak tutmasını diliyoruz.
AĞUSTOS 2014 29
Yeşilay’dan Uluslararası
Uyuşturucu Sempozyumu
Türkiye Yeşilay Cemiyeti; Dünya
Sağlık Örgütü, Avrupa Konseyi Pompidou Grubu, Sağlık Bakanlığı, Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı’yla birlikte İstanbul’da
“Uluslararası Uyuşturucu ve Halk
Sağlığı Politikaları Sempozyumu”
düzenleyecek.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti, 29 Eylül – 1
Ekim 2014 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek olan “Uluslararası Uyuşturucu Politi-
30 7SÖZ
kaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu”na ev
sahipliği yapacak. Yaklaşık 50 ülkeden bin
kişinin katılımının öngörüldüğü sempozyumun yakın tarihte ülkemizde ve bölgede düzenlenen en büyük uyuşturucu konferansı
olması bekleniyor.
Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç
Ofisi (UNODC), Avrupa Birliği Uyuşturucu
ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi
(EMCDDA), Avrupa Konseyi Pompidou Gru-
bu gibi uluslararası seviyede uyuşturucu sorunu etrafında 20’den fazla teşkilatı bir araya
getirerek önemli bir koordinasyon işlevi üstlenecek. Avrupa başta olmak üzere dünyanın
farklı bölgelerinden yaklaşık 50 ülkeden 200
kişinin katılacağı sempozyumda, ulusal ve
uluslararası alanda politika değişikliğine dönük önemli çıktılara ulaşılması hedefleniyor.
Ulusal koordinasyonu
güçlendirecek
Sempozyumun ulusal seviyede uyuşturucu politikalarının muhatapları olan İçişleri
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı ve ilgili kurumlara bağlı diğer kuruluşları bir araya getirerek ulusal
koordinasyonu güçlendirmesi bekleniyor.
Uyuşturucu politikalarında etkin olan
bu teşkilatların dışında uluslararası boyutta
faaliyet gösteren çok sayıda sivil toplum kuruluşu da sempozyuma dahil edilerek, etkin
bir sivil toplum katılımıyla uluslararası uyuşturucu politikaları çerçevesinin yeniden tartışılması sağlanacak.
Ülkemizde uygulanan uyuşturucu
ile mücadele politikalarında bütüncül bir
yaklaşım ve strateji bulunmuyor. Bu yönüyle
sempozyumun, talep azaltımı, arz azaltımı,
zarar azaltımı, tedavi ve rehabilitasyon gibi
başlıklarda bütünsel bir mücadele stratejisi
oluşturulmasına katkı sağlaması bekleniyor.
Uyuşturucu politikalarıyla ilgili olan
kurumlar başta olmak üzere uyuşturucu sorunu etrafında çalışmalar yapan sivil toplum
kuruluşlarını ve ülke Yeşilaylarını da sürece
dahil ederek, bu alanda mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının kapasitelerinin güçlendirilmesi planlanıyor. Ayrıca uyuşturucu
madde kullanım sorununun kriminal bir olgu
olarak değil bir halk sağlığı sorunu olarak ele
alınması, bu alanda bilimsel temelli ve kanıta
dayalı halk sağlığı politikalarının geliştirilmesi
sağlanacak.
Sonuçları tüm dünyayla
paylaşılacak
Sempozyum sonuç kitabı yaklaşık 5 bin adet
bastırılarak Türkiye’deki üniversitelere, araştırma merkezlerine, kütüphanelere ve uzmanlara dağıtılacak. Uyuşturucuyla mücadelede mevcut ulusal ve uluslararası politikaları
değerlendiren, uyuşturucu politikalarındaki
tüm süreçleri kapsayan bir politika metninin
oluşturulması ve bu metnin “İstanbul Deklarasyonu” olarak söz konusu sempozyum sonuç bildirgesi olarak da tüm dünya ile paylaşılması hedefleniyor.
AĞUSTOS 2014 31
Yeşilay büyüyor!
Ülke çapında bağımlılıklarla
etkin mücadele etmek için çalışan
Yeşilay, yılsonuna kadar tüm illerde ve İstanbul’un tüm ilçelerinde,
şubeleşmeyi gerçekleştirecek.
Geçtiğimiz hafta sonu 16-17 Ağustos
tarihinde gerçekleşen ‘Yüksek İstişare Kurulu ve Şubeler Eğitim Programı’nda konuşan
Yeşilay Genel Başkanı Prof. Dr. M. İhsan
Karaman, cemiyetin ortaya koyduğu stratejik
plana işaret ederek, şubeleşme ve teşkilatlanmayı genişletmek konusunda düğmeye
bastıklarını söyledi. Yeşilay şubeleri arasında istişare niteliği taşıyan Yüksek İstişare Kurul Toplantısı’nda, Türkiye’nin farklı illerinden
gelen Yeşilay şube yetkililerine hitap eden
Karaman, “Yeşilay tüm ülke sathında şubeleşmeye giderek, her insana dokunmayı,
toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşmayı
amaçlıyor. Bu adımla beraber Cemiyet şubeleriyle birlikte daha etkin ve verimli bir şekilde
yoluna devam edecek” dedi. Karaman ayrıca
şubelere personel ve teknik donanım konu-
32 7SÖZ
sunda da destek sözü verdi.
Yeşilay, şube teşkilatlanmasının daha
kaliteli olması için Ankara’da gerçekleştirdiği
programda çeşitli eğitimler verdi. Programda
şube yetkililerine, kurumsallaşma hedefine
uygun olarak yeni vizyon ve misyon doğrultusunda dünya standartlarına uygun olan çalışma usul ve esasları anlatıldı. Yeşilay Yönetim
Kurulu ve Bilim Kurulu üyelerinin de yer aldığı
şubeler eğitim programında katılımcılarla
istişare edilerek yerel bağımlılık sorunlarına
değinildi, sorunların tespit ve çözüm önerileri
tartışıldı. Programda ayrıca şube yetkilileri
kendi bulundukları il genelinde yaptıkları
çalışmaları anlattı. Yeni açılmış şubeler ise
yapılan sunumlardan ve diğer şubelerin
tecrübelerinden istifade etme ve Yeşilay
Cemiyeti’nin yapmış olduğu faaliyetleri daha
yakından takip etme fırsatı buldu. Yeşilay
Bilim Kurulu üyelerinin bağımlılıklar alanında
verdikleri eğitimin yanı sıra şube yetkililerine
proje yönetimi, iletişim gibi konularda da
sunumlar yapıldı, bilgiler paylaşıldı.
AĞUSTOS 2014 33
İşid’i tanıyalım
21. YÜZYILDA ABDESTLİ MOĞOL
İSTİLASI
Katliamlarıyla dünyanın gündemine
oturan IŞİD örgütü, nasıl kuruldu, ideolojisi
ve eylemleriyle İslam dünyasında yarattığı
algı. Irak ve Şam İslâm Devleti ya da Irak
ve Levant İslâm Devleti, kısaca ILİD ya da
IŞİD…
Irak ve Suriye’de etkinlik gösteren radikal ve fakat İslami bir kılıfla tanınan aktif bir
terörist grup. IŞİD, aynı zamanda, Dünya’nın
en zengin terör grupları arasında sayılmaktadır. Irak Savaşı’nın ilk yıllarında kurulan ve
2004 yılında El Kaide’ye bağlılığını ilan eden
grup bir süre sonra Irak El-Kaidesi adını aldı.
Grup genelde Sünnî topluluklar olmak üzere Mücahidîn Şûra Konseyi, el-Kaide, Jaysh
el-Fatiheen, Jund el-Sahaba, Katbiyan Ansar
el-Tevhid vel Sunnah, Jeish el-Taiifa el-Mansoura gibi farklı isyancı gruplardan oluşur ve
34 7SÖZ
onların desteğini alır. Irak ve Levant’te Sünnî nüfusun yoğun olduğu bölgelerde halifeliği kurma hedefi vardır. Şubat 2014’te, sekiz
aylık uzun bir güç mücadelesinden sonra,
el-Kaide IŞİD ile bütün bağlarını kestiğini duyurdu.
Irak Savaşı’nın yoğun olarak yaşandığı dönemlerde Irak’ın Anbar, Nineve, Diyala, Babil, Kerkük ve Selahaddin illerinde çok büyük
etkinlik gösterdi. Bakuba’yı başkent ilan etti.
Halen devam eden Suriye İç Savaşı’nda Suriye’nin İdlip, Rakka ve Halep bölgelerinde
varlık göstermektedir.
IŞİD, binlerce sivil Iraklı, Irak hükümet üyeleri
ve onların uluslararası müttefiklerinin ölümlerinden sorumlu tutulmaktadır. Irak Savaşı’nın son evrelerine doğru grup gerilemeye
başladıysa da, ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle
2012’de gücünü tekrar yenilediği ve üye sayısını iki katından fazla arttırdığı öne sürülür.
2013 yılında El-Cezire’ye sızdırılan bir mektup ve ses kaydıyla El-Kaide lideri Aymen el
Zevâhiri, bu grubun Suriye kanadını tasfiye
ettiğini açıkladıysa da IŞİD emiri Ebu Bekir
Bağdâdî, bu tasfiye kararını reddetiğini ve
grubun Suriye’deki operasyonlarına devam
edeceğini açıkladı. Nisan 2013 ile birlikte
IŞİD, Suriye’nin kuzeyinde hızlı bir şekilde
askerî güç kazanmaya başladı. Suriye’nin
kuzeyindeki en güçlü gruplardan biri oldu.
Grup Suriye’de etkin olduğu bölgelerde şeriat
kanunlarını icraya başladı ve rakip gördükleri
askerleri, yabancı gazetecileri, yardım kuruluşlarına üye insanları sürgüne gönderdiler
veya hapsettiler.
Türk istihbarat birimlerinin son değerlendirme raporlarına göre, şu an IŞİD’in içinde 600-700 Türk olduğu tahmin edilmektedir.
İsim ve isim değişiklikleri
Grup kuruluşundan itibaren pek çok
kez ismini değiştirdi. İlk kurulduğu yıllarda
ismi “Cemaat el-Tevhid vel-Cihad” idi. Ekim
2004’te “Tanzim Kāidāt el-Cihād fî Bilâd el-Rafidayn” ya da daha çok bilinen “Irak el-Kaidesi” adını aldı. Ocak 2006’da birkaç küçük
grupla birleşerek “Mücahidîn Şûrâ Konseyi”
adını, Ekim 2006’da da “Irak İslâm Devleti”
adını aldı. Nisan 2013’te adı “Irak ve Şam
İslâm Devleti” olarak değiştirildi. Temmuz
2014’ten bu yana Ebu Bekir el-Bağdadi’nin
sözcüsü Adnani’nin Hilafeti ilan etmesi ile
ismi “İslam Devleti” olarak kaldı.
Cema’at el-Tevhid vel-Cihad Dönemi
Köken[değiştir
Cema’at el-Tevhid vel-Cihad (Arapça:
) Ebu Musab Zerkāvî tarafından kuruldu. Yerli
ve yabancı İslâmcılardan oluşuyordu. Ürdünlü bir selefî olan Zerkāvî, Sovyet-Afgan Savaşı›na katılmak için Afganistan›a seyahat etmiş, fakat Sovyetlerin askerlerini çekmesiyle
o da ülkesine geri dönmüştü. Daha sonra
tekrar Afganistan›a geri dönen Zerkāvî, Herat
yakınlarında İslâmî militan bir kamp kurarak
eğitim vermeye başladı. Başlangıçta gerçek
anlamda Müslüman olmadığını düşündüğü
Ürdün Krallığı›nı yıkma amaçlı çıktığı yolda
başka ülkelere de yayılan bütün bir ağını bu
düşünce ve ideal üzerine kurdu. İçinde bulunduğu şebekenin 1999 yılında milenyum
saldırılarının da sorumlusu olduğu iddia edilmekte. 2002 yılında Ürdün›de öldürülen ABD›li bir diplomatın da sorumluluğunu örgütü
üstlendi.
ABD›nin Afganistan›ı işgaliyle Zerkāvî
Irak›a gitti. Burada yara aldığı ayağı için tıbbi destek aldı. Irak›ın kuzeydoğusunda etkin Kürt İslâmcı militan bir grup olan Ansar
al-İslâm ile geniş bir ilişki ağı kurdu. Ansar
örgütünün Irak istihbaratı ile birlikte çalıştığı,
Saddam Hüseyin›in bu grubu Kürdistan›ın
bağımsızlığı için savaşan seküler Kürt gruplara karşı kullandığı da iddia edilir. Ocak
2003›te Ansar›ın kurucusu Molla Krekar Saddam Hüseyin rejimiyle herhangi bir bağlantıları olmadığını açıkladı. İstihbarat birimlerinin
raporlarına göre Zerkāvî ve Saddam arasında herhangi bir bağlantı bulunmadığı, Saddam›ın Ansar grubunu rejime bir tehdit olarak
gördüğü ve bu yüzden örgüt içine istihbaratın
sızmış olabileceği öne sürüldü. ABD senatosunun 2006 yılında hazırladığı Irak raporunda «savaş sonrası edinilen bilgiye göre Saddam Hüseyin Zerkāvî›yi yakalamaya çalıştı,
fakat bunda başarısız oldu» denildi.
ABD›nin Irak›ı işgalinden sonra Cema›at el-Tevhid vel-Cihad al-Ansar ve diğer yabancı örgüt üyelerini de içine katarak
ağın daha da genişletti ve Irak işgaline katılan güçlere karşı mücadeleye girişti. Irak›a
savaşmak için giden pek çok savaşçı bir şekilde Zerkāvî grubunun içinde kendini buldu.
Mayıs 2004›te Cema›at el-Tevhid vel-Cihad
bir başka aşırı İslâmist militan grup olan Salafiah al-Mujahidiah ile birleşti.
Hedef ve taktikler
Cema›at el-Tevhid vel-Cihad grubunun amacı Irak›taki koalisyon güçlerinin geri
çekilmesini sağlamak, Irak hükumetini düşürmek, işgal kuvvetleriyle birlikte çalışanları
öldürmek, Şia nüfusu marjinalize edip askerî
AĞUSTOS 2014 35
gücünü kırmak ve tamamen şeriat kanunlarıyla yönetilen bir İslâm devleti kurmak.
Cema›at el-Tevhid vel-Cihad›ı Irak›taki diğer isyancı gruplardan ayıran en önemli
özellik taktikleriydi. ABD ve koalisyon güçlerine karşı alışılagelmiş silahlarla ve gerilla
taktikleriyle saldırmak yerine daha çok bomba yüklü araçlar kullanılarak gerçekleştirilen
intihar bombası eylemlerini yaptılar.
Grubun ruhânî önder kabul ettiği ve
genel başkan yardımcılığı da yapmış olan
Filistinli imam Ebu Enes el-Şâmî taktiklerinin
ve yöntemlerinin Kur›an ve sünnet kaynaklı
olduğunu yine bu kaynaklardan verdiği örneklerle açıklamıştır. İslâm peygamberi Muhammed›in «Her kim Allah yolunda bir Gayrimüslimi öldürürse Allah ona Cehennem›i
yasak eder» sözünü ve Enfâl Suresi 12.
ayette geçen «O anda Rabbin meleklere şu
vahyi veriyordu: Ben sizinle beraberim. Haydi imanı sağlamlaştırın! Kâfirlerin yüreklerine
dehşet bırakacağım, hemen boyunlarının üstüne vurun, vurun onların parmaklarına!”[5]
benzeri vahiyleri temel prensiplerden biri
36 7SÖZ
edindi.
Tanzim Kaidat el-Cihad fi Bilâd el-Rafidayn dönemi[değiştir
(İki Nehir Topraklarında Cihad Organizasyonunun Tanzim ve Kaidesi)
Hedef ve şemsiye organizasyonları[değiştir
Temmuz 2005’te Ebu Musab Zerkāvî,
Aymen el Zevâhirî’ye yazdığı mektupta Irak
Savaşı’nı genişletmek için ABD’nin Irak’tan
çıkarılması, halifeliğin kurulması, çatışmaların Irak’ın seküler bölgelerine yayılması ve
Arap-İsrail çatışmasında etkin rol alınmasını
da kapsayan dört aşamalı bir plândan bahseder. Irak’ın dışındaki bağlantılı gruplar da
bu planın uygulanmasında rol aldı, örneğin
2005’te Mısır’da meydana gelen ve çoğu turist olan 88 kişinin öldüğü patlama gibi.
Ocak 2006’da Irak el-Kaidesi Irak’ta
savaşmakta olan Sünnî grupları bir çatı altında toplamak için Mücahidîn Şûrâ Konseyi adı
altında şemsiye bir organizasyon kurdu. Sivillere karşı acımasız şiddet uygulamalarından
ve radikal İslâmî doktrinlerinden dolayı Iraklı
Sünnî milliyetçilerin ve seküler grupların bu
şemsiye organizasyona katılımı zayıf kaldı.
Bu sebeplerden ötürü bu çaba başarısızlıkla
sonuçlandı.
Irak el-Kaidesi saldırılarını ve eylemlerini Ekim 2006’ya kadar Mücahidîn Şûrâ
Konseyi’ne atfetti. Ebu Eyüp el Masrî’nin Irak
İslâm Devleti’ni ilan etmesiyle bu son bulmuş
oldu. Bu tarihten itibaren örgüt eylemlerini
Irak İslâm Devleti’ne atfetmeye başladı. Amerikan istihbaratına göre Irak İslâm Devleti’nin
ülkeyi Sünnî bir halife devletine dönüştürme
hedefi vardır.
Saldırı ve eylemleri[değiştir
Örgütün gücü tam olarak bilinmemekle birlikte binlerce savaşçıya sahip olduğu
tahmin edilmekte. 2006’da ABD istihbaratının hazırladığı raporda Irak El Kaidesi’nin
kurucu ve üst düzey üye sayısının 1000’den
fazla olduğu belirtildi. Grubunun intihar saldırılarından dolayı çok sayıda üyesini kaybettiği bildirildi fakat bunun grubun gücü üzerinde çok az etkisi olduğu belirtildi. ABD’nin
Irak’tan çekilmesiyle örgütün üye sayısı ikiye
katlanarak 1000’den 2500’e çıktı.
Grup 2003 yılında Ebu Musab Zerkāvî
tarafından ABD’nin Irak’ı işgaline bir tepki olarak kuruldu ve daha sonra 17 Ekim 2004’te
el-Kaide’ye bağlılığını ilan etti. Irak’ın dışından gelen yabancı savaşçılar örgüt ağının
genişlemesinde büyük rol oynadı. IŞİD, Irak
hükümetinin ve onun yabancı destekçilerinin
ana hedefi haline geldi ve 2004 ile 2010 yılları arasında bu gruplar arasında gerçekleşen
çatışmalarda 6000’e yakın insan öldü.
IŞİD sivil halka karşı yapılan saldırıların tamamen kabul edilebilir bir strateji olduğuna
dair inançlarını açıkça dile getirdi ve 2004’ten
bu yana binlerce sivilin ölümüne sebep oldu.
Eylül 2005’te örgüt lideri Ebu Musab Zerkāvî
Şia Müslümanlarına karşı savaş ilan etti ve
bu tarihten itibaren örgütün Şia yoğunluklara
bölgelere saldırıları arttı.
2007 olayları
2006-2007 Mayıs’ı arasında örgüt
Bağdat yakınlarındaki Dora’nın kontrolünü
ele geçirdi. Pek çok Hıristiyan aile cizye ödememek için bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.
ABD’nin de yoğun çabalarıyla Ekim 2007’de
örgüt Dora’dan çıkarıldı ve Süryânî kiliseleri yeniden açıldı. Sadece 2007 yılında örgüt
yaklaşık 2000 sivil öldürerek Irak’ta büyük bir
katliam gerçekleştirdi ve 9 Mart 2007’de Irak
içişleri Bakanı örgüt lideri Ebu Ömer el-Bağdâdî’nin Bağdat’ta yakalandığını açıkladı fakat sonrasında yakalanan kişinin o olmadığı
söylendi.
19 Nisan 2007’de örgüt bölgesel yönetim kurduğunu ve ilk İslâmî yönetimin temellerinin atıldığını duyurdu. Kurulan emirliğin Ebu Ömer el-Bağdâdî ve 10 Bakanı
tarafından yönetileceği ilan edildi.
Kurulan emirlikte görev alan isimler:
Ebu Ömer el-Bağdâdî (Emir), Abu Abdullah
al-Hussainî al-Quraishi al-Bağdâdî (Emir yardımcısı), Abu Abdul Rahman al-Falahî (Başbakan), Abu Ayyub al-Masrî (Savaş Bakanı),
Abu Uthman al-Tamîmî (Şeriat kanunları),
Abu Bakr al-Jabourî (Halkla İlişkiler), Abu
Abdul Jabar al-Janabî (Millî Güvenlik bakanı), Abu Muhammad al-Mashadani (Bilgi dairesi), Abu Abdul Qadir al-Eissâwî (Şehit ve
mahkûmlardan sorumlu bakan), Abu Ahmed
al-Janabî (Petrol bakanı), Mustafa al-A’arajî
(Tarım ve balıkçılık bakanı), Abu Abdullah
al-Zabadî (Sağlık bakanı), Mohammed Khalil
al-Badrîa (Eğitim bakanı) şeklinde oldu.
3 Mayıs’ta Irak hükumet kaynakları Ebu
Ömer el-Bağdâdî ve Ebu Ayyub el-Masrî’nin
öldürüldüğünü açıkladı, fakat herhangi bir kanıt ortaya konmadı. Örgüt, bunun üzerine yayınladığı bir açıklamayla bu haberi yalanladı.
Daha sonra Taji yakınlarında Irak devlet güç-
AĞUSTOS 2014 37
leri ile örgüt arasında çatışma yaşandığı ve
örgütün halkla ilişkiler bakanı al-Jabourî’nin
öldürüldüğü ortaya çıktı.
Örgüt 12 Mayıs’ta Babil yakınlarında
bir Iraklı asker ve dört ABD’li askerin ölümüyle sonuçlanan, üç ABD’li askerin de canlı ele
geçirildiği saldırıyı üstlendi. Askerlerden biri
11 gün sonra Fırat nehri yakınlarında ölü
bulundu. Diğer iki ABD askerininse örgüt tarafından yayınlanan bir videoda infaz edildiği görüntüleri ortaya çıktı. ABD bu askerleri
bulmak için 4000’den fazla asker ile arama
yapmıştı. Askerlerin cesetleri bir yıl sonra bulundu.
ABD el-Kaide’yi Irak’tan silmek için 18
Haziran’da örgütün başkenti Bakuba’da bir
operasyon başlattı.
25 Haziran’da örgüt, Bağdat’ta Mansur otelinde al-Anbar örgüt liderleriyle bir
araya gelen resmî yetkililere karşı bir intihar
saldırısı gerçekleştirdi. Saldırıda altısı Sünnî
şeyhi olmak üzere 13 kişi öldü. Örgüt, saldırıyı Iraklı bir asker tarafından tecavüz edilen
Sünnî bir kadının intikamını almak için gerçekleştirdiğini açıkladı.
Temmuz ayında Ebu Ömer el-Bağdâdî, yayınladığı ses kaydıyla İran’a ültimatom
verdi. Ses kaydında “İran’a ve onun yöneticilerine Irak Şia hükümetine destek olmayı
bırakmaları için iki ay süre veriyoruz” dendi.
Ayrıca Arap ülkelerini İran’la iş yapmamaları konusunda uyardı. İran’ın anti-Sünnî gözüken Irak Hükümeti’ni desteklediği, hatta
Sünnî örgütlerle çarpışan Şia grupları eğittiği
iddia edildi.
da 127 kişi öldü, 448 kişi yaralandı. Her iki
saldırıyı da örgüt üstlendi ve örgüt 25 Ocak
2010’da Bağdat’ta meydana gelen ve 41 kişinin ölümüne sebep olan saldırıları ve 4 Nisan
2010’da yine Bağdat’ta meydana gelen ve 42
kişinin ölümü, 224 kişinin de yaralanmasına
sebep olan saldırıları da üstlendi.
ABD’nin Bakuba’ya başlattığı operasyon neticesinde örgütün pek çok kadrosu
başka bölgelere kaçmak zorunda kaldı.
17 Haziran 2010’da Irak Merkez Bankası’na yapılan saldırıda 18 kişi öldü, 55 kişi
yaralandı. 31 Ekim 2010’da Bağdat kilise saldırısını da grup üstlendi.
2009-2010 olayları
2012 olayları
25 Ekim 2009’da Bağdat’ta gerçekleştirilen bombalı saldırıda 155 kişi öldü,
721 kişi yaralandı. 8 Aralık 2009’da yine
Bağdat’ta gerçekleştirilen bombalı saldırı-
23 Temmuz 2012’de Irak’ın farklı bölgelerinde yaklaşık 32 saldırı gerçekleşti ve
neticesinde 116 kişi öldü, 299 kişi yaralandı.
IŞİD saldırıları üstlendi.
38 7SÖZ
2013 olayları
Nisan 2013’de örgüt lideri Ebu Bekr
el-Bağdâdî, yayınladığı bir ses kaydında El
Nusra Cephesi’nin Irak İslâm Devleti tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini ve desteklendiğini açıkladı. El-Bağdâdî bu iki grubun resmî olarak Irak ve Şam İslâm Devleti
adı altında birleştiğini duyurdu. Bunun üzerine El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad al-Jawlânî, böyle bir birleşmenin söz
konusu olmadığını ve kendileriyle bu konunun istişare edilmediğini yaptığı açıklamayla duyurdu. Haziran 2013’te el-Kaide lideri
Aymen el Zevâhirî, yazılı bir açıklamayla her
iki lidere hitap ederek birleşmenin karşısında olduğunu ve iki grup arasındaki tansiyonu
düşürmek ve sorunu çözmek için bir elçi tayin ettiğini duyurdu. Aynı ay içerisinde Ebu
Bekr el-Bağdâdî, sesli bir mesaj yayınlayarak
Zevâhirî’nin emrine karşı çıktığını ve birleşmenin gerçekleşeceğini ilan etti.
Gazeteci Sarah Birke göre El Nusra Cephesi
ile Irak ve Şam İslâm Devleti örgütleri arasında çok büyük farklılıklar var. IŞİD, Beşar
Esad güçleriyle savaşmak yerine daha çok
kendi kontrolüne geçirdiği bölgelerde kendi kanunlarıyla bir devlet kurma eğiliminde.
IŞİD, İslâmî bir devlet kurup şeriatı tatbik
etme yolunda çok daha fazla acımasız yöntemler kullanmakta. El Nusra Cephesi ise
çok fazla yabancı savaşçıya sahip olsa bile
Suriyeli mülteciler tarafından gerçek Suriyeli
bir örgüt olarak görülürken IŞİD, “yabancı işgalciler” olarak görülmektedir.
AĞUSTOS 2014 39
Temmuz 2013’te Özgür Suriye Ordusu komutanlarından Ebu Bassir El-Jeblâwî,
IŞİD tarafından Lazkiye’de konvoyu durdurulup öldürüldü.
30 Eylül 2013’te bâzı İnternet sitelerinde yayınlanan açıklamalarda IŞİD, Reyhanlı’daki saldırıyı üstlendiğini ve ilerde de
devam edeceğini duyurdu. Yine Temmuz
2013’te grup, Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesi’ne bir operasyon düzenleyerek burada
yatmakta olan çok sayıda örgüt üyesi mahkûmu serbest bıraktı. Raporlara göre grubun
üst düzey kadroları da dahil olmak üzere
500’den fazla mahkûm kaçtı. Grup, yaptığı
açıklamada operasyonu üstlendi. Operasyonun bir yıl öncesinden Ebu Bekir Bağdâdî
tarafından “Duvarları yıkmak” kod adıyla düzenlendiği ve planlandığı açıklandı.
Ağustos 2013’te örgüt, Halep’in kuzeyindeki
Menagh Hava Üssü’ne saldırdı.
Eylül 2013’te Ahrar el Şam komutanı
Ebu Übeyde el Binnişi, Malezya’lı İslâmi bir
derneğe üye elemanların korunması olayına
karıştığı için kaçırılıp öldürüldü. Örgüt üyelerinin Malezya bayrağı ile ABD bayrağını karıştırdığı açıklandı.
Eylül 2013’te örgüt, Halep’e bağlı A’zâz’ı Özgür Suriye Ordusu güçlerinden
aldı. A’zâz’da görev yapan bir Alman doktoru
kaçırmaya çalıştılar.
Ekim 2013’te Türk istihbaratının örgütün Türkiye’de büyük şehirlerde intihar saldırısı yapacağına dair edindiği bilgilerden dolayı yüksek alarmda olduğu rapor edildi.
Ekim 2013’te Suriye İnsan Hakları Örgütü, “IŞİD Kuzey Suriye’deki en güçlü
gruptur ve size bunun dışından bir şey söyleyen yalan söylüyordur” şeklinde bir açıklama
yaptı.
Aralık 2013’te Halep’in Maskana kasabasında IŞİD ve başka bir İslâmî örgüt
olan Ahrar el Şam arasında çatışmaların ya-
40 7SÖZ
şandığı rapor edildi.
Reyhanlı saldırısı
Ana madde: 2013 Reyhanlı bombalı saldırıları
11 Mayıs 2013’te Hatay’ın Reyhanlı
kentinde iki bomba yüklü araç patladı. Saldırıda 51 kişi öldü, 140 kişi yaralandı. Saldırı, Türkiye topraklarında gerçekleştirilmiş
tarihinin en ölümcül terör saldırısı olmuş, 12
Mayıs 2013’te Suriye istihbaratıyla bağlantıları olduğu iddia edilen dokuz Türk vatandaşı
gözaltına alındı. Tutuklananların Suriye rejimi destekli olduğu iddia edildi. ancak sosyal
medyada yer alan görüntülü açıklamalarda,
bu saldırıyı IŞİD ve koordineli hareket ettiği
diğer muhalif gruplar tarafından üstlendi.
Mısır protestolarına destek
2011 Arap Baharı hareketiyle Mısır’da
2013 Mısır Askerî Darbesi’ne karşı protestolara el-Kaide bağlantılı örgütler arasından ilk
destek IŞİD’den geldi. Bir internet sitesinde
yayınlanan mesajda protestoculara seslenen
IŞİD; Mısır’da cihat marketi ve şehadet kapılarının açıldığını ve imkânı olan herkesin
bu savaşa katılması gerektiği bildirildi. Ayrıca
Mısırlıların sekülerizm, demokrasi ve milliyetçilik gibi cehalet yollarını reddetmeleri gerektiği mesajı iletildi.
beg’de polis merkezine düzenlenen IŞİD saldırısında üç kişi ölmüş, 11 kişi de yaralanmıştır.
Suriye’deki varlığı
17 Mart 2014’te Halep’in Sarin kasabasında YPG’yle çıkan çatışmalar sonucu
bölgeyi kontrol altına aldı. Bölgede Süleyman
Şah Türbesi de bulunuyor. Bu bölge Türk
toprağı sayılıyor ve IŞİD, bir video yayınlayarak Türk Ordusu’na bölgeden çekilmesi için
üç gün süre tanıdı. 20 Mart 2014’te Niğde’nin
Ulukışla ilçesinde uygulama yapan güvenlik
güçlerine ateş açılması sonucu ilk belirlemelere göre iki asker ve bir polis öldü, saldırıyı
yapanların IŞİD üyesi olduğu bildirildi. Saldırganlar yakalandı.
Raporlarda IŞİD’in Suriye’de devam
edegelen iç şavaşın yönünü Nisan 2013’ten
itibaren değiştirdiği yazıldı. Örgüt, şeriat kanunlarını da tatbik ettiği Kuzey Suriye’de
güçlü bir varlık göstermekte. Amnesty International’ın raporlarına göre örgütün gizli işkence merkezleri bu bölgelerde bulunuyor.
Örgüt, güçlü olduğu bölgelerdeki Suriye halkını sigara içme, zina, örgüt kanunlarına karşı gelme veya düşman birliklerine mensup
olma gibi suçlamalarla alıkoyuyor, hapsedip
işkence ediyor ya da öldürüyor. Yine raporlara göre düzinelerce yabancı gazeteci ve
gönüllüler esir tutuldu. Aralık 2013 itibariyle
örgüt Atmeh, al-Bab, Azaz ve Jarablus sınır
kentlerini kontrolü altında tutarak Türkiye’den
Suriye’ye ve Suriye’den Türkiye’ye çıkışları
sağlamaktadır.
Ayrıca Suriye’de savaşan bâzı diğer
isyancı gruplar IŞİD’in karşısında yer aldı.
2014 olayları
Ocak 2014’te Anbar’daki çatışmalarda örgüt Felluce’yi ve Ramâdî’nin bir kısmını kontrolü altında aldı. 3 Ocak 2014’te IŞİD
Felluce’de bağımsız bir İslâm devleti ilan etti.
Halep’te ise İslâmi Cephe ve Özgür
Suriye Ordusu, IŞİD’e karşı birlikte bir saldırı başlattı. 25 Ocak 2014’te IŞİD, Lübnan’da
Şii Hizbullah’a karşı savaşmak üzere yeni bir
milis kanat kurulduğunu açıkladı. 29 Ocak
2014’te ise Türk Ordusu’nun Suriye sınırına
yakın bir yerdeki IŞİD konvoyunu vurduğu
açıklandı.
18 Şubat 2014’te Irak Süleyman-
1 Mart 2014’te örgüt, hakim olduğu
Türkiye sınırındaki A’zâz kasabasını Özgür
Suriye Ordusu güçleriyle yapılan yoğun çatışmalar sonucunda terk etti.
27 Nisan 2014’te Irak ordusuna ait
helikopterler, Suriye sınırları içindeki sekiz
araçlık bir IŞİD konvoyuna saldırdı. Bu Irak
ordusunun Körfez Savaşı’ndan sonraki ilk
yurtdışı operasyonu oldu.
10 Haziran 2014’te IŞİD, Irak’ın ikinci
büyük kenti Musul’da ve Musul’un başkenti
olduğu Ninova vilayetinde kontrolü tamamen
ele geçirdi.
11 Haziran 2014’te IŞİD, Türkiye’nin
Musul Başkonsolosluğu’nu ele geçirdi. Başkonsolos ile birlikte 49 kişinin alıkonduğu bildirildi.
Musul’da IŞİD’in Başkonsolosluk ve
elektrik santrali baskınlarında toplam 80 Türk
vatandaşı rehin alındı. Türkiye, Birleşmiş
Milletler ve NATO nezdinde girişimde bulunurken Güvenlik Zirvesi Çankaya Köşkü’nde
toplandı.
11 Haziran 2014’te Musul Valisi,
IŞİD’in Musul’daki Merkez Bankası şubesini
yağmaladığını doğruladı. Örgütün buradan
420 milyon dolar aldığı söyleniyor. IŞİD, kendisini âit twitter hesabından merkez banka-
AĞUSTOS 2014 41
sı şubesindeki para ve altına el koyduğunu
doğruladı. Bu, IŞİD’i Dünya’nın en zengin terör örgütlerinden biri haline getirmektedir.[2]
Bu durum aynı zamanda, IŞİD’in artık uluslararası kamuoyu tarafından illegal kabul edilen örgütlerin hepsinden daha fazla paraya
hükmettiği anlamına gelmektedir.
ri gelirin %20’sini grup merkezine göndermek
zorunda olduğu belirlendi. Yüksek rütbeli komutanlar bu gelirleri yeni saldırılar gerçekleştirilebilmesi için yerel veya bölgesel birimlere
aktarır. Kayıtlar Irak İslam Devleti’nin nakit
para açısından Musul’daki üyelerine bağımlı
olduğunu gösterir.
7 Ağustos 2014’te ABD başkanı Barack Obama IŞİD’e karşı bir hava saldırısı emri
verdi. Pentagon, uçakların Erbil’i savunan
Kürt güçlere saldıran IŞİD topçusunu hedef
aldığını duyurdu.
2014’ün ortalarında, Irak istihbarat birimlerinin bir IŞİD ajanından edindiği bilgiye
göre örgütün 2 milyar dolarlık finansal gücü
var. Bu servetin büyük çoğunluğunun Musul
Merkez Bankası’ndan çalınan paralar ve altınlar olduğu belirtilir.
Finansal gücü
RAND araştırma şirketi tarafından
Irak el-Kaidesi ve Irak İslam Devleti’ne ait
ele geçirilen 200’den fazla belge, harcama
raporu ve benzeri döküman analiz edilerek
bir araştırma yapıldı. Araştırma sonuçlarına
göre 2005 ile 2010 arası örgüte dışarıdan yağılan bağış oranı sadece %5 idi. Geri kalan
operasyonel bütçe açığı Irak içinde karşılandı. Örgüte bağlı birimlerin kaçırma, alıkoyma,
rehin alma ve diğer aktivitelerden elde ettikle-
42 7SÖZ
IŞİD rutin olarak rehin alma eylemleri gerçekleştirir. Bunların çoğunluğunu tır
şoförleri oluşturur. Banka soygunu başka bir
gelir kaynağıdır. Örgütün Körfez ülkelerinden
yüksek miktarlarda bağış topladığı da iddia
edilir. Hem İran hem de Irak, Suudi Arabistan
ve Katar’ı IŞİD’i finanse etmekle suçladı.
Örgütün ayrıca Doğu Suriye’deki petrol kaynaklarından da gelir elde ettiği iddia
edilir. Yine Suriye’nin kuzeyinde elektrik sa-
on’a yazılan mektupta, IŞİD’in bu materyalleri nükleer silah yapımında kullanabileceği
bilgisi iletildi. Uzmanlar nükleer tehdidin çok
küçük olduğu yönünde görüş bildirdi.
Önemli üyeleri
Liderler
Ebu Musab Zerkāvî (2006’da öldürüldü)
Ebu Ayyub el-Masrî (2010’da öldürüldü)
Ebu Abdullah el-Rashid Bağdâdî (2010’da
öldürüldü)
Ebu Ömer Bağdâdî
Ebu Bekir Bağdâdî
Diğer personel
Abu Anas al-Shami (2004’te öldürüldü)
Abu Azzam (2005’te öldürüldü)
tarak da gelir sağladığı öne sürülür.
Suriye ve Irak’a gönderilen uluslararası yardımların IŞİD tarafından kullanıldığı
rapor edildi.
Ekipmanları
IŞİD FIM-92 Stinger tipi alçak irtifadaki
düşman uçak ve helikopterlerine karşı kullanılan füze sistemlerini ele geçirip kullanmaya
başladı. Bunun yanısıra M198 tipi havantopu, araçlara monte edilebilen DŞK ağır makinalı tüfeklere ve en az bir adet Scud füzesine
sahiptir.
Örgüt Haziran 2014’te Musul Havalimanını ele geçirdiği zaman, Sikorsky UH-60
Black Hawk askeri taşıma ve saldırı helikopterleri ve kargo uçaklarını ele geçirdi. Fakat
uzmanlar IŞİD’in bu araçları kullanabilme gücünün henüz olmadığını bildirdi.
IŞİD Temmuz 2014’te Musul Üniversitesi’ne ait nükleer materyalleri ele geçirdi.
Irak’ın BM Büyükelçisi tarafından Ban Ki-Mo-
Abu Omar al-Kurdî (2005’te yakalandı)
Abu Omar al-Shishânî
Abdul Hadi al-Iraqî (2006’da yakalandı)
Abu Yaqub al-Masrî (2007’de öldürüldü)
Haitham al-Badrî (2007’de öldürüldü)
Hamid Juma Faris Jouri al-Saeedî (2006’da
yakalandı)
Huthaifa al-Batâwî (2011’de öldürüldü)
Khaled al-Mashhadanî (2007’de yakalandı)
Mahir al-Zubaydî (2008’de öldürüldü)
Mohamed Moumou (2008’de öldürüldü)
Sheik Abd-Al-Rahman (2006’da öldürüldü)
Yukarıda yer alan bilgiler başta Vikipedi ve
birçok kaynaktan yararlanarak ele alınmıştır.
AĞUSTOS 2014 43
IŞİD’in mezarlarla
savaşı
Mümtaz’er Türköne
Musul’u ele geçiren IŞİD’in, uyulacak kurallara dair yayımladığı genelgenin
bir maddesi toprağın altındakilere dair:
Mezar ziyaretleri artık yasak ve türbeler
yıkılacak.
Musul’u ve çevresini ele geçirerek
ve Bağdat’a doğru ilerleyerek dünyayı
ayağa kaldıran bir silahlı örgüt, yaşayan-
44 7SÖZ
ları bırakıp ölülerle neden uğraşır? Ölülere
karşı ilan edilen bu savaş, uzun süreceği
anlaşılan bir mezhep savaşının temel akslarından birini gösteriyor. Şii lider Mukteda
es-Sadr IŞİD’in yıkma tehdidinde bulunduğu türbeleri koruma yemini ediyor. Bağdat’ın 70 km kuzeyindeki Samarra kenti,
12 imamdan ikisinin mezarına ev sahipliği
yaptığı için, başlayan iç savaşın stratejik
mevkilerinden biri haline geliyor.
Bizim terk edeli henüz üzerinden bir
asır geçmeyen Musul ve civarında, IŞİD’in
yıkacağı mezarlarda yatanların bir kısmı
bizim ceddimiz. Sadece konsolosluk görevlilerine değil, mezardaki ölülere de sahip çıkmamız gerekiyor.
IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi, sadece Irak ve Suriye’yi kapsayan geniş çaplı
bir iç savaşın ve bölgede dengeleri değiştirecek gelişmelerin başlangıcından ibaret
değil. Mezarların yıkılması, geçmişin, yani
tarihin sıfırlanması demek. Bizden sonraki kuşaklara miras bırakacağımız kalın bir
dosyanın ilk sayfası yazılıyor. Geleceği
işte bu mezar, yani tarih düşmanlığına anlam vererek okuyabiliriz.
IŞİD’in mezar düşmanlığı, Suudi
Arabistan merkezli Vehhabiliğin karakteristik özelliklerinden biri. Selefilik, İbn
Teymiyye’den (ölümü: 1328) ilham alan
Muhammed bin Abdulvehhab’ın (17031791), Arap yarımadasında yaygın olan
mezhebine verilen isim. Bu mezhep aslında çok basit, ancak keskin bir din yorumuna dayanıyor. Üç maddede özetlenebilecek bu prensiplerden ilki, Kur’an’ın mecazî
yorumlarını reddedip, lafzî yani literalist
yorumunu esas almak; ikincisi Peygamber’den sonra hiç kimsenin sözünü dinî
delil olarak benimsememek ve son olarak
“ameli imandan bir cüz” kabul etmek. Sonuncusu, ameli eksik olanı, yani farzları
yerine getirmemeyi kâfir ilan etmeyi getiriyor. Böylece “el-emru bi’l maruf ve’n-nehyi
ani’l-münker”in muhatabı, Selefilerin kafir
ilan ettiği Müslümanlar oluyor. Selefi anlayışa dayalı El Kaide ve IŞİD gibi örgütlerin
bol bol Müslüman kanı dökmeleri bu yorumun sonucu. Mezar ve türbe düşmanlığı, İslâm’ın tasavvufî yorumlarını reddetmenin eseri. Bu yorumların sonucunda
özellikle Cihatçı Selefilik, farklı İslâm anlayışlarına -hepsini kafir ilan ederek- savaş
açan, tahammülsüz ve şiddeti zarurî bir
araç olarak kullanan bir İslâm anlayışını
temsil ediyor. Keskin bir Haricî yorumu bu.
Mezar düşmanlığı, yani ölülere açılan savaş aslında pek parlak görünmeyen
geçmişe duyulan öfkenin eseri. Tarihe
düşmanlığın en kestirme yolu. Tarihte yaşananlar hayal kırıklıkları ile dolu olunca,
yaşanmış bir altın çağa yani “selefe” geri
dönmek, en kolay kaçış yolu oluyor. Selefiliğin kurucusu olarak bilinen İbn Teymiyye’nin Bağdat’ın 1258’de Moğollar
tarafından yakılıp yıkılmasını gören biri
olması tesadüf değil. Mezhebin kurucusu
Muhammed bin Abdülvehhab’ın mesajının “bedavet ve vahşet” halindeki bedeviler arasında kabul görmesi aynı şekilde
anlamlı.
Selefi ideoloji, tarihsizliği ve çok
kötü olan şartları bir hamlede aşmayı,
köksüzlüğü iman haline getirerek mümkün
kılıyor. Bu ideolojinin kurucu ve barış vaat
eden bir özelliği yok. Radikal İslamcılığın
muhalif karakterini sert ve tavizsiz bir şekilde diğer mezhepler karşısında bir mevzide topluyor. Tepkileri derliyor, arkasına
alıyor; ama hiç kimseye bir gelecek vaat
etmiyor. Mezar yıkıcılığı ve hatıralara saygısızlık, geçmişe duyulan bu öfkenin sonucu. Dayanacakları bir tarihi olmayanlar,
mezarları yerle bir ederek geçmişe sünger
çekip kendilerince bir intikam alıyorlar. Ya
barış, ya birlikte yaşama, bir medeniyet
inşa etme çabası?
Mekke’ye Medine’ye gidenler, kutsal yerler dışındaki bütün mekânların en fazla on
yıllık olduğunu düşünür. Kökü olmayanın
geleceği olur mu?
Tarihsizlik, her zaman talihsizliktir. Yaşayarak tekrar göreceğiz.
AĞUSTOS 2014 45
Yusuf Özkan ÖZBURUN
Han ve yol
Yol ve han ikilemini, dünya ve ahiret,
madde ve mana, akıl ve kalp, haz ve hüzün,
düşünce ve eylem, fizik ve metafizik gibi kavram çiftleriyle örtüştürebilir ve tahlilimize uygun bir şekilde düşünebilirsiniz...
“Yol” diyor düşünür Cervantes, “handan daima iyidir.” Böylelikle, önümüzde uzayıp gittiğini varsaydığımız tozlu topraklı yolu,
içinde eğlencenin, dinlencenin, sıcak yeme-
46 7SÖZ
ğin ve en önemlisi insanın en şiddetli ihtiyacını oluşturan yerleşik olma duygusunun karşılık bulacağı handan daha önemli saymamıza
işaret ediyordu belki de. İyi ama insanların
çoğunluğu, insan duygularının neredeyse tamamı tercihini handan yana koymuyor mu?
Yol da neyin nesi, ne işim var yolda, demiyor
mu? O zaman soruyu şöyle sormak gerekiyor: Hanın sıcağı mı, yolun tozu toprağı mı?
İnsanın yapıp etmelerine, yapıp etmelerinin ardında yatan saiklere bir nebze olsun
eğildiğimizde, onu harekete geçiren, yerinde
durdurmayan, halden hale koyan en baskın
şeyin, ‘kendini göçebelik duygusundan kurtarma çabası’ olduğunu anlarız. Handa sıcak
odasında, karnı tok bir halde yatağına uzanmış hayal kurarken bile (mesela güzel bir kadının veya erkeğin hayali olsun bu) sözkonusu ‘göçebelik hissi’ yakasını bir ince dert gibi
bırakmaz ve onu yerinden eder. Yerleşik hayallerini bırakıp yerinden tedirgin olan insanın
önüne iki seçenek çıkar. Bu tedirginliğini ya
hanın bir diğer odasına, örneğin mutfağına
geçerek gidermeye çalışmak ya da handan
dışarı çıkıp kendini yollara vurmak. Kendini
yollara vuranlar daima azdır, hep az olmuştur. Hanın içinde yer değiştirerek kendini müteselli kılmaya çalışmak çoğunluğun yolunu
temsil ediyor. Peki ya bir üçüncü seçenekten
bahsedilemez mi? Hanın tam içinden, tam
orta yerinden geçen yola ne demeli?
Halk irfanının bir meyvesi olarak Aşık
Veysel’in meşhur türküsünde dile gelen,
dünyayı ‘iki kapılı bir han’ olarak nitelemesi
bu konuda önümüze yeni düşünce boyutları açmakta ve müşkilimizi halletmektedir.
Dünyanın (Varlığın desek daha yerinde olur)
bizzat kendisi bir açıdan han, bir açıdan yola
dönüşmektedir. Handaki yol, yoldaki han…
‘İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece’
derken burada, ‘han ve gitmek’ mekan problemine, ‘gündüz gece’ ifadesi zaman meselesine açılımlar sağlamaktadır. Dikkat edelim,
hanın bir kapısından giriyoruz, hanın içinde
gece gündüz yol alıyoruz ve hanın diğer kapısından çıkıp gidiyoruz. Bu nasıl handır ki
içinde daima yol alınıyor?
İçinde gece gündüz sefer ettiğiniz bir
han düşünmek, yolu hana, hanı yola dönüştürüyor ve yazının başında alıntıladığım Cervantes’in ‘Yol handan daima iyidir’ sözündeki iki seçenekli düşünmeye, üçüncüsünü ve
dördüncüsünü ilave etmek suretiyle tefekkürü insan fıtratına yakınlaştırıyor ve derinleştiriyor. İnsan fıtratı, yol mu, han mı? gibi iki
seçenekli düşünme biçimlerinden rahatsız
oluyor ve farklı arayışlara giriyor. Cervantes’in bu sözünde aslında, Aristo mantığının
ikili modülasyonunun belirleyiciliğini görmek
mümkündür. Yani, üçüncü halin imkansızlığı.
Halbuki hem İslam düşüncesinin entelektüel
kısmında hem de halk irfanı diye tabir ettiğim
bir başka versiyonunda çoklu modülasyon
daima saklı bulunmuştur. Bu yönüyle İslam
tefekkürünün Aristo Mantığından ziyade Fuzzy Mantığa (Kırçıl, nisbi, puslu, bulanık mantık ya da her neyse) daha yakın durduğu ama
hiçbir zaman birebir aynı olmadığı rahatlıkla
söylenebilir. Çünkü, İslam düşüncesinin kendi anlam kodlarından neşet eden nev-i şahsına münhasır bir mantığı olduğundan bahsetmek mümkündür (Beyani Mantık, Bürhani
Mantık, İrfani Mantık vs. gibi).
Yol ve han ikilemini, dünya ve ahiret,
madde ve mana, akıl ve kalp, haz ve hüzün,
düşünce ve eylem, fizik ve metafizik gibi
kavram çiftleriyle örtüştürebilir ve tahlilimize
uygun bir şekilde düşünebilirsiniz: Dünyanın içindeki ahiret, maddenin içindeki mana,
kalbin içindeki akıl, hüznün içindeki haz, düşüncenin içindeki eylem, fiziğin içindeki metafizik şeklinde bu listeyi uzatmak mümkündür. Mesela dünya mı, ahiret mi gibi bizi bir
tercihte bırakan yanlış yaklaşımlara karşı bizi
rahatlatan tavır, dünyanın içindeki ahiret olacaktır. Dünyayı ahiretten tamamen koparan,
anlama ve marifete dönüştüremediği için ya
unutuşun zindanına terk eden ya da her yönüyle kötü ilan eden yaklaşımlar (ki batı ve
İslam dünyasında örnekleri bir hayli fazladır)
sağlıklı ve fıtri bir zemine oturmamaktadır.
Yine Hz. Ali’nin manevi terbiye yolu olan ‘akıl
kalp ittifakı’, aklın içindeki kalbi, kalbin içindeki aklı bulmayı öngörmektedir.
Hasılı, birbirinden kopuk bir yol, bir de
han diye iki alan yok. Birbirinin içine geçmiş,
hangi zaviyeden hangi niyetle yaklaştığına
dayanan hanın içinden geçen yol var. Ama
beri yandan yolun üstünde konaklayıp orayı
yurt edinerek han yapmaya çalışmak da var.
Basamakta oturup kalmak, bir türlü evin damına çıkamamak da var. Yolu han edinmek
de var. Var oğlu var…
AĞUSTOS 2014 47
7SÖZ ÖZEL / röportaj: Mehmet Gürhan
Uyuşturucu pençesinden
yeni bir hayata yolculuk…
İbret dolu bir Savaşın gerçek kahramanının ağzından; Uyuşturucu ve
gençlere tavsiyeler.
Uyuşturucu bağımlısı 26 yaşında evli ve 3 çocuk babası olan bir gencin
hayat hikayesini sizinle paylaşmak istiyoruz. Kişilik haklarına ve toplumdaki önyargıları dikkate alarak şahsın ismini ve fotoğrafını insani bir görevden
dolayı yayınlamıyoruz.
S-1. Uyuşturucu kullanmaya nasıl başladınız
ve sizi böyle ortama sürükleyen sebepleri bizimle paylaşır mısınız?
c-1. bence, uyuşturucunun anası sigaradır. Her şey sigara içmekle başlıyor. buna
başlamamın sebebi arkadaşımın tavsiye
etmesi oldu. bununla beraber, aile içindeki sıkıntılarımı bilen arkadaşlarım “sende iç rahatlarsın” tavsiyesi(!) oldu. Tabi
arkadaşlarım bunu içtiği için bende de bir
özenti oldu, sigara gibi buna başlamamın
sebeplerinden biride arkadaş çevremin
hepsi bu uyuşturucu denilen maddeyi
kullanmalarıydı. Hangi arkadaşımın yanına gitsem bunu içen muhakkak vardı ve
aramızdaki muhabbet sadece uyuşturucu muhabbetiydi. boş zamanımın olması
yapacak bir işimin olmamasıydı ve teklif
eden arkadaşlarımı kıramamamdı. belki
de bunu içmeyeceğim deseydim içmemiş
olacak bu illete bulaşmamış olacaktım.
48 7SÖZ
S-2. Bu süreçte, sizde uyuşturucunun yaptığı
etkileri ve bağımlılığın devamındaki süreçte, sizde ne gibi fiziksel ve ruhsal değişimler
oldu?
c-2. Uyuşturucunun bende bıraktığı etki
vücudumu his ettiğim kadarıyla çok büyük, bunun farkındayım, örneğin uyuşturucuya başlamadan önce duraksamadan
7 - 8 kilometre koşabiliyordum. Şimdi ise
500 metrelik yolu yürüdüğüm zaman nefes nefese kalıyorum. 2 sefer duraklıyorum koşmayı unuttum çünkü koşamıyorum, olmuyor fiziki zararlarımdan biride
hafıza kaybım, bir şeyi aklımda tutamıyorum, hemen unutuyorum, bazen yola
çıkıyorum bir müddet yol aldıktan sonra
nereye gideceğimi unuttuğum oluyor. bunun için seyir halindeyken nereye gidecektim diye kendime soru sormaya bası-
lıyorum. Kafatasımın içinde, kocaman bir
çukur olduğunu hissediyorum. Fiziksel
değişimlerimden biride çok kilo verdim ve
şimdi uyuşturucuyu bırakmama rağmen
ne yaparsam yapayım kilo alamıyorum.
Kemiklerimde ağrılar hissediyorum yorgunluk hissi hiç gitmiyor. Sanki 60 yaşındaymışım gibi bir bedene sahipmişim gibi
geliyor. 5 yıl önceki, fotoğrafımla şimdiki
yüz şeklim arasında dağlar kadar fark var.
Saçlarımın hepsinin döküldüğünü 500 mt.
İleriden rahatlıkla farkına varabilirsiniz.
Ruhsal değişime gelince; önceden çok
sakindim, şimdi çok asabiyim. Çocuğum
benimle konuşurken tersliyorum, sanki
500 kişi aynı ağızla benimle konuşuyormuş gibi geliyor, beynim rahatsız oluyor,
hemen tepki gösteriyorum ve daha sonra
yanlış yaptığımın farkına varıyorum. Çocuğumdan özür diliyorum ama iş işten
geçiyor, kalp kırılıyor bir kere, çaresiz kalıyorum. Daha önceleri biriyle tartıştığım
zaman yapıcı bir kişiliğim vardı. Şimdi ise
tartıştığım zaman hemen harekete geçiyorum istemeden saldırıyorum. Bu yüzden
birçok mahkemeye çıktım, adli para cezası aldım. Anlayacağınız beyin alt üst oldu
kontrol etmem çok zor oluyor. Daha önceden kendime çok özgüvenim vardı, şimdi
ise kendime özgüvenim hiç kalmadı. Başaramam bu işleri deyip sallıyordum ve
cesaret edemiyordum.
S-3. Uyuşturucuyu kullandığınız andan itibaren bağımlılık sürecinizde, Çevrenizin ve
arkadaşlarınızın tepkileri ve size yaklaşımları
nasıl oldu?
C-3. Çevremdeki arkadaşlarım, komsularım, akrabalarım ben bu uyuşturucuyu içmeye başladıktan bir müddet sonra
bendeki anormal hareketleri fark etmeye
başladılar. İçmeyen arkadaşlarım benden
uzaklaşmaya başladı, her gün evine gittiğim arkadaşım bir bahane bularak beni
evinden uzaklaştırmaya başladı. Komşularım çocuklarına benimle konuşup gez-
memeleri için tembihlerde bulunmaya
başladı. Yanıma gelip çocuğumla arkadaşlık yapmanı istemiyorum diyenler bile
oldu. İşe gitme isteğim kalmadı çünkü her
zaman aklımda uyuşturucu vardı, işim,
arkadaşım, kardeşim, annem, babam, sırdaşım anlayacağınız her şey uyuşturucu
olmuştu. Cebimde deste deste para varken, cebimde metelik kalmamaya başladı.
Uyuşturucu almak için para lazımdı çevremdeki arkadaş eş dost ailem kim olursa
borç istemeye başladım. Aldığımı da veremediğim için borç batağına batıyordum.
Herkesten saklanmaya başladım borçlarını istemesinler diye. Çocuğum hasta olurdu param olmadığı için herkesten borç
aldığım kredimi bitirdiğim için kimseden
daha borç para alamıyordum. Bu sebepten dolayı çocuğumu hastaneye götüremiyordum. Anlayacağınız sıfır olmuştum,
bitmek üzere idim.
S-4. Bu alışkanlıktan nasıl kurtuldun? Uyuşturucuyu bırakma sebeplerinizi bize anlatır
mısınız?
C-4. Uyuşturucudan kurtulmamın sebeplerinden biri önce kendime sonra aileme
çocuklarıma acımamdı, ama en çok da
kendime, çünkü bana bir şey olsaydı hepsi benimle birlikte ölürdü, tek dayanakları
bendim. Ben ölseydim onlar bu acımasız
dünyada kim bilir neler yapılacaktı. Ben
kendimin bu kadar karaktersiz, bu kadar
zayıf, iradesiz ve güçsüz olmadığımı zaten biliyordum. Az da olsa bir özgüvenim,
irade gücüm vardı ve İslam dinine bağlılığım, ALLAH’tan (c.c) çok korkmam bir etken oldu. Uyuşturucudan nasıl kurtuldum
sorusuna gelince söylediğim gibi; önce
ailemdi ve benim yaşamam gerektiğini,
hayata bu kadar küsmemem gerektiğini,
daha bu dünyada çok şey yapmam gerektiğini, İslam dinine vatana aileme arkadaş,
yoldaş olmam gerektiği kanaatine varmıştım. Sağlam bir iradem vardı ve bunu
kullanma gereğini göstermeye başladım,
AĞUSTOS 2014 49
Hangi arkadaşımın
yanına gitsem bunu
içen muhakkak vardı ve
aramızdaki muhabbet
sadece uyuşturucu
muhabbetiydi. Boş
zamanımın olması
yapacak bir işimin
olmamasıydı ve teklif
eden arkadaşlarımı
kıramamamdı. Belki
de bunu içmeyeceğim
deseydim içmemiş
olacak bu illete
bulaşmamış olacaktım.
anlayacağınız beynimde bitirmeye karar
verdim. Önce ben bunu içmeyecektim ne
olursa olsun önce böyle kendimi şartlandırdım ve sonra içen bütün arkadaşlarımı
terk ettim. Kendilerine beni seviyorsanız
bir daha yanıma gelmeyin, gelirseniz sizi
kırarım diye tembihte bulunup onlardan
kurtuldum. daha sonra uyuşturucu içtiğim bütün mekanları, sokakları, virane
50 7SÖZ
binaları, park-bahçe, anlayacağınız her
nerde içtiysem oraya gitmeme görmeme
kararı aldım. Aklıma gelmesin diye ardından dediğim gibi Dine yaklaştım çok sempatim vardı, çok seviyorum peygamber
efendimiz (s.a.v) ALLAH (c.c) onlardan
utandım. Zaten bir mürşidimiz vardı ve bir
vekilimiz onun yanına gitmeye ve namaza başladım. Şükürler olsun ALLAH (c.c)
Sanki 60
yaşındaymışım
gibi bir bedene
sahipmişim
gibi geliyor.
5 yıl önceki,
fotoğrafımla
şimdiki yüz
şeklim arasında
dağlar kadar fark
var.
yardım etti, bıraktım. Nihayet yine insan
isteyince beynini yönetebiliyormuş, iradene sahip çıkabilince bırakılabiliyormuş,
bunu daha iyi anladım.
S-5. Bu maddeleri kullanan ve bırakmayı başaran biri olarak, gençlere ve madde bağımlısı olan insanlara, ne gibi tavsiyelerde bulun-
mak istersiniz?
c-5. bu maddeyi kullanan arkadaşlarıma
öncelikle ALLAH (c.c )sizleri affetsin. rabbim Hepimize hidayet verip doğru yoldan
ayırmasın. Maneviyat çok önemli, ailenize
sabır ve içenlere de kurtulmaları için dua
ediyorum. İçen kişilere şunu söylemek
istiyor; ayık kafa bence sarhoş kafadan
çok daha güzel, çok daha tatlı, çok daha
zevkli. şu an nefes aldığım zaman çiçeklerin, toprağın, yemeklerin, oksijenin koku
olarak ne varsa hepsinden mükemmel tat
ve zevk alıyorum. Koku alma duyularım
düzelmeye başladı. Kullanan arkadaşlarıma söylüyorum, bu maddeleri bırakmak o
kadar da zor değil. Önce ALLAH’tan (c.c)
korkacak, utanacaksın. bunu beynimize
nakşetmek lazım. İkincisi ben ne yapıyorum, bu madde beni köle etmiş mantığını
beynine yerleştireceksin. Sen köle değilsin. üçüncüsü ben bu uyuşturucuyu bırakıyorum deyip hemen yarın, diğer güne bırakmadan harekete geçeceksin. Kullanan
arkadaşlarını terk edip, aramayacak, hatta
sana o maddeyi çağrıştıran her şeyden
uzak olacaksın. Dördüncüsü, uyuşturucu
olmayan bir il, ilçe, memleketin gibi bir
yere temiz havası, sakin bir yere gidip bir
iki ay hava değişikliği yapacaksın. beşincisi, anlayacağınız bu işi beyinde bitirerek
yapacaksınız. ben bir daha içmeyeceğim
deyip, kendine sevdiklerine söz vererek
yapacaksınız. ben bir şey eklemek istiyorum, bunu bırakamam diyen arkadaşlara
söylüyorum, o kadar tıbbi bilgim yok ama
bir şey paylaşmak istiyorum; bu uyuşturucu madde beyin kası ile kalp kasını geriyor ve sende buna dayanamadığın için
içtikten sonra rahatlama hissediyorsun.
fakat bu bir rahatlama değil sadece aldatmaca, benim önerim doktor ve uzman
bir hekimden yardım almanız. Yoksunluk
krizini atlatma süresi 4 gün, bu kısa süre
zarfında dişinizi sıkarsanız emin olun benim gibi inşallah kurtulacaksınız ALLAH
c.c yardımcınız kurtulmanız için bizi vesile kılsın.
AĞUSTOS 2014 51
Yoğurtlu Patlıcan
Malzemeler:
4 adet patlıcan (Adana patlıcanı)
Kadınbudu Köfte
2 kase yoğurt
3-4 diş sarımsak
Zeytinyağı
Tuz, pul biber
1 tatlı kaşığı biber salçası
Malzemeler:
1 su bardağı haşlanmış pirinç (süzülmüş)
400 gr kıyma
Maydanoz
1 adet rendelenmiş soğan
Yapılışı : Patlıcanlar, bütünlüğü bozulmadan 4 parçaya bölünür. Tencerede
su kaynatılır. Kaynayan suya tuz atılarak
patlıcanlar eklenir ve haşlanır. Patlıcanları
haşlandıktan sonra tencereye zeytin yağı
pul biber ve salça eklenir. Patlıcanlar zeytin
yağlı karışımda bir süre çevirip sotelenir.
(Adana patlıcanı serttir ve uzun süre pişirmeye daha uygun bir yapısı vardır. Kolay
kolay dağılmaz)
Yoğurdu bir kapta çırpma teliyle çırpılır. Yoğurdun içine ezilmiş sarımsak ilave edilir.
Patlıcanlar servis tabağına alınır. Üzerine
yoğurt ilave edip, zeytinyağlı karışımdan
eklenerek servis edilir.
52 7SÖZ
Kimyon, karabiber, pul biber, tuz
Kızartmak için; 1 su bardağı un
1 adet yumurta
Sıvı yağ
Yapılışı: Tüm malzemeleri bir kaba alın.
Köfte gibi yoğurun. Yuvarlak şekil verip
önce çırpılmış yumurtaya sonra una bulayıp
kızgın yağda pişirin. Pişirirken çatalla bir
kaç kere batırın. Daha iyi pişmesini sağlar.
Bu tarif diğer kadınbudu köfte tarifleri gibi
yarı çiğ yarı pişmiş olmuyor. Ben bu şekilde
daha çok beğeniyorum.
Semizotu Çorbası
Malzemeler:
1 demet semizotu, 1 adet soğan
Yarım havuç, 2 adet domates
1 tatlı kaşığı salça, 2 adet biber
Yarim su bardağı mercimek
2 avuç kadar pirinç, 3 yemek kaşığı yağ
Yarım limon, 1-2 damla sirke
Tuz-karabiber-pulbiber
Yapılışı: İlk önce semizotunu saplarıyla birlikte küçük küçük kesip sirkeli suda
bekletiyoruz. Sonrasında tencereye küçük
doğranmış soğan, havuç ve biberi ekleyip
kavuruyoruz. Domatesleri kabuklarından
soyup (çok ufak olmasına gerek yok) doğrayıp salçayla birlikte biraz daha kavuruyoruz.
Mercimek, pirinç ve tuzu ekleyip karıştırıyoruz tencerenin yarısına kadar su ekliyoruz
pirinç pişene kadar pişiriyoruz. Harlı ateşte.
Semizotunu bol suda yıkıyoruz (ben yarısını
yapıyorum tamamı fazla geliyor diğer yarısını buzlukta saklayabilirsiniz) hazırladığımız
malzeme piştikten sonra semiz otunu ekliyoruz biraz daha su ekleyebilirsiniz. Yarım
limonu, sirke ve baharatları ekliyoruz kısık
ateşte pişmeye bırakıyoruz kıvamını aldıktan sonra altını kapatıp servis yapabilirsiniz.
NOT:eksi sevmeyenler çorba piştikten sonra
limonları çıkarabilirler. Benim 9 aylık kızım
çok seviyor bu çorbayı ve bol vitaminli bebeklerinize ezip yedirebilirsiniz :))
Taze Fasulyeli
Bulgur Pilavı
Malzemeler:
1 su bardağı pilavlık bulgur
Yarım kg taze fasulye
2 domates
2 sivri biber
2 adet kuru soğan
2 kaşık domates salçası
5 kaşık tereyağı
6 bardak sıcak su
Yapılışı : Bugün sizlere annemin en güzel
yaptığı tariflerden birini vereceğim. Annem
bu pilavı şahane yapar, babamın da en sevdiği yemektir;) Önce fasulyeler temizlenir
ve doğranır. Kuru soğan ve biberler birlikte
tereyağı ile kavrulur. Domatesler ve salça
ilave edilir. Fasulyeler eklenir ve 6 bardak
sıcak su eklenerek fasulyeler yumuşayana
kadar pişirilir. Bulgur ve tuzu ilave edilir ve
kısık ateşte suyunu çekene kadar pişirilir.
Afiyet olsun
AĞUSTOS 2014 53
7sabah.com
TIKLAYIN..
HABERİNİZ OLSUN...
ESERLERİNİZİN
DERGİNİZDE
YAYINLANMASINI DİLERSENİZ....
LÜTFEN
BİZİMLE
İLETİŞİME
GEÇİNİZ.
(info@7soz.com)
Düşünceniz
genç kalsın...
Düşünceniz genç kalsın...