Tandırbașı Derneğimiz Vakfimiz Dergimiz Av. Bekir EKİNCİ Dernek Başkanı-Vakıf Saymanı TANDIRBAŞI Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği ve Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Vakfı Yayın Organı Sahibi: Dernek Adına Vakıf Adına Bekir EKİNCİ Cemal AYTEMİZ *** Yazı İşleri Müdürü: Bekir EKİNCİ *** 13 Şubat Kurtuluş Özel Sayısı (2009) *** Yönetim Yeri: Necatibey Cd. 56/18 ANKARA Tel: 231 92 39 Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir. Dergimiz Ücretsizdir Baskı Presmat: 0312 397 16 29-30 www.cangrubu.com ERZİNCAN’IN DÜŞMAN İŞGALİNDEN KURTARILIŞININ 91. YILDÖNÜMÜNDE HEMŞEHRİLERİMİZİN KURTULUŞ BAYRAMINI KUTLUYORUZ Geçen yıl, Derneğin 60 ıncı, Vakfın ise 10 uncu kuruluş yıldönümleriydi. Sivil toplum kuruluşları bakımından bu süre iftihar edilecek bir süredir. Derneğimizin bu 60 yıl içinde neler yaptığına baktığımızda, kısıtlı olanaklarına rağmen ilk başlangıcından bu yana Erzincan’lı ve Erzincan’dan gurbete çıkan öğrencilere eğitim öğretim yardımı ve yurtta barındırma gibi hizmetler verebilmiştir. Birikimleriyle, hizmetlerini çoğaltabilmek amacıyla ,sahip olduğu binalarıyla 1998 yılında Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Vakfı’nı kurmuştur. Dernek ve Vakıf bu biçimde doğan çalışma birlikteliğini 1998 yılından bu yana devam ettire gelmektedirler. Bu birliktelik içinde Kurtuluş, Cemal Gürsel caddesi 42 noda bulunan eski bina yıktırılarak yerine 11 katlı bir yeni bina yaptırmışlardır. 2007 de biten bu bina, yurt olarak planlanmış ve 60 oda, yemekhane, çalışma ve dinlenme salonları, çamaşır ve ütühane, mutfak gibi üniteleri içeren, ve zeminde de bir işyerinden oluşmaktadır. Ankara’daki yurt sayısı ve öğrenci kapasitesi açısından değerlendirmeler sonucu, binamızın “kız öğrenci yurdu” olarak kullanılması uygun bulunmuş ve Erzincan’dan gelecek Erzincanlı Kız öğrenci sayısının toplam 120 kişilik ( tek kişilik, iki kişilik odalar biçiminde) yurdu doldurmayacağı dikkate alınmak suretiyle bina toplan kiraya verilmiştir.Dernek ve Vakfımız,kiraya verdiği bu yerde Erzincan’lı öğrenciler için kontenjan sağlanmış ve Erzincan’dan Ankara’ya eğitim için gelen ve Vakfa başvuran kız öğrencilerimiz, büyük oranda ücret indirimi ile bu yurda yerleştirilmişlerdir. Bu bina ile elde ettiğimiz gelirlerle, şimdilik Erzincanlı, Erzincan nüfusunda kayıtlı , Erzincan liselerinden mezun olmuş başarılı ve muhtaç 40 fakülte öğrencisine burs verilmektedir. Yine Erzincan’ da ki eğitim ve öğretim kurumlarıyla işbirliği yapmak suretiyle buralarda , seminer, panel gibi eğitim ve öğretime yönelik hizmetlerle eğitim kurumlarına maddi ve manevi katkıda bulunulacaktır. *** Amaçları aynı olan Derneğimiz ve Vakfımız, Erzincan’a yönelik tüm eğitim ve sağlık hizmetlerini vermeye ve bu hizmetlerini ilimize taşımaya devam edeceklerdir.. Dernek ve Vakıf birer sivil toplum kuruluşudurlar. Sivil toplum kuruluşları faaliyetlerini, yöre insanlarının maddi ve manevi katkılarını alarak devam ettirebilirler. Salt mevcutla hizmet vermenin mevcudun bitmesiyle sınırlı kalacağı düşünüldüğünde, Ankara’daki binamızı yaparken “bu binamıza bir tuğlada sen koy, seninde burada bir tuğlan bulunsun” sloganımızı, “hizmetlerimizin daha etkin ve daha fazla olabilmesi için bu hizmetlere sende katıl..” sloganıyla, yardımsever dost ve hemşerilerimize çağrıda bulunuyoruz. *** Yılda bir kez çıkarabildiğimiz “Tandırbaşı” dergimiz bu yılda beğeneceğinizi sandığımız yazılarla yayınlanmaktadır. Dergimizde Erzincan’ı ilgilendiren yazılara yer verilmeye özen gösterilmiştir. Eli kalem tutan dost ve hemşerilerimizin bu yayınımıza katkıda bulunmaları bizleri sevindirecektir. Gelecek sayılarımızda yayınlanmak üzere Erzincanımızın tarihi, kültürel değerleriyle ilgili yazılarla, anı, haber,şiir gibi yazılarınızı bekliyoruz. Sizleri de bu hizmetlerin içinde görmek umuduyla, desteğinizi ve yardımlarını bekler, düşman İşgalinden kurtarılışımızın 91 ıncı yılını kutlar, şehitlerimize rahmet dilerim. Saygılarımla Tandırbașı 91.KURTULUŞ GÜNÜ VE VAKFIMIZ Prof. Dr. Cemal AYTEMİZ Vakıf Başkanı Erzincan’ın Rus ve Ermeni işgalinden kurtarılışının 91. yıldönümü hepimize kutlu olsun. İşgal sırasında binlerce Erzincanlıyı katleden, işkencelerden geçiren, talanlar yapıp soyup soğana çeviren, ellerindeki her şeyini alan Ermenilerden kurtuluşumuz, kurtuluş günümüz. Aradan geçen bunca yıla karşın, Ermenilerin halâ ithamlardan, yalanlardan, iddialardan ve topraklarımız üzerinde hak iddia edişlerinden vazgeçmemiş olmaları , kurtuluşumuzu bir kez daha önemli yapmakta ve daha büyük anlam kazandırmaktadır. Biz Türkler, Ermenilerin bizlere yaptıkları katliamları unutmaya çalışarak ileriye bakarken, onlar, haksız oldukları hâlde, eskileri tekrar tekrar ısıtıp önümüze koymakta, yalan ve iftiralarını sürdürmektedirler. Bunun için, işin aslını bilmemiz gerekir. Hele, Erzincanlı olarak bizler, olayların detayına kadar inerek ve haklı olduğumuz davamızda, haksızlığa düşürülmemek için, bilinçli, bilgili ve gerçekleri ortaya koyacak biçimde, bu sahtekârların ve onlara inanmış Avrupalıların ve Amerikanın önüne kale gibi dikilmeliyiz. Hakkın, doğrudan yana, gerçeklerden ve tarihten yana olduğunu göstermeliyiz. Bu günümüzü tekrar kutluyorum. *** Geçen Tandırbaşı’ ndada uzun uzadıya anlattığımız, Dernek ve Vakıf ile birlikte Ankara’da yaptırdığımız “ Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Sitesi” binası inşaatını bitirerek kiraya verdiğimizi anlatmıştım. Bunu tekrar burada dile getirmeyeceğim. Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Sitesi, binamızın normal katları üniversiteli kız öğrenciler için yurt olarak planlanmış olduğu için, burasının Kız Öğrenci Yurdu biçiminde 2 çalıştırılması gerekmekteydi. Dernek veya Vakıf bu işletme işini yüklenebilecek ihtisasa sahip bulunmadığı için binamız toptan kız yurdu olarak kiraya verilmiştir. Kiracımız zemin katta bulunan işyerini ise işyeri olarak market olarak çalıştırmaktadır. Kiracı ile yaptığımız anlaşmada Erzincanlı kız öğrencilerimizin burada kalabilmeleri için belli oranlarda kontenjan alınmış ve vakfımız burada kalacak öğrencilerimizin yurt ücretinin bir kısmını karşılamaktadır. Yurdun konumu Ankara’daki tüm üniversitelere gidiş gelişler açısından, olağan üstü elverişlidir. Dost ve hemşehrilerimizin katkılarıyla Ankara’da eğitim amacımızın gerçekleştirilmesinin örneği olan bu yurt binamızın kısa zamanda bitirilerek hizmete açılmış olması Vakıf ve Dernek yönetimlerimiz olarak böyle bir yükün altından kalkmış olmanın rahatlığını ve mutluluğunu yaşıyoruz. Kolay iş değildi. Neredeyse hiçten var edilmişti. Önemli bir projeyi tasarlamak ve bitirmek, büyük öz veride bulunmakla, çalışmak ve koşuşturmakla mümkün olmuştur. Bunu inşaat yapmış veya yaptırmış olanlar çok daha iye takdir edeceklerdir. *** İnşaatımız sırasında yapmış olduğumuz borçlanmalarımız kısa zamanda bitirilme noktasına gelmiştir.Bundan sonra, vakfımız daha önemli çalışmalar yapmayı, sosyal aktiviteler planlamayı ve atılımlarda bulunmayı planlamaktadır. Dernek ve Vakfımız hemen hemen aynı oylan amaçlarının gerçekleştirilmesinde, sizlerinde destek ve önerilirinizi bekliyor ve Kurtuluş günümüzü kutluyodr, bu uğurda şehit olanları rahmetle anıyorum. Saygılarımla. Tandırbașı Atatürk’ün DEV Portresi Erzincan Dağlarında Özcan TOKYÜREK Erzincan’a her giden 7500 m2 alanı kaplayan DEV ATATÜRK portresini görür ve onu hayranlıkla seyreder. Bu arada bu portrenin nasıl ve ne zaman yapıldığını da düşünür ve öğrenmek ister. 176 metre uzunluğunda, 43 metre yüksekliğinde ve 7500 m2 alanı kaplayan bu portre 1982 yılında yapılmış. Dünyanın bu en büyük portresi Erzincan’da kısa dönem askerlik yapan ressam Mustafa Aydemir tarafından tasarlanmış ve nakış gibi dağlara işlenmiş. Bu portre Tugay Komutanı rahmetli Hidayet Güngör paşanın önderliğinde Albay Yılmaz Bahar, Albay Eyüp Aslan’ın yardımları ile hayata geçirilmiş. 29 günde tamamlanan bu eserin yapımında günde 100 kişi olmak üzere 3 bin kişi çalışmış. Portre civarın 7 dağından toplanan taşlarla yapılmış, sadece beyaz ve siyah renk kullanılmış ve her iki renkten de 100’er ton boya harcanmıştır. 10.000 metre yükseklikten görülen bu portre yurtdışında yayınlanan “Mustafa Kemal Atatürk” kitabına da girmiş ve yayınlanmıştır. Üzülerek belirtmek isterim ki bizler bu portreyi görmemize rağmen bunun kimler tarafından yapıldığını, nasıl yapıldığını merak dahi etmemişizdir. Hâlbuki sadece görmek değil araştırmak da her uygar insanın görevidir. Bu portreyi Erzincan’da gören Dr. Sezgin Aytuna kolları sıvamış kullanılan taşların jeolojik yapısını dahi incelemiş. Ön bulgularına göre de bu taşların yaşının, kretase olduğunu, 100 -125 milyon yıllık otiyolitik Melanj (derin deniz çökelleri) olduğunu saptamış. Dr. Sezgin Aytuna bununla da kalmayarak 27 yıl önce yapılan bu büyük muhteşem ATATÜRK portresinin Erzincan’da dağlara yapıldığından kimsenin haberi olmadığı düşüncesi ile bu eseri tanıtmak için bir belgesel yapmak üzere çalışmalara başlamış. Bu arada portreyi yapan ressam Mustafa Aydemir’e de ulaşmış. Aydemir, sezgin Aytuna’ya aşağıdaki e-mail’i göndermiş: “Sezgin Bey, 26 yıl sonra da olsa, hiç olmazsa ülkesinin dağlarına yapılmış bir portreyi merak eden, bunu önemseyen ilk insan olmanızdan dolayı sizi kutluyorum. Biliyor musunuz ki değil bütün Türkiye, Erzincanlılarımız bile bu portreyi merak etmemiştir. Doğal ki bunu ilk hayal edeni, kafayı bu portreye takanı ve bunu oraya çakanı da, oysa hepimiz biliyoruz ki uygarlığın temeli merak etmektir. Bizler hiçbir şeyi merak etmediğimiz içindir ki bilimde, keşifte, sanatta, ekonomi ve yaşam standartlarında bu kadar geri kaldık. Bu portreyi ben 1982 yılında kısa dönem askerliğimde (29 günde) yaptım. Toplam 3000 gönüllü asker bu portrenin yapımında çalıştı. �imdi bilmiyorum ama yapıldığı zaman dünyanın en büyük portresi idi. Portrenin boyu 176 metre, alanı 7500 metrekaredir. Sadece beyaz ve siyah renkler için 100′er ton boya harcanmıştır. Ama işin ilginç yanı tüm portre için hiç para harcanmamıştır. Sizin gördüğünüz resim, benim hayalimin ( veya projemin) sadece 1. kısmı idi. Oysa ben orada, o resmin askerler ve kent üzerindeki moral etkisini düşünerek 3 Tandırbașı hareketli ve sesli bir portre tasarlamıştım. Bu da Dünyadaki böylesi ilk uygulama olacaktı, ama bunun için minik sayılabilecek bütçeyi genelkurmay maalesef çıkartamadı ve resim öylece kaldı. Portrenin kendisi bir yana, yapımı ve yapım aşamaları gerçekten bir belgesele konu olacak kadar ilginçtir. Portre kireç taşından degil, civarın 7 dağından elle toplatılan taşlarından yapılmıştır. Dağın kendisi gevşek toprak zemindir, ayrıca engebeli ve hayli diktir. Erzincan deprem riskli bir ilimiz olduğundan, dağda uyguladığım (o muazzam ağıllığın yıllar içinde kaymasını önleyecek) statik mühendislik tedbirleri sanıyorum ressamlığımdan daha fazla önem arz etmiştir. Ben bu resmin yapımını özellikle bana inanan ve bana bu imkânı veren o zamanki tugay komutanımız (şimdi rahmetli) Hidayet Güngör'e ve Erzincanlı tabur komutanımız ( şimdi kendisi emekli albaydır) Yılmaz Bahar'a borçluyum. Sonra sırasıyla Eyüp Teğmenimiz gibi nice idealist subayımız ile dağın zor şartlarında çalışan binlerce askerimize tabii ki. Paşamız, resim bitince ödül olarak, benim (ve ekibimin) tezkerelerini imzalayıp bizlere verdi. Ayrıca benim bu portreye imzamı atmamı emretti. İlk defa bir emre karşı gelerek bunların hepsini reddettim ve askerliğimden normal süresinde terhis oldum. Çünkü ben bu resmi bir ödül almak için değil, özgürlüğümüzü borçlu olduğumuz kişiye minik bir borç ödeyebilmek için hayal etmiştim. Ayrıca bu resme küçük bir taş koyanı o resme gönlünü bağlayanı da düşünerek ona bir imzayla tek başıma sahip çıkmak istemedim. Bugün de olsa aynı şeyi yaparım. Sezgin Bey bu portreyle ilgili anlatılacak elbette çok şeyler var. Ben size sadece ön bilgi olarak bunları geçiyorum. Umarım belgesel fikriniz hayata geçer ve milletimizin bu portreden haberi olur. En kısa sürede tanışacağımızı ümit ederek sizlere en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Ayrıca Eyüp Teğmenimizle (albayımızla) yeniden karşılaşmak ve görüşmekten mutluluk duyarım. Selamlar, Mustafa Aydemir.” Bu arada bu konuyu internet’e de taşıyan Sezgin Aytuna’ birçok e-mail gelmiş bunlardan bir kaçını okuyalım: 4 Bülent Başol: “1982’den beri orada duran devasa bir eserden kimsenin haberinin olmaması enteresan. Sezgin'e çok teşekkürler.” Latif Vrana: “Belki biraz yaşlandık ama.. bu resmi ve yapımcı Sn. Mustafa Aydemir ve arkadaşlarının yaşadıklarını ve anlattıklarını okuyunca gözlerim yaşarıyor. Olay salt bir Atatürk resmi çizmekten ziyade Atatürk ve Kemalizm için neler yapabileceğimizin canlı bir kanıtıdır. Askerlikte kimileri için en büyük ödül olabilecek erken terhisi elinin tersi ile itecek kadar� Zaten bu insanlar olmasaydı, oluşamasaydı ülkemiz bu noktaya gelemezdi. Kendilerine en derin saygılarımızı sunmaktayız. Bu konuyu gündeme taşıyan Sn. Sezgin Bey’e de teşekkür ederiz.” Hatice Efe: “Emeği geçenlerin hepsini kutluyorum. �ahane bir eser. Bence de Türkiye'nin tanıtım broşürlerinde yer alması lazım. Bu eserde emeği geçen bütün komutanlarımıza ve askerlerimize yürekten teşekkürler. Ayrıca bu eseri hepimize ileten Sezgin Bey'i de kutluyorum.” Fulya: “Emeğiniz, ruhunuz ve sevginiz için bizler size teşekkürü bir borç biliriz. Güzel memleketimin taşına t€oprağına daha niceleri kısmet olsun�” Cengiz CELEBI: “Böyle bir eserden bugüne kadar bihaber olmak beni bir TÜRK olarak utandırdı. Ama sayenizde bu eseri görmüş olduk. Bu şaheseri meydana getirenlerin eline ve yüreğine sağlık olsun. Sezgin ağabey, bu konuda bizleri bilgilendirdiğiniz için sizi de tebrik ederim.” Dergimizin kapağına koyduğumuz bu DEV ATATÜRK portresini tanıtmak herhalde biz Erzincanlılara da düşse gerek. HAYDİ işbirliği, gönül birliği ile görev başına. Gelecek Sayımızda yayınlanmak üzere göndereceğiniz yazılar A4 Kağıdına yazılmalı ve iki sayfayı geçmemelidir. Tandırbașı ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ “Anadolu’da Bir Dünya Üniversitesi” Erzincan’ın etrafı dağ, Dağlar bizim dağlarımız, Erzincan’ın ortası bağ, Bağlar bizim bağlarımız. “Anadolu’da bir dünya üniversitesi” olma özülküsüyle yola çıkan Erzincan Üniversitesi, 3. yılında birey merkezli bir eğitim anlayışıyla, bilimi ve aklı esas alarak ülkemizin değerleri ve hedefleri doğrultusunda üstün nitelikli fertler yetiştirmek; uluslararası ölçekte bilim ve teknoloji üreterek bölgenin ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmak ve toplumun sorunlarını çözmeye yönelik çalışmalar yapmak hedeflerini adım adım gerçekleştirmektedir. Dünyanın neredeyse küçük bir köy haline geldiği küreselleşme çağında, ulusların birbirleriyle olan bilim, kültür, sanat ve medeniyet alışverişini yapabilecekleri ortamların başında üniversiteler gelmektedir. Üniversitemiz, kuruluşunun üzerinden fazla bir zaman geçmemiş olmasına rağmen, uluslararası iletişimde de önemli adımlar atmış, Erasmus ve Sokrates programlarıyla 6 ülke ile karşılıklı anlaşma imzalamış, öğretim üyesi ve öğrenci değişimlerini başlatmış, eylül ayı içerisinde Magna Charta, aralık ayında da Black Sea Network sürecine dahil olmuştur. Bütün bu çalışmaların meyveleri önümüzdeki yıllarda alınmaya başlanacaktır. Erzincan Üniversitesi üç yıllık bir üniversite olmakla birlikte temeli 1976 yılında Milli Eğitim 5 Tandırbașı Bakanlığına bağlı olarak kurulan ve daha sonra 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Atatürk Üniversitesi’ne bağlanan Erzincan Meslek Yüksekokulu ve aynı tesis içinde faaliyet gösteren Erzincan Eğitim Yüksekokulu ile atılmıştır. Üniversitemizin kuruluşundan bu yana çok hızlı bir ilerleme kaydetmesinin altında bu köklü geçmiş yatmaktadır. Başarıya ulaşabilmek için öncelikle bir hedef belirlemek; hedefin başarıya ulaşması ve bu başarının da günün gelişen şartlarına ayak uydurarak devamı için stratejik planlama yapmak bir zorunluluktur. Bir kurumda stratejik planlamanın olması kendi özgörev, özülkü ve hedeflerini belirleyerek, bu hedeflere nasıl ulaşılabileceğine dair performans göstergelerini saptaması, kurumların hem işleyişte hem de sonuçların kontrolünde özdenetime sahip olmasını beraberinde getirdiği gibi kurumun bütçesinin saptanan performans göstergeleri doğrultusunda planlanmasını da ortaya koymaktadır. Erzincan Üniversitesi, 2010-2014 yıllarını kapsayan I. Dönem Stratejik ve Gelişim 6 Planını geniş katılımla yoğun çalışmalar sonucu hazırlayarak DPT’ye göndermiş, böylelikle yol haritasını belirlemiştir. Yeni açılan birimlerimizle birlikte, Erzincan Üniversitesi 2008-2009 döneminde Tıp, Hukuk, Eğitim, Fen Edebiyat, Mühendislik ve İktisadi ve İdari Bilimler olmak üzere 6 Fakülteye, Sağlık, Sivil Havacılık, Yabancı Diller, Turizm ve Otel İşletmeciliği olmak üzere 4 yüksekokula ve merkez ve ilçelerinde 11 meslek yüksekokuluna ulaşmıştır. Bu birimlerimizde 300 akademik, 221 idari personel 7 bin civarında öğrenciye hizmet vermektedir. “Üniversitelerin yerleşkesi ve binaları, ekonomi, ekoloji ve estetik özellikleri bakımından mimarinin en iyi örneklerinden olmalıdır.” ilkesinden hareketle Yalnızbağ Yerleşkesinde tasarım, mimari ve peyzaj belirlemelerinde uzun soluklu çalışmalar yapılmış ve Erzincan’ın karakteristiği yansıtılmıştır. Yalnızbağ Yerleşke Tasarımı Devlet Planlama Teşkilatı tarafından bütün yönleriyle en iyi yerleşke projesi olarak ilan edilmiş ve örnek gösterilmiştir. Tandırbașı Yerleşkedeki, yaklaşık maliyetleri 34 milyon TL olan Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi binalarının ihaleleri yapılmıştır. Yine 1991 yılında ihale edilip 2001 yılından beri yargı süreci yaşayan Hukuk Fakültesi amfi grupları için DPT’den 2,5 milyon TL ek ödenek çıkartılmış, inşaat tamamlanmış, hizmet aşamasına gelmiştir. Özelleştirme kapsamında olup da üniversitemize devredilen Tekel İşletmesi’ne ait yerleşkede bulunan binalardan birincisi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Müzik Eğitimi Anabilim Dalı’na, ikincisi Türk Uygarlık Müzesi ve Sanat Galerisine hizmet verecek şekilde ulusal mimarimize ve aslına uygun olarak dönüşümü için ihale edilmişler ve bunlardan ilki hizmete açılmıştır. Merkez ve ilçelerimizdeki birimlerimize ait eski binalarımızdaki bakım ve onarım çalışmaları devam etmektedir. Refahiye Meslek Yüksekokulumuz kültür merkezine kavuşmuş, Kemah’ta hayırseverler ve vakıflarca yaptırılan yüksekokul binası ve öğrenci yurdu bitme aşamasına gelmiş, Kemaliye’de boş bir fabrika binasının 4 yıllık lisans eğitimi verecek olan Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokuluna hizmet vermeye yönelik dönüşüm tadilatı hayırsever işadamı ve Erzincan Üniversite Vakfı Başkanı Sayın Hacı Ali AKIN tarafından yaptırılmıştır. 2008–2009 eğitim öğretim yılında, önceden öğrencisi olan birimlerimizin dışında bu yıl Tıp Fakültesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu ile Turizm ve Otel İşletmeciliği Meslek Yüksekokulu’na ve mevcut birimlerimizde açılan yeni programlara öğrenci alınmıştır. Üniversiteler toplumun istek ve ihtiyaçlarını karşılamak üzere yeni programlar açmalı, bilgiye dayalı ekonominin ve sanayinin ihtiyaç duyduğu yetenekleri yetiştirmelidir. Üniversitemiz, üniversitelerin her ile yayıldığı bu dönemde diğer üniversiteler ile rekabet etme ve mezunlarına iş bulma avantajı sağlamak için geleceğin mesleklerini dikkate alarak yüksekokul, bölüm ve programlar açmaktadır. Bunlardan biri ülkemizde 4.sü olacak Sivil Havacılık Yüksekokulu’dur. Sayın Ulaştırma Bakanımızın katkılarıyla Çelebi Holding A.Ş. ile imzaladığımız bir protokol dahilinde yaklaşık 8,5 milyon dolarlık bir yatırımla yüksekokul binasının yapımı, donanımı tama men söz konusu şirket tarafından gerçekleştirilecektir. Bu amaç doğrultu- sunda ilk kazma vurulmuş, yüksekokul binasının temeli atılmıştır. Meslek Yüksekokullarımız bünyesinde açılan Acil Durum ve Afet Yönetimi, Raylı Sistemler Yol ve Raylı Sistemler İşletmeciliği, GSM İletişim Hizmetleri, e-Ticaret, Posta İşletmeciliği gibi programlar ülkemizde ilk veya özellikli olarak açılan programlarımızın örnekleridir. Geleceğin bilim adamlarını yetiştirmek amacıyla üniversitemiz bünyesinde açılan Sosyal Bilimler ve Fen Bilimleri Enstitülerinde toplam 430 öğrenciye lisansüstü eğitim verilmektedir Yine üniversitemizde, bölgemizin ve ülkemizin sorunlarını tespit edip, çözüm önerilerini sunmak için Doğu Anadolu Deprem Araştırma, Türk Halk Bilimi Araştırma, Biyoçeşitlilik Araştırma, Stratejik Araştırmalar, Yukarı Fırat Havzası Araştırma ve Uygulama, Bilgisayar Bilimleri Uygulama ve Araştırma, Proje Koordinasyon ve Eğitimi, Uluslararası İlişkiler ve Teknokent olmak üzere toplam 9 merkez kurulmuştur. Üniversitemiz güçlü bir bilgi işlem alt yapısına kavuşturulmuş, fiziki mekânlarımızın dağınıklığına rağmen bütün birimlerimizin hızlı bir internet bağlantısı ile bu imkânlardan faydalanabilme şartları oluşturulmuştur. Bilgi ekonomisinde ülkelere ve üniversitelere üstünlük sağlayacak bilgi kaynaklarına ulaşma çabalarına destek olmak amacıyla üniversitemiz, 10’un üzerinde veri tabanına abone olmuştur. Merkez kütüphanemiz de hızla büyüme ve zenginleşme sürecindedir. Üniversite hayatı, bireylere diploma kazandırmanın yanında, bireylerin kendilerini tanımaları içinde fırsatları içinde barındıran bir süreçtir. Bu sürecin sonunda ne istediğini bilen, hedeflerine ulaşabilmek için ‘ meraklı,sabırlı,çalışkan’ olunması gerektiğinin farkında olan kişiler tetişmektedir. Ülkemizin kültürel birikimi tarihimiz, edebiyatımız ve sanatımızla olduğu kadar, insanlarımızın okumasıyla da doğrudan bağlantılıdır. Bizler, asıl görevinin, geçmişiyle olan bağlarını koparmadan geleceğini bina etmek olduğunun farkına varan eğitimli bir toplum için gayret gösteriyoruz. 7 Tandırbașı ERZİNCAN’IN KONUŞMA DİLİ Türkçenin halk düzeyindeki konuşma şekilleri Erzincan şivesi, Erzurum şivesi, Konya şivesi vb. biçiminde adlandırılsa da bu tür konuşmaların doğru, bilimsel terim karşılıkları “ağız” olmalıdır. Erzincan ağzı, Erzurum ağzı, Konya ağzı biçimindeki adlandırmalar daha doğrudur. Ağızlar genelde il sınırlarını da taşan özellikler gösterdiklerinden, Erzincan yöresi ağızları, Erzurum yöresi ağızları, Konya yöresi ağızları demek de yine yerindedir. Ağızlar bir dilin önemli kaynaklarıdır. Orada halkın dili ve edebiyatı vardır. Bunun için de dili besleyen kılcal damarlar olarak ağızlar çeşitli yönleriyle araştırılmakta; ana dilin önemli ses, söz, anlam, anlatım, deyim, terim gücü ortaya konulmaktadır. Bu önemli ses, söz, anlatım gücünün arkasında da önce o dilin ses yapısından seslerin birbirini etkilenmesinden kaynaklanan iç sebepler vardır. En az çaba yasasına, kolay söyleyiş eğilimlerine bağlı olarak dilin ses yapısında değişiklikler olabilir. Depremlere, savaşlara bağlı zorunlu göçler; askerlik, evlilik nedeniyle oluşan yer değiştirmeler de dış sebepler olarak konuşma dilindeki değişikliklere ortam hazırlamıştır. 24 Oğuz boyundan 23’ü Anadolu’ya, onların da büyük bir kısmı Erzincan’a gelmiş; gelenlerin kimisi başka yörelere göçerken kalanlar da yeni gelen boylarla karşılaşmış, karışmış buna bağlı olarak da örneğin Erzincan’da farklı Oğuz boylarına ait dil özellikleri tabakalaşmıştır. Erzincan ilinin fiziki özellikleriyle, bu ağzı oluşturan ana ağız, ağız ve alt ağız gruplarının özellikleri arasında belirgin örtüşmeler vardır. Birçok geçit ve boğazlarla birbirine bağlanan Erzincan yöresinde dil bakımından da Tercan ve Çayırlı yönünde Erzurum; Kemah, İliç ve Kemaliye yönünde Elazığ, Malatya; Refahiye yönünde de Sivas ili ağızlarıyla benzeşen özellikler oluşmuştur. 28 Prof. Dr. Mukim SAĞIR Erzincan ili ağızları ses temelli ağız özelliklerine göre; üç ana ağız, altı ağız, altı da alt ağız grubuna ayrılmaktadır: 1. A. a. b. DOĞU ANA AĞIZ GRUBU, Çayırlı-Tercan ağız grubu, Çayırlı alt ağız grubu, b.Tercan ağız grubu, B. Erzincan merkez ağız grubu, 2. ORTA ANA AĞIZ GRUBU, A. Refahiye ağız grubu, a. Refahiye merkez alt ağız grubu, alt ağız grubu, B. Kemah ağız grubu, a. Tan-Kardere ağız grubu, b. b. Tan-Kardere hariç ağız grubu 3. A. B. b. Refahiye BATI ANA AĞIZ GRUBU, Kemaliye ağız grubu, İliç ağız grubu. Bu ağız gruplarının belirgin özellikleri şunlardır: 1. DOĞU ANA AĞIZ GRUBU: Doğu Anadolu ağızlarının özelliklerini de gösteren genel husus teklik I. ve II. şahıs ve iyelik eklerinin düz geniş ünlülü olmasıdır. Kısmi taşmalar hariç Erzincan merkez ve Tercan, Çayırlı ağızları bu özelliği taşırlar: geliyem, eyiyem, hasdeyem vb. A. Çayırlı-Tercan Ağız Grubu: Şimdiki zaman kip ekinin “-r” biçiminde kullanılması, ince sıradan kelimelere kalın sıradan eklerin gelmesi ayırıcı özelliktir. a- Çayırlı Alt Ağız Grubu: Geniş zaman çokluk I. şahıs şahıs ekinin yuvarlak ünlülü olması ayırıcı özelliktir. Eski Anadolu Türkçesinde olduğu gibi uyumdan kaçış eğilimi vardır: gıraruh (kırarız), baharuh (bakarız) vb. b- Tercan Alt Ağız Grubu: Geniş zaman çokluk I. şahıs şahıs ekinin düz ünlülü olması sebebiyle Çayırlı alt ağız grubundan ayrılır. Tandırbașı Düzlük-yuvarlaklık uyumu bu grupta önemli bir disiplindir: bülirıḫ (biliriz), giderıḫ B. Erzincan Merkez Ağız Grubu: Şimdiki zaman kip ekinin “-y”; dar ünlülü kapalı eklerin de düzlük-yuvarlaklık uyumundan kaçan örnekleri ağız grubunun özellikleridir: geliyem (geliyorum), eyiyem (iyiyim), gaynadıyuh (kaynatıyoruz), içiyük (içiyoruz), eziük (eziyoruz), gılıyuh (kılıyoruz) vb. 2. ORTA ANA AĞIZ GRUBU: Zamir kökenli I. ve II. şahıs eklerinin kapalı “e” biçiminde olması ağız grubunun genel özelliğidir: A. Refahiye Ağız Grubu: İnce “g” ve “k” seslerinin yerine kalın biçimlerinin kullanılması ayırıcı özelliktir: kor (kör), kopek (köpek), kate (kete), şekar (şeker), böyünku (bugünkü), şokur (şükür), gul (gül), gulüm (gülüm) vb. a- Refahiye Merkez Alt Ağız Grubu: Şimdiki zaman kip eki “-yı, -ye” şeklinde düz ünlülü kullanılmaktadır: alıyim (alıyorum), göriyim (görüyorum) vb b.Refahiye Alt Ağız Grubu: Şimdiki zaman kip eki “-y/ -ye” şeklindedir: alıye (alıyor), ohıye (okuyor), gorhey (korkuyor) vb. B. Kemah Ağız Grubu: -k > -yh İnce “k” sesinin “-yh” şeklinde görülmesi önemli bir karakterdir: geldiyh (geldik), kemiyh (kemik), geyiyh (geyik), keserdüyh (keserdik) vb. a. Tan-Kardere Alt Ağız Grubu: Şimdiki zaman kip ekinin sonundaki akıcı-sızıcı “r” sesi genelde düşmez: oluyer, yiyir, gediyer, soğiyir vb. b. Tan-Kardere Hariç Alt ağız Grubu: Şimdiki zaman kip ekinde “r” sesi genelde düşer, “e” ünlüsü de kapalı “e” ya da “i” olarak kullanılır: alıye (alıyor), geziyi (geziyor), dürüye (duruyor), alçalıyi (alçalıyor) vb. 3. BATI ANA AĞIZ GRUBU: İç Anadolu ağızları özellikleri gösterir. I. II. tekil şahıs ekleri düz-dar, yuvarlak-dardır. Düz-dar ünlülerin son seslerde ince olarak kullanılması da bölgenin özelliğidir: alıysin (alıyorsun), deyiysin (diyorsun), yaşlandi (yaşlandı), gelicim (geleceğim), bulacim (bulacağım), alursiz (alırsınız), satersiz (satıyorsunuz) vb. ERZİNCAN AĞIZLARININ GENEL ÖZELLİKLERİ: 1. Kapalı “e” geniş yer tutmaktadır: eyi, eşitmek, getmek, ehram, Esmayel (İsmail), başem (başım) vb. 2. Ses düşmeleri ve hece kaynaşmalarına bağlı olarak uzun ünlüler vardır: aşam (akşam), baah (bakalım), seer (sefer), see (sana), sounda (sonunda)vb. 3. Ön seste Eski Türkçeye ait tonsuz ünsüzler korunmaktadır: toḫumaḫ (dokumak), kömleg (gömlek) vb. 4. Dudak ünsüzleri yanlarındaki dar ünlüleri yuvarlaklaştırmaktadır: dövlet (devlet), söferber (seferber), buban (baban), pilov (pilav), punar (pınar) vb. 5. Geniz ünsüzü “n” korunmamaktadır. 6. İlk hece ünlüsünün geniş yuvarlak olması bölgenin özelliğidir: böyümek, yörümek, möhör (mühür), mühim (möhim), mörekep (mürekkep) vb. 7. İyelik ekinden sonra “-i” hâl ekinin düşürülmesi ayırıcı özelliktir: paran (paranı), gızın (kızını) vb. 8. Kalın “k” seslerinin kalın “g” ya da hırıltılı “h” olması genel özelliktir: gız (kız), garartı (karartı), Angara (Ankara), çıhmah, oh (ok), hadar (kadar), bahça (bahçe), peyhamber (peygamber) vb. 9. –nl- > -nn- benzeşmesi bölgenin genel özelliğidir: gidenner, yegenner, annı şannı, unnu (unlu), annamah (anlamak) vb. 10. Eski Türkçe, Eski Anadolu Türkçesi, Kıpçak, Uygur-Kıpçak ve Oğuz-Kıpçak Türkçelerinin de izlerine rastlanmaktadır: yalah (yalak), tüssü (tütsü), tekmük (tepük), guymah (kuymak) vb. KAYNAKLAR: 1. Mukim SAĞIR, Erzincan ve Yöresi Ağızları, TDK Yay., Ankara 1995 2. Mukim SAĞIR, Erzincan İli Ağızları, TDK, TDAYB 1989, Ankara 1994, s. 161-170 9 Tandırbașı BÖLGELER ARASI GELİŞMİŞLİK FARKI VE ERZİNCAN EKONOMİSİ Muzaffer ÇAKIR Erzincan Ticaret ve Sanayi Odası Erzincan Kalkınma Vakfı (Erzin.Vak) Eski Başkanı Bir ülkenin gelişmişliği; top yekün kalkınmışlığı ,bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının ortadan kaldırılması ile mümkündür. Bu gerçeği bilen, gören,gelişmiş ülkelerin bir çoğu yıllarca bölgeler arası gelişmişlik farkını asgariye indirmek için büyük mücadeleler vermiş ve bunu başarmışlardır. İtalya’da Güney İtalya, Amerika’da Tenese Vadisi, Fransa’da Batı Fransa Modeli birkaç örnektir. Ülkemizde de Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu için benzer projeler uygulanabilir. Kaldı ki, Türkiye bu gerçeği biliyor.5 yıllık kalkınma planlarında yazılıp çiziliyor. Ancak,uygulamalara bakıldığında çok yavaş ilerlediğimiz görülmektedir.Daha 19331937 yılları arası (ilk planlı kalkınma dönemidir.)Büyük Atatürk diyor ki;”Sanayiyi ülke sathına homojen olarak yaymazsanız,Nüfusu da Homojen olarak yayamazsınız.” Bu düşünceden hareketle, Sümerbank – Etibank kuruluyor.Bakıyorsunuz,Erzincan da İplik Fabrikası kurulmuş.Erzincan da Pamuk yetişmiyor ama bu fabrikanın Erzincan Ekonomisi için ne denli önemli olduğunu fabrika kapanınca daha iyi anlıyoruz. Benzer Yatırımlar bölgeden göçleri önlemiş bölge insanının iş ve aş bulmasına vesile olmuştur. Daha sonra bu prensip unutulmuş ülke sanayisi, Körfez bölgesine ve İstanbul’a yığılmaya başlamış. Bunu takiben yöre insanı 210 buradan pay almak için göçmüş, göçmüş, göçmüş. Ülkemiz de kişi başına düşen Milli gelir 2000 dolar civarındayken, Körfez bölgesinde 8000 dolar, Doğu Anadolu da 300400 dolar arasındaydı. Bugün kişi başına gelir 10.000 dolar seviyesine çıkmış,ama doğu illerinde bu rakam 1000-2000 dolar arasındadır. Bu göstergeler,Bölgeden EmekSermaye ve Beyin göçünün devam edeceği anlamına gelir. Esasen geri kalmışlık sadece Ekonomik değil, Sosyal-Kültürel ve hatta coğrafiktir. Tabiatıyla bu problemlerin çözümü sadece merkezi yönetimin sihirli değneğiyle çözülmüyor.Yerel yöneticilerin büyük gayreti ve çabası gerekiyor. 1984 yılından itibaren (ERZİNCAN TİCARET ve SANAYİ ODASI BAŞKANI olduğum yıl) Bölge T.S.Odalarıyla pek çok toplantılar yaptık, Atatürk Üniversitesi öncülüğünde çalışmalar yaptık,projeler ürettik.Bu projelerin en önemlisi DOĞU ANADOLU PROJESİ(DAP)dir. Bu proje kapsamında 16 ilin Valisi, Belediye Başkanları,Ticaret ve Sanayi Odası Başkanları defalarca bir araya gelip toplantılar düzenledik. Sonuçta DTP de projeyi kabullenip, Doğu Anadolu da’ki 5 üniversiteye görev verildi: Bunlar; Atatürk.100.yıl,İnönü,Fırat ve Kafkas Üniversiteleri olup, çok ciddi çalışmalar yaptı. Tandırbașı Bölgenin yer altı ve yer üstü kaynakları, enerji ve sulama, potansiyeli, tarım hayvancılık sanayi ve ticaretin gelişmesi için önemli raporlar hazırlandı. Bu çalışmalar kitaplaştırılarak ilgili kurumlara iletildi. Artık DAP bölge teşkilatı kurulacak uygulama başlayacak,doğunun makus talihini yeneceğiz.Göçler duracak,bölgede sanayileşme hızla artacak, bölge insanının gelir seviyesi yükselecek, insanımızın yüzü gülecek diye bekledik durduk. Bugün bölgenin meselelerine daha ciddi yaklaşıldığını görüyor, ciddi başarılar ve sonuçlar umuyoruz. ERZİNCAN EKONOMİSİ: Erzincan’ı bölgenin meselelerinden ayrı düşünmek, mümkün değil. Yani Erzincan’ın bölge kalkınmasıyla birlikte müteala etmek durumundayız. Ancak, Erzincan alt yapısı, ulaşımı, insan yapısı, iklimi, OSB’si, havaalanı,üniversitesi ile diğerlerinden daha şanslı ve avantajlıdır.Eğer,yerel yöneticiler,geçmişte yaptığımız gibi birlik ve beraberlik içinde çalışmalar yapar, yeni projeler üretirse, siyasilerimize bu yönde destek olurlarsa büyük başarılara imza atabilirler. Bu dönem, her dönemden daha şanslıyız.Çünkü alt yapımız tamamlanmış,.Organize Sanayi Bölgesi tamamlanmış,ulaşım problemi yok,Üniversitemiz açılmış. Biz yıllarca bu problemin çözülmesi için uğraştık. Sanayileşmenin, üretimin,istihdamın,modern tarım ve hayvancılığın geliştirilme zamanıdır. 1999 yılında alt yapısını, (su, kanalizasyon,yollar,dahili elektrik şebekesi) tamamladığımız Organize Sanayi Bölgesinde (OSB) 33’ü faal,8’i yatırım aşamasında, 23’ü proje safhasında. 64 firma üretmekte ve üretime hazırlanmaktadır. Yeterli mi? Hayır. Zira, OSB’de 4000 m2 ile 40.000 m2 arasında değişen 256 sanayi parseli bulunmaktadır. Geçtiğimiz 9 yılda, yatırımcı sayısı, bu kadar az olmamalıydı. OSB dolduğunda, yani 256 yatırım gerçekleştiğinde, 12-15 bin civarında işçi istihdamı öngörülmektedir. Sadece istihdam açısından baktığımızda bile Erzincan’ın büyük ölçüde sanayileşmesi gerçekleşecek, insanımızın gelir seviyeleri yükselecek, göçler duracak ve hatta tersine göç almaya başlayacaktır. Biraz gayret, biraz ciddiyet, biraz samimi destek ve güven vererek küçük sermayelerin birleştirilip yatırıma yönlendirilmesi gerekli. 1996 yılında kurduğumuz Erzincan Kalkınma Vakfı, bu manada çok ciddi çalışmalar yaptı ve devam ediyor. Erzincan T.S.O ‘nun ciddi gayretleri var. Mevcut teşvikle, batıdan yatırımcı getirmek zor. Ya yeni ve cazip teşvikler uygulanmalı, ya da yerel yatırımcıların, yatırıma özendirilmesi ve teşvik edilmesi gerekir. Dileğim; gelişmiş Türkiye , geri kalmışlığını yenmiş Doğu Anadolu ve sanayileşmiş doğunun parlayan yıldızı, ERZİNCAN. BAŞ SAĞLIĞI Değerli Hemşerimiz E.Kr.Plt.Alb Süleyman Kıyak Elim Helikopter kazasında Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ailesine ve hemşehrilerimize Başsağlığı dileriz. Dernek ve Vakıf Yönetim Kurulları 11 Tandırbașı ERZİNCAN’IN KALKINMA ARAYIŞLARI Şefik ARAS Gazeteci Yazar Erzincan’ın ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda kalkınması uzun yıllardan buyana hep gündemde oldu.. Kalkınmanın ve gelişmenin reçetesinin ne olduğu. Nasıl bir yol ve yöntem izlenmesi gerektiği. hangi sektörler öncelik verileceği çeşitli platformlarda tartışıldı.. Planlı döneme girildiği 1960’larda başlayan kalkınma ve gelişme arayışı, aradan 50 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen devam ediyor.. ve öyle anlaşılıyor ki , konu bundan böylede gündemde olacak.. Çünkü değişen ve gelişen Dünya ve Ülkemiz koşullarında ,gelişmeye kalkınmaya bir sınır koymak mümkün değildir.. Gelişen teknolojiler ve onun ürünlerinden istifade etmek arzusu, toplumun önüne yeni ihtiyaçlar koyuyor.. Kuşkusuz, artan ihtiyaçlar, bu ihtiyaçların karşılanmasında gerekli olan parasal kaynağın bulunmasını.. İnsafların gelir düzeyinin yükselmesini zorunlu kılıyor.. ve işte bu noktada, İlin kalkınması, gelişmesi, bireylerin gelir düzeyini yükseltecek yolun, yöntemin bulunması önem kazanıyor.. Erzincan’ın kalkınmasının konuşulup tartışıldığı uzun süreçte." Bölgenin ve illerinin kalkınmasının tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ile mümkün olacağı söylendi.. Gelmiş geçmiş hükümetlerin olaya bakışı böyle olmuştu. Bugünde böyledir... DPT, çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarda, aynı görüşü paylaştığını ifade etti. En yetkili ağızlardan, Bölgelin ve Erzincan’ın kalkınmasının tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi ile gerçekleşebileceği belirtildi. . Oysa geriye dönüp bakıldığında, Bölgenin ve Erzincan’ın kalkınmasında umut bağlanan tarım ve hayvancılığın gelişmesi şöyle dursun. son 30 yılda bu sektörün gerilemekte olduğu görüldü.. Bu gerçek, ilgili kuruluşların rakamlar vererek yaptığı 212 açıklamalardan ve istatistik verilerden kolayca anlaşılıyor.. Bu durum karşısında, Erzincan’ın kalkınması ve gelişmesi olayında, başka sektörlerinde devreye sokulmasının gerektiği, mahalli yönetimler ve 3 sivil Toplun örgütlerince savunulur oldu. İş ve istihdam sağlayıcı yatırımlar yapılmasına ihtiyaç bulunduğu ağırlıklı olarak vurgulanmaya başladı.. Sanayinin ve turizmin geliştirilmesi gündeme geldi.. Peki ama" Üretime ve istihdama dönük yatırımları kim nasıl yapacak..Erzincan’ın böyle bir gücü olmadığı biliniyor.. Ne bireyse olarak ve nede küçük sermaye yada tasarrufların bir araya getirilmesi ile kurulacak şirketlerin fabrikalar kurması, işletmeler açılmasının gerçekleşemeyeceği şimdiye kadar bu yönde yapılan girişimlerden olum sonuç alınamamış olmasından bellidir.. Geriye kalıyor devletin uygulamaya koyduğu teşviklerden yararlanılarak Erzincan’a yatırımların gelmesi... İtiraf etmeliyiz ki , kalkınmada öncelikli yörelere bir umut olarak sunulan teşvik tedbirlerinden, ne Bölgemin ve nede Erzincan umduğunu bulmuş değildir.. önce 36 il, sonraları 49 ilin yararlanması öngörülen teşviklerden, Doğu ve Güney doğu bölgesinin yararlanamadığı.. Yatırımların teşvik kapsamı içinde bulunan diğer bölgelere ve illere yöneldiği görüldü. .Sanayi ve Ticaret Bakanlığının yaptığı araştırmadan da çıkan sonuç bu oldu.. Uygulamaya konulan teşvik tedbirleri ile birlikte, Erzincan Organize Sanayi Bölgesine i ş ve istihdam sağlayıcı yatırımların yapılması beklenmişti. .. Ama öyle olmadı Hazır alt yapıya ve uygun .. . Koşullarla yatırımcıya arsa imkânı Sunulmuş olmasına rağmen, 274 parselin bulunduğu Erzincan organize sanayi bölgesinde teşvik uygulandığı 8 yıl içerisinde, üretime geçen yatırım sayısı sadece 32 oldu..Halen inşaat halinde Tandırbașı 8 yatırımın, proje safhasında ise 23 girişimin olduğu, yetkililerin açıklamalarından anlaşılıyor.. Erzincan’ın içinde bulunduğu, Bölgemizdeki ticaret ve Sanayi Odaları, teşviklerden Bölgenin yaralanabilmesi için, teşvikin bölgesel ve sektörel bazda verilmesi gerektiğini savunuyor, Bu ortak talebin ilgili mercilere iletildiği, ancak aradan geçen zaman içerisinde olumlu sonuç alınamadığına işaret ediliyor., Bölgesel sektörel bazda verilecek teşviklerle yatırımların, Bölgeye gelebileceği belirtiliyor.. Erzincan’ın kalkınması ve gelişmesinde etkili olacak diğer bir sektörün turizm sektörü olduğu inancı son yıllarda giderek güç kazandı.. Ergan Dağı projesiyle gündeme giren turizm sektörünün, projenin gerçekleşmesiyle, Erzincan’ın kış sporları merkezi olacağı ve bu yoldan. Yöreye gelişme yolunda katkı sağlanmış olacağı kabul ediliyor. . Turizme umut bağlanırken", Erzincan Ergan bölgesindeki doğal yanın, bir kış sporları merkezi olması için yeterli koşullara sahip bulunduğuna dikkat çekiliyor., yerli ve yabancı uzmanların bu konudaki görüş ve düşüncelerine önem veriliyor.. Nitekim İstanbul Ticaret Odası tarafından uzmanlara hazırlatılan " Doğu Anadolu Kış Olimpiyatları konusunda şöyle deniliyor:: Erzincan Ergan dağı için hazırlanan proje kapsamımda, dünya üzerinde uydudan alınan fotoğraflardan yapılan incelemede; Pist imkanları itibarıyla dünyadaki en iyi üç dört yerden biri olduğu ifade edilmektedir.. Erzincan Ergan dağında oluşacak konaklama tesisi 1350 metre en yüksek tepesi ise 3290 metredir.. Yani, kot farkı 1940 metre ile tüm kayak pistlerinin lideri durumundadır. .Bu yönü ile de bütün dünya kayakçılarının cazibe merkezi olacaktır. Erzincan Ergani dağı için kullanılan bu ifadeler, projenin önemini ortaya koyuyor olmalıdır., projenin gerçekleşmesi halinde Erzincan’ın kalkınması, gelişmesi olayına önemli katkısı olacağını göstermektedir.. Bu Özellik, projenin hayata geçirilmesi çabalarının etkili bir şekilde devam ettirilmesinin lüzumuna da işaret ediyor olsa gerektir. . . Bilineceği gibi; üniversiteler kış oyunlarının 20II yılında Erzurum’da yapılması kararlaştırılmış bulunuyor. Bu etkinlik dikkate alınarak, Ergan projesinin o tarihe kadar gerçekleşmesi ve kış oyunlarının birkaç ayağının Erzincan da yapılmasının sağlanması gerekmektedir. ve bu yönde çabaların varlığından söz edilmektedir. Bu çerçevede kayak merkezinin kabinli taşıma sistemlerinin ihale hazırlıklarının sürdürüldüğü ifade ediliyor. Ergan Dağı Bölgesi’nin bakanlar Kurulu kararı ile turizm koruma ve geliştirme alanı olarak ilan edilmiş olması, Önemli bir aşama olarak görülüyor. Erzincan’ın gelişmesi ve kalkınması olayında, önemli etkisi ve katkılı olacağına inanılan diğer bir oluşum, üniversitedir.. Erzincan Üniversitesinin açılmış olması, son yılların en anlamlı kazanımlarından biridir.. Zira, Üniversitelerin Ülkenin ve bulunduğu yörenin, ekonomik, sosyal, kültürel hayatında önemli bir yerinin olduğu kabul ediliyor.. Erzincan’ın da üniversiteden her alanda yararlanacağına inanılıyor.. Erzincan Üniversitesinin kısa sürede, gerek fiziki yapılanmada gerekse yeni fakülteler, yüksek okullar açılmasında ve hızlı yükselen öğretim kadrosuyla, öğrenci kadrosuyla gösterdiği geliş ve beklenen faydanın şimdiden görülmeye başladığını kanıtlıyor. Sonuç olarak: Çok yönlü ve çok katılımlı,"devletin, Özel kesimin destek vereceği projelerin hayata geçirilmesiyle ancak Erzincan’ın kalkınman olabileceği gerçeği ortaya çıkmış bulunuyor. Ankaradaki Eviniz ERZİNCANLILAR EVİ Sümer Sok.5/1 Kızılay Ankara Tel: 0312.231 92 39 13 Tandırbașı 1939 ERZİNCAN DEPREMİ YIL DÖNÜMÜ DOLAYISIYLA: BAZI HATIRLATMALAR İnş. Müh. Bircan EKİNCİ İMO. Erzincan İl Temsilcisi 26 Aralık 1939 gününü 27 Aralık 1939 ‘a bağlayan gece ,yakın tarihimizin en müessif depremlerinden biri Erzincan ve çevresinde oluşmuş , şiddeti Richter ölçeğine göre 8 olan deprem sonucunda toplam 32962 kişi hayatını kaybetmiş ve çok büyük yıkım meydana gelmiştir. Kuzey Anadolu aktif fay hattı üzerine kurulmuş Erzincan, 1939’dan önce ve daha sonra ‘da (En son 13 Mart -1992) birçok depremler yaşamış can ve mal kayıpları olmuştur.Bir doğa olayı olan depremi önümüzdeki süreçlerde de devamlı yaşayacağız.Erzincan şehrimizin kurulu olduğu ova , iklim ve toprak bakımından son derece müsait ve kavşak mahiyetinde ana ulaşım yolları üzerinde olduğundan insanlar tarih boyunca yıkıcı olan depremlere rağmen burada yaşamaya devam etmişlerdir. Her yıkıcı depremden sonra şehrin yerleşim yeri değişmiş ve zemin açısından şehrin yerleşimine uygun yeni yerler seçilmesine çalışılmıştır. 1939 ‘da yıkılan şehrin yerine yapılan jeolojik çalışmalarda şu anda organize sanayi bölgesinin konuşlandığı yer ve daha batısının yerleşime uygun olacağı tespit edilmesine rağmen maalesef şehir tamamen tarım arazisi olan bugünkü yerine inşa edilmiştir. Son senelerde yapılan bilimsel araştırmalarda zemin yapısının ,deprem sırasında binalardaki davranışı ile ilgili çok önemli etkileri olduğu saptanmıştır.Buna rağmen 13 Mart 1992 depreminde 1939 ‘a göre daha az can kaybı olması ve daha az yıkım olması inşaatlarda yeni teknolojilerin uygulanması sayesindedir.1992 depremi bu teknolojilerin ve inşaatlarda kullanılan malzeme kalitelerinin de yanlış kullanıldığında 214 nasıl davranış göstereceğinin bir uygulaması olmuştur .Ve ders alınacak birçok veriler sunulmuştur. 13 Mart 1992 Erzincan Depremi ve daha sonra meydana gelen Japonya /Kore ve ABD calofornia depremleri benzer özellikleri arz ettiğinden yapılan araştırmalarda o tarihe kadar bilinen depremle ilgili birçok kavram ve varsayımlar yeniden değerlendirilmiş ve değiştirilmiştir. Dünya üzerinde depremle karşı karşıya kalan ve depremi devamlı yaşayan birçok ülke vardır.Gelişmiş ülkeler ; insan hayatını ve ekonomilerini daha hassas düşündüklerinden yerleşim yerlerini seçmeye ,inşaatlarını şartname ve yönetmeliklere uygun yapmaya,eşyalarını deprem hareketlerine uygun yerleştirmeye kadar işlerini gayet ciddi yapmakta ve buralarda can ve mal kaybı yok denecek kadar az olmakta ve çok şiddetli depremlerden sonra bile çoğu kez hiçbir onarım yapmadan binalarında oturabilmektedirler. Deprem bir tabiat olayı ,afet ise insanlardan kaynaklanan bir hatalar manzumesi olduğu bilinci içerisinde depremle yaşamaya devam etmektedirler. Aktif fay hattı üzerindeki bütün yerleşim yerlerinde deprem her türlü tabiat olayı(yağmur,kar,fırtına v.s.) gibi günlük yaşantıda yerini almalı, nasıl yağmur yağdığında etkilenmemek için çatılardaki kırık kiremitler aktarılıyorsa, dışarıda olunduğu zaman şemsiye kullanılıyorsa depreme karşı da alınması gereken ve uygulandığı zamanda hiçbir zarara sebebiyet vermediği örnekleri ile ispat edilmiş tedbirleri,inşaatları yaparken almamamız çok kolaydır ve mevcut yasa ve mevzuatta bunu önermektedir.Yapılacak tek Tandırbașı şey ,tavsiye edilen esaslara dikkat edip titizlikle uygulamaktır. Mevcut binaların da depreme karşı mukavemetleri muhtelif metotlarla test edilebilmekte ve gereken hallerde takviye ve güçlendirme yapılabilmektedir.Takviye güçlendirme konularında son yıllarda teknolojik ve ekonomik birçok model geliştirilmiştir. Oturduğumuz binalar daha önceki depremleri yaşamış yıkılmamış ve hasar görmemiş gibi duruyorsa da mutlaka gözden geçirilmelidir.yapılıyorsa ,depreme karşı davranışının test edilmesi ve daha sonra gereken işlerinin yapılması da bu şekilde müteala edilmelidir ve bu diğer işlerden daha önemlidir.Bu konuda üçüncü bir kurum ve kuruluştan bir yaptırım beklenilmemelidir ve zaten böyle bir yasal oluşum da yoktur. Zamanında yapılan ufak müdahale ve iyileştirmeler daha sonraki telafisi mümkün olmayan yıkım ve can kaybını neredeyse sıfıra indirir. Odamız ;Erzincan’ın deprem riskini dikkate alarak hem ilgili birimleri ve hemde hemşehrilerimizi bilgilendirmek amacı ile konferanslar düzenlemektedir. Bu cümleden olarak ; konunun Türkiye ve Dünya ölçüsündeki uzmanlarından Ortadoğu Teknik Üniversitesi hocası Prf. Dr. Tuğrul Tankut Erzincan’a davet edilmiştir. Erzincan Üniversitesi ve İnşaat Mühendisleri Odası Erzincan İl Temsilciliğimizin ortaklaşa düzenlediği toplantıda Prof.Dr. Tuğrul Tankut tarafından Binaların Deprem İçin Güçlendirilmesi konulu konferans icra edilmiştir. Oda olarak benzer etkinlikler sürdürülmesi çabası içindeyiz. Depremle yaşamaya mecbur olan ve depremlerden çok etkilenen hemşerilerimizin bu güzel şehirde huzur,mutluluk ve güven içinde yaşamalarını diliyor ve artık Depremi kendi elimizle afete çevirmeyelim sloganını özellikle vurgulamak istiyorum. BUGÜN 13 ŞUBAT BAYRAM GÜNÜDÜR Rıfkı KAYMAZ Yıllar önce düşman, yurttan atılmış, Sevin Erzincanlım, düğündür bugün! Yüreklere ap-ak sevinç katılmış, Sevin Erzin9canlım, düğün günüdür! Bugün on üç Şubat, bayram günüdür. Yürekler bilenmiş bir kış gününe… Halit Paşa, düşmüş asker önüne. Rusu,Ermeni’yi katmış önüne, Sevin Erzincanlım, düğün günüdür! Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür. Halit Paşa, bayrak olmuş en önde… Hiddetlenmiş, coşmuş, taşmış bugün de Asker , yiğit, Erzincanlı düğünde, Sevin Erzincanlım, düğün günüdür! Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür. Gözler ışık, ışık yanıyor bugün, Hemşehrim o günü anıyor bugün. Yiğit Halit’leri tanıyor, bugün, Sevin Erzincanlım, düğün günüdür! Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür. Aradan şu kadar seneler geçmiş… Dedeler,amcalar, nineler geçmiş. Ecdadım, bu güzel ovayı seçmiş, Sevin Erzincanlım, düğün günüdür! Bugün On Üç Şubat, bayram günüdür. Dört yanını siper etmiş dağların, Coşkun sular, yeşil yeşil bağların. Gerilerde kalmış acı çağların. Sevin Erzincanlım, düğün günüdür! Bugün On Üç Şubat, bayram gün Bugün On Üç Şubat, dostlar gülelim! Bugünü bir bayram günü bilelim! Ecdadın ruhuna dua edelim! Sevin Erzincanlım, düğün günüdür! Bugün On Üç Şubat, bayram gün 15 ERZİNCANDA İZ BIRAKANLAR: Tandırbașı HEMŞERİMİZ UĞURHAN TUNÇATA Dr.Cemal AYTEMİZ “Ölümünün gönüllerimizde bıraktığı üzüntü ve yankılama devam ediyor. Ondan ayrıldığımıza inanamıyor, inanmak bize zor geliyor. Çünkü O, ilginç kişiliği ve özellikleriyle bir büyük beyin idi. Değişik düşünceleri üreten bir makineyi andırıyordu. Ne yazık ki artık o beyin, o makine durdu. GAMA’ nın başarısı için uğraşırken, Türkiye koşullarında yeni olan düşünceleri uygulamaya çalıştı. Bir müteahhitlik şirketi için, bilinen çalışma yöntemlerinin ötesine geçmeye ve yenilikler yaparak başarıya ulaşmaya çalıştı. Sadece Türkiye değil, dış ülkelerde de işler yapmayı amaçladı.Şirkete yabancı dil ile iş yapabilme yetenek ve geleneğinin oluşması için, önemli kararlara imza attı. Yaşamında, sadece şirketin işleriyle yetinmiyordu; çünkü, beyni bir anda bir çok konuyla ilgilenmek üzere kurgulanmıştı.Ülkenin sorunlarıyla yakından ilgileniyor, çözümler üretiyordu. Sosyal ekonomik, teknolojik, sanatsal hatta siyasal nitelikte çalışmalar yapıyor, geliştirdiği düşünceleri, ilgili makam ve kişilere iletiyordu.Atatürk’ü iyi incelemiş ve özümsemiş olarak savunur, düşüncelerinin aksaksız uygulanmasını dilerdi. Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı, sapmalara cesaretle karşı koyan, bir çok akademisyenin bilgisine sahip bir beyin idi” GAMA İNŞAAT Bülteni böyle yazmıştı. Bu hemşerimizin ardından .Uğurhan Tunçata, Erzincan’ın Işıkpınar Köyü (Vasgirt K.) Dingoğlu 216 ailesinin, tek erkek çocuğu olan , malül harita (e)Yarbayı Ahmet Turan Tunçata’ nın oğluydu. Turan Tunçata, Üsteğmen iken Erzurumlu bir ailenin kızı Naciye Sultanla evlenir. Dingoğlu lakaplı Turan, soyadı kanunu çıktığı zaman subay olarak başka bir ilde görevliyken, Tunçata soyadını almıştır. Uğurhan Tunçata, Turan beyin ikisi kız, beş çocuğundan üçüncüsüdür. Ankara’da ki Erzincanlılar Kültür ve Sağlık Sitesinin inşaatı yapımı için vakfımıza büyük yardımlarda da bulunan rahmetli U. Tunçata 1928 yılında Ankara’da doğmuş, İlk ve lise öğrenimini Ankara’da Atatürk Lisesinde tamamlamıştır. Uğurhan, İstanbul Teknik Üniversitesinden Yüksek İnşaat Mühendisi olarak 1951 yılında mezun olmuş, Amerika’da staj ve doktora yapmıştır. Hayata, Diyarbakır Karayolları mühendisi olarak atılmış, özellikle Diyarbakır Hava Alanı ve diğer hava limanlarında kontrol mühendisliği yapmıştır. Memurluktan istifa eden, U.Tunçata, İlkokuldan ve üniversiteden arkadaşı olan Erol Üçer ve Yüksel Erimtan’ la birlikte iş adamı Raif Mumcu’ yu da aralarına alarak, 1956 yılında, Ankara’ da, dört ortaklı GAMA şirketini kurar. Uğur Bey şirketin kuruluşundan hemen sonra, dayı kızı Özden Hanım ile evlenir. Bir yıl sonra 1957 yılında Ömer, 1963 yılında Arzu isimli çocukları dünyaya gelir. Bu arada büyümesini sürdüren Gama, tüm çalışanlarını şirket üyesi yapar. ODTÜ. den mezun olmuş, istikbali olan, Tandırbașı genç mühendisler Gama’ya alır, kadrosunu genişletir. İlk önemli işleri Samsun’daki Yeşilırmak üzerine kurulan Büyük ve Küçük Uğurlu Barajlarının yapımı olmuştur. Şirket büyümesini geliştirerek kısa zamanda yabancı ortaklıklar da sağlayarak ,Dünyanın sayılı şirketleri arasında katılırlar. Hızla büyüyen şirket, yurt içi ve dışında önemli projeleri gerçekleştirir.2003 yılına gelindiğinde, Gama, Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu arasına girmiştir. 2005 yılında Uğurhan Tunçata Ankara vergi şampiyonu olmuştur.Tunçata, önemli bir Japon şirketiyle ortaklık oluşturmuş, bu ortakla birlikte, İstanbul Boğaz Tüneli proje ve tasarımlarının (Marmaray Tüp Tünel’ in) ihalesini almışlardır. Uğurhan çok yorulmuş ve yaşlanmıştır. Kendi isteği ile şirketin başkanlığını sınıf arkadaşı Erol Üçer Beye devreder. Kendisini daha çok hayır işlerine vakfetmiştir. Ülke kalkınması ve problemlerinin çözümüne katkı sağlamak amacıyla, kafasını yorar. Öyle ki hukuk düzenindeki eksiklikleri sorgulayan bir hukuk kitabı bile yazmıştır.Yine demokratik ve hakça bir düzenin kurulabilmesi için, arayışlara girmiş, görüş ve düşüncelerini , Sesleniş ve Sorgulama adlı kitaplarında ortaya koymuştur. Bu kitaplardan birer adedini, tüm parlamenterlere de göndermiştir. Kalkınmakta olan ülkemizin en önemli sektörü turizm için gerekli olan lisanı öğrenmek ve bazı incelemelerde bulunmak üzere Amerikaya gönderilen 230 Kaymakamın buradaki incelemeleri ve lisan öğrenmelerini Amerika daki oğlu Ömer Tunçata’yı yardım için görevlendirir. Bu vesile ilede Ömer Tunçata ve kendisi zamanın Erzincan Valisi Merhum Recep Yazıcıoğlu ile tanışır.. Gün gelmiş, rahmetli Recep Yazıcıoğlu Erzincan’a vali olarak atanmıştır Uğur Bey, Erzincan’a ilk gidişinde vali’ ye çıkar ve gıyaben tanıdığı, ancak hiç görmediği vali ile tanışırken, kendisini Amerika’daki Ömer Tunçata’nın babası olarak tanıtır. Yazıcıoğlu ile görüşmelerinde Erzincan’ın Eğitim ve Sağlık alanında ki ihtiyaçlarına katkıda bulunmak is tediğini söyler veValinin önerisiyle Erzincan Meslek Yüksek Okuluna bir MOTOR ATELYESİ ile gerekli alet ve edavatın alınmasına büyük oranda katkı sağlamakla başlar.. Bu arada Tunçata , eskiden beri kafasında tasarladığı ve gerçekleştirmek istediği ‘Bir İl’i Kalkındırma Projesi” nin uygulanması için seçtiği Sinop ilinden vazgeçer ve bunu Erzincan Depreminde Kaybolan halası Ayşe Hanımın ve Erzincan toprağında yatmakta olan , baba annesi ve dedesinin (İsmail ustanın) de yattığı Erzincan’a kaydırır. Böylece Tuncata’nın Erzincan yatırımları başlar. İlk etapta,”Erzincan İlinde İş Gücü Potansiyeli, sosyo-ekonomik yatırım,tarım ihtiyacı ve Öncelikleri” nin araştırılmasına karar verilir. Bunun için arkadaşımız Hüseyin AĞCA görev alır. Valilikle, 3. Ordu ile yapılan temaslar sonucu, hemen hemen Erzincan’ın yerleşik aile reislerinin % 100 ne ulaşılır ve Temmuz 1998 yılında başlanılan bu anketaraştırmanın tüm maddi finansmanını Tunçata karşılar.(Bunun öyküsü Tandırbaşı 13 Şubat 1999 sayısında okunabilir.) Türk Eğitim Vakfı Başkanı Suna Kıraç’ın Erzurum’a yapacakları bir gezinin Erzincan’ada kaydırılmasını için Teknik 17 Tandırbașı Üniversiteden arkadaşı olan Suna Kıraç’ın eşi İnan Kıraç’dan rica eder. Suna Kıraç Erzincan’a de uğrar ve Valinin rica sı üzerine Koç’un ürettikleri araçların arızalı motorlarının Erzincan Meslek Yüksek Okulun’da tamir edilmesine başlanır.. Yine Uğur Bey, Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Güleryüz’ün , Fakültenin ihtiyaçları için büyük oranda yardım yapmanın yanında, Suna Kıraç’ dan da Bilgisayar Laboratuvarına bilgisayar bağışlattırır, İş adamı girişkenliğiyle Erzincan’daki Hastanedeki yoğunluğu görerek, buna bir çare düşünmüş ve gezip gördüğü 34 sağlık ocağının bakım ve tamire muhtaç olduğu, bunun için Sağlık bakanlığı buralarda verilen sağlık hizmeti için 287 milyon Tl.harcandığı , oysaki hizmetin kişilerin ayağına götürülmek suretiyle bu miktarın aşağı çekileceğini tespit etmiş ve 3.Ordu Komutanlığından temin edilen bir ambulans sağlık ekibiyle 2,5 ayda 251 bin kişi taramadan geçirilmiş ve bunların giderleri de Tunçata ca karşılanmıştır. Bu arada Sağlık ocaklarındaki Rontgen, Tomografi gibi aletlerin tamir ve bakımınıda Ankara’dan gönderdiği ekipte sağlıyor. Erzincan Süt Fabrikası : Halkın ortaklığıyla kurulmuş olan Erzincan Süt Fabrikası zaman içinde çalışamaz hale gelmiş atıl olarak bekletilmektedir.Şirketin ortak ve yöneticilerinden bir grup konuyu görüşmek ve yardım almak amacıyla Tunçata’yla görüşürler (Erzincan’da) 21 milyar ödenmesi gereken borçları vardır. 39 milyarda batmış sermaye. Vali’nin de katıldığı toplantıda Sn. Tunçata, önce borçlarınızı ödemeniz gerekir; eğer 18 ERZİNCANDA İZ BIRAKANLAR: borçlarınızı öderseniz yardımcı olabilirim der; ancak ödeyemeyiz diyerek ayrılırlar. Uğur bey bu işe el koyar ve eski dostu olan Selçuk Yaşar’ a telefonla süt fabrikasının durumunu anlatır ve bir inceleme yapmalarını rica eder. Bu fabrikayı nasıl işletmeye açabiliriz ? Ne yapmalıyız? İsterseniz sizin adınıza, ürünlerinizin ham maddesini üretebiliriz diye de ekler. Yaşar Durmuş adını duyan sütçüler, bu defa yeniden gelirler ve bu parayı toplayabileceklerini bildirirler. Sn. Selçuk’ta, kendi özel uçağı ile bir ekip gönderir, gerekli incelemeler yapılır. İşletmenin faaliyete geçmesi için 100 milyara ihtiyaç vardır. İşletmenin 21+ 39= 60 milyarı vardır. 40 milyar Tunçata yardım eder ve Selçuk beyin ekibi, bir çok parçaları değiştirilerek, tamirat tamamlanır. İlk yıl, günde 500 lt süt işleyen fabrikanın kapasitesi, iki yıl sonra artar ve kapasite günde 32 tona çıkar. Köylülerin sütü toplanmakta, ilçelere kadar süt tankerleri süt toplamaya gitmektedirler; ancak fabrikanın kendi kaynağı yoktur. Bu nedenle fabrika yeteri kadar süt bulmakta zorlanır. Bu arada Selçuk Yaşar’ a verilen peynir yağ vs karşılığı olan 273 milyar TL. lık alacak birikmiş ve alınamamaktadır. Köylülerin süt paralarının ödenmesi güçleşmiştir. Selçuk Bey’in ödeme güçlüğüne düşmesiyle mahkemelik duruma gelinmiştir. Tunçata yönetim kuruluna bazı önerilerde bulunur ve mahkemeden vazgeçilir. Kazançtan bu zarar kapatılır. Fabrika iyi bir start almıştır, Toplanan sütler işlenmektedir. Bu defa köylüler, süt için daha fazla para istediklerinden fabrikaya süt girişi azalır, verim düşer. Tunçata, bu defa fabrika, kendi sütünü kendisi üretsin ilkesiyle, bir mandıra kurulma sına karar verir. İlk iş olarak Fırat yakınında Milli Emlak’ a ait Tandırbașı 600 dönüm araziyi satın alır. “Balacan Damızlık Üretim Çiftliğini” kurar. 550 dönümü hayvan yemi yetiştirilmesi için ayrılır ve ekilmeye başlanır. 50 dönüm üzerine iki ayrı modern ahır (Avrupai ölçülerde) 1000 tonluk slaş çukuru, çeşitli depolar ve idare binaları yaptırılır. İlk elden 2004 yılında 60 adet Holştayn süt ineği alınır. Suni dölleme uygulanan hayvanlardan beklenen verim alınamaz. Kayseri’den, yerli ırktan tanesi 3.5 milyara 350 Kg ağırlığındaki boğalar satın alınır. 180 Cm yüksekliğinde ve 1570 Kg. ağırlığa gelen boğalar bu işi başarıyla yaparlar. Mandıra bir yandan süt üretimi yaparken diğer yandan erkek danaların ağırlıkları 350-500 Kg. geldiğinde, kasaplık olarak satılmaya başlanmıştır. İneklerden, ortalama günde 20 Kg süt alınmaktadır. Ayrıca köylüye düve satışı da yapılır. Bazı kooperatiflere ve köylülere 100 ün üzerinde gebe düve satılmıştır; amaç köylüleri kalkındırmaktır. Sütler, “Balacan Süt Mamulleri Sanayii ve Ticaret A.Ş.de işlenmektedir” 2003 yılında yeniden revize edilen fabrika 8 saatte 30 ton işleyecek kapasiteye yükseltilmiştir. Fabrika 2007 yılında 1 100 000 litre süt işleyerek yoğurt, kaşar peyniri, beyaz peynir, tere yağı ve ayran üretimi yapmıştır. Halen çiftlikte 55 düve bir çok dana bulunmaktadır. Çiftlik arazisinin alınması, tesisin kurulması için 1,6 trilyon TL harcanmıştır. Bir gün konuşmamızda Uğur Ağabey, şimdiye dek ne kadar harcama yaptın diye sorduğumda 2.5 milyon dolar olmuştur, daha da edeceğim demişti. Amacı bütün köylüleri ortak yapıp üretimlerini kendileri yaparak gelir sahibi yapmaktı. Ne yazık ki bu değerli hemşerimizi ve ağabeyimi kaybetmiş bulunuyoruz. Ölmeden kısa bir süre önce Sn. Ağca ile ziyaretine gitmiştik. Artık yaşlandığını Erzincan’la ilgilenemediğini, oradaki şirketin devam etmesini ve Erzincanlılara bir kazanç kapısı olan bu kuruluşların çalışmasını istediğini bildirmişti. Bunun için bize bir teklif sunmuştu. Teklifinde, sahibi olduğu şirketin yönetimini, Erzincanlılar Kültür ve Sağlık vakfına vereceği noter yetkisiyle, tarafımızdan yönetilmesini istiyordu. Özellikle benim ve Ağca Hocanın bu görevi üstlenmemizi önemle vurgulamıştı. Bizde bazı hazırlıklar yapmış, bu işin nasıl yapılabileceğini, hukuki ve ticari açıdan nasıl olacağını araştırmaya başlamıştık. Görüştüğümüz zaman oldukça sağlıklı görünüyordu. Kısa zamanda öleceğini hiç aklımıza getirmemiştik. Ne yazık ki kaybıyla ilgili haberi aldığımda, iş işten geçmişti. Vefatından sonra, eşiyle konuştum, Uğur beyin yapmış olduğu, benim için emir olan isteğini elimizden geldiğince yürüteceğimizi söylememe karşın, bilemediğim, anlayamadığım bazı düşünceler var olmalı ki, Cemal; biz her şeyi hallettik diyerek, konuşmamız sonlanıverdi. Bana, her konuştuğumuzda, hayatta en yakın akrabam sensin Cemal diyen amcazademe, Uğur ağabeyime, Tanrıdan rahmet diliyorum. Kabri nur ile dolsun, mekanı cennet olsun. Bu yazıda yazmaya çalıştığım hizmetler, rahmetli Tunçata’ nın sadece Erzincan’la ilgili yaptıklarıydı. O’nun vatanı ve Türk halkı için daha ne kadar çok çalışmalar yaptığını biliyorum. Onlar ayrı bir yazının konusudur. Dürüstlük ve yardımseverlik denince, her zaman aklıma ilk gelecek isim Uğur ağabeyim olacaktır.Vatanına aşık , insanı seven, Tanrının hamiyet perver bir kuluydu. Nur içinde yatsın. 19 Tandırbașı İNTERNETTE ERZİNCAN Bilişim dünyasındaki gelişmeler, basılı yayınların elektronik ortamda da yayınlanmasına, iletişimin bu ortamda en kısa zaman içerinde gerçekleşmesine imkân sağladı. Cep telefonlarıyla toplumda adeta unutulan mektuplaşma, sanal dünya imkânlarının gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla bir tür olmaktan çıkıp e-posta’ya dönüştü. Yayınlar, bilgiler kurulan sitelerle dünyanın dört bir yanına bir saniye içinde aktarılır oldu. Teknolojideki bu gelişmeler, kişisel ve kurumsal internet sitelerinin yaygınlaşmasını doğurdu. Resmî kurumlar, belediyeler resmî işlemlerini, başvurularını, duyurularını, bilgi aktarımlarını kendi siteleri eliyle sanal ortamda sunar oldu. Gazeteler, elle dizilen kurşun harflerden, filmle ofset baskılara geçti. Sanal ortama aktarılan gazeteler, bilgisayar başında istenilen süreli yayınlara ulaşma imkânı doğurdu Kısacası dünya, insan ve toplum; iletişimde, bilişimde dev adımlar atarak yeni bir dünyaya dönüştü. Artık her şeye; bilgisayarla, klavyeyle ulaşmak kolay. Oturduğumuz yerde istediğimiz bir gazetenin sayfalarında dolaşmak, dünyanın dört bir yanına istediğimiz bir haberi, resmi, görüntüyü anında ulaştırmak mümkün. Elektronik bir dünyada yaşıyoruz artık. Dünyamızı, hayatımızı kuşatan böylesi bir dünyada Erzincan, Erzincanlı nerelerde? Hangi Erzincan sitelerine ulaşıyor, hangi haberleri hangi sitelerden okuyoruz? Erzincan’ımızın kültürel, sanatsal, turizm değerlerini hangi siteler internet dünyasına sunuyorlar? Erzincan’da günlük olarak yayınlanan Doğu Gazetesi, www.doğugazetesi.com.tr’den yayınını gerçekleştiriyor. Günlük haberler yanında köşe yazarlarıyla okuyuculara ulaşıyor. Gazetede, yılların gazetecisi Şefik Aras ağabey, gazetenin sahibi H.İbranim Özdemir ve Rıfkı Kaymaz belirli sürelerde yazılarını yazıyorlar. www.erzincan.net, www.erzincan.com ile günlük Erzincan Net gazetesine ulaşıyoruz. Gazete yazar kadrosunu ana sayfada veriyor: Rıdvan Aydemir, Prof. Dr. Osman Demirdoğan, Uzm. Psikolog 220 Rıfkı Kaymaz Danışman Yener Özen, Prof. Dr. Hüseyin Şenocak, Dr. Mesut Turan, Dr. Bülent Dabanlıoğlu, Opr. Dr. Halil Gök, Dt. Serdar Çetinkaya, Necmettin Ünal, Mustafa Çetiner, Aydın Yalvaç, Av. Can Tekin, Fatih Gürbüz, Ferruh A. Yerli, İlhan Deniz, Levent Baydar, Mehmet Boran, Fehmi Gezginci, Yılmaz Ünal yazılarıyla okuyuculara ulaşıyorlar. 1419 üyesiyle www.vatan24.com’da forum, galeri, sohbet köşeleri var. Bu sitede yazanlar: Yılmaz Garip, Rıfkı Kaymaz, Mehmet Altan ve Fikri Akyüz. Siteden Erzincan dörtyolu her an canlı olarak izlemek mümkün. www.cayirli.net sitesinin 1716 üyesi var. Forum, müzik, radyo, fıkra köşeleriyle yayınlanan sitede Yılmaz Garip ve Rıfkı Kaymaz da belirli sürelerle yazıyorlar. www.erzincanliyiz.biz “memleket hasreti çekenler”e sesleniyor. Sitede ticarî işletmeler, ilgili dost siteler tanıtılıyor, duyurular yapılıyor. Sitenin fotoğraf, müzik ve viedo arşivi de bulunuyor. Habercan Gazetesi’nde Hüseyin Aslan, Muammer Yıldıztaşı, Hikmet Köksal, Fatih Gülnahar, Murat Akdemir, Burhan Altunbilek, Dilek Tihan, Levent Boydaş köşe yazarı olarak www.gündem24gazetesi.com ‘da okuyucularına sesleniyorlar. Özsöz Gazetesi, www.ozsoz.com’da okunuyor. Köşe yazarları: Erdem Özsoy, Lütfi Özgünaydın, Bekir Pamir, Y.Bahadır Ulucan, Mustafa Özmen, Hamdi Ülker ve İhsan Ünlü. Erzincan adını taşıyan bir site www.erzincan24.com’da Şefik Aras, M.Beşir Buyruk, İhsan Ünlü, Fatih Buyruk, Faruk Canbaba, Esra Kirik, Erkam Nar, Âdem Yılmaz yazıyorlar. www. habererzincan.com, www. habermerkezi.com haber sitelerimizden ikisi. www.nehaber24.com’un yazarları Selçuk Özdemir, Erkam Nar, H.İbrahim Özdemir, Hüzün Yücel, Fatih Gülnahar ve Murat Akdemir. www.yenierzincan.com’un yazarları ise şöyle: M.Beşir Buyruk, Faruk Canbaba, Nevzat Laleli. Can Erzincan Gazetesi bayilerde de okuyucusuna ulaşıyor. Gazetenin sitesi: www.canerzincan gazetesi.com Site yazarları: Recep Aktaş, Hüseyin Tandırbașı Şenocak, Namık Nas, Ümit Ülgen, Bülent Buz, Alperen Türkoğlu. “Kentin ilk internethaber sitesi” www.erzincanhaber.com’da haberler yanında; Muammer Yıldıztaşı, Y.Bahadır Ulucan, Dr. Köksal Papuçcu, Pınar Dağ, MevlütPeker, Oğuz Yetkin, İbrahim Çankaya, Op.Dr.B.Ali Mamik’in yazıları da yayınlanıyor. Erzincan dernekleri de siteleri ile üyeleriyle iletişimlerini sürdürüyorlar. Hemşehri birlik ve beraberliğinin sıcaklığını devam ettirmek istiyorlar. Erzincan’ımıza önemli yatırımlar yapan değerli iş adamlarımızın önemli bir derneği var. Erzincanlı Sanayici ve İş Adamları Derneği: Ersiad. Derneğin sitesi: www.ersiad.org Yine önemli bir derneğimiz; Erzincan Kültür ve Eğitim Vakfı: EKEV. Vakfın sitesi: www.ekev.org Kemaliye Kültür ve Kalkınma Vakfının sitesi:www.kemav.org Yine bir Kemaliye derneği: Kemaliye Folklor ve Turizm Derneği.Site: www.keftud.org İnternette dünyasında Erzincan eğitim, kültür, yardımlaşma, dayanışma, turizm ve tanıtma amacıyla hizmet veren pek çok dernek var. Bunların isimlerini tek tek buraya alamıyorum. İnternet dünyasından pek çok köyümüzün sitesine de ulaşıyoruz: www.3pinar-erzincan.tr.gg; www.agilkoyu.net; www.akbudak.net; www.altkoy.net; www.baglica.getforum.org; www.catalcak.com; www. cigdemlikoyu.org; www.citkoyu.com; www.distaskoyu.com; www.dostalkoyu.com; www. ekincikoyu.com; www.ekmekli.com; www.elaldi.com; www.erecekkoyu.com; www.ergukoyu.com www.erzincanbaglicakoyu.tr.gg; www. erzincanmerketlikoyu.com; www.ekecikder.comwww.golkoyu.com;www.gozay dinkoyu.org;www.harmankayakoyu.com;www.heyb elikoyu.com;www.kacakkoyu.org;www. kemahdogankaya.com; www.kemahoguzkoyu.com; www. kozlupinar.sitemynet.com; www.mantarlikoyu.com; www.percemkoyu.com; www.sahorenkoyu.azbuz.com; www.sariguney.net; www.yalincakoyu.com; www.yucebelenkoyu.com; www.catalcam.com; www.akbudak.net Erzincan radyo ve TV siteleri: www.erzincan.tv; www.erzincanfm.com; www.2000radyo.com; www.habererzincan.com (inci radyo); Erzincanlılar, sanal dünyada forum sitelerinde buluşup görüşüyor, yazışıyorlar. www.erzincanforum.net sitesinde olduğu gibi. İlçe tanıtımlarını amaçlayan sitelerimizden birkaçı şöyle: www.tercan.org; www.kemahlilar.com;www.kemahlilar.org; www.tercanli.com;www.bayirbag.com; www.refahiyeliyim.com; www.kavakyolu.tr.gg; www.otlukbelim.com sitesi’nde Ernail Büyük, Yusuf albayrak, Dr. Mesut Turan, İhsan yıldız, Hüseyin Şenocak ve Abdurrahman Keleş’in yazılarını okuyoruz. Erzincanspor çalışmalarını bir siteden sunuyor: www.erzincanspor.net Değerli hemşehrimiz, akademisyen, sanatçı Avni Öztopçu’nun; www.mimoza.marmara.edu.tr uzantılı Selüke belgeliği özenle hazırlanmış bir site: http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/ERZiNCAN/sel uke/index.html Yazar hemşehrimiz Günay Güner’in, www.gunaygüner.blogspot.com; Sedat Sevim’in www.sedatsevim.com gibi sitelerini de burada anmak istiyorum. Ücretsiz alanlarda güzel Erzincanımızı tanıtmak isteyen, kendi gayretiyle bir şeyler üretmek isteyen hemşehrilerimizin de siteleri var: www.erzincangundem.blogcu.com; www.blogosfer.com/yenierzincan; www.erzincansitesi.azbuz.com www.azbuz.com, www.blogosfer.com, www.blogcu.com gibi alanlardan kendi köylerini tanıtmak isteyenler kendi köy isimlerinin ardından bu site isimleriyle birlikte bu sitelerden ücretsiz yararlanabilirler. Bilgisayar ve internete ilgi duyan gençlerimizin bu sitelerin hazır şablonlarıyla kendi köylerini hazırlayabilir ve yayınlayabilirler. Erzincan ve Erzincanlılara yönelik mail gruplarına üye olarak Erzincan’la ilgili bilgi ağıyla, bu grup eliyle haberleşmeyi de hemşerilerimize öneriyoruz. Erzincan’ımız ile ilgili siteler yalnızca bunlar değil. Dikkatimizden kaçan sitelerimiz de olabilir. Resmî kurumların, Erzincan yerel yönetimlerinin sitelerini buraya almadık. Bu yazımızda, güzel Erzincan’ımızın, kültür, sanat ve turizm değerlerini internet dünyasına taşıyan sitelerimizi tanıtmak ve bu sitelerle buluşan güzel insanlarımızı bir arada anmak istedik 21 Tandırbașı YAZLIKÇI ERZİNCANLILAR Dr. Aydın AYTEMİZ İnsanların yaşam sıkıntıları arttıkça, biraz dinlenme , sıkıntılardan uzaklaşma, moral toplama ve güç bulma açısından, hem gezme hem de tatil yapma, amacıyla mekan tebdili yapmayı benimsemişlerdir. Çoğunluk, deniz kenarlarını, akın ederek tatillerini, ya kamplarda, ya da kendilerine ait yazlıklarında geçirmektedir. Öyle ki, son yıllarda tatilcileri taşımakta, özel otomobiller, trenler, uçaklar ve otobüsler yeterli olamıyor. Her yaz yaşanan binlerce trafik kazasına karşın. Yazlıkçılar denilen grup, sahillerimizde, sade ve sadece on beş, bilemediniz, bir iki ay kalabilmek için çoğu sahip oldukları betonlaşmış, bir çoğu denizden uzak evlerinde dinlemeye çalışıyorlar. Mutluluğu buralarda arıyorlar. Mimari konfordan ve estetikten yoksun hatta denizi bile görmeyen, katar dizisi gibi dizilmiş bu evlerde gerçekten dinlenebiliyorlar mı? bu da yanıt arayan, bir soru olarak duruyor. Halkımız mülk sahibi olmayı çok seviyor; aman bir yazlığımız, bir evimiz olsun da, nasıl olursa olsun düşüncesinde. Bir çoğu, kısıtlı bütçeleriyle, bir kooperatife üye olmuş, bir mülk edinmiş, durumu iyi olanlar, villalar yaptırmış, milyonları buralara gömmüş, sırf dinlenmek tatil yapmak için. 15 ile 30 gün kalacakları bu villalara bu kadar parayı gömmek doğru mu? Bu da ayrı bir tartışma konusu. Günümüzde artık herkesin dinlenmeye hakkı olduğu bir gerçek. Son elli yılda gittikçe artan yazlıkçılık, neler getirecek, nerelere uzayacak bunu da göreceğiz.Yazlıkçılık sadece deniz sahilleriyle de kalmadı, şimdilerde birde orman içi sayfiyeler, dağ evleri eklendi. Erzincanlıların Ayrıcalığı: Türk insanının, hatta dünya milletlerinin çoğunun, yaz turizmini ve dinlenmeyi bilmedikleri dönemlerde, Erzincan insanı bunu biliyor ve 222 uyguluyordu. Benim 60 -65 sene önce, çocukluğumda yaşadığımız, köye göçme ve yaz aylarını köylerde geçirme geleneğimizin evveliyatı, sanırım çok daha gerilere gidiyor Çoğu Erzincanlının, yaz aylarını geçireceği, şehrin sıkıntılı havasından kurtulacağı, meyvesiyle, sebzesiyle, beslediği ineğiyle, tavuğuyla asude bir hayat geçirecekleri köyleri, çiftlik hayatları vardı. Bilemiyorum; ama dedelerimiz bu ihtiyacı çok önceleri hissetmiş, köylerini sayfiye yeri olarak değerlendirip, yaşamlarını ona göre tanzim mi etmişlerdi? Yoksa, ters yönde bir gelişim mi, bu alternatifi yaratmıştı? Yani, ziraatçı olan ve köylerde yerleşik insanlar, şehirler gelişip, iş hayatı arttıkça mı? Köylerden şehre inmiş, yine de oraları da elden çıkartmamışlardı. Bu suretle, hem şehirli, hem köylü olmuşlardı. Yılın çok büyük bir bölümünü şehirde geçirenler, sadece yaz aylarında sayfiye yeri olarak köye taşınma adetini gelenekleştirmişlerdi. At arabalarına yüklenen gerekli eşyalar, şehirden köye götürülür, yaz boyunca orada kullanılırdı. Taşımacılık at arabalarıyla yapılırdı. Ev halkı ya faytonlarla gider, ya da yüklerin üzerine oturarak taşınırlardı. 1939 Deprem sonrası yılların birinde, Tandırbașı baba köyü olan Fidanlı (Hah) köyüne taşınırken, köye girişte, bir derenin içinden geçişimizi, yükle dolu ve üzerinde oturduğumuz arabamızın neredeyse devrileceğini görüp ne kadar çok korkmuştum. Bizim asıl köyümüz, dede mirası Sarıgöl Köyüydü. Yaz aylarında oraya taşınırdık. Evimizin önünden, hiç kesilmeden akan suyun, çağıltıları arasında, bahçelerde, ağaçların gölgesinde, sebze maşaraları ve çiçek tarhlarının arasında hem çalışır, hem tatil yapardık. Biz çocuklar meyve ağaçlarının üzerinden inmez, her şeyin turfandasını ilk yiyen bizler olurduk. Bir üretim merkezi olan köylerimiz, son yıllarda turizmde önerilen ve geniş bir tatbikat alanı bulan, kendi elinle ineğini sağacağın, sebzeleri toplayacağın, atlara bineceğin, tavukların altından yumurta alacağın çiftlik turizmine doğru yönelmektedir. Aynen Erzincanlının köy yaşamı gibi. Köydeki mahallemiz, Beyler Mahallesi olarak tanınıyordu. Erzincan’ın nam yapmış beyleri, bizim komşularımızdı. Sami Beyin oğulları Rauf ve Nusret Bayındır kardeşler, İstanbul’dan gelen, Kasap Ziya Efendilerin çocukları Hilmi Beyler, Zeki Beyler, E. Albay Emin Kebapçıoğlu ve doktor oğlu Zeki Beyler, Halil Beyin kızı Nursa ve teyzesi yazlıkçı komşularımızdı. Yine de şehirden gelenler çoğunluktaydı. Yazlıkçılık çok seviliyordu. Şehrin yorgun, argınları bir yandan dinleniyor, bir yandan çalışıyor bahçelerindeki meyve ve sebzeleri değerlendiriyorlardı. Taze ve günlük gıdalarla besleniyor sağlıklarına sağlık katıyorlardı. Bunun yanında ev ekonomisine de katkıda bulunuyorlardı. Bilemiyorum, son yıllarda, Erzincanlılar yine yazlıkçı olarak köylerine gidiyorlar mı? Ankara’dan bazı arkadaşlarımızın yaz aylarında Erzincan’daki köylerine gittiklerini, tatillerini orada geçirdiklerini biliyorum; ama ben Erzincan’da kendi köyümüze gittiğimde, bir iki komşumuzun dışında kimseyi görmüyor, kimseyi bulamıyorum. Komşularımızın çoğu bahçelerini evlerini satmışlar, terk etmişler. O sevdiğimiz komşularımız yok olmuş. Güzelim bahçelerin yerinde yeller esiyor. Oralar, çevre il ve ilçelerden gelen, ağaç sevgisi , sebze değeri bilmeyen insanlarla dolmuş. Bahçelerden, yeşilliklerden, eser kalmamış. O asırlık ağaçlar kesilmiş yok olmuş. Bahçeler tarla haline gelmiş, devamlı akan sular bile kesilmiş. Eskiyle kıyaslanacak hiçbir şey kalmamış. Erzincan’a gittiğimde, yaşadığımız o güzel günleri, bulamıyor, o bizim hoşlandığımız güzellikleri göremiyorum. Büyük üzüntü yaşıyorum. Bu yüzden oralara gitmiyorum; hatta yakınından bile geçmiyorum. Erzincan’dan edindiğim bilgilere göre, günümüzdeki yazlıkçılık durumu, yüreğimi biraz olsun ferahlattı. Bahçeli Köye,700, Yayla Başına 500, Bayırbağ 300, K Kaya 400, Uluköy’e 400 civarında yazlıkçı taşınmaktadır. Ortalama 500 ailenin hala yazlıkçılığa devam ettikleri ve bunların kış aylarını şehirde geçirdikleri anlaşılmaktadır. Bir çok hemşerimiz de, Işıkpınar, Sarıgöl gibi köylerde, sahip oldukları bahçelerine yaptırdıkları villa ya da evlerinde, yaz kış oturarak, yazlıkçılığı böyle sürdürmektedirler. BİR GEZİNİN ARDINDAN Erzincan’ımıza 150-160 Lise mezunu gittik, gördük, döndük. Bu arada mezun olduğumuz Lise’mizinde 60. yılını davetsiz olarak biz kutladık. Nutuk söyledik, kucaklaştık, söyleştik, hasret giderdik, vedalaşıp ayrıldık. Gırlevik, Cimin, Ekşi Su,Vasgirt Hepsi ve her şey çok güzeldi, hoştu yedik, içtik, gezdik tozduk…. Ama, biz Erzincanda , Hele hele feyz aldığımız bu okulumuzda , Ne gibi , bir hatıra, hatırlanacak bir anı Bıraktık acaba? B.EKİNCİ 23 Tandırbașı ERZİNCAN YÖRESİNDE OYNANAN ESKİ SOKAK OYUNLARI SOKAKTA OYUN OYNAYAMAYAN COCUKLAR GİTTİKÇE YALNIZLAŞIYOR Sokak aralarında, top sahalarında, boş arsalarda çeşitli oyun oynayarak bedensel ve zihinsel kabiliyetlerini geliştiren ve eve mutlu bir yorgunlukla dönen çocuklarımız yok artık. İnternet kafelerin duman kokulu salonlarını dolduran çocuklar en yakınındaki arkadaşıyla bile konuşmadan sanal oyun oynuyor. Televizyon ve internet kablolarıyla adeta eve bağlanan küçükler, büyüyünce hem fiziksel hem de ruhsal sorunlar yaşıyorlar.Dışarıda arkadaşlarıyla oynamadığı için paylaşmayı bilmiyor. İletişim gücünü kaybederek içine kapanık hale geliyor. Sokakların güvensizliği ve oyun alanlarının azlığı çocukları eve kapanmak zorunda bırakıyor. Çocuklar apartman dairelerine sıkıştı.. Hatta bir şeyleri kırar döker diye salona ve mutfağa dahi sokulmadan küçük bir odanın içinde büyüyorlar. Kısmen bir psikoloğun konuşmasından almış olduğum yukarıdaki pasajdan maksadım, geleceğimizin can suyu olan cocuklarımıza hayat verecek uygun ortamları ve şartları hazırlamak için aileyi ve ilgilileri bu konuda düşünmeye sevk etmektir. Aşağıda ele almak istediğim konu; Erzincanın yaşlı kuşağının çocukluk yıllarını, bugünkü çocuklarımızdan daha şanslı kılan sokak oyunları hakkında bilgi toplamak ve bu bilgileri Erzincan’ın kültürünün folklor kaynağı içine dahil etmek için fırsat yaratmaktır. 3 yıl önceki Tandırbaşı dergimizde; “ Tandırı görmemiş ve işlevlerini yaşamamış olan gençlerimize ve çocuklarımıza ,”Tercan da tandırbaşı” konusunu “ işlemiş ve unutulmuş olan bu kültürümüzün hatırlanmasını ve öğrenilmesini sağlamaya çalışmıştım. Tercan’da yetişmiş olan ve bugün 60-70 yaşlarındaki akraba ve dostlarla bir araya geldiğimizde, Tercandaki eski sokak oyunlarını anımsamaya çalıştık. Bu yazının bünyesini asgaride tutmak için, ben sadece o günkü sokak oyunlarının isimlerini ve özet tariflerini vermeğe çalışacağım. Benim vereceğim bilgilere diğer ilçelerimizden ve Erzincanın içinde o günleri yaşamış olanlardan toparlanabilecek bilgilerle, ilerisi için kıymetli bir arşiv oluşturabiliriz diye düşünüyorum. Tercan’daki sokak oyunlarından aklımızda kalanları şöyle sıralayabilirim: 1.Kol Topu: Bugün Dünyanın birçok ülkesinde oynanan kriket oyununa benzer bir oyundur. Yün veya çaputtan yapma, elma büyüklüğünde bir topa 50-60 santimlik bir sopa ile vurularak, ebe ve kovalayıcının yarışma sporu. Bu oyun bir çok cocuğun birlikte oynadığı kolektif bir oyundur. 2. Aşık-Aşuh – aşşık oyunu: Tarihi çok eski bir çocuk oyunu olan ve günümüzdeki çocukların pek oynamadığı aşık oyunu Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divan ü lügat-it Türk’te geçmektedir. Koyun, keçi ve oğlak gibi küçükbaş hayvanların ön ayaklarının diz kapağından çıkan bir kemikle oynanan ve oynayanlar arasında, sevgi ve rekabeti hakim kılan, başarıda kabiliyet isteyen en zevkli sokak oyunudur. Aşık oyunu, tarihi bir Türk oyunu olup, daha ziyade Türkiye ve Türkistanda çok yaygındı. Giderek yerini misket oyununa bırakmıştır. Sokakta veya evlerin damlarında oynanan aşık oyununu sadece erkek çocuklar oynar.Aşşık’ın oyun şeklinin birçok türleri vardır. Bunlardan bazıları; Alçilerim, şekbene, sorikot, katkat, lez gibi… Aşıkların yerde duruş şekillerine göre yüzeyleri; çiğ , töğ, şeğ, mire ve alçı gibi isimler alırlar. Üst ve alttaki çıkıntılı kısımları eğelenerek, veya aşığın “ çiğ” kısmına kurşun dökülmek suretiyle aşşık’a bir kimlik kazandırılır. Heneke veya sağa denen aşık, sahibinin eline yatkın baş aşıktır. Her oyuncunun bir henekesi ( sağa) sı vardır. Aşıklar sahiplerinin zevklerine ve yaratıcılıklarına göre boyanır. Soğan kabuğu veya kök boyalar aşıklara bir cazibe kazandırır. Oyuncu aşık’ı yere sektirdiğinde, karnı veya sırtı yere değmeden dik durması halinde aşık mire gelmiş olurki, bu atıcıya önemli avantaj sağlar. Aşıkları biten çocuğa “ uduzdu veya yuduzdu” denir. İnternette aşık hakkında birçok bilgi bulmak mümkündür. 3. Anonim karekterdeki oyunlar: 224 Tandırbașı Bu oyunlar Türkiye’de her yerde oynanan oyunlardandır. Bunlar, “Birdirbir, Hamam kubbesi, uzun eşek, Beştaş, cüz, çelik çomak (çelik çubuk), saklambaç ,körebe “ gibi oyunlardır. 4. Tercanda oynanan Çocuk oyunları: Cıttıli (saklambaç), Gakkıl,( ana araçlar sopa ve teneke kutudur) Yerli degenek,( ana araç, sopadır) Sivdi sivdi, Koç,( ana araçlar yuvarlak ve yassı taşlardır) Leppik, ( ana araç düz, ince taşlardır) Alman-Rus oyunu( ikinci cihan harbi günlerinde yaratılmış bir oyun olup, çocukların devletlerle ilgili bilgilerini arttırırdı), Dükkancılık ( Tükan Tükan). Bu oyunla çocuklar ticaret yapmaya, yöneticiliğe, alışveriş yapmaya alışırdı. Askercilik ( esger esger): Çocuklar bir askeri birlikteki her şeyi taklit eder, askeri rütbeleri ve askeri birlik yapılarını kusursuz öğrenir ve düşmana karşı savaşmanın eğitimi yapılırdı. Sigara paketlerinin kapakları ile oynanan oyunlar. oyunları vardır. Bunların hepsini birleştirip, Erzincan tanıtan kitapların ilgili kültür bölümlerine ilave edebiliriz. Zira bunları yaşayanları ileride bulmak çok kolay olmayacaktır. Bir sonuç çıkarmak gerekirse; Yaşıtlarımız şunda fikir birliği içindeyiz: İkinci dünya savaşının bütün olumsuzluklarını yaşamış bir nesil olmamıza rağmen, sokaktaki o birlik ve beraberliğimiz sayesinde , dostluklarımız ve dayanışmamız halen devam etmektedir. Bir araya geldiğimizde, konuşacak ve paylaşacak çok konular bulabiliyoruz. Daha çok kelimeyle konuşabiliyoruz. Yoksul yılların çocukları olmamıza rağmen, sokağın verdiği can suyu ve enerji ile sağlıklı nesil sayılabiliriz. Bu vesileyle Güzel Erzincan ve Tercan’ın kurtuluş bayramlarını kutlar saygılar sunarız Hazırlayanlar : Nezir Şener (Emekli müzik öğretmeni) Remzi Şener ( rsener1@superonline.com)( emekli general) 5. Kız Çocuklarının Oyunları: Çizgi taşı, ve evcilik oyunları. Bu oyunlar kız çocuklarının kendilerinin yaptıkları bebeklerle oynanır ve bu oyunlarda ilerde anne olmanın sorumluluğuna alışırlardı. Bu el yapımı bebeklere ( Hemeçcik) adı verilirdi. Buradaki H harfi Ğ ile söylenirdi. Değerli Hemşerimiz İşadamı Hayırsever 6.Son olarak “Kurtuluş günü oyunu” : Tercan’ın düşman işgalinde kurtuluş tarihi olan 17 şubat günleri, rahmetli Hamdi Dumlu hocamızi kurguladığı “Tercan’ın kurtuluş günü gerçek bir savaş havasında kutlanır. Her 17 Şuıbatta bütün Tercan halkı gerçek bir kurtuluş mücadelesini bütün heyecanıyla yaşar. İşte biz çocuklarda bu bayramlardaki gözlemlerimizi kendi aramızda yarattığımız bir senaryo dahilinde o günleri yaşıyormuşcasına kurtuluş bayramı oyununa dönüştürmüştük. Yukarıda özetlenen sokak oyunlarının nasıl oynandığının ayrıntılarını ve şekillerini bu sayfalara sığdırmak mümkün olmadığından, sadece ana başlıklarla sıralamakla yetindik. Biliyorum ki, Güzel Erzincan’ımızın içinde veya kasaba ve köylerinde yaşamakta olan eski nesillerin de bu yazıya katacağı Erzincan Sokak BAŞ SAĞLIĞI UĞURHAN TUNÇATA Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Ailesine ve hemşehrilerimize Başsağlığı dileriz. Dernek ve Vakıf Yönetim Kurulları Tandırbașı TANDIRBAŞI Fahri TAŞ. “ TANDIRBAŞI…” Telaffuz ettikçe daha bir anlam kazanan, özellikle de biz gurbetteki Erzincanlıların hayalinde bin bir güzelliği, bin bir hatırayı çağrıştıran bir kelime Tandırbaşı. Bundan çeyrek asır önce (Şimdilerde neredeyse yarım asır önce) elinizde tuttuğunuz bu dergiyi çıkarmaya karar veren hemşerilerimizden, ağabeylerimizden kim veya kimler bu adı bulmuşlar ve dergimize vermişlerse, hepsini bir kere daha şükranla, saygıyla anıyoruz. Tandırbaşı’nın ne demek olduğunu, ya da neler çağrıştırdığını bilmeyen hemşerilerimizin olabileceğini sanmıyoruz.” Değerli okuyucular, yukarıdaki satırları Tandırbaşı Dergisi’ nin, on üç yıllık aradan sonra yayınına yeniden başladığı Şubat/1990 tarihli sayısında kaleme almıştık. İlk sayısı Şubat 1966’da yayınlanan ve artık geleneksel hale gelen 13 Şubat Kurtuluş Gecesi’nin tamamlayıcısı olan Tandırbaşı Dergisi’ni bir kere daha sizlere hatırlatmak, genç kuşaklara da tanıtmak istedik. Dergi, dernek tüzüğünde belirtilen:”İlimizin tarihî, turistik ve kültürel değerlerini tanıtmak, yaşatmak, sahip çıkmak,hemşerilerimizin sosyal, kültürel ve fikrî gelişmelerine katkıda bulunmak” amacıyla, her yıl en az bir sayı olmak üzere yayınlanması düşünülmüş. Dergi, 1975 yılına kadar zengin içeriklilerle okuyucularına ulaşmış. 1975 yılında dernek yönetimindeki değişiklikler sonucu amacından ve geleneksel yayın anlayışından uzaklaştırılmış. Birtakım açık olmayan niyetlerin ve ideolojik görüşlerin aracı haline getirilmiş. Şekli, kapak resimleri, sayfa sayısı ve yayın periyodu tamamen değiştirilmiş. 1975 yılında Ekim, Kasım, Aralık aylarında çıkan üç sayıda içeriğin tamamen değiştiğini görüyoruz. O zamana kadar çıkan dokuz sayıda herhangi bir ideolojik yazıya rastlanmazken, Ekim/1975 sayısında “ÇIKARKEN” başlıkla yazıda şöyle dinilmektedir:” Derneğimiz ve bununla birlikte Tandırbaşı Dergisi bu sayıdan itibaren önemli bir görev üstlenmiştir.” Bir sonraki sayıda ise: “OKURLARIMIZA” başlıklı yazıda:” 27 yıllık bir 226 geçmişten sonra yeni bir ruhla Ekim ayı başında yayın hayatına başlayan Tandırbaşı’nın büyük eksiklikleri ve hataları olduğunu şu kısa dönemde gördük. Bu hata ve eksiklerimiz üzerine sünger çekmek gibi bir sorumsuzluğu taşımıyoruz. Tam tersine devrimci eleştiri metodunu ilkin kendimiz için kullanmak gerekliliğine inanıyoruz.” Aralık/1975 sayısında ise yine:”OKURLARIMIZA” başlıklı yazının son bölümünde :” İşçilerinköylülerin-gençliğin günlük çıkarları için mücadeleden kaçınmak veya bu mücadeleyi küçümsemek yahut hiç tanımamak gerici bir burjuva anlayışıdır. Aynı şekilde ilerici, demokratik ve ekonomik mücadeleyi, iktidar mücadelesi olarak görmek de ezenlerin iktidarının başka biçimlerde devamına hizmet etmektir.” Denilerek.çoğunun yazarı belli olmayan yazılarla doldurulmuş. 1977 yılının ilk sayısında ise: “Tandırbaşı, halkımızın ekonomik, demokratik isteklerinin mahallî emperyalist, kapitalist sömürünün ve onun yönetim biçimlerinden Faşit Devlet’in teşhir aracı olmaya çalışacaktır. Bu görevin yerine getirilmesi tüm ezilenlerin birliğine ve yardımına bağlıdır. Tandırbaşı, öz eleştiriye-samimi ve yapıcı eleştiriyesonuna kadar açıktır. Yaşasın tüm ezilenlerin birliği…” denilerek gerçek niyetlerin ortaya konduğunu görüyoruz. Bu niyetleri ortaya koyanlar, ne yazık ki yazdıkları yazıların altına imzalarını koyamamış, bütün vebali Tandırbaşı’na yüklemişler. Daha sonra da, gerçek sebebini tam bilemiyoruz ama dergi artık yayınlanamamış. Değerli okurlar, bilindiği üzere o yıllarda ülkemiz kısır siyasi çatışmalarla bir kaosa sürüklenmiş ve neticede 12 Eylül 1980 ihtilalı gerçekleştirilmiştir. Bu arada başta siyasi partiler olmak üzere pek çok sivil toplum kuruluşunun da faaliyeti durdurulmuş, mal varlıkları da kayyumların yönetimine verilmiştir. 1975 ve 1980 döneminde yukarıdaki fikirlerin sahibi olan yöneticiler, bu fikirleri eyleme dönüştürmüşler ve Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği’nin, Sıkıyönetimce kapatılmasına sebep olmuşlardır.. Bu yöneticiler Mahkemelerce aranmış bulunamamış ve Sıkıyönetim Uygulamaları ve Tandırbașı yasalar gereği, Derneğin Mahkemece kapatılması yoluna gidilmiş, ancak eski başkan Av. Bekir Ekinci ‘in uğraşıları ve takipleri sonucu, derneğin devam ettirilebilmesi için yönetim kurulu yerine, DSİ.de memur Casim Ağca’nın Derneğe bir kayyum atanması suretiyle çözümlenmiştir.. Casim Ağca, bu sürecin hikâyesini Tandırbaşı Dergisi’nin Şubat/1990 sayısında anlatmaktadır. Tandırbaşı Dergisi. 1992-1996 yılları arasında da başta ekonomik sebepler olmak üzere çeşitli sebeplerle altı sayı yayınlanamamış. Anlatmaya çalıştığımız çalkantılı dönemler de dahil, Tandırbaşı Dergisi yılda bir sayı da çıksa, yayınlandığı 31 sayı boyunca önemli görevler üstlenmiştir. Bu yazıyı hazırlarken hemen bütün sayıları tek tek inceledim ve şunu gördüm.Erzincan’la ilgili akla gelebilecek her konu az ya da çok Tandırbaşı sayfalarında yer almış Erzincan üzerine düşünen, araştıran, inceleyen yazı sahipleri pek çok konuda tespitler yapmışlar, fikirlerini beyan etmişler, yol göstermişler. Tandırbaşı’nın sayfaları çoğu zaman Erzincan üstüne söylene şiirlerle donatılmış. Zaman zaman bizleri gülümseten fıkralara, anekdotlara yer verilmiş. Sadece adını duyduğumuz ama kendileri hakkında bilgimiz olmayan pek çok değerli hemşerimiz ve hizmetleri yine bu sayfalarda tanıtılmış. Erzincanlı olmayıp ta Erzincan’da bulunan, Erzincan’ı gönülden seven insanların yazılarına da çokça rastladık. Genç kuşakların hiç görüp, yaşayıp tanımadığı eski Erzincan şehrinden, depremlerden, yöresel gelenek ve göreneklerden tutun da, günümüz modern Erzincan’ının geçmişini, gelişimini hatta geleceğini konu alan pek çok yazı var. Son on yılın önemli kültür ve sanat olayları ve bütün Erzincanlıların özlemi olan Erzincan Üniversitesi ile ilgili yazılara da epey yer verilmiş. Bütün bunların yanı sıra ta 1948 yılında kurulan ve “Kamu Yararına Çalışır Dernek” unvanına sahip “Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği”( ERZİNCANDER) ile 13 Ocak 1998 de kurulan “Erzincanlılar Kültür v e Sağlık Vakfı” ( ERKÜSAV ) ‘ın çalışmaları derginin her sayısında yer almış. Dernek ve Vakıf , hemen hemen aynı amaçlara hizmet ettikleri için, faaliyetlerini de birlikte yürütmüş ve Tandırbaşı Dergisini de birlikte çıkarmışlardır. Dile kolay, derginin ilk yayınlandığı yıl (1966) doğan çocuklar bugün 43 yaşında. Kısacası “Tandırbaşı Dergisi”nin elinizde bulundurduğunuz 33. Sayısı da dahil, Erzincan’la ilgili araştırma yapacaklar için, Erzincan’ı tanımak isteyenler için, Nostaljik duygular yaşamak isteyenler için bulunmaz bir kaynak, hatta bir hazine. Tandırbaşı Dergisi elbette ki pek çok hemşerimizin maddi ve manevi desteklerliyle ve daha da önemlisi yoğun emekleriyle çıktı ve bu güne ulaştı. Derginin kapakları genellikle Erzincan’la ilgili güzel fotoğraflarla süslenmiş. Yapabildiğim tespitlere göre derginin Yazı İşleri Sorumluluğunu ilk 10 sayıda Avukat Bekir Ekinci,1975-1977 döneminde ayda bir kez çıkan 7 sayıda sayıda İbrahim Şimşek, 3 sayıda Murat Cano, 1990-2008 döneminde 2 sayıda .Hüseyin Ağca ve 2 Sayıda da Fahri Taş ve 6 sayıda yine Bekir Ekinci üstlenmiş. 1976 ve 1977 yıllarında yayınlanan iki sayıda ise sorumlu yazı işleri müdürü yok. Bu güne kadar çıkan sayılarda 195 değişik yazı sahibinin 260 yazısı yayınlanmış. Okuyarak, araştırtarak, emek vererek bu yazıları hazırlayanlara, tarihimizin ve kültürümüzün gelecek kuşaklara aktarılmasına vesile olan yazı sahiplerine, Tandırbaşı dergisinin yayınlanmasında emeği geçen herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Aramızdan ayrılanlara Allah’tan rahmet, hayatta olanlara da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz. Şubat/1990 sayısındaki dileğimizi burada bir kere daha tekrarlamak istiyoruz: “Evet değerli hemşerilerimiz, istiyoruz ki, TANDIRBAŞI Dergisi Erzincan’la ilgili her türlü meselenin yazılıp çizildiği, konuşulup tartışıldığı bir yer olsun. Hemşerilerimizin tecrübeleri, fikirleri, görüş ve düşünceleri sorunların çözümünde yol gösterici olsun. Pek çok kültür değerimiz yok olup gitmeden, Tandırbaşı’nın sayfalarına aktarılsın ve ebedileşsin. Erzincan’la ilgili inceleme ve araştırma yapan hemşerilerimizin yazıları Tandırbaşı’nın sayfalarını süslesin. Kısacası, eski Tandırbaşı ortamını bu derginin sayfalarında yaşayalım ve gelecek nesillere bir şeyler bırakalım.” 27 Tandırbașı ERZİNCANDA 31 MART VAKASI Tarihimizde 31 Vakası olarak geçen olay, bir irticai-harekettir. Eski Rumi tarihinin 31 Mart’ına( 13 Nisan 1909) rastladığı için “31 Mart Vakası” denmektedir. Rumeli’ inde “ Nigehan-ı Meşrutiyet” ( Meşrutiyetin Bekçileri) adını alan ve hürriyet rejimi için emin kuvvet olarak İstanbul’a getirilen Avcı Taburları, 31 Mart günü sabaha karşı taburdaki subaylardan bir kısmını ağaçlara bağlamış ve bir kısmını da odalarında hapsettikten sonra sokağa çıkarak “Padışahım çok yasa, şeriat isteriz” naralarıyla Ayasofya meydanın daki Osmanlı Mebusan Meclisi önünde toplanmışlardır. 200 Kadar hoca’da tekbir getirerek bu asilere katılmış ve onbaşı ve çavuştan seçtikleri kumandanlar , Hamdi Yaşar adlı çavuşun Başkumandanlığı altında , isyanın umumi olmasını ve halkın katılmasını temin etmeye çalışıyorlardı. 5-6 bin kişiyi bulan bu asiler grubu Milli Meclisi sarmış ve açılan yaylım ateşi sonucu Laskiye Mebusu Mehmet Arslan bey ile Adliye Nazırı Nazım Paşa öldürülmüş, Bahriye nazırı Rıza paşa ise yaralanmıştı. Harbiye nazırı Ali Paşa ve ileri gelen kumandanlar kenara çekilmiş, asiler Donanmadan Asar-ı Tevfik Zırhlısı’nın suvarisi ve Bahriye Silahendez Taburu kumandanı Binbaşı Ali KubuliBey’i alarak Padışah Abdulhamit’in bulunduğu saraya götürüp orada “şeriat isteriz , padişahım çok yaşa” bağırmaları arasında süngülerle öldürmüşlerdir. İstanbul’da terör estiren asiler, Hükümetin değişmesini, şeriat hükümlerinin hemen tatbik edilmesi, bazı milletvekillerinin sınır dışı edilmesi, mektepli subayların yerine alaylı subayların getirilmesi gibi birçok istekte bulunmuşlardır. İstanbul’da ki bu ayaklanma devam ederken, yurdun birçok yerinde ve özellikle ordu merkezlerinin bulunduğu Doğu 228 bölgesinde, Erzincan ve Erzurum’da da benzer olayların olduğu ve isyanın buraları da etkilediği görülmüştür. Erzincan ve Erzurum olaylarının nasıl bastırıldığı, 3 ncü Cumhurbaşkanı merhum Celal BAYAR “BEN DE YAZDIM “ kitabının 158-160 sahifesinde söyle anlatılmaktadır: “İstanbul’da başlayan isyan memleketin hemen hemen her tarafında ve bilhassa askeri garnizon bulunan yerlerde tesiri göstermişti. Doğu Bölgesi’ n de Erzincan ve Erzurum’daki tesiri daha büyük olmuştu. Erzincan da 31 Mart’tan az evvel: “İsyan olacak, askeri okul öğrencileri ve mektepli subaylar öldürülecek, Ermeniler ortadan kaldırılacak ve nihayet şeriat istenecek” şeklindeki sözler, kulaktan kulağa fısıldanıyordu.Denildiği gibi 31 Mart günü (13 Nisan 1909) asker burada da ayaklandı. Erzincan garnizonundaki bütün birlikler, Sancaklarına “Kura-ı Kerim” bağlanmış olduğu halde ellerinde silahlarıyla şehir içinden geçerek Koşu Alanı’ nda toplandı 1520 tabur arasındaki bu asi kuvvetin kumandanı , bir suvari baş çavuyu idi.Başlarında subayları yoktu. Yalnız Kurmay Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey’in de (Milli mücadelede kumandan, daha sonra mebus ve diplomat Kemalettin Sami Paşa’dır) bunlar arasında yer aldığı görülüyordu. O da şeriat istiyordu. Ölüm pahasına da olsa sonuna kadar kendileriyle beraber olduğunu temin etmiş ve buna arkadaşlarını inandırmıştı. Hakikatte genç yüzbaşı irticaın düşmanı, Meşrutiyet İnkilabı’nın en hararetli taraftarlarındandı. Ordu kumandanının kendisine verdiği vazifeyi yerine getirmek istiyordu. Bu arada şunu da kaydetmek lazımdır ki Merkez Taburu, isyana Tandırbașı katılmamıştı. Üzerine varılır, zorlanırsa silahla karşı koyacağı anlaşılıyordu. 4. Ordu Kumandını Müşir İbrahim Paşa, yanında Erzincanlıların çok sevdiği ve saydığı din adamlarından Şeyh Hacı Fevzi Efendi ( Fevzi Efendi, Sivas Kongresine katılmış ve daha sonra Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Erzincan’ı temsil etmiştir.) olduğu halde topluluğun bulunrduğuv yere geldi. Asilerin kumandanı olan Başçavuş ve Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey tarafından karşılandı. Aralarında bir konuşma oldu. Fakat bir anlaşmaya varılamadığı için Başçavuş birden elindeki “filinta”yı Paşa’nın göğsüne çevirdi. Bu hali görenler dehşet ve hayret içinde neticeyi bekliyordu. Paşa, fena bir söz sarfederek adamı kırbaçlamaya başladı.Bu cesur davranışı ile Paşa, hem hayatını kurtardı ham de karşısındakilere karşı manevi bir hakimiyet elde etmiş olarak doğrudan doğruya asilerle konuşmak imkanını buldu. Ordu kumandanı İbrahim paşa ve Şeyh Fevzi Efendi, asilere istediklerinin yapılacağını söylediler. Yalnız, Ermenilere ilişmekten “ Hüküme’ti müşkül duruma düşüreceği için vazgeçmelerini tavsiye ettiler. Daha esaslı konuşmak ve anlaşmak için ertesi günü bütün kumandanların (çavuş ve onbaşıların) Müşirlik Dairesi’ne gelmelerini telkin ettiler. Bunun üzerine asker, kışlalarına dönmeye razı oldu. Yalnız suvariler, yol üzerindeki İttihat ve Terakki Kulübü ile diğer bir siyasi kulübün levhalarını kılıçlarıyla parçaladılar. Ertesi günü Müşirlik Dairesi’nin önünde 150-200 keder silahlı askerlerin sıralandıkları görüldü. Bunlar, asilerin bir gün önceki kumandanları, çavuş ve onbaşılardı. Müşir Paşa’ya verdikleri randevuya sadık kalmışlardı Paşa da meydana çıktı. Ufak bir el işareti yaptı. Binanın iki tarafından ortaya çıkan askerlerin yıldırım suratıyle, asileri çevirdikleri görüldü. Silahları ellerinden alındı. Bu başarıdan sonra Paşa, kışlalarına gidip askerlerle doğrudan temas etti. Nasihatlarıyla hepsini yola getirdi. Subayların kumandasında disiplin talimlerine başladı. ( Kara kuvvetlerini kumandanı Orgeneral Cemal Gürsel’in Erzincan’da askeri orta okulda öğrenci iken bizzat şahit olduğu bu olay- kendisinin notlarından alınmıştır.) Bundan sonra ordu kumandanı Erzurum’a gitmiş ve hayli alevlenen bu ihtilal teşebbüsünü yönete Tümen kumandanı Korgeneral Yusuf paşadır.( Bu paşa İstanbul’da Divan-ı Harbi’ kararıyla idam edilmiştir.) Ordu kumandanı Müşir İbrahim Paşa Erzincan’da olduğu gibi burada da Asilerle yaptığı görüşmeler sonunda kan dökülmeden bu isyanı bastırmış ve İstanbul’a ki Sadrazamlığa çektiği telgrafla “İstanbul’da türeyen müstebit ve mürtecilerin, Meşrutiyet İdaresinin şeklini değiştirmeye teşebbüs ettikleri işitilmiştir. 4. Ordu, bu yıkıcı hareketi şiddetle protesto eder. Kanun-i Esasi-‘nin ve Meşrutiyetin korunması için vatanperverane bir duygu ile kanının son damlasını akıtmaya azimli olarak İstanbul üzerine yürümeye karar vermiştir. Trabzon’a yeter miktarda deniz vasıtası yetiştirilmesini istirham ederim.” Talebinde bulunmuştur. Derleyen : Bekir EKİNCİ DERNEK – VAKIF YAYINLARI Büyük Güçler ve Ermeni Kıskacındaki ERZİNCAN’IN ALBAYRAĞA KAVUŞMASI Prof.Dr.Enver Konukçu *** ERMENİLER VE ERZİNCAN MEZALİMİ Pr.Dr.CemalAYTEMİZ 29 Tandırbașı ERZİNCAN LİSESİ’NİN 60. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ Metin TOMBUL Değerli kardeşim Fahri TAŞ’ın; “Erzincan Lisesi 60 yaşında” adlı eserinden aynen alıyorum: “Yazın otlar ve gelinciklerle, kışın karla kaplı tarlaların ortasında, yüzünü Kazankaya’ya, üç bacağını Kırklar Tepesi’ne uzatan tek katlı binayı ilk defa 1948 yılının Ağustos ayında gördüm.” Profesör Dr. Sayın Gürbüz ERDOĞAN, elli yıl öncesinin lise binasını böyle hatırlıyor. Gerçekten de, bugün yerinde Merkez İlköğretim Okulu ve Melikşah İlköğretim Okulu’nun bulunduğu bölge, depremden sonra kurulan muvakkat şehre oldukça uzak, tarlaların içerisinde, yazın tozlu, kışın çamurlu bir bölge imiş. İşte bu yöreye yapılan ve 15 Ekim 1946 günü hizmete giren Ortaokul binasının tabelası 30 Eylül 1948 günü LİSE olarak değiştirilir. Artık ERZİNCAN LİSESİ resmen açılmıştır. Erzincan bir “Lise” ye kavuşmuştur. Ve bundan böyle, ortaokulu bitirip de tahsiline devam etmek isteyenler, “Hangi şehirdeki liseye gideyim?” endişesinden kurtulmuşlardır. Erzincan Lisesi’nin 60. Kuruluş yıldönümü bu yıl büyük bir tesadüf eseri olarak “Ramazan Bayramı”nın arifesine denk geldi. Türkiye’nin dört bir yerinden kutlamalara katılmak için gelecek olanlar da ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu nedenle “Kutlama Komitesi” yerinde bir karar alarak, kutlamayı bayramdan sonraki Pazartesine; yani 6 Ekim gününe aldı. Bu karar herkese rahat bir nefes aldırdı. Bayramı eşi dostu ve çoluk çocuğuyla birlikte geçirmek isteyenler problem yaşamadan ilk iki günü evlerinde kutlayıp, üçüncü günü Erzincan’a geldiler. Erzincan Garı bir kez daha tarihin muhteşem günlerinden birini yaşadı. İstanbul’dan kalkan özel tren, Ankara’dan da değerli yolcularını alarak bozkırın ortasında ağır ağır adımladı Anadolu’yu… Ve 3 Ekim Cuma günü saat 14’ü gösterirken çocukluk ve gençlik yıllarından aşina olduğumuz acı düdüğünü öttürerek girdi Erzincan Garı’na büyük bir karşılama kitlesinin meraklı bakışları arasında. Davul – zurna çalıyor, kameralar görüntü 230 alıyor. İnsanlar birbirine sarılıp öpüşüyor, kahkahalar önce havada uçuşup sonra yere düşüyor. Büyük bir kalabalık da Lise’nin bahçesinde trenle gelecekleri bekliyor, konuşup gülüşüp, şakalaşarak. Derken Lise’nin bahçesi ana baba gününe dönüyor bir anda. 40 yıllık, 45 yıllık hatta 50 yıllık özlemler gösteriye çıkıyor. Sarılmalar… Sarılmalar… Sarılmalar… Öpüşmeler… Öpüşmeler… Öpüşmeler… Bu mutluluğu yaşayanlara da, yaşatanlara da helal olsun…Ve 6 Ekim Pazartesi sabahı. Uzun bayram tatilinin ardından okul tekrar açılıyor. Öğrenciler tören alanında yerlerini almışlar ama karşılarında hiç görmedikleri, hiç tanımadıkları yaşlı başlı, kelli felli erkekler, olgun görünümlü modern hanımlar olan büyük bir kalabalığın şaşkınlığını yaşıyorlar. Sonunda bu ellisini çoktan devirmiş, rotayı olgunluk dönemine çevirmiş insanların “Eski Mezunlar” olduğunu öğreniyorlar. Merasim başlıyor, komut veriliyor. Bayrağı her zamanki gibi yine Baba Turan tutuyor. Alanı dolduran kalabalık coşkuyla söylüyor “İstiklal Marşı”nı. Ardından etkinlikler bir bir devam ediyor. Bizim gurupta organizeyi yapan iki kahraman var. Onlar geçen yılki toplantının ardından dediler ki: “Erzincan Lisesi’nin 2008’deki 60. Yıl Kutlamaları’nda Erzincan’da toplanalım kutlamayı okuduğumuz lisenin önünde öğrencilerle ve öğretmenlerimizle birlikte yapalım.” Bu fikir herkes tarafından kabul gördü. Günlerin ve ayların bir an evvel geçip gitmesini sabırsızlıkla bekledik. Olayları çok yakından takip ettiğim için, organizasyonun her aşamasında karşılaştıkları güçlüklerden ve üstesinden geldikleri olumsuzluklardan günü gününe olmasa bile haftası haftasına haberdardım. İşleri rayına oturtmak en az ikiüç ay sürdü. Nerdeyse üç yüz elli kişiye ulaştılar kolay değil bu, zaman alıcı bir şeydi üstelik. Programı oluşturmak ve uygulamaya koymak belki daha da zordu. Sağ olsunlar zoru başardılar ve hiçbir olumsuzluk yaşamadan, büyük bir topluluğu bir araya Tandırbașı getirmeyi, tutmayı ve mutlu etmeyi becerdiler. Erzincan’daki organizasyonda emekleri geçen, zamanlarını bize fedakârca ayıran Eczacı Saldıray BAYDEMİR ve Emekli öğretmen, ressam Yaşar METE kardeşlerimizin çabaları ve katkılarını da vurgulama gerektiği inancındayız. Bizleri konuk eden, ağırlayan, bağrına basan insanlara teşekkür borcumuz olduğunu biliyoruz ama o kadar çok ki hangi birine teşekkür edeceğimizi şaşırdık. Belediye Başkanı Mehmet BUYRUK kardeşimize mi, bayrağı bugün gururla taşıyan Lise müdürü Ali Fuat BAŞ kardeşimiz ve öğretmen arkadaşlarına mı, Değerli medya ve basın kuruluşlarına mı? Allahınızı severseniz biraz yardımcı olun biz kime, kimlere teşekkür edeceğiz. En iyisi bizden birileri olan tüm Erzincan halkına teşekkür edip kurtulalım bu yükten. Sevgili Fahri TAŞ ve Sevgili Turan YILMAZ; Yüreklerinden sevinç, gözlerinden mutluluk fışkıran, arzulu, istekli, neşeli, hayat dolu, yüz ellinin üzerinde insanı Türkiye’nin çeşitli kent ve beldelerinden, işlerinden güçlerinden, ailelerinden koparıp doğunun peşinde, daima yeni bir şeyler yaratma çabasındadır… Erinmez, üşenmez. Aktivitesine ben yetişemedim, yetişebilene aşk olsun. Görev tutkunu bir insan. Onun adı Fahri TAŞ. Gönül dostu, can arkadaş. Diğerini ise üzerinden kırk beş yıldan fazla zaman geçtiği halde hâlâ anlayabilmiş değilim. Yahu kardeşim senin özel hayatın yok mu? Nedir hep başkaları için kendini feda etmeye çalışman. Bir değil, iki değil bu gidişle sonu gelecek gibi de değil. Yoksa seni ayakta tutan, insanlara olan sevgin ve onları mutlu etme çılgınlığın mı?.. Devam et, bildiğin ve inandığın yolda gitmeye devam et Baba Turan!.. Peki hanımlar, beyler siz niye kiminiz paçaları, kiminiz etekleri tutuşmuşçasına koşa koşa bindiniz trene, uçağa, otobüse, soluğu Erzincan’da aldınız?.. İşiniz gücünüz yok mu sizin? Eviniz barkınız, çoluk çocuğunuz yok mu? Yemin olsun sizi hiç mi hiç anlayamıyorum. Pes ki pes. Ya sendeki o büyük sevgiye ne demeli Fikret KORKMAZ hocam? Her seferinde muhterem eşin Yurdanur Hanımı da ta Trabzonlardan getirerek bizi mutlu etmen hangi kelimelerle ifade edilebilir?.. bu şirin kentinde nasıl bir araya getirdiniz? Vallahi ikinize de pes!.. Ben ona Evliya Çelebi derim. Hep değişik yerlerde, aradığınızda bulabileceğinizi zannettiğiniz yerlerden menzil menzil uzaklardadır. Daima sürpriz Bizimle öğretmen değil de; bir kardeş, bir arkadaş gibi birlikte olmana, gülüp eğlenmene ne demeli. Baş muavin olduğun için zaten derslerimize de girmezdin. Üstelik biz Almanca şubesinde de değildik. Gönül 31 Tandırbașı kapılarını bizlere açıp hepimizi evladın veya küçük kardeşin gibi sevdiğin için sana da pes... Ya siz; gündüzlerimiz yetmiyor gibi gecelerimizi de paylaştığımız çocuklar! Çoğunuz Erzincanlı bile değildiniz ama Erzincan’ı ve Erzincanlıları sevdiniz, benimsediniz, kendinizi Erzincanlı hissettiniz. Hepiniz değişik nedenlerle aramızda olmuş, ailenizin konumu dolayısıyla paylaşmıştınız bizimle sınıfları, sıraları. Topu topu üç yıl, beş yıl. Daha sonra okul bitmiş, herkes kendi yoluna gitmişti. Bizi de, birbirinizi de, o çılgınlık günlerini de unutabilirdiniz, hafızanızdan silip atabilirdiniz. Nasıl olsa yaşamın labirentlerinde bir daha karşılaşma şansınız çok azdı. Niye halen daha görüşüyorsunuz, sarılıp öpüşüyorsunuz, değişik şehirlerden birkaç günlük birliktelik için dünyanın fedakârlığını yapıyorsunuz anlamıyorum. Dostluk, arkadaşlık bu kadar önemli, bu kadar kıymetli mi? Size de pes arkadaş… Canımı acıtan, buruk bir sancı var yüreğimin bir yerlerinde. Ben sevgili müdürümüz Hidayet PASİN’in okuldaki törende öğrencilerin karşısında bizlerle birlikte olmasını isterdim. Ben Ümit GÜNGÖR öğretmenimi eşi Güler öğretmenimizle birlikte tüm yakışıklılığıyla beyaz eşofmanlarını giymiş olarak aramızda görmek isterdim. Ben Mustafa YILDIRIM öğretmenimizi eşi Gülsevin öğretmenimizle birlikte o güleryüzlü tavrıyla törende komut verirken görmek isterdim. Resim öğretmenimiz sevgili Nurettin ELBAŞI’yı o her zamanki bağışlayıcı tavrıyla çok aradım. Keşke coğrafyacı Ferda EVİRGEN öğretmenimiz de bizimle birlikte olabilseydi. Allahtan ki; Hüseyin AĞCA öğretmenimiz ve saygıdeğer eşi Neriman ablamız bizimle beraberdi. Keşke bizi biz yapan, üzerimizde anamız babamız kadar hakları olan diğer öğretmenlerimizin de sağlıkları müsaade etseydi de Erzincan’da geçen güzel günleri paylaşabilseydik. İnşallah bir dahaki sefere. Erzincan Lisesi’nde öğretmen olarak görev yapan tüm öğretmenlerimize kendim ve arkadaşlarım adına sağlıklı yıllar, uzun ömürler diliyorum. Hepsinin ellerinden tüm arkadaşlarım için binlerce kez öpüyorum. Onları çok özlemişiz meğer… Kaderin yaptığı azizliğe bakın ki bir çoğumuz okuduğumuz sınıflarda seneler sonra öğrencilere ders vererek akla havsalaya sığmayacak büyüklükte mutluluk duyduk. Lise Müdürü Ali Fuat BAŞ sana da pes… Şu saçma yazıyı okudunuz ya, size de pes!.. ERZİNCAN’DA DÖRT MEVSİM Ayrı bir güzeldir mevsimler Erzincan’da Bir tablo gibi işlenir ovasına, dağına. Karlar düşerken Munzur’un bağrına Yeşil ile beyaz kucaklaşır ormanlarında. Yaman olur kışın boranı,ayazı Buz tutar, kristal olur süsler saçakları. Bu mevsimde görsen Sakaltutan’ı Geçit vermez,buz tutar yolları. Düşmeye başlarken cemreler havaya,suya,toprağa Hayat yürür bereketli topraklardan dallara. Çiçek kokuları yayılırken bahçelerden sokaklara Coşkuyla akar Karasu ovada bir uçtan bir uca. Yaz günleri sıcak çöker düz ovaya Piknikler kurulur Refahiye, Eşgisu, Beytahtı’ nda. Huzur verir köpük köpük su Çağlayan’da Sıcak ile yeşil dansa kalkar yaz aylarında. Sonbaharda resmedilir yeşil ile sarı Refahiye dağlarında Bağ bozumu vaktidir Üzümlü, Bayırbağ’da. Badem, çemiç, bastığıyla Bitmeyen şarkıdır lezzet pınarlarında. Dr. Metin ÖZBEK 32 Tandırbașı ERMENİLERE NE OLDU? Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci Marmara Üniversitesi Osmanlı ülkesindeki Ermenilerin 1915 yılında yaşadıkları acılar, torunları sayesinde dünya çapında bir soykırım propagandasının konusu oldu. Amme efkârı da hemen yanlarında yer aldı. Buna mukabil Türkler, geç de olsa savunma vaziyetine geçti. Hâdisenin Rus cephesine yakın Ermenilerin emniyet mülahazasıyla yer değiştirilmesinden ibaret olduğunu; asıl katliamı Ermenilerin gerçekleştirdiğini tekrarlayıp durdular. Bu hususlarda çok konuşuldu. Her iki tarafın da ajite ettiği mesele kör döğüşüne dönüştü. Kangren hâlini aldı. Olup bitenlerin altında yatan gerçeklere fazla kafa yoran olmadı. Yoranlar da yormamış gibi davranmayı tercih etti. Sloganlarla konuşuldu. Ancak açıktır ki, bunlar meseleyi çözmeye yaramadı. Üstelik bundan daha ziyade Türkiye zarar gördü. Dışarıda tecrit ve tenkit; içeride huzursuzluğa sebebiyet verdi. Üzerinden bir asır geçmiş hâdiseyi, artık daha realist ve saplantılardan arınmış şekilde ele almak gerekiyor. Bir takım ön kabuller ve peşin hükümler bırakılırsa, bu tavrın imparatorluk sahibi bir milletin vakar ve haysiyetiyle daha uyumlu olduğu görülecektir. ** Türklerin Anadoluya gelmeye başladığı sıralarda, Anadolu’nun doğusunda Ermeniler yaşıyordu. Ortodoks Bizanslılar, kendi mezheplerinden olmayan Ermenileri baskı altında tutardı. Bu sebeple Ermeniler, Bizanslılara karşı Türkleri desteklediler. Türk fethinden sonra diğer yerli halklar gibi, bunlara da vatandaş statüsü tanındı. Çoğu sanat sahibi bir millet olan Ermeniler, Türklerin gelişiyle Anadolu’ya yayılıp şehir ve kasabalarda faaliyet gösterme imkânı buldular. Hatta o zamana kadar gelmelerine izin verilmeyen İstanbul’a Sultan Fatih tarafından yerleştirilip, burada bir de Ermeni Patrikhanesi kuruldu. Ermeniler, toplu halde Hıristiyan olan ilk halktır ve IV. asırdan beri Gregoryen mezhebindedir. Misyoner faaliyetleri neticesinde XVIII. asırdan itibaren bazıları Katolik, çok azı da Protestan olmuşlardır. 1914 senesinde Osmanlı ülkesindeki Ermeni nüfusu 67 bini Katolik olmak üzere 1.230.000 civarında idi (nüfusun % 6,6’sı). 2 ** Son asırda Ruslar, kendilerine yakın gördükleri ve Anadolu’daki emellerine yardım edeceğini düşündükleri Gregoryen Ermenileri himaye siyasetine başladılar. Kafkasya’nın Ruslar eline geçmesinden sonra Rus destekli olarak kurulan Taşnak ve Hınçak partileri, milis teşkil ederek, Ermeniler arasında ihtilal tahrikinde bulundular. [Bugün ki PKK gibi.] Yerli halkı taciz ederek gençleri kendi içlerine çekmeye çalıştılar. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde patırtılar [Osmanlı makamlarının bu tip olaylara verdiği isimdir.) çıkmaya başladı. O zaman hükümeti ellerinde tutan İttihatçılar, bunlarla baş edemeyince, tertipleyenleri bulup cezalandıracak yerde, hıncını isyanla alâkası olmayanlardan çıkardı. Halbuki Osmanlı hukukunun anayasası mesabesindeki Kur’an-ı kerimde “Kimse kimsenin suçunun cezasını çekmez” der. İttihatçılar, kendi siyasî zaaflarını, hep cinayetlerle örtbas etmeye kalkışmıştır. Siyasetlerine muhalif olan devlet adamı, asker ve gazetecilerden öldürttükleri ya da sürgüne göndererek hayatlarını kararttıkları gibi; Türk, Ermeni ve Arap Osmanlı vatandaşlarına da çok kara günler yaşatmışlardır. Asırlarca sessiz sedasız yaşayan ve “millet-i sâdıka” diye tanınan Ermenilerin niye kıyama kalktıklarını kimse düşünmemiş; bundan dolayı o zamanki idarecilerin basiretsizlikleri görmezden gelinmiştir. ** Cihan Harbinin patlak vermesi üzerine, iktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası, Rus cephesine yakın yerlerde yaşayan Ermenilerin, düşmana yardım edebilecekleri ve etmeleri gerekçesiyle Suriye’ye tehcirine [göçürülmesine] karar verdi. 14 Mayıs 1915 tarihli “Sevk ve İskân Kanunu” ile bu tehcir gerçekleştirildi. Rumeli ve Anadolu’nun Rus cephesine yakın veya uzak bölgelerinden kadın, erkek, çoluk, çocuk, genç, ihtiyar, hasta, sağlam, yüz binlerce Ermeni, köy ve şehirlerinden yaya olarak istasyon merkezlerine getirildi. Buralardan trenlerle veya yaya olarak güneye sevk edildi. Genç erkekler bunu önceden işitip, Rusya’ya kaçmaya muvaffak olmuşlardı. Bunlardan bir kısmı da Osmanlı ordusunda asker idi. Gelin görün ki, sadece Anadolu’nun 33 Tandırbașı doğusundakiler değil, her nedense Rus cephesinden çok uzak bulunan İzmit, Samsun, Afyon, Yozgat gibi şehirlerdekiler de tehcire tabi tutuldu. İstanbul ve İzmir Ermenileri ile Amasya ve Kayseri gibi yerlerdeki bazı Ermeni aileler sürgünden istisna edildi. Anadolu’nun Rus cephesine yakın veya uzak çeşitli bölgelerinden takriben 900 bin kişi tehcir edildi. Sürgünler, Suriye şehirlerinde % 5’i geçmemek üzere iskân edilecekti. Ancak bunların ancak yarısı Suriye’ye varabildi. Mühim bir kısmı yolda soğuk, açlık ve hastalıktan; bir kısmı da çete baskınlarında öldüler. İttihat ve Terakki erkânı, bu tehcirde Ermenilere çok eziyet edildiğini, tehcir kervanına mezalim icra eden çetelerin, mahallî idarecilerin emrinde hareket ettiklerini itirafa mecbur kaldı. Ermenilerin götüremediği 10 bin kadar çocuk, Müslüman ailelere verildi. ** O sıralarda Kilikya ve Suriye’de Haçlı Seferleri sırasında olduğu gibi bir Ermeni krallığı kurulması ve başına da sultan olarak Suriye valisi ve İttihatçıların önde gelenlerinden Cemal Paşa’nın geçirilmesi hususunda Rusların hükümetle anlaştıkları rivayet edilmişti. Güya tehcir de bunun için gerçekleştirilmişti ama, İngilizlerin karşı çıkması sebebiyle proje gerçekleşememişti. Ermenilerin sürülmesi, aslında öteden beri İngilizlerin safında yer almış bulunan Yahudi lobisinin bir zaferi olarak görüldü. İki asırlık rekabet neticesinde Ermenilerden boşalan meydan bunlara kaldı. Sultan Hamid’e tahttan indirildiğini tebliğ eden meşhur Musevî mebus Emmanuel Karaso, Sadrıazam Talat Bey’in sırdaşı ve bankeriydi. Hatta Talat Bey (Paşa) yurt dışına kaçarken, bütün servetini buna emanet etmişti. Siyonist teşkilatına yakınlığı rivayet olunan Masonlarla İttihat ve Terakki fırkasının irtibatlı bulunduğu söyleniyordu.. Hemen hepsi sanat sahibi olan Ermenilerin sürülmesi ile memleket ekonomisi hayli zaafa uğradı. Ermenilerden kalan 40 küsur bin gayrımenkul de hazineye intikal ederek İttihat ve Terakki ricali tarafından el konuldu.. Kalanlarda etraflarına verildi. Onlar da bu araziyi satarak servetlerine servet eklediler. Bu sayede geniş toprakları ellerinde tutan bazı köy ağaları türedi. ** Tehcirin intikamı gecikmedi. 1916 yılında Rus işgal kuvvetleriyle Anadolu’ya giren Kafkasya 34 Ermenileri, sürülen yakınlarının intikamını almak için katliama başladılar. Doğu Anadolusunda yaşayan, güçlerinin yettiği Türkleri, kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden katlettiler. Şu anda yer yer ortaya çıkan toplu mezarlar hep bu katliamlardan kalmadır. Yani Ermenilerin yaptıkları bu katliamların çoğu, hep sürgünden sonrasına aittir. 1918 yılına aittir. Halbuki o tarihte Anadolu’nun doğusunda tek bir Ermeni kalmamıştı. Bu cinayetlerin sorumlusu da Ermeni halkı değil, Cihan Harbinde Ruslarla beraber Anadolu’ya gelen Ermeni çeteciler idi. Bir başka deyişle tehcir, emniyeti temine yetmemiş; bilakis 1918 katliamlarına sebep teşkil etmişti. Mamafih nasıl bir avuç serserinin isyan çıkarması topyekûn sürgünü haklı çıkarmazsa, sürgün de bu katliamları haklı kılmaz. Çün ki zarara zararla mukabele edilmeyeceği umumî prensiptir. Ancak kavgayı önce başlatmak da az kabahat mıdır? Kırım’dan bu yana kaybedilmiş binlerce kilometrekarelik vatan topraklarından hicrete mecbur kalan ve bu uğurda çok acı çekmiş insanların torunları olarak topyekûn sürgünü, hele kadın, çocuk ve yaşlılardan alınan bir intikamı savunmak hayli şaşırtıcıdır. “Dünyada örneği var! Amerika da yapmış, Norveç de!” demek de kimseyi temize çıkarmaz. Sui misal emsal olmaz, yani kötü örnek, örnek olmaz sözü meşhurdur. Devlet, suç teşkil eden işlerin faillerini arayıp bulur ve cezalandırır. Bundan dolayı başkalarından intikam almaz. İslâm-Türk kültürünün hâkim unsur olduğu Osmanlı Devletinde hiçbir zaman başka din ve ırk mensuplarına karşı -bugün yükselişi endişeyle izlenenşovence yaklaşımlara rastlanmamıştır. Bu dikkate değer bir noktadır. Ne gariptir ki, bugün en şuurlu muhalifleri bile, kendilerini bir imparatorluğu batıran İttihatçıların kabahatlerini savunmak mecburiyetinde hissetmektedir. ** 1915 senesinde yaşanan hâdiseler, genosit (soykırım) olarak izah edilebilir im? Buna cevap vermek güç. Mamafih dünyada sırf bir ırka veya dine mensup olduğu için yapılan topyekûn sürgünü genosit sayma olarak temayülü vardır. Osmanlı kayıtları 1915’ten önce olanları patırtı, kıtal veya mukâtele; 1915’te olanları da tenkil ve tehcir olarak vasıflandırmaktadır. Kıtal, karşılıklı öldürmek; tenkil nakletmek, tehcir de göç ettirmek demektir. Adı ne olursa olsun, bazı üzücü hâdiseler yaşanmış ve bundan dolayı insanlar acı çekmiştir. Tandırbașı Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Ama bu acıları politika malzemesi yapmak da çok yanlıştır. “Arşivler açık, tarihçiler gelsin baksınlar!” demek de meseleyi çözmez. Çünki arşivler umumiyetle zamanın idarecilerinin isteğine göre düzenlenmiş vesikaları ihtivâ eder. Üstelik bugün devlet arşivlerinin ancak bir kısmı incelenmeye açıktır. Ermeni tezini destekler gibi görünen bir vesika ezkaza bulununca, sahte damgası basılırsa; Ermeni tezinin de objektif olarak ele alındığı ilmî toplantılar reaksiyonla karşılaşırsa; böyle bir ortamda gerçeklerin ortaya konarak meselenin çözülmesi mümkün olabilir mi? ** Kanaatimizce bu konuda dünya umumî efkârına şunlar söylenebilir: 1-Öncelikle “Birinci Cihan Harbi sıralarında Türk, Kürt, Ermeni, Rum ve Arap aslından Osmanlı vatandaşlarının yaşadığı sıkıntı ve çektiği acılar için üzgünüz. Ancak bunlardan biz sorumlu sayılamayız. Bunlar yasal olmayan yollardan iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası ile onun akıl hocası Almanya’nın başının altından çıkmıştır. O günlerde yapılanları bugün tasvip etmek mümkün değildir. Çünki neticesinde koca bir imparatorluk batmıştır. Üstelik bu işten esas zararlı çıkan da Türkler olmuştur” denebilir. Dünya amme efkârı bu kadarını bile beklemediği için muhtemelen Türkiye’ye karşı ithamcı tavrından vazgeçecektir. “Biz kimseyi öldürmedik!”, hatta “Biz kimseyi sürgüne göndermedik” demekle iş hallolmuyor. “O halde bu topraklarda yaşayan bir milyona yakın Ermeni nerede?” diye sorarlar ve bundan sonra söylenenleri kimse ciddiye almaz. 2-Harb kaybedilip, İttihat ve Terakki hükümeti çökünce ileri gelenleri yurt dışına kaçmıştı. Bu işlerin baş mesullerinden Talat Paşa ve Bahaddin Şakir Berlin’de, Cemal Paşa Tiflis’te, Said Halim Paşa Roma’da, Enver Paşa da Tacikistan’da Ermeni komitacılarınca vuruldu. 1919 yılında İstanbul’da kurulan divan-ı harb, geride kalan İttihatçı erkânını muhakeme edip çeşitli cezalara çarptırdı. Dolayısıyla bu hâdisenin adlî dosyası kapandı. Bir suçu işleyen cezasını gördükten sonra, artık onun yakınlarını hâlâ bu işten sorumlu görmek hukuk açısından mümkün olamaz. Öte yandan bu mahkeme kararlarını geçerli saymamayı vatanseverlik icabı zannetmek, meselenin çözümünü zorlaştırmaktan başka işe yaramaz. 3-Eğer bu hâdiselerden ötürü tazminat ve toprak talebi gündeme gelecek olursa, Cihan Harbi’nden sonraki milletlerarası anlaşmalarla bu gibi talepler için muayyen bir müddet tanındığını, bu müddetin geçmesiyle talep imkânının düşmüş sayılacağı dile getirilebilir. Öte yandan bu olaylarda zarar gördüğünü ispatlayanlara tazminat, hatta toprak vermek, koca ülkenin ne haysiyetini, ne de güvenliğini sarsar. Hatta ekonomik ve politik faydası bile olabilir. Anadolu’nun doğusunda eski Ermeni köylerindeki kıraç topraklara gelip yerleşecek Ermeni de zor bulunur. Bu hususta diplomatça davranmak, kaybedilen eski vatan topraklarındaki Türk talepleri için de elverişli bir zemin hazırlamaya yardım edebilir. 4-Bugün Halep, Şam, Amman ve Beyrut başta olmak üzere Ortadoğu’nun hemen her şehrinde Ermeniler yaşamaktadır. Fransa, İsviçre ve Amerika’da da mühim sayıda Ermeni yaşar. Azınlık psikolojisiyle izah edilebilecek şekilde hemen hepsi parlak bir sosyal mevki kazanmıştır. Bunlar aralarında Türkçeyi ve Türk âdetlerini hâlâ yaşatır; hatta Türkiye’yi vatanları olarak görürler. Türkiye’den gidenler bunlardan umumiyetle hüsnükabul görürler. Bunlar Türkiye için yurt dışında mühim bir lobi faaliyeti yürütebilir. 5-Bugünki Ermenistan, eski Türk toprakları üzerinde kurulmuş bir devlettir. Başşehir Erivan (Revan), ahâlisinin kâmilen Türk olduğu eski bir vatan parçası idi. Kimsenin aklına bugün orada Ermenilerin ne aradığı, buraya niçin Ermenistan dendiğini sormak gelmiyor. Tarihte insanlar, ülkeler ve halklar değiştiği gibi, düşmanlıklar da dostluğa dönüşebilir. Ermenistan, Türkiye’nin hinterlantında bir ülkedir. Sınırlarını kapatmak Türkiye’nin menfaatine değildir. Ermenistan ve Ermeniler her bakımdan Türkiye’ye muhtaçtır. Bir adım atana, bin adım geleceklerine şüphe yoktur. Türkiye, tarihî ve çoğu hayalî düşmanlıkları bir tarafa bırakıp eski imparatorluk mirasına sahip çıkarak eski Osmanlı halklarını ve Osmanlı toprakları üzerinde kurulan devletçikleri himaye altına almak suretiyle Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlarda hatırı sayılan bir güç hâline gelebilir. Böylece pek çok ekonomik, sosyal ve diplomatik meselesini aşabilir. Türkiye’nin XXI. asırda dünya üzerindeki yerini alması, İttihatçıların kirli mirasını savunarak değil, ancak üniversel değerlere sarılarak mümkün olabilir. 35 Tandırbașı Erzincan dolu dolu bir yıl yaşadı Kemal ARDUÇ 2008 yılında Erzincan’da düzenlenen kültürel ve sanatsal etkinlikler Erzincanlıya ışık tutarak farklılık kazandırdı. Kurum ve kişilerin sergilediği kültürel ve sanatsal değerler ayrıca geleceğe ışık tuttu. Erzincan’da 2008 yılında düzenlenen, hafızalarda yer eden kültürel ve sanatsal etkinlikler, Erzincanlının ilgisini çekti. Yıl içerisinde; bazısı geleneksel olmak üzere, bazısı ise ilk kez gerçekleştirilen ve unutulmayan kültürel sanatsal etkinlikler şöyle; Erzincan Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği tarafından Ahilik Haftası Münasebeti ile kaybolmaya yüz tutan el sanatlarının sergisi açıldı. Erzincan’da İlk kez düzenlenen sergi davetliler tarafından beğeniyle gezildi. Öte yandan Erzincan Belediyesi’nin Ramazan ayında geleneksel hale getirdiği ve cumhuriyet Meydanı’nda açtığı kitap fuarı yine Erzincanlının büyük beğenisini kazandı. Düzenlenen sergilerin yanı sıra unutulmayan ve kaleme alınan eserlerde Erzincan adına kültürel ve sanatsal alanda yerini aldı. Bunlardan; Erzincan da bulunan mezarlıklar ve mezarlıklar içerisinde kabri bulunan onlarca önemli şahsiyet bir kitapta toplandı. Terzibaba ve Erzincan Mezarlıkları ismi ile doğu yayınları tarafından hazırlanan kitap Erzincanlı okurların hizmetine sunuldu. Gazeteci Yazar Halil ibrahim Özdemir’in objektifinden, Erzincan Belediyesi Mezarlıklar Müdürü Ünal Tuygun’un kaleminden uyarlanan kitap, kültür ve sanat alanında ki yerini aldı. Erzincan Kültür ve Turizm Müdürü Metin Çankaya, Erzincan bakırının tarihi hakkında önemli açıklamalarda bulunarak, bakır sanatının günümüzdeki yerini anlattı. Erzincan’da hediyelik eşya denildiğinde akla 36 ilk gelen Erzincan Bakırı olduğunu söyleyen Kültür ve Turizm Müdürü Metin Çankaya, Erzincan’da bakırcılığın tarihinin çok eski yıllara dayandığını söyledi. “Urartu medeniyetleri eserlerini Altıntepe kazılarından anlaşıldığına göre, Urartu döneminde Erzincan bakır işletmeciliği üretimleri Atina pazarlarında aranan mal olarak değer kazanmıştır. Bakır levha işlemesinin yanısıra Erzincan ve yöresinde çok çeşitli türde araç-gereç, mutfak eşyası yada hamam takımları yapımında kullanılmaktaydı. Erzincan'dan ülke dışına satılan bakır eşya büyük miktarlara ulaşmaktaydı. Paris, Viyana ve Philadephia uluslararası fuarlarında sergilenen Erzincan yöresi bakır eşyaları büyük ün kazanmıştır” diye hatırlatmalarda bulundu. Hemşehrimiz Rıfkı Kaymaz Ankara Polatlı’da Bakır Üzerine Hat, Tuğra ve Süsleme Sergisi adıyla bir sergi açtı. Erzincan’da bir çok okulun bir araya gelerek Öğretmenlerin ve öğrencilerin hazırladığı yörelerden kareler adlı fotoğraf sergisinin 2. si 2008 yılında Erzincanlıların beğenisine sunuldu. Erzincan’ın kültürel ve tarihi değerleri buradaki sergide yerini almasını bildi. düzenlenen kültürel ve sanatsal bir çok etkinlikle 2008 yılını dolu dolu geçiren Erzincan, bir çok misafire de ev sahipliği yaptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından Erzincan Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün organizasyonu ile Erzincan’da “Yaygın Turizm Eğitimi’’semineri verildi. Erzincan’dan Türkiye’ye örnek olan bir diğer etkinlik ise Erzincan Lisesi´nin kuruluşunun 60. yıl dönümü kutlamaları oldu. Erzincan Lisesi eski mezunlarını bir araya getiren bu proje; Erzincan Lisesi eski mezunları buluşturuldu. Bu çalışma ile bir çok önemli davetliyi ağırlayan Erzincan, renkli günlerinden birini ve bir yılını daha geçirmiş oldu. Tandırbașı KISA KISA *Erzincan Lisesinin Açılışının 60. Yılı etkinlikleri münasebetiyle düzenlenen ERZİNCANLI SANATÇILAR KARMA SERGİSİ 3-9 Ekim 2008 tarihleri arasında Erzincan İl Kültür Müdürlüğü Sergi Salonunda açık kaldı. Sergide Fotoğraf sanatçıları: Yusuf Ziya Ademhan, Sıtkı Fırat ve Halil İbrahim Özdemir, Ressamlar: Birgül Akbaba, Tülay Cantosun, Doç. Dr. Mehmet Kavukçu, Rahime Kaya, Yaşar Mete, Yrd. Doç. Dr. Avni Öztopçu, Betül Öztürk, Dr. Köksal Papuççu, Hasan Rüzgar, Saadet Taş, Ayla Tokyürek, Saadet Söyleyici Yasa ve Selami Yazıcı, Hattat: Refet Kavukçu, Yusuf Erzincani, Selim Türkoğlu, Bakır üzerine hat ve süsleme çalışmalarıyla Rıfkı Kaymaz, portre çalışmalarıyla Turan Turgay’ın eserleri sergilendi. Sergi davetiyesinde isimleri bulunan sanatçı Lütfi Özgünaydın ve Cemalettin Küçüker ise sergiye katılamadı. * Günümüz usta hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun Huzursuz Bacak isimli hikâye kitabı, *Fahri Taş’ın 60. Yılında Erzincan Lisesi” ve Erzincan Lisesi Mezunlar Albümü, *Özcan Tokyürek’in Erzincan’a Girdim Ne Güzel Bağlar, *Usta fotoğraf sanatçısı Sıtkı Fırat’ın Saklı Cennet Kemaliye isimli kitap-albümü, *Doç. Dr. Kadir Polater’in Kur’an Açısından Adalet ve Zulüm, *Ünal Tuygun ve Halil İbrahim Özdemir’in Terzi Baba ve Erzincan Mezarlıkları, *Rıfkı Kaymaz’ın (S.Er ve Z.Yılmaz ile birlikte) Türk Bilmecelerinden Seçmeler, Tekerlemeler, Türk Ninnilerinden Seçmeler isimli eserleri Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları arasında 2008 yılında yayınlandı. Bu haberin geldigi yer: Doğu Gazetesi, Erzincan Gazetesi, Erzincan Haberleri http://www.dogugazetesi.com.tr BU ŞEHİR BENİ UNUTMUŞ Metin Tombul 92 Depreminin ardından Erzincan yeniden yapılandı. Yıkılan binaların yerine daha sağlam ve depreme dayanıklı binalar yapıldı. Biz gurbette olduğumuz için çekilen acılar, yaşanan hayat mücadelesi fazla etkilemedi. Her zamanki gibi yine ateş düştüğü yeri yaktı. Yüreklerine kızgın demirler basarak kaybettiklerinin acısına tahammül etmeye çalışan insanların büyük bir kısmı içlerindeki yangınla birlikte başka kentlere göç ettiler. Görmezsen acın her gün yeniden depreşmez düşüncesiyle toplayıp denklerini gurbette aldılar soluğu. İyi mi ettiler, kötü mü ettiler bilinmez. Zaman gösterecekti. Bizim güzel bir atasözümüz var der ki: Acıyan ne demez, acıkan ne yemez? O gün ne gerekiyorsa denildi ve yapıldı. Eşyanın Tabiatı Kanunu hiç değişmediğini yine gösterdi ve gidenlerin yerlerine dışarılardan başkaları geldiler. Büyük bir göç oldu. Deprem sonrası vatanına sahip çıkıp kalmayı yeğleyenler bu ani saldırıya karşı koyamadılar. Şehir yabancılarla doldu, çehresi değişti. Yaşam şekilleri, örf ve adetleri birbirine uymayan kozmopolit bir topluluk çıktı ortaya. Deprem sonrası 96 yazında gittiğim Erzincan’ı tanıyamadım. Burası benim 79’da bıraktığım yer olamazdı. Ben Vakıflar Pasajı’nın önünden parkın oraya bir saatte giderdim eskiden. Her dükkânın önünde durup hatır sormadan gidemezdim. Adım başında bir 37 Tandırbașı tanıdık, bir arkadaş rast gelirdi. Lâflardık ayaküstü. Gülüşür, şakalaşır, sohbet eder, hal hatır sorardık. O sefer yine aşağıdan yukarı doğru yürümeye başladım. Trabzon Caddesi aynıydı ama yürüyen, gidip gelen insanlar o eski tanıdığımız insanlar değildi. Sanki estetik bir müdahaleyle hepsinin simasını değiştirmişlerdi. Yanlış yerdeymişim gibi geldi bana önce, sonra toparladım kendimi ve esnafa baktım. Mağazalar da değişmiş insanlarla birlikte. Selam verecek birilerini arayarak yürüdüm yukarı doğru. Yahu ne çabuk geldim ben parkın önüne. Karşı kaldırıma geçeyim de postanenin önünden aşağı yürüyeyim belki bir tanıdık çıkar diyerek yürüdüm. Heyhat orası daha da yabansı, daha da tanınmaz olmuş. Belediye binasının önüne gelince sırtımı emin bir yer diye o koskoca taş binaya verip çevreme baktım yılgın ve üzgün gözlerle. “Vah beni” dedim büyükannemin ben elimi bıçakla kestiğim zaman söylediği gibi “Vah beni çoğ acıy mı, canım çıha?” Hem de nasıl böygana, hem de nasıl acıy… “Bu hallerini de mi görecektim Erzincan?.. İnanır mısınız sanki biri beni sırtımdan vurmuş da ben yeni hissediyorum gibi geldi. İçlendim, duygulandım bir şeyler yazmam gerektiğini hissettim ama yazamadım. Parmaklarım isyanlardaydı, yüreğimle birlikte. Beynim isyanlardaydı… Aradan altı ay geçti kendimi Antalya’da zor toparladım ve aşağıdaki şiiri yazdım. Yanlışım varsa düzeltin, eksiğim varsa varın siz tamamlayın: 38 BU ŞEHİR BENİ UNUTMUŞ Kalmamış ne bir dost, ne bir aşina Sıla da, gurbete benziyor gardaş. Vermesin Allahım dostlar başına Balımız şerbete benziyor gardaş... Seneler geçince değişmiş yüzler Silinmiş maziden o eski izler Anlamsız anlamsız bakıyor gözler Özlemler, hasrete benziyor gardaş... Sevginin üstüne nefret kaplanmış Güzel duygulara hançer saplanmış Bunca yabancı yüz nerden toplanmış Simalar hayrete benziyor gardaş... Sevinçler matemi andırır olmuş Dostlar birbirini kandırır olmuş Ağustos sıcağı dondurur olmuş Vuslatlar, firkate benziyor gardaş... Yürekler vefayı kenara itmiş Yüzlerden o eski tebessüm gitmiş İnsanlarda yaşam tutkusu bitmiş Neşeler, kasvete benziyor gardaş... Geçmişi korkunç bir canavar yutmuş Bakışlar taş gibi, kalpler buz tutmuş Anladım bu şehir beni unutmuş Gerçekler, gıybete benziyor gardaş... 03.02.1997/Erzincan Tandırbașı BİZ BİZE Biz Erzincan’lılar nedense Erzincan için yapılan faaliyetlerle ve Erzincan’ımızla fazla ilgilenmeyiz. Bunda biraz çekingenlik ve birazda sorumluluktan kaçma gibi gözüken bu ilgisizlik, yeni değil. Çevre il ve ilçelere baktığımızda birbirleriyle olan kaynaşmalara ve tüm faaliyetlerin içinde olmaları, hatta maddi destek gerektiğinde de imkanlarını seferber eden davranışları maalesef bizde yok. için yapılanlara katılmama ilgisizliği yeni değil. Neden Erzincan’ lı bir araya gelemez ve birlikte bir şeyler yapmak ve üretmek istemezler acaba ! TANDIRBAŞI Erzincanlı, maddi külfet yüklemeyen ziyafette, düğünde ve bayramda bir araya gelmeyi sever ama, yük yükleyen etkinliklerde hep uzakta kalır. Hatta bazı ilçelerimizde yoğun biçimde olan Erzincan’lıda görülmez. Buna ilgisizlik adına koysak yerinde olur. Bu ilgisizlik ve birliktelikten kaçıs, bundan 30-35 yıl öncede aynı imiş. Biz Erzincanlılar bu ilgisizlikten kaynaşmamaktan, faaliyetlere katılmamaktan şikayet edegelmisiz.. Erzincan’ı sevmek, Erzincan’ ı özlemek ona hasret duymak, sözde değil eylemden öteye geçmeli aldığını birazda veren olmalı .Buda gösterişle, salt manen katılmakla değil , imkanlarla okuduğumuz, yetiştiğimiz, suyunu içip havasını aldığımız Erzincan’ımız için maddi imkanlarımız ölçüsünde katkılarla yapılabilmeli.. Bundan 38 yıl önce, İstanbul’da okuyan genç öğrencilerimiz kurdukları Erzincan Yüksek Öğrenim Öğrenci Cemiyeti adına çıkardıkları HASRET adlı bir Derginin 21 Nisan 19971 tarihli nüshasında bu ilgisizlikten yakınmışlar ve sayfalarında şikayette bulunmuşlardır. Demek ki Erzincan’a ve Erzincanlılardaki Erzincan 39 Tandırbașı 40
© Copyright 2024 Paperzz