0312 472 37 73 0312 472 37 73 0312 472 37 73 0312 472 37 73 www.tihk.gov.tr Kadının İnsan Hakları ÇALIŞTAYI 06.03.2014 Kadının İnsan Hakları ÇALITAYI ANKARA, 06.03.2014 Türkiye İnsan Hakları Kurumu 0312 472 37 73 “Kadının İnsan Hakları” ÇALIŞTAYI ANKARA, 06.03.2014 0312 472 37 73 Tasarım-Baskı 0312 472 37 73 0312 472 37 73 SFN Televizyon Tanıtım Tasarım Yayıncılık Ltd. Şti. Tel: 0312 472 37 73-74 www.sfn.com.tr ISBN: 978-605-65258-0-3 Baskı Tarihi: Kasım 2014 ©Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanlığı Yüksel Caddesi No:23, Kat 3, Yenişehir 06650 Ankara / Türkiye Telefon: +90 (312) 422 29 00 / 20 • Faks: +90 (312) 422 29 96 E-Posta: tihk@tihk.gov.tr Kadının İnsan Hakları Çalıştayı İÇİNDEKİLER AÇILIŞ KONUŞMASI.......................................................................................................................................... 7 Dr. Hikmet TÜLEN I. OTURUM: İstismar ve Şiddet.............................................................................................................. 13 “Kadına ve Kız Çocuklarına Yönelik Çok Boyutlu Bir İstismar ve Şiddet Türü Olarak Erken/Zorla Evlilikler”................................................................................. 15 Halime GÜNER “Erken Evlilikler ve Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeye Yönelik Çalışmalar”....... 22 Azize Sibel GÖNÜL “Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın Cinayetleri”.............................................................................................. 28 Deniz BAYRAM “Kadına Yönelik Şiddetin ve Kadın Cinayetlerinin Önlenmesinde Kamu Kurumlarının Rolü”.................................................................................................................................................... 37 Tarıkhan ÇETİNER, Gürkan EKER Katılımcıların yorum ve katkıları............................................................................................................. 45 II. OTURUM: Katılımcılık.............................................................................................................................. 65 "İstihdama Katılım".................................................................................................................................................. 67 Güler ÖZDOĞAN “Kadınların Toplumsal ve Siyasal Katılım Meselesi"......................................................... 73 İlknur ÜSTÜN Katılımcıların yorum ve katkıları............................................................................................................. 80 III. OTURUM: Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve Kadın Örgütleri.......................... 89 Katılımcıların yorum ve katkıları............................................................................................................. 92 Genel Değerlendirme...................................................................................................................................................102 Serap YAZICI ÇALIŞTAYDAN FOTOĞRAFLAR........................................................................................................107 3 TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU “Kadının İnsan Hakları” ÇALIŞTAYI PROGRAM Tarih : 6 Mart 2014 Yer : Rixos Ankara Oteli 09.30 - 10.00 10.00 - 10.10 : Kayıt : Açılış Konuşması, Hikmet TÜLEN, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı BİRİNCİ OTURUM: İSTİSMAR VE ŞİDDET Moderatör: Serpil SANCAR Ankara Üniversitesi 10.10 - 10.30 : “Kadına ve Kız Çocuklarına Yönelik Çok Boyutlu Bir İstismar ve Şiddet Türü Olarak Erken/Zorla Evlilikler”, Halime GÜNER, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği 10.30 - 10.50 : “Erken Evlilikler ve Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeye Yönelik Çalışmalar”, Azize Sibel GÖNÜL, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı 10.50 - 11.10 : Çay – Kahve Arası 11.10 - 11.30 : “Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın Cinayetleri”, Deniz BAYRAM, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 11.30 - 12.00 : “Kadına Yönelik Şiddetin ve Kadın Cinayetlerinin Önlenmesinde Kamu Kurumlarının Rolü”, Tarıkhan ÇETİNER, Emniyet Genel Müdürlüğü Gürkan EKER, Jandarma Genel Komutanlığı 12.00 - 13.00 : Katılımcıların yorum ve katkıları 13.00 - 14.00 : Öğle Yemeği 5 Türkiye İnsan Hakları Kurumu İKİNCİ OTURUM: KATILIMCILIK Moderatör: Canan GÜLLÜ Türkiye Kadın Federasyonu 14.00 - 14.20 : “İstihdama Katılım”, Güler ÖZDOĞAN, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü 14.20 - 14.40 : “Siyasal ve Sosyal Hayata Katılım”, İlknur ÜSTÜN, Kadın Koalisyonu 14.40 - 15.20 : Katılımcıların yorum ve katkıları 15.20 - 15.40 : Çay Kahve Arası ÜÇÜNCÜ OTURUM: TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU VE KADIN ÖRGÜTLERİ Moderatör: Fatma BENLİ Türkiye İnsan Hakları Kurumu 15.40 - 16.40 : Katılımcıların Türkiye İnsan Hakları Kurumu ile ortak çalışma alanlarına ilişkin görüşleri 16.40 - 17.00 : Genel Değerlendirme, Serap YAZICI, Türkiye İnsan Hakları Kurumu 6 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı AÇILIŞ KONUŞMASI Dr. Hikmet TÜLEN Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı: Sayın misafirlerimiz, İnsan Hakları Kurulu üyeleri ve tüm Kurum mensupları adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Ankara ve İstanbul başta olmak ülkemizin uzak-yakın değişik illerinden gelerek toplantımızı teşrif eden siz değerli konuklarımıza kalbî şükranlarımı sunuyorum; hoş geldiniz, şeref verdiniz. Malumunuz olduğu üzere, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu, 30.6.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bilahare 22.9.2012 tarihinde İnsan Hakları Kurulu üyelerinin seçimi gerçekleşmiş ve nihayet Kurul 24.1.2013 tarihinde ilk toplantısını yaparak fiilen çalışmalarına başlamıştır. Görüldüğü üzere TİHK, ardında sadece bir yıllık fiili çalışma dönemi bulunan yeni bir kurumdur. Katılımınızla onurlandırdığınız bu Çalıştay da Kurumumuzun kadın haklarıyla ilgili ilk etkinliğidir. Bu yönüyle özel bir anlam taşıyan bu etkinliğe katılımınız için bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Çok değerli misafirlerimiz, Bugünkü toplantımızın üst başlığı “kadının insan hakları” olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda “istismar ve şiddet” başlıklı birinci oturumun ardından “sosyal ve siyasal hayata katılım”la ilgili ikinci bir oturum gerçekleştirilecek ve nihayet sonuncu oturumda Türkiye İnsan Hakları Kurumu ile kadın hakları alanında çalışan sivil toplum örgütleri arasındaki işbirliği imkânları ele alınacaktır. Bu konuların tartışılmasını sayın tebliğ sahiplerine ve değerli katılımcılara bırakarak ben konuşmamda bir ulusal insan hakları kurumu olarak Türkiye İnsan Hakları Kurumunun yapısı ve işlevleri üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bilindiği üzere ülkemizde insan hakları alanında 1990’lı yıllarda başlatılan kurumsallaşma çalışmaları ve oluşturulan kurumsal yapılar, burada ayrıntılarına temas edemeyeceğimiz çeşitli aşamalardan geçmiştir. Nihayet yaklaşık 20 yıllık bu arayış ve deneyimlerin sonunda kurulan TİHK, kısaca “Paris Prensipleri” olarak da bilinen Birleşmiş Milletler ilkelerine uyumlu bir ulusal insan hakları kurumu oluşturma hedefiyle kurulmuştur. 1993 yılında BM Genel Kurulunda kabul edilen “Paris Prensipleri”, insan hakları ulusal kurumlarının taşıması gereken niteliklere dair genel çerçeveyi belirlemektedir. Buna göre ulusal insan hakları kurumları anayasayla ya da bir yasayla kurulmalı, insan haklarının geliştirilmesi ve korunması alanında etkinlik gösteren sivil topluma ait 7 Türkiye İnsan Hakları Kurumu tüm sosyal güçlerin çoğulcu temsiline imkan vermeli ve mümkün olduğunca geniş bir görev alanına sahip olmalıdır. Bu kurumlar, kendi bütçe, personel ve tesislerine sahip olmalı ve insan hakları alanında faaliyet gösteren sosyal ve mesleki kuruluşlar ile sivil oluşumlarla etkili bir iletişim içinde bulunmalıdırlar. Paris Prensipleri göz önünde bulundurularak oluşturulan ulusal insan hakları kurumları, anayasal ya da yasal temelde kurulan, bağımsız ve çoğulcu yapıdaki özerk kamu kurumlarıdır. Birer kamu kurumu olmakla birlikte hükümetten bağımsız olmaları ve toplumun farklı kesimlerinin temsiline imkân vermeleri, bu kurumları klasik kamu kurumlarından ayırmaktadır. Diğer yandan, yasayla kurulması, kamu gücünden yararlanması, üyelik koşulları ve seçim sürecinin yasayla belirlenmesi ve sahip olduğu yetkiler, ulusal insan hakları kurumlarını sivil toplum örgütlerinden farklılaştırmaktadır. Öte yandan ulusal insan hakları kurumları, yargı organlarından da farklıdırlar. Bu farklılık, ulusal kurumların insan haklarını hem korumak hem de geliştirmek işlevine sahip olmalarında; kararlarının kesin hüküm niteliği taşımayıp tavsiye niteliğinde olmasında ve nihayet ulusal kurumların yalnızca ihlal sonrası uyuşmazlığı çözmekle görevli olmayıp aynı zamanda ihlalleri önleyici roller üstlenmesinde belirginleşmektedir. Ulusal insan hakları kurumları için uluslararası belgelerde öngörülen bu çerçeveye uygun olarak kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu da, en genel ifadesiyle insan haklarını korumak ve geliştirmekle görevlendirilmiştir. Bu genel görev tanımını detaylandırmak ve Kurumun görevlerini daha somut olarak belirlemek gerekirse şunlar söylenebilir: Kurumun ilk akla gelen görevlerinden biri, insan hakları ihlali iddialarını başvuru üzerine ya da re’sen araştırmak ve incelemektir. Kurumun bir diğer görevi ise insan hakları bilincini geliştirmek üzere eğitim ve kampanya faaliyetleri yürütmektir. Ayrıca, mevzuat ve uygulamayı izlemek, ilgili kurum ve kuruluşlara görüş bildirmek, öneri ve tavsiyelerde bulunmak da Kurumun görevleri arasında yer almaktadır. Kurumun çok kapsamlı bir diğer görevi ise işkence ve kötü muameleyle mücadele etmek ve bu kapsamda özgürlüğünden mahrum bırakılan kişilerin alıkonuldukları yerlere önleyici ziyaretler gerçekleştirmektir. Bu bağlamda 28.1.2014 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla, TİHK, ülkemizin de taraf olduğu İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin İhtiyari Protokol’ünde öngörülen görevleri yerine getirmek ve yetkileri kullanmak üzere ulusal önleme mekanizması olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Türkiye İnsan Hakları Kurumu, diğer ülkelerde ulusal ya da uluslararası düzeyde faaliyet gösteren bezer işlevlere sahip kurumlarla ikili ve çok taraflı ilişkiler kurmak, Birleşmiş Milletlerle ve bölgesel insan hakları kuruluşlarıyla işbirliği yapmak ve ortak faaliyette bulunmak yetkisini de haizdir. Görüldüğü üzere, insan haklarının sınıflandırılmasına yönelik teorik ayrımlarla sınırlı olmaksızın her kategorideki insan hakları sorunları Kurumumuzun ilgi alanına gir8 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı mektedir. Kaldı ki insan haklarının bütünselliği ilkesi dikkate alındığında ulusal insan hakları kurumlarının görevleri tanımlanırken hak kategorileri arasında bir seçim yapılabilmesi de mümkün değildir. Bu bağlamda, işkence ve kötü muameleyle mücadele etmekle görevli olduğumuz gibi, ifade, din ve vicdan ya da örgütlenme özgürlüğü alanında ortaya çıkabilecek sorunlarla da ilgilenmek zorundayız. Keza, şu veya bu nedenle ayrımcılığa uğrayanların derdi bizi ilgilendirdiği gibi, işsizlerin ve yoksulların ıstırabı da bizi ilgilendirir. Eğitim hakkından mahrum bırakılanların derdine çare aramak durumunda olduğumuz gibi, mülkiyet hakkı ihlal edilenlerin sorunlarına da kayıtsız kalamayız. Örnek kabilinden sözünü ettiğim bu hakların yanında, burada sayamadığım diğer hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin de bizim meselemiz olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Kurumumuza verilen görev ve yetki çerçevesinde korumak ve geliştirmekle yükümlü olduğumuz şey; insanın hakları ve son tahlilde bu hakların da dayanağı olan insanın onurudur. Kurum faaliyetlerinin kapsamak durumunda olduğu insan hakları alanın genişliği ve çeşitliliği dikkate alındığında yükümüzün ağırlığı ve sorumluluğumuzun büyüklüğü de ortaya çıkmaktadır. Şüphesiz ki, bütün bu konuların tek sahibi Kurumumuz değildir. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi aynı zamanda tüm devlet organlarının da görevidir. Keza, kendi alanlarında uzmanlık birikimine ve uygulama tecrübesine sahip olan insan hakları alanındaki sivil toplum örgütleri de insan hakları mücadelesinin vazgeçilemez aktörleridir. Bu bakış açısıyla hareket eden Kurumumuz ilgili tüm kamu kurumları ve sivil toplum örgütleriyle düzenli istişareler gerçekleştirmeyi ve etkili bir işbirliği yürütmeyi hedeflemektedir. Daha önce 12 Aralık 2013 tarihinde “Dünya İnsan Hakları Günü” vesileyle sivil toplum kuruluşlarının da yoğun katılımıyla gerçekleştirdiğimiz “Nefret söylemi ve ifade özgürlüğü, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, tutuklu ve hükümlü hakları” başlıklı etkinliğimiz gibi bugün gerçekleştirmekte olduğumuz “kadın hakları” konulu etkinliğimiz de, sivil toplum kuruluşlarıyla Kurumumuz arasında tesis etmek istediğimiz istişare mekanizmasının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte söz konusu istişare mekanizmasının, tarafların belirli aralıklarla, düzenli olarak biraraya geldikleri ve kurumsallaşmış bir mekanizma olarak işlemesini planlamakta olduğumuzu da belirtmeliyim. Türkiye İnsan Hakları Kurumu, görev ve yetkileri açısından bağımsız, idari ve mali açıdan özerk, kendi bütçe ve personeline sahip bir kamu kurumudur. Kurumun karar organı olan İnsan Hakları Kurulu 11 üyeden oluşmaktadır. Üyelerden ikisi Cumhurbaşkanı, yedisi Bakanlar Kurulu, biri Yükseköğretim Kurulu, biri de Baro Başkanları tarafından seçilmektedir. Başkan ise üyelerce kendi aralarından seçilmektedir. Kurul üyelerine görevleriyle ilgili olarak hiçbir kişi, makam ya da merciin emir ve talimat 9 Türkiye İnsan Hakları Kurumu veremeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunamayacağını hatırlatmak istiyorum. Keza, Kurul üyelerinin ve Başkanın görev süresi dolmadan herhangi bir nedenle görevlerine son verilemeyeceği hükmü de üyelerin görev yönünden güvenceli konumlarını ortaya koymaktadır. Sayın Misafirlerimiz, Konuşmamın bu bölümünde, izninizle, Kurumun fiilen göreve başladığı günden bu yana geçen sürede yapılan çalışmalardan kısaca bahsetmek istiyorum. Geçen bir yıllık süre zarfında öncelikle kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi için çalışmalar yapılmıştır. Bu bağlamda Kurumun ihtiyaçlarına uygun yeni bir hizmet binasının temini için gerekli araştırmalar yapılmış ve gerekli girişimlerde bulunulmuştur. Şu anda hizmet binamızın iç bölümlerinin tasarım ve imalat çalışmalarına başlanmış olup birkaç aylık bir çalışmadan sonra Kurumu yeni hizmet binamıza nakledebilmeyi planlamış bulunuyoruz. Geçtiğimiz dönemde ayrıca Kurumun ikincil mevzuatının hazırlanmasına yönelik çalışmalar yapılmış ve hazırlanan insan hakları uzmanlığı yönetmeliği ile insan hakları ihlali iddialarına ilişkin başvuruların incelenmesine dair yönetmelikler yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir. Bir yandan kuruluş sürecine ilişkin bu çalışmalar yürütülürken diğer yandan da Kuruma yapılan ve çeşitli konulara ilişkin insan hakları ihlali iddialarını ya da çeşitli talep ve şikâyetleri içeren başvuruların incelemesi ve takibi yapılmıştır. Ayrıca re’sen ya da başvuru üzerine alınan kararlar doğrultusunda kimi olaylar hakkında yerinde inceleme ve araştırmalar yapmak üzere Heyetler oluşturulmuştur. Bu bağlamda “Gezi Parkı Olayları” olarak bilinen hadiselerle ilgili olarak re’sen inceleme kararı alınmış; konuyla ilgili olarak kamu kurumlarından ve mesleki kuruluşlardan bilgi ve belgeler toplanmış; ilgili sivil toplum kuruluşları ziyaret edilmiş ve görüşmeler yapılmıştır. Bu çalışmaların sonuçları, yakın bir süre sonra tamamlanacak olan konuyla ilgili raporun yayınlanması suretiyle kamuoyuyla paylaşılacaktır. Aynı şekilde kimi cezaevlerinde meydana geldiği iddia edilen insan hakları ihlali iddialarını araştırmak üzere oluşturulan heyetler marifetiyle Antalya, Isparta, Kütahya, Ankara Sincan, İzmir Şakran ve İstanbul Maltepe cezaevlerinde incelemeler yapılmıştır. Keza hasta tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerine erişim konusunda yaşadıkları sorunların tespit edilmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla Kurum içi ve dışı uzmanların ve sivil toplum örgütleri temsilcilerinin katılımıyla bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Bu çalışma grubu yaklaşık iki aydır her hafta düzenli olarak biraraya gelerek çalışmalarını yürütmüş ve 19.2.2014 tarihinde konuyla ilgili Metris R Tipi Cezaevine bir ziyaret gerçekleştirmiştir. 10 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Ayrıca Urfa ili Siverek ilçesinde bir inşaatın temel kazısı sırasında ortaya çıkan kemiklerin kayıp kişilere ait olabileceği yönündeki iddiaların yerinde incelenmesi için de bir heyet oluşturulmuştur. Anılan bu heyetler inceleme konularıyla ilgili olarak yerinde incelemeler yapmış ve muhatap kişi ve kurumlarla görüşmüşlerdir. Bütün bu çalışmaların sonunda Türkiye İnsan Hakları Kurumunun tavsiyelerini de içeren ve ilgili kişi ve kurumlara dağıtılan raporlar yayınlanmaktadır. Takdir edileceği üzere Kurum olarak henüz yolun başındayız ve önümüzde alınması gereken uzun mesafelerin olduğunun bilincindeyiz. Bu yolculuğun zorluklarını aşmada, kendi alanlarında temayüz etmiş üstün niteliklere sahip kişilerden oluşan ve üst düzeyde dayanışma duygusuyla hareket eden bir İnsan Hakları Kuruluna sahip olmamız en önemli güvencemizi teşkil etmektedir. Keza halihazırda Kurum çalışmalarına emek veren Kurumumuz personelleri ile önümüzdeki günlerde bünyemize dahil edeceğimiz genç insan hakları uzman yardımcısı arkadaşlarımızla da bu yolculuğun hem yükünü hem de onurunu paylaşma düşüncesindeyiz. Sözlerimin sonunda, etkinliğimize moderatör ve tebliğ sahibi olarak katılan sayın misafirlerimize; insan haklarının gönüllü savunucusu sivil toplum örgütlerimizin kıymetli temsilcilerine; bakanlıklarımızın ve diğer kurumlarımızın değerli temsilcilerine katılım ve katkıları için tekrar teşekkür ediyor, bugünün verimli bir çalışma günü olmasını diliyorum. Önümüzdeki dönemlerde başka başka vesilelerle sağlık ve mutluluk içinde tekrar beraber olmayı temenni ediyorum. 11 I. OTURUM İSTİSMAR VE ŞİDDET Moderatör: Serpil SANCAR Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi / Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı Kadına ve Kız Çocuklarına Yönelik Çok Boyutlu Bir İstismar ve Şiddet Türü Olarak Erken/Zorla Evlilikler Halime GÜNER, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği Erken Evlilikler ve Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeye Yönelik Çalışmalar Azize Sibel GÖNÜL, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Kadına Yönelik Şiddet ve Kadın Cinayetleri Deniz BAYRAM, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Kadına Yönelik Şiddetin ve Kadın Cinayetlerinin Önlenmesinde Kamu Kurumlarının Rolü Tarıkhan ÇETİNER, Emniyet Genel Müdürlüğü Gürkan EKER, Jandarma Genel Komutanlığı 13 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Serpil SANCAR Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi / Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı: Saygıdeğer konuklarımız, hepiniz Çalıştayımıza hoşgeldiniz. Çalıştay’a başlamadan önce Türkiye İnsan Hakları Kurumunun Sayın Başkanı Hikmet TÜLEN’e konuşması için teşekkür ediyorum. Verdiği bilgiler için de teşekkür ediyorum. Hepimiz ve hepiniz adına diliyoruz ki, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, kadının insan hakları ihlalleri konusunda da önemli adımlar atmaya çalışır. Bu alanda etkin müdahale araçları oluşturabilir, hepimizin gönlünden geçen bu diye düşünüyorum. Evet, tekrar Türkiye İnsan Hakları Kurumuna, bu Çalıştay’ı düzenlediği ve bizi davet ettiği için teşekkür etmek istiyorum. Fazla uzatmadan, tartışmalara vakit bırak için hemen konuşmacılarımıza söz vererek konuşmalara geçmek istiyorum. Elimizdeki programa göre devam edeceğiz ve ilk konuşmacımız Sayın Halime GÜNER, Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği temsilcisi. Bize sunacağı konu, “kadına ve kız çocuklarına yönelik çok boyutlu bir istismar ve şiddet türü olarak erken ya da zorla evlilikler.” KADINA VE KIZ ÇOCUKLARINA YÖNELİK ÇOK BOYUTLU BİR İSTİSMAR VE ŞİDDET TÜRÜ OLARAK ERKEN/ZORLA EVLİLİKLER Halime GÜNER Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği: Ben de Sayın Başkan’a, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü haftasında, kadının insan hakları ihlallerini önlemeye yönelik mesajların verildiği bu haftada ve böyle bir toplantıda öncelikle bir sivil toplum örgütünün ilk sunuşu yapmış olmasına olanak sağlamaları ya da böyle bir teklifte bulunmuş olmalarından dolayı çok teşekkür etmek istiyorum. Biz sivil toplum örgütleri olarak, uzun yıllar alanlarda ve sahada şöyle şeylerle çok karşılaştık, nereden çıktı şimdi kadın hakları? Önce insanız, insan hakları. Bunlarla ilgili savunularımız o kadar derin ve uzun sürdü ki kendimizi, uluslararası sözleşme ve anlaşmaları tarif ederken de bulduk; bazen salonda ve alanda bir sürü kişiyi, özellikle yetkilileri ikna etmek için çok somut yaşanmış öyküleri tarif ederken de bulduk. Hatta, “Sizin hastanede çocuğunuz dünyaya geldiğinde doktor size ne diyor, gözünüz aydın bir insan oldu mu diyor; gözünüz aydın bir kızınız, bir oğlunuz oldu mu diyor?” Bu örnekleri bile verdik. Uzun yıllar katettiğimiz yerde, artık kadının insan hakları ihlalleri üzerinde duracağını ve böyle bir kurumun bundan sonraki çalışmaları içerisinde de bu ayrımcılığa dikkat çekeceğini umut edip bu toplantı için de kendilerine teşekkür ederek başlamak istiyorum. 15 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Biz Uçan Süpürge olarak geçen yıl tam da bugün, muhtemelen bu saatlerde basın toplantısı yapmıştık. Basın toplantısında dile getirmek istediğimiz konu, tamamen çocuk yaştaki evlilikler ile ilgiliydi ve bu toplantıda “çocuk evliliklerini durduralım” diye seslenmiştik herkese. Toplantımız daha bitmeden, İzmir’de 16 yaşında iken kuzeniyle evlendirilen bir kız çocuğunun dokuzuncu kattan atlayıp yaşamına söz verdiğini öğrendik. Birkaç gün sonra Adana’da, 15 yaşında iki kız çocuğunun, berdel geleneği gereği, birbirlerinin ağabeyleri ile evlendirildiği ortaya çıktı. Yine Çanakkale’de 8 yıldır süren bir çocuk gelin davası sonuçlandı, mahkeme iki damada 4’er yıl hapis verdi. İki gün sonra İstanbul’da 10, 13, 14 yaşlarında beş kız çocuğun evlendirildiği ortaya çıktı. Ardından Diyarbakır’dan bir haber geldi, hastane kayıtlarına göre son bir yılda 12-17 yaşları arasında yaklaşık 450 çocuk doğum yapmıştı. Sonra Zonguldak’tan bir çığlık duyuldu. 12 yaşında bir kız çocuğu ile birlikte yaşayan bir erkek üç yıllık hapis cezasına çarptırılmış, kız çocuğu intihar etmişti. Bu hikâyelerin sonu gelmiyor; ama hepimiz bir kez daha duyalım ki çocuk yaşta evlilik büyük geliyor. Bize gelen kayıtları ve bildiklerimizi sadece aktarıyoruz. Yirmi yedi kaymakam, çocuk yaşta evlilikler için organizasyon yapıyor, Uçan Süpürgenin dokümanlarını istedi. Son bir yıldır Ajans Press ile çalıştığımız için 500’ün üstünde çocuk yaşta evlilik ve çocuk gelinler üzerine haber çıktı. Peki biz neler yaptık? Uçan Süpürge kurumsal ömrünün neredeyse yarısını çocuk evlilikleri üzerinde çalışarak geçirdi. Bu bölgede 2013-2014 yılları arasında yaptığımız çalışmaların bir dökümünü hızlıca aktarmak istiyorum. Neydi bizim motivasyonumuz? Toplumun tamamında bir farkındalık yaratmak, karar vericilere gerekçelerini anlatmak ve dönüştürmeye çalışmak, yasa koyucu ve uygulayıcılara yükümlülüklerini anlatmak, hatırlatmak, kız çocuklarının güçlenmesi için cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı engellere işaret etmek, kız çocuklarının insan haklarına dikkat çekmek. Bunun için üç aşamalı çalışmalar yaptık. Birinci aşama olarak; hatta aşamanın başlangıcı hep tarif ettiğimiz gibi, bizim 20032005 yılları arasında, Türkiye’de 81 il, 9 ilçede yaptığımız “Köprüler Kuruyoruz Projesi”nden doğdu. Köprüler Kuruyoruz Projemizde aslında biz, girişimci kadınların öykülerini anlatan filmleri illerde göstermek için yollara çıktık. Zannettik ki bu filmlerden sonra kadınlar, filmlerin üzerine bize sorular soracaklar, biz de edindiğimiz bilgiler, tecrübeler, anlaşmalar, sözleşmeleri bu kadınlarla, salondaki kadınlarla paylaşacağız ve kadının genel anlamda güçlenmesi için katkımız olacak. Böyle diyerek yollara çıkmıştık. 16 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Oysa o salondaki kadınların, o filmleri izledikten sonra bize anlattıkları aynen şöyleydi: “Şiddet görüyoruz; çünkü çocuk yaşta evlendik, özgüvenimiz yok.” “Evlendirilmek için beni okuldan aldılar, meslek sahibi olamadım, ben nasıl iş bulurum, kocam da çocuktu, birlikte büyüdük; ama 30 yaşında yaşlandık, halimiz yok.” “Daha bana gerekli olan etim, kemiğim, kanım, her şeyimi karnımdaki çocuğa verdiğim için, iki saatten fazla ayakta duramıyorum, ben nasıl işe gidebilirim?” “Astronot olmak isterdim, evlenmeyip okusaydım, ah keşke”, diyenler de vardı; “Ben de çocukken anne oldum, hep ezildim; ama asla kızımı ezdirmeyeceğim.”, diyenler de vardı. Biz bütün bu bilgileri toparlayıp derledikten sonra alandaki, salondaki kadınları duymaktan ve birbirimizi duymaktan, anlamaktan yola çıktık. Çocuk Gelinler Projesine bu nedenle, Türkiye’deki kadınların talepleri doğrultusunda karar verdik, böyle bir ihtiyaç var dedik 9 yıl önce. Uçan Süpürge’nin ilk Erken Evlilik projesi için iki pilot il seçtik İç Anadolu bölgesinde: Yozgat ve Kırıkkale. Bu illerdeki mahalle çalışmalarında kadınlar “13 yaşında akraba evliliği yaptım, 15 yaşında çocuk doğurdum, mutlu değilim” diyorlardı. Bu çalışmalarımızın içinde, Uçan Süpürgenin Erken Evlilik Projesi ile dediğimiz çalışmayı çok küçük bir il olarak, önce pilot iki il seçtik İç Anadolu Bölgesinde. Bunlardan biri Çankırı, diğeri Kırıkkale oldu. Bunlardan çıkan sonuçlar; “13 yaşında akraba evliliği yaptım, 15 yaşında çocuk doğurdum, mutlu değilim.” Aslında bu listeler o kadar çok ki, bunları söyleyerek zamanınızı almak istemiyorum; ama söyleyeceklerimin çok daha fazlasını tahmin edebiliyorsunuzdur. Bu projeden çıkan sonuçları ilgili kişi ve kurumlarla tartışmak üzere Ankara’da bir “erken evlilik zirvesi” yaptık. Çünkü biz bu illere gittiğimizde, kadınlarla konuştuğumuzda bilmediğimiz birçok şeyi öğrenmiştik ve bunun altından bir kurumun tek başına kalkmasının da çok mümkün olamadığının farkındaydık. Aynı zamanda, Uçan Süpürge’nin bütün çalışmalarında olduğu gibi hep uzmanlara danışmak, hep paylaşmak, bilginin eşitliğini sağlamak ana ilkelerimizden biriydi. Bu zirve bizim için önemli bir yol haritasıydı; 58 katılımcıyla yaptığımız çalışmalardan çıkan, 2006 yılındaki sonuç bildirgesini aynen aktarıyorum: 1. TBMM’de erken evlilikler, berdel ve çocuk pornosu konusunu araştıracak bir komisyon kurulmalı. Hatırlarsınız, bu tarihten üç yıl sonra 2009’da TBMM’de yasayla kurulan KEFEK (Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu) ilk iş olarak bir alt komisyon oluşturup erken evlilik sorununu inceledi. 2. Erken evlilik sorununun çözümü için zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarılmalı. Zorunlu eğitim 12 yıla çıkarıldı; ancak, kız çocukların evlenme ve nişanlanma gerekçesiyle okuldan alındığının farkındayız. O yüzden biz Eylül’deki kayıt ile Haziran’daki çıkışı da takip etmek gerektiğini düşünüyoruz. Bu 12 yıllık eğitim konusunda sürekliliğin çok önemli olduğunun altını çiziyoruz. 17 Türkiye İnsan Hakları Kurumu 3. Yerel yönetimler bu konuda sivil toplum örgütleriyle çalışmalı. Yerel yönetimler ve kamu yönetiminin yereldeki teşkilatının, çocuk evliliğiyle mücadelede halen bir politika, bir eylem planı geliştirmeye yönelik bir çalışmada çok istekli olmadığına şahidiz, son birkaç yıldır da eskisinden daha çok dirençle karşılaşıyoruz, bunu da vurgulamak isterim. 4. Türkiye’nin çocuk yaşta evlilik haritası çıkarılmalı. Uçan Süpürge tanıklık ve deneyimlerle bu haritayı görünür kıldı; ancak, ülke genelini kapsayan bağımsız ve güncel araştırmalar yapılıp sayısal verinin ortaya konmasına halen büyük bir ihtiyaç duyulduğunu da ifade etmek istiyoruz. Bu konuyla ilgili olarak geçtiğimiz dönemlerde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığıyla birlikte iki büyük toplantı yaptık. Biz bu verilerin resmi kaynaklardan alındığını, resmi kaynakların da nüfus müdürlükleri olduğunu, oysa esas takip etmek istediğimiz, “Kader Erten” örneğindeki gibi, kayıt dışı vakalar da olduğundan araştırmaların buna göre yapılması yönünde epey çaba sarf ettik ama henüz sonuca ulaşmadık. 5. Sivil toplum örgütleri kamu iradesini denetleyebilmek için bağımsız izleme yapmalı. Bugünlerde Türkiye’de kadın örgütlerinin çalışmalarında çok önemli olan bir şey var: İzleme olmazsa olmaz! Umarım bu toplantıların da İnsan Hakları Kurumu temsilcilerine, insan haklarında genel anlamda izleme-değerlendirme çalışmalarını sivil toplum örgütleriyle birlikte sürdürmede çok büyük bir katkısı olacaktır. 2007 yılında “Evlilik mi? Evcilik mi?” başlığı altında bir senaryo yarışması açmıştık. Böylece Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’ne bu konuyu dahil etmiş olduk. Başından itibaren çocuk gelinlerle ilgili bir film paketinin festivalde yer almasını çok önemsedik ve bunu yıllardır sürdürüyoruz. Bu yıl 17. festivalimizde yine çocuk istismarına, çocuk evliliklerine dikkat çeken filmler var. 2008 yılında yine bir senaryo yarışması açtık. Fakat bu kez sadece Türkiye’de değil, Almanya’daki bir kadın filmleri festivaliyle birlikte çalıştık. Bu yarışmada da katılımcılar çoktu. 400’e yakın katılımcı arasından Almanya’dan beş kişi, Türkiye’den beş kişi olmak üzere 10 kişilik bir grupla birlikte iki kısa film çektik. Bir ay boyunca Ankara’da birbirimizin dillerini bilmesek de, birbirimizden farklı yaşasak da bu çalışma sonucunda çıkan iki kısa film bize çok önemli alanlarda kendimizi ifade etme olanağı verdi. Bu filmlerden biri “Beni Geri Çağır Hayat”, diğeri “Nefes Al Alma Nefes Al” adını taşıyor. Filmlerin galalarını, çeşitli bakanlıklar, çeşitli kurumlar ve bu alanda çalışan birçok kadın örgütüyle birlikte yaptık. Hala bu filmleri çalışmalarımızda kullanıyoruz. Biz bu filmleri 2009 yılında ve daha sonraki yıllarda bütün Türkiye’de gösterdik. Bütün Ankara’da, hatta başka illerden arkadaşlarımızı da çağırarak “Acaba biz doğru mu yapıyoruz, biz buraya kadar geldik ama bundan sonra nasıl ilerlememiz gerekir?” diye akademisyen arkadaşlarımızdan dayanışma ve destek istedik. Onlardan bir tanesi de şu anda oturumumuzu yöneten Serpil Hocamızdı. Bu desteklerle edindiğimiz bilgilerle, önümüzdeki yol haritalarına tekrar baktık, yeni bir alana ve yeni bir bölgeye nasıl 18 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı çevirebilirizi tartıştık. Tekrar tekrar baktık, şimdi yine bakıyoruz, bundan sonra da bakacağız. Bunun çok büyük önemi ve faydası var. Uçan Süpürge ve kadın örgütlerinin 10 yıldan fazla süren mücadelesi ve bazı kadın milletvekillerinin de çabasıyla TBMM’de Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kuruldu. Az önce söylemiştim, o komisyonun ilk yaptığı işlerden biri alt komisyonda erken evlilikleri konuşmaktı. Erken ve zorla evliliklerle ilgili çok önemli dokümanları, haberleri ve yorumları bir araya getiren iki dergi çıkardık, biri Türkçe biri İngilizce. Bunlar 98’den bugüne yayımlanan Uçan Haber adlı dergimizin erken evlilikler özel sayısıydı ve Türkiye’de ilk kez çocuk yaşta evlilikler sorununu çeşitli yönleriyle ayrıntılı biçimde bu yayında ele aldık; yayınımızı herkesle paylaşmaya hazırız. Uçan Süpürge Ankara’yı da ihmal etmedi. Mamak, Altındağ ve Yenimahalle’de çocuk gelinler temalı film gösterimleri ve söyleşiler yaptık. Oradaki görüşmeler bizi, daha fazla mülakata, daha yakın ilişkilerle ilgili derinlemesine bir çalışmaya götürdü. Çocuk gelinler konusunda bütün bu deneyimleri ve kapsamlı çalışmaları duyurmaya ihtiyacımızın çok fazla arttığını her geçen gün gördüğümüz için, Sabancı Vakfı’nın desteğiyle 2010 yılında 54 ili kapsayan Çocuk Gelinler Projesi için yollara çıktık. Bu proje'nin başlangıcı Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yaptığımız basın toplantısıyla oldu. Bu toplantıya o dönem KEFEK Başkanı olan Güldal AKŞİT; Projemizin yüzü oyuncu Belçim ERDOĞAN; proje'de bize sürpriz yaparak bir şarkı besteleyen sanatçı Burhan ŞEŞEN ile şarkıyı seslendiren 12 yaşındaki kızı Dilan ŞEŞEN de katıldı. Çalışmalarımızı bütün illere taşıdıktan sonra Çocuk Gelinler projemizin final toplantısını KEFEK’in ev sahipliğinde TBMM’de yaptık. Şu anki KEFEK Başkanı Sibel Hanım’ın çok büyük bir gayret ve desteği ve o dönemin bakanı Fatma ŞAHİN’in katılımıyla düzenlenen bu toplantıya rekor düzeyde bir katılım oldu. Üstelik toplantı tam da Meclis’te bütçe görüşmelerinin olduğu bir güne denk gelmişti. Katılımcı milletvekillerine bize verdikleri destekten dolayı buradan bir kez daha teşekkür ederiz. Birleşmiş Milletler kuruluşları, sivil toplum örgütleri, ilgili kurum ve kuruluşların tümünün ilgilendiği bu toplantıya üniversiteleri, liseleri de davet ettik. Oraya katılan TED öğrencilerinin, TED kolejlerinde uzun bir zamandır, çocuk gelinlerle ilgili bir çalışma yaptığını duymuş olmak, atılan o küçücük adımın nelere yol açtığını gösteriyor. Bunlar bizi sevindiriyor. Uçan Süpürge buradan yola çıkarak Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile anlaşmalar görüşmeler yaparak okullarda etkinlikler düzenledi. Bu çalışmalarda, özellikle rehberlik bölümündeki öğretmenlerle ilişki ve işbirlikleri sürüyor. Bunların sonuçlarını daha sonraki dönemlerde sizlerle paylaşacağız ama şu anda sadece, yapılanların bir tarihsel dökümünü paylaşmak istedim. Uçan Süpürge Çocuk Gelinler Projesi kapsamında 54 ilde topladığı 54 bin imzayı iki yıl önce 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Cemil ÇİÇEK’e götürdü. Üstelik yalnız da 19 Türkiye İnsan Hakları Kurumu değildi; lise öğrencilerinde tiyatroculara, öğretmenlerden gazetecilere, mahalle temsilcilerinden kadın örgütlerine kadar 80 kişilik bir heyetle imzaları TBMM’ye teslim ettik. 54 bin imzayı şu gerekçeyle toplamıştık: Medeni Yasa’da evliliğin ancak 18 yaşını doldurmuş bireyler için yasal ve kabul edilebilir olduğunu belirten bir düzenleme yapılmasını istemiştik. İkinci olarak, 18 yaşın altındaki bireylerin aile onayı ve hakim kararıyla evlenmesinin yasaklanmasını istemiştik. Üçüncüsü, siyasetin üst düzeydeki temsilcilerinin çıkacak yasalarla ilgili takip yapmalarını ve topluma çocuk evliliklerinin olmaması gerektiğiyle ilgili mesajlar vermelerini istemiştik. Açıkçası, 18 yaşı doldurmuş olmakla ilgili Medeni Kanun değişikliği henüz olmadı. Oysa biz uluslararası sözleşmelere taraf bir ülkeyiz. Çocuk Hakları Sözleşmesi 18 yaşını bitirmeden kimse evlenemez diyor. Anayasa’nın 90. maddesi bu sözleşmeleri iç hukukumuzun üzerinde sayıyor. Uçan Süpürge, çocuk evliliklerinin önlenmesi için kurulan küresel ağ “Girls Not Brides”a üye. Birçok uluslararası örgüt ve kurumla birlikte ortak çalışmalar da yaptık. Yine, Türkiye’de birçok sivil toplum örgütü ve üniversite biriminin katılımıyla Çocuk Gelinlere Hayır Platformunu kurduk ve bu Platformun ilk toplantısını 11 Ekim’de gerçekleştirdik (Dünya Kız Çocuklar Günü). 11 Ekim, Birleşmiş Milletler kararıyla 2012 yılından beri Dünya Kız Çocukları Günü olarak biliniyor. Bugünü bir bayram değil, savunuculuk günü olarak kabul ediyor ve kız çocukların insan haklarına dikkat çekmek istiyoruz. Daha öğrenecek çok şeyimiz vardı. Acaba dünya bu sorunla ilgili neler yapıyor dedik ve Hindistan’a, Bangladeş’e gittik; Nijer ve Nijerya’ya gittik. Hindistan-Bangladeş çalışma ziyaretine giderken Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünden bir uzman arkadaşımız da bizimle geldi. Bu ülkelere birlikte gidelim istemiştik çünkü oralardaki örnekler burada çocuk evlilikleriyle mücadelenin kurumsallaşmasına katkıda bulunacaktı, bunu çok önemsemiştik. Yıllar içinde çocuk evlilikleriyle ilgili yaptığımız bütün bu çalışmalardan süzülen bilgi ve deneyimler ışığında bir bilgi seti hazırladık. Fasiküllerden oluşan bu setin önümüzdeki yıllarda birçok kurum ve kuruluş için bir kaynak olacağından eminiz. Bu set çocuk evliliklerinin eğitim, hukuk, sağlık, insan ticareti, ekonomi, ensest, medya, aile içi şiddet gibi birçok konuyla ilişkisini soru-yanıtlarla ortaya koyuyor ve bu konularda bilgilenmek isteyenlere rehberlik ediyor. Dokuz yıldır çocuk evlilikleriyle mücadeleye zemin hazırlıyoruz. Bu kadar bilgi ve tecrübeden sonra, “önleyici- koruyucu- güçlendirici bir mekanizma şart” dedik, çocuk evliliklerinin önlenmesi için bir model oluşturmaya karar verdik. Bunun için de önce karar vericiler ve hizmet sunanlarla yüz yüze görüşmek, çocukların yaşam haklarının ihlal edilmesinin yanında, ülke kalkınmasını doğrudan etkileyen çocuk yaşta evliliklerin önlenmesinin önündeki engelleri yerinde görmek istedik. Bütün illere yaygınlaştırabileceğimiz bir model oluşturabilmek için, İç Anadolu Bölgesi’nde büyük 20 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı bir şehir olduğu için Konya’yı pilot il seçtik. Konya’da üç ayrı ilçede çalışmalarımız devam ediyor. Söylemek istediğimiz şey şu; hekimler, hukukçular, psikologlar, sosyal çalışmacılar, eğitimciler, yerel yöneticiler, din görevlileri, sivil toplum temsilcileri ve bütün bu çalışmalara bir bütün olarak bakıldığında kadının insan hakları ihlallerinin en başlangıç noktası olarak gördüğümüz çocuk yaşta evliliklerin ortadan kaldırılması için verilen mücadelenin çok aktörlü olması gerektiğinin farkındayız. Biz 27 yıl önce, “dayağa hayır” diye hep birlikte sokağa çıktığımızda “nasıl, nereden çıktı bu” denen bir toplulukken, şimdi kadına yönelik şiddetle ilgili mücadeleyi öğrenmiş ve bununla ilgili çeşitli kurum ve kuruluşlar kurmuş, uluslararası sözleşmelere imza atmış, izleme-değerlendirmeyi yapmış isek; yani öğrenilebilir bir şey ise bu, direncin çok yoğun olduğu, çünkü çok sinsi ve halen toplumda çeşitli kesimlerde kabul görüyor çocuk gelinler konusunda da buna dur diyebiliriz; bu umudu taşıyoruz. Dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Serpil SANCAR: Gönlüm isterdi ki erken yaşta evlilikler ile ilgili stratejilerin başına, bu evliliğin ilk adımını atan din görevlilerinin bu konuda bilinçlendirilmesi ile ilgili bir şey de koyabilelim bundan sonra. Gönlümden böyle geçiyor. Burada Diyanet İşleri Başkanlığının da önemli bir rolü olacak diye düşünüyorum, bundan sonraki çalışmalarda. ERKEN EVLİLİKLER VE KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ ÖNLEMEYE YÖNELİK ÇALIŞMALAR Azize Sibel GÖNÜL TBMM Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı: Çok değerli katılımcılar, öncelikle kadının insan hakları konulu bu değerli programı düzenlediği için Türkiye İnsan Hakları Kurumuna teşekkür etmek istiyorum. Toplantımızın tüm kesimler için verimli olmasını da ayrıca temenni ediyorum. Bundan yüz yıl önce dünyada, Dünya Kadınlar Günü ilk kez kutlandığında ve toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların konumlarının güçlendirilmesi ile ilgili ifadeler dile getirildiğinde, bunlar belki, çok büyük oranda, radikal görüşler olarak kabul edilmişti. Ama kararlı savunma, siyasi eylem ve karar alma mekanizmalarındaki aydınlanma neticesinde Dünya Kadınlar Günü’nün, 100 üncü yılında, elde edilen önemli kazanımlar ile kutlandığını söylemek istiyorum. Ama halen dünyada birçok ülkede ve toplumda, kadının ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü durumların olduğunu da belirtmek istiyorum. Bu alan üzerinde sürekli çalışılması gereken bir alan, yaptık, oldu-bitti diyebileceğimiz bir alan, bir konu değil. Dolayısıyla 21 Türkiye İnsan Hakları Kurumu bu alanda yapılan tüm çalışmalar çok kıymetli ve çok değerli. Özelikle Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarının bu alanda yapmış olduğu çalışmalar, Türkiye’deki tüm sivil toplum kuruluşları açısından değerlendirildiğinde, kadın hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin çok önemli çalışmalar yaptığının, diğer sivil toplum örgütlerine de bence bu çalışmalar ile önderlik yaptığının altını bir kere daha çizmek istiyorum. Değerli katılımcılar, bildiğiniz gibi Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, kurulduğu 2009 yılından bu yana toplumumuzun kanayan yaraları olan, kadınlarla ilgili sorunlara el atmayı bir yükümlülük bilmiş ve kadınlarla ilgili sosyolojik ve çeşitli sorunları ele alıp raporlamış, çözüm önerilerini ortaya koymuştur. Bu sorunların başında bildiğiniz gibi erken yaşta evlilikler gelmekteydi. Erken yaşta evlilikler, topluluğumuzda var olan sorunların en önemlilerinden biri olarak değerlendirilmiş ve Kadın- Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun kuruluşundan kısa bir süre sonra da; yani 2009 yılında çalışmaya başladığında, Komisyonun ilk çalışma alanı olmuştu. Bu raporun hazırlanmasında, başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere, tüm bakanlıklarda bu konuda çalışan yöneticilerden, uzmanlardan ve Uçan Süpürge dahil olmak üzere kadın sivil toplum örgütlerinden, Diyanet İşleri Başkanlığından, yöneticilerden, pedagoglardan, sosyologlardan, birçok uzmandan ve kurumdan görüşler alınmış, hepsi dinlenilmiş, Ankara, Kırıkkale, İzmir, Diyarbakır ve Şanlıurfa’da alan çalışmaları yapılmış ve kapsamlı bir rapor ortaya konulmaya çalışılmıştı. Ülkemizde yapılan her dört evlilikten birinin, bazı bölgelerde ise her üç evlilikten birinin çocuk evliliği olduğu bilinmektedir. Ancak tespitlerin doğru yapılabilmesi, sebeplerin ve sonuçlarının ortaya sağlıklı bir şekilde konulabilmesi için, az önce Sayın GÜNER’in de altını çizdiği gibi, gerekli veri tabanı henüz elimizde mevcut değil. Erken yaşta evlilikler; ekonomik yetersizlik, yanlış ve eksik bilgilerden kaynaklanan geleneksel ve dini inançlar, eğitimsizlik, aile içi şiddet, toplum baskısı, mülkiyet unsuru gibi sebeplerle ortaya çıkmaktadır. TBMM çatısı altında ilk ve özel olarak ele alınan ve raporu hazırlanan erken yaşta evliliklerin ortadan kalkması için toplumun bilinçlendirilmesi, toplumda farkındalık yaratılması, normalleşen ve meşrulaşan bu evliliklerin sağlıksız yapısının kamuoyu ile paylaşılması çok büyük önem arz etmektedir. Aslında bu konuda mevcut yasalar ile birlikte farkındalığın artırılması ve bu yasaların da hayata geçip geçmediğinin izlenmesi de önemli bir unsurdur. Bu maksatla aslında TBMM’de sadece Komisyon olarak bir takım yasaların hazırlanması, hayata geçirilmesinin yanında, mevcut yasaların ya da hayata geçirilmiş olan bu yasaların toplumda karşılığının olup olmadığını görebilmek, izlemek en önemli görevlerimizden biridir. Özellikle de 2010/14 sayılı Başbakanlık Genelgesi yayımlandıktan sonra bu Genelge’ye istinaden tüm Türkiye’de bir tarama çalışmasına başladık. Aslında bu taramamız, bu çalışma, Türkiye’deki 12 NUTS bölgesinde planlandı. Bunun 8’inde, tarama çalışmasını gerçekleştirebildik. Dört bölgemiz henüz duruyor. Bunu da inşallah tamamladığımızda önemli bir yol kat edeceğiz. 22 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Türkiye’de, baktığımızda aslında her bölgenin birbirinden farklı olduğunu ve aynı gelişmişlik seviyesinde olmadığını ya da insan hakları konusunda da farklılıklar gösterdiğini, özellikle kadın hakları konusunda da farklılıkların olduğunu, bu alan çalışmasında çok net gördük. Bu çalışmalarda o bölgenin seçilmişleri, atanmışları, üniversiteleri, sivil toplum kuruluşları; yani muhtarından tutun, kaymakamından tutun, valisine kadar üniversite rektöründen tutun, sivil toplum örgütlerine kadar ya da belediye başkanlarından tutun, meclis üyelerine kadar tüm kesimleri bu toplantılara davet etmek oldu. O bölgede herkesin kendi sorumlulukları ile ilgili neler yaptığını ve il müdürlüklerinin il ile ilgili verilerini önceden kendilerinden istediğinizde burada hangi sorunların ön plana çıktığını zaten görüyorsunuz: Erken yaşta evliliklerin olup olmadığını, okullaşma ile ilgili sıkıntıları, hangi sorunların daha fazla öne çıktığını, o bölgenin verileri ile görüyoruz. Bununla birlikte, alınan tedbirlerin, önlemlerin hayata geçirilip geçirilmediğini, bununla ilgili dertlerinin, yüreklerinde böyle bir derdin olup olmadığını sorguladığımızda, her gittiğimiz bölgede, bununla ilgili çalışmaların devam etmesini; yani bu toplantıların değerlendirilmesinin her il için ayrı ayrı yapılmasını kendilerinden istediğimizi ve her yıl sonunda bu raporları tekrar istediğimizi belirttik. Dolayısıyla bölgelerde şimdi özellikle ilin amirleri, seçilmişleri ve atanmışları, valileri, büyükşehir ya da belediye başkanları bununla ilgili aylık rutin toplantıları düzenli yaptıklarını bize iletiyorlar, söylüyorlar. Özellikle kadın konusunda, kadın-erkek eşitliğini sağlama ve kadının statüsünü güçlendirme yönünde bu tür toplantıları yaptıklarını kendileri iletiyorlar; ama bunu yapmayan iller de var. Hiç sesi çıkmayan iller ve bölgeler de var. Bunlardan yıl sonunda tekrar raporlarını istediğimizde zaten neyin değiştiğini, neyin nasıl geliştiğini görebileceğiz. Burada önemli olan aslında, hakikaten o bölgede yöneticilerin, atanmış olsun, seçilmiş olsun, bu konu ile ilgili farkındalığının olup olmamasıdır. Bunun, bu tür sorunların, özellikle erken yaşta evlilik ve şiddetle ilgili sorunların önüne geçilmesinde önemli bir etken olacağının, burada altını çizmek istiyorum. Yine eğitimsizlik, yoksulluk, cahillik ve bağımlılık kısır döngüsüne kadınları hapseden bu evlilikler, onların geleceğe dair hayallerini de ellerinden almaktadır. Erken yaşta evliliklerin bir çocuk hakkı, kadın hakkı ve insan hakkı ihlali olduğu kabul edildi. Bu kabule göre hareket edip bu soruna bir an önce çözüm bulmak da gerektiği hepimiz için kabul edilmiş bir durum. Erken yaşta evlilikleri önlemeye yönelik, aslında Türk Ceza Kanunumuzda, Medeni Kanunumuzda ve altına imza koyduğumuz uluslararası antlaşmalarda hükümler bulunmasına rağmen, maalesef uygulamanın denetiminde bazı sorunlar yaşandığını söyleyebilirim. İşte bu sorunların ortadan kaldırılması için, izleme konusu çok önemli. Dünyanın en saf kanununu çıkarsanız da maalesef bazı yerlerde toplumsal kabul ve yapıları kırmak, farkındalık oluşturmak o kadar kolay olmamaktadır. 23 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Erken yaşta evlilik sadece erken yaşta evlendirilen kız çocuğunda değil, aynı zamanda onun dünyaya getirdiği çocuğun üzerinde de çok olumsuz psikolojik etkiler doğurmakta ve her ikisinin de sağlığını önemli ölçüde tehdit etmektedir. Özellikle ülkemizin doğu kesiminde ilköğretime özürsüz devamsız öğrencilerin devamsızlık nedenleri içinde önemli payı erken yaşta evlilikler oluşturmaktadır. Bu sorunla başa çıkmak için kız çocuklarının eğitimine çok önem verilmeli ve okulda kalma sürelerini; yani zorunlu eğitim süresini uzatmak gerekmektedir. Bu sebeplerden yola çıkarılarak zorunlu eğitimin 12 yıla çıkartılması, yatılı bölge okullarının kurulması çok yerinde, önemli düzenlemeler olmuştur. Kız çocuklarının okullaşmasını artırmak için yapılan şartlı nakil transferleri ile Haydi Kızlar Okula gibi kampanyaların çokluğu ve etkinliği de erken yaşta evliliklerin önüne geçecek düzenlemelerdir. Yanlış dini algı ve geleneksel inanışların önüne geçilebilmesi için bakanlıklar da iş birliği içerisinde bu konuda çalışmalar yürütmeli ve sorunu kalıcı olarak çözecek adımlar atmalıdır. Değerleri katılımcılar, aile içi şiddet konusu, geçimsizlik, baskı, çocuk sevgisinden yoksunluk, küçük yaşlarda anne veya babadan birinin kaybedilmesi, üvey anne ve babaya sahip olunması ve bunların kötü muameleleri, çocuklarda evlenme sonucunda bu durumdan kurtulacağı inancını geliştirmekte ve erken yaşta evliliklere yol açmaktadır. Aile içi şiddet mağduru kimseler de çoğunlukla kadınlar olduğu için, biz bunu kadına yönelik şiddet başlığı altında ele alıp kadına yönelik şiddetin önlenmesinde mevzuattaki ve uygulamadaki noksanlıkların tespitine ilişkin raporumuzu da 2010 yılında yayımlamıştık. Tabii bu rapor da uzun çalışmalar sonucu ortaya çıkardığımız çok önemli raporlardan biri olmuştur diyebiliriz. Kadına yönelik şiddet dünyanın her bölgesinde olduğu gibi Türkiye’de de önemli bir sorun olarak varlığına devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet, kadınları en temel insani haklarından mahrum etmekte ve kadınların sağlıklarını olumsuz yönde etkilemekte olan önemli bir toplumsal sorundur. Kadına yönelik şiddet, Pekin Eylem Platformu’nda; kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesi ve acı çekmesi ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan, bu tür hareketlerin tehdidini, baskıyı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, ister toplum önünde ister özel hayatta meydana gelmiş olsun cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemi olarak tanımlamıştır. Kadına yönelik şiddet fiziksel olarak görülebileceği gibi, ekonomik sosyal, sözel, psikolojik ve cinsel olarak da farklı şekilde görülebilmektedir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ve Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü iş birliğinde yürütülen, bu aslında 2008 yılında yapılmış, Aile İçi Şiddet Araştırma sonuçlarının artık güncellenmesi gerekiyor ve 2014 yılında Bakanlığın bu konuda bir çalışması var. Zannediyorum 2014 yılında şiddetle ilgili özellikle son düzenlemeler neticesinde oranların ne olduğu bu rakamlar ile açıklanacak. Bunun Türkiye için önemli olduğunu düşünüyorum. 24 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Dolayısıyla Türkiye’de özellikle son dönemde, kadına yönelik şiddete, hiçbir kadınımızın hayatını kaybetmesine ya da şiddet görmesine hiçbirimizin tahammülü ve toleransı olamaz. Ancak, şiddet konusu Türkiye’de topyekün mücadele etmemiz gereken bir konu gibi duruyor. Çünkü şiddet konusuna baktığımızda, salgın hastalık gibi, farklı farklı yönlere doğru sirayet eden bir yapısı da var. Sporda bakıyorsunuz, sağlık alanında, sağlık çalışanlarına bakıyorsunuz, şiddet olaylarına rastlıyorsunuz. En son Şubat tatilinde, bir öğrencinin öğretmenine zayıf aldığı için şiddet uyguladığını okudum, hayretlere düştüm. Yani bu tür davranış kalıplarının ortadan kaldırılması ile ilgili olarak aslında Türkiye’nin şiddetle mücadele konusunda bir eylem planının olması lazım, bu tür davranış kalıplarının toplumda tamamen kınanmasını ortaya koymamız gerekiyor. Bunu sağladığımızda, belki de ortaya koyduğumuz yasalarla birlikte, farkındalıkla birlikte şiddeti tamamen ortadan kaldırmada bir yol kat edebiliriz diye düşünüyorum ve bunu sizlerle de paylaşmak istiyorum. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının bu konuda, şiddetin her türüne de hayır demesi, başta kadına karşı şiddet olmak üzere, her türlü şiddeti bu vesile ile kınaması gerekiyor diye düşünüyorum. Bildiğiniz gibi, bu alanda kaydedilen gelişmelere baktığımızda, aslında Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer kanunlarımızda yapılan değişikliklerin yanı sıra, Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketi ile Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler konulu Başbakanlık Genelgesi ve İçişleri Bakanlığı Genelgesi aslında Türk Medeni Kanunu, Ceza Kanunu ve diğer kanunlarda yapılan çalışmalar ile birlikte bir işaret noktası olmuştur. Daha sonra yapılan çalışmalar da bildiğiniz gibi 4320 sayılı Kanun'un artık ihtiyacı karşılamadığı ve İstanbul Sözleşmesi’ne uyumlu olarak hazırlanan 6284 sayılı kadını şiddetten korumaya yönelik Kanun hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Kanunun kabul edilmesi ile birlikte yönetmelikler çıkartılmıştır. Bunların yanı sıra ilgili adımların atılması ve bunların takibi de önem taşımaktadır. Konu buraya geldiği zaman aslında TBMM’de yaptığımız en önemli çalışmalardan bir tanesi; İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, kadına karşı şiddetle mücadeleyi kapsayan Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin, İstanbul’da imzaya açılarak ilk olarak Türkiye tarafından imzalanması ve hemen akabinde TBMM’de bu sözleşme'nin önce Komisyonumuzda, ardından Genel Kurul’da görüşülerek tüm siyasi partilerin oy birliği ile onaylanmasıdır. 10 ülkenin, bunu parlamentosunda onaylaması ile hayata geçmesi mümkün olan bu Sözleşme’ye şu anda 8 ülkenin imza koyduğunu biliyoruz ve bu Sözleşme’nin, bir an önce hayata geçmesi ile ilgili de özellikle yurt dışı temaslarımızda da konu ile ilgili imzaları ortaya koymalarını kendilerinden istiyoruz. Şimdi bizden sonra konuşma yapacak arkadaşlarımız Sözleşme ile uyumlu olarak kabul edilen 6284 sayılı Kanun'un hem hazırlanmasında, hem de hayata geçtikten sonra uygulama neticesinde nelerle karşılaştıklarını burada dile getirecekler. Biz de gittiğimiz alan çalışmalarında, özellikle konukevlerinden, ŞÖNİM’lerden, tüm bu Kanun’la ilgili hayata geçirilen, yapılan çalışmaları da yerinde izlemeye, denetlemeye gayret gösteriyoruz; ama siz de takdir edersiniz ki bunu TBMM olarak sürekli yapabilmek 25 Türkiye İnsan Hakları Kurumu çok mümkün olmuyor. Belli rutinlerde, 3 aylık periyodlarda belki bir kere yapabiliyoruz. Dolayısıyla çok sık olmuyor; ama bölgelere gittiğimizde mutlaka bu kurumların, bununla ilgili vaka sayılarını, alınan önlemleri, konukevlerinin varlığını ve diğer ŞÖNİM’lerin yaygınlaştırılması ile ilgili neler yapabileceklerini, tüm bu konuları detaylı olarak kendileri ile konuşuyoruz ve bu konuda adım atmalarını da kendilerinden beklediğimizi iletiyoruz. Tabii bunun izlenmesi konusunda sivil toplum kuruluşlarının da, bu izleme çalışmalarına katılmasında fayda var diye söyledi Halime Hanım, bu konuya ben de yürekten katılıyorum. Biz gittiğimiz bölgelerde, sivil toplum kuruluşlarının mutlaka bu toplantılarda, bu çalışmalar içinde olmasına büyük önem gösteriyoruz ki yine bir projeyi de bir sivil toplum örgütü ile birlikte gerçekleştirdik. Dolayısıyla, sivil toplum kuruluşlarının da, özellikle şiddetle ilgili hem kanun hazırlanmasında, hem de uygulamasında ortaya çıkan eksikliklerin, yapılması gerekenlerin ve atılması gereken adımların belirlenmesinde aslında önemli katkılarının devam edeceğine inanıyorum. Ama önemli olan yasal gelişmenin yanında, uygulamada atılacak adımlar; bu da ancak kadınların bakış açısında yaşanacak zihinsel dönüşüm ile mümkün olabilecektir. Bunun diğer ayağı da tabii uygulayıcıların bu alanda yeterli farkındalıklarının oluşmasıdır. Bu çerçevede, kadına karşı şiddetin hem geleneğimizde olmayan, hem etik olarak doğru olmayan, hem kesinlikle yasal anlamda suç olan bir olgu olduğunu zihinlerimize kati suretle yerleştirmemiz gerekmektedir. Bunu yerleştirebilmek için de mümkün olan tüm çalışmaların içinde olmamız gerekiyor. Şiddet hangi biçimde olursa olsun kadının temel hak ve özgürlüklerini kullanmasının önünde önemli bir engeldir. Bu durum birçok toplumda cinsiyet ayrımının yaşanmasına yol açmaktadır. Kadınlar yaşadıkları şiddet konusunda yalnız kalmakta, haklarını savunmak için yeterli bilgi, donanım ve farkındalığa sahip olmamaktadır. Bu nedenle kadınların güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu sözlerimle aslında konuyu da sonlandırmak istiyorum. Tüm dünyada baktığımızda aslında eğitimdeki cinsiyet ayrımının kapanıyor olmasına rağmen, uluslar arasında hala büyük farklılıkların göze çarptığını; bazı ülkelerde büyük oranda kız çocuklarının okula gidemediğini, okula devam edemediğini veya çok az bilgi birikimiyle okulu bitirebildiğini, kadın ve kız çocuklarının kabul edilemez şekilde şiddete, evde, okulda, iş yerinde ve toplum içinde hem de çoğunlukla en yakınlarının uyguladığı şiddete maruz kaldığını görüyoruz. Kadın olmak genelde korumasız olmak anlamına geliyor; hatta birçok çatışma bölgesinde cinsel şiddetin bilinçli ve sistematik bir şekilde kadınları ve tüm toplumu sindirmek için uygulandığını görüyoruz. Ben şu sözlerle sözlerime son vermek istiyorum. Kavgayı ağacın yaprağına yazmak isterdim, rüzgâr essin yaprak dökülsün diye, nefreti bulutların üzerine yazmak isterdim, yağmur yağsın bulutlar yok olsun diye, öfkeyi karların üzerine yazmak isterdim, güneş açsın karlar erisin diye, sevgi ve dostluğu yeni doğmuş tüm bebeklerin kalbine yazmak isterdim, onlar büyüsün tüm dünyayı sarsın diye. Teşekkür ediyorum. 26 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Serpil SANCAR: Sayın Sibel Hanım’a çok teşekkür ediyorum. TBMM’nin bu konudaki Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunun başkanı olarak Komisyonun gösterdiği duyarlılığı, verdiği öncelikleri bize sundu, bu konudaki çalışmaların prosedürünü anlattı. Hem erken ve zorla evlilikler ile ilgili hem de kadına yönelik şiddetin önlenmesi için KEFEK’in önemli bir misyonu var, yetkisinden daha çok da sembolik gücü var; dolayısıyla bu KEFEK çalışmaları hepimiz için çok önemli. Çok teşekkür ediyoruz kendisine. Erken evliliklerle ilgili çoğu raporda altı çizilmeyen yeni bir bulgu, bizim araştırmalarda genellikle erken evlilikleri biz biraz arkaik kültürün bir ürünü olarak, kalıntısı olarak, biraz modernite öncesi, biraz az gelişmişlik, bilinç eksikliği olarak görüyoruz. Ama son araştırmalar bize gösteriyor ki; kentsel mekânda orta sınıf ailelerde, kız ve erkek çocukları arasında erken yaştaki arkadaşlık ilişkileri, duygusal ilişkiler, flört ilişkilerinin, ahlaki nedenlerle; yani dedikodu olacak gibi korkularla, hızla erken evliliğe zorlanmasına yol açtığını gördük. Bu önemli bir yeni boyut, şekil değiştirerek modern sosyal çevrelerde de erken yaşta evlilik bir biçimde devam edebiliyor. Aslında masum, küçük, gençler arasındaki flörtler ve arkadaşlıkların hemen, kısa sürede evliliğe zorlandığını, yeterince irade oluşmamış, duygusal gelişmişlik noktasına ulaşmamış ilişkilerin evliliğe zorlandığını da gördük. Teşekkür ediyorum, şimdiye kadar izlediniz. Kısa bir aradan sonra devam edeceğiz, lütfen ayrılmayın aradan sonra üç önemli konuşmacımız daha var. Serpil SANCAR: Çalıştayımızın ilk bölümünün ikinci oturumuna başlıyoruz. Bu bölümde üç konuşmamız var. Birincisi Mor Çatı Vakfı adına Sayın Deniz BAYRAM konuşacak, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusunda; ondan sonra Emniyet Genel Müdürlüğünden Sayın Tarıkhan ÇETİNER’i ve Jandarma Genel Komutanlığından Sayın Gürkan EKER’i dinleyeceğiz. KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE KADIN CİNAYETLERİ Deniz BAYRAM Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı: Herkese merhaba, ben sunumumda kadına yönelik erkek şiddeti ve kadınların maruz kaldığı sistematik erkek şiddetinin bir sonucu olarak, kadın cinayetlerinden bahsedeceğim. Kadın cinayetleri kapsamında, Mor Çatının da dâhil olduğu, aynı zamanda bizim İstanbul Feminist Kolektifin, “Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası” kapsamındaki dava takipleri, hukukun kadın cinayetlerine ve erkek şiddetine karşı erkek egemen yaklaşımı, cinsiyet ayrımcı yaklaşımını sizlerle paylaşmaya çalışacağım. 27 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Aslında bir önceki oturumda da kadına yönelik erkek şiddetinin, aslında daha çok ifade edildiği üzere, kadına yönelik şiddetin, devletlerin ve devlet kurumlarının ajandasının bir parçası olması, bu kurumların planlama süreçlerine artık dahil ediliyor olması, devlet politikasında bu konuya yer veriliyor olması, bunun için çeşitli yasaların çıkıyor olması, hukuksal düzenlemelerin çıkıyor olması ve çeşitli mekanizmaların kuruluyor olması, bunun Türkiye’de ve dünyada kadın mücadelesinin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor olması ele alındı. Ama aslında bizler de 2011’de, aynen bu salonda, pek çok arkadaşımla, burada bulunan pek çok kadın arkadaşımla birlikte, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının çağrısı ile 6284 sayılı Yasa’nın hazırlık çalışmaları sırasında hazır bulunmuştuk. Bizler de bu çalışmalara katılmıştık; ama bugün yapılan yasal çalışmalar, taraf olunan uluslararası sözleşmeler, bu sözleşmelerin iç hukuka aktarılması, kurulan mekanizmalara rağmen neden şiddet hale devam ediyor? Neden hala bu kadar yakıcı? Neden kadın cinayetleri istatistiklerinde hiçbir azalma görmüyoruz ve neden hala bunlara tanık olmak zorunda kalıyoruz? Bütün bu düzenlemelerin yapılıyor olması, bütün bu devlet ajandasının yerine getiriliyor olmasında aslında biraz politik iradenin eksikliği, siyasi bir iradenin eksikliği ile karşı karşıya kaldığımız gerçekliğin altını çizmek gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü dünyanın en güzel yasalarını yapsanız da, alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarını, kadın örgütlerini çağırarak toplantılar yapılsa da, çalışmalara katılmaya çalışılsa da bu yasaların uygulanması, uygulama mekanizmalarının harekete geçirilmesi için siyasi bir irade olmadığı takdirde, ne yazık ki bizler bu mücadelede daha ileriye gitmek yerine daha geri adımlar atıldığına tanık oluyoruz. Kadın hareketi içerisinde, aslında kadına yönelik şiddet kavramı yerine bizler, kadına yönelik erkek şiddeti ya da erkek şiddeti demeyi tercih ediyoruz; çünkü kadına yönelik şiddet dediğiniz zaman, aslında burada erkek şiddetini tanımlamak için kullanılan, bu en yaygın kavram olan, kadına yönelik şiddetin, şiddet fiilini ve şiddetin yöneldiği nesne olarak aslında kadını bir nesne haline getirdiğini görüyoruz. Sadece bu kavramda bile aslında cinsiyet ayrımcı dilin nasıl söylemi etkilediğine tanık oluyoruz. Kadına yönelik şiddet demek failin kimliğini muğlaklaştırıyor ve anlatının yaygınlığına dikkat çekiyor. Biz kadına yönelik şiddet dediğimizde, şiddete maruz kalan, bunun nesnesi haline gelen kadından bahsederken aslında bu şiddeti uygulayanın kim olduğuna dair herhangi bir fikir beyan etmiyoruz. Bu yüzden failin kim olduğunun, şiddet uygulayanın kim olduğunun da altını çizmek ve kadına yönelik şiddeti erkek şiddeti olarak kavramsallaştırmak çok önemli. İşte her şey aslında, biraz önce bahsettiğim bu siyasi iradenin ortaya konması ve dilin değiştirilmesi ile başlıyor öncelikle. Bizler, kadına yönelik şiddetin failinin kim olduğunun altını çizen kavramlar kullandığımız zaman, sığınaklara konukevi demediğimiz zaman, sığınak ifadesini kullandığımız zaman, o zaman gerçekten erkek şiddeti ile mücadeleye politik bir irade koymuş olacağımızı düşünüyorum. 28 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Kadına karşı erkek şiddetinin tanımı kendi tarihselliği içinde, toplumsal olarak inşa edilen erkeklik-kadınlık rolleri üzerinden, eşitsizlik ve ezen-ezilen ilişkisi içerisinde tanımlanmaya çalışıldı. Sadece Türkiye’de kadın hareketi, kadın mücadelesi kapsamında değil, bütün dünyada kadın tarihi bakımından bu çaba gösterildi ve bu şiddeti tanımlama çabası; cinsiyet temelli ayrımcılık, güç ilişkileri, farklı ayırımcılık biçimleri, ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel alanlarda kadınların karşılaştıkları engellemeler, kısıtlamalar, yasaklar, kadınların cinsiyet temelli öteki olmasının sınırlarını net bir şekilde görebilmemizi sağladı. Erkek şiddeti tüm dünyada; toplumsal cinsiyet eşitsizliği, cinsiyet temelli ayırımcılığın bir sonucu olarak kadınların özel, kamusal, toplumsal alanda erkek egemen, hâkim sisteme tabii ilişkisinin kurulduğu, bunun perçinleştirildiği bir araç haline getirildi. Şiddetin zamansal olarak farklı uygulama biçimleri karşısında, şiddetin belirli kategorilerini net ve keskin bir şekilde görebildik. Bunları sınıflandırabildik, toplumsal olarak karşı karşıya kaldığımız her bir gelişme, şiddete ve şiddetin uygulanması biçimini etkileyen, belirleyen bir faktör olarak karşımıza çıktı. Özellikle uluslararası alanda da şiddetin tanımlanma çabalarına baktığımız zaman, burada tüm dünyadan kadınların deneyimlerinden, bu deneyim paylaşımlarından, şiddetin tanımlandığını söyleyebiliriz. Şiddet, erkek egemen sistemin dinamikleri içinde, özel ve kamusal alanda, kadınların tabiiyet ilişkisinin sürdürülmesi, kadının yaşamı, bedeni, emeği, kimliği üzerinde baskı ve kontrol mekanizmasının yaratılması, işte tüm bu erkek egemen dinamiklerden dolayı bizlerin erkek şiddetine karşı politik irade ile mücadele etmekten başka bir şansı yok. Kadınlar doğrudan doğruya kaba kuvvet, dayak, itip-kakılma, tecrit edilme gibi toplum tarafından da gözle görülebilecek fiziksel şiddetle sıklıkla karşılaşmakla birlikte, fiziksel şiddet kadar, duygusal, sözel, cinsel, ekonomik, yeni kuşak şiddet biçimlerinden biri olan dijital şiddete de maruz kalıyorlar ve toplum nazarında daha görünmez olan bu şiddet biçimlerine karşı mücadele ediyorlar. Bizler, Mor Çatıda görüştüğümüz kadınlardan, aslında onların deneyimleri ile şiddeti tanımlama çabası içerisine giriyoruz. Ben şimdi sunumum kapsamında da onların aslında kendi hayatlarında bu şiddete sistematik olarak maruz kaldıklarına, şiddeti nasıl yaşadıklarına ve kendilerinin nasıl tanınmadıklarına ilişkin onlardan alıntılar yapmaya çalışacağımı. Sistematik olarak erkek şiddetine maruz kalmış, çok yoğun fiziksel şiddetle karşılaşmış ve “Hayatımın 15 yılını devlet kurumlarında, karakollarda geçirdim” diye ifade eden bir kadın, “Günümü verdi, ışığımı vermedi, hiç iyi günüm olmadı” şeklinde, hayatındaki erkek şiddetini tanımlıyor. Bir başka kadın şöyle söylüyor, “Kadın olduğunuz için resmi yerlerde sizi ciddiye almıyorlar. Kaç defa konuşmadan geri döndüm, benim sorularımı dinlemiyorlardı; 29 Türkiye İnsan Hakları Kurumu ama bir erkek geldiğinde onunla ilgileniyorlardı.” Bu kadın Van’da, depremin acısını yaşamış, deprem nedeniyle pek çok zorluk yaşamış ve devletten, valilikten konteyner almaya çalışmış ve şu şekilde ifade ediyor gelen cevabı, “Yalnız mı kalıyorsun? Evli değil misin? Ne yapacaktın tek başına konteyner? Tek başına sana konteyner veremeyiz. Tek başına ne yapacaksın? Ağabeyinin konteynerı var işte, onların yanında kal o zaman.” Erkek şiddetine karşı devlet kurumlarının kayıtsızlığı, özen yükümlülüğüne uygun hareket edilmemesi, hukuksal açıdan soruşturma, kovuşturma ve gerekli yargısal süreçlerin örgütlenmemesi, etkili mekanizmaların hazır olmaması, kadınların cinsiyet temelli maruz kaldıkları şiddetin devamı, şiddetin parçası, şiddetin kendisidir. Zira, bizler de Mor Çatıda kadınların anlatılarında sık sık şiddetten bahseden kadınların, şiddetin faili olarak sadece erkekleri değil, şiddet nedeniyle başvurdukları devlet kurumlarını, harekete geçmediği, özen yükümlülüğüne uygun hareket etmediğinden de bundan sorumlu tuttuklarını, devletin de buna iştirak ettiğini düşündüklerine tanık oluyoruz. Bir kadın örneğin, deneyimini şöyle anlatıyor; “Bir baktım ki ben hukuki şeylerin içerisine öyle bir girmişim ki, girme sebebim karakola güvenmemek, işlerini doğru yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı emin olamamak, avukatıma güvenmemek, savcıya güvenmemek, hâkime güvenmemek.” Yine bir başka kadın, en net ve sade şekliyle devletin sorumluluğunu, hukuk sisteminin sorumluğunu şu şekilde ifade ediyor. “Bu zararı veren bana sadece eski eşim değil, bu zararı veren bana, aynı zamanda hukuk sistemi. Hamileyken çok aşırı şiddete uğradım ben, belime, kafama her vurduğunda, ettiğinde hep karakola sığındım, ifademi alan bir kişi çıkmıyordu karşıma, evine dön bir şey olmaz. Böyle daha şiddet gördüm, bana bir şey olmaz deyip daha aşırısını uygulamaya başlıyordu.” Aslında burada devlet kurumlarının özen yükümlülüğüne uygun soruşturma ve kovuşturma süreçlerini işletmiyor olması, hem şiddete ortak olması, şiddete iştirak ediyor olması gibi bir sonucu karşımıza çıkardığı gibi, aynı zamanda da şiddet uygulayan erkekleri cesaretlendirilen, ne kadar şiddet uygularlarsa uygulasınlar, kendilerine bir şey olmayacağı algısını yaşatan bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Zira bunun sonucu da sunumun sonunda yer vereceğim kadın cinayetine bağlanıyor. 6284 sayılı Yasa’ya baktığımızda ise, 6284 sayılı Yasa neyi değiştirdi diye sorduğumuzda, ben aynı zamanda alanda çalışan bir avukat olarak da, şunu söyleyebilirim, kadınlar artık tedbir kararlarını daha kolay alabiliyorlar; önleyici tedbir kararlarını ve koruyucu tedbir kararlarını. Biliyorsunuz 6284 sayılı Yasa iki farklı tedbir kararı getiriyor. Yetki koşulu aranmaksızın aile mahkemeleri tarafından 6 aya kadar koruyucu, önleyici tedbir kararı almak mümkün; yakın koruma, zorlama hapsi gibi yeni mekanizmalar getirdi. Fakat 6284 sayılı Yasa’da bu mekanizmalar harekete geçirilmişken bizler ne gibi sorunlar yaşıyoruz. Örneğin tedbir kararlarını, İstanbul’da, en iyi bildiğim uygulama 30 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı İstanbul’da olduğu için söylüyorum, tedbir kararları artık çok kolay bir şekilde alınabiliyor. Bir kadın aile mahkemesine başvurduğu zaman, bir gün içerisinde, hemen ertesi gün tedbir kararını alabiliyor. Ama bu tedbir kararları etkili oluyor mu diye baktığımızda, hayır; çünkü aile mahkemeleri bu tedbir kararlarını bizim kopyala-yapıştır şeklinde ifade ettiğimiz usul ile alıyorlar. Oysa bizlerin yasa çalışmaları süreci içerisinde de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ilettiğimiz taleplerde, önerilerimizde yer alan en önemli konulardan bir tanesi şuydu;, her şiddet hikâyesinin aynı dinamiklerden , cinsiyet ayrımcılığı, erkek egemen sistemin dinamiklerinden kaynaklandığı gibi, bunun yanı sıra her şiddet hikâyesinin farklı ve biricik olduğu, bu nedenle, bu şiddet hikâyelerinin farklılıklarının gözetilerek tedbir kararlarının alınması gerektiğinden hareketle aile mahkemesi hâkimlerinin ya da karar vermeye yetkili mercilerin, kendilerine gelen talep üzerinden, şiddet hikâyesi üzerinden gerekli ihtiyaç analizlerini, risk faktörleri analizlerini gerçekleştirip, o hikâyenin gereği gibi kadınların ihtiyaç duyduğu tedbir kararlarını vermekle yükümlü kılınmasını istemiştik. Nitekim, bu talebimiz aslında bizim, 6284 sayılı Yasa’ya girdi ve şu şekilde denildi: Aile Mahkemesi sadece bu yasa'da verilen tedbir kararlarını almaktan sorumlu değildir. Aynı zamanda eğer şiddet hikâyesi gerektiriyorsa, farklı şekillerde tedbir kararı da alabilir. Örneğin, o kadının ihtiyacı, evinin kilidinin değiştirilmesi ise Aile Mahkemesi somut olarak bu kilidin değiştirilmesi konusunda da karar verebilir, şeklinde örneklemeler yapılarak yasaya girdi. Ancak bugün baktığımız zaman, kimi yönlendiriyorsak biz Mor Çatıda, şiddete maruz kalan kadınlar, Aile Mahkemelerinden, hangi kadın olursa olsun, hangi şiddet hikayesi olursa olsun, ne tür şiddete uğramış olursa olsun, birbirinden çok farklı ihtiyaçları da olsa, çıkan kararların tamamı kopyala-yapıştır usulü ile alınan kararlardır. Ve biz sık sık aile mahkemesi hâkimleri ile görüştüğümüz zaman da, kendileri bize şunları ifade ediyorlar: “O kadar çok geliyor ki, o kadar ciddi bir iş yoğunluğumuz var ki bizler çoğu zaman dosyayı bile okumadan direkt bu kararları, 5 dakika içerisinde alabiliyoruz.” Uygulamada şu şekilde oluyor, ben kendim, dediğim gibi alanda da çalıştığım için buna tanık olduğum için rahatlıkla söyleyebilirim. Aile mahkemesi hâkimi duruşma görürken, kâtip dosyayı kendisine götürüyor, aile mahkemesi hâkimi duruşma devam ederken, hâkim direkt sadece, kâtibinin yazmış olduğu karara kendisi imzasını atıyor, hiçbir şekilde dosyayı kadının dilekçesini, taleplerine ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaksızın. Buna bahane olarak da bizim yargıdan duymaya alışkın olduğumuz, iş yükü bahanesi karşımıza çıkıyor. Diğer bir önemli sorun ise, yasanın sorunu, artık 6284 sayılı Yasa’nın uygulaması, cinsiyetsiz bir uygulama haline geldi. Oysaki 6284 sayılı Yasa’nın çıkarılmasının en önemli nedenlerinden bir tanesi, herhalde burada söylemeye gerek duymuyoruz ki, 31 Türkiye İnsan Hakları Kurumu bu konferans gerçekleştiriliyor, organize ediliyor; çünkü şiddet ağırlıklı olarak kadınların cinsiyet temelli ayrımcılık nedeniyle ağırlıklı olarak etkilendiği bir şiddet biçimidir. Örneğin bununla ilgili çok yakıcı sonuçlar ve araştırmalar söz konusudur. Bunlar Türkiye’de de Adalet Bakanı tarafından, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı tarafından oldukça sık dile getirilmiştir. Daha kapsamlı bir araştırmanın sonucunu ben size şöyle söyleyeyim. Avrupa Birliği Parlamentosunun yaptırmış olduğu bir araştırmaya göre, tüm dünyada 16-44 yaş arası kadınların başlıca hastalık, sakatlanma ve ölüm nedeni ev içi şiddet. Dolayısıyla burada kadınların maruz kaldığı bir şiddetten bahsettiğimize göre, çıkarılan yasanın da kadınları koruyan bir yasa olması gerektiği bekleniyor. Oysaki 6284 sayılı Yasa’ya baktığımız zaman artık erkekler de şiddete maruz kaldıklarını söyleyerek başvurabiliyorlar aile mahkemelerine en az kadınlar kadar, ne kadar çok kadın alıyorsa, o kadar da çok erkek alıyor inanın bu tedbir kararını. Örneğin, bir dosyamızda şöyle bir durumla karşılaştık, kadın aile mahkemesine başvurmuş, tedbir kararı almıştı. Evden uzaklaştırma kararı almıştı. Aynı şekilde boşanmaya çalıştığı ve şiddet gördüğü kocası, bu da sağlık raporu ile ispatı olduğu bir şiddet durumu söz konusuydu, o da aile mahkemesine başvurup, tedbir kararı almıştı, uzaklaştırma kararı. Dolayısıyla tarafların ortak ikamet ettikleri evden hem kadın için uzaklaştırma kararı söz konusu hem de erkek için uzaklaştırma kararı söz konusuydu. İkisi de evden uzaklaştırılmıştı. Dolayısıyla artık zaten biraz önce bahsettiğim gibi aile mahkemeleri de hiçbir şekilde dosyası okumadıkları için ihtiyaçlar nedir, talepler nedir, buna ilişkin herhangi bir değerlendirme yapmadıkları için bu tür kararlar da alınabiliyor. Hiçbir şekilde, zaten hâkim burada eğer erkek talep ettiyse, gerçekten kadın şiddet uygulamış mıdır, uygulayabilme yetisine sahip midir, yoksa bu başka bir menfaat çatışmasının bir sonucu olarak mı gelmiştir, hiç bunu analiz etmediği için de bugün 6284 sayılı Yasa ne kadar çok devlet kurumu tarafından ya da alanda çalışan örgütler tarafından, sanki bir kadına yönelik şiddete önleme yasası olarak ifade edilse de tamamen cinsiyetsiz uygulamalara dönüşmüştür. Şiddetten, erkek şiddetinden biraz kısa bahsettikten sonra kadın cinayetlerine gelmek istiyorum. İstanbul’da kadın cinayetlerine, İstanbul Feminist Kolektifi olarak, “Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası” düzenlendi ve bu Kampanya nezdinde çeşitli süreçler organize etmeye, örgütlemeye çalıştık. Bunlardan bir tanesi de kadın cinayeti davalarının takip edilmesiydi. Çünkü kadın cinayetleri davalarında bizim en sık karşılaştığımız, ciddi sorunlardan bir tanesi, erkeklik indirimleri olarak kavramsallaştırdığımız haksız tahrik indirimleri, iyi hal indirimleri, yargı süreçlerinin yine cinsiyet ayrımcı süreçler olarak örgütleniyor olmasıydı. Bunları kamusallaştırmak, politikleştirmek. Kadın cinayetleri münferit olaylar değil, zaten biraz önce bahsettiğim istatistiklerden de münferit olmadığı yeteri kadar açık, kadın cinayetlerinin politik olduğu ve kadına yönelik şiddetin, sistematik şiddetin bir sonucu olduğunu politikleştirmek, kamusallaştırmak adına bu davaların takibi gerçekleştirildi. 32 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Bu Kampanya süreci içerisinde kadın hareketinin mücadelesi sonucunda kadın cinayetleri konusunda, ciddi bir söylem değişikliği söz konusu oldu. Bugün devlet nezdinde de, medyada da, aslında daha önce namus cinayeti, töre cinayeti gibi kavramlar kullanılarak bu cinayetleri meşru gösteren kavramlar ayıklandı ve şu an artık namus cinayetlerinde, töre cinayetlerinde, kadın cinayetinde hem medyada hem de devlet söyleminde bir değişiklik gerçekleşmiş oldu. Kadın cinayetleri erkek şiddetinin bir sonucudur. Ev içi şiddet ile birlikte değerlendirilmelidir. Bizim örneğin, şu anda İstanbul Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesinde takip ettiğimiz bir davada, davanın son duruşmasında mahkeme tarafından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının müdahillik talebi reddedildi. Bu talep reddedilirken savcının şu sözleri dikkate alındı, mahkeme tarafından. Bir kadın cinayeti davasıydı bu, öldürülen kadın sistematik olarak ev içi şiddete maruz kalmıştı, psikolojik, cinsel, fiziksel her türlü şiddet biçimi vardı. Defalarca koruma kararı alınmıştı. Kendisinin yakın koruması da olmasına karşın öldürülmüştü ve savcı şöyle bir şey söyledi: “Bu bir öldürülme olayıdır. Aile içi şiddet ile bir bağlantısı yoktur, birlikte değerlendirilmemelidir. Ceza Hukukunun prensipleri dahilinde değerlendirilmelidir.” Oysa, Opuz vs. Türkiye kararı, Türkiye’nin ilk defa uluslararası bir alanda kadına yönelik şiddetten, erkek şiddetinden dolayı mahkum edildiği kararlardan bir tanesidir. Opuz vs. Türkiye davası aynı zamanda, bugün Türkiye’nin ilk imzacı taraf devlet olduğu, İstanbul Sözleşmesi’ne dayanak kararlardan birini oluşturmaktadır. Opuz vs. Türkiye kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Devletinin, Türkiye’de kadınların yaşam hakkını, kötü muamele yasağını ve ayrımcılık yasağı hakkını ihlal ettiğine, tüm bunları yerine getiremediğine ve kadınların maruz kaldığı şiddetin de cinsiyet temelli ayrımcılık olduğuna hükmetti ve Türkiye’yi mahkum etti. Kadın cinayetleri bakımından en ciddi, kamusallaştırma ve politikleştirmeye çalıştığımız en önemli konulardan bir tanesi de haksız tarik. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 29 uncu maddesi, haksız tahrik ile ilgili şöyle bir şey söylüyor; kişi haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddet ile elemin etkisi altında suç işlemişse, bu kişi adına ciddi anlamda bir ceza indirimi söz konusu oluyor. Peki, kadın cinayetlerinde neler haksız tahrik olarak gözetiliyor yargıda? Şöyle söyleyeyim; bizim 2005 ve 2007 yıllarında takip ettiğimiz davalarda, öldürülen Sevgi AĞUŞ, Alev ER, Oya CAN’ın katilleri olan eşleri, haksız tahrik indirimlerinden yararlanmıştı. Sevgi AĞUŞ, saat sorarken cilveli olduğu için; Alev ER, piercing taktığı için, Oya CAN ise beyaz tayt giydiği için mahkeme tarafından haksız tahrik indirimi uygulandı. Bunlar bizlerin söylemleri değil, bunlar mahkeme kararında geçen haksız tahrik nedenleridir. Çok fazla vaktim kalmadığı için, hemen kısaca değinmek istiyorum. Özellikle kadın cinayetleri konusunda ve yargının cinsiyet temelli erkek egemen bakış açısına ilişkin olarak bizler Mor Çatı olarak, Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi ile işbirliği içinde geçtiğimiz yıl Yargıtay ile bir toplantı gerçekleştirdik. Yargıtay üyelerini, birlikte bir 33 Türkiye İnsan Hakları Kurumu yuvarlak masa toplantısına çağırdık. Aslında biz bu toplantıya çok fazla katılım olacağını düşünmemiştik; ama oldukça ciddi bir katılım oldu. Cinayet davalarına bakan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, eski cinsel saldırı davalarına bakan Yargıtay 5. Ceza Dairesi, boşanma davalarına ve aile hukuku davalarına bakan Hukuk Daireleri üyeleri bu toplantıya tam katılım sağladı. Aynı şekilde Yargıtay 1. Ceza Daire Başkanı geldi ve kadın cinayetleri ile ilgili bir konuşma yaptı. Bizler burada Yargıtay üyeleri ile ilk defa, aynı masa etrafında konuşma, Yargıtay’ın pratiklerini, Yargıtay’ın kararlarını özellikle kadın cinayetleri ve cinsel saldırı davaları bakımından erkek egemen kararlarını tartışma fırsatı bulduk ve Yargıtay üyelerinden şöyle tepkiler aldık, şöyle konuşmalar geçti: “Evet önceden uygulanıyordu haksız tahrik indirimleri; fakat artık uygulanmıyor. Bizlere de haksız tahrik verilmiş yerel mahkeme kararları geldiği zaman, bunları bozuyoruz ve geri gönderiyoruz. Gerekçe de şu oluyor genelde, çok fazla haksız tahrik uygulamışsın bu kadar çok uygulama, 7 yıl değil de, 1 yıl haksız tahrik indirimi ver yeter gibi.” Bu şekilde aslında kadın cinayetlerinin bu kadar sistematik olarak yaşandığı bir ülkede seneler, 5 yıl, 10 yıl üzerinden bir tartışma yaşanıyor ve Yargıtay üyeleri son olarak şöyle bir şey söyledi: “Artık biz haksız tahrik indirimlerini sadece evli eşler için uyguluyoruz. En çok biliyorsunuz, aldatma konusunda tahrik indirimi söz konusu oluyor. Eğer öldürülen kadın eşini aldattıysa ki bütün kadın cinayeti davarlarında, faillerin söyledikleri savunma budur, - Beni aldattı- olur, bütün öldürülen kadınlar aldatmıştır çünkü. Eğer aldattı şeklinde bir argüman geliyorsa biz bunu değerlendiriyoruz ve bunun haksız olması gerektiğini söylüyoruz; ama bu da bütün kadın cinayeti davarlarında değil, sadece evli ise, yani bir evlilik söz konusu ise. Evli kadın eğer evli olduğu kocasını aldatmışsa, burada haksız tahrik uyguluyoruz biz; ama evlilik yoksa haksız tahrik uygulanmamasına karar veriyoruz.” Bu ayrımı ne üzerinden yapıyorsunuz, haksız tahrik indirimi biraz önce okuduğum gibi, kişinin duyduğu elem, acı ve keder vesaire, bu faktörler göz önüne alınarak verilen kararlardır. 1. Ceza Dairesi Başkanı şöyle bir şey söyledi: “Evet, tam olarak bunu söylüyoruz, acı, elem ve keder; çünkü insan orada aldatıldıysa, bu aldatmadan dolayı bir acı duymuştur ve bu acıya istinaden biz haksız tahrik indirimi veriyoruz.” Aslında burada bırakın kadını, erkekler arasında, kadınlar arasında bile bir medeni hal ayrımcılığı söz konusu oluyor. Evli kadınlarla, evli olmayan kadınlar arasında bile, kadın cinayeti davalarında farklı uygulamaların olduğu, yargı pratiklerinde ortaya çıkıyor. Serpil SANCAR: Sayın Deniz BAYRAM, Mor Çatı deneyimleri ışığında, bize kadın cinayetlerine hangi politik dille, hangi stratejik noktalardan yaklaşmak gerektiği konusunda önemli noktaların altını çizerek hoş bir sunuş yaptı. Kendisine teşekkür ediyoruz. Şimdi kamu kurumları temsilcilerine dönüyoruz. Bu süreçte önemli roller üstlenen Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı temsilcilerini dinleyeceğiz. 34 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Önce sözü Emniyet Genel Müdürlüğü temsilcisi Sayın Tarıkhan ÇETİNER’e veriyoruz. Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmesinde kamu kurumlarının rolü üzerine bir sunuş yapacak. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN VE KADIN CİNAYETLERİNİN ÖNLENMESİNDE KAMU KURUMLARININ ROLÜ Tarıkkan ÇETİNER Emniyet Genel Müdürlüğü / Asayiş Dairesi Başkanlığı Aile İçi Şiddetle Mücadele Şubesi: Öncelikle çalıştaya katılan tüm misafirleri saygı ile selamlıyorum. Bana ayrılan 15 dakikalık süre zarfında, Emniyet Genel Müdürlüğünü temsilen, 6284 sayılı Kanun ve Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği kapsamında, polisin görevi ve sorumlulukları ile bu çerçevede yaptığı faaliyetleri anlatacağım. Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum, bilindiği üzere aile içi şiddet, bölgesel ya da dönemsel olmayan; evrensel ve sürekli bir olgudur. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de mücadeleye yönelik her türlü tedbirin alınmaya çalışıldığı toplumsal bir sorundur. Tek bir kurum ya da kuruluşun bu alanda tek başına yürüteceği faaliyetle sorunların çözümlenemeyeceği, ancak çok taraflı bir yaklaşım ve kurumlar arası işbirliği ile üstesinden gelebileceğimiz kanaatindeyim. Bu alanda kolluk, adli sürecin takibi açısından hâkim ve savcı, özellikle mağdur kadınlara barınma yeri ile bir takım sosyal ve ekonomik imkânların sağlanması açısından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ayrıca konukevleri, sivil toplum kuruluşları ve belediyelerin müşterek hareket etmesi halinde başarıya ulaşılabilecektir. Kolluk olarak biz ne yapıyoruz? Emniyet Genel Müdürlüğü’nde, Asayiş Dairesi Başkanlığının bünyesinde, Aile İçi Şiddetle Mücadele Şube Müdürlüğümüz bulunmaktadır. Ben bu Şube Müdürlüğünün yöneticisi olarak görev yapmaktayım. Aile İçi Şiddetle Mücadele Şube Müdürlüğü, 2011 yılının Ağustos ayında faaliyete başladı. Kuruluş amacı; aile içi şiddet ile mücadeleye ilişkin hizmetlerin koordine içerisinde yürütülmesini sağlamak, polisin yürüttüğü mevcut hizmetleri geliştirmek, özellikle de mağdurlara yönelik tedbirleri çok yönlü bir anlayış ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde hayata geçirmektir. Bu ilkeler etrafında merkezde koordinasyon görevini sağlamaya çalışıyoruz. Temel prensibimiz; profesyonel bir anlayışla evrensel kriterler doğrultusunda aile içi ve kadına karşı şiddetle mücadele alanında etkin suç soruşturması yürütmek, mağdur odaklı yaklaşım tarzını benimseyerek eğitimli personelle hizmet vermek ve sorunların çözümüne yönelik her türlü işbirliğine açık olmaktır. Bu görevleri Türkiye genelinde yaklaşık 1.300 polis merkez amirliğinde çalışan personelle yürütmekteyiz. Bazı illerde 35 Türkiye İnsan Hakları Kurumu ve ilçelerde olayın büyüklüğüne ve özelliğine göre, asayiş şube müdürlüklerimiz ve asayiş büro amirliklerimizce de bu tür soruşturmalar yürütülmektedir. Polisiye taktikler ve müdahale yöntemleri nelerdir? 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 20 Mart 2012 tarihinde, Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği’nin ise 18 Ocak 2013 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte kolluğa, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde mağdurlara yönelik koruyucu ve şiddet uygulayanlara yönelik önleyici tedbirlerin alınması konusunda görev ve sorumluluk verilmiştir. Kolluk görevlerini yerine getirecek personel nasıl belirlenir? Mevzuatta açıkça belirtildiği gibi kolluğun merkez ve taşra teşkilatında, kanunda belirtilen hizmetler, özellikle çocuk ve kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış deneyimli ve uzman, ilgili kolluk birimlerince belirlenmiş personel tarafından yürütülmektedir. Kolluk işlemlerinin aşamaları nedir? Şiddet mağduru bir şahıs, polis merkezine intikal ettiğinde öncelikle uygun bir ortamda dinlenir ve genel hükümler doğrultusunda adli işlemlere başlanılmadan önce nöbetçi Cumhuriyet savcısı bilgilendirilir ve sonrasında alınan talimatlar doğrultusunda soruşturmaya başlanır. Mağdurun gerekli olması halinde doktor raporu alındıktan sonra ifadesi alınır ve en seri vasıtalarla Şiddet Önleme ve İzleme Merkezine (ŞÖNİM) bilgi verilir. Halihazırda 14 ilimizde Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi Kurulu bulunmaktadır. Kuruluşu olmayan yerlerde ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın İl Müdürlükleri (ASPİM’e) veya ilgili birime gecikmeksizin en seri vasıtalarla bilgi verilmektedir. Mağdurun içinde bulunduğu risk durumunu belirlemek amacıyla Aile İçi ve Kadına Karşı Şiddet Olayları Kayıt Formu doldurulur. Bu form ile risk değerlendirmesi yapıyoruz. İlerleyen sunumumda bundan bahsedeceğim. Sonrasında yine koruyucu tedbir kararı alınması gerekiyorsa, özellikle mülki amirin yetkisinde olan ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, kolluk amirine verilen yetki çerçevesinde re’sen alınması gereken tedbirler alınır. Olay yeri incelemesi, tanık ifadelerinin alınması, failin yakalanarak ifadesinin alınması işlemleri yürütülür. Şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan şüpheli hakkında önleyici tedbir kararları kapsamında hâkim tarafından veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk amirine verilen yetki çerçevesinde alınabilecek kararlar re’sen alınır. Sonrasında Cumhuriyet savcısının talimatı ile şüpheli, mevcutlu olarak savcılığa sevk edilir veya hazırlanan evraklar yine savcılığa ikmalen gönderilir. Aile İçi ve Kadına Karşı Şiddet Olayları Kayıt Formunun amacı nedir? Özellikle bu alanda olayların oluş şekli ile ilgili bilgi toplamak, standart bilgi girişi yapmak, analiz kapasitesini artırmak ve mağdurun içinde bulunduğu risk durumunu somut verilere dayalı olarak belirlemek amacıyla kullanılıyor. Tabii ki sadece buradaki 36 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı soru ve cevaplarla risk belirlenmiyor. Olay yerinin durumu, tanık ifadeleri ve görgü şahitlerinin beyanları, daha önceden yapılmış müracaatlar ve alınan tedbir kararları doğrultusunda eldeki bilgiler bir araya getirilerek doğru bir karar verilmeye çalışılır. Bu işlemler bir sistem üzerinden yapılabilmekte aynı anda bir takım matbu formlar yine aynı sistem üzerinden on-line olarak doldurulabilmektedir. Bu formda toplam 22 tane soru var. Bu soruların ilk 15’inden 8’ine ya da toplam 22 sorudan 12’sine verilen cevap EVET ise mağdurun yüksek risk altında olduğu anlaşılır. Sistem bu durumda uyarı veriyor ve sonrasında mağdur ile ilgili koruyucu, faille ilgili de önleyici tedbirlerin risk hesaplaması sonucunda somut verilere dayalı olarak alınabilmesine imkân sağlıyor. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluğun mağdur ile ilgili görev ve yetkileri nelerdir? Kanun ve Yönetmelik ile birlikte kolluğa tanınan yetkilerden bahsetmek istiyorum. Bu yetkiler; mağdura ve beraberindeki çocuklara gerekiyorsa uygun barınma yeri sağlanması ile hayati tehlikesinin bulunması halinde ilgilinin talebi üzerine veya re’sen geçici koruma altına alınmasıdır. Bu kararları almada asıl yetkili olan merci mülki amirdir. Ancak gecikmesinde sakınca bulanan hallerde kolluk amirince de re’sen alınabiliyor. Alınan kararlar ilk iş gününde mülki amirin onayına sunuluyor. Mülki amir bu kararları 48 saatlik süre içerisinde onaylamazsa tedbir kendiliğinden kalkıyor. Mülki amir 48 saat içerisinde onaylarsa alınmış olan tedbir kararının uygulamasına devam ediliyor. Barınma yeri sağlanmasına karar verilen kişiler, öncelikle Bakanlığa ait ya da Bakanlığın gözetimi ve denetimi alında bulunan yerlerde, bunların yetersiz kalması halinde, kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis ve benzeri yerlerde geçici olarak barındırılabiliyor. Diğer bir tedbir ise geçici koruma altına almadır. Tedbir kararının yerine getirilmesinden, korunan kişinin yerleşim yeri, bulunduğu veya tedbirin uygulanacağı yerdeki kolluk görevlidir. Tedbirin devamlılığının sağlanabilmesi için, korunan kişi, acil durumlarda hemen, diğer hallerde ise 24 saat öncesinde gideceği yere ilişkin kolluğa bilgi vermek zorundadır. Böylece kolluk da korunan kişinin gideceği yerdeki kolluğu haberdar edip, alınan tedbirlerin gittiği yerde de devamını sağlar. Bu bilgilendirme yapılırken, korunan kişiye şiddetin varlığı halinde arayabileceği telefon numaraları, kolluğun sorumlulukları, hangi durumlarda kolluğa bilgi vermesi gerektiği, hangi kolluk biriminin geçici koruma hizmetinden sorumlu olduğu gibi hususlar açıklanarak konu ile ilgili bilgi aktarılır. Şiddet uygulayan ile ilgili görev ve yetkilerimiz nelerdir? Burada da yine hâkimin yetkisinde olan ancak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk amirine tanınan yetki çerçevesinde alınan tedbir kararlarından bahsedeceğim. Şiddet uygulayanın şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, 37 Türkiye İnsan Hakları Kurumu aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması, müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhal uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi, korunan kişilere, gerekli görülmesi halinde yakınlarına ve çocuklarına bulundukları konuta, okula, işyerine yaklaşmaması şeklinde tedbirler verilebiliyor. Alınan kararlar ilk iş gününde hakimin onayına sunuluyor. Hâkim bu kararları 24 saat içerisinde onaylanmazsa verilen tedbir kararı kendiliğinden kalkıyor. 24 saat içerisinde onaylarsa alınan tedbir kararının uygulanmasına devam ediliyor. Diğer bir husus kişisel eşyaların tesliminin nasıl yapıldığıdır. Yaşanan şiddet olayı sonrasında, tarafların talebi halinde mülki amir ya da hâkim tarafından korunan kişiye, şiddet uygulayana ya da bu kişilerin yakınlarına ait kişisel eşya ve belgelerin teslimi kararı verildiği takdirde bu işlem kolluk tarafından yapılmaktadır. Suiistimale ve yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermemek için burada özellikle dikkat ettiğimiz husus yalnızca kararda belirtilen eşyaların teslim edilmesidir. Kanunen taşınan veya bulundurulan silahın teslimi nasıl yapılır? Hâkim tarafından, şiddet mağdurunun korunması amacıyla şiddet uygulayana ait silâhların kolluğa teslimine ve tedbir süresinin sonuna kadar emanetine yönelik verilen kararların gereği kolluk tarafından yapılmaktadır. Sahiplerinden teslim alınan bu silahların alınması ve muhafazası tarafımızca sağlanmaktadır. Ayrıca alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlısı olan şiddet uygulayan kişilerin, bir sağlık kuruluşunda muayene veya tedavi olmasının sağlanması, sonuçları ile bu tedbirin kişi üzerindeki etkilerinin takibi ŞÖNİM ve ilgili kurum veya kuruluşun sorumluluğunda olmakla birlikte, gerektiğinde kolluk refakati de sağlanmaktadır. Kollukça tedbir kararları nasıl izlenmektedir? Şiddet uygulayan hakkında verilen tedbir kararlarının yerine getirilip getirilmediği karar süresince kolluk tarafından kontrol edilir. Bu görev; korunan kişinin bulunduğu konutun haftada en az bir kez ziyaret edilmesi, ikinci derece dâhil olmak üzere yakınları ile iletişim kurulması, komşularının bilgisine başvurulması, oturulan yerin muhtarından bilgi alınması, bulunduğu konutun çevresinde araştırma yapılması, şeklinde yerine getirilir. Tedbir kararlarına aykırılığın veya ihlalin tespit edilmesi halinde bu husus hakkında tutanak tutulur ve Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Tedbir kararlarına aykırı hareket eden şiddet uygulayana, fiili bir suç oluştursa bile, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim tarafından duruşma yapılmaksızın üç günden on güne kadar zorlama hapsine tâbi tutulmasına karar verilebilir. Diğer önemli bir konu da merkezde bizim takip ettiğimiz Kanunun 4/1-ç maddesi kapsamındaki “kimlik ve diğer bilgi ve belgenin değiştirilmesi” tedbir kararının yerine getirilmesi konusudur. 38 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Şiddet mağdurlarının hayati tehlikelerinin, Kanun’da yer alan diğer tedbirlerle önlenemeyeceğinin anlaşılması halinde hâkim, ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak Tanık Koruma Kanunu’na göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesine karar verebiliyor. Bu kararlar merkezde görev yaptığım birime geliyor ve tüm Türkiye genelindeki kimlik değişikliği yapılması öngörülen mağdurların kimliği tarafımızca değiştiriliyor. Önemli bir diğer husus da teknik yöntemlerle takiptir. Tedbir kararlarının uygulanmasında teknik araç ve yöntemlerin kullanılmasına hakim tarafından karar verilebilir. Şu an için bu madde kapsamında sadece güvenlik butonu uygulaması var. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü ile İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü arasında, 18.10.2012 tarihinden imzalanan bir protokol ile güvenlik butonu cihazlarının pilot uygulamasına başlanılmıştır. Şiddet mağdurları acil durumlarda bu cihazları kullandıklarında, konum bilgisi desteğiyle, polisin kendilerine daha hızlı ulaşması, mağdurların daha etkin korunması amaçlanmıştır. Bu uygulamada, kişilerin ses ve görüntü kaydı alınmıyor, kişiler dinlenmiyor ve izlenmiyor. Bu protokolün uygulamaya geçtiği, 18.10.2012 tarihinden itibaren Bursa’da 62, Adana’da 73 olmak üzere toplam 135 kişiye güvenlik butonu verildi. Bu sistem, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün teknik alt yapısı kullanılarak çalıştırılmaktadır. Bu cihazlar, pilot uygulamanın bulunduğu Bursa ve Adana illerindeki ŞÖNİN’lerde görevli Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı meslek elamanı ile polis memuru eşliğinde mağdurlara teslim edilmektedir. Bununla ilgili küçük bir kamu spotu var. Bunu sizlere izletmek istiyorum. Kamu Spotunda görüldüğü gibi sadece güvenlik butonu uygulaması kullanılıyor. Güvenlik butonu uygulamasını tecrübe ettik, kazanımlarımız oldu. Ancak şu an sadece iki ilde uygulanıyor. Gönül ister ki 81 ilde de bu uygulama olsun. Ancak 81 ile yaygınlaştırılması halinde teknik alt yapının yetersiz kalacağı, yeni bir sisteme ihtiyaç duyulacağını da belirtmek isterim. Adalet Bakanlığı’nın yürüttüğü denetimli serbestlik sistemi benzeri bir yapının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı sorumluluğunda hayata geçirilmesi, böylelikle faillere elektronik kelepçe takılması halinde kadın cinayetlerini önleyebiliriz. Faillerin henüz şiddet mağdurlarına yaklaşmadan önce engellenmesi için teknik alt yapının kurulması ve sistemin çalışmaya başlaması gerekiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca konu ile ilgili çalışmaların devam ettiğini biliyoruz. Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinden de bahsetmek istiyorum. Bilindiği üzere bu merkezler Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 14 ilde kuruldu. Kurulan illerde polis memuru görevlendirmesi yapıldı. Görevlendirilen personel, iki kurum arasındaki iletişimi kurmak, özellikle polis merkezine intikal eden olaylarla ilgili bu merkezlere bilgi akışını sağlamakla görevli. Buradaki yapılan işlemleri yerinde görmek amacıyla 2013 yılı Kasım ve Aralık aylarında ŞÖNİM’lere ziyaretlerimiz oldu. Buralardaki ortak uygulamayı yerinde gördük. 39 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Birazda yürütmüş olduğumuz eğitim faaliyetlerimiz hakkında bilgi vermek istiyorum. Eğitimlerimiz 2007 yılında başlatılan, “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesinde Polisin Rolü ve Uygulanacak Prosedürler Eğitimi Projesi” çerçevesinde oluşturan materyaller ile kadına karşı şiddet, aile içi şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği, şiddet mağduruna yaklaşım tarzı ile o dönemde yürürlükte olan 4320 sayılı Kanun’un uygulamaları başlıklı konularda verildi. Kanun değişikliği ile birlikte yasal mevzuat hakkında merkezde akıllı sınıf ortamında bilgilendirmeler yapıldı. Polis irtibat görevlilerimize ŞÖNİM’lerdeki görevleri ve sorumlulukları hakkında bilgilendirme yapıldı. En son yine yakın tarihte Türkiye genelindeki yaklaşık 1.300 polis merkezi amirliğinde çalışan ve ifade almada görevli olan mukayyit personelimize sorumlulukları anlatıldı ve bilgilendirme yapıldı. Oturum Başkanımız beni ikaz ediyor, bana ayrılan süreyi bir hayli aştım. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Serpil SANCAR: Sayın ÇETİNER’e Emniyet Genel Müdürlüğünün kadına yönelik şiddeti önleme konusunda uygulamalarını bize sunduğu için çok teşekkür ediyoruz. Emniyetimize biraz hoşgörü gösteriyoruz. KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN VE KADIN CİNAYETLERİNİN ÖNLENMESİNDE KAMU KURUMLARININ ROLÜ Gürkan EKER Jandarma Genel Komutanlığı / Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Çocuk Şubesi: Sayın katılımcılar, Jandarma Genel Komutanlığı Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Çocuk Şube Müdürlüğüne vekalet ediyorum. Sizlere kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesinde jandarmanın faaliyetleri ile ilgili kısa bir bilgi arzı yapacağım. Kadına yönelik şiddet tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un getirdiği yeniliklerle, bu alandaki yasal alt yapının güçlendirilmesi sağlanmış, şiddetle mücadele bir üst seviyeye çıkartılmıştır. Ancak, kadına yönelik şiddetin ortadan kalkması için yasal düzenlemelerin yapılmasının yanında, bu düzenlemelerin getirdiği hak ve sorumluluklar konusunda farkındalık ve bilinç oluşturulması, kurumlar arası işbirliği ve koordinasyon sağlanması, kadın ve erkeğin eğitilmesi, toplumda hoşgörü, sevgi, saygı, şefkat gibi insani değerler ile insan odaklı kültürün yerleştirilmesi de büyük önem arz etmektedir. Jandarma, kadına yönelik aile içi şiddetle mücadele konusunda ulusal ve uluslararası çalışmalar yapmaktadır. 2009 yılında kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi konu40 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı sunda proje hazırlama çalışmalarını başlatmış, birçok aşamadan geçen ve Avrupa Birliği Türkiye Mali İşbirliği ile finanse edilen Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Projesi’nin hazırlık dönemi 2013 yılında tamamlanmış, proje faaliyetleri 23 Temmuz 2013 tarihinde başlatılmıştır. Proje’nin 3 ana bileşen altında icra edilmesi hedeflenmektedir. Birinci bileşende Jandarma Genel Komutanlığının idari kapasitesinin artırılması, ikinci bileşende eğitim faaliyetlerinin düzenlenmesi ve icrası, üçüncü bileşende kurumlar arası koordinasyon sağlanması ve bilinç oluşturma faaliyetleri ile desteklenmesi yer almaktadır. Üç bileşen birbirleri ile eş güdümlü olarak yürütülmektedir. Özellikle bilinç oluşturma faaliyetleri kapsamında 30 ilde bilinçlendirme seminerleri düzenlenmesi planlanmakta olup bunlardan ilki geçen hafta, 27 Şubat’ta Yozgat’ta başlatılmıştır. Önümüzdeki hafta, 12 Mart’ta Zonguldak’ta, ikincisinin icrası planlanmaktadır. Jandarma Genel Komutanlığınca 31 Mayıs 2013 tarihinde, İstanbul’da alanında bir ilk olarak, Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarından jandarma ve asgari statülü kolluk gücü bulunan toplam 20 ülke temsilcisi ile birlikte 31 kurum, üniversite ve sivil toplum kuruluşunun temsilcisinin bir araya geldiği, “Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele ve Kolluk Uygulamaları” konulu uluslararası bir seminer icra edilmiştir. Böylesine önemli bir konuda, üç Bakanımızın da katılımı ile müşterek olarak icra ettiğimiz bu çalışmanın, kadına yönelik şiddet konusunda evrensel bir algının oluşmasına katkı sağladığı değerlendirilmektedir. 12 Nisan 2012 tarihinde, İçişleri Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında, Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında imzalanan kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair protokol kapsamında çalışmalar sürdürülmektedir. Böylesine önemli bir sorunun, kurumlar birbirleri ile işbirliği kurmadan çözülemeyeceğine inanıyoruz. Eğer kolluk olarak kadına yönelik şiddeti önlemek istiyorsak yeni bir yaklaşım, eğitim ve iş birliği modelini geliştirmek zorundayız. İmzalanan Protokol kapsamında çalışmalarına devam eden Jandarma Genel Komutanlığı, 21 Kasım 2012 tarihinde, Jandarma Okullar Komutanlığında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının da katılımıyla kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda bir konferans icra etmiştir. Konferans, Jandarma Okullar Komutanlığı ders öğretmenleri, tüm kursiyer ve öğrenciler, erbaş ve erler olmak üzere toplam 2481 personel tarafından video konferans sistemi ile takip edilmiştir. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kolluk güçleri de dahil devlet kurumlarına birçok görev vermektedir. Bu nedenle kolluğun bu alanda üzerine düşeni yapması, yasaların öngördüğü düzenlemeleri sahada hayata geçirmesi, farklı tedbirleri uygulamaya başlaması ve kadını koruyacak mekanizmaları oluşturması gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi daha etkili bir şekilde yürütebilmek için Jandarma Genel Komutanlığı Karargâhında Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Çocuk Şube Müdür41 Türkiye İnsan Hakları Kurumu lüğü kurulmuştur. Ayrıca 14 il Jandarma Komutanlığının Asayiş Şube Müdürlükleri bünyesinde çocuk ve kadın suçları işlem astsubayı; 5 il Jandarma Komutanlığı bünyesinde ise çocuk- kadın suçları işlem elemanı kadroları tesis edilmiş olup yaklaşık 7000 jandarma personeli asli ve 200 personel geçici görevli olarak kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi konusunda görev yapmaktadır. Çocuk ve kadın kısım amirliklerinin önümüzdeki yıllarda 81 il genelinde yaygınlaştırılması çalışmaları, projemiz kapsamında devam etmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadele esaslarını içeren Aile İçi Şiddet, Kadına Yönelik Şiddet ve Çocuk Suçları ile Mücadelede Jandarmanın Görev, Yetki ve Sorumlulukları Yönergesi’nin basın çalışmaları tamamlanarak jandarma birliklerine dağıtılmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadelede başarının iyi yönetilmiş personelle sağlanabileceğinin bilincinde olan Jandarma Genel Komutanlığı, Jandarma Okullar Komutanlığında öğrenim gören tüm subay ve astsubayların ders müfredatına kadına yönelik şiddetle mücadele konusunu dahil etmiştir. İl jandarma komutanı, il jandarma komutan yardımcısı, asayiş şube müdürü, ilçe jandarma ve karakol komutanı olarak görev alacak personele verilen kurslarda, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddetle mücadele konuları, kurs konu ve kapsamına eklenmiştir. Vatani görevini yapmakta olan tüm erbaş ve erlere verilen eğitimlere kadına yönelik şiddet, töre- namus cinayetlerinin önlenmesi ve evlilik öncesi eğitim konuları eklenerek uygulamaya 2012 yılında başlanmıştır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi, bir kolluk kuvveti olan jandarmanın asli görevlerinden ve önceliklerinden birisidir. Bunun yanında, hizmet verdiği alanda vatandaşların bilinçlendirilmesi de bu alandaki başarının anahtarıdır. Jandarma tarafından konuyla ilgili bilinçlendirme, farkındalık yaratma, algı oluşturma ve halkla ilişkiler faaliyetleri aralıksız sürdürülmektedir. Bir kısmı basında da yer alan konferans, seminer, bilgilendirme toplantısı türü 2372 faaliyet icra etmiştir. Jandarma, Türkiye’de aile içi şiddetin önlenmesi politikasının ve eylem planının uygulanmasında önemli bir rol üstlenmektedir. 2013 yılında jandarma sorumluluk bölgesinde meydana gelen 13.551 aile içi şiddet olayında, 15.019 kadın mağdur olmuş, mağdur olanlardan 5863 kadın hakkında tedbir kararı çıkarılması sağlanmıştır. Nihai hedefimiz kadına yönelik şiddetle mücadelede ülkemizin istenilen düzeye getirilmesini sağlamaktadır. Jandarma suçla mücadelede insan haklarına saygılı ve şiddete sıfır toleransla görev yapma kararlığındadır. Arz ederim. Teşekkür ederim. KATILIMCILARIN YORUM VE KATKILARI Serpil SANCAR: Sayın Gürkan EKER’e sunumu için çok teşekkür ediyoruz. Şu an programımızın 25 dakika önünde gidiyoruz. Katılımcılarımızın yorum ve katkılarına oldukça uzunca bir zamanımız var, belki 10-15 dakika geç çıkarak, yemek aramızı azaltarak, hep birlikte 42 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı konuşmaya devam edebiliriz. Ben şimdi söz vermeden önce acaba kaç kişi konuşmak istiyor, yorum ve katkı sunmak istiyor, ona bakmak istiyorum, ona göre sayacağım. Serap YAZICI Türkiye İnsan Hakları Kurulu Üyesi: Öncelikle ben bütün katılımcılara değerli katkılarından dolayı çok teşekkür etmek istiyorum. Biraz önce kahve arasında da, Sayın Milletvekili ile görüşmüştük. Merakımı çeken bir konuyu burada hep birlikte düşünelim diye dile getirmek istiyorum. Bir önceki oturumda erken evlilikler meselesini tartışmıştık ve Sayın Milletvekili, Sayın Sibel GÖNÜL, 12 yıllık kesintisiz eğitimin, erken evlilikler bakımından da bir önlem yaratabileceğini ifade etti. Hafızam beni yanıltmıyorsa 4+4+4 şeklinde isimlendirdiğimiz eğitim ile ilgili yeni kanunda, liseler ve açık öğretime imkân veren bir düzenleme mevcuttur. Bu durumda 12 yıllık kesintisiz eğitimin erken evlilikler üzerinde önleyici bir fonksiyon icra etmesi mümkün mü? Yoksa tam aksine böyle bir düzenleme erken evliliklere imkân sağlayan bir zemin mi yaratıyor? Burada, düşünülmesi gereken bir başka problemin daha olduğu kanısındayım. Ortaöğretim kurumunda açık lise uygulamasına gidilerek, özellikle kız öğrencilerin sosyal hayattan alıkonmaları, böylece başlamadan meslek hayatları ile ilgili de önlerine bir takım bariyerler çıkarılmış olması söz konusu diye düşünüyorum. Bunu tartışırsak memnun olurum. Bu düzenlemeden vazgeçmek mümkün müdür? Bunları dile getirmek istedim. Teşekkür ederim. Serap GÜRE Kadınlarla Dayanışma Vakfı: Bu toplantıyı yaptığı için, Türkiye İnsan Hakları Kurumuna gerçekten teşekkür ediyorum. Şu amaçla, öncelikle bu Kurumun içerisinde çok değerli, birlikte çalıştığımız iki tane kadın arkadaşımız var, hemen bildiğim isimler anlamında; Fatma BENLİ ve Serap YAZICI. Onun için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Onların katkısının bu toplantının gerçekleşmesinde etkili olduğunu düşünüyorum. Bunu belirtmek isterim. Bir başka şey, bugün sabahtan itibaren yapılan sunumlarda bir şey dikkatimi çekti. Çocuk yaşta evlendirilen kadınlar, kafamda şöyle bir soru oluşturdu. Acaba çok eşliliği de içeriyor mu? Çok eşlilikte, bunun yasal çözümleri konusunda, hiç millet meclisindeki ilgili vekillerimiz, Kadın- Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bu meseleyi ele aldı mı acaba? Raporda bunlar var mı? Çünkü; yani yasal olmayan evlilikler kapsamında, evli olan kadınların durumları ne olacak, bunlar hiç konuşulmuyor diye düşünüyorum. Hatta arada Halime Hanım’la da ufak sohbet yaptım. 43 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Bir başka şey, bugün sabah gelirken hava yolunun, Türk Hava Yolları ki Türkiye’deki en önemli şirkettir. Devletin bağlı olduğu kurumlarından bir tanesidir. Tanıtım dergisi'nde önemli bir röportaj yapılmış bir kadınla, pardon onunla ilgili bir konu idi. Pardon vefat etmiş kadın; başlığı şöyleydi: “İki Farklı Dünyada Bir İnsan”, Türkçe'de; İngilizcesinde women diyor. Ciddi bir ayrımcılık var daha başlıkta, kadına kadın olarak değil, Türkçe’de insan olarak tanımlamayı ısrarla sürdüren bir yaklaşım söz konusu. Bu bizi her yerde vuruyor. Niye bundan çekiniyoruz? Evet, biz kadınız ve insan olarak değil, kadın olarak yaşıyoruz ve kadın olarak bu ülkede vatandaş olarak varız ve birey olarak varız. Bunun bilinmesi ve artık kabul edilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bütün alanlarda bu kabul olmadığı sürece kadın ölümleri de devam edecek. Şiddet de her anlamda devam edecek diye düşünüyorum. Bunu burada özellikle belirtmek istiyorum. Aile içinde ya da aile dışında, kadının yaşadığı şiddetle ilgili yapılan çalışmalarda ikisinin birbirinden ayrı ayrı ele alınmaması, hepsinin bir bütün olarak ele alınması lazım. Çünkü biliyoruz ki birçok kadın evlenmeden önce de bir şekilde erkeklerle iletişime geçebiliyor, ilişkiye girebiliyor ya da ilişkiye girdiğini düşünen erkekler olabiliyor. Kadınların onları tercih etmemeleri durumunda da öldürülmeye kadar giden sonuçlara varan bir sürü şey basında da yer aldı. Hepiniz biliyorsunuz, niye hala ısrarla aile içi şiddet deniliyor sadece? Burada hem önemli bir kolluk olan emniyet teşkilatına hem de jandarma teşkilatına bunu açıkçası sormak istedim. Önemli bir şeydir. Sadece aile içinde şiddet diye söyleyemezsiniz bunu. Evli olmasa da kadınlar ne yazık ki şiddet görüyorlar, buna bir şekilde bütün söylemlerinizde ve yaptığınız bütün eğitimlerde yer vermeniz gerekir. Bir başka şey söylemek istiyorum, çok yakın bir olay, bir kadın başvurusu aldık bir ay önce. Bu tedbir kararları ile bir şekilde eşinin korktuğunu ve şiddetin bazı dönemlerde durduğunu söyledi. Ama sonrasında başka bir şey yaşadığı için boşanma davası açmış ve boşanmış. Daha sonra tekrar ailenin, etrafın isteği üzerine ikinci sefer aynı adamla evlendikten sonra tekrar aynı şeyleri yaşıyor ve tekrar boşanma davası açtığında, o sürede de çalışmaya başlıyor kadın. Tabii ne yapacak, bir insanın hayatını sürdürebilmesi için çalışması, daha doğrusu bir gelire sahip olması gerekiyor. Bu sefer evli olduğu erkek onun işten çıkartılması için elinden gelen her şeyi yapıyor ve kadının mümkün olduğu kadar tekrar çaresiz kalması ve boşanma davasından vazgeçmesi için bunu da kullanıyor. Sadece dayakla, sadece öldürerek ya da başka psikolojik şiddetle değil bunun yanı sıra kadını gelirsiz bırakarak, maddi olanaksızlık içinde bırakarak yeniden bu şiddetin içine çekmeyi de düşünebilecek, bütün bunların planlarını yapabilecek bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bunun da dikkate alınmasını belirtmek istedim. Özge YÜCEL Kadınlara Hukuki Destek Merkezi: Benim erken yaşta evliliklerle ilgili olarak vurgulamak istediğim bir şey var. Türk Medeni Kanunu’nda 16 ve 17 yaşındaki çocukların evlenmesine izin veren yasal düzen- 44 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı lemenin kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Hem taraf olduğumuz CEDAW’a hem de Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne açıkça aykırı düşmektedir. Ben bunu her defasında dile getirdiğimde destek de bulamıyorum. Çok ilginçtir, aykırı olduğunu ifade ettiğim halde hukukçu olarak ve medeni hukukçu olarak söylüyorum, aykırıdır. Bu gerçeği hiçbir şey değiştirmiyor. Diğer belirtmek istediğim bir husus da ŞÖNİM’lerle ilgili pek çok sıkıntı olduğu. ŞÖMİN’le ilgili yapılan çalışmaları da takip ettim. Erişilebilirlik ve personel sıkıntılarının yanında, belki de en çok önem verilmesi gereken sorun mağdur ve failin aynı fiziksel mekana başvurmakta olması, aynı yerde onlarla ilgilenilmesi, mağdurun korunmasını zorlaştırmaktadır. Bu konuya da dikkati çekmek istedim. Nezahat ALTUNTAŞ KTÜ Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi: Bizler, burada bulunan bütün arkadaşlar, kadın konusunda toplumsal cinsiyet konusunda, bir şekilde işin ucunda kıyısında, içinde bulunan insanlarız ve şunun farkındayız ki kadın konusu, toplumsal cinsiyet konusu aslında çok boyutlu bir konu. Kadının insan hakları boyutuna baktığımızda, bu bile aslında çok boyutlu, bunun en uç noktalarından başlandı. Sabahtan beri yapılan konuşmalara baktığımızda, erken evliliklerden, kadına yönelik şiddetten bahsedildi. Ama ben bunun içinde, Sibel Hanım kısaca geçti, bir noktayı özellikle vurgulamak istiyorum. Bunların içinde en uç nokta dedim; ama bunların da en uç noktası ensest konusunu ben vurgulamak istiyorum. Ensest konusu tabu olduğu için, bunun ortaya çıkarılması ve çözümü konusunda ciddi problemler var; yani yerel düzeyde çoğu zaman bu tür merkez olarak veya akademik çalışmalar yaptığınızda bile zorlanıyorsunuz. Çünkü nasıl bir tepki alıyorsunuz, deniyor ki: “Bizim ilimizde veya bizim ilçemizde bu tür şeyler olmaz. Bizim şehrimizi çok olumsuz etkileyecek bu tür çalışmalar,” şeklinde. Oysa bunun, ensest konusunun çok arızi ya da istisnai durum olmadığını, çok sıkıntılı boyutlarda olduğunu, yapılan araştırmalar gösteriyor. O yüzden bunun hem ortaya çıkarılması sıkıntılı, hem sonrasındaki süreci devam ettirme noktası sıkıntılı; yani çocukların ifade etmesi, bunların kız ya da erkek çocuk olması fark etmiyor. Mağdurlar yönünden kız çocuklarının, bu anlamda daha yoğun istismara uğradığını ya da sayısal olarak daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bunun ortaya çıkarılması noktasında sıkıntılar var. Örneğin, anneler farkına vardığı halde sesini çıkartamayabiliyor. Sıkıntılar yaşayabiliyor ya da olay ortaya çıktıktan sonra mağdur ailesi boyutunda ciddi sıkıntılar yaşanıyor. O yüzden birçok konu tartışılıyor; ama bunun da özellikle üzerinde durulması ve tartışılması gereken bir konu olduğunu, madem burada konuşuyoruz, vurgulamak gerektiğini söylemek isterim. 45 Türkiye İnsan Hakları Kurumu İkinci bir nokta da, hepimiz kadın çalışmalarının farklı boyutlarındayız. Ben de akademik camiada, hem bir hoca olarak ders verme noktasında hem de kadın araştırmaları merkezinin etkinlikleri anlamında bir takım çalışmalarla işin içindeyim ve en başından beri aslında biliyoruz. Konuşmacılar da bunu ifade etti, bir farkındalık yaratmak, bilinç yaratmak gerçekten önemli. Kadına yönelik şiddet konusu ve erken evlilik konusunda aslında eğitimin de ötesinde bir farkındalık ve bilinç yaratmanın önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. Ben ders verirken mesela, toplumsal cinsiyet dersini verirken, derse ilk gelen öğrencilerle sohbetim ve dersin sonunda yaptığım sohbet arasında çok ciddi farkların olduğunu gözlemledim. O yüzden bu tür derslerin ilkokuldan itibaren belki konulması gerekiyor, yaygınlaştırılması gerekiyor. Onun da ötesinde farkındalık ve bilinç yaratma yönünde bu tür eğitim planlarının, programlarının belli bir şekilde yapılması gerekiyor. Diğer bir nokta ise, özellikle vurgulamak istediğim, toplumsal cinsiyet kavramının ana akımlaştırılması. Bu da aslında literatürde tartışılan bir konu; yani devletin plan, projelerini gerçekleştirirken, kararlar alırken, toplumsal cinsiyet boyutunu özellikle vurgulaması; çünkü biliyoruz ki kadınlar, toplumda erkeklerden farklı tecrübeler, deneyimlere sahipler ve bunun getirdiği farklı ihtiyaçları, talepleri ve sorunları var. Bu yüzden toplumsal cinsiyet konusunun ana akımlaştırılması, bu anlamda kararların alınması ve uygulanması noktasında önemli olacaktır. Teşekkür ederim. Nesrin SEMİZ Başkent Kadın Platformu Derneği: Kolluk kuvvetlerinin yapmış oldukları sunumlar için teşekkür ediyorum; ama şöyle bir şey bekliyorduk; yani 6284 sayılı Kanun çalışmaları sırasında sivil toplum kuruluşları olarak zaten neler yapılması gerektiğini bizler konuşmuştuk. Nasıl formülize edilip, yönetmeliklerinde ve uygulamalarda neler yapacaklarını dinlemek güzel şey oldu. Ama ben aynı şekilde şunu bekliyorum emniyetimizden ve askerlerimizden, bu yapılan çalışmaların sonucunda hala niye koruma altındaki kadınlar öldürülebiliyor? Nerelerde eksiklikler var? Niye bir türlü koruma altına alındığı halde korunamıyor bu kadınlar? Bu çalışmaların nerelerinde eksiklikler kalıyor? Mevcut olan yasal prosedürü dinlemek yerine, uygulamada nelerle karşılaştıklarını duymayı çok arzu ederdim açıkçası, artı Mor Çatıdaki arkadaşımızın söylemiş olduğu şeye bir daha dikkat çekmek istiyoruz. Evet, bu eylemin failinin belli olması gerekiyor. Öznesini bilmek gerekiyor, bir fiil varsa onu işleyen bir özne var. Bunun bilinmesi gerekiyor. Fiili işleyen de erkek, aynı şekilde özellikle bir muhatap olunduğunda, gerek polis arkadaşlarımız gerekse jandarma-asker arkadaşlarımızın da, askeri çoğunluğunun erkek olduğunu göz önünde bulundurursak, hem fiili işleyenlerin erkek hem de bunları korumak ve önlemek zorunda kalanların da erkek olduğunu düşünürsek, kadına yönelik şiddetin failinin tamamen erkek olduğu ortaya çıkıyor ve erkeklerdeki 46 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı tabanda yapılan çalışmalar sonucunda şunu görüyoruz; gerçekten erkeklerimizde bir fikri dönüşümün yaşanması uzun zamanımızı alacak. Birebir yaptığımız bir proje var, onun saha eğitimini yapıyoruz, erkek eğitimi yapıyoruz. Bu eğitim sırasında karşılaştığımız tepkilerden dolayı, bunu bilerek söylüyorum. Bu erkeklerin fikri dönüşümünü sağlamada, ancak erkek erkeğe yapılabilecek olan çalışmalarda, birbirinin sırtını sıvazlamak yerine, aslında şiddet uygulayan erkeği itibarsızlaştırmak gibi bir eğilime girmeleri gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Meltem AĞDUK Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu: Uzunca bir süredir aslında bu konularla ilgili çalışıyorum. Öncelikle erken evlilikler ve erken yaşta zorla yapılan evliliklerle ilgili birkaç bir şey söylemek istiyorum. Bu arada ben Birleşmiş Milletler Nüfus Fonundan geliyorum. Toplumsal Cinsiyet Program Koordinatörüyüm orada. Öncelikle şu konuda bir kafamızın netleşmesi gerekiyor. Hani kadına yönelik şiddetin nedeninin, çok net bir şekilde patriarka ve eşitsiz güç ilişkileri olduğunu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne kadar önemli bir yerde durduğunu bilmemiz, buradaki herkes biliyor zaten, kabul etmemiz gerekiyor. Bunun için de açıkça söylemem gerekirse biraz erken yaşlara gidip, toplumsal cinsiyet algısının nasıl oluştuğunu bakmamız gerekiyor. Biz geçen sene bir araştırma yaptık, “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Konusunda İlköğretim İkinci Kademe ve Lise Öğrencilerinin Tutumlarının Araştırılması.” Burada ilköğretim ikinci kademe ve lise öğrencilerinin diyorum; çünkü bu Araştırma’yı yaptığımızda daha 4+4+4 gelmemişti. Bir önceki sistem üzerinden yapmıştık. Kısacası aslında 11-17 yaş grubundaki, okuldaki çocukların hem toplumsal cinsiyet algısı hem de kadına yönelik şiddet algısının ne olduğunu ortaya koymaya çalıştık. Üç ilde gerçekleştirildi, illerimizi seçerken de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’ndaki en yoğun şiddetin olduğu bölge ile en düşük olduğu bölgeyi ve arada da Ankara’yı seçtik. Erzurum, Ankara ve Aydın’da yapıldı. Okullarda yapıldı, fokus grup çalışmaları ile yapıldı. Aslında sonucunu biliyorduk, araştırmaya başlamadan önce ve bildiğimiz bir sonuç çıktı. 11 yaşına gelmiş olan çocukların toplumsal cinsiyet algısı kemikleşmiş bir şekilde orada duruyordu. Yani, dolayısıyla daha da erkene gitmemiz gerekiyor. Özellikle bu erken yaşta yapılan evlilikleri düşündüğünüzde, zaten çocukların çok ciddi bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği algısı var ve işin kötü tarafı yaşları büyüdükçe kız çocukları, çok kolaylıkla kabul edilebilir hale getiriyorlar. Erkek çocukları da aslında yaşları büyüdükçe bunları kendilerinde hak görmeye başlıyorlar. Bunu net bir şekilde görebilirsiniz. Araştırmamız web sayfamızda var, çeşitli kişi ve kurumlara da gönderdik. Önemli bir araştırma, çok yakın süre içerisinde Ankara ve İstanbul’da iki okulda bununla 47 Türkiye İnsan Hakları Kurumu ilgili pilot çalışmalara başlayacağız, Bilgi Üniversitesi Çocuk Merkezi ile birlikte, bu çok önemli. İkincisi Diyanetten bahsedildi, ben 2008 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığı ile çalışıyorum. Kadına yönelik şiddetle mücadele eğitimleri çerçevesinde ve alanda çalışıyoruz. Çeşitli şehirlerden imam, vaiz, vaize, kuran kursu öğreticileriyle çalışıyoruz. Açıkçası erken yaşta evlilikler konusu, çok otomatik olarak tabii ki gündeme geliyor; çünkü kadına yönelik şiddetin bir çeşidi olarak konuştuğumuz ve tartıştığımız konu. Açıkçası çok cezacı bir tavrım yoktur; ama özellikle bu tür evliliklerin imamlar tarafından gerçekleştirildiği, dini törenle gerçekleştirildiği göz önüne alındığı zaman, evet bir farkındalık yaratmak, onların bu törenleri kıymamaları için, toplumsal cinsiyet algılarını yükseltmek filan gibi, çok hani şık sözler edebiliriz; ama açıkça söylemem gerekirse işe yaramıyor. Çünkü, zaten algının farklılaşması, bilinç yükseltme filan gibi şeyler kullandığımızda biz davranış değişikliği yapmak istiyoruz. Davranış eksikliği bazen 100 sene bile sürebilen bir süreç, burada benim gözlemlediğim eğitimler sırasında ve bu tür dini törenler yapmış olan imamlarla görüşmelerimde, şu ortaya çıktı; eğer ciddi şekilde ceza aldılarsa yaptıkları işin sonucunda, bir daha yapmıyorlar. Bunu itiraf da ettiler. Çünkü aralarında hapis cezası almış olanlar vardı bu konu ile ilgili ve çok ciddi para cezası almış olanlar vardı. Bu tabii ki bir çözüm mü? Çözümlerden bir tanesi; ama Diyanette tabii şöyle de bir şey var, konuştuğumuz zaman. “Ama işte Peygamber Efendimiz de bunu gerçekleştirmiş,” diye karşımıza başka bir argüman getiriyorlar. Onun için de, biraz cezaları, bu anlamda, üstünden düşünmek gerektiğini düşünüyorum; ama Diyanet İşleri Başkanlığı önemli. Tabii burada mainstream İslam’dan bahsediyorum. Biliyorsunuz Türkiye’de Diyanet dışında da örgütlenen birçok cemaat var ve onların kendi imamları var ve onlara ulaşmak çok da kolay değil. Hani Diyanet dediğim zaman hep kafanızda ana akım İslam’dan bahsettiğimi düşünün ki sadece Diyanetle de bu iş çözülebilecek bir şey değil. İkinci bölümde polis ile ilgili konuşmak istiyorum, uzunca bir süre polisle yakın çalıştık. Yine Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu olarak. Neredeyse 6-7 seneye yakın, özellikle polis eğitimleri ile ilgili çalıştık. Bir taraftan çok seviniyorum; çünkü açıkçası 2005 yılında polisle ilk çalışmaya başladığımız zaman, hani bırakın kadına yönelik şiddet demeyi kadın demek bile çok güçtü teşkilatın içinde, böyle bir çalışma birazcık tehdit ile başlayan bir çalışmaydı. Bu noktaya gelindiğinde, artık en azından Emniyet Genel Müdürlüğünün içinde bir Aile İçi Şiddetle Mücadele Şube Müdürlüğünün kurulduğunu görüyoruz. Bu güzel bir gelişme. En azından çok temelde de olsa birbirimizi anlayabildiğimizi görüyoruz; ama güzel bir soru geldi, tamam bunların hepsi yapılıyor da halen daha kadınlar ölüyor, halen daha kadınları koruyamıyoruz, halen daha bir sürü polis merkezine gittiği zaman kadın evine geri gönderilebiliyor. Hani bunu nasıl çözeceğiz, şu bir gerçek, aşağı yukarı Türkiye’nin çeşitli yerinde 400’e yakın polisle çalıştım ki onlar da 50.000 polise ulaştılar. Bu süreç içerisinde, polisin içinde çok hızlı ve sık bir görev değişimi var, ne kadar çok eğitim yaparsanız yapın, polisin içinde bir kapasite oluşturmadığınız zaman, 48 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı çekirdek bir kapasite oluşturmadığınız zaman ve onlar kendi mekanizmalarını kurmadıktan sonra açıkçası bu böyle gelip devam edecek. Başından itibaren birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın birçoğunun nerede olduğunu takip ediyorum ben ve açıkça söylemem gerekirse, uzman olarak yetiştirdiğimiz; yani o çekirdek grup olarak yetiştirdiğimiz 25 kişilik bir grup var ki master training aldılar bir sene boyunca, çok ciddi bir eğitimden geçtiler, hiç biri ne yazık ki şu anda kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda çalışmıyor. Bu çok büyük bir zaman, emek, para kaybıdır ve kadınlar ölüyorlar. Bu arkadaşlara baktığımız zaman, bir tanesi en son benim bildiğim Atatürk Hava Limanında, Hava Limanı Müdürüydü. İki tanesi müfettiş olarak İstanbul’a atandı, bir tanesi Şırnak’ta güvenlik müdürü olarak çalışıyor, bir tanesi Urfa’da, o en yakın çalışan, çocuk şubede çalışıyor ve diğerleri… Yani bu gerçekten çok ciddi bir emek kaybı ve uzmanlığa hiçbir şekilde saygı göstermiyorsunuz ve sadece polis için konuşmuyorum; çünkü başka kamu kuruluşları ile de 10 senedir çalışıyorum, her kamu kuruluşunda yaptığımız çalışmalarda şunu görüyoruz ki ne yazık ki yaptığınız çalışmalar o kamu kuruluşundaki kişiye çok bağlı. Eğer o istiyorsa o iş yapılıyor, eğer o istemiyorsa o iş hiçbir şekilde, ölseniz de yapılmıyor. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi polis teşkilatında yaptıklarımız. Son bir şey söyleyeyim, biraz fazla konuştum; ama toplumsal cinsiyet eğitimleri, bu Cem YILMAZ’ın eğitim şart meselesinden dolayı, her ağzını açan bir eğitimden bahsediyor. Ben de son 10 yılımı, neredeyse bütün kamudaki hizmet sağlayıcıların eğitimleri ile geçirdim. Ama şunu gördüm ki sonunda, çoğu eğitici eğitimleriydi; yani uzmanlar yetiştirdik ve onların kendi kurumlarında farkındalık artırma çalışmaları yapmalarına yol açmaya çalıştık. Toplumsal cinsiyeti, büyükçe bir kısmı, bir süre sonra farklı ve kendi istedikleri bir şekilde anlatmaya başlıyorlar. Şunu bile duydum: “Toplumsal cinsiyet çok önemlidir; çünkü toplumda kadınların ve erkeklerin sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar, şunlar şunlardır. Dolayısıyla da eğer doğru bir kadınlık ve erkeklik olmasını istiyorsanız şu şekilde davranmalısınız, bu şekilde davranmalısınız.” Anlattıklarımızın tam tersi, hiç istemediğimiz bir şekilde bir dönüşüme uğruyor; dolayısıyla da bu toplumsal cinsiyet meselesi ve eğitimler meselesinin çok daha ciddiye alınması gerekiyor kamu kuruluşları tarafından. Çok teşekkür ederim. Gül BAYSAL Türk Anneler Derneği: Evvela sizi ve katılımcıları saygı ile selamlıyorum. Türkiye Cumhuriyetinin hamurunu yoğuran bir Derneğin temsilcisi olarak huzurlarınızdayım. Bilimsel yönünü sizlere arz ediyorum, duygusal yönünden bahsederek diyorum ki, 54 senelik Dernek, 70 şubesi olan bir kurumla, buradaki tüm çok değerli sivil toplum örgütleri de aynı şekilde, dokümanlarımızla, sizler gibi değerli hocalarımızla yıllardan beri gidip merkezde değil, ilçelerde, illerde buna nasıl çare buluruz diye uğraşıyoruz. 49 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Ama son zamanlarda yaptığımız çalışmalarda, uğraşlarda bir emek veriliyor hazırlık için. Bugün burada olduğu gibi, bu emeğe bakıyoruz ki, hiçbir işe yaramamış, yine televizyondaki ölüm, katliamlar bizleri fevkalade üzüyor. Acaba diyoruz, bizde mi bir noksanlık, eksik bir durum var da biz yaklaşımda hata yapıyoruz. Eğer yaklaşımda hata yapıyorsak Türkiye Cumhuriyeti temsilcisi olarak milletvekilim burada, ben şahsım adına tüm milletvekili arkadaşlarıma bir haber göndermek istiyorum, müsaade ederseniz. Sivil toplum örgütlerinden de sizin yetişemediğiniz, meclisin dışında olacak durumlarda, bize verilecek bir görev varsa daha bilinçli yapalım. Emrinizde olarak bizler, devletin imzası ile kurulan sivil toplumlarız, yani yüzeysel bir iş yapmayalım, verdiğimiz emeğin karşılığını alalım diyorum. Devlet burada daima, devlet her zaman güçlüdür. Onların imzası ile kurulan, biz onların yetişemediği yerlere değil, yanlarında yardımcı olarak emirlerindeyiz diyoruz. Ana olarak evlada emrinizdeyiz diyoruz. Saygılarımızı arz ediyoruz. Esra HATİPOĞLU Kadın ve Demokrasi Derneği: Öncelikle meslektaşım dedi ki, ben de avukatım, çok fazla destek bulamıyorum. Birincisi, sonuna kadar destekliyoruz, bize göre, hukukçu olarak, 18 yaş altındaki kadınların evliliği yönündeki bütün yasal düzenlemelerin kaldırılması lazım. İkinci husus, yasanın uygulanması ile ilgili, özellikle 6284’teki sıkıntıları bizler de görüyoruz. Baktığınız zaman, artık bu tedbir kararları meslektaşımın da söylediği gibi çok rahat alınıyor ve uygulamada polislerin yetişemediğini biz görüyoruz. Tarıkhan Bey'e bir sorum olacak; görüştüğümüz polis memurları şunu söylüyorlar, özellikle İstanbul-Bağcılar’da bir polis memuru ile görüşmüştüm, dedi ki: “Bize o kadar çok vaka geliyor ki biz yetişemiyoruz. Bunun için ayrı kurulmuş bir birimimiz de maalesef yok. Beş–altı tane polis var burada, özellikle Bağcılar Bölgesi de çok yoğun nüfusa sahip olduğu için yetişmemiz mümkün olmuyor.” dedi, bu birinci durum. Yani böyle yetişilemeyen ve nüfusu yoğun olan yerlerle ilgili çalışmanız var mı? İkinci husus geçen, iki hafta önce biz de Dernek olarak bir çalıştay düzenlemiştik ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından bir yetkilinin aktırdığı istatistiklerde şunu gördük; tedbir kararlarında herhangi bir silahı vesaire görevi gereği kullanan kişilerden bu silahlar alınıyor. Fakat baktığınız zaman, o kadar çok var ki, bunların içerisinde polisler de çoğunlukta. Şimdi buradaki tüm konuşmacılar da herhalde aynı şeyleri düşünüyorlar, aynı şeyleri tekrarlıyoruz, emanet ettiğiniz kişi yine eşine şiddet uygulayan kişi. Sizin, polis memurlarına, özellikle eşine şiddet uygulayanlara karşı herhangi bir yaptırımınız var mı? Veyahut da sadece bu tedbir hakkında ceza davası açılması, mahkemede yargılanmasının haricinde belki görev ile ilgili bir çekinceleri olursa daha etkin olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca psikolojik olarak da destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Polislik zaten yeteri kadar zor bir meslek, bizim mesleğimiz gibi, belki hâkimlik gibi, belki bütün meslekler zordur; ama psikolojik açıdan yıpratan meslekler bunlar. Psikolojik olarak bir destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum. 50 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Şimdi sürekli olarak biz, erkeklerde kabahat buluyoruz; ama biraz da ben yetiştirilme tarzı ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Hala şiddet gören birçok kadın, kız çocuğuna aman yapma- etme, ayıp olur; erkek çocuğuna da biraz daha, tabiri caizse, delikanlı ol, senin yapman normal, gibi davranıyor. Biraz herhalde bu zihniyetin de değişmesi gerekiyor, diye düşünüyorum. Bir de, diğer bir sorun kadının bu durumu kabullenmesi; yani nasıl olsa başıma artık bu geldi, bu saatten sonra yapılacak bir şey yok, kaderime razı olayım diye oturması ve bunda da tabii en büyük etken hepimizin bildiği gibi maddi olarak yetersizlikler. Bir konudan daha bahsetmek istiyorum, 6284 ile ilgili. Ben de uygulamada çok fazla bu Yasa'yı kullandığım için biliyorum. Bence yasal düzenlemelerimizle ilgili çok fazla sıkıntı yok, uygulaması ile ilgili olduğunda hepimiz hemfikiriz. Fakat bana gelen bir dava ile ilgili de şu örneği vermek istiyorum. Adam uzun yıllar karısına şiddet uygulamış ve maalesef burada erkek tarafı bize başvurdu; ama tabii biz hepsini savunuyoruz, öyle bir durum yok. Herkesin savunulmaya hakkı olduğunu düşünüyoruz; ama biz burada erkekleri savunurken de mutlaka yaptıkları yanlışları kendilerine ifade etmeye çalıyoruz. Ben yasanın caydırıcı olduğunu düşünüyorum; çünkü adam eve giremeyince ve nafaka vesaire bütün tedbirlere hükmedilince bir baktık ki, bana geldi, anlattığı şu, sürekli olarak bu yasal düzenlemeyi yapanları eleştiriyorlar, Sayın Vekilim sizin de bilginiz olsun. Bu yasal düzenlemeler yapıldı, bu kadınlara gidip bu kadar şey anlatılıyor, yasal düzenlemeleri gidip kadınlara anlatanlardan bir tanesi de benim. O yüzden lütfen bunları en azından telaffuz etmeyin. Ben caydırıcı olduğunu düşünüyorum; ama yetersizlikler tabii ki var. Teşekkür ediyorum. Candan DUMRUL Kadın Dayanışma Vakfı: Aslında bir önceki konuşmacı ile biraz ters olacak, ben de avukatım. Ben de aksine, mesela Yasa’nın hiçbir caydırıcılığı olmadığını düşünüyorum. Çünkü Yasa aslında bir yanıyla, bu mevcut uygulama haliyle, şiddet uygulayan erkeklere, ne yaparlarsa yapsınlar engellenemeyecekleri konusunda ciddi bir özgüven veriyor ve git istediğin kadar şikayet et, ben karakola gider ifademi veririm, ertesi gün yine kapına gelirim, diyecek bir rahatlığı kazandırıyor. Dolayısıyla biz bir yasa yaparken eğer orada, o yasanın gerçekten uygulaması konusunda olabildiğince hassas ve özenli davranmazsak, o yasa aslında engellemeye çalıştığı şeye hizmet eden bir hal alabiliyor. 6284 de ne yazık ki bu hale geldi diye düşünüyorum. Bunu şu rahatlıkla söylüyorum, biz Kadın Dayanışma Vakfı olarak, aynı Mor Çatı gibi danışma merkezi olan bir Vakıfız; dolayısıyla bize şiddete uğrayan kadınlar sıklıkla telefonla ya da yüz yüze görüşme ile başvuruda bulunuyorlar. Bu kadınların %80’i istisnasız, neredeyse %80’i bize gelmeden önce koruma tedbiri almış oluyorlar ve bize geldiklerinde bu tedbirin etkisizliği karşısında ne yapabileceklerini sorarak geliyorlar. 51 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Son danışanlarımız ben şiddete karşı ne yapabilirim diye değil, şiddete karşı gerçekten etkili bir koruma sağlanmıyor, buna karşı ne yapabilirim şeklinde geliyorlar. Çalıştay hakikaten konu başlıkları ile gayet güzel; ama küçük bir eksikliği olduğunu düşünüyorum. Bence burada kolluk güçlerinin yanı sıra bu koruma kararlarını veren hâkim ve savcıların, bunların takibi ve uygulaması konusundaki yaklaşımlarını da görmemiz açısından, o kısmın da olması gerektiği kanaatindeyim. Belki bir çalıştay konusu olabilir diye düşünüyorum. Zira şöyle basına da yansıdı, belki siz de takip etmişsinizdir. Vatan Gazetesi’nde çıkmıştı, “Deniz’e öldürülmeden müdahale edin.” diye bir haber çıktı. O genç kadın bizim danışanımız, Deniz. 25-26 yaşlarında, genç bir kadın. Eski sevgilisinin ısrarlı takibine maruz kalıyor; ama ısrarlı takip dediğim öyle telefonda, evine gelmekle ilgili bir şey değil hakikaten. Mesele şöyle cereyan ediyor, kaçırıyor, saatlerce dövüyor, işkence ediyor, evine atıyor ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor ve bırakıldıktan sonra her gece istisnasız, Deniz’in evine geliyor, kimi gece camını kırıyor, kimi gece kapısına vuruyor, kimi gece not bırakıyor. Bu şekilde devam ediyor ve aile her gece karakola gidiyor, şikayet ediyor, karakola gidiyor, ifade alınıyor ve bırakılıyor. Yaklaşık 100’e yakın bu şekilde başvuru var, geçtiğimiz sene Mayıs ayından itibaren. Bize konu geldiğinde artık şeydi, biz karakoldaki memurlarla görüştüğümüzde, “Avukat Hanım biz ne yapalım, biz götürüyoruz, savcı bırakıyor. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Savcıya gidiyoruz, diyor ki, avukat hanım, bu basit bir ölümle tehdit meselesi, ben buradan tutuklayamam ki.” Tutuklamanız için öldürmesi mi gerekiyor. Bunu mu bekliyorsunuz? Hani ben şöyle düşünüyorum. Bu kadına yönelik şiddet meselesinin, sıradan suç tipleri ile; yani asıl olarak ben meselenin biraz da kriminal kısmıyla da ilgileniyorum. Bizde ceza olmadan, caydırıcılık bu aşamada sağlanabilecek gibi, şu anda en azından durumun, bu kadar akut olması sebebiyle çok mümkün görünmüyor. Dolayısıyla kadına yönelik bu şiddetin, özellikle ısrarlı takibin özel bir suç tipi olarak düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar Yasa’da 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsi diyorsa da, zorlama hapsinin uygulanması için hâkimler istisnasız hapis cezası olduğu için yargılama yapıyorlar. Savcılık başvurusu gerekiyor ve bu da temiz bir 6 aylık süre demek en hızlı işleyişinde. Dolayısıyla; yani bizim Yasa’nın caydırıcılığını sağlayacak bir mekanizma elimizde şu haliyle yok. Bu saldırgan için bir sağlık tedbiri talep ettik, hastaneye yatırılmasına, nerede, adresini verin, ona göre bulalım, alalım, gidelim. Dedim ki, “Gidince zorla alıp hastaneye götürüyor musunuz? Zorla tedavi konusunda bir karar veriliyor mu?” “Yok hayır, kendisi, gelmek istemiyorum, derse, yazı alıp bırakıyoruz” dediler.” Uygulamanın bu şekilde olduğu yerde yasa istediği kadar güzel önlemler, tedbirler öngörsün, bunların fiili bir uygulaması ile karşılaşmadığımız sürece bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Tabii hâkim, savcı refleksi de önemli, hakikaten şöyle düşünüyorum. Hâkim ve savcılar bu konuda artık meseleyi çok sıradanlaştırdılar. Deniz’in başvurusunda, 6284 kararında, eski eşinin şiddet uygulaması şeklinde ibare vardı. Karar o kadar matbu ki, o kadar dosyalara bakmadan, onun özelliğini incelemeden 52 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı veriliyor ki, karar almada hiç sıkıntı yok, 4320’deki zorlukları yaşamıyoruz. Kararı alıyoruz; ama kararın hiçbir etkisi yok hakikaten. Bu meseleye değinmek istedim. İkincisi de, biz şiddetle mücadeleyi bence daha çok kadınların sırtına yüklüyoruz. Yani şiddete maruz kalan kadının, gidip bu şiddetin önlenmesi için ve kendisini de bu şiddetten korumak için aktif adımlar atmasını, işte ne biliyim adresini değiştirmesini, adını değiştirmesini, yüzünü değiştirmesini filan bekliyoruz. Yani şiddetle mücadelede kadının sırtına bırakıyoruz bir şekilde, şiddete uğramak onun tercihi ya da onun suçu değildi. Dolayısıyla biz, şiddet uygulayanla ilgili maksimum tedbirler almak zorundayız. Şiddet uygulayanın üzerinde bırakmalıyız bunun külfetini. O yüzden de hani kadınların evini, adresini, yüzünü değiştirmekten öte, şiddet uygulama ile ilgili kademeli, daha ağır yaptırımlar hakikaten öngörülmeli. Caydırıcılık olmadan ve bunun caydırıcılığı sağlanmadan bununla ilgili yol alabileceğimiz kanaatinde değilim. İkinci bir şey söyleyeceğim, bu çocuk yetiştirme meselesi ile ilgili. Ben kadınların çocuklarını yetiştirdiğini düşünmüyorum. Kadınlar çocuklara bakıyorlar, besliyorlar, büyütüyorlar; ama çocukları bu toplum yetiştiriyor. Dolayısıyla annelerin, şiddet uygulayan erkeklerin yetiştirilmesi konusunda annelerin de o kadar üstünde gitmemek gerektiğini düşünüyorum. Belki değinilmiştir bilmiyorum; ama kadına yönelik özel şiddet tipi olarak son günlerde ortaya çıkan kürtaj yasağını da es geçmemek istiyorum. Son günlerde gelen bir haberden menstrual regülasyon kodu; yani isteğe bağlı kürtajın, sağlık uygulama tebliği kapsamından çıkartıldığını öğrendik. Dolayısıyla 2827 sayılı Nüfus Planlaması Yasası’ndaki hükmün aksine, artık kadınlar devlet hastanelerinde isteğe bağlı olarak kürtaj yaptıramıyorlar. Bunun da, kadın bedenine yönelik, özel bir şiddet tipi ve bir müdahale olarak göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünüyorum. Teşekkür ederim. Canan GÜLLÜ Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu: Devletin şiddeti ile devam etmek istiyordum ben de. Devletin algısında var olan değişmezlik nedeniyle birçok yasa hayatta olmasına rağmen, şiddetin sürmesine neden oluyor. Dün merkezimize gelen bir haber; Antalya’nın, Korkuteli ilçesinde, yaklaşan yerel seçimler nedeniyle hiçbir kadına sandık görevi verilmemesi. Sadece bu değil, bunun nedenini sorun kadınlara, aşağılayıcı ve benim burada telaffuz edemeyeceğim şekilde kamu görevlileri tarafından cümleler kurularak taciz edilmesi. Yani devlet bir taraftan kürtajda, kamu görevlileri bir taraftan şiddeti uygulamaya devam ettiği müddetçe biz kadına şiddeti daha çok konuşacağız gibi geliyor. Ben Halime Hanım’a bir noktada ekleme yapmak istiyorum ve bir soru belki de. Yaklaşık 2 yıldır alanda ensesti çalışıyoruz. Ben Karadeniz’den gelen hocamın, Nezahat 53 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Hocamın da bu konuda çalışmış olmasından mutluluk duydum, birleştirici bir unsur oldu bu toplantı. Yaptığımız araştırmalarda bir şey farkındalığını yakaladık, 54 ilde yaklaşık, erken evlenmiş olan ailelerin birçoğunda ensest vakası var. Sevgili Halime buradan ortaklaşa gideceğiz aynı noktalara; ama bu konuyu es geçmeyelim lütfen. Çünkü ciddi anlamda sadece doğuda değil ensest, Türkiye’nin batısında, İç Anadolu’da ya da güneyde, egede yaygın bir şekilde ve oralarda da erken yaşta evlenmiş olanlar çoğunlukta, bunu özellikle söyledim. En önemli nokta belki, ceza yasasında ensestin tanımı yok. Bununla ilgili bir tanımlama yapmamız gerekecek. Sevgili Meltem, dün de ben Tunceli’nin, Pertek ilçesindeydim. İlköğretim nedeniyle, taşınan okul servisindeki 8 yaşındaki bir kıza taciz nedeniyle, oradaki polis memuru da sizin eğitimlerinizden almış, emniyet müdürü bir arkadaşla, ilk defa böyle bir vakanın içinde tabi, alakasız bir konumda yer aldı, işe yaradı yani. Eğitimler bir noktada yarıyor; ama yeri ve zamanı çok farklı olarak. Ben Emniyet Müdürlüğünden gelen sevgili Tarıkhan Bey’den bir şey rica edeceğim. Bize 2013 yılından da öte, 2014’te ne kadar vaka vardı, o rakamlara ulaşamadık sizin dediğinizden açıkçası. Belki kendi açımızdan toparlıyoruz; ama sizde ne kadarı var bu işin, rakamsal boyutu ile elimize geçerse veya bir başka şekilde alırsak sevinirim. Sayın Vekilim ve bütün arkadaşlarım, Nizip’te bir Suriyeli mülteciler kampını gezerken çadırın üzerinde fotoğrafladım, bir yazı vardı, “evlenilecek kız bulunur”. Bu aslında şiddetin bir başka boyutu. Yaşları küçük, hem Suriye’de bakmaktan aciz olan ailelerin geleneklerinde olmamasına rağmen başlayan bir yöntem hem de Türk erkeklerinin özellikle o bölgede, başlığın sorun olduğu bir olayda kurtarıldığı ya da çözüm yolu olarak hayata geçirilen evlenme. Erken evlilik ya da tanımını ben açıklayacak bir şey bulamıyorum, sizler tanımlayın, çaresizliğin bir başka adı. ŞÖNİM sıkıntıları noktasında buradan Kadının Statüsünden ilgili arkadaşımızla biraz sonra buluşacağız. Ciddi sıkıntıları ben de Şanlıurfa’da yaşadım, Malatya’da yaşadım, Ankara’da yaşadım. Bunlar da demek ki yasaların sadece ortaya çıkması değil, yasalardan sonra uygulama alanlarının da dikkatle takip edilmesi konusunu getiriyor. Ama sürenizin bittiğini de biliyorum. Özellikle uzatmıyorum. Çok teşekkür ediyorum. Azize DAŞER Kadın ve Gençlik Platformu Derneği: Program başladığında, evlenme yaşının 18 yaş olarak, Medeni Kanun’da yer alması söz konusu oldu. Yürekten katılıyorum buna, mevcut Kanunumuzda da zaten belli bir yaş sınırı var. 16 mı, 17 mi bilemiyorum ama. Programın başında erken evliliklerden söz edildi. Erken evlilikteki yaşlara da dikkat edersek, 12, 13, 14, 15; yani Medeni Kanunumuza rağmen yapılan evlilikler bunlar. Bu evlilikler nasıl oluyor diye düşünürsek, imam nikâhı ile olduğunu düşünüyorum. Halbuki, mevcut Medeni Kanunumuzda 54 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı der ki; resmi nikah olmadan, evlenme cüzdanını görmeden imam, hoca, nikahı kıyamaz. Bu, yıllardır yürürlükte olan bir kanun. Ne yazık ki bizim ülkemizde kanunlar vardır; ama uygulamalar hiç yoktur. Biz önce bu imamlarımızın kulaklarını çeksek? Yanımda Diyanet Vakfı var ya da işte müftülüklerimiz, devletimizin gerekli bakanlığı, makamı, genel müdürlükleri kanalıyla, bu imamlarımızın kulaklarını bir çekelim de bu küçücük kızlarımızı evlendirmesinler önce, önce bir evlenme cüzdanını sorsunlar. Bir de annelerin eğitilmesi taraftarıyım ben. Anneler artık çok da bir şey yapamıyor, normal hayatta çocuklar eğitiliyor; ama annelerin kafasında da hala erkek çocuk önde, kız çocuk arkada. Önce annelerin kafasını değiştirelim. Çocukların eşit olduklarını baştan kabullensinler. Anne eğitimine önem veriyorum. Teşekkür ediyorum. Ayşen Ece KAVAS Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu: Öncelikle şu konuyu söylemek istiyorum aslında, ne bu toplantı olması gereken bir toplantı ne de devlet kurumları dışındaki kadın örgütlerinin olması gerekiyor. Aslında hiç mücadele edilmemesi gereken bir konuda mücadele ediyoruz ve yani şöyle bir gerçekten bahsedeceğim, ne kadar eğitim desek de, önlemler desek de vesaire desek de, verilerden bahsetsek de şu an acil olması gereken bir durum var. Geçtiğimiz yıl 228 kadın öldürüldü. Bu rakamı ancak savaşlarda duyabiliyoruz ki bazen daha da aşağıda rakamlar duyabiliyoruz savaş koşullarında. O yüzden acil önlem, acil bir çözüm yöntemi gerekiyor. Bizim bu konuda çok somut bir çözüm önerimiz var, onu da şöyle özetlemek istiyorum. Güldünya TÖREN öldürüldükten sonra, 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’na bir madde eklenmişti. Töre saiki ile öldürmek nitelikli hallerden sayılmıştı ve daha sonrasında artık en azından mahkeme salonlarında, katiller, büyük bir gururla, aile kararı ile öldürdüm, törem için öldürdüm, demek yerine bunu saklama ihtiyacı, aile kararı yok deme ihtiyacı hissettiler ve bu sayıda çok ciddi bir düşüş oldu. Bundan yola çıkarak da şu anda kadın cinayetleri artık bugün bir kadın öldürülmediyse bu önerimi geri çekiyorum. Evimize gittiğimiz de bakacağız ki bugün yine bir kadın öldürülmüş; çünkü bekleyecek vesaire herhangi bir durum gerçekten söz konusu değil. Nitelikli hallere, cinsel yönelim ve cinsel kimliğinden kaynaklı işlenen cinayetler eklenirse çok önemli bir caydırıcılığı olacağını düşünüyorum. Çünkü bu konuda eğitimi bekleyemeyeceğiz, derhal başlaması kaydıyla; ama caydırıcılık şu anda önemli olan, durdurmak gerekiyor. Bir dakika, yapma, demek gerekiyor. Şu an, günümüzde görüyoruz ki yasalar çok hızlı değişebiliyor, saatler alabiliyor ya da bir hafta alabiliyor. O yüzden bu konuda hani, hızlı bir adım atılması gerektiğini düşünüyorum. Daha sonra da söz alırız; ama ikinci bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Şimdi burada sunumları yaparken ülkeye biraz yabancılaştım açıkçası. Ben size takip ettiğim 55 Türkiye İnsan Hakları Kurumu davalardan kısa üç tane örnek vereceğim. Bir tanesi Ankara’da öldüren iki yıl önce, Naile EKİNCİ arkadaşımız. Şikayet etmek için kocasını, boşanmak istediği kocasını, karakola gittiğinde, “Sen devlete kağıt masrafı yapmaktan utanmıyor musun, yürü git evine” diye gönderilip iki gün sonra ikinci kata, kendi kocasının hazırladığı merdivenle çıkmak suretiyle öldürülen bir kadın arkadaşımız. İkincisi İzmir’de takip ettiğimiz Ferdane ÇÖL. Kardeşimizin davasında, defalarca kez karakola gidiyor; ancak öldürülmeden birkaç gün önce polisler, ölsen de kurtulsak, diyerek gönderiyor ve kendisinin bu esnada koruma kararı var, koruma kararı olduğu halde öldürülüyor. Polisler bunun üzerine diyor ki, biz ne yapalım kocasının yanına yaklaştıysa, diyorlar ve uzun mücadelemizden sonra bunu yapan ve korumakla görevli olan polis ceza aldı. Önemli bir emsal oldu. En önemlisi yetersizlik; polislerin en çok söylediği ve devletin çeşitli mekanizmalarının en çok söylediği, bu konuda yeterli personel, kolluk kuvveti yoktu. Şöyle bir örnek vermek istiyorum. Haziran ayında Muhterem GÖÇMEN arkadaşımız, öldürülmek üzereyim, diye karakola gittiğinde, “Kusura bakmayın, tüm polislerimiz Taksim’de o yüzden sizinle ilgilenemeyeceğiz. Sizinle ilgilenecek polisimiz yok” diyerek gönderilmiş ve öldürülmüştü. Yani yeterli polis var; ama bunu nereye kullandığı önemli, bu konuda ben aslında ne düşündüğünü kolluk güçleri adına Tarıkhan Bey’in merak ediyorum; ama önemli değil burada cevaplamasa da. Topluma bu konuda bir açıklamada bulunursa, bu konuları caydıracağını söylerse bizim açımızdan yeterlidir. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, biz sadece somut, acil adımlar bekliyoruz. Çünkü bu konu beklemeye gelecek bir konu değil. Ocak ayında 27 kadın öldürüldü. Geçen gün kaynar su dökülerek yakılan bir kadın, lütfen devlete sesleniyorum ve Başbakan’a sesleniyorum, kanunları uygulayın beni bu adamdan kurtarın, dedi. Bu talep bütün kadınların talebi. Teşekkür ederim. Azize Sibel GÖNÜL: Konumuz erken yaşta evliliklerle ilgili, Halime Hanım da vardı o toplantıda. İmamlardan, resmi evlenme cüzdanını görmeden dini nikâh yapanların, 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair bir kanun vardı. Bununla ilgili gelen birkaç kanun teklifini birleştirdik. O gün bir görüşme yaptık, özellikle erken yaşta evliliklerle ilgili. Buradaki sınırı, cezayı; çünkü 6 ayın bir yaptırımı yok, ötelenebiliyor. İlk cezai davranışsa hapis cezası zaten olmuyor, dolayısıyla 3 yıla çıkartılması, 2 yıldan fazla olduğu sürece anca bir yaptırımı olduğu için, 3 yıla çıkartılmasını görüştük. O gün; yani burada evlenme cüzdanı ile ilgili aynı toplantıya Diyanet İşleri Başkanlığını da davet etmiştik. Özellikle dine nikâh kıyılması konusunda, imamların bu hususa dikkat etmesini ifade etmiştik; ama dini nikâhın sadece imamın kıydığı bir nikâh olmadığını söyledi. Burada herhangi bir çift, evleneceği zaman, birisine dini nikâh kıydırabiliyor. Dolayısıyla burada ortak yapılan bir eylem, herkese aleni yapılan bir eylem ve herkesin onay verdiği bir 56 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı eylemde, bir şikâyetin olması ve hayata geçirilmesi çok zor; dolayısıyla burada başka bir şey var. Ama bilinçli olmak, bu konuda imamların bilinçli olması, camilerde bununla ilgili bilgilerin verilmiş olması, bu ayrı bir şey. Burada farkındalık yaratma açısından; dolayısıyla Diyanetin görevi tabii ki var, bu konuda toplumu bilinçlendirme açısından önemli bir görevi var, aynı zamanda eylemi gerçekleştirecek imamlar açısından da önemli rolü var. Geçen sene bölge toplantılarından birinde, Mayıs ayında bir kamp ziyareti gerçekleştirdik. O zaman bir şeye rastlamadık, bu tür söylemlerin çok olduğunu işte çok eşliliğe sebep bölgede, çocuk yaşta evlenmelerin olduğu gibi bir sürü şey vardı. Bununla ilgili sorgulama yapalım dedik. Fakat kamplarla ilgili mevcut sayı 250.000, dışarıda, kamp dışında yaşayan sayısı 500.000. Dolayısıyla kamplar da ne kadar kontrollü? Bu konu ile ilgili Aile Bakanlığının da, Birleşmiş Milletlerle ortaklaşa yürüttüğü bir proje var, kadınlara yönelik çalıştığı proje de var. Dolayısıyla kamplarda asayişin daha berkemal olduğunu söylemek mümkün; ama ifadeyi ben görmedim, çok önemli bir ifade. Yani bunu bir daha sorgulamak gerekir. Bunları araştırmamız gerekir tekrar; ama dediğim gibi kamplar dışarıdaki 500.000’e göre çok daha kontrol altında gibi duruyor geldi bize o toplantıdan sonra. Buna tekrar bakacağımı buradan duyurmak istiyorum. Teşekkür ederim. Serpil SANCAR: Bir bilgiyi paylaşmak isterim; bizim yürüttüğümüz bir tezde, erken evliliklerle ilgili dini nikâhların 3/2’sinin resmi imamlar tarafından, en az ortalama 3/2’sinin resmi imamlar tarafından, Diyanetin imamları tarafından kıyıldığını biliyoruz. Yani o oran çok o kadar düşük değil, evet arkadaşlar 5 dakika içinde bitirmek zorundayız. Sema KENDİRCİ Türk Kadınlar Birliği: Ben bu toplantı için teşekkür edeceğim; ama tabii Türkiye İnsan Hakları Kurumuna da belki biraz buradan nasıl bir sonuç beklediğini sormak gerekiyor. Türkiye İnsan Hakları Kurumunun adını ben henüz koyamadım, resmi olarak sivil toplum örgütü; ama atamalarını devlet yapıyor. O başka bir konu, ne kadar bizimle yan yana sivil toplum olarak, başka bir konu. Ama bu çalıştaydan eğer bir sonuç alacaksa ve bunu devlete sunup sizin yapmanız gerekenler burada, bu kadar alanda çalışmış insandan sorduk ve öğrendik diyecekse bu çalıştayın başarılı bir noktaya ulaşacağını düşünürüm. Çünkü burada gerçekten, şu masanın etrafında oturan herkes bu alanda çalışmış, saçını ağartmış, hatta saçını süpürge etmiş insanlar. Meseleyi çok iyi biliyorlar, çözüm önerileri çok doğru, neler yapılması gerektiğini de açık açık anlatıyorlar; ama biz görmek istiyoruz ki devlet bunlara ne cevap veriyor ya da verecek. Çünkü bir çalıştayın sonuç olarak bir çözüm önermesi ve çare bulması, hele de 8 Mart’ın bir gün öncesinde bu 57 Türkiye İnsan Hakları Kurumu yapılıyorsa, mutlaka bir hedefi vurması lazım. Yani bugüne kadar bu çalıştaylarda çok bulunduk, alanda çok çalıştık hepimiz; ama hiçbir zaman şu kararlı politikayı görmedik. “Evet, kararlıyız, bunu çözeceğiz.” Bunu kimin söylemesi gerekiyor. 6284’ü çıkardık, hepimizi avukatız, hepimiz sorunu biliyoruz. Deniz konuşurken ben burada arkadaşıma anlatıyordum, kes-yapıştır çıkartıyorlar, ondan sonra da daha ne istiyorsunuz veriyoruz zaten tedbir, diyorlar diye. Deniz konuşurken ben arkadaşıma anlatıyordum. Sonuç şu; yasa çıkartmak ya da çözüm aramak ya da ne kadar önemli, işte kadınlar öldürülüyor, şunlar öldürülüyor, şunlar oluyor, bunlar oluyor, bırakın bunları devlet ne diyor? Çözüm için devlet ne öneriyor? Biz burada bu konuştuklarımızdan sonra, devletin bir kadın politikasını hayata geçirmesi için ne yapabiliyoruz? Belki bunu konuşmamız gerekiyor. Çünkü çözümsüzlük şuradan kaynaklanıyor, devlet, en üst mercide yasama organı ve yürütme organını kastederek söylüyorum, ben bu sorunu çözmek konusunda kararlıyım dedi mi demedi mi? Demiyor, yasa çıkıyor, hiçbir kurum ciddiye almıyor, tıpkı 6284 gibi. Onu örnek olarak söylüyorum, birçok yasada olduğu gibi. 2002 yılından beri Medeni Yasa’daki 17 yaş meselesi uluslararası sözleşmeye aykırıdır diyoruz ve caydırıcı bir etkisi yoktur diyoruz. Örnek vermek için söylüyorum. 2002’den beri 90. madde var olmasına rağmen, siz duydunuz mu devletten bir yetkilinin, o yasa gerçekten Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne de aykırı, 18’e getirmeliyiz, dediğini? Duydunuz mu arkadaşlar? Duymadınız. Ceza Yasası 2005 yılında değiştirildiğinde, bu çocuk evliliklere engel olacak, birçok maddede hafifletici şeyler getirildiğini biliyor musunuz? İşte Meltem, çok daha caydırıcı önlemler ve cezalar vardı çocuk evliliklerle ilgili. Biz bunların hepsini hafiflettik, para cezasına çevrilmesini kolaylaştırdık, en önemlisi. Yine basit bir örnek diye veriyorum, muhtarların ihbar mecburiyeti vardı, kaldırdık. Neden kaldırdık böyle bir şeyi? Bunu açıklayan bir devlet yetkilisi var mı arkadaşlar? Şunu söylemeye çalışıyorum, bu kadar emek, bu kadar zaman, bu kadar para, her şey, her şey bu ülkede sarf ediliyor; ama şunu sağlayamıyoruz. Devlet çıkıp “ben bu meseleyi çözmeye kararlıyım, bütün kurum ve kuruluşlarımın buna sahip çıkmasını sağlayacağım. Ey ahali duyun, bilin, öğrenin ve benim bu kararlılığıma sahip çıkın” demediği sürece, bütün kurum ve kuruluşların, caydırıcı etkilerle ile birlikte, alt temelde yasal düzenlemeler ile birlikte sahip çıkmasını sağlamadığı sürece, gerçekten bu çalıştayları daha çok yapıyor olacağız. Bence bu çalıştayın sonucunda, öneriyorum, devlete ne teklif edeceğiz ve neyi yapmasını sağlayacağız ve nerede bunu sağlamak için bir araya geleceğiz? Ona karar vermemiz gerekiyor. Teşekkür ederim. Halime GÜNER: Serap Hanım’ın söylediği çok önemliydi. 4+4+4 çocuk gelinlerle ilgiliydi. Bu konuda sahada dokuz yıldır çalışan bir dernek olarak söyleyebiliriz ki kesinlikle çocuk gelinlerin sayısını artıracaktır. Bu konuyla ilgili sonuç olarak illerdeki belge ve bilgiyi ilettik, 58 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı toplanan 54 bin imzanın birinci maddesi budur. Serap Hanım’ın söylediği, evlendikten sonra; yani şu anda ikinci eş pozisyonunda olan çocuk gelinlerin sayısında artış; şimdi biz tipoloji çalışması yapıyoruz. Tipoloji çalışmasının içerisinde buna karar verenler ile uygulayanlar arasında odak grup çalışmalarımız tamamlandı. Burada kast ettiğimiz şey şu; yaşıt, birbirlerine aşık gençlerin, çocuk yaştaki evliliklerin değişebilir, öğretilebilir, öğrenilebilir, bizim için bir adım atılabilecek alan. Bu da kolay; çünkü İngiltere ve başka ülkelerde olduğu gibi ağlayan küçük çocuk eline verilir, tatbikat yapılar, hayat anlatılır, bedenini tarif edersiniz, daha sonra sağlıkla ilgili bilgiler verirsiniz, burada anlatılabilir. Romanlarda kültürel evlilik söz konusu. Onlarda farklı bir politika çalışması yapacağız. Farklı bir alanda, yoksullukla ilgili olan konu da yine anlatılabilir, aktarılabilir; ama en tehlikelisi, muhafazakârlığın özellikle yoğun olduğu bölgelerde, ekonomik olarak çok güçlü olan erkeklerin bu konu ile ilgili tercihlerinin çok fazla ve giderek Türkiye’de bunun anlatılması; ancak yaptırımların yasal süreçlerince, cezaların olmasından umut ediyoruz. Onun için geçen hafta biz Meclis Fırsat Eşitliği Komisyonunda din görevlilerinin cezalarının üç yıla çıkmasıyla ilgili bir görüş vermiştik. Bunlarla ilgili tabii ki devlet, yani baskı grubu oluşturmak çok önemli, şahsen tutunabildiklerimiz diye nefes alıp umut ettiğimiz tek şey uluslararası sözleşmeler, İstanbul Sözleşmesi, çok şükür onlar var. Onlara tutunabildiklerimiz üzerine politika üretilmesinin, bu toplantıda önemli olduğunu düşünüyorum. Tarıkhan ÇETİNER: Sürem kısıtlı olduğu için sunumumda bahsedemedim. Polis merkezlerine aile içi şiddet veya kadına karşı şiddet olayları geldiğinde, öncelikle kadın personelle mağdur şahıslar dinlenilmeye çalışılıyor. Gecenin geç saatlerinde gelen kadınlarla ilgili de yine nöbetçi kadın personelle, burada ifade etmek isterim kadın personelde pozitif ayırımcılık yapıldığından, bu personelimizde mağdur edilmeden, iş ve işlemler yürütülmektedir. Aynı anda birden fazla polis merkezinde mağdur kadın olduğu zaman bu durumda erkek personel ile mağdurun ifadesi alınıyor. Burada özellikle ifade etmek isterim, temel prensibimiz iş ve işlemlerimizi kadın personel ile yürütülmesidir. Koruma altındaki kadınlar neden öldürülüyor? Hala kadın cinayetleri neden oluyor? Sorularına cevap vermek istiyorum. Bu konular basında da çok yer alıyor. Ama korumanın usulü ve esaslarını bilmek gerekir diye düşünüyorum. Korunan kadın her zaman için yakın koruma şeklinde korunmuyor. Çoğu zaman kadınlar, çağrı üzerine koruma şeklindeki koruma usulü ile korunmaktadır. Biraz önce kamu spotunda izlediğimiz gibi güvenlik butonuyla yapılan koruma şeklinde bile, mağdurun güvenlik butonuna bastığı andan itibaren çağrıdan haberdar olan polisin en kısa sürede olay yerine intikal etmesi ile sağlanmaktadır. Ancak meydana gelen önemli şiddet vakalarından bazıları incelendiğinde, mağdurun kendi rızasıyla şüpheli ile bir araya geldiği 59 Türkiye İnsan Hakları Kurumu zamanlarda olayların gerçekleştiği görülmektedir. Verilen koruma kararlarının %99’u çağrı üzerine koruma kararıdır diyebiliriz. Peki, neden yakın koruma değil sorusuna cevaben; bire bir yakın koruma verdiğimiz vakalar çok azdır. Bunu yapmak mümkün değil. Biraz önce söylenmişti. İstanbul’da birçok yerde personel yetersizliğinden dolayı işlemlerin yürütülmediği şeklinde. Kadın cinayetlerini ancak şu şekilde önleyebiliriz diye düşünüyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile de bu düşüncemizi paylaştık. Kanunun teknik yöntemlerle takip maddesine işlerlik kazandırılarak sadece güvenlik butonu değil, elektronik kelepçe uygulamasının da faaliyete geçirilmesi halinde, şiddet uygulama ihtimali bulunan şahıslara bu kelepçe takıldığı taktirde, izlediğimiz filmde de görüldüğü üzere, şiddet uygulayacak şahıs mağdura yaklaşmadan önce belli bir mesafe dahilinde tedbir alınabilecektir. Kolluk şiddet uygulama ihtimali olan şahsı, mağdurun bulunduğu yere yaklaşmadan daha uzak bir mesafede engelleyebilecek veya yakalayabilecektir. Benim ve Kurumumun düşüncesi, daha öncede bahsettiğim üzere elektronik kelepçe uygulamasının bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir Diğer taraftan, İstanbul Bağcılar’da yoğunluk var, olaylara etkin müdahale edilemediği ifade edilmişti. Son zamanlarda İstanbul’da yaşanan olaylar nedeniyle, alanda görevli personelin de bu olaylarda görevlendirilmesinden dolayı, mağduriyet yaşanmış olabilir. Polis memurları eşlerine şiddet uyguladığı zaman ne yapılıyor? sorusuna cevap verecek olursam; eşine şiddet uyguladığı tespit edilen personele adli ve idari soruşturma açılabiliyor ve silahı alınabiliyor. Bu konuda titiz davranmaya çalışıyoruz. Konunun örtbas edilmesi gibi bir durum söz konusu değil. Ayrıca personele ve ailelerine yönelik rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmeti verilebilmektedir. En son söylemek istediğim konu, Kanun 2012 Mart ayında, Yönetmelik de 2013 Ocak ayında yürürlüğe girdi. Yönetmeliğin çıktığından bu yana süreçte bir sene geçti. Benim şahsi düşüncem bu alanda birçok şey yapıldı. Ben bu konuda pozitif düşünüyorum. Belki bana verilen süre daha fazla olsaydı, daha çok şey anlatabilirdim. Ama her kurumun kendine göre bir çabası olduğunu ifade etmek isterim. Kadına karşı şiddetin önlenmesi, kadın cinayetlerinin engellenmesi, aile içi şiddetle mücadele edilmesi; aile içi şiddet kavramını kullanıyorum, çünkü Kanun’da da bu kavram kullanılıyor. Ama konuşmalarımda, kadına karşı şiddet yerine daha çok aile içi şiddet kavramı kullandım diye eleştirildim. Bunu bir bütün olarak düşünüyoruz. Tabii ki ailenin içerisindeki kadın önceliğimiz. Kadına karşı şiddet olaylarında, Emniyet Genel Müdürlüğü olarak da süreci hızlı çalıştırıp eğitim ile destekleyerek, kadına karşı şiddet olaylarının önlenmesi ve yürütülen soruşturmalarda daha titiz hareket ederek, personele yönelik yapılan farkındalık çalışmalarıyla hizmet etmeye, yaşanan sorunları çözmeye çalışıyoruz. Teşekkür ederim. 60 II. OTURUM KATILIMCILIK Moderatör: Canan GÜLLÜ Türkiye Kadın Federasyonu İstihdama Katılım Güler ÖZDOĞAN, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı / Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Siyasal ve Sosyal Hayata Katılım İlknur ÜSTÜN, Kadın Koalisyonu Katılımcıların yorum ve katkıları 61 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Sunucu: Değerli konuklar şimdi katılımcılık konulu oturumu yönetmek üzere Canan GÜLLÜ ve oturum konuşmacıları Güler ÖZDOĞAN ve İlknur ÜSTÜN’ü mikrofona davet ediyorum. Canan GÜLLÜ Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı: Öğlen yemeğinin arkasından çok rehavete girmeden, hemen konuklarımızla beraber sizlere hem istihdamı hem siyaseti iki arkadaşımla beraber anlatmaya çalışacağız. Buradaki birçok arkadaşımın kuruluşunda yer almış olduğu ya da çalışması olduğu ya da eylemi olduğu Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünden Sevgili Güler ÖZDOĞAN’ı dinleyeceğiz. Kadın istihdamı konusunda Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanlığı da 41 sayfalık bir raporu henüz hazırladı, daha fırından yeni çıktı diyoruz, şimdi ben de bu nedenle sevgili Güler’i can kulağıyla dinleyeceğim. İSTİHDAMA KATILIM Güler ÖZDOĞAN Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü: Herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadın Statüsü Genel Müdürlüğünde uzman olarak görev yapmaktayım. Bugün burada aynı zaman da Daire Başkanlığı görevimle de bulunuyorum. Hepinizin bildiği üzere, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak 1990 yılından bu yana kadının toplumsal hayatta erkeklerle eşit olarak bir arada olması, toplumsal kalkınmada erkekler ve kadınların bir arada, eşit olarak var olması, sürdürülebilir kalkınmayı bir arada yürütmeleri ve kalkınmanın her aşamasında kadın ve erkeğin eşit olarak, her sürecin içinde yer alması yönünde çalışmalar yürütmekteyiz. Kadın istihdamı konusu da yine Genel Müdürlük olarak yürüttüğümüz çalışma alanlarımızdan birini oluşturmaktadır. Değerli katılımcılar, dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın istihdamı, kadınların toplumsal yaşamın her alanında; eğitimde, sağlıkta, karar almada yer alması ve çocukların bu yönde yetiştirilmesi, toplumun tüm kesinlerinin toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışı ile bir etkileşim yaratması yönünde çok önemli bir araçtır. Ülkemizde kadınlar; kırsaldan kente olan göçler, eğitim yetersizliği, mesleki eğitim yetersizliği, işgücü piyasasındaki işlerin kadın işi- erkek işi olarak ayrıştırılması, bir yandan toplumsal algı ve değer yargılar, diğer yandan aile ve iş yaşamının uyumlaştırılmasına yönelik yeterli mekanizmaları üretemiyor olmamız ve aile içerisindeki rol ve sorumluluklar nedeniyle çalışma hayatına yeterli düzeyde katılamıyorlar. 63 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Şimdi, öncelikle verilerle Türkiye’de kadının istihdamdaki durumunu sizlerle paylaşmak istiyorum, genel fotoğrafı göstermek istiyorum. Ardından, Genel Müdürlük olarak yaptığımız çalışmalardan çok özet olarak bahsedeceğim; çünkü hakikaten zamanımız kısa. Yapılan çalışmalar çok; ancak özet olarak sizinle paylaşıp sonrasında soru cevap şeklinde devam ederiz diye planlıyorum sunumumu. TÜİK’in 2013 yılı işgücü verileri bugün yayımlandı. İş yoğunluğu nedeniyle sabah ki oturuma katılamadım; ama bu arada 2013 yılı verilerini de sunumumda sizlerle paylaşma imkanı buldum. İstatistiklerde gördüğünüz gibi, kadınların istihdam oranları erkeklere göre oldukça geride. Erkeklerde % 65,2 iken; kadınlara baktığımızda %27,1 ile daha gerilerde takip etmektedir. Yine sektörel alanda hizmet, tarım ve sanayi sektörü olarak ele aldık. TÜİK verileri inşaat sektörünü ayrıca ele almakta; ama ben sunumunda yer verme gereği bile duymuyorum; çünkü kadınlar yok denilecek kadar az. Sanayi sektöründe de sayı gene oldukça düşük, bu sektörde kadınlar daha çok gıda, hazır giyim gibi iş yükünün fazla olduğu; ancak buna karşılık kayıt dışılığın çok daha fazla olduğu, alanlarda çalışmaktalar. Hizmetler sektörü ise kadınların erkeklerle bir arada daha fazla iş fırsatı bulduğu bir alan olarak gözlenmektedir. Yansıda yer verdiğim bu tablo ise eğitim durumuna göre kadınların işgücüne katılım durumunu göstermektedir. Baktığımızda, kadınların dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, okur- yazarlıktan ziyade, eğitim seviyesi yükseldikçe; yani yükseköğretimden mezuniyet durumu yükseldikçe iş gücüne katılım oranının, aynı oranda ve dolayısıyla istihdama katılma oranının da yükseldiğini görebiliyoruz; ancak, erkekler için bu durum söz konusu değil. Erkeklerde okur- yazar olmayanın da iş gücüne katılma oranının yüksek olduğunu görebiliyoruz, böyle de bir eşitsizlik var . Eğitim durumuna göre baktığımızda, kadınlar yönünden dikkatimi çeken diğer bir husus da lise ve mesleki veya teknik lise mezunlarındaki işsizlik oranının, ilköğretim ve yükseköğretime göre daha yüksek olduğudur. Elbette bu da mesleki eğitim, bir yerde kadının istihdama katılma amacıyla girdiği, tercih ettiği bir eğitim şekli; ancak istihdam yetersizliği nedeniyle işsizlik oranında artış olarak yansımaktadır. Buna göre, kadınların eğitim durumu erkeklere göre nasıl diye baktığımızda, aslında 2002-2003 eğitim-öğretim yılıyla, 2012-2013 yılını karşılaştırdığımız zaman iyi bir gelişme gözüküyor. Veriler bize hemen hemen eşitlendiğini göstermekte. Bu güzel ve sevindirici bir gelişme; ancak kadın açısından değerlendirdiğimiz zaman, az önce söylediğim gibi yükseköğretim seviyesine doğru gittikçe kadınların istihdam oranı artmakta. Dolayısıyla oranın %98, %99 olarak eşitlenmesi aslında memnuniyet verici bir gelişme, ancak eğitim istihdam ilişkisi bakımından değerlendirildiğinde söz konusu eşitliğin devam edemeyeceğine işaret etmektedir. Çünkü kadınların istihdama, iş gücüne katılımı tercih edebilmesi veya girebilmesi için daha üst seviyelerde eğitime ihtiyacı var. 64 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Kayıt dışı çalışma da yine maalesef ülkemizde, kadınlar için önemli bir sorun olarak devam etmektedir. Bu, özellikle tarım kesiminde %98’lik bir oranla, daha yüksek bir kayıtsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülke olarak kadın istihdamının farkındayız, istihdama katılmasının öneminin farkındayız. Bu nedenle politika dokümanlarımızda hedefler belirledik. 10. Kalkınma Planı’nda kadının iş gücüne katılım oranının, 2018 yılına kadar %34.9’a; istihdam oranının %31’e yükseltilmesini hedefledik. Yine Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi taslağında, 2023 yılına kadar %41’e yükseltilmesi planlanmaktadır. 61. Hükümet Programı’nda kadınların istihdama katılımını artıracak önlemlerin alınmasına ilişkin öncelikler yer almaktadır. Özellikle; çocuk bakım evleri, kreş hizmetlerinin teşvik edilmesi, yaygınlaştırılmasına yönelik öncelikler dikkat çekicidir. Diğer bir hedefimiz ise Dünya Ekonomik Forumu kapsamında, Türkiye Cinsiyet Eşitliği Görev Grubunun koymuş olduğu hedef, ekonomik cinsiyet uçurumunu 3 yıl içerisinde %10’a kadar azaltmaktır. Onuncu Kalkınma Planı’na baktığımız zaman kadın istihdamının arttırılması önceliği iki program altında ele alınmıştır. Birincisi; iş gücü piyasasının etkinleştirilmesi programı ki bu programın sorumluluğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına verilmiştir. Bir diğeri ise ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması programı bileşeni altında yer verilmiştir. Her iki bileşende de dikkat çeken konu, kaliteli, hesaplı, kolay erişilebilir bakım hizmetlerinin, özetle kreş ve okul öncesi eğitim imkânlarının sağlanmasına yöneliktir. Bütün bunlara baktığımız zaman, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak şu başlıklar altında çalışmalarımızı yürütüyoruz: İş yaşamının uyumlaştırması, kadın girişimciliği, finansal kaynaklara erişimin kolaylaştırılması, kadınların kalkınmaya etkin katılımının sağlanması ve kadın kooperatifçiliğinin yaygınlaştırılmasıdır. Çalışmalardan çok özetle bahsetmek istiyorum. Az önce de bahsettiğim Türkiye’de Cinsiyet Eşitliği Görev Grubu, İş’te Eşitlik Platformu olarak sonradan değiştirildi, yine bundan önceki Bakanımız Sayın Fatma ŞAHİN’in başkanlığında ve Güler SABANCI, Ferit ŞAHENK’in eş başkanlığında kuruldu. İş’te Eşitlik Platformu nasıl bir çalışma içeriyor diye baktığımızda; burada firmalarla, özel şirketlerle birlikte yürüttüğümüz bir çalışma var. Firmaların, kadın istihdamını artırmaya yönelik taahhütler vermesini bekliyoruz. Bu taahhütler arasında; işe alımlarda cinsiyet ayrımcılığının yapılmaması, yönetici kadınların önünün açılması, eğitim imkânlarının sağlanması, kreş ve bakım hizmetlerinin sağlanması gibi pek çok taahhüt bulunmaktadır. Şu ana kadar bir web sayfası oluşturduk, firmalar buradan üye oluyorlar, şu ana kadar Platforma 62 firma üye oldu. Bunlarla bir arada toplantılar düzenliyoruz. Bugün bir tanesi de Kayseri’de. Yine Kayseri’deki firmaların üye olmalarını ve bu konularda taahhüt vermelerini bekliyoruz. Nitekim pek çoğu da onaylayarak bize gönderdiler. 65 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Nasıl yürütüyoruz çalışmayı diye baktığımızda, kuruluşlarla özel sektörle toplantılar yaparak bu konuda bir duyarlılık oluşturma çalışması olarak nitelendirebiliriz. Diğer yürüttüğümüz bir çalışma, “Türkiye’de Kadınların Ekonomik Fırsatlara Erişiminin Artırılması Projesi”. Dünya Bankası ve İsveç Kalkınma Ajansı işbirliğinde yürüttüğümüz bir çalışma. Burada da üç bileşen mevcut. Birinci bileşende araştırmalar yaptırıyoruz. Esnek çalışma modelleri, kadın istihdamı ve girişimcilik, çocuk bakım hizmetleri başlıkları altında araştırma projelerimiz yürütülmektedir. Bilgilendirme bileşeni altında web portalının oluşturulması, son bileşen olarak da kadın kooperatiflerinin desteklenmesi bileşeni altında çalışmalar yürütüyoruz. Diğer bir çalışmamız, gençlerle birlikte yürüttüğümüz bir çalışma. “Genç Fikirler, Güçlü Kadınlar Projesi”, yine özel sektör, sivil toplum kuruluşları işbirliğinde yürüttüğümüz bir çalışma. Proje kapsamında bugüne kadar gençlerle birlikte, fikir kamplarını Kütahya, Erzurum ve Gaziantep’te gerçekleştirdik. Gençlerin yoğun ilgisini gördük ve ben Proje’de hakikaten büyük keyif alarak yer aldım. Fikir kampları farklı illerde devam edecek. Bugüne kadar pek çok kesimle çalışmalarımızı yürüttük; ancak gençlerle yürüttüğümüz çalışmalarda çok daha büyük katılımcılık ve işbirliği görüyorum. Bunu bizim medya atölyeleri çalışmalarımız da görebiliyoruz. Diğer bir çalışmada da yine, aile ve iş yaşamının uyumlaştırılması kapsamında, özel sektör olarak Borusan ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığıyla işbirliği içerisinde, organize sanayi bölgelerinde kreşlerin yapılması planlanmakta, nitekim iki kreşimizin de temelleri atıldı, inşaatları devam ediyor. Son olarak, bir projemiz “Türkiye’de Kadın İş Gücü Profili Etüt Projesi”. Bu Etüt Proje’de şunu amaçladık, kadın istihdamı konusunda bazı verilere ulaşamıyoruz, aslında TÜİK katılımcıları varsa burada bize diyecekler, her türlü veri var; ancak bazılarını daha ayrıntılı istiyoruz. Mesela, bizim bugüne kadarki konuşmalarımızda, platformlarda hep dile getirdiğimiz konulardan bir tanesi, kadınlar bakım hizmetleri nedeniyle çalışma hayatına katılamıyor, peki ne kadar? Oran ne, elimizde olan nedir veya ev hizmetlerinde hangi oranda çalışıyorlar? Kooperatifleşme konusunda, esnek çalışma, ev eksenli çalışma gibi konularda elimizde veri yok. Bazı politikaları belirlemek adına proje ile anketleri inceleyip, analizini yapıp bir değerlendirme yapacağız. Değerlendirme sonrasında, gerektiğinde ihtiyaç varsa sonraki adım olarak ayrı bir projeyi hayata geçirmeyi planlıyoruz. Diğer bir proje işbirliği içerisinde olduğumuz bir Proje. Bu da yine UNDP, Sabancı Üniversitesi işbirliğinde, Türkiye Belediyeler Birliği ile yürüttüğümüz bir çalışma. Burada, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme uygulamasının yerel yönetimlerde yaygınlaştırılması amaçlanıyor. Bu oldukça önemli bir konu, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunun, ülkemizde artık tüm kurumlara yaygınlaştırılması, özellikle Devlet Planlama Teşkilatının ve Maliye Bakanlığının, yatırımları incelerken, göz önünde bulundurması gereken bir husus olarak değerlendirmekteyiz. Buna ilişkin çalışmalarımızı yürütüyoruz. 66 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Yine sivil toplum kuruluşlarına hibe desteğini, lise öğretmenlerine yönelik toplumsal cinsiyet eğitimlerini oldukça önemli çalışma olarak değerlendiriyorum. İşbirliği oldukça önemli; çünkü kadın-erkek eşitliği konusu sadece Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün, İŞ-KUR’un veya Çalışma Bakanlığının yürüteceği çalışmalar olarak değerlendirilmemeli. Kadın-erkek eşitliği çalışmalarını; tüm kamu kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin, üniversitelerin bir arada yürütmesi gereken işler olarak değerlendiriyorum. Ele alınması gereken ve çalışmalarına yansıtmaları gereken işler olarak değerlendiriyoruz ve bu amaçla da kurumlarla protokoller yaparak işbirliği içerisinde çalışmalar yürütüyoruz. Burada gördüğünüz gibi Çalışma Bakanlığı ile Sanayi Bakanlığı, Tarım Bakanlığıyla projelerimizi yürütüyoruz. Gerçekleştirdiğimiz toplantılarla da, her kesimde bir farkındalık yaratmaya amaçlıyoruz. Diğer taraftan, düzenlediğimiz toplantılarla; başarılı kadın girişimciler rol model olarak gösterilerek, yapılan çalışmalar anlatılarak, kadınlarda ve erkeklerde de farkındalık oluşturulması hedeflenmektedir. Yine, ebeveyn izni ve doğum sonrası esnek çalışma biçimlerinin isteğe bağlı olarak kullanılmasına ilişkin uluslararası örneklerin ve kadın istihdamına etkisi konularını içeren TAIEX Çalıştayı da bizim açımızdan anlamlıydı. Şu anda Bakanlık olarak esnek çalışmayı içeren bir mevzuat düzenlemesi çalışması yürütüyoruz doğuma bağlı bu çalışmayı yürütmeden önce TAIEX Çalıştayı bizim için oldukça değerli ve anlamlı oldu. Buna benzer birçok çalışma devam etmektedir. Diğer bir çalışmamız da yine kadınların el emeklerine, evde ürettikleri, el ürünlerini ekonomik değer kazandırmak amacıyla yaptığımız bir çalışma. Bir sergi düzenledik, 81 ilden katılımcının yer aldığı bir sergi. Ardından Türkiye’nin önde gelen moda tasarımcılarının yer aldığı editörlerin, perakendecilerin yer aldığı bir toplantı düzenledik ve bu ürünleri nasıl değerlendirebiliriz, nasıl bir değer katabiliriz yönünde bir toplantı yaptık. Sonrasında elde ettiğimiz veriler ve bilgiler doğrultusunda bir proje taslağı hazırladık. Şu anda Vodafone ile yaptığımız işbirliği ile Vodafone’un da desteklediği sahibinden.com’ da, bir kadın sayfası açıldı ve kadınlar orada ürünlerini pazarlayabiliyorlar. Bununla birlikte, proje çalışması ayrıca devam ediyor. Son olarak, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı revize edilmektedir. Ulusal Eylem Planı şu açıdan bizim için oldukça önemli, diğer kurumlar da aynı şekilde bize katılıyorlar bu konuda, 6’şar aylık dönemler halinde yapılan çalışmaları denetliyoruz, değerlendiriyoruz ve izliyoruz. Böylece yaptığımız çalışmalardan kurumsal olarak hem bizlerin hem de diğer sivil toplum kuruluşlarının, akademisyenlerin ve kamu kurumlarının haberdar olmaları sağlanıyor ve dolayısıyla hem bir işbirliğinin gelişmesinde hem de mükerrerliklerin önüne geçilmesi noktasında önemli. Bu raporlar bizde saklı kalmıyor elbette, web sayfamızda tüm taraflarla paylaşıyoruz. Son olarak şunu da söylemek istiyorum, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün ve diğer kurumların kadın erkek eşitliğini sağlamak adına çok sayıda çalışmaları var. 67 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başta İŞ-KUR, KOSGEB, dediğim gibi Tarım Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı çok sayıda önemli çalışmalar yürütmekte. Sivil toplum kuruluşlarımızla işbirliği içeresinde, son yıllarda özellikle daha da bir yoğunluk kazanan özel sektörün sosyal sorumluluk projeleri kapsamında önemli çalışmalar yürütüyoruz. Ancak bunlar yeterli gelmiyor, sunumumun başında verdiğim veriler de gösteriyor ki çok daha fazla çaba harcamamız, çok daha fazla yol almamız gerekmektedir. Gelecekte de yine sizlerle, tüm kamu kurum-kuruluşlarıyla, diğer taraflarla işbirliği içerisinde çalışmalar yapmayı hedefliyoruz. Ben sunumumu burada bitiriyorum, eksik kalan tarafları veya sorularınızı daha sonra alabilirim. Teşekkür ediyorum. Canan GÜLLÜ: Sevgili Güler ÖZDOĞAN’a teşekkür ediyoruz. Kadın istihdamı sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının sorunu değil, Çalışma Bakanlığı da bu konuda çalışmaları yürütüyor. Hatırlarsanız yıl biterken de Türkiye’de bir temizlikçi kadın sorunu yaşamıştık. Temizlikçinin sigortalandırılması SGK’da diye ve ondan sonra da insanlar evlerine haftada üç gün aldığı kadınları bir güne indirerek sigortadan kaçma metotlarıyla kadın istihdamının düşmesine neden olmuşlardı. Yaşlı bakım ve kreş sorunu yıllardır hakikaten çözemediğimiz bir sorun. En son Sayın Bakan gitmeden yapılan toplantıda, en azından sayının yüzle sınırlandırılmasıyla, şu ana kadar alamadığımız yolu cebir olarak getirip belli bir sayıda bu işlevi yerine getirmeyenler için kamuda cezai sistem konusunda anlaşmıştık. Böyle bir yasa çıktığı anda kreş açmayan kuruluş için cezai müeyyide gelecek diye söylemiştim. Yine bir mobing yasamız var, kadın istihdamının önündeki engellerden biri. Yasa var; ama hayata, uygulama noktasında bir sıkıntı yaşıyoruz, geçemiyor. İnsanlar kendine güvenip patronların haksız duruma düşürebileceği bir sistemde yaşananları ifade edemiyorlar. Ve evet, en çok üzerinde durduğumuz nokta esnek çalışma noktası. Esnek çalışmada neyi, nerede, nasıl yapacağız? Türkiye’de 2 milyon kamuda çalışan var, kadın erkek; ama özel sektörde esnek çalışmayı hayata geçirdiğimiz zaman neler olacak, diye ben soru işaretlerini size bırakıyorum. Oradan dönelim ve geçtiğimiz yıl TBMM’nin İstihdam Komisyonunda aldığımız bir veri vardı. 600.000 tane kadın sigortalanmıştı; dolayısıyla kadın istihdam sorununu çözmüştük demişlerdi oradaki sayın vekiller, nasıl çözdünüz? Evde hasta bakan kadınları sigortaladık, diye çok kolay bir çözüm bulmuşlardı. Evet, ağzınıza yüreğinize sağlık. Biz şimdi 30 Mart’ta yapılacak bir seçimi konuşuyoruz. Türkiye’de yine nerelerdeyiz, sonucunu bu işe yıllarını vermiş sevgili İlknur ÜSTÜN’den alacağız ve sizi de zevkle dinleyeceğiz. 68 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı KADINLARIN TOPLUMSAL VE SİYASAL KATILIM MESELESİ1 İlknur ÜSTÜN Kadın Koalisyonu: Teşekkür ederim, seni hayal kırıklığına uğratacağım biraz. Aslında seçimlere, belki vaktim kalırsa son beş dakika bir kâbus süreci olarak değineceğim, sayılar, söylemler, programlar üzerinden. Ama esas olarak bana telefonda dediler ki, vazifeniz siyasal katılımla ilgili bir konuşma yapmanız. Ben de şöyle düşündüm, sabahki oturumlar da hakikaten Türkiye fotoğrafını vermek açısından oldukça ufuk açıcıydı. Belki Deniz’in, bu şiddet vakalarının biricikliği meselesinin altını çizerek başlamamda fayda var. Çünkü ben, kadınların siyasal ve toplumsal katılımından ne anladığımızı, aslında eşitlik ve cinsiyet eşitliğini ve özgürlüğünü biraz gündelik hayat ve yaşadığımız yerlere dair politika ve uygulama üzerinden ele alacağım. Burada katılımı, kendi hayatımız üzerine, ortak yaşam alanı üzerine söz söyleme, karar verme yetkisi ve sadece öznelerin değil, aynı zamanda cinsiyet meselelerinin de dahil edilmesi ve bunların siyasal meseleler haline getirilmesi olarak ele alıyorum. Dolayısıyla hayatımız, yaşadığımız yer, ortak yaşam alanı, siyasallaştırma deyince de mutlaka gündelik hayata ve yaşanan yere bakmak lazım; çünkü gündelik hayat yaşadığımız yerlerde kuruluyor, günlük yapıp etmelerimiz de aslında hayatın bütününü kuruyor ve biz buralara baktığımız zaman son derece normalleşmiş, doğallaşmış, gündelik yaşamın içine sızmış birçok dışlama mekanizması ile karşı karşıya kaldığımızı görürüz. Orada şiddet ve ayrımcılığın çok farklı ve çeşitli yüzleriyle karşılaşırız, üstelik de hiçbir şekilde katılımdan, adaletten, eşitlik ve özgürlükten söz edemeyeceğimiz. Nitekim şiddet ve ayrımcılık, yerelde mekânın düzenlenmesinden, şehir planlamasına; belediye meclislerinin oluşturulmasından, yerel kamu ve siyasetçilerinin ilişkilenme biçimine kadar pek çok alana sirayet etmiş dışlama mekanizmalarıyla kurulur; çoğu kez kanıksanmış, normal sayılmış, önemsiz görünen bir takım mekanizmalarla ilelebet sürdürülmeye çalışılır, kimlerin nerede, nasıl yaşadığını görmeyerek, bilmeyerek, yok sayarak, hatta bazen yok etmeye çalışarak. Dolayısıyla bunun nasıl olduğunu görmek, biz kadınlar için, kadınların hayatı açısından, (o Türkiye fotoğrafı içerisinde; kadınlar eğitimde yok, istihdamda yok, siyasette yok; ama şiddet de görüyorlar, öldürülüyorlar) büyük fotoğrafın içerisinde işin nerelerde olduğunu da bize gösterir. Nasıl mı? Hepimizin bildiği bir şey var ki biz kadınlar ve erkekler aynı yerlerde, farklı koşullar içinde yaşıyoruz. Farklı deneyimlerimiz, farklı sorun ve ihtiyaçlarımız var. Dolayısıyla yerel politika ve uygulamaların kadınları ve erkekleri etkileme biçimi de farklı. Dolayısıyla sokağın çöpü, çamuru, karanlığı da; kreşin, sığınmaevinin, pazar yerinin varlığı ya da yokluğu da; aşiretin baskısı da, yoksulluk da, savaş da kadınları ve erkekleri farklı etkiliyor. Örneğin Türkiye’ de; İzmir’de, İstanbul’da, Antalya’da, de1 Bu yazının daha geniş bir versiyonu için bkz. İlknur Üstün, «Yerelden Yerel Seçimlere, Adaletten Barışa, Amargi Feminist Dergi Bahar 2014, Sayı 32. 69 Türkiye İnsan Hakları Kurumu nizi görmemiş, Ankara’da şehir merkezini görmemiş kadınlar var. Soruyorsunuz, para mı var, diyor. Aynı evin içerisinde, aynı hanedeki erkekler denizi de görmüş, şehir merkezini de görmüş. Yoksulluğun düzeyi de yaşanma biçimi de aynı evin içerisinde birbirinden farklılık gösteriyor. Ama sadece kadınlar ve erkekler değil, kadınlar da birbirinden farklıdır, dolayısıyla tek tip kadına yönelik yapılan bir şey bütün kadınları görmeyecektir. Dili, dini, etnik kimliği, cinsel kimliği farklı kadınlar var. Genç, yaşlı, yoksul, engelli, çocuklu, çocuksuz, yalnız yaşayan kadınlar… Dolayısıyla sorunlar ve ihtiyaçlar farklılaştıkça bunlara verilecek yanıtlar, getirilen çözümlerin de farklılaşması gerekir. Ülkeden, memleket topraklarından birkaç örnekle devam edeyim. Denizli’de, meme kanseri üzerine kadınları bilgilendirmek üzere, göç alan bir yerde konferans düzenliyorlar, kadınlar şehrin merkezine gelemez diye bir salon tutuluyor, afişler dağıtılıyor, oraya giden dolmuş arkalarına bildiriler-afişler asılıyor, her taraftan yayın yapılıyor, üniversiteden hoca getiriliyor, salon tıklım tıklım. Hoca şahane bir sunum yapıyor. Konferans bittiğinde öğreniyoruz ki salondaki kadınların çoğu Türkçe bilmiyorlar. Bunun gibi siz şehir merkezlerini gezin biraz, ilçelere gidin, belediyelere, valiliklere, sokaklara, engellilere yasaklı gibidir. Erkeklerin yine bir parça karga tulumba kullanabildikleri kenti, kadınlar hiç kullanamaz. Bu ülkede oy veremeyen engelli kadınlar var, seçim izlemesi yapan grupların raporlarına bakılabilir bunun için. Geçen yıl engelli kadın örgütlenmesi için engelli kadınlar, Türkiye’nin dört bir tarafından bir araya gelmek istediler. Türkiye’de bütçelerine uygun, orta halli, iki-üç odadan fazlası engelliye uygun otel bulamadılar. Üstelik uyumlaştırma çerçevesinde yerel yönetimlerin ve kamunun bütün mekanlarını engellilere uygun hale getirme koşulu var. Bunun belli bir süresi var, yerel yönetimler buna uymamaya, devlet de buna göz yummaya devam ediyor. Transfobi nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanamayan trans kadınların hali çok daha korkunç. Dolayısıyla öyle herkes, halk, bütün insanlar gibi ne olduğu belirsiz şeyin, gerçekten herkes olabilmesi için, içinde kimlerin olduğunu, nasıl yaşadığını, nelerden etkilendiğini bilmek gerekiyor ve bütün politika uygulamalarını da buna göre yapmak gerekiyor. Deniz şehri Samsun’a gidiyorsunuz, uzun soluklu yürüyeceğiniz bir yürüyüş yolu yok, şehir bir otobana çevrilmiş. Her yer kocaman yollar, sadece arabalar, niye, diye soruyorsunuz, herkesin arabası var, diyorlar. Samsun’da biraz çalışıyorsunuz, belediye yoksul kadınların, el emeklerini satması için bir pazar yapmış, gelen kadın yok. Belediye köpürüyor, daha ne istiyorlar, Allah’tan belalarını mı, diye. Kadınlar oraya gidebilmek için üç araç değiştirmek zorundalar ve ne paraları ne de arabaları var; ama belediyenin de bunu görecek gözü yok; dolayısıyla bu örnekleri Türkiye’nin pek çok yeri için yaygınlaştırmak mümkün. 70 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Trabzon’da bakıyorsunuz kentle, deniz arasına yapılan otoban, hayatla sahil arasındaki ilişkiyi tümüyle kesmiş nerdeyse. Balıkçı barınakları var ve onlar erkekleri ağırlamaya devam ediyor; ama kadınlar bu otoban yüzünden artık o sahile kolay kolay gidemiyorlar. Bu bir çevre meselesi olarak çevrecilerin, siyasetin sahnesine taşıdığı bir mesele olmuş; ama bunun kadın sorunu olduğunu kimse görmemiş, ne kamu ne yerel yönetim. Trabzon’da kadınların kullanabildikleri üç ortak kamusal alan var neredeyse ve bir zamanlar çocuğunu, engellisini, yaşlısını alıp sahiline inip, iki çekirdek çitleyip bir dolaşıp nefes alan kadınların, o üç kamusal alandan biri otobanla birlikte ellerinden alınmış ve dolayısıyla hayat alanı daraltılmış. Allah’tan Türkiye’de iyi örnekler de var. Batman hepimizin zihnine kadın intiharlarıyla kazınmış bir yer. Salı günleri otobüsler de sinemalar da bedava kadınlara, gidiyorsunuz hakikaten bir kadın şehri olmuş; hatta kadınlar işlerini, hastanelerini, gezmelerini bir sürü şeyini salıya endekslemiş. Bir duyuma göre bazı parti toplantıları bile kadınlar tarafından salıya alınmış. Bir anekdot anlattılar; bir teyze her salı sabah erkenden örgüsünü alıp otobüse biniyor, en arkaya geçiyor, hem örgüsünü örüyor hem çevreyi seyrediyor. İlk zamanlar belediye şoförü, teyze sen inmeyecek misin, diye sorduğunda; “Niye, bedava değil?” diyor. Dolayısıyla, çok küçük bir uygulamayla, aslında sadece çok çeşitli nedenlerle kenti kullanma hakkı elinden alınmış kadınların hayatında değil, şehrin görüntüsünde ve hayatında da değişim yaratılabiliyor. Ayrıca, pek çok yerde karşılaştığımız kadınlar için yapılan şeylerin de hepsinin öyle kadınlar için, kadınların hayrına; hatta cinsiyet eşitliğine hizmet etmediğini biliyoruz. Memleket geleneksel kadınlık rollerini yeniden üreten beceri kursları çöplüğüne dönmüş durumda ve sadece bu kursların olmasıyla kadınlar ‘hoşça vakit geçirmiş’ olmuyorlar, aslında istihdam hayallerini, umutlarını yitirmeye başlıyorlar. Yine bunun tam tersini yapmak mümkün ve bu ülkede onun örnekleri de var. Bağlar Belediyesi 120 kadına ehliyet kursu açtı, sonunda Belediyenin belediye otobüslerine de şoför olarak aldı. İlk zamanlar erkeklerin ciddi bir direnci ile karşılaşılmış, neredeyse Belediye Başkanını her gün taciz ediyorlarmış, “Başkanım kadınlar arabaları mahvetti, hepsi çöpe çıktı, hurdaya çıktı” diye. Ufak tefek kazaları o kadar abartmışlar ki erkekler, işleri ellerinden alınacak kadınlar tarafından diye; fakat şimdi Diyarbakır sokaklarında kadınlar belediye otobüsü sürüyor. Bazı belediyeler de belediyedeki kadın yöneticilerin örgütlenmesi ve birlikte çalışması sonucu şöyle bir uygulama gerçekleştirmiş. Sekreter diye ilk akla gelen kadınlardır. Şimdi yerel yöneticilerin sekreterlerini erkeklerden yapmışlar, bazı müdürlüklere de kadınları getirmişler. Bu hakikaten model oluşturmaya ve yaygınlaşmaya da başlamış. Tabii bir de kadınları dahil etmeden yapılan çalışmaların bedelini, nasıl kadınların hayatı ile ödediğini görüyoruz. Yıllar önce Antalya’da kadın örgütlerinin ciddi mücadelesi sonucu bir sığınmaevinin açılmasına ikna edilmiş bu da sevinçle karşılanmıştı. Fakat ertesi gün yöneticilerin tabela asarak ve davul- zurna ile açılış yaptığını görünce 71 Türkiye İnsan Hakları Kurumu kadınlar, yeri taşımak için de bir o kadar mücadele etmişlerdi. Dolayısıyla sadece yapmak değil, neyi nasıl yapacağını ve kimlerle yapacağını bilmek de son derece önemli. Örnekleri çoğaltmak mümkün; Batman’da dolmuşa binince arkadan bir ses geliyor, “sığınma evinde inecek var.” Diyorsunuz ki, nasıl yani? Sığınmaevi güvenli olsun diye valilikle emniyet arasına alınmış! Hiçbir güvenliği yok. Hangi telefon, hangi şeyde hızır gibi yetişecek? Güvenliğin böyle sağlanabileceğini düşünen bir yaklaşımla hareket ediliyor. Tabii sorun ve ihtiyaçlar da zaman içinde değişiyor. On yıl, beş yıl önce hatta bir ay önceki ihtiyaçlar şimdikiyle aynı olmayabiliyor ya da sorunlar. Türkiye’nin iyi uygulamalarından biri de bazı bölgelerde, özellikle yoksul bölgelerde tandır evleri ve çamaşırhanelerin açılmasıydı. Bunlar sadece temizlik, kadınlara hizmet meselesi değildi, aynı zamanda o çamaşırhanelerde çocuk oyun odasının olması ve orada çocuklara süt, bisküvi verilmesi, kadınların orada bir araya gelmesi, sosyalleşmeleri, televizyon izlemeleri, başka bir hayat alanının da işaretlerini veriyordu. Ama şimdi o kadınlar başka şeyler istiyor artık. Çok amaçlı kadın merkezleri istiyorlar ve bazı belediyeler bunun çalışmalarına başlamış ve harekete geçmişler. Tabii ezberler de kadınların sadece hayatına dokunmamakla kalmıyor, bazen hayatı zindan edebiliyor. Karadeniz’e gidiyorsunuz, bilmiş bilmiş, sokakların karanlığı ve kadınların güvenlik probleminden söz ediyorsunuz, size müstehzi müstehzi gülümsüyorlar ve karşılığında beli silahlı gün ışımadan bağa bahçeye inen kadınlardan söz ediyorlar; ama hemen ardından Sarp Sınır Kapısı kapanınca yükselen, açılınca düşen ensesti anlatıyorlar. Bu insanın kanını donduruyor. Ezberlerle gitmenin, oraya özgü biricikliği görmemenin, kimleri, hangi hayatları ve sorunları gözden çıkardığımızı gösteriyor. Bu ezberler aslında hayatın birçok alanında ve Türkiye’nin pek çok yerinde karşılaştığımız şeyler, göçün yarattığı yoksullukla mücadelede olduğu gibi. Kadınların bu yoksulluktan ‘kurtarılması’ çoğunlukla hızla beceri kursları ve istihdam projeleriyle halledilmeye çalışılıyor. Göçün getirdiği yoksullaşmanın çok önemli nedenlerinden biri sosyal dışlama göz ardı ediliyor ve bu projeler sosyal içermeden yoksun olduğu için yoksullukla falan mücadele edilemiyor. Bir başka yaygın uygulama da özellikle düzensiz kentleşmenin, kentin çeperlerine yerleştirdiği kadınlara yönelik olup aslında kadınların kendi hayatlarıyla hiç ilişkisini kuramadıkları bir takım “aydınlatma” projeleri. Gidelim ve kadınlara eğitim verelim, hem de şu konularda verelim. Kadın bunu ne kadar talep ediyor, kendi ne istiyor? Bunları hiç bilmeden, neden kadın gelemez de biz gideriz sorgulaması yapmadan… Böylece ulaşım sorununun da kadının kenti kullanma hakkının da üstünden atlayarak yürütülen… İzmir’de Belediye etkinlik yapmış, bir sürü otobüs yollamış kadınlar gelsin diye, üç beş kadın gelmiş. Nasıl köpürüyorlar otobüs bile yolladık gelmediler, diye. Bunlardan 72 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı hiçbir şey olmaz, diyor. İyi de, bakmakla yükümlü oldukları çocuklar, hastalar, yaşlıları bırakabilecek hiçbir yerleri yok, kaç kreş açtın? Kaç etüt merkezi? Hangi hasta bakım merkezi, yaşlı evi var? Dolayısıyla Belediye, kadınlar onlara gelmedi diye; kadınlar da bizi dört metre karelik yerlere mahkum ettiniz, diye öfkeli. İşte yaşadığımız yerlere bakmak; bu biriciklikleri, her yere özel, özgü noktaları, o büyük kategorilerin dışında kalanları görmeyi sağlıyor. Hem dışında kalan bireyleri hem dışında kalan sorunları görmemizi sağlıyor; ama görmek yetmiyor. Bir meseleye çok farklı boyutlardan ve çok farklı perspektiflerden de bakmak gerekiyor. Ben sadece algılarım, zihnimin, donanımımın, deneyimimin yettiği kadarını görebilirim; ama onun, öbürünün, diğerinin gördükleriyle birleştiği zaman ancak var olanların hepsini görebiliriz. Yani meselenin sahiplerinin sürece dahil olmasıyla, edilmesiyle bütün, çok boyutlu ve farklı perspektiflerden bakmak dediğimiz şey mümkün hale gelir. Yani katılımla… Tüm politika oluşturma süreçlerinde; politikanın oluşturulmasından, karara, uygulama aşamasına kadar bütün aşamalarında, hem karar verme hem söz söyleme gücüyle eşit bireyler olarak var olabildiğimiz zaman ancak katılmış ve birlikte bir yaşamı örgütlemiş ve sürdürmüş oluruz. Türkiye’de bunun mekanizmalarını kurma çabasında olan iyi örnekler var. Bu iyi örnekler, büyük ölçüde kadın örgütlerinin yerelde verdikleri mücadelelerin ürünü. Mesela Nilüfer Belediyesinin, kadın örgütleriyle ve feministlerle yaptığı işbirliği mahalle komitelerinin yaygınlaşmasına yol açmış, her mahallede komite, komitede kadın kotası var ve mahallenin ne sorunu varsa belediyeye doğrudan müdahale hakkı var. Batman’da sokak temsilcilikleri kurulmuş kadınların çabasıyla. Şikefta Köyü diye, Batman’ın dışında bir köy var ve orda köylü kadınlarla yapılan çalışma sonucu, şimdi, kendilerinin belirlediği bir kadın, belediye meclisinde onları temsil ediyor. Adana’da yakın zamana kadar, 12 mahallede örgütlenmiş, muhtarı da içine almış kadınların çoğunlukta olduğu komitelerle, Belediyeye baskılar yapılmış ve istenen politikalar doğrultusunda uygulamalara zorlanmış. Bunun pek çok örneği var; kurulan kadın meclisleri, stratejik planlara katılım sağlanması ya da eşitlik birimlerinin oluşturulması… Keşke Azize Hanım burada olsaydı. Türkiye’de şu anda belediyelerde kurulan eşitlik komisyonları, gecekondu komisyonlar; çünkü yasal altyapıları yok, dolayısıyla isteyen istediği biçimde kullanabilir ya da kaldırabilir. Burada verdiğim bazı örnekler hakikaten umut veren, yapılabilirliği gösteren, iyi örnekler. Ancak adaleti tesis etmede, eşitliği, özgürlüğü sağlamada ne yazık ki sınırlı ve bütünlüklü olmayan ve politik olarak içselleştirilmemiş uygulamalar. Dolayısıyla yaygın ve egemen olan katılım anlayışı daha çok “ne zaman otobüs isteseler verdik, yer istediler gösterdik,” şeklinde. Yani, bir tür talep eden- edilen ilişkisini katılım olarak anlıyor kamu ve yerel yönetim ve bu hiyerarşi üzerinden kuruyor ilişkiyi. Ya da görüş almak, efendim yapılanları anlatmak için toplantılar düzenlemek, ”sivil toplum örgütleriyle birlikte fotoğraf vermek” katmak oluyor. Katılımı bundan ibaret görmek, “sizin için aslında 73 Türkiye İnsan Hakları Kurumu en iyisini, en doğrusunu biz biliriz” demek… Elbette kimseye güvenin olmadığı, gücü elinde tutanın başkasını yönettiği bir siyaset yapma pratiğinin sonucu bu. “Sizin için en doğru ve en iyiyi biz biliriz” anlayışının en somut uygulamalarını kentsel dönüşüm projelerinde görüyoruz. Van’da deprem sonucu ailelerin yerleştirildiği toplu konutlar, kadınların dişleriyle tırnaklarıyla kendilerine açtıkları hayat alanlarından koparılıp şehrin de, hayatın da dışına atılmalarına yol açmış. Ne gelebiliyorlar, ne gidebiliyorlar, üstelik çoluk çocuğunu bırakacak daha önce kurduğu dayanışma ağlarından, tümüyle mahrum kalmışlar. Katılım açısından biraz daha kötü niyetli unsurlara, uygulamalara bakarsak o da kamunun ya da yerel yönetimin; yani yerelin idarecilerinin, sakıncalı- sakıncasız örgüt, aktivist ayrımı yapması; tebaa olacaksa çok da muhalefet etmeyecekse, kafasını da sallayacaksa, olur. Onun dışındaki her yaklaşımı tehdit olarak görme, bir şekilde hedef gösterme katılımı zaten otomatik olarak ortadan kaldırıyor ve ayrımcılığı meşrulaştırmaya götürüyor. Genellikle uygulamalar cinsiyet eşitliğinin bir alt başlık altında alınması biçiminde. Bu hem merkezi siyasette hem yerel siyasette çok karşılaşılan bir şey. Bir sürü konu alınır, bir de cinsiyet eşitliği ya da kadın meselesi. Onun da sorumluları zaten vazifeli personel olarak görülen kadınlar olarak alınır. Şimdi böyle bir katılım anlayışı, temelinde nasıl bir siyaset anlayışının yattığını gösterir. Siyaset ne yazık ki gücü ele geçirip başkalarını yönetme biçiminde algılanıp yapıldığı sürece, katılımdan da anlaşılan iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesi şeklinde olacak; dolayısıyla gücün sahipleri hayatların da kentlerin de sahipleri olacak. Böyle bir sahiplik ilişkisi, muhataplık ilişkisi kurmayı engeller. Muhatap olmadığınız, olamadığınız, eşit ilişki kurmadığınız hiçbir yerde katılımdan söz edemeyiz. En genel merkezi politikalardan, yerel idareye; siyasi partilere, çok çeşitli örgütsel yapılara kadar… Mekanizmalarını kurmayan, içindeki farklılıklarını görmeyen, kaynaklarını, bütçesini buna göre dağıtmayan, kadrolarını buna göre oluşturmayan, bütün politika ve uygulamalarını cinsiyet eşitliği açısından ele almayan, düzenlemeyen hiçbir siyasi yapılanma, yaklaşım adalet, eşitlik ve özgürlük iddiası taşıyamaz ve asla getiremez. Teşekkür ederim. Canan GÜLLÜ: Her iki konuğumuza da sürelerine gösterdikleri saygı için çok teşekkür ediyorum; ama ciddi anlamda da donanımımızı elde ettik diyoruz. Yerelde TOKİ’nin yaptığı evleri görünce, biraz önce sayıldı, kadınların kemik erimelerini düşünmeden, çocuklarıyla ya da poşetleriyle otobüslerden nasıl ineceklerini düşünmeden, bir noktada hareket eden yerel yönetimler var. Biz süremizde şu an soru ve cevap bölümüne geldik, sizlerin bu konuya katkıları ya da soru olarak yönetebilecekleri… Gene önceden bir bakalım kimler var, geri kalan arkadaşlarımızı zorda koymamak adına, bir sonraki tur için süreyi işlemiş olalım. 74 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı KATILIMCILARIN YORUM VE KATKILARI Nezahat ALTUNTAŞ: Madem kimse konuşmayacak bir şey söyleyeyim. Geçen oturumda ben yine konuşmuştum; ama böyle bir şeyi almış olayım. Ekonomik hayatta kadın, kadın emeği konusunda birkaç şey söylemek istiyorum. Öncelikle, kadın emeğinin, ev içindeki kadın emeğinin görünür olmaması ya da emeğinin maddi anlamda karşılık bulmaması noktasında sıkıntı var. Yani kadının evde çocuklarına bakması, yaşlılara bakması, küçük meta üretimi, turşusunu, salçasını yapması vesaire, bunlar aslında ekonomiye önemli katkı; ama hiçbir değeri yok, hiçbir karşılığı yok. Bu anlamda bir önemli sıkıntı var. Diğer nokta, kadının çalışma hayatına, evet, bir şekilde girmesi durumunda da başka sorunlar var. Burada önemli sorunların başında da, onun kadın olmaktan kaynaklı bir takım, hani özel yaşanmışlıkları, pratiklerinin kendi başına bela olması. Bunu aslında bütün kadınlar yaşıyor. Ben kendi hayatımdan örnek vereyim; asistanlığa ilk başvurduğumda, ilk sınava girdiğimde, Ankara’da iyi bir üniversitede ve yurt dışında akademik kariyerini yapmış, Türkiye’ye dönmüş profesör bir erkek hocamızın söylediği şey; “Bu kızları almayalım, bunlar şimdi ilerde evlenirler, çoluk çocuğa karışırlar işlerimiz aksar, kızları almayalım” şeklindeydi. Yani kadınların ekonomik hayata katılmasında ciddi problemler var. Geçenlerde bir yakınımdan bir anekdot anlatayım. Adliyede çalışan kadınlar ve erkeklerle beraber bir toplantı yapıyorlar ve toplantının konusu, eğer kadınlar çocuk doğuracaksa bunu sıraya koysunlar; çünkü arka arkaya ya da aynı anda böyle durumlar olursa ne olur, bütün işlerde biz sıkıntı yaşıyoruz, şeklinde. Yani bu anlamda bir sıralama ve plan program yapma yönünde bir talebin kadınlara iletildiğini duydum. Mesela; yani pratikte ciddi bir problemler var. Kadınlar hiçbir ayrımcılıkla karşılaşmıyor; yani kıran kırana erkekler ile rekabet halindeler. Böyle bir durum var; ama eve döndüklerinde, evdeki ev işleri konusunda erkeklerden her hangi bir yardım yok. Algı konusunda bir geleneksel yapıdan gelen fark yok; yani kadınlar iki vardiya çalışmak zorunda. Hem dışarda erkeklerle kıran kırana çalışmak zorunda, hem de eve geldiklerinde klasik hepimizin bildiği; işte erkek gider kumandayı alır uzanır kanepeye, kadın mutfağa koşar, çocuğa koşar vesaire, yemeği pişirir. Bütün bu etkinlikler büyük ölçüde kadının iki vardiya halinde çalışması ve yıpranması, sıkıntılar yaşaması noktasında önemli, bunu ifade etmek isterim. Bir de şu noktayı özellikle belirtmek istiyorum; hani son zamanlarda kadınların çalışması noktasında, evet, bir takım düzenlemelerle işi kolaylaştırılmaya çalışılıyor; yani hani doğum izni konusunda mesela, 3 yıla çıkarılması veya ücretsiz izin konusunda vesaire. Bu güzel bir şey aslında; ama ben bilmiyorum, benim kafamda bir soru işareti var; yani şu anlamda bir soru işareti var: Sanayileşme, modernleşme sürecinde emeğe, ciddi anlamda emeğe ihtiyaç duyuldu. O yüzden kadının çalışması gerektiği söylendi. Evet, kadınlar çalışma hakkı, eşit ücret konusunda önemli mücadeleler verdiler; ama 75 Türkiye İnsan Hakları Kurumu şimdi postmodern çağdayız ve bu tartışmalar devam ediyor, teknoloji gelişti, bilgi çağındayız, siber çağındayız. Artık emeğe ihtiyaç yok fiziksel anlamda, o yüzden hani emek konusunda ne olması lazım, biraz geriye çekilme olması lazım. Acaba bu geriye çekilme noktasında, kadına işte bir takım, bu anlamda haklar verilerek geriye çekme noktasında kadınları iş alanından çekiyor muyuz? Hani düzenlemeleri yapıyoruz güzel ama; bu noktaya da ben bir ünlem koymak istiyorum ya da soru işareti olarak aklımızda kalması gerektiğini düşüyorum. Teşekkür ediyorum. Canan GÜLLÜ: Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu olarak esnek çalışmaya soru işareti koyuyoruz; ama sizlere söz hakkı vermeden evvel ben bir soruyu hemen yanımdaki İlknur Hanım’a sorabilir miyim, aslında çok önemsediğim, o da vakti çok daha net kullandığı için? Nedir bu seçimlerle ilgili kadın profili, ne çıktı bize o listelerden? İlknur ÜSTÜN: Seçim sürecine baktığımızda tabii temsil açısından da katılım açısından da ciddi sorunlar var. Aday listelerinde şu anda belediye başkanlıklarında Türkiye genelinde gösterilen toplam kadın aday oranı %6. Bu oranlar partilere göre; AKP’de %1.29, MHP’de %2.58, CHP’de % 4.32, BDP’de %13.83. Eş başkanlıklarla %55.35, HDP %21.55 eş başkanlıklarla %72.84. Diğerlerinin zaten büyük bir kısmında hiç kadın aday yok; BBP, İP, LDP, ÖDP, TKP’de var, bunların oranları da hiçbir şekilde %22’nin üstüne çıkmıyor. Bu adayların çok büyük bir kısmının, partinin hiçbir şekilde seçimi alamayacağı yerlerde gösterildiklerini hesaba katarsak %1’i, 2’yi geçmiyor. Kadın Koalisyonu’nun yaptığı seçim izleme çalışmasında kadınların nerelerde aday gösterildiklerine dair bir liste de var. Mesela CHP neredeyse hep Urfa’da kadın aday gösteriyor ve Urfa’da CHP hiçbir zaman belediye başkanlığını alamadı. Bunun gibi, birçok partiye baktığınız zaman asla alamadıkları yerlerde aday gösterdikleri kadınların oranının bir hayli yüksek olduğunu görüyoruz. Meclis üyeliklerinde ise daha şu saat oldu hiçbir partiden tüm listeyi alamadık, bir de böyle bir şey var. Bilgi edinme hakkı falan diye bir şey de yok. Aslında her geçen gün, bugün belki mesele edebilirdik, belki sonraki oturumda. Türkiye İnsan Hakları Kurumu bir şeye bakacaksa Türkiye’de bilgi edinme hakkı şu anda tümüyle ihlal edilmekte, özellikle yerellerde bizzat yaşıyoruz. Eskiden bir şekilde jandarmadan, emniyetten ya da kamudan bilgiyi alıyordunuz, şimdi yanıt veriyor size; ama yanıt değil ve bir şekilde size özel hayatın mahremiyeti vesaire gibi gerekçeler ileri sürüyor. Hiçbir şekilde size veri sunmuyorlar. Siyasi partilerden de kolay kolay bilgi alamıyorsunuz; bazıları paylaşıyor, bazıları paylaşmıyor. İlk zamanlarda bilgiyi bizden saklıyorlar sanıyorduk, sonra öğrendik ki aslında kendileri de bilmiyordu. Tabii partilerde daha çok cinsiyetlendirilmiş veriden söz ediyorum. 76 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Bu seçimlerin bir karakteri de, adaylıkların uzun süre açıklanmaması oldu. Son dakikaya kadar birçok yerde aday açıklanmadı. Kadın Koalisyonu bu seçimi bazı kriterlere göre izledi; adaylarına bakarak, programına bakarak, katılımla ilgili sözüne, hareket etme, davranış biçimine, tutumlarına bakarak… Kadınlarla ilgili bu seçimlerde söz bile yok. Ama buna karşın İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Türkiye’nin her yerinde kadınlar, mahalle mahalle, ilçe ilçe, taleplerini oluşturuyorlar ve bu talepleri adaylara dayatıyorlar, bunun peşinde koşuyorlar. Partilerin tavrıyla tam tersi bir durum. Yerel seçimden çok genel seçim gibi gidiyor ve erkeklerin kent savaşlarına dönmüş durumda, bu da hakikaten moral bozucu. Bu seçimler çok ümit vadetmiyor. Serap GÜRE: Teşekkür ediyorum, aslında çok fazla söyleyecek bir şey bırakmadınız; yani ben senin soruna şöyle bir şey söyleyeceğim, esnekleşme ile ilgili cevap bekliyorsun, biz artık esnekleşme demiyoruz. Eğretileşme diyoruz, eğreti çalışma biçimleri diyoruz. Kadınlar için artık Türkiye’de yasalaştırılmaya çalışılan şey eğreti çalışma biçimi, bu ciddi sorunlar içeriyor. Avrupa’da artık uzun zamandır bu çalışma biçimleri uygulanıyordu ve yasalarla da desteklenerek uygulanıyordu ve bunun sonuçları kadınlar aleyhine olduğu için, ciddi bir biçimde kadınların çalışma hayatına katılımında ayrımcılığı pekiştirdiği için artık bundan geri dönmeye başladılar. Ama bizim kadınla ilgili bakanlığımız esnek çalışmayı kadınların doğum yapmasıyla bağlantılı olarak önümüze koyuyor. Bu çok tehlikeli bir şey, biz bunu aslında oturduk konuştuk, 2 yıldır sürekli anlatıyoruz, Bakanlığa, sürekli gidiyoruz; ama kesinlikle bundan vazgeçmiyorlar; çünkü nedense işverenleri, sermayeyi üzmek istemiyorlar. Burada en büyük sorun, ya işverenler yatırım yapmazsa ne olacak halimiz. Yani gerçekten çok sorun olmaz, kadınlar ücretsiz çalışıyor; çünkü kayıt dışı çalıyor, çok yoksulluk düzeyinde çalışıyorlar ve emeklerinin karşılığını hiçbir şekilde alamıyorlar. İster evdeki emek olsun, ister dışardaki emek olsun, ister bahçesinde, bağında olsun ya da en üste yerleşmiş tarım alanlarında olsun ya da ağırlıklı olarak büyük metropollerde, yurt dışından gelen, evdeki göçle gelen. Yani şimdi Suriyeliler diyoruz; ama o kadar fazla yabancı kadın var ki evlerde çalışan, kimlikleri yok arkadaşlar, kimliksiz çalıyorlar. Bu kadınlar her an kapı dışarı konulacaklar diye evden dışarı çıkmıyorlar, 24 saat çalışıyorlar. Bir hastaya bakmak, bir yaşlıya bakmak o kadar da kolay bir şey değildir. 50 kilo, 60 kilo, 70 kilo, 80 kilo bir insanı sürekli kaldıracaksın, oturtacaksın, yan döndüreceksin, bilmem ne yapacaksın ve karşılığında sadece boğaz tokluğuna çalışacaksın. Bu şekilde çalışıyorlar ve bunların hiçbir şekilde, güya yasalaştı; ama mümkün değil bu yasayı uygulatabilmeleri. Biz, kendi Türkiyeli vatandaş kadınların sorunlarının yanı sıra bir de vatandaş olmayan; ama Türkiye’den Almanya’ya, Avrupa’ya giden işçiler vardı. Türkiyeli işçiler kadın, 77 Türkiye İnsan Hakları Kurumu erkek hepsi giderlerdi. Büyük bir kısmı da orada bir süre sonra yasal çalışma hakları bağlamında çalışmaya devam ettiler. Elbette orada da bir dönem kayıt dışı çalıştılar; hatta kimliksiz de çalıştılar; ama vatandaş olma hakkı bile elde ettiler. Türkiye nedense ısrarla bunu göremiyor bu konularda, tam bir duymayan, görmeyen vaziyetinde. Yani bizim durumumuz da felaket kesinlikle, hele hele ben 50 yaşımı geçtim artık derdim yok; ama gençlere baktığımda hayatlarının hiçbir alanında güvenceleri yok, ne eğitimde güvenceleri var, istedikleri gibi eğitim görebiliyorlar ne çalışma hayatında böyle bir güvenceleri var. Tamamen insan hakları kadınların da erkeklerin de, ayaklar altına alınmış durumda. Gençlere baktığımızda gerçekten içler acısı durumdalar, bu kurumun yapması gereken çok şey var her alanda, çok şey var. Eğer gerçekten, biz varız, diye girdilerse, ellerini taşın altına koydularsa, biraz daha meselelere iktidar gözüyle değil de, vatandaşın ihtiyaçları doğrultusunda bakmalarını ve bu bağlamda sonuçlar elde etmelerini ümit etmek istiyorum. Bir başka şeye de değinmek istiyorum. Biliyorsunuz her ne kadar çözüm sürecine girildiği söylense de bu ülkede yaşanmış bir savaş söz konusu. Bu savaşın sonucunda da kaybedilmiş yaşamlar, kaybedilmiş her şey var ve şu anda yaşayan bir sürü genç insan gene savaştan dolayı büyük bir öfke içinde terörize edilmiş durumdalar ve tutunacakları hiçbir şeyleri yok. Öncelikle bu meseleye el atılması gerekir diye düşünüyorum, bu Kurumun, Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşların insan hakları bağlamında, kadının insan hakları bağlamında, savaş mağduru olduklarında gözardı etmemeleri gerekiyor. İster batıda, ister doğuda, güneyde ve kuzeyde olsun hiç fark etmez. İster Kürt olsun ister Türk veya bir başka etnik gruptan olsun. Gerçekten hepimiz sonuna kadar bundan etkilendik, bu konuyla ilgili de masada oturup uzlaşabileceğimiz, yaptıklarımızı açık açık ortaya koyabileceğimiz ortamların; ama samimi bir şekilde yaratılması gerekiyor. Herhalde bu kurumun bunu da düşünmesi gerektiğini düşünüyorum, söylemeden geçmeyeceğim. Canan GÜLLÜ: Sevgili Serap sonraki oturumda sanıyorum bunu da geniş çapta tartışabiliriz. Son söz; çünkü vaktimizi aşıyoruz var mı? Deniz’in de varmış. Seda YILMAZ İNAL AÇEV Ankara Temsilcisi: Teşekkür ederim. Öncelikle son zamanlarda katıldığım en katılımcı toplantı; çünkü neredeyse panelistler kadar bizler de, dinleyiciler de söz alıyoruz. Bu anlamda aslında çok da keyifli. Ben her iki paneliste de konuşmacıya da çok teşekkür etmek istiyorum. Öncelikle KSGM sözcüsü işte bugün yayımlanmış, 2003-2013 verilerini hemen bize yansıttı, bunun için ayrıca teşekkür ediyorum. İlknur iyi ki de hastaymışsın bir de hasta olmasan ne olurmuş, şiir gibi bir sunum dinledim, gerçekten çok teşekkür ediyorum. 78 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Söylemek istediğim iki şey var; bir tanesi bu Onuncu Kalkınma Planlarında kadının iş gücüne katılım oranı %34.9, istenen oran şu andaki verilere göre, 2013 verilerinde %27.1; yani oldukça fazla bir açık var. Bizim KAGİDER ve AÇEV olarak geliştirdiğimiz bir model vardı, çocuk kreş desteği ile ilgili ve üzerinde de bir hayli kafa yorulmuş çalışmalar yapılan bir modeldi ve bunu da hem Bakanlığa sunduk, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına hem de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına. Üstünde çalışmalar hala devam ediyor; ama aslında çok önemli bir şey. Bugünkü konuşmalara da baktığımızda, kadınların çalışma hayatına katılımının en önemli engeli olarak çocuk faktörü söz konusu. Dolayısıyla bu yönde gerçekten, mutlaka ciddi adımlar atılması ve sistemde bu kreş desteğinin ya da çocukların rahatlıkla bırakılabileceği alanların olduğu hizmetlerin var olması gerekiyor. Bizim yaptığımız çalışmanın, en az dört- beş birim oranında kadın istihdam oranının artışını destekleyen bir model olduğunu da yaptığımız çalışmalar vurgulamıştır. İkinci olarak, bu oturumdan önceki oturum çok uzadığı için özellikle de sözü almak istemedim; ama kadının insan hakları ve bütünlüğüne de baktığımızda, sabah altı yaşında bir oğlum var, yuvaya götürüyorken, arabanın arkasında oturuyorken şöyle bir şey söyledi, anne, dedi, iyi ki erkek olmuşum. Niye yavrum, dedim; bu arada ben, yani 20 yıldır kadınlarla ilgili, toplumsal cinsiyetle ilgili çalışma yapan biriyim, eşim de yine aynı şekilde, uzun yıllardır bu çalışmaların içinde olan biri, hayretler içinde döndüm yani, kadınlar, kızlar, çok silikler, dedi. Şimdi iyi de bir yuvaya gidiyor; yani aile içinde yapılan bir takım desteklerin ötesinde, gerçekten bu çalışmaları az önce Meltem de belirtti, 11 yaşında algı kemikleşiyorsa çocuklarda, bu çalışmaları gerçekten okul öncesinde, erken çocukluk eğitiminde sisteme dahil etmemiz gerekiyor ki sonrasında bunları değiştirmek ve dönüştürmek ile uğraşmamak adına. Teşekkür ediyorum. Canan GÜLLÜ: Sağol sevgili Seda. Sen kesinlikle, aslan oğlum, demişsindir de oradan geliyordur. Pardon ekleyecek bir şeyi varmış. Güler ÖZDOĞAN: Öncelikle teşekkür ederim katkılarınızdan ötürü. Evet, Seda Hanım’ın da söylediği gibi hazırlanan o çalışmayı biz beş bakanlık olarak değerlendirdik. Kalkınma Bakanlığının koordinasyonunda başlayan ve halen bizim Bakanlığımızın koordinasyonunda devam eden mevzuatın yeniden düzenlenmesi çalışması var ve o çalışma bir paket çalışmaydı. O çalışmanın içeresinde, KSGM olarak kreşlerin desteklenmesine yönelik olarak AÇEV ve KAGİDER’in bir arada çalıştığı o çalışmayı değerlendirdik; ancak ülkemizde hepinizin bildiği gibi Bakanlığın çalışması, tek başına bu kararı alıyor olması yeterli gelmiyor. Maliye Bakanlığı bütçe kaynaklarının yetersizliği nedeniyle kreş desteğinin verilemeyeceğini belirtti. Ama başka destek önerilerini de paket modelinde 79 Türkiye İnsan Hakları Kurumu yer verdik. Özellikle kreşlerin yaygınlaştırılması için bölgesel destekler kapsamına, kreşlerin de dahil edilmesi önerisini ve doğuma bağlı esnek çalışma önerilerini çalışmaya dahil edildi. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğümüzün, özünde esnek çalışmaya yönelik bir önerisi yok. Onu Çalışma Bakanlığı yürütüyor. Bizim önerimiz şöyle, az öncesinde söylediğiniz gibi vatandaşın taleplerini de dikkate almak gerekir. Kurumumuza binlerce vatandaş mektubu geliyor ve bunların çoğu da kadınlardan gelen taleplerdir. Yeni doğum yaptım, çocuğum beş aylık, dört aylık, bırakıp gitmek istemiyorum; yani hakikaten çok talepler var ve muzdaripler bu konuda. Bizim şöyle bir önerimiz oldu o konuda, biliyorsunuz; şu anda mevcut 16 hafta doğum izni var. 16 haftalık ücretli doğum izninden sonra kadınlar, ücretsiz izin kullanmıyor. Kimi zaman da özel sektörde ücretsiz izni kullandırtmıyorlar bile, böyle sıkıntıları da var aslında. Elbette işverenin yükümlülüğü, aynı zamanda denetim yetersizliği de, bir eksiklik olarak da değerlendirilebilir. Şöyle bir öneride bulunduk orada, dedik ki doğum izninden sonra iki haftalık yarı zamanlı çalışarak tam ücret ve prim ödeme ile iki aylık daha bir sürenin eklenmesi, üç çocuğa kadar da birer ay artırılacak şekilde düzenlenmesi sonraki dönem için de doğuma bağlı yarı zamanlı çalışmaya önerdik, o da şöyle; ebeveyninler çocuk ilköğretime başlayana kadarki süreçte, süreyi kendileri belirleyecek şekilde düzenlenmesini önerdik. Ancak çalışma henüz tamamlanmadı. Canan GÜLLÜ: Başta da söyledik, Federasyon İstihdam Kurulunda doğum izninin 24 haftası tartışılıyordu, nereden çıktı bu 24 hafta dediğimizde, KSGM, dediler. KSGM Genel Müdürü masadaydı. Biz öyle bir şey söylemedik, dediler. Yani taraflarla çalışmadan ortaya atılmış ve basında lansmanı yapılmış. Deniz BAYRAM: İlknur’un kent ve mekan üzerine söyledikleri çok önemli diye düşünüyorum gerçekten. Ben İstanbul’da yaşıyorum ve dev bir şantiyede yaşayan birisi olarak özellikle kent ve mekan algısı üzerine biraz kafa yormaya çalışan biriyim. Mesela adliyelerden örnek vermek istiyorum. Bugün Başbakan, Adalet Bakanı dahil, tüm hükümetin dünyanın en büyük adalet sarayı, Avrupa’nın en büyük adalet sarayı diye bahsettiği İstanbul’daki adliyeler, gerçekten kadınların adalete erişimi önündeki en önemli engellerden bir tanesini oluşturuyor. Çünkü, pek çoğunuz belki görmüşsünüzdür bu adliye binalarını; çok büyük, devasa binalar, bütün İstanbul’daki adliyelerin birleştirildiği binalar bunlar. Hiçbir şekilde ihtiyaçlar gözetilmeden yapılmış, mimarisi çok kötü, iç mimarisi çok kötü, harç yatıracaksınız, 5 kat aşağıya iniyorsunuz, hâkimle görüşeceksiniz 7 kat yukarı çıkıyorsunuz. Kartal Adliyesinde merdivenlerin yapılması unutulmuş, asansörler ve yaygın merdivenleri kullanarak bloklar arası geçiş yapıyorsunuz. Mesela, 80 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı bakın ben avukatım, adliyeye gittiğim zaman üç tane iş için gidiyorsam, o üç işten sadece birini yapabiliyorum. Mümkün değil, binaları bulamıyorsunuz, blokları bulamıyorsunuz, odaları bulamıyorsunuz ve o kadar çok kadın var ki gerçekten İstanbul’da, o kadar çok var ki bezip, geri dönüp, vazgeçiyorlar ve başvurularını yapmadan geri geliyorlar. Çünkü hiç önemli değil, eğitimli kadınlar ya da hayatında tek bir kez resmi işlem bile yapmamış olan kadınlar, hiç fark etmiyor, inanın birçok kadın başvurusunu yapmadan geri gelebiliyor. Aynı şekilde hastaneler, hastaneler de yine aynı şekilde son dönemde, şehir merkezlerinin dışına çıkarılmaya başlandı. Özellikle hastaneler, a basamak hastaneler ve b basamak hastaneler olarak çeşitli sınıflandırmalara tabi tutuluyor. Önceden kürtaj gibi basit bir operasyon b basamak hastanelerde bile, kadınların daha kolay erişebileceği merkezlerde bulunan hastanelerde yapılabilirken, son dönemde doğurganlık hakları ve kürtaj düzenlemeleri üzerinden yapılan değişiklikle kürtajın a basamak hastanelerde yapılmasına karar verildi. A basamak hastanelere baktığımız zaman, yine bunlar şehir merkezlerinin çok dışında kurulan hastaneler. Bu da bugün aslında AİHM nezdinde de verilen pek çok kararda, kadınların doğum kontrol yöntemlerine ulaşma önündeki büyük engellerden biri olarak, bu hastanelerin, bu merkezlerin şehir dışında konuşlandırılması tabir ediliyor. Aynı şekilde, şiddet önleme ve izleme merkezleri de pilot uygulama olarak başladı biliyorsunuz 14 ilde ve ŞÖNİM’lerin bu pilot uygulama ile şehir merkezlerinin dışında, bırakın İstanbul gibi büyük bir şehri, küçük şehirlerde bile kadınların iki araç değiştirerek gitmek zorunda oldukları, eski kullanılmayan kamu binalarının merkeze çevrilerek faaliyete geçirildiğini biliyoruz. TOKİ ve siteler, özellikler TOKİ ile ilgili olarak, bunlar da yine zaten fıtratından dolayı biraz daha şehir merkezlerinin dışında yapılmak zorunda kalan yapılar. Kadınlar gerçekten orada bir nevi izole bir hayat yaşıyorlar. Zaten ev içerisinde şiddet, baskı, kontrol mekanizması altında olan kadınlar, bir de mahalle gibi özel alan, kamusal alan merkezi olan alanlardan artık tamamen soyutlanmış, tamamen tecrit edilmiş. TOKİ’ler gibi, büyük güvenlikli siteler gibi, özel lüks siteler gibi böyle bir kentleşme politikası da oluşturularak tamamen sosyal hayattan, toplumsal hayattan uzaklaştırılıyorlar. Ben sadece bunu örneklemek istedim. Melahat DENİZ: Görünmeyen ve görmezden gelinen ya da neyse sorunlarımızdan biri cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselesi. Eşcinsel, biseksüel ve trans kadınlar da aslında birçok alanda, bütün bu sorunları yaşamalarının yanı sıra cinsel yönelim ve kimliği üzerinden ayrıca çok boyutlu ve katmanlı sorunlar yaşıyorlar, yani eğitimden medyaya, sağlığa vesaire. Sayabileceğimiz bütün sosyal, siyasal, kamusal vesaire bütün alanlarda, çok çeşitli sorunlar yaşanılıyor. Zaten görünür olamamak başlı başına bir sorun, gö81 Türkiye İnsan Hakları Kurumu rünür olunması halinde ayrımcılık ve şiddet görülmesi ve birçok insan hakkı ihlaline uğranılması durumu söz konusu, bu işin bu boyuta da var. Mesela kent yaşamı dedik, bu meselenin eşcinsel, biseksüel ve trans kadınlar için çok daha ayrı boyutları var. Kentsel dönüşüm diyoruz, mesela Eryaman’daki kentsel dönüşüm süreçlerinde translar, çetelerin şiddeti ile bölgeden atıldı, tehdit edildi, öldürüldü vesaire. Birçoğu şehri terk etmek durumunda kaldı. Yani bu, kent ilişkisinde de şehrin temizlenmesi, şehrin kirli görünmek istemeyenleri noktasında bulunuyor ve dolayısıyla günlük yaşamda da görünür olamıyor. Yani sokakta da görünür olamıyor. Çok basiti, sokakta bile bırakın seks işçiliği yaparken yaşadığı bir yığın insan hakkı ihlalini, seks işçilerinin taleplerinin görünür olmaması ve kimliklerinin tanınması meselesini, sokakta yürürken bile Kabahatler Kanunu adı altında, günlük yaşamında ihlallere uğruyorlar ve işte her gün onlarca cezaya çarptırılabiliyorlar. Bunun gibi birçok mesele var. Anayasa’da da tanınmıyor, en son Nefret Yasası geçildi ve LGBT’liler bu Yasa'da söz konusu dahi değil ki bizzat en çok muhatap olduğu halde. Kısaca geçeyim dedim. Canan GÜLLÜ: Çok da iyi oldu, aslında değinilmesi gereken ve sıkıntıların ortada konuşulması gerektiğine inandığım bir konu. Ben açıkçası hepinizin sabrına teşekkür ediyorum ve İnsan Hakları Kurumu Başkanına bu toplantıda bizi bir araya getirdiği için çok teşekkür ediyorum ve bütün ekip arkadaşlarımıza. Umarım bir başka seferki toplantımızda burada konuştuğumuz konuların birçoğunu çözüme ulaştırmayı başarmış olarak geliriz ki bundan sonra bu sonucu bekliyoruz açıkçası. Teşekkür ediyorum. 82 III. OTURUM TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU VE KADIN ÖRGÜTLERİ Moderatör: Avukat Fatma BENLİ Türkiye İnsan Hakları Kurumu Katılımcıların Türkiye İnsan Hakları Kurumu ile ortak çalışma alanlarına ilişkin görüşleri Genel Değerlendirme Serap YAZICI, Türkiye İnsan Hakları Kurumu 83 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Avukat Fatma BENLİ Türkiye İnsan Hakları Kurulu Üyesi: Türkiye İnsan Hakları Kurumu adına, buraya katılarak görüş ve tecrübelerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Burada bulunmanız ve katkılarınız bizim için çok değerli. Başkanımızın sabahleyin bahsettiği gibi Türkiye İnsan Hakları Kurumu henüz çok yeni bir kurum, çalışmalarına yeni başladı, dolayısıyla arzu edilen amacı yerine getirebilmesi ve bize verilen görevi en iyi şekilde ifa edebilmesi, ancak hep beraber çalışarak gerçekleşecek. Çünkü biz niteliği farklı bir kurumuz; Başkanımız da söyledi yargı kurumu değiliz, yargısal kararlar almıyoruz; ama tavsiye kararları alabiliyoruz, suç duyurusunda bulunabiliyoruz ve kamu kuruluşlarına verdiğimiz raporlarla, verdiğimiz yazılarla bir nebze de olsa etki etme imkânına sahibiz. Kamu kuruluşu da değiliz, çünkü atamalarımız, çalışmalarımız tamamen farklı, bağımsızız; ama kanunla kurulduğumuz için kamuya ait güçlerden yararlanma imkânına sahibiz. Bu yönüyle de sivil toplumdan ayrılıyoruz; İşte tam da bu sebeple, bağımsızlık ve beraberce çalışma arzusu ile çok daha iyi bir noktaya gelme imkânına sahip olduğumuz kanaatindeyim. Türkiye İnsan Hakları Kurumunun, insan haklarını geliştirme konusunda çok geniş bir çalışma alanı mevcut, çalışma alanı çok geniş, eğer tematik konular üzerinde yoğunlaşabilirsek, farklı alanlarda, zaten senelerdir o alanda uzmanlığı bulunan, tecrübesini bize aktarabilecek olan kurumlarla beraber çalışabilirsek, onlardan sadece bilgi, tecrübe alma noktasında değil, beraberce çalışma noktasında yardım alabilirsek, ben çok daha iyi noktalara gelebileceğimize inanıyorum. Mesela, son dönemlerde Türkiye İnsan Hakları Kurumu olarak, bizler hem hasta tutuklular hem hapishanelerin koşullarına ilişkin; çok farklı cezaevleri ile ilgili çalışmalarda bulunduk, ama mesela bu günkü çalıştayda Serap’la birkaç dakika konuşmamızda bile, onun verdiği bir örnek en azından benim kafamda daha farklı bir açılım yapmama sebebiyet verdi; bizler kadın tutuklular ile görüşürken, daha çok kadınların çocuklarıyla şahsi ilişki kuramamalarına ilişkin şikayetleri alıyorduk; ama Serap kendi yaptığı çalışmalarda, kadın mahkumların adalete erişim noktasına çok ciddi sıkıntılar olduğunu, bu alanlarda çalışmalar yaptığını, dolayısıyla beraberce çalışabileceğimizi ifade etti. Bu da farklı bir bakış açısıyla daha çok sorun ve çözüm odaklı çalışma imkanı sağlıyor. 85 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Bunlar bizim için önemli örnekler; çünkü amacımız somut adımlar atmak. Bu nedenle sivil toplum kuruluşlarını kendimizden öte görmüyoruz, olabildiğince sivil toplum kuruluşlarıyla beraber çalışıyoruz. Örneğin bir iki hafta önce Metris R tipi Cezaevine gittik, hasta tutuklularla ilgili bir çalışma gerçekleştirdik, sadece Türkiye İnsan Hakları Kurumu üyeleri ve uzmanları olarak değil, bu alanda senelerden beri çalışan, Türk Tabipler Birliği, İnsan Hakları Vakfı gibi dernek üyeleri ile beraber hapishaneyi ziyaret ettik, dolayısıyla yaptığımız çalışma da yine birbirimizden katkı alarak yürüyecek. Bu örnekleri sivil toplum kuruluşları aldıkları başvurularla, tecrübeleriyle, birikimleriyle bizlerle beraber çalışmayı teklif ederlerse, biz bu konuda beraber çalışmaya hazır olduğumuzu ifade etmek üzere veriyorum. Bu bizi insan haklarını koruma amacında çok daha iyi bir noktaya getirebilir. Bu çalıştayın aslında temel nedeni bu. Bu nedenle bir oturumu da sivil toplum kuruluşlarının bizden beklentilerine ayırmış durumdayız, Sözü fazla uzatmadan, benim sizden ricam beraberce nasıl çalışabiliriz, İnsan Hakları Kurumuna sizin nasıl bir katkınız olur, nasıl bir perspektif sağlarsınız ya da hangi alanlarda beraber çalışma noktasında yardımcı olabilirsiniz? Bu konularda görüşlerinizi aktarırsanız daha iyi bir sonuç çıkartabiliriz umudundayım. Önce katılımcılara söz vereceğim akabinde Serap Hanımefendi de genel değerlendirmesiyle oturumu kapatacak. Tekrar teşekkür ediyorum. KATILIMCILARIN YORUM VE KATKILARI Nesrin SEMİZ: Merhabalar, artık günün son oturumu. Gerçekten yorulduk, giderek de azalıyoruz galiba; ama yine de çok güzel bir çalıştaydı. En azından bilgilerimizi tekrar paylaşmak, tekrar duymak ve bizim için yeni değildi; ama Kurumun çalışmalarını planlaması açısından önemli bir çalışmaydı diye düşünüyoruz. Aslında bir temenni ile başlamak istiyorum veyahut da temenni ile bitirmek istiyorum. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki konu kadın olunca, kadınla ilgili Başbakanlık herhangi bir genelgeyi yayımlıyor; fakat o genelgeyi hiçbir kurum sallamıyor, maalesef böyle bir ülkede yaşıyoruz. Yani, Başbakanlık nezdinde yayımlanmış olan bir genelgenin gereğini bile yerine getirmeyen kurumlar mevcut. Böyle bir durumda İnsan Hakları Kurumunun tavsiye kararlarını bu kurumlar ne kadar dikkate alır, nasıl uygularlar orasını bilemiyorum. Sadece dikkate almalarını ümit edebiliyorum açıkası; ama kurumlar şöyle bir, yani görevler içerisinde var mıdır, böyle bir şey yapabilirler mi, bilmiyorum? Ama şöyle bir şey söylemek istiyorum, en azından yani Türkiye’de yasal olarak veyahut da kurumsal olarak veya işte Başbakanlık genelgeleri vesaireler dahil olmak üzere yapılan, çıkarılan onca yasa, onca kanun, onca yönetmeliklerin kurumlar nez86 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı dinde işleyip- işlemediğini, yapılıp-yapılmadığının geri bildirimini, kurumlardan İnsan Hakları Kurumu isteyebilir mi? Biz istediğimiz zaman vermiyorlar ve muhatap bulamıyoruz açıkçası, böyle bir bilgi biriktirme şansı var mıdır bu Kurumun? Böyle bir işlevi olabilir mi? Orasını bilmiyorum, sadece bir temenni olsun diye söylüyorum. Teşekkür ederim, kolay gelsin. Fatma BENLİ: Zamanı iyi kullanmak adına arzu ederseniz ben bunları not alayım akabinde en son cevap vereyim. Böylelikle tam zamanında da çalıştayımızı bitirmiş oluruz. Gül BAYSAL: Türk Anneler Derneği Başkanı olarak söz almak istemedim; ama görüyorum ki çok gençlik kolları gibi güzel evlatlarımız var tam donanımlı, fevkalade. Ayrıca özellikle beyefendileri de sevgi ile selamlamak istiyorum. Politika yapmayacağım, fakat devamlı, hangi toplantıda olursam olayım, yıllardan beri kadınların önüne geçildiği, kadınlara yer verilmediği, kadınların yani eğitimleriyle olsun, donanımlarıyla olsun, layık oldukları yeri alamadıkları söyleniyor ama evvela, biz hanımların kendi kendimizin engeli olduğumuzu bilmemiz lazım. Bunu özellikle belirtmek isterim. Önümüzde bir seçim var, bu seçimin Türkiye Cumhuriyetine hayırlı olmasını diliyorum. Etrafımız yangın, ateş, alev, fevkalade rahatsız bir durum var, bizi içine çekmek isteyen dış güçler var. Hiçbirini Tanrı muvaffak etmesin, onları da feraha erdirsin, ateşleri sönsün, barış olsun diyorum. 60’dan beri bugüne kadar, Türkiye Cumhuriyetim için, vatanım için, bayrağım için en ufak bir kötümser olmadım, öylesine sağlam bir su basmanı var ki Türkiye Cumhuriyetinin, yine o sağlam temellerde ne irticaya teslim olur, ne de Atatürk ilkelerinden en ufak bir tek çakıl ödün vererek yoluna devam edemez. Atatürk ilkeleri, onun yetiştirdiği evlatlarımızla, bu vatan daima ileriye gidecektir. Tek vatan, tek bayrak, tek millet olarak Atatürk’ün izinde hepimizin yolu açık olsun diyorum, sizi sevgiyle kucaklıyorum. Fatma BENLİ: Teşekkür ederim. 87 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Elif LOĞOLU Kadın Hareketi Derneği Başkanı: Sayın Fatma Hanım herhalde değil mi? İsminizi kağıttan okudum; ama ilk başladığınızda ismi göremediğim için biraz da uzak kaldı. Fatma BENLİ: Özür dilerim, kendimi tanıtarak tekrar bir daha başlayayım, Fatma BENLİ Türkiye İnsan Hakları Kurulu Üyesiyim. Elif LOĞOLU: Ben ilk toplantı teklifi geldiğinde, açıkçası merak da ettim, ne olduğunu bilemedim. Daha önce Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı olan bir kurumun, Türkiye İnsan Hakları Kurumu olarak yeniden yapılandığını öğrendim ve öğleden sonra katıldım programa. Amacı anlayamamıştım, sizin açıklamalarınızla bu konu da netlik kazandı, ne yapılması gerektiği de. Biz sivil toplum kuruluşları olarak, ben Kadın Hareketi Derneği Genel Başkanıyım Prof. Dr. Elif LOOĞLU ismim. Kadın hakları, kadınların toplum içerisinde yaşamış oldukları pek çok zorluklar, bunları sahada gören bir sivil toplum kuruluşu. Aynı zamanda Gazi Üniversitesinde öğretim üyesi olarak, Kadın Sorunları Araştırma Merkezi Müdürlüğü yapmış birisi olarak, bu sorunlara fazlasıyla hani bunlara vakıf olan bir insan olarak, sizinle yapacağımız çok şey var, o noktada birçok teklife açık mısınız? Bir değil birden çok teklifle gelebiliriz belki. Ama öncelikle tabii ki belirgin kırmızı çizgilerimiz var herhalde, İnsan Hakları Kurumu olarak, her kim olursa olsun. Aslında ben şimdiye kadar kadının insan haklarını kabul ediyordum; ama kadın ve erkek de bir bireydir. Bireyin insan hakları denilse belki daha mı iyi olur acaba diyorum; çünkü erkeğin insan hakları çalıştayı görmedim ya da erkeklerin insan hakları çalıştayı görmedim bugüne kadar. Bireyleri belki bundan sonra, kadını da erkeği de, bir birey olarak algılamak istiyorum. Bu noktada yapılacak çok şey olduğunu düşünüyorum; eğer sizler de bizimle çalışmaya açıksanız, söylenildiği üzere, öyle olduğu görülüyor. Her teklifinizde, her çağrınızda severek katılacağımızı; ama bize en azından sizin çizgilerinizi gösteren bir aydınlatıcı metinde, kurumun amacı, vizyonu, misyonu nedir, gibi bir metin gönderilirse çok memnun olacağım; çünkü kimle ve neyle çalıştığımı bilmek isterim. Hatta bugün TED Kolejinde öğrencilerle bir söyleşimiz vardı. Aşık Feymani’nin bir dörtlüğü ile yani her kiminle konuşursan konuş, kim olduğunu, ne 88 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı olduğunu sor oğul, diye bir öğütle başlayan bir konuşmaydı. Biz de sizleri daha yakından tanımak isteriz, bizleri de tanımak isterseniz çok memnuniyetle bilgileri size gönderebiliriz. Teşekkür ediyorum. İyi çalışmalar diliyorum. Ferika ÖZER Bilge Kadın Araştırma Merkezi: Türkân Hanım, ben ilk defa katıldım böyle bir toplantıya, bir kadın olarak inanın bütün arkadaşlarımla gurur duydum. Ben sadece size teşekkür etmek için arıyorum BİLKA adına da. Biz de aynı şekilde, Elif Hanım’ın söylediği gibi, bundan sonraki çalışmalarımızda birlikte her ne olursa olsun. Ben de sağlık sektöründe çalışıyorum. Sizinle şevk ve azimle çalışmaya söz veriyorum. Çok teşekkür ediyorum, İnsan Hakları Kurumu Başkanımıza da. İyi günler diliyorum. Gökçe Çiçek AYATA İstanbul Bilgi Üniversitesi/ İnsan Hakları Merkezi: Ben herhalde hukukçu olduğum için, Kanununuzu çalışıp geldim. Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu 2012 yılından itibaren yürürlükte, belki Kurum ile ilgili bilgi edinmek için Kanun’a bakmak faydalı olabilir. Kanun üzerinden aslında benim sizlere yöneltmek istediğim, kurum üyelerine yöneltmek istediğim bir takım sorular var. Evet, bir takım beklentilerimiz var; ama bu Kanunu sizin nasıl algıladığınızla da ilgili aslında, karşılıklı kurabileceğimiz bir işbirliği oluşturmaya çalıştığımız için. Öncelikle şikayet ve başvuru alabiliyor olacaksınız; ama şu an alamıyorsunuz diye biliyorum. Bu prosedür ne aşamada, onunla ilgili bizi bilgilendirebilir misiniz? Çünkü kadınlara yönelik ihlallerle ilgili nasıl başvuru yapabileceğimizi öğrenmek isteriz açıkçası. Bunun dışında öncelikli kurum faaliyet alanlarını ve görev önceliklerini belirlemek gibi bir kurulum görevi var. Bu öncelikleriniz içerisinde kadınlar nasıl bir yer tutuyor? Hangi alanlarda özellikle çalışmak istiyorsunuz? Böyle bir belirleme yapıldı mı? Bunun dışında yıllık raporlar, belli konularda yıllık raporlar hazırlanması görevi söz konusu. Bu yıllık raporların içerisinde kadın, kadına yönelik şiddet, kadına yönelik ayrımcılık olacak mı ve bu raporları bizimle paylaşacak mısınız? Yine, görevlerin arasında hukuk birimi tarafından yapılacak olan insan hakları ihlali tespiti, yapılan yargı kararlarının, idare tarafından gereği gibi uygulanmasını takip etmek var. Örneğin, burada en son biliyorsunuz Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yöntemi ile soyadına ilişkin bir karar verdi; ama idareye gidildiğinde bu karar uygulanmıyor. Örneğin bu kararı takip edecek mi veya ediyor mu? 89 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Bunun dışında, eğitim birimi gene kurum içerisinde söz konusu mu? Bu birim oluşturuldu mu? Kimlerden oluşuyor, burada kadına yönelik şiddetle ilgili kamu kurumlarına yönelik eğitim yapılması düşünülüyor mu? Bu eğitimleri kimler verecek? Bu eğitimlerin müfredatları nasıl oluşturulacak? Sanırım şimdilik yeterli diye düşünüyorum. Bunun dışında belki şunu söyleyebilirim. Merkez olarak, kişisel olarak bilenler vardır; ama 4320 sayılı eski Ailenin Korunmasına Dair Kanunla ilgili bir araştırma yapmıştık daha öncesinde. Adalet Bakanlığı dosyalara ulaşmamızı sağlarken, bu araştırma tarihleri itibariyle sadece Bilgi Üniversitesinin değil, pek çok üniversitenin bu tarzda araştırma ve bilimsel veri toplamasını kısıtladı aslında, kişisel verilere erişim ile ilgili. Uzun süredir, yaklaşık 2009’dan beri, hiçbir şekilde adliyelerde dosyalara ulaşılarak bu tarz araştırmalar yapılamıyor. Bunun sonucunda da çıkan kanunlar veya uygulamadaki problemler görülemez vaziyete geliyor. Buna yönelik, mesela üniversitelere destek olabilirsiniz. Çünkü bu tarz araştırmalar yapmak istiyoruz ve buna da ihtiyaç var aslında; ama önümüze devamlı engel çıkartılıyor bu anlamda. Belki bu konuda yol açıcı bir takım girişimlerde bulunabilirsiniz. Bizi de sevindirmiş olursunuz bu anlamda. Katılımcı: Aslında ben istihdam oturumunda söz almak istedim, vakit yetmedi. Ama bu oturum konusu ile de ilgili olduğunu düşündüğüm için tekrar söz almak istedim. Biz KEİG Platformu olarak yasal savunuculuk ve dava takip çalışması yürütüyoruz. Projenin amacı, çalışma hayatında kadınların yaşadığı ayrımcılığa odaklanan bir çalışma. Genelde hukuki sürece girdikten sonra karşılaştıkları adalete erişim ile ilgili yaşadıkları sıkıntılar üzerinden bir çalışma yürütüyoruz. Bununla ilgili daha öncesinde, dava açmadan önce kullanabileceğimiz, etkinleştirebileceğimiz mekanizmaları denemek istiyoruz. Gereklilik halinde kurum içerisinde, şirket içerisindeki mekanizmaları çalıştırmak istiyoruz. Dava açmadan önce şu an bildiğimiz kadarıyla il insan hakları kurulları, bireysel başvuru alabiliyor, onları kullanmaya çalışıyoruz. Ben de yine aynı soruyu yöneltmek istiyorum. Bu konu ile ilgili size bireysel başvuru yaptığımız takdirde bunun prosedürü ne olacaktır veya bu alanda ortak bir çalışma yürütebilir miyiz, istihdamda kadınların uğradığı ayırımcılığa dair? Hem işe alımda hem iş akdinin feshi sırasında ve iş ilişkisi devam ederken yaşayabilecekleri özel veya ortak birçok problem üzerinden. Söyleyeceklerim bu kadar. Teşekkür ediyorum. 90 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı Meltem AĞDUK: Çok kısa bir şey söyleyeceğim. Geçenlerde katıldığım bir toplantıda, Kamu Denetçiliği Kurumundan gelen arkadaşla da aşağı yukarı aynı tarzda bir konuşma yaptık. Her iki kurum da çok yeniler. Her ne kadar Türkiye İnsan Hakları Kurumunun öncesi varsa da bu iki kurumun da en temel problemlerinden bir tanesi tanınmıyor olması. Evet, Gökçe Hanım dedi, ben hukukçu olduğum için okudum geldim, kuruluş kanunu vesaire; ama herkes bunu yapmıyor ve gerçekten tanınmıyorsunuz. Bunun için ciddi bir tanıtım kampanyasının yapılması gerektiğini düşünüyorum kurumca. Böyle bir şey düşünüyor musunuz, daha geniş kitlelerin, bırakın geniş kitleleri, STK’ların bile sizi tanıması, ne iş yaptığınızı bilmesi açısından? Teşekkürler. Kamu Denetçiliği Kurumu Temsilcisi: Hazır Kamu Denetçiliği Kurumu demişken söz almak istedim, birçok platform buradayken, bilgilendirmek anlamlında. Eğer muhatap idare ise, bireysel olarak kadın hakları ihlali ile ilgili olarak dava açmadan önce bizim Kurumumuza gelebiliyorsunuz. Hatta Kamu Denetçiliği Kurumuna başvurmanın şöyle de bir avantajı oluyor. Dava açma süresini durduruyor. Biz 6 aylık süreçte karar vermek durumundayız. Yani bunu da alternatif olarak hatırlatmak istedim; çünkü gerçekten Meltem Hanım’ın söylediği gibi, biz gerçekten çok yeniyiz, şimdi tekrar kamu spotlarımızı döndürmeye başladık, televizyon ve medya aracılığı da tanınırlığımızı artırmaya çalışıyoruz; ama çok yeterli olmuyor. Şimdi biz de farklı şehirlerde, illerde tanıtım yapmaya gayret edeceğiz ve sizlerle de yaptığımız şeylere çok önem veriyoruz. Toplantıları, stratejik planımıza da aynen eklediğimiz ben belirtmek istedim. Güler ÖZDOĞAN: Konu başlığınızda da baktığım zaman, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, görev alanları bakımından çok geniş kapsamlı olduğunu görebiliyoruz. Ancak özelde kadının insan hakları konusunu ele almanız bizim için çok büyük memnuniyet verici. Kadın konusunda çalışan bir kurum olarak sizlerle birlikte işbirliği içerisinde çalışmanın çok önemli olduğuna inanıyoruz. Paneldeki konuşmamda da söylediğim gibi Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tek başına kadın insan haklarını tüm topluma derç edebilecek, tüm toplumda bilinç oluşturabilecek yeterlilikte değil. 1990 yılından bu yana var olan bir kurum, 10 yıl kanunsuz olarak mevcudiyeti devam etti. Ancak gördük ki tüm kurumlar ile birlikte işbirliği içerisinde çalışmalar yürütmemiz gerekiyor. Hatta, daha da ileri giderek kurumların artık kendi başlarına kadının insan hakları, kadının çalışma hayatında, çevrede, sağlıkta, eğitimde, aklınıza gelebilecek hayatın her alanında var olmasını, kadın erkek eşitliğini sağlayacak çalışmaları göz önünde bulundurulmaları, yaptıkları plan politi- 91 Türkiye İnsan Hakları Kurumu kalara bu perspektifi yansıtmaları çok daha önemli. Bu bağlamda, sizin hem Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü hem de diğer kamu kurum ve kuruluşları ile özellikle, kadın konusundaki çalışmalarda onlarla birlikte çalışmanız ya da bir arada farkındalık, bilinç oluşturma faaliyetlerine ağırlık vermenizin çok yararlı olacağına inanıyorum. Teşekkür ederim. Katılımcı Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği: Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneğinden geliyorum. Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı ile bizi burada duyanlar olmuş olabilir. 95 yılından beri, daha önce protokol dahilinde devam eden ve Türkiye çapında birçok kadına ulaşan bir eğitim programımız var. Bunun yanı sıra, yani yereldeki ve ulusaldaki gelişmeleri takip etmenin yanı sıra uluslararası süreçlere de aktif katılım gösteren bir örgütüz aslında, özellikle Birleşmiş Milletler süreçlerini de buna dahil etmek gerekirse. Dolayısıyla kadının insan hakları konusuna biraz da sağlık açısından yaklaşan bir örgüt olduğumuzu söyleyebilirim bu anlamda ve bu çerçeve içerisinde 2012 yılının sonunda farklı birçok kadın örgütü, sağlık örgütü gibi birçok sivil toplum örgütünün de katılımı ile uluslararası sağlık süreçlerini takip etmek üzere bir platform kuruldu. Platform şu an kendi misyonunu, amaçlarını, hedeflerini belirleme aşamasında. Platformun adı da “Kahire+20 ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Platformu”. Yine bu çerçevede, kürtaj meselesi haricinde de bu yeni sağlık reformu ile beraber sağlık alanında, özellikle kadın ve aynı zamanda hükümetin güttüğü, bir takım nüfus politikaları çerçevesinde de aynı zamanda, kadın sağlığı konusunda da çok ciddi hak ihlalleri olduğunu düşünüyoruz ve açıkçası yine çok fazla veriye ulaşamadığımız bir alan bu alan. Dolasıyla, kadın sağlığı alanında da dediğim gibi uluslararası ve ulusal süreçleri takip etme, izleme faaliyetlerini devam ettirmek üzere, muhtemelen desteğe ihtiyacımız olacak, yine belki bu alanda işbirliği yapılabilir diye düşündüğüm için söz aldım. Canan GÜLLÜ: Yaşadığımız ülkede hak aramanın ayıp olduğu ya da hakkını arayanlar için nereye kadar sonuca ulaşacağından emin olmayan bir toplulukla yüz yüzeyiz her daim. Bu nedenle kurumunuzun hakikaten önemine inanıyorum. İlk çalışmanızın kadın konusuna yönelmesi, kadının insan hakları konusunu bir şekilde şu yoğun dönemde gündeme getirmeniz de muhteşem bir şeydi gerçekten 8 Mart öncesinde. Ben bu toplantının belki bölgesel bazda yapılmasında, bölgelerde en azından, sadece belki kadın olarak da değil, İnsan Hakları Kurumu adı altında, bölgede çalışma yapan, sivil toplumda hak arayışlarının ciddi bir platformda devam ettiğini, uluslararası arenadan 92 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı örneklerin yaşama geçirebileceği bir sürecin başlangıcına olanak sağlayacağına inanıyorum. Umarım böyle bir çalışma da olur. Ben de arkadaşlarım gibi federasyon olarak sizinle beraber kurumsal anlamda, gerek davaların iletilmesinde, gerek yönlendirmesinde, birlikte olmaktan mutluluk duyacağım. Tekrar teşekkür ediyorum. İlknur ÜSTÜN: Sadece küçük bir şey sormak istiyorum. Genellikle bir kurumun içinde yer alanlar, özellikle bizim gibi ülkelerde henüz kurumsallaşma yerleşmediği için, içindeki bireylerin nitelikleri ve eğilimleri çok belirleyici olur. Ama bir o kadar da kaynakların sınırı, hem insan hem mali kaynaklar ve hareket alanının çerçevesi… Ben aslında Kurumun bu açıdan olanaklarını öğrenmek istiyorum. Sadece insanların iyi niyetleri ya da yönelimleri, kurumun nereye gideceğini belirlemez. İçeride ne kadar çalışan olacağı, nasıl bir kaynağa sahip olduğu, hareket alanının sınırlarını nasıl belirleyebildikleri ve bu çalışanların ne tür niteliklerle, nasıl seçildiği, bütün bunlar çok belirleyici Kurumun geleceği açısından. Ayrıca ben de bu organizasyonu yaptıkları için teşekkür ederim buradaki arkadaşlara. Gökçe Çiçek AYATA: Yasa ile ilgili hızlı bir giriş yaptım; ama sanırım bir iki dakikanızı daha alabilirim, umarım sabredersiniz. Hak arama sürecinin ne kadar zor olduğu, adalete erişimin ne kadar problemli olduğu, özellikle de kadınlar açısından ne kadar problemli olduğunu konuştuk, biliyoruz da zaten sahada çalışanlar olarak. Belki de Kurum olarak hem Meltem Hanım’ın söylediği, tanınmıyor olmanın da dezavantajlarını kırmak anlamında, bireysel başvuru veya şikayet usulünün zaten oluşması beklenmeksizin, örneğin gezi raporu hazırladığınızı söylediniz, bunu muhtemel ki bir şikayet üzerine yapmadınız, kurumun re’sen bu tarz raporlar hazırlama yetki ve sorumluluğu da var. Başka konularda da bu tarz raporların, en azından bu başvuru süreci açılana kadar yapılması düşünülebilir. İşte, kadınları son süreçte etkileyen, kürtaj, gebliz fişlemeleri ile ilgili örneğin veya soyadı kararının biraz önceki konuşmamda söylediğim gibi takip edilmesi ile ilgili. Bunları yaptığınız zaman aslında Türkiye’de güçlü bir kadın hareketi var ve biz değil, aslında siz bizim gündemimize girmeyi becerebilirseniz, birlikte işbirliği yapacağız. Çünkü biz zaten iş yapıyoruz aslında, tabii ki işbirliği yapmak isteriz; ama burada sizin bize destek olacağınızı, bizimle birlikte işbirliği, eşitler arası bir ilişki kurma iradesi olduğunu gösterdiğinizde sağlam bir işbirliği kurabileceğimizi düşünüyorum. Belki de bu yüzden önce sizin bu tarz belki küçük işlerle kadın örgütlerine kendinizi tanıtmanız daha iyi bir giriş olabilir diye düşünüyorum. 93 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Katılımcı: Bir önceki oturumda söyleyecektim ama unuttum, şimdi söylemek istiyorum. Aslında bir başka arkadaşım genelge meselesini bir şekilde gündeme getirdi, Başbakanlığın yayımladığı genelgeler ne yazık ki hiçbir şekilde uygulanmıyor; ama o genelgeler gerçekten de çok değerli saptamalar içeriyor. Biz çalışma hayatındaki kadınların yaşadığı ayırımcılık konusunda yayımlanan genelgenin uygulanıp uygulanmadığını geçtiğimiz dönemde izledik ve ne yazık ki çok olumsuz bir tablo ile karşılaştık. Nitekim bizden sonra da ya da aynı süreçte Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu bu meseleyi alt komisyon olarak ele aldı ve bir rapor yazdılar. O raporun sonuçlarını henüz bilmiyorum ne çıktı ama şunu çok iyi biliyorum önceki genel müdür, çok net olarak, genelgenin ulusal izleme komitesinin çalışmadığını söylemişti. Çünkü en üst düzeyde katılımın bir türlü bu komitede gerçekleşmediğini, kadın meselesine her zaman için kurumların ikincil sorun olarak baktıklarını, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği alt komisyondaki sunumunda dile getirmişti. Bu bizim Türkiye’deki kadınların yaşadığı hak ihlallerini, çok açık bir şekilde, kurumun sonuçta genel müdürü tarağından ifade edilişini gösteriyor. Bunu dikkatinize sunmak istiyorum ve biz her zaman için izlemelere devam edeceğiz ve bu konudaki raporlarımızı da yazmaya devam edeceğiz. Kesinlikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da aslında kadınlara fuar mekanları açmak ya da bireysel olarak iş gelişmelerini sağlamak yerine, üst düzeyde makroekonomik politikalar düzeyinde ya da sosyal politikalar düzeyinde bir şeyler yapması gerekiyor ki gerçek anlamda kadının insan hakları ihlallerine engel olabilsin. Kadınların yaşamlarını daha insana yaraşır bir hale dönmesini sağlayabilsin. Bu Kurumun da bu hassasiyetle çalışacağını ümit ediyorum. Teşekkür ediyorum. Fatma BENLİ: Katkılarınız için çok teşekkür ediyorum. Ben kısaca isterseniz birkaç konuya değinerek sorularınıza cevap vermeye çalışayım. Akabinde çalıştay hakkında genel değerlendirme yapmak üzere, sözü Serap Hanım’a teslim edeyim. Öncelikle kırmızı çizgilerimiz var mı, diye soruldu. Söze buradan başlamak istiyorum. Biz, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için çalışmalar yapmak üzere kurulan bir kurumuz. Dolayısıyla bizim çizgilerimiz, ana hatları ile temel insan hakları. Zaten İnsan Hakları Kurulu üyelerinin mutabık kaldığı, temel misyon cümlemiz, “Herkesin onurunun ve haklarının eşit olarak korunduğuna emin olduğu bir Türkiye.” Bunu sağlamak üzere faaliyette bulunuyoruz. Bahsedildiği gibi Kurumumuz oldukça yeni, üstelik daha önce Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı lağvedildikten sonra yerine geldi. Bundan kaynaklanan ve yeni 94 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı kurulmuş olmasının, çok az çalışana sahip olmasının, mekan sıkıntısının sebebiyet verdiği bir takım sıkıntılar var; ama kiralama başvuruları devam eden yeni yerimize geçtikten ve yeni uzman yardımcıları aldıktan sonra daha etkin olarak çalışmaya devam edecek. Şu an insan hakları başkanlığına ait olan ve illerde insan hakları kurulları ile devam eden mevcut hali ile sürüyor; yani bütün illerdeki il insan hakları kurulları başvuruları alıyor, bireysel başvuruları alıyor, aynı zamanda bizim Kuruma bireysel başvurular yapılıyor. Biz bunu sıfırdan değiştiren çok daha etkin, sadece kamu kuruluşlarına, bize yapılan bireysel başvuruya ilişkin bilgi isteyen, bir nevi onlarda farkındalık oluşturan yazılar göndermekle yetinmeyip, o konuda temel çalışmalar yapmak üzere bir yönetmelik taslağı gerçekleştirdik. Şubat itibariyle Başbakanlığa gönderildi. Akabinde de Resmi Gazetede yayımlanarak sonuçlanacak Biz kendi yerimize geçtiğimizde ve uzmanlarımız çalışmaya başladığında bireysel başvuruların sonuçlarının çok farklı olduğunu hep beraber o zaman göreceğiz umudundayım Ben kadınlarla ilgili bireysel başvurulardan da daha etkin olarak sonuç alınabileceğine inanıyorum; çünkü sistem oturduğunda her bir başvuru karşılığında insan hakkı ihlali vardır ya da yoktur şeklinde karar çıkacak; o zamana değin, Kurum, genel olarak çalıştaylar, ziyaretler gerçekleştiriyor, değişik insan hakları konularında raporlar düzenliyor, bunların bir kısmı bir kişi ya da kuruluşun başvurusu üzerine bir kısmı ise re’sen gerçekleşiyor. Gezi olayında ya da daha farklı durumlarda olduğu gibi re’sen harekete geçebiliyor. Bir ihlal iddiasından haberdar olduğumuzda biz kurul üyeleri olarak o konuda çalışma yapma yönünde karar alıyoruz akabinde gerek insan hakları kurul üyeleri gerek kurum uzmanları tarafından çalışma yapılıyor ve sonunda rapor çıkıyor. Tabi Meltem Hanım’ın ifade ettiği gibi tanıtım konusunda biraz sıkıntılarımız var, yaptığımız çalışmalarımızı en azından şu ana kadar, anlatma imkanına pek sahip olmadık; örneğin cinsel saldırı iddiasına ilişkin Antalya Cezaevine ilişkin çalışmamız oldu, toplu mezarlara ilişkin Urfa – Siverek ziyaretimiz gerçekleşti, hasta tutuklularla ilgili yasa teklifinde bulunduğumuz Metris R Tipi Cezaevi çalışmamız ve başka çalışmalarımız gerçekleşti. Üstelik biz sadece vakıa bazlı somut olaya yönelik çalışmıyoruz, aynı insan hakkı ihlalinin genel olarak gerçeklememesi için yasa koyucu ve idareye genel önerilerde de bulunuyoruz, ama bunların basına yansıması ve kamuoyunun, sivil toplum kuruluşlarının haberdar olması, biraz daha zaman alacak gibi görünüyor. Ama bunların sadece kağıtlarda kalacağını ya da işte Başbakanlık Genelgesinde olduğu gibi tavsiye niteliğinde olacağını düşünmüyorum. Çünkü bizim Kurumun kararları 95 Türkiye İnsan Hakları Kurumu tavsiye niteliğinde olsa bile, suç duyurusunda bulunma imkanımız var bu da onları daha caydırıcı kılıyor. Örneğin şu ana kadar özellikle cezaevlerinde yaptığımız çalışmalarda Kurumun çok daha farklı bir yerde olduğunu gözlemleme imkanına sahip olduk. Yani herhangi bir kuruluş gibi işte şu belgeyi, bilgiyi size vermiyoruz ya da şu konuda çalışmanızı kabul etmiyoruz, değişiklik önerilerinizi istemiyoruz tarzı gibi tavırlarla karşılaşmadık. Zaten bakanlıklar nezdinde çalışmalarımız var, raporlarımızı birinci elden muhataplarına iletiyoruz, örneğin Adalet Bakanlığı ile devam eden periyodik çalışmalarımız var, Aile Bakanlığı ile ilgili de devam eder diye düşünüyorum. Bundan sonraki çalışmalarımız da biraz zamana ve yapılan faaliyetlere göre yönlenecek. Gökçeçiçek AYATA, özellikle kadınlarla ilgili çalışmalarınız var mı, diye sordu. Kuruma bu yönde bireysel başvurular gelir ise, kurul üyeleri o konuda karar verdiği zaman çalışma yapılabilir. Ayrıca kadına karşı şiddet ile ilgili devam eden bir Avrupa Birliği projemiz var, bu proje kesinleştiğinde Kurum olarak genel bir çalışma yapmayı hedefliyoruz. Bilgi edinme konusunda beraberce çalışabiliriz. Sabahki oturumlarda da bilgi edinme hakkının ihlal edildiği, istenilen evrakların, bilgilerin verilmediği ifade edilmişti. Bizim yasamızda kamu kuruluşlarından bilgi ve evrak istediğimizde, onlara verme yükümlülüğü getirilmiş durumda, dolayısıyla beraber çalışırsak talep edilen evrakların alınması noktasındaki sıkıntıyı çözebileceğimize inanıyorum. Ben olabildiğince not aldığım konuları, cevaplandırmaya çalıştım, umarım eksik bırakmamışımdır, sözü daha fazla uzatmadan Kurul üyesi Serap Yazıcı hanımefendiye bırakmak istiyorum. Tekrar katılımınız ve katkılarınız için teşekkür ediyorum. GENEL DEĞERLENDİRME Serap YAZICI: Her şeyden önce siz değerli katılımcılara Kurumum ve şahsım adına teşekkür etmek istiyorum. Tabii bu toplantının organizasyonunda İnsan Hakları Kurumunun tüm çalışanlarının önemli katkıları oldu. Sayın Başkanımız Hikmet TÜLEN’in ve Sayın Fatma BENLİ Hanım’ın da önemli katkıları oldu. Onların da adını zikrederek teşekkür etmek lazım. Tabii böyle bir toplantının en son konuşmacısı olmak aslında bir bakıma dezavantaj, söylenecek her şey söylenmiş oluyor. Dolayısıyla söyleyecek herhangi bir şey bulmak pek kolay değil. Zaten ben buraya gelirken akademik eksenli bir konuşma yapmak düşüncesinde olmadım. Çünkü, akademik eksende bu alanda yeterince çalışmalar yapıldı. Aslında Türkiye bakımından insan haklarının birçok alanında akademik bakımdan doyurucu çalışmalar var; ama bizim asıl sıkıntımız bunların uygu- 96 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı lanması ile ilgili. Böyle olmakla beraber, konu kadın hakları olduğunda Türkiye ile ilgili aslında ironik nitelik taşıyan, paradoksal nitelik taşıyan bir hususa değinmek ihtiyacını duyuyorum. Elbette kadın hakları meselesini, genel olarak insan hakları meselesinden ayırmamız mümkün değil. Nitekim Batı coğrafyasına baktığımız zaman da kadın haklarının ortaya çıkması, kadının korunması, öncelikle genel bir insan hakları öğretisinin ortaya çıkması, 17. yy’ın tabii hukuk öğretisinin ortaya çıkması ve bu öğretinin anayasa metinlerine yansıması ile, yani dolaylı yollarla gerçekleşmiştir. Herkesin insan olarak doğuştan bir takım haklara ve özgürlüklere sahip olduğu ve bu özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği düşüncesi 18. yy anayasalarında ifadesini bulduğunda elbette bu ifadeler kadın ve erkek ayırımı gözetmemiştir. Dolayısıyla kadınlar da bu tespitten, bu anayasa metinlerinden fayda elde etmişlerdir. Daha sonra ortaya çıkan siyasal gelişmeler, sınırlı oy ilkesinden, genel oy ilkesine geçiş, kadının doğrudan doğruya hak alanını genişletecek bir tesirde bulunmuştur. Ama bundan daha önemli olarak, belki eşitlik ilkesinin negatif ayırım yasakları ile anayasalarda ifadesini bulması, kadın hakları alanında daha önemli bir tesire sahip olmuştur. Sonuç olarak, Batı coğrafyasına baktığımız zaman önce bir insan hakları alanında gelişme süreci ve bununla eş zamanlı olan kadın haklarının gelişimi ve fakat buna eklenen özgül olarak kadın hakları alanının gelişim sürecine tanıklık yapıyoruz. Dolayısıyla bugün Batı coğrafyasında artık özgül hak kategorileri üzerinde özel çalışmalar, özel anayasa hükümleri, uluslararası anlaşma düzenlemeleri vardır. Haliyle bugün için belki Türkiye’ye kıyasla doğru, olumlu bir tablo sergiliyor. Türkiye bakımından ironik olan ise şu; bildiğiniz gibi Cumhuriyet sürecini incelediğinizde Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren, özellikle 1961 Anayasası’nın kabul edildiği döneme kadar geçen sürede, aslında Türkiye’nin genel bir insan hakları meselesi olmamıştır. Türkiye’de Batı’da olduğu gibi insan hakları alanına genel olarak odaklanan politikalar izlenmemiştir. Fakat ilginç olarak Türkiye’nin özellikle tek partili yılları boyunca kadın hakları alanı, tek partinin özel olarak izlediği politikalar örtüsünde yer almıştır. Gerçekten Cumhuriyet Türkiyesi kadının haklarını korumaya odaklanan politikalara öncelik vermiştir. Nitekim bunun sonucunda Türkiye’de kadının seçme ve seçilme hakkına sahip olması, İngiltere’den hemen sonra gelmektedir. İngiltere 1919 ve 1928, Türkiye’de ise 1936 ve 1937’de gerçekleşmiştir. Oysa Fransa’ya, Belçika’ya, İtalya’ya, İsviçre’ye baktığınızda, bu süreç 1970’lere kadar devam etmektedir. İşte ironik olarak, tablo budur. Türkiye kadın haklarına özgül olarak odaklanan politikalara çok daha önce yöneldiği halde, bugün Türkiye’de kadının siyasal yaşamda, sosyal yaşamda, istihdam politikalarında, hayatın her alanında karşı karşıya bulunduğu sorunlar çok boyutlu ve grift görüntü sergilemektedir ki bunlar üzerine ben herhangi bir söz söyleme ihtiyacını duymuyorum; çünkü bütün katılımcılar bu konuya fevkalade doyurucu açıklamalarla temas ettiler. 97 Türkiye İnsan Hakları Kurumu Neden bu tabloya dikkat çekmek ihtiyacını hissettim. Demek ki mesele tek başına anayasa mühendisliği, hukuk mühendisliği yöntemleri ile çözülemiyor. Demek ki daha fazla alana odaklanmak, daha fazla sosyal hayatta uygulamayı izlemek ve bu alanda çözüm üretmek gerekiyor. İşte bizim Kurumumuzun da esas itibariyle üstlenmiş olduğu fonksiyon burada bir anlam ifade ediyor. Sabahki konuşmacılardan biri, şu anda kusura bakmasınlar ismini hatırlayamıyorum, Türkiye İnsan Hakları Kurumu ile ilgili olarak sivil toplum kuruluşu olduğu yolunda bir ifade kullandılar, belki bunu hemen düzeltmek gerekiyor. Biz bir sivil toplum kuruluşu değiliz, dünyadaki emsalleri de bu kurumun, sivil toplum kuruluşu değildir. Ancak sivil toplum ile karar vericiler arasında bir tür köprü vazifesi gören kurumlardır. Dolayısıyla, bizim de fonksiyonumuz bundan ibaret, yani sizler gibi sahada çok değerli çalışmalar sürdüren STK’ları, bireysel olarak bu alanda çalışanları bir araya getirmek, onların tecrübelerinden istifade etmek, tespit ettikleri sorunları ve tavsiyelerini bir araya getirmek suretiyle karar vericilere yansıtmak. Bu yüzden Gökçe Çiçek AYATA’nın tespiti tabii çok önemli, evet öncelikli olan nedir? Bizim, kendimizi kamuoyuna tanıtabilmemizdir. Aslında 30 Haziran 2012’de kuruldu Kurumumuz; ama ilk toplantısını yapması çeşitli sebeplerle ne yazık ki gecikti. Ancak Ocak 2013’te ilk toplantımızı yapabildik, Başkanımızı seçebildik ve o tarihten bu yana çalışmalara devam ediyoruz. Bu arada önemli bir problem daha oldu, üyelerimizin önemli bir kısmı akil insanlar arasına seçildiler, dolayısıyla başka bir sahada çalışmak zorunda kaldıkları için toplantılarımız aksadı, haliyle çalışmalarımızda bir gecikme olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bugün sizlerle bir araya gelmemizin en önemli nedeni şu; biz kadın haklarına ve genel olarak bütün insan haklarına aynı duyarlılığı göstererek, bu sorunların çözümüne katkı sunmak için bir görev üstlenmiş bulunuyoruz. Elbette bu görevi de sürekli olarak bizler sürdürmeyeceğiz, bu bir bayrak yarışı, bizden sonra başka değerli kamuoyu önderleri, akademisyenler ve çeşitli alanlarda çalışan kişiler bunu sürdürecekler. Bu Kurumun başarıya ulaşması, Türkiye’deki insan hakları sorunlarının çözümünün sağlanması anlamına gelecek, bunu yapabilmek için de sizlerin, sahadan gelen kişilerin desteğine ve işbirliğine ihtiyacımız var. Yine Gökçe Çiçek çok doğru bir noktaya isabet etti. Elbette re’sen araştırma yetkimiz var, nitekim bunu şu ana kadar birkaç kez yaptık ve yapmaya da devam edeceğiz; ama lütfen sizler de gördüğünüz bütün insan hakları ihlallerini, sadece kadın hakları ihlallerini değil, tereddüt etmeden bizlere başvuru olarak yansıtın, bizler o kulvarda çalışmaya devam edelim. Biz de karar vericileri aynı şekilde zorlayalım ve bu sorunların çözümüne katkıda bulunmaya çalışalım. Bir son cümleyi LGBT’den gelen değerli katılımcı için sarf etmek istiyorum. Bizler Anayasa’da yer almıyoruz dedi, tabii doğru Anayasamıza baktığınız zaman doğru98 Kadının İnsan Hakları Çalıştayı dan doğruya cinsel yönelim, cinsel tercih ifadesi yer almıyor, bu tabii çağdaş hukuk düzenlemelerine baktığımızda önemli bir eksikliği ifade ediyor. Ama ilginç olanı şu; 1982 Anayasası birçok bakımdan eleştiriye değer bir anayasa ve belki haklar ve özgürlükler ile ilgili olarak bunların güvenceleri ile ilgili olarak 1961 Anayasası ile kıyasladığımızda, eksiklikleri olan bir anayasa, buna rağmen 1982 Anayasası’nın önemli bir üstünlüğü var. Bu Anayasa’nın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesi daha ilk kabul edildiği andan itibaren negatif ayırım yasaklarını düzenlerken sınırlı sayı kuralına bağlı ifade kullanmamıştır. Herkes kanun önünde eşittir. Cinsiyet, din, dil, ırk, siyasi düşünce, felsefi inanç ve benzeri sebeplerle ayırım yapılamaz, demek suretiyle aslında dolaylı olarak, yani negatif ayırım yasaklarını da bu maddeye dahil etmiştir anayasa koyucu. Bunu fark ederek mi yaptılar? Bilemiyorum ama realiteye bakalım. Bugün eğer Anayasa Mahkemesinin önüne herhangi bir kanuni düzenleme intikal ederse, güncel yönelimleri dolayısıyla ayırımcılığa maruz kalan kişiler ile ilgili olarak veya bu kişilerin herhangi bir biçimde ayırımcılığa maruz kalmaları sonucunda bireysel başvuru mekanizmasını harekete geçirmesi söz konusu olursa, Anayasa’nın hükmü eşcinsel olan kişileri, travestileri de kapsayacak bir niteliktedir. Eğer Anayasa Mahkemesindeki hâkimler böyle bir yorum yaparlarsa onların hakkı da korunmuş olacaktır. Bu son noktaya temas etmek istedim. Ben sabrınızı zorlamak istemiyorum. İnşallah gelecekte çok daha güzel çalışmaları, birlikte sürdürebilmek dileğiyle. Web sayfamızı ziyaret ederseniz, buradaki başvuru formunu incelerseniz, bize ihlaller hakkında bildirimde bulunursanız, biz onların, sizler adına bekçiliğini yapacağız. Çok teşekkür ediyorum. Fatma BENLİ: Değerlendirmesi için Sevgili Serap YAZICI Hanımefendi’ye ve katılımlarınız için sizlere tekrar teşekkür ediyorum. İyi günler diliyorum. 99 ÇALIŞTAYDAN CALISTAYDAN FOTOĞRAFLAR FOTOĞRAFLAR 101 ÇALIŞTAYDAN CALISTAYDAN FOTOĞRAFLAR FOTOĞRAFLAR 102 ÇALIŞTAYDAN CALISTAYDAN FOTOĞRAFLAR FOTOĞRAFLAR 103 0312 472 37 73 0312 472 37 73 0312 472 37 73 0312 472 37 73 www.tihk.gov.tr Kadının İnsan Hakları ÇALIŞTAYI 06.03.2014
© Copyright 2024 Paperzz