Özgün Araştırma/ Original Article Ergenlerde Psikiyatrik Aciller (Psychiatric Emergencies In Adolescent) Yavuz TOKGÖZ1, Taner GÜVENİR2, Dr. Murat DUMAN 3, Durgül YILMAZ3 1 Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir 2 Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir 3 Çocuk Acil Bilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir Özet Amaç: Çocuk Acil Servisine psikiyatrik nedenlerle başvuran 11-17 yaş arası ergen hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi. Metod: Çalışmaya 2005 yılı içinde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Servisine psikiyatrik nedenlerle başvuran 11-17 yaş arası ergen hastalar alındı. Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini içeren veri toplama formu düzenlenerek tanımlayıcı ve kesitsel bir araştırma yapıldı. Bulgular: Çalışma süresince 41 ergen (%4.2) psikiyatrik nedenlerle acil servise başvurmuştu. Olguların % 73’ü kız hastalardan oluşmakta idi. En sık psikiyatrik tanı % 48.8 ile intihar girişimi idi. İntihar girişimi nedeniyle başvuran olguların %85’inin kız ve olguların tamamında aşırı dozda ilaç içilmesi olduğu saptandı. En sık içilen ilaçlar analjezik (%48) ve antidepresan (%38) ilaçlardı. Acil serviste psikiyatrik hastalık düşünülen ve Çocuk Psikiyatrisi polikliniğine kontrole çağrılan olguların %32’sinin kontrole geldiği saptandı. Bu hastaların kayıtları incelendiğinde en sık konulan tanılar ergenlik dönemi sorunları ve majör depresyondu. Sonuç: Çocuk acil servisinde ergenlik dönemi psikiyatrik acilleri ile sık karşılaşılmaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında çalışmamızda psikiyatrik acil oranları düşük bulunmuştur. Bu durum gelişmişlik durumu ile ilişkili olabileceği gibi bu tür hastaların gözden kaçırılabilmesi ile de ilgili olabilir. Anahtar kelimeler: Ergen, psikiyatrik aciller Summary Objective: Evaluating sociodemographic and clinical characteristics of 11-17 years old adolescents that admit to pediatric emergency department for psychiatric reasons. Method: This study included 11-17 years old adolescents who admit to Dokuz Eylül University Hospital pediatric emergency department during 2005. Descriptive and cross-sectional study was performed thereby organizing form including patients sociodemographic and clinical characteristics. Results: 41 (4.2%) adolescent admitted to emergency room for psychiatric causes along this study. Among these patients 73% were girl. The most common psychiatric diagnose was sucide attemp with 48.8% ratio 85% of which were female and drug overdose was ascertained in all. Most common drugs were analgesics (48%) and anti-deppressants (38%). 32% of patients that were considered as a psychiatric disorder and recommended to follow-up in pediatric psychiatry clinic, re-admitted for check out. Most common diagnoses were major depression and problems of adolescence . Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Durgül Yılmaz Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD İnciraltı/İzmir Tel: 0232 412 6017 e-posta:durgulcelik@gmail.com 1 Pediatri Uzmanlık Akademisi Dergisi 2014; 2 (1): 1-3 / Journal of Pediatrics Speciality Academy 2014; 2 (1): 1-3 Conclusion: Psychiatric emergencies of adolescence is a commonly experienced in pediatric emergency department. In our study psyciatric emergency rates are low compared with developed countries. The reason is that patients such these may not noticed or it is about developmental status. Keywords : adolescent, psychiatric emergencies Giriş Son yıllarda yapılan çalışmalarda ergenlerde intihar girişimlerinin, madde bağımlılığı ve seksüel geçişli hastalık oranının arttığı ve bu hastaların primer sağlık bakım yerlerinin acil servisler olduğu gözlenmektedir (1). Literatürde, ergen hastalarının acil servise başvuru nedenlerini inceleyen sınırlı sayıda araştırmaya rastlanmaktadır. Bir çalışmada çocuk acil servisine başvuran tüm çocuk hastaların %5’i psikiyatrik problemler nedeniyle olmaktadır (1). Diğer bir çalışmada psikiyatrik acillerin büyük çoğunluğunun (%63) kendine zarar veren olgulardan oluştuğu bildirilmiştir (2,3). Bu olguların % 49’unda psikiyatrik bozukluk saptanmazken; %27 oranında depresyon bu olgularda en sık saptanan psikiyatrik bozukluk olduğu belirtilmiştir (2). Ülkemizde ergenlerde psikiyatrik acillerinin klinik özelliklerini inceleyen çalışmaya rastlanmamaktadır. Bu çalışmanın amacı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Servisine başvuran adolesanlarda psikiyatrik acillerin klinik ve epidemiyolojik özelliklerini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem Çalışmaya 2005 yılı içinde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Servisine başvuran 11-17 yaş arası ergen hastalar alındı. Örnek büyüklüğü her mevsimde gelen hasta sayısı ile orantılı olarak dağıtıldı. Her mevsimden basit rasgele sayılar tablosu yardımı ile bir ay seçildi (nisan, temmuz, ekim, aralık). Seçilen ayların ilk gününden itibaren gelen ergen olgular çalışma kapsamı içine alındı. Oluşturulan çalışma formu ile veri toplandı. Bu form araştırmacı ile birlikte 10 araştırma görevlisi tarafından dolduruldu. Bu araştırma görevlilerine de eğitim verilerek standardizasyon sağlandı. Çalışmadan elde edilen veriler “SPSS 11.0” adlı standart programa kaydedildi. Ortalamaların karşılaştırılmasında t-testi, sayımla belirlenen değişkenlerin karşılaştırılmasında ki-kare testi kullanıldı. Elde edilen verilerin p<0.05 değerleri anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular Çalışma süresince çocuk acil servisine başvuran hasta sayısı 6645 olup bunların 958’i (%14.4) ergen yaş grubunda ve bu hastaların %83.0 (n=134)’ü 15-17 yaş aralığında idi Çalışmaya alınan adolesanların %4.2 (n=41)’si psikiyatrik nedenlerle acil servise başvurmuştu ve bunların %73.2 (n=30)’si kız hastalardan oluşmakta idi. 15-17 yaş grubu ve kız başvuruları diğer gruplardan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 1). En sık psikiyatrik tanı % 48.8 (n=20) ile intihar girişimi idi (Tablo 2). İntihar girişimlerinin mevsim ya da aylara göre anlamlı bir dağılımı saptanmadı (p>0.05). İntihar girişimi nedeniyle başvuran olguların %85.0 (n=17)’inin kız ve 2 olguların tamamında aşırı dozda ilaç alımı olduğu saptandı. Bu amaçla en sık alınan ilaçlar analjezik (%47.6, n=10) ve antidepresan (%38.0, n=8) ilaçlardı. Olguların 11 (%52.4)’inde tek bir, 6 (%28.5)’sında 1-4 farklı, 4 (%19.0)’ünde 5 ve daha fazla ilaç alımı saptandı. Hastaneye yatış oranı %9.7 (n=4) olup eksitus saptanmadı. Tablo 1: Sosyodemografik veriler Erkek Kız Toplam 11-14 yaş 3 (%42.8)* (%27.2) 4 (%57.2) (%13.3) 7 (%17) 15-17 yaş 8 (%23.5) (%72.8) 26 (%76.5) (%86.6) 34 (%83) Toplam 11 (%26.8) 30 (%73.2) 41 *satır yüzdesi Tablo 2: Başvuru nedenleri Başvuru nedeni Sayı (%) İntihar girişimi 20 (48.8) Konversif davranışlar 8 (19.5) Madde kötüye kullanımı 4 (9.7) Sıkıntı hissi 3 (7.3) Kendine zarar verme 1 (2.4) İntihar düşüncesi 1 (2.4) Diğer (aile içi sorunlar, panik atak, ölüm korkusu vb) 4 (9.7) Acil serviste psikiyatrik hastalık düşünülen ve Çocuk Psikiyatrisi polikliniğine kontrole çağrılan olguların 13 (%31.7)’ünün kontrole geldiği saptandı. Bu hastaların kayıtları incelendiğinde en sık konulan tanılar ergenlik dönemi sorunları (%38.5, n=5) ve majör depresyondu (%38.5, n=5). Polikliniğe kontrole gelen 13 hastanın 8 (%61.5)’i acil servise intihar girişimi nedeniyle başvurmuş idi. Ergenlik dönemi sorunu olan olguların hiçbirine ilaç tedavisi başlanmamış olup depresyon tanısı alan olguların hepsine antidepresan ilaç tedavisi başlandı. Tartışma Ergenlik dönemi, son hızlı büyüme, cinsel gelişme ve psikososyal olgunlaşmanın gerçekleştiği, çocukluktan erişkin hayata geçiş dönemidir (4). Bu dönem çeşitli kaynaklarda farklı belirtilmekle birlikte 11-21 yaş en son kabul edilen yaş aralığıdır. Bu döneminin başlıca sorunları fiziksel büyüme ve gelişme, cinsel gelişim ve psikososyal gelişim ile ilgili sorunlardır (5). Tokgöz ve ark. / Ergenlerde Psikiyatrik Aciller Bu dönemde ortaya çıkan ruh sağlığı sorunları arasında en sık görülen psikiyatrik bozuklukların, anksiyete bozuklukları ve depresyon olduğu belirtilmektedir (6,7). Ergenlerde anksiyete yaygınlığının, %0.6’dan %7’ye kadar geniş bir aralık gösterdiği belirtilmektedir (6). Ancak çalışmalarda, sosyoekonomik durum, yaş ve cinsiyet farklılığına yönelik bilgiler çok sınırlıdır. Ergenlerin ve genç erişkinlerin yaklaşık dörtte birinde bir major depresyon epizodu (%15.3) ya da minör depresyon epizodu (%9.9) geçirdiği belirtilmektedir (6). Tüm dünyada çocukluk çağında, tıbbi acillerle karşılaştırıldığında psikiyatrik acillerin artış hızının daha fazla oranda gerçekleştiği bildirilmektedir (1). Ergenlik dönemi psikososyal gelişim özellikleri ve risk taşıyan davranışların daha fazla görüldüğü yaş grubu olduğu için psikiyatrik problemler daha sık gözlenmektedir (8-10). Amerika Birleşik Devletlerinde 1995-1999 yılları arasında yapılan bir araştırmada çocukluk çağında psikiyatrik acillerin %59 oranında arttığı saptanmıştır (10). Christodulu ve ark. (1) tarafından tüm çocuk acil servis başvurularının %5’inin psikiyatrik sorunlardan kaynaklandığı bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda psikiyatrik nedenlerin görülme oranı tüm çocuk hastalar içindeki oranı ise %0.7 iken, ergen yaş grubu içinde bu oran %4.2 idi. Gelişmiş ülkelerde psikiyatrik acil görülme oranı daha da artmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde 18 yaş altında psikiyatrik nedenlerle acil servise başvuran olguların oranı %1.6 iken ergen yaş grubu bunların %71’ini kapsamaktadır (10). Çalışmamızda psikiyatrik nedenlerle başvuran olguların %48.8’inde intihar girişimi ve bunların da %85’inin 15-17 yaş grubundaki kız hastalar olduğu saptandı. Hastaların tamamında aşırı dozda ilaç içilmesi olup, en sık içilen ilaçlar ağrı kesiciler ve antidepresan ilaçlardı. Kullanılan ilaçların çoğunun ağrı kesici ve ateş düşürücülerin olması sık reçete edilmeleri ile açıklanabilirken, merkezi sinir sistemini etkileyen antidepresanların da azımsanmayacak oranda saptanması intihar girişiminde bulunan hastada veya ailesinde psikiyatrik rahatsızlığın sıklığını göstermektedir (11,12). İntihar girişiminde bulunan hastaların %38.5’inde depresyon tanısı ile antidepresan ilaç tedavisi başlanmıştır. Yapılan çalışmalarda intihar girişiminde bulunan ergenlerin %49 ile %69 oranında depresyon tanısı aldıkları bildirilmiştir (13). İntihar girişimi nedeni ile başvuran hastalarımız arasında ölüme rastlanmadı. Ergen yaş grubu intiharlarında ölüm oranı %0-7.7 olarak bildirilmektedir (14,15). Ülkemizde yapılan araştırmalarda intiharların gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında ergen ölümlerinin nadir bir nedeni olduğu belirtilmektedir (16,17). Bununla birlikte resmi intihar rakamlarının gerçek değerlerinden yaklaşık %40-50 oranında daha az olduğu tahmin edilmektedir (16,18). Çünkü intihar davranışı ülkemizde dahil olmak üzere pek çok ülkede toplumsal ve dinsel açıdan onaylanmamakta ve aşağılayıcı bir eylem olarak değerlendirilmektedir (16,19). Sonuç Sonuç olarak çocuk acil servisinde ergenlik dönemi psikiyatrik acilleri ile sık karşılaşılmaktadır. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında çalışmamızda psikiyatrik acil oranları düşük bulunmuştur. Bu durum gelişmişlik durumu ile ilişkili olabileceği gibi bu tür hastaların gözden kaçırılabilmesi ile de ilgili olabilir. Bu konuda daha ileri ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. KAYNAKLAR 1. Chrıstodulu KV, Lıchensteın R, Weıst MD, Shafer ME. Psychiatric emergencies in children. Ped Emerg Care 2002;18:268-270. 2. Healy E, Saha S, Subotsky F, Fambonne E. Emergency presentations to an inner-city adolescent psychiatric service. J Adolesc 2002;25:397-404. 3. Van Amstel LL, Lafleur DL, Blake K. Raising our HEADSS: adolescent psychosocial documentation in the emergency department. Acad Emerg Med 2004;11:648-655. 4. Kınık E. Adolesan hastaya yaklaşım. Katkı 2000;21:713-719. 5. Ziv A, Boulet JR, Slap GB. Emergency department utilization by adolescents in the United States. Pediatrics 1998;101:987-994. 6. Görker I, Korkmazlar Ü, Durukan M, Aydoğdu A. Çocuk ve adolesan psikiyatri kliniğine başvuran adolesanlarda belirti ve tanı dağılımı. Klinik Psikiyatri 2004;7:103-110. 7. Fombonne E. Increased rates of psychosocial disorders in youth. Eur Arch Psychiatry Clin Neurosci 1998;248:14-21. 8. Çuhadaroğlu F. Ergenlik döneminde psikolojik gelişimin özellikleri. Katkı 2000; 21;863-868. 9. Vance JE, Bowen NK, Fernandez G, Thompson S. Risk and protective factors as predictors of outcome in adolescents with psychiatric disorder and aggression. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2002;41:36-43. 10. Edelsohn GA, Gomez J. Psychiatric emergencies in adolescents. Ado- 11. Practice parameter for the assessment and treatment of children and adolescents with suicidal behavior. American Academy of Child and Adolescent Psychiatry. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2001;40:24-51. 12. Gould MS, Greenberg T, Velting DM, Shaffer D. Youth suicide risk and preventive interventions: a review of the past 10 years. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 2003;42:386-405. 13. Kennedy SP, Braff LJ, Suddath RL, Asarnow JR. Emergency department management of suicidal adolescents. Ann Emerg Med 2004;43:452-460. 14. Kocabaş Ö, Kavaklı T, Ecevit Ç. Çocukluk Çağı intihar girişimleri. Ege pediatri Bülteni 2004;11:119-124. 15. Yendur G, Serdaroglu G, Kavaklı T, Yavuz Ş. Çocukluk çağı intihar girişimleri. Klinik Bilimler 1998;6:882-886. 16. Aktepe E, Kandil S, Topba M. Çocuk ve adolesanlerde intihar davranışı. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni 2005;4:88-97. 17. Fidaner C, Fidaner H. Türkiye’de çocuk intiharları epidemiyolojisi. Türk Psikiyatri Dergisi 1992;4:255-260. 18. Atay IM, Kerimoğlu E. Ergenlerde intihar davranışı. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi 2003;3:128-136. 19. Duman M, Özdemir D, Demir K, Akman N, Ünsal N. Çocuk acil servisine intihar girişimi ile başvuran olguların özellikleri. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2004;18:236-240. lesc Med 2006;17:183-204. 3 Olgu Sunumu / Case Report Konjenital Asimetrik Ağlayan Yüz: Olgu sunumu Congenital Asymmetric Crying Face: A Case Report Sinan OĞUZ1, Funda KURT1, Ömer BEKTAŞ2, Deniz TEKİN1, Emine SUSKAN1 1 Çocuk Acil Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara 2 Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara Özet Konjenital asimetrik ağlayan yüz tek taraflı depresör anguli oris kasının yokluğu veya hipoplazisinin neden olduğu bir anomalidir. En önemli bulgu ağlama sırasında ağız köşesinin etkilenen tarafta aşağı ve dışa hareketinin kısıtlı veya hiç olmamasıdır. Yüz istirahat esnasında simetriktir, diğer mimik kasları normaldir. Bebeklik döneminde asimetri belirginken, yaş ilerledikçe bulgular azalır. Servikofasyal, kas-iskelet, solunum, genitoüriner ve santral sinir sistemine ait anomaliler ile görülebilir. Hastalığın tanısı için fizik inceleme yeterlidir. Bu yazıda kliniğimize başvuran beş günlük konjenital asimetrik ağlayan yüzlü bir olgu sunulmuş ve hastalığın tanısı ve özellikleri tartışılmıştır. Anahtar kelimeler: Depresör anguli oris kası, yüz asimetrisi, konjenital, yenidoğan Summary Congenital asymmetric crying face is an anomalia caused by unilateral absence or weakness of depressor anguli oris muscle. The major finding of the disease is the absence or weakness in the outer and lower movement of the mouth commissure during crying on effected side. Face is symmetric at rest and the other mimic muscles are normal. The asymmetry is most evident during infancy but decreases by age. It can be associated with cervicofacial, muscleskeletal, respiratory, genitourinary and central nervous system anomalies. Physical examination is sufficient for the diagnosis of the disease. This article presents a five days old infant with congenital asymmetric crying face and diagnosis and featuras are discussed. Key words: Depressor anguli oris muscle, congenital, facial asymmetry, newborn Giriş Asimetrik ağlayan yüz, depresör anguli oris kasının tek taraflı hipoplazisi veya agenezi sonucu oluşur. 160 canlı doğumda bir görülmekte ve bu olguların %10’unda majör bir anomali eşlik etmektedir [1, 2]. En önemli bulgu ağlama sırasında ağız köşesinin etkilenen tarafta aşağı ve dışa hareketinin olmamasıdır. Doğumdan itibaren belirti vermektedir. Yaş ilerledikçe asimetri azaldığından tanı koymak güçleşebilir [3]. Çoğunlukla izole anomali olarak saptanmaktadır. Ancak başta kardiyovasküler anomaliler olmak üzere başka major anomaliler eşlik edebilir [4-6]. Hastalığın tanısı fizik inceleme ile konmakla beraber eşlik eden anomalileri tespit etmek için görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Olgu 5 günlük kız rutin kontrol için hastanemize getirildi. Öyküsünden 36 yaşındaki annenin birinci gebeliğinden birinci yaşayan olarak, makat geliş nedeni ile sezaryen ile 38 hafta olarak 2400 gram doğduğu, prenatal takiplerinin yapıldığı, doğum sırasında herhangi bir problem olmadığı öğrenildi, anne ve baba arasında akrabalık ol- Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Sinan Oğuz, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Acil Bilim Dalı Cebeci/Ankara Tel: 0 312 595 6795 GSM: 0 505 3549938 e-mail: sinoguz@yahoo.com 4 Oğuz ve ark. / Konjenital Asimetrik Ağlayan Yüz: Olgu sunumu madığı, ailede nörolojik hastalık olmadığı öğrenildi. Fizik incelemesinde; vücut ağırlığı 2270 gr ( <3p), boyu 47 cm ( <3p), baş çevresi 32 cm (3p), vücut ısısı 36,4°C, nabız 144/dk, solunum sayısı 38/dk olarak değerlendirildi. Genel durumu iyi, cilt normal görünümde, göbek temiz, klempli, ağladığı zaman ağız köşesi sol tarafa çekiliyor (Resim), diğer sistem muayeneleri doğaldı. Hastada depresör anguli oris kasının tek taraflı hipoplazisi/agenezisi düşünüldü. Eşlik edebilecek kardiyak anomaliler açısından yapılan ekokardiyografik incelemede patent foramen ovale ve minimal pulmoner stenoz saptandı. Ayrıca transfontanel ve abdominal ultrasonografi yapıldı anormal bulgu saptanmadı. 4 aylık iken vücut ağırlığı 5660 gr ( 10-25p), boyu 59 cm (10-25p), baş çevresi 39 cm (10-25p) olarak ölçüldü. Fizik incelemesinde patolojik bulgu saptanmadı. Fasial asimetrisinin düzeldiği görüldü, rutin kontrollere gelmesi önerildi. Tartışma Asimetrik ağlayan yüz yenidoğanlarda % 0,3–0,6 oranında görülmektedir [1, 7]. Çoğunlukla sporadik olmakla beraber ailesel geçiş bildirilen olgularda vardır. Hastalığın en önemli bulgusu çocuğun ağlaması veya gülmesi ile ortaya çıkan asimetridir. Yüz istirahat esnasında simetriktir. Yüzün diğer kasları normal fonksiyon göstermektedir. Erkeklerde kızlara oranla 2 kat daha fazla görülür ve %80 sol taraf etkilenmektedir. Konjenital asimetrik ağlayan yüzün ayırıcı tanısında en önemli hastalık doğum sırasında oluşan travmaya bağlı gelişen tek taraflı fasiyal sinir hasarıdır. Doğum travmasına neden olabilecek makrozomik bebek, forseps kullanımı, zor doğum gibi durumlar açısından hastalar değerlendirmelidirler [8, 9]. Travmaya sonucu gelişen fasiyal sinir hasarından farklı olarak kaş çatma, göz kapatma, alının buruşturulması, nazolabial oluk derinlikleri bilateral olarak vardır ve normaldir. Gözyaşı ile ilgili sorun yoktur. Emme etkilenmemiştir, etkilenen taraftan salya akması olmaz[8, 9]. Tanı sıklıkla sadece fizik inceleme sonununda konur. Ancak EMG ve MRG tetkikleri kullanılarak tanı doğrulanabilir [10]. Konjenital asimetrik ağlayan yüz sıklıkla izole minör bir anomalidir. Ancak %20–70 başka majör anomaliler ile birlikte görülebilir. Özellikle kardiyovasküler anomaliler olmak üzere, genitoüriner, respiratuar, kas-iskelet ve endokrin sistem anomalileri ile ilişkisi bildirilmiştir[6]. Kardiyak anomaliler arasında ventriküler septal defekt, atriyal septal defekt, aort koarktasyonu, patent duktus arteriozus sayılabilir. Hastalığa konjenital kardiyak anomali eşlik ediyorsa Cayler kardiyofasiyal sendrom olarak adlandırılmaktadır [5]. Bu grup hastalarda 22. kromozomun uzun kolunda delesyon saptanmaktadır. Ancak hastamızda yapısal kalp anomalisi saptanmadığı için bu tanıdan uzaklaşıldı. Ek anomaliler açısından yapılan transfontanel ve abdominal ultrasonografi normal saptandı. Kozmetik sorunlara neden olması durumunda cerrahi ve botulinium toksini kullanılarak düzeltilebilir [11]. Ancak yaş ilerledikçe asimetri azalacağı için gereksiz cerrahi girişimlerden uzak durulmalıdır [3]. Hastalar yıllık kontrollere çağrılarak takip edilmelidir. Bu yazıda doğum travması olmayan konjenital asimetrik ağlayan yüz olgusu sunuldu. Sıklıkla izole ve selim bir anomali olmakla beraber majör anomalilerin tespiti için ip ucu olabilir. Hastalar bu açıdan dikkatli değerlendirilmelidir. Hastaların tanı ve tedavisi için multidisipliner yaklaşım gerekebileceği unutulmamalıdır. KAYNAKLAR 1. Lahat E, Heyman E, Barkay A, Goldberg M: Asymmetric crying facies and associated congenital anomalies: prospective study and review of the literature. Journal of child neurology 2000, 15(12):808-810. 6. Aslan Y, Mocan H, Erduran E, Aynaci M, Okten A: Asymmetric crying facies: an index of other malformations. The Turkish journal of pediatrics 1996, 38(2):271-276. 2. Dubnov-Raz G, Merlob P, Geva-Dayan K, Blumenthal D, Finkelstein Y: Increased rate of major birth malformations in infants with neonatal “asymmetric crying face”: a hospital-based cohort study. American jour- 7. Levin SE, Silverman NH, Milner S: Hypoplasia or absence of the de- nal of medical genetics Part A 2007, 143(4):305-310. pressor anguli oris muscle and congenital abnormalities, with special reference to the cardiofacial syndrome. South African medical journal = Suid-Afrikaanse tydskrif vir geneeskunde 1982, 61(7):227-231. 3. Bawle EV, Conard J, Van Dyke DL, Czarnecki P, Driscoll DA: Seven new cases of Cayler cardiofacial syndrome with chromosome 22q11.2 deletion, including a familial case. American journal of medical genetics 1998, 79(5):406-410. 8. Falco NA, Eriksson E: Facial nerve palsy in the newborn: incidence and outcome. Plastic and reconstructive surgery 1990, 85(1):1-4. 4. Sapin SO, Miller AA, Bass HN: Neonatal asymmetric crying facies: a new look at an old problem. Clinical pediatrics 2005, 44(2):109-119. 10. Ulualp SO, Deskin R: Congenital unilateral hypoplasia of depressor an- 5. Cayler GG: Cardiofacial syndrome. Congenital heart disease and facial weakness, a hitherto unrecognized association. Archives of disease in childhood 1969, 44(233):69-75. 11. Nilgün Markal Ertaş BÇ, Hüseyin Borman: KONJENİTAL ASİMETRİK AĞLAYAN YÜZ. Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Dergisi (Türk Plast Cer) 2007, 15(1):37-39. 9. Toelle SP, Boltshauser E: Long-term outcome in children with congenital unilateral facial nerve palsy. Neuropediatrics 2001, 32(3):130-135. guli oris. Case reports in pediatrics 2012, 2012:507248. 5 Olgu Sunumu / Case Report Özofagusta Nadir Görülen Yabancı Cisim An Unusual Foreign Body in Esophagus Emel Ataş BERKSOY1, Tanju ÇELİK1, Nagehan KATİPOĞLU2, Günyüz Temir PADAR3, Barış ERDUR4, Ünsal YILMAZ1, Özlem Bekem SOYLU1 1 Çocuk Acil Servis, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir 2 Çocuk Acil Servis, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir 3 Çocuk Cerrahisi Kliniği, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir 4 Çocuk Gastroenteroloji Kliniği, Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir Özet Özofagus yabancı cisimleri çocukluk çağında sıklıkla görülür ve tanıda gecikme nedeniyle ölümcül komplikasyonlara neden olabilir. Yedi aylık bebek acil servise küpe yutma nedeniyle getirildi. Göğüs radyografisinde üst servikal bölgede küpeye ait görünüm saptandı. Hastanın laboratuar ve fizik muayene bulguları normaldi. Özofagusun üst bölgesindeki küpe rijit özofagoskopi ile çıkarıldı. Anahtar Kelimeler: Bebek, küpe, yabancı cisim Abstract Foreign bodies in esophagus are mostly seen in childhood and when the diagnosis is delayed, it may cause fatal complications. A seven month baby was admitted to the emergency department with an earring swallowing. Chest film of the patient showed the earring in the upper cervical region. Laboratory and physical signs of the patient were normal. The earring in the upper part of the esophagus was removed by rigid esophagoskopy. Key Words: İnfant, earring, foreign body Giriş Yabancı cisim yutulması dünyanın her yerinde sık acil servis başvuru sebepleri arasında olup özofagus yabancı cisimleri acil tanı ve tedaviyi gerektiren çocukluk çağının önemli bir sorunudur (1-3). Özellikle çocukların çevrelerini tanıma dönemi olan 6 ay – 6 yaş arasında yoğun olarak rastlanmaktadır (4). Yabancı cisim yutmaları cisimlerin yapısına, şekline ve cismin gastrointestinal sistemde lokalize olduğu yere ve yutulduktan sonra geçen süreye göre farklı komplikasyonlara yol açabilirler. Mide ve ince bağırsağa geçen yabancı cisimler sıklıkla kendiliğinden atılırlar (5). Yutulan objelerin hepsi özofagustan mideye ilerlemekle birlikte özofagusun doğumsal ya da kazanılmış darlıklarında ve anatomik darlıklarında takılabilirler. Özofagusun anatomik darlıkları özofagusun başlangıcı, arkus aortayı ve sol ana bronşu çaprazladığı yer ve diafragmanın geçtiği yer olmak üzere dört tanedir. (6,7). Çocuklarda en sık yutulan yabancı cisimler plastik oyuncak parçaları ve madeni paralardır (8,9,10). Özellikle çocuklarda daha sık görülmesi ve geç tanı konulduğunda komplikasyonlarının ciddi ve yaşamı tehdit edebilecek özellikte olması nedeniyle önem taşımaktadır. Küpenin özofagusda görülen yabancı cisimler arasın- Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Emel Ataş BERKSOY, Uzm. Dr. Behçet Uz Çocuk Sağlığı Hastalıkları Çocuk Cerrahi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Acil Servis, İzmir, Türkiye. Tel;0 232 489 56 56 Fax:0 232 489 23 15 E mail: emelberksoy@hotmail.com 6 Berksoy ve ark. / Özofagusta Nadir Görülen Yabancı Cisim da nadir olması ve yutan hastanın süt çocuğu döneminde olması nedeniyle bu olguyu sunmayı amaçladık. Olgu Yedi aylık erkek olgu, küpe yutma nedeni ile hastanemiz acil servisine başvurdu. Başvurusundan 2 saat önce yatağın üzerinde bulduğu annesinin küpesini ağzına götürdüğü fark edilen olgunun yakınması yoktu. Küpenin boyutunun yaklaşık 4-5cm. boyutunda olduğu öğrenildi. Fizik muayenesinde yabancı cisme ait görünüm saptanmamış olup orofarinkste sekresyon artışı mevcuttu. Solunum, gastrointestinal ve diğer sistem muayene bulguları olağandı. Oksijen saturasyonu % 98 idi. Direkt ön-arka akciğer grafisinde özofagus üst servikal alanda ucu açık küpeye ait görünüm saptandı. Çocuk Gastroenteroloji ve Çocuk Cerrahisi uzmanları ile görüşülerek olgu fleksibl gastroskop ile girişim için alındı. Küpenin ucunun özofagus birinci darlıkta mukozaya takıldığı görüldü. Genel anestezi eşliğinde rijit özofagoskop içinden yabancı cisim forsepsi ile küpe tutularak bütün olarak çıkarıldı. Mukozada hasarlanma gözlenmedi. İşlem sonrası 2. saatinde oral alıma başlandı. Takibinde yutma güçlüğü ve ek problemi olmadı. Tartışma Özofagus yabancı cisimleri (ÖYC), çocuklarda erişkinlere göre daha sık görülmekte olup olası komplikasyonları nedeniyle acil müdahaleyi gerekli kılmakta ve halen güncelliğini korumaktadır (11). Yutulan nesnenin şekline, yapısına, yerleşim yerine ve yutulduktan sonra geçen zamana, hastanın yaşına bağlı olarak oluşan komplikasyonlara göre değişik semptomlar görülebilir. Özofagus sindirim sistemi kanalının en dar yeridir ve kendi içinde de darlık noktaları vardır. Bu nedenle sindirim sistemindeki yutulan cisimlerin %22-68’ ine özofagusta rastlanmaktadır. Özofagus yabancı cisim yutmaları en sık %44,4 oranında 0-10 yaş arasında görülmektedir. Çocukların bu yaşlarda çevreye ilgilerinin artması, kendi başlarına hareket edebilmeleri, ellerine aldıkları nesneleri tanımak için ağızlarına götürmeleri, nöromusküler mekanizmalarının yeterince gelişmemiş olması ve çiğneme işlemini yeterince yapamayışları nedeniyle özellikle 6 ay- 6 yaş aralığında sıklığı artmaktadır (4). Hastamızın eline geçen objeyi tanımak amacıyla ağzına götürdüğü 7 aylık yaş dönemi ÖYC için riskli bir yaş olup yine de sık görülen yaş grubu içinde yer almamaktadır. Çoğu hastada semptom yoktur, ancak aile çocuğun yabancı cisim yuttuğunu görür ve hastaneye getirir. Semptomlar çoğunlukla komplikasyonlara bağlı olarak gelişir. Bir çalışmada semptomlar sıklık sırasına göre verilen yiyecekleri reddetme, ağızdan su akması, yutma güçlüğü ve yutarken ağrı, kusma, krup belirtileri, interkostal çekilmeler şeklinde belirtilmiştir (12). Yutulan cismin büyüklüğüne bağlı olarak trakeaya basıdan dolayı sık geçirilen üst solunum yolu infeksiyonlarında da akla gelmelidir (13). Bizim hastamızda yakınma yoktu, aile çocuğun küpeyi ağzına götürdüğünü görüp 2 saat içinde hastaneye başvurmuştu. ÖYC’ de özel fizik muayene bulgusu yoktur ancak perforasyon, mediastinit gibi komplikasyonlara bağlı olarak cilt altında krepitasyon, boyunda şişlik, ateş gibi enfeksiyona ait bulgular saptanabilir (14). Hastamızın fizik muayene bulguları normaldi. ÖYC’ den şüphelenilen tüm hastalar direkt postero anterior akciğer, iki yönlü servikal ve abdominal grafi ile değerlendirilmelidir (15). Hastamızın anteroposterior akciğer grafide özofagus boyunca uzanım gösteren küpeye ait görünüm net bir şekilde görülmekteydi (Resim 1). Ülkemizde yapılan 682 olgunun oluşturduğu çalışmada 15 yaş altı ÖYC’ nin % 95’inin metal paralardan kaynaklandığı bildirilmiştir. Metal paralardan sonra toplu iğne, kemik parçası, kuruyemiş kabuğu, çengelli iğne, çivi, vida, kapı kilidi, oyuncak parçası, misket, nazar boncuğu, yüzük, küpe, rozet görülen objeleridir (16). Ülkemizde yapılan yirmi yıllık bir deneyimi içeren çalışmada çocuklarda özafagusu tıkayan yabancı cisimler en sık servikal özofagusta (% 78,6 )saptanmıştır (17). Hastamızda küpe özofagusun birinci darlığında idi. ÖYC’nin tedavisinde; gözlem, foley kateter ile yabancı cismin çıkartılması, rijit veya fleksibl özofagoskopi, Magill forseps ile yabancı cismin çıkartılması, yabancı cismin mideye itilmesi, intravenöz glukagon verilmesi ve cerrahi tedavi gibi yöntemler kullanılabilir (15). Rijit özofagoskopi özellikle keskin kenarlı objeleri çıkartmada ve proksimal özofagusta oldukça etkilidir (13,17). Literatürde rijit özofagoskopinin başarı ve komplikasyon oranları farklı verilmiştir. Berggreen ve arkadaşları(18) %100, Li ve arkadaşları(19) ise %94,1 olarak bildirmişlerdir. Olgumuzda çocuk gastroenteroloji uzmanı tarafından flexible gastroskopi ile özofagus birinci darlıkta açık ucu mukozaya takılan 4-5 cm. boyutunda küpe görüldü ve genel anestezi eşliğine çocuk cerrahi uzmanı tarafından rijit özofagaskop ile komplikasyonsuz çıkarıldı. Yutulan yabancı cisimler arasında nadir görülmesi nedeniyle sunulan bu olgu aracılığıyla literatür bilgileri gözden geçirildi. Resim 1: üst servikal bölgede ucu açık küpeye ait görünüm. 7 Pediatri Uzmanlık Akademisi Dergisi 2014; 2 (1): 6-8 / Journal of Pediatrics Speciality Academy 2014; 2 (1): 6-8 KAYNAKLAR 1. JK, Kim SS, Kim JI, Kim SW, Yang YS, Cho SH, Lee BS, Han NI, Han SW, Chung IS, Chung KW, Sun HS: Management of foreign bodies in the gastrointestinal tract: an analysis of 104 cases in children. Endoscopy 1999; 31:302-304. 2. Macpherson RI, Hill JG, Othersen HB, Tagge EP, Smith CD: Esophageal foreign bodies in children: diagnosis, treatment, and complications. Am J Roentgenol 1996; 166: 919-924. 3. Binder L, Anderson WA: Pediatric gastrointestinal foreign body ingestions. Ann Emerg Med 1984; 13:112-117. 4. Karakuş C,Karabulut R. Turkiye Klinikleri J Surg Med Sci 2007;3(15):5761. 5. Dağlı Ş , Ölçer S, Özdem C: Çocuk ve Erişkinlerde Esofagus Yabancı Cisimleri. Gastroenteroloji 1994; 5: 682-685. 6. Alexander W.J., Kadish J.A., Duntar J.S.:Ýngested foreign bodies in children, Kauffmann H.J.(ed.) : Progress in PediatricRadiology. 2nd Edition. Chicago, Year Book Medical Publishers, 1969. pp. 256-285. 7. Rovin JD and Rodgers BM Pediatric Foreign Body Aspiration. Pediatrics in Review. 2000; 21:86-90. 8. Akçalı Y, Kahraman C, Dural K, ve ark. Pediatrik yaş grubunda özofagus yabancı cisimleri. Pediatrik Cerrahi Dergisi 1990; 4:53-56. 9. Panieri E, Bass DH. The management of ingested foreign bodies in children: a review of 663 cases. Eur J Emerg Med 1995; 2: 83-87. 10. Dokler ML, Bradshaw J, Mollitt DL, et al. Selective management of pediatric esophageal foreign bodies. Am Surg 1995; 61:132-134. 8 11. Vizcarrondo FJ, Brady PG, Nord HJ. Foreign bodies of the upper gastrointestinal tract. Gastrointest Endosc. 1983; 29:208-210. 12. Çobanoğlu U, Can M. 0-7 yaş dönemi çocuklarda özofagus yabancı cisimleri. Van Tıp Dergisi. 2008; 15:51-57. 13. Oyewole M, Ajayi O, Hilger A. Oesophageal foreign body: an unusual presentation J Laryngol Otol. 2013; 127:1242-1243. 14. Liman ŞT, Eliçora A, Topçu S. Yabancı cisim aspirasyonları ve özofagus yabancı cisimleri doi:10.5152/tcb.2012.16. 15. Ashraf O. Foreign body in the esophagus: a review. Sao Paulo Med J. 2006; 124:346-349. 16. İnci İ, Özçelik C, Ülkü R, Eren N. Özefagus yabancı cisimleri: 682 olgunun incelenmesi. Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi. 1999; 7:148-152. 17. Çelik S, Aydemir B, Tanrıkulu H, Okay T, Doğusoy I. Çocuklarda ve erişkinlerde özofagus yabancı cisimleri: 20 yıllık deneyim Ulus Travma Acil Cerrahi Derg 2013; 19:229-234. 18. Berggreen PJ, Harrison E, Sanowski RA, Ingebo K, NolandB, Zierer S. Technique and complications of esophageal foreign body extraction in children and adults. Gastrointest Endosc 1993; 39:626-30. 19. Li ZS, Sun ZX, Zou DW, Xu GM, Wu RP, Liao Z. Endoscopic management of foreign bodies in the upper-GI tract: experience with 1088 cases in China. Gastrointest Endosc 2006; 64:485-492. Olgu Sunumu / Case Report Bilateral Retinal Hemoraji: Rotavirus Gastroenteriti ve Hiponatremik Konvulsiyonun Rolü Bilateral Retinal Hemorrhage: Role of Rotavirus Gastroenteritis and Hyponatremic Convulsion Sinan OĞUZ1, Funda KURT1, Ayhan YAMAN2, Deniz TEKİN1, Tanıl KENDİRLİ2, Emine Zeliha SUSKAN1 1 2 Çocuk Acil Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi,Ankara Çocuk Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi,Ankara Özet: Retinal hemoraji, retinal kapiller damar ağındaki kanın damar dışına çıkması olarak tanımlanmaktadır ve sarsılmış bebek sendromunun önemli bir bulgusudur. Kafa travması sonucu oluşabileceği gibi, sitomegalovirus, sıtma ve bakteriyal menenjit gibi enfeksiyon hastalıklarında; anemi, trombositopeni ve kanama bozukluklarında; damar duvar yapısının bozuk olduğu durumlarda da görülebilmektedir. Rotavirus enfeksiyonuna ensefalit, ensefalopati, serebellit ve nöbet gibi nörolojik bozukluklar eşlik edebilmektedir. Bildiğimiz kadarı ile daha önce retinal hemoraji ile rotavirus enfeksiyonu birlikteliği bildirilmemiştir. Bu yazıda, kliniğimize kusma yakınması ile gelen, izleminde hiponatremik konvülziyon geçiren, bilateral retinal hemoraji saptanan, rotavirus gastroenteritli 3,5 yaşındaki erkek olgu sunulmaktadır. Abstract: Retinal hemorrhage is defined as extravasation of blood from retinal capillaries and is an important feature of shaken baby syndrome. It may occur after head trauma; infectious diseases such as cytomegalovirus, malaria and bacterial meningitis; hematologic diseases such as anemia, thrombocytopenia and bleeding disorders; and structural disorders of blood vessel walls such as hemangioma. Rotavirus infection is associated with some neurological disorders such as encephalitis, encephalopathy, cerebellitis and seizures. To the best of our knowledge, association of retinal hemorrhage with rotavirus infection was not reported. We would like to report a 3,5 years old boy presented with vomiting and hyponatremic convulsion who was diagnosed to have bilateral retinal hemorrhage associated with rotavirus gastroenteritis. Giriş Retinal hemoraji, retinal kapiller damar ağındaki kanın damar dışına çıkması olarak tanımlanmaktadır. Retinal hemoraji sarsılmış bebek sendromunun önemli bir bulgusudur. Ancak öksürme, kusma, ıkınma gibi valsalva manevraları ile venöz sistemde basınç artışı sonrasında da ortaya çıkabilir (1). Bunun yanı sıra anemi, trombositopeni, kanama bozukluları ve lösemi gibi hematolojik hastalıklarda; CMV, sıtma, riketsiya ve bakteriyal menen- jit gibi enfeksiyon hastalıklarında ve damar yapısının bozuk olduğu hemanjiom ve anevrizma gibi durumlarda da görülebilir (1-4). Çok nadir olarak da konvülziyon sonrası retinal hemoraji gelişebilir. Bu nedenle konvülziyon geçiren bir çocukta retinal hemoraji saptanırsa, eşlik edebilecek diğer hastalıklar ayırt edilmelidir[1]. Retinal hemoraji bir çok enfeksiyon hastalıklarının bulgusu olabilmesine rağmen rotavirus gastroenteriti ile ilişkisi bildirilmemiştir Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Sinan OĞUZ, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Kampusu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk Acil Bilim Dalı Cebeci/ANKARA GSM: 0505 3549938 İş: 0312 5956795 Fax: 0312 3191440 sinoguz@yahoo.com 9 Pediatri Uzmanlık Akademisi Dergisi 2014; 2 (1): 9-11 / Journal of Pediatrics Speciality Academy 2014; 2 (1): 9-11 Olgu 3 yaş 2 aylık erkek hasta kliniğimize son 24 saat içinde gelişen iştahsızlık ve toplam 10 kez, az miktarda, fışkırır tarzda olmayan, safrasız kusma yakınmaları ile getirildi. Daha öncesinde sağlıklı olduğu öğrenilen hasta düşkün görünümdeydi, cilt turgor ve tonusu hafif azalmış, göz küreleri çökük, ağız mukozası kuruydu. Fizik muayenesinde ek anormal bulgu saptanmadı. Vücut sıcaklığı 38 °C olup, diğer vital bulguları normal sınırlarda idi. Başvuru sırasında yapılan laboratuar incelemelerinde elektrolit dengesizliği saptanmadı. Hastaya intravenöz hidrasyon uygulandı. Bu dönemde uykuya meyilli ve düşkün görünümde olan hastanın altı kez az miktarda, fışkırır tarzda olmayan, safrasız kusmaları oldu. İzleminin 10. saatinde ateşsiz, yaklaşık bir dakika süren ve diazepam ile kontrol altına alınan jeneralize tonik klonik (JTK) nöbet geçirdi. Daha sonra iki kez daha diazepam ile durdurulan afebril JTK nöbetleri olması üzerine tedaviye fenitoin eklendi. Tekrarlanan nörolojik muayenede pupiller izokorik, ışık refleksi bilateral eşit alınıyor, derin tendon refleksleri normoaktif ve patolojik refleksi ve motor güç kaybı yok idi; duyu muayenesi yapılamadı. Göz dibi incelemesinde bilateral retinal hemoraji saptandı. İntrakranial kanamanın dışlanması için istenen kranial tomografisinde anormal bulgu saptanmadı. Travma ve çocuk istismarı açısından derinleştirilen öyküde ve tekrarlanan fizik incelemede şüpheli bulgu saptanmadı. Genel durumunun kötü olması nedeniyle lomber ponksiyon yapılmadı, ancak santral sinir sistemi enfeksiyonları dışlanamadığı edilemediği için tedaviye asiklovir ve seftriakson eklendi. Tedaviye dirençli nöbetleri nedeni ile tekrarlanan tetkiklerinde serum serum Na 117 mEq/L saptandı ve nöbetlerin hiponatremiye bağlı geliştiği düşünüldü. Hipertonik (%3) NaCl ile sodyum replasmanı başlanan hasta Çocuk Yoğun Bakım Ünitesine nakledildi. İzlemin ikinci gününde batında hassasiyet gelişmesi üzerine istenen abdominal ultrasonografide kendiliğinden redükte olan invajine barsak segmenti ve en büyüğü sağ alt kadranda 24x14 mm boyutlu olmak üzere çok sayıda kalın korteksli mezenterik lenf bezleri saptandı. Aynı gün bilinç bulanıklığı gerileyen hastaya intrakranial enfeksiyonun dışlanması için lomber ponksiyon yapıldı. Beyin omurilik sıvısı (BOS) direkt incelemesinde hücre görülmedi, biyokimyasal analizi normal idi ve kültüründe üreme olmadı. Elektroensefalografi (EEG) incelemesi normal olarak yorumlandı. İzleminin üçüncü gününde sulu dışkılaması gelişen hastanın dışkıda rotavirus antijeni pozitif saptandı. Genel durumu ve serum sodyumu düzelen hastanın antibiyotik ve antikonvülzan tedavisi kesilerek, yatışının yedinci gününde taburcu edildi. Tartışma Menenjit, meningokoksemi, herpetik ensefalit, CMV ve sıtma gibi bazı enfeksiyon hastalıkları ile retinal hemoraji birlikteliği bildirilmiştir (1-4). Menenjitte papil ödem, optik atrofi veya optik diskte solukluk görülebilmesine karşın retinal hemoraji nadiren saptanır. Bununla birlikte, menenjit sırasında artmış intrakraniyal basıncın intraokuler basıncı artırdığı ve retinal hemorajiye neden olabileceği düşünülmektedir (3). Ayrıca enfeksiyonlara ikincil oluşan kanama bozukluğu veya damar duvar yapısının bozulması da retinal hemorajiye neden olabilir (3). Rotavirus enfeksiyonu saptanan olgumuzda koagülasyon parametreleri normal idi. 10 Rotavirus enfeksiyonuna ensefalit, ensefalopati, serebellit ve nöbet gibi nörolojik bozuklukların eşlik edebileceği bilinmesine karşın, patogenezinin detayları anlaşılamamıştır (5). Bu hastaların kan ve BOS örneklerinde rotavirus antijeni tespit edilebilmektedir (6,7). Ancak bir çalışmada rotavirus enfeksiyonu ile ilişkili ensefalopati tanısı alan sekiz hastanın sadece beşinde antijen pozitifliği saptanmıştır (8). Bu durum rotavirus enfeksiyonunun BOS antijen pozitifliği olmadan da nörolojik bulgulara neden olabileceğini göstermektedir. Olgumuzda BOS rotavirus antijeni çalışılmadığı için, nöbet ve retinal hemorajinin rotavirus enfeksiyonuna eşlik eden nörolojik bozukluklar olup olmadığı net olarak anlaşılamamıştır. Olgumuzda, sadece dışkıda rota virus antijeni pozitif olarak bulunmuştur. Retinal hemoraji ile rotavirus gastroenteritinin birlikteliği daha önce bildirilmemiştir. Benzer şekilde, retinal hemoraji ile hiponatremi birlikteliğini gösteren olgu sayısı da oldukça azdır (3,9,10). Krugman ve arkadaşları hiponatremik konvülziyon geçiren iki hastada retinal hemoraji tespit etmişler, ancak bu hastalar sarsılmış bebek sendromu tanısı almışlar ve retinal hemoraji buna bağlanmıştır (9). Hiponatremik nöbet geçiren ve retinal hemorajisi olan 6 aylık bir bebekte ise istismar açısından pozitif bulgu saptanmamıştır. Retinal hemorajinin hipotonik serum ve uzun süren nöbet sonucu oluşabileceği düşünülmüştür (10). Hiponatremik nöbet geçiren 25 hasta serisi olan bir çalışmada ise sadece bir hastada göz dibi incelenmiş ve normal bulunmuştur (11). Başka bir olgu serisinde hiponatremi nedeniyle kaybedilen 16 çocuğun 10 tanesine otopsi yapılmış ve hiç birinde retinal hemoraji görülmemiştir (12). Hiponatreminin beyinde yapısal değişikliklere neden olup olmadığı net değildir. Hiponatremisi olan 27 hastanın beyin tomografisi incelenmiş, hiç birinde ödem, travma veya yapısal anormallik saptanmamıştır (11). Bir başka araştırmada 33 hasta incelenmiş, sadece birinde beyin ve akciğer ödemi saptanmıştır (13). Olgumuzun beyin tomografisinde retinal hemoraji ile ilişkilendirilebilinecek hiponatremiye ikincil herhangi bir yapısal anormallik saptanmadı. Pek çok hastalık ve durum hiponatremiye neden olabilmektedir. Özellikle hastaneye yatırılan çocukların çoğunda, ADH ve ANF düzeyleri normalden daha yüksek olduğu için hiponatremiye eğilim vardır. Bu nedenle idame sıvısında litrede 50 hatta 75 mEq Na bulunmasını önerenler vardır. Olgumuzda idrar osmolalitesi serumdan daha yüksek olduğu için serebral tuz kaybı, yeterli idrar çıkışı olduğu için de uygunsuz ADH sendromu düşünülmedi. Uygun sıvı tedavisine karşın hiponatremi gelişmesi invajine barsak segmentinin sodyum kaybını artırmış olmasına bağlı olabilir. Çocuklarda retinal hemoraji saptandığında öncelikle çocuk istismarı düşünülmelidir. Retinal hemoraji sarsılmış bebek sendromunda %76 oranında görülebilen önemli bir bulgudur. Bir çalışmada olguların %86’sında bilateral retinal hemoraji bulunmuştur (14). Tek taraflı retinal hemoraji sarsılmış bebek sendromunda nadirdir (15, 16). Sarsılmış bebek sendromuna subdural kanama gibi intrakranial patolojiler sıklıkla eşlik etmektedir (14, 17). Olgumuzda bilateral retinal hemorajiye eşlik eden intrakranial herhangi bir patolojisi saptanmamıştır. Erişkinlerde valsalva manevrası sırasında artan gögüs içi basıncı venöz sisteme yansıyarak retinal kapiller sisteme kadar Oğuz ve ark. / Bilateral Retinal Hemoraji: Rotavirus Gastroenteriti ve Hiponatremik Konvulsiyonun Rolü ulaşır ve retinal kanamalara neden olabilir. Bu durum valsalva retinopatisi olarak adlandırılmaktadır. Çocukluk çağında ise şiddetli öksürük veya kusma sonrası yüzde peteşiyal ve subkonjuktival hemoraji sıklıkla karşılaşılan durumlar olmakla birlikte retinal hemoraji tanımlanmamıştır. İki yaş altındaki 35 pertusisli çocukta retinal hemoraji sıklığı bakılmış ve hiç birinde retinal hemoraji saptanmamıştır [18]. Benzer şekilde, iki yaş altı persistan öksürüğü olan 100 çocukta ve yaşları 3–6 ay arası değişen ve pilor stenozu nedeniyle kusan 100 çocuktan hiç birinde retinal hemoraji saptanmamıştır [19,20]. Bu veriler dikkate alındığında, olgumuzun retinal hemorajisinin tekrarlayan kusmaları sırasında artan venöz basınç ile ilişkili olduğu söylenemez. Sonuç olarak, bu makalede tartışılan olguda rotavirüs gastroenteriti sırasında ortaya çıkan retinal hemorajinin, doğrudan rotavirus enfeksiyonuna veya dirençli hiponatremik nöbetlere bağlı olabileceği vurgulanmak istenmiştir. KAYNAKLAR 1. Levin, A.V. Retinal hemorrhage in abusive head trauma. Pediatrics 2010; 126(5): 961-70. water intoxication in infancy: association with commercial bottled drinking water. Pediatrics 1997; 100(6): E4. 2. Lee, J. H, Chin, H. S, Chung, M. H, Moon, Y. S. Retinal hemorrhage in Plasmodium vivax malaria. Am J Trop Med Hyg 2010; 82(2): 219-22. 12. Arieff, A.I, Ayus J.C, Fraser C.L. Hyponatraemia and death or perma- 3. Fraser, S. G, Horgan, S. E, Bardavio, J. Retinal haemorrhage in menin- 13. Farrar, H. C, Chande, V. T, Fitzpatrick, D. F, Shema, S. J. Hyponatremia as the cause of seizures in infants: a retrospective analysis of incidence, severity, and clinical predictors. Ann Emerg Med 1995; 26(1): 42-8. gitis. Eye (Lond) 1995; 9(5): 659-60. 4. Kianersi, F, Masjedi, A, Ghanbari, H. Acute Retinal Necrosis after Herpetic Encephalitis. Case Report Ophthalmol. 2010; 1(2): 85-89. 5. Shiihara, T, Watanabe, M, Honma, A. ve ark. Rotavirus associated acute encephalitis/encephalopathy and concurrent cerebellitis: report of two cases. Brain Dev 2007; 29(10): 670-3. 6. Lynch, M, Lee, B, Azimi, P. ve ark. Rotavirus and central nervous system symptoms: cause or contaminant? Case reports and review. Clin Infect Dis 2001; 33(7): 932-8. 7. Ray, P, Fenaux, M, Sharma, S. ve ark Quantitative evaluation of rotaviral antigenemia in children with acute rotaviral diarrhea. J Infect Dis 2006; 194(5): 588-93. 8. Nakagomi, T, Nakagomi O. Rotavirus antigenemia in children with encephalopathy accompanied by rotavirus gastroenteritis. Arch Virol 2005; 150(9): 1927-31. nent brain damage in healthy children. BMJ 1992; 304(6836): 1218-22. 14. King, W. J, MacKay, M, Sirnick, A. Shaken baby syndrome in Canada: clinical characteristics and outcomes of hospital cases. CMAJ 2003; 168(2): 155-9. 15. Healey, K, Schrading, W. A case of shaken baby syndrome with unilateral retinal hemorrhage with no associated intracranial hemorrhage. Am J Emerg Med 2006; 24(5): 616-7. 16. Arlotti, S. A, Forbes, B. J, Dias, M. S, Bonsall, D. J. Unilateral retinal hemorrhages in shaken baby syndrome. J AAPOS 2007; 11(2): 175-8. 17. Jenny, C, Hymel, K. P, Ritzen, A, Reinert, S. E, Hay, T. C. Analysis of missed cases of abusive head trauma. JAMA 1999; 281(7): 621-6. 18. Curcoy, A. I, Trenchs, V, Morales, M, Serra, A, Pou, J. Is pertussis in infants a potential cause of retinal haemorrhages? Arch Dis Child 2012; 97(3): 239-40. fancy: association with retinal hemorrhages and physical child abuse? Pediatr Emerg Care 2000; 16(6): 432-4. 19. Goldman, M, Dagan, Z, Yair, M, Elbaz, U, Lahat, E. Severe cough and retinal hemorrhage in infants and young children. J Pediatr 2006; 148(6): 835-6. 10. Rubin, D. Christian C. Retinal hemorrhages in infants with hyponatremic seizures. Pediatr Emerg Care 2001; 17(4): 313-4. 20. Herr, S, Pierce, M. C, Berger, R. P, Ford, H, Pitetti, R. D. Does valsalva retinopathy occur in infants? An initial investigation in infants with vomit- 9. Krugman, S. D, Zorc, J. J, Walker, A. R. Hyponatremic seizures in in- 11. Bruce, R.C, Kliegman R.M, Hyponatremic seizures secondary to oral ing caused by pyloric stenosis. Pediatrics 2004; 113(6): 1658-61. 11 Özgün Araştırma / Original Article Rotavirüs Gastroenteriti İle İlişkili Süt Çocuğunun Benign Afebril Konvülsiyonları: Olguların Değerlendirmesi Rotavirus Gastroenteritis Associated with Benign Infantil Afebrile Convulsions: Evalution of Cases Yasemin TOPÇU1, Erhan BAYRAM1, Pakize KARAOĞLU1, Uluç YİŞ1, Semra HIZ1 1 Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir Rotavirüs Gastroenteriti İle İlişkili Süt Çocuğunun Benign Afebril Konvülsiyonları: Olguların Değerlendirmesi Özet Rotavirüs, gastrointestinal semptomlar yanında birçok nörolojik komplikasyona da neden olabilmektedir. Gastroenterit ile ilişkili benign konvülsiyonlar sıklıkla gastroenteriti bulunan öncesinde sağlıklı olan altı ay ile üç yaş arasındaki çocuklarda ortaya çıkan konvülsiyonlar olarak tanımlanmaktadır ve rotavirüs en sık sebebidir. Bu sunumda gastroenteriti ile birlikte tekrarlayan afebril konvülsiyonları gelişen ve rotavirüs antijeni pozitif saptanan altı olgunun klinik ve laboratuvar bulgularını değerlendirdik. Olgularımızın yaşı 8 ay ile 34 ay arasında değişmekteydi. Olgularımızın beşi erkek biri kız idi. Tüm olgularımızın laboratuvar tetkik sonuçları normaldi. İnceleme yapılabilen beş olgunun elektroensefalografi bulguları normal saptandı. Üç ay süre ile fenobarbital tedavisi verilen bir hasta dışındaki hiçbir olguya uzun süreli antiepileptik tedavi verilmedi. Gastroenterit ve tekrarlayan afebril konvülsiyonlar ile başvuran süt çocuklarında rotavirus enfeksiyonu mutlaka akılda tutulmalıdır. Rotavirüs ilişkili benign afebril konvülsiyonu bulunan çocuklarda aşırı tetkik, yoğun ve uzun süreli antiepileptik tedaviden kaçınılmalıdır. Anahtar kelimeler: Afebril konvülsiyon, rotavirus, gastroenterit, süt çocuğu Rotavirus Gastroenteritis Associated With Benign İnfantil Afebrile Convulsions: Evalution Of Cases The rotaviral infections may cause serious damage to the central nervous system of affected children. Benign infantil afebril convulsions associated with gastroenteritis sometimes occur in infants and young children and rotavirus is major causative agent. The condition is characterized by previously healthy infants and young children aged six months to three years. We evaluated clinic and laboratory findings of six patients with afebrile convulsions. There were five girls and one boy. The age of the patients ranged from 8 to 34 months old. Laboratory tests of all the our cases were normal. Electroencephalograms, obtained for five patients, were normal. No long-term anticonvulsants were administered, except for one patient who received oral phenobarbital therapy for three months. None of the cases was observed seizure recurrence during the follow-up time. This entity should be considered in infants presenting with gastroenteritis and recurrent non-febrile convulsions. Extreme examination and aggressive treatment should be avoided in cases with rotavirus associated benign infantil afebrile convulsions. Key words: Afebril convulsion, rotavirus, gastroenteritis, infant Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Yasemin Topçu, MD Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Nöroloji Bilim Dalı, İzmir Tel: +90 5054934070 e-mail: drytopcu@yahoo.co.uk 12 Topçu ve ark. / Rotavirüs Gastroenteriti İle İlişkili Süt Çocuğunun Benign Afebril Konvülsiyonları: Olguların Değerlendirmesi Giriş Rotavirüs enfeksiyonları genellikle dehidratasyon ve elektrolit bozukluğuna yol açabilen, gastrointestinal sistemde lokalize, kendini sınırlayan bir enfeksiyon olarak bilinir. Gastrointestinal semptomlar yanında birçok nörolojik komplikasyona da neden olabilmektedir. Nörolojik tutulumunun nedeni henüz aydınlatılamamıştır. Menenjit, ensefalit, febril konvülsiyon, ensefalopati, hemorajik şok, santral pontin myelinozis, Guillian-Barré sendromu ve Reye sendromu bugüne kadar bildirilen nörolojik tablolardır. Rotavirüs gastroenteriti ile ilişkili benign süt çocuğu konvülsiyonları da klinikte karşılaşılaşılan nörolojik komplikasyonlardan biridir. Gastroenterit ile ilişkili benign konvülsiyonlar sıklıkla gastroenteriti bulunan ve öncesinde sağlıklı olan altı ay ile üç yaş arasındaki çocuklarda ortaya çıkan konvülsiyonlar olarak tanımlanmaktadır. Konvülsiyonlar sıklıkla afebrildir, kümeler şeklinde olmaya eğilimlidir ve gastroenteritin bir ile beşinci günü arasında ortaya çıkmaktadır. Olguların interiktal elektroensefalografi (EEG) ve laboratuvar tetkikleri normaldir. Rotavirüs, gastroenterit ilişkili benign süt çocuğu konvülsiyonlarının en sık sebebidir (1). Bu sunumda gastroenterit ile birlikte tekrarlayan afebril konvülsiyonları gelişen ve rotavirüs pozitif saptanan altı olgunun klinik ve laboratuvar bulguları değerlendirilmiştir. Olgular Olgu 1 Sekiz buçuk aylık erkek olgu nöbet geçirme ve ishal şikâyetiyle getirildi. İki gün önce ateşin eşlik etmediği bol sulu ishal yakınmasının başladığı, tüm vücutta kasılma, sıçrama, morarma ve ardından gevşeme şeklinde yaklaşık bir dakika süren nöbetinin olması üzerine hastanemize yönlendirildiği öğrenildi. Başvuru sırasında ardarda üç kez tekrarlayan afebril nöbeti gözlenen olgunun öyküsünden ilk kez altı aylıkken gastroenterit ile birlikte tekrarlayan afebril nöbetleri olması nedeniyle yatırılarak tetkik edildiği ve tetkiklerinin (EEG, beyin manyetik rezonans, beyin omurilik sıvısı) normal saptandığı belirtildi. Özgeçmişinden aralarında birinci derece akrabalık olan sağlıklı anne ve babanın beşinci çocuğu olarak sorunsuz doğduğu, nöromotor gelişiminin yaşına uygun seyrettiği ve hala kızında mental retardasyon olması dışında ailede bilinen nörolojik hastalık bulunmadığı öğrenildi. Fizik muayenede postiktal konfüzyon ve derin tendon reflekslerinde canlılık dışında patoloji saptanmadı. Laboratuvar tetkiklerinde; serum glukoz ve elektrolitleri normal tespit edildi. Akraba evliliği öyküsü bulunması nedeniyle yapılan metabolik tetkiklerde ( Laktik asit, pirüvik asit, amonyak, idrar-kan amino asitleri) patoloji saptanmadı. EEG ve beyin MR’ı normal olan hastanın dışkısında rotavirüs antijeni pozitif saptandı. Fenobarbital tedavisi başlanan olgunun nöbeti izlemde tekrarlamadı. İzlemin üçüncü ayında fenobarbital tedavisi kesildi. Olgunun klinik, laboratuvar ve radyoloji bulguları tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. Olgu 2 Dokuz aylık erkek olgu nöbet geçirme şikayeti ile getirildi. Olgunun ilk kez iki gün önce bir buçuk dakika süren jeneralize tonikklonik vasıfta nöbetinin olduğu, ertesi gün nöbetin benzer şekilde tekrarladığı ve ayrıca iki gündür devam eden bol sulu ishal yakınmasının olduğu, ateş yüksekliği ve kusmanın eşlik etmediği öğrenildi. Öyküsünden anne-baba arasında akrabalık bulunmadığı, nöromotor gelişim basamaklarının yaşına uygun olarak normal seyrettiği, yenidoğan döneminde hipokalsemi nedeniyle tetkik edildiği, izole primer hipoparatiroidi tanısı aldığı ve kalsiyum ile birlikte D vitamini tedavisi kullandığı öğrenildi. Olgunun nörolojik ve sistemik muayenesi olağandı. Laboratuvar tetkiklerinde; serum glukoz, elektrolit, karaciğer ve böbrek fonksiyon parametreleri normal saptandı. EEG ve beyin MR normaldi. Olguda dışkı rotavirüs antijeni pozitif saptandı. Rotavirüs gastroenteriti ile ilişkili benign süt çocuğu konvülsiyonu olarak değerlendirildi. İzlemde nöbeti tekrarlamayan olgu nöbete yönelik tedavi başlanmadan taburcu edildi. Olgunun klinik, laboratuvar ve radyoloji bulguları tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. Olgu 3 Sekiz aylık erkek olgu nöbet geçirme şikayeti ile acil servise başvurdu. Nöbetin jeneralize tonik vasıfta olduğu, yaklaşık iki-üç dakika sürdüğü ve ateşin eşlik etmediği belirtildi. Daha öncesinde sağlıklı olan olgunun bir gündür bol sulu ishali olduğu öğrenildi. Anne ve baba arasında akrabalık bulunmadığı, nöromotor gelişim basamaklarının yaşına uygun olarak normal seyrettiği belirtildi. Soygeçmişte özellik yoktu. Fizik muayenede patoloji saptanmadı. Laboratuvar tetkiklerinde; hemogram, serum glukoz, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, serum Ca, P ve Na normal tespit edildi. EEG’de zemin ritmi 8-10 α olarak değerlendirildi ve epileptik aktivite saptanmadı. Dışkı rotavirüs antijeni pozitif saptanan olgu, gastroenterite yönelik destek tedavi sonrasında taburcu edildi. İzlemde nöbet tekrarlamadı. Olgunun klinik, laboratuvar ve radyoloji bulguları tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. Olgu 4 İki yaş on aylık kız olgu nöbet geçirme nedeniyle acil servise getirildi. Olgunun uykudan uyanarak çığlık attığı, ardından jeneralize tonik vasıfta iki dakika süren nöbet geçirdiği, o sırada ateş yüksekliğinin bulunmadığı belirtildi. Bilinen herhangi bir hastalığı olmayan olgunun dört gündür bol sulu, mukus ve kan içermeyen ishal ve ara ara ateş yüksekliğinin olduğu öğrenildi. Anne ve baba arasında akrabalık bulunmadığı, nöromotor gelişim basamaklarının yaşına uygun olarak normal seyrettiği ve dayıda febril konvülsiyon geçirme öyküsü bulunduğu belirtildi. Fizik incelemesinde halsiz görünüm ve uykuya eğilim dışında patoloji saptanmadı. Beyin-omurilik sıvısı direkt bakısında hücre tespit edilmedi. Beyin omurilik sıvısı(BOS) incelemesinde protein 56 mg/dL, glukoz 78 mg/dL (eş zamanlı kan şekeri 129 mg/dL) İdi. BOS kültüründe üreme olmadı. BOS serolojisi (Adenovirus, varisella zoster virus, enterovirus, herpes simplex virus) negatif saptandı. Başvuruda ateşin eşlik etmediği nöbetlerin üst üste iki kez tekrarlaması nedeniyle olguya diazepam uygulandı ve fenitoin tedavisi başlandı. Beyin bilgisayarlı tomografisi (BT) normal olan hastanın EEG’sinde epileptik aktivite saptanmadı. Hemogram, serum glukoz, elektrolitler, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normal olan hastada dışkı rotavirüs antijeni pozitif tespit edildi. İzlemde nöbetin tekrarlamaması üzerine fenitoin azaltılarak kesildi. İshali 13 Pediatri Uzmanlık Akademisi Dergisi 2014; 2 (1): 12-16 / Journal of Pediatrics Speciality Academy 2014; 2 (1): 12-16 gerilen ve oral alımı düzelen olgu taburcu edildi. Olgunun klinik, laboratuvar ve radyoloji bulguları tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. Olgu 5 Bir yaş dokuz aylık erkek olgu nöbet geçirme şikayeti nedeniyle acil servise getirildi. Nöbetin jeneralize tonik klonik vasıfta olduğu, beş dakika sürdüğü ve ateşin eşlik etmediği belirtildi. Olgunun iki gün önce kusma şikayetinin başladığı, bir tıp merkezinde sıvı tedavisi aldığı ve yeni başlayan bol sulu ishal yakınmasının olduğu belirtildi. İzlem sırasında yaklaşık üç dakika süren nöbet tekrarı gözlenen hastaya rektal diazepam uygulandı. Anne ve baba arasında akrabalık bulunmadığı, nöromotor gelişim basamaklarının yaşına uygun olarak normal seyrettiği belirtildi. Soygeçmişte özellik yoktu. Fizik muayenede patoloji saptanmadı. Laboratuvar tetkiklerinde; hemogram, serum glukoz, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, elektrolitleri normal tespit edildi. EEG’de epileptik aktivite saptanmadı. Dışkı rotavirüs antijeni pozitif saptanan olgu, gastroenterite yönelik destek tedavisi düzenlendi. İzlemde nöbeti tekrarlamayan hasta taburcu edildi. Olgunun klinik, laboratuvar ve radyoloji bulguları tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. Olgu 6 Dokuz aylık erkek olgu nöbet geçirme şikayeti ile getirildi. Nöbetin jeneralize tonik vasıfta olduğu ve 38,4ºC ateşin eşlik ettiği belirtildi. Daha öncesinde sağlıklı olan olgunun üç gündür bol sulu ishali bulunduğu ve ilk kez ishal ortaya çıkmadan bir gün önce üç dakika süren ateşin eşlik etmediği jeneralize tonik vasıfta nöbetinin olduğu öğrenildi. Anne baba arasında akrabalık bulunmayan hastanın nöromotor gelişim basamakları yaşına uygun idi. Fizik muayenesinde patoloji saptanmadı. Laboratuvar tetkikleri ve EEG incelemesi normal olarak değerlendirildi. Dışkı rotavirüs antijeni pozitif saptanan olgu, gastroenterite yönelik destek tedavi sonrasında taburcu edildi. Olgunun klinik, laboratuvar ve radyoloji bulguları tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. Tartışma Süt çocuğu ve erken çocukluk döneminde görülen gastroenteritle ilişkili benign konvülsiyonlar sıklıkla Japonya, Hong Kong, Tayvan gibi doğu Asya ülkelerinden bildirilmiştir (2,3). Daha az sıklıkla da ABD, İspanya, İngiltere ve Fransa’dan da bildirilen olgular bulunmaktadır (4). Japonya’da yapılan çalışmada rotavirüs gastroenteriti bulunan olguların %2,6’sında konvülsiyon ortaya çıktığını belirlemişlerdir (2). Patogenez tartışmalı olmakla birlikte rotavirüsun kendisinin direkt santral sinir sistemi infeksiyonuna yol açarak nöbet ve ensefalopatiye neden olması en olası mekanizma olarak gösterilmektedir (5). Beyin omurilik sıvısında rotavirüs revers transkriptaz-PCR pozitifliğini gösteren yayınlar bulunması bu teoriyi desteklemektedir (6). Ayrıca hayvan çalışmalarında, virüsün inokulasyonu ardından bağırsak dışı sıvılarda rotavirüs saptandığı gösterilmiştir (7). Bu bilgilere rağmen, bugüne kadar çocuklarda beyin omurilik sıvısında rotavirüs gösterilememiştir. Rotavirüsun direkt etki yanında indirekt etki ile de konvülsiyona yol açabileceği bildirilmektedir. Rotavirüs ile ilişkili konvülsiyonu 14 bulunan olguların beyin omurilik sıvısındaki nitrik oksit seviyelerinin kontrol ve menenjit, febril konvülsiyon gibi diğer mekanizmalarla meydana gelen konvülsiyonları bulunan olgulara göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bu bulgular rotavirüs infeksiyonun nitrik oksit artışına yol açarak nörotoksisiteye yol açmış olabileceğini düşündürmektedir (8). İn vitro olarak rotavirüsun nöronlarda replike olduğu ve dendritik çıkıntılarda NSP4 gibi viral proteinlerin saptandığı bildirilmiştir (9). NSP4’nin infekte olmuş gastrointestinal epitel hücrelerinde intraselüler kalsiyum mobilizasyonunu stimüle ettiği, gastrointestinal sistemde hücre ölümüne yol açtığı gösterilmiş (10) ve kalsiyum kanal fonksiyon etkilenmesinin nörotoksisite ve nörotransmitter salınımında bozulmaya neden olabileceği bildirilmiştir (11). Rotavirüs, gastroenterit ilişkili süt çocuğu benign konvülsiyonlarının en sık sebebidir ve çok sayıda olguda rapor edilmiştir. Olgularda tipik olarak elektrolit dengesizliği ve metabolik bozukluk bulunmaz ve konvülsiyonlar genellikle afebrildirler. Nöbetler genellikle generalize olmakla birlikte parsiyel ve sekonder jeneralize parsiyel nöbetler de bildirilmiştir. Çoğu hastada birden fazla kümeler halinde nöbet olmaktadır ve literatürde bu oranın %41 ile %80 arasında değiştiği bildirilmiştir (12). Nöbetler bir saniye ile birkaç dakika arasında sürmektedir ve genellikle statusa yol açmamaktadır. Bu nedenle konvülsiyonlar çoğunlukla uzun süreli ve çoklu antiepileptik tedavi gerektirmemektedir. Fasheh ve arkadaşları, Avrupa’dan yapılan en çok olgu sayısını içeren bir çalışmada, gastroenterit ile ilişkili benign süt çocuğu konvülsiyonu bulunan olguları değerlendirmişlerdir (13). Bu çalışmada 28 olgu değerlendirmişler ve konvülsiyonların olguların %61’inde jeneralize tonik klonik, %31’inde jeneralize tonik vasıfta olduğunu bildirmişlerdir. Olguların %71,4’ünde birden fazla konvülsiyon meydana geldiğini ve %46’sında da kümeler (üç ile altı arasında) halinde ortaya çıktığını belirlemişlerdir. Konvülsiyon süresinin 30 sn ile 10 dakika arasında değiştiği ve tümünün ilk 24 saat içerisinde meydana geldiği bildirmişlerdir. Etken olarak rotavirüsü, değerlendirmenin yapılabildiği 22 olgunun %50’sinde pozitif olarak saptamışlar ve tüm olguların laboratuar ve EEG değerlendirme sonuçlarının normal olduğunu bildirmişlerdir (13). Olgularımızın yaşı 8 ay ile 34 ay arasında değişmekteydi. Olgularımızın beşi erkek biri kız idi. Olgularımızın 4’ünde gastroenteritin birinci günü konvülsiyon gözlenirken bir olguda dördüncü günde konvülsiyon meydana geldi. Bir olgu da ise ilk konvülsiyon ishal başlangıcından bir gün önce gözlendi. Olgu 1 ve 4’te nöbetler küme halinde meydana gelirken, olgu 2 ve 3’de tek nöbet gözlendi. İki olguda da gastroenterit seyrinde aralıklı olarak konvülsiyon tekrarı meydana geldi. Olgularımızın 3’ünde nöbetler jeneralize tonik-klonik şeklinde, diğer üçünde jeneralize tonik şeklinde meydana geldi. Olgularımızda nöbet süresi bir ile beş dakika arasında değişti. Tüm olgularımızın laboratuvar tetkik sonuçları normaldi. Beş olgunun interiktal EEG incelemesi normal olarak değerlendirildi. Bir olguya ailenin kabul etmemesi nedeniyle EEG incelemesi yapılamadı. Gastroenterit ilişkili benign süt çocuğu konvülsiyonları kısa süreli olmaları, çoğunlukla EEG anormalliğinin bulunmaması nedeniyle yoğun ve uzun süreli antiepileptik tedavi gerektirmemektedir. Fasheh ve arkadaşları, olgularında gözlenen yetmiş Topçu ve ark. / Rotavirüs Gastroenteriti İle İlişkili Süt Çocuğunun Benign Afebril Konvülsiyonları: Olguların Değerlendirmesi yedi konvülsif epizodun 22’sine medikasyon uygulandığını ve bu konvülsiyonların 15 ‘inde diazepam, 6’sında sodyum valproat, 1’inde fenobarbital kullanıldığını bildirmişlerdir (13). Olgularının üçünde (%10,7) taburculuk sonrası 7, 15, 60 gün süre ile valproat tedavisine devam edildiğini bildirmişlerdir. Olguları üç ay ile yedi yıl arasında değişen sürede takip etmişler ve sadece bir olguda ikinci bir ateşsiz diyare atağı sırasında konvülsiyonların tekrarladığını belirlemişlerdir (13). Hung ve arkadaşları rotavirüs gastroenteritine bağlı olarak konvülsiyonları gelişen 40 olguyu değerlendirmişler, bu olguların %25’ine hastane yatışı sırasında fenobarbital tedavisi başlandığını ve sadece %5 olguda taburculuk sonrası fenobarbital tedavisine devam edildiğini bildirmişlerdir (14). Fenobarbital, diazepam öncelikle tercih edilen antiepileptikler olmakla birlikte Motoyoma ve arkadaşları rotavirüsle ilişkili benign konvülsiyonlarda karbamazepin tedavisinin etkili olduğunu saptamışlardır (15). Konvülsiyon tekrarı olması nedeniyle olgu 1’e fenobarbital, olgu 4’e ise diazepam ve fenitoin tedavileri uygulandı. Olgu 4’ün fenitoin tedavisi taburculuk öncesi kesilirken olgu 1’in fenobarbital tedavisine üç ay süre ile devam edildi. Olgu 5 ve 6’a ise konvülsiyon sırasında bir kez diazepam uygulandı. Taburculuk sonrasında olgularımızın hiçbirinde nöbet tekrarı gözlenmemekle birlikte olgu 1’in daha önceki gastroenterit atağı sırasında mey- dana gelen afebril konvülsiyon öyküsü, bu olguda gastroenterit ilişkili benign süt çocuğu konvülsiyonlarının tekrarladığını düşündürdü. Santral sinir sistemi görüntüleme çalışmaları ve beyin omurilik sıvısı değerlendirmesi izole afebril konvülsiyon ile başvuran, menenjit/ensefalit bulguları bulunmayan gastroenteritli çocuklarda çoğunlukla gerekli değildir (14). Değerlendirmemizde olgu 1’e afebril konvülsiyonların kümeler halinde gözlenmesi ve öncesinde de afebril konvülsiyon öyküsü bulunması nedeniyle, olgu 2’ye de izole primer hipoparatiroidi tanısı ile izleniyor olması nedeniyle beyin MRG yapıldı ve normal olarak değerlendirildi. Olgu 1’de akraba evliliği öyküsü bulunması nedeniyle nörometabolik hastalıkları dışlamak amacıyla metabolik değerlendirme yapıldı ve herhangi bir anormallik saptanmadı. Sadece olgu 4’e ensefalit/ menenjit ayırıcı tanısı amacıyla beyin BT, BOS incelemesi yapıldı ve sonuçlar normal saptandı. Rotavirüs gastroenteriti ile ilişkili benign süt çocuğu afebril konvülsiyonları iyi seyirlidir. Gastroenterit ve tekrarlayan afebril konvülsiyonlar ile başvuran süt çocuklarında ayırıcı tanıda mutlaka rotavirüs enfeksiyonu düşünülmelidir. Olguların klinik özellikleri iyi değerlendirilmeli, aşırı tetkik, yoğun ve uzun süreli antiepileptik tedaviden kaçınılmalıdır. Tablo 1. Rotavirüs Gastroenterit İlişkili Benign İnfantil Konvülsiyonlu Olguların Klinik Özellikleri. Olgu Yaş Cinsiyet 1 2 3 4 5 6 8 ay 15 gün 8 ay 9 ay 2 yaş 10 ay 1 yaş 9 ay 9 ay Erkek Erkek Erkek Kız Erkek Erkek Konvülsiyon Başlangıç Günü 1 1 1 4 1 İshal başlangıcından 1gün önce Konvülsiyon Sayısı 4 1 1 3 2 2 Konvülsiyon Süresi 1 dk 1,5 dk 2-3 dk 2 dk 5 dk 2-3 dk Tedavi Fenobarbital Diazepam,fenitoin Diazepam Diazepam Tablo 2. Rotavirüs Gastroenterit İlişkili Benign İnfantil Konvülsiyonlu Olguların Laboratuvar ve Radyolojik Özellikleri. Glukoz (mg/dL) Na⁺ (mmol/L) K⁺ (mmol/L) Cl⁻ (mmol/L) Lökosit sayısı (mm3) C-reaktif protein (mg/dL) BUN (mg/dL) Kreatinin (mg/dL) Rotavirüs PCR BOS değerlendirme SSS Görüntüleme EEG 97 136 4.2 1 9800 1.2 15 0.36 Pozitif Beyin MRG N Normal 122 135 3.9 107 10500 4.1 11 0.38 Pozitif Beyin MRG N Normal 118 138 4.6 110 8600 0.8 17 0.41 Pozitif - 87 129 4.1 108 10200 2.1 18 0.39 Pozitif BOS N Beyin BT N Normal 106 135 3.8 108 9600 1.1 7 0.42 Pozitif Normal 114 131 3.2 97 8300 2.6 13 0.41 Pozitif Normal N;Normal, BOS; Beyin omurilik sıvısı, PCR; Polimeraz zincir reaksiyonu, SSS; Santral sinir sistemi, EEG; Elektroensefalografi 15 Pediatri Uzmanlık Akademisi Dergisi 2014; 2 (1): 12-16 / Journal of Pediatrics Speciality Academy 2014; 2 (1): 12-16 KAYNAKLAR 1. Gomara MI, Auchterloine A, Zaw W,et al. Rotavirus gastroenteritis and CNS infection: characterization of the VP7 and VP4 genes of rotavirus strains isolated from paired fecal and cerebrospinal fluid samples from a child with CNS disease. J Clin Microbiol 2002; 40: 4797-99. 2. Abe T, Kobayashi M, Araki K,et al. Infantile convulsions with mild gastroenteritis. Brain Dev 2000;22:301-6. 3. Okumura A, Uemura N, Negoro T, Watanabe K. Efficacy of antiepileptic drugs in patients with benign convulsions with mild gastroenteritis. Brain Dev 2004;26:164-7. 4. Gόmez C, García MA, Monasterio L, et al. Benign seizures associat- trite/nitrate levels in patients with rotavirus gastroenteritis induced convulsion. Life Sci 2004;74:1397-405. 9. Weclewicz K, Svensson L, Kristensson K. Targeting of endoplasmic reticulum-associated proteins to axons and dendrites in rotavirus-infected neurons. Brain Res Bull 1998;46:353-60. 10. Morris A, Scott J, Ball J, Zeng C, O’Neal W, Estes M. NSP4 elicits agedependent diarrhea and Ca(2+) mediated I(-) influx into intestinal crypts of CF mice. Am J Physiol 1999;277:G431-4. 11. Difazio MP, Braun L, Freedman S, Hickey P. Rotavirus-induced seizures in childhood. J Child Neurol 2007;22:1367-70. ed with mild gastroenteritis: a propos of two cases. An Pediatr (Barc). 2005;63:558-60. 12. Uemura N, Okumura A, Negoro T, et al. Clinical features of benign con- 5. Goldwater P, Rowland K, Power R, et al. Rotavirus encephalopathy:pathogenesis reviewed. J Paediatr Child Health 2001;37:206-9. 13. Fasheh Youssef W, Pino Ramírez R, Campistol Plana J, Pineda Marfa M. Benign afebrile convulsions in the course of mild acute gastroenteri- 6. Nishimura S, Ushijima H, Nishimura S, et al. Detection of rotavirus in cerebrospinal fluid and blood of patients with convulsions and gastroenteritis by means of the reverse transcription polymerase chain reaction. Brain Dev 1993;15:457-9. 7. Shaw D, Morehouse L, Solorzano R. Rotavirus replication in colostrumfed and colostrum-deprived pigs. Am J Vet Res 1989;11:1966-70. 8. Kawashima H, Inage Y, Ogihara M, et al. Serum and cerebrospinal ni- 16 vulsions with mild gastroenteritis. Brain Dev 2002;24:745-9. tis: a study of 28 patients and a literature review. Pediatr Emerg Care 2011;27:1062-4. 14. Hung JJ, Wen HY, Yen MH, Chen HW, Yan DC, Lin SJ, Lin TY, Hsu CY. Rotavirus gastroenteritis associated with afebrile convulsion in children: clinical analysis of 40 cases. Chang Gung Med J 2003;26:654-9. 15. Motoyoma M, Ichiyama T, Matsushige T, Kajimoto M, Shiraishi M, Furukawa S. Clinical characteristics of benign convulsions with rotavirus gastroenteritis. J Child Neurol 2009;24:557-61. Olgu Sunumu / Case Report Tülay ÖZTÜRK, Handan GÜLERYÜZ Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Radyolojisi Bilim Dalı-İZMİR Ateş yüksekliği ve öksürük nedeni ile antibiyoterapi başlanan, ancak öksürüğün sebat etmesi yakınması ile getirilen 2 yaşında erkek hastanın akciğer grafisi Resim 1’de görülmektedir. Soru: Akciğer grafisini yorumlayınız ve anormal bulguları belirtiniz. Resim 1: Akciğer grafisi. Tanınız Nedir? Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Tülay Öztürk, Handan Güleryüz, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Radyolojisi Bilim Dalı-İZMİR ozturktulay@gmail.com 17 Pediatri Uzmanlık Akademisi Dergisi 2014; 2 (1): 17-19 / Journal of Pediatrics Speciality Academy 2014; 2 (1): 17-19 Yanıt: Akciğer grafisinde sağda obstrüktif amfizem ile uyumlu havalanma artışı, minör fissürde superiora doğru yer değişikliği, diyaframda düzleşme, kot aralıkarında artış, mediastinal şift, pnömomediastinum ve boyunda cilt altı amfizemi izlenmektedir. Ayrıca sağ akciğer alt zonda parakardiyak bölgede tubuler bronşiektaziler ve retiküler opasiteler izlenmektedir (Resim1). Bu bulgularla ayırıcı tanıda büyük hava yolu obstrüksüyonu, bronş basısı yapabilecek hiler kitleler (nadir), yabancı cisim aspirasyonu, pnömoni (özellikle stafilokok pnömonisi), bronşiektazi, astım, pulmoner vasküler sebepler (pulmoner arter hipoplazisi, konjenital lober amfizem vb.) düşünülebilir. Akciğer bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesinde sağ akciğer alt ve orta lobda hava hapsi, mediastende buna bağlı sola doğru şift, pnömomediastinum ve boyunda cilt altı amfizemi ile uyumlu serbest hava dansiteleri (Resim 2 ve 3), intermedier bronş lümeninde obstruksiyona sebep olan nodüler dansite (Resim 4) görülmesi yabancı cisim aspirasyonu tanısını düşünmemizi sağlamıştır. Yabancı Cisim Aspirasyonu, Eşlik Eden Pnömomediastinum Ve Cilt Altı Amfizemi Yabancı cisim aspirasyonları ve özefageal yabancı cisimler özellikle çocukluk çağında hayatı tehdit eden acillerdendir. En sık 6 ay – 3 yaş arasında görülür. Erkek çocuklarda daha sık görülmektedir. Asemptomatik olabileceği gibi, çok ciddi solunum yolu komplikasyonlarına neden olabilmektedirler. Aspirasyonun sağ ana bronşun daha geniş çaplı olması ve yere daha dik olarak devam etmesi nedeniyle daha çok sağ ana bronşa olması beklenir. Sol ana bronş ise daha açılı ve dardır. Ancak her iki ana bronş arasındaki bu farklılık ve açılanma 15 yaşından sonra gerçekleşir. Bu nedenle küçük çoçuklarda sağ ve sol ana bronşa aspirasyon oranları birbirine yakındır (1,2). Hastanın kliniği aspirasyonun zamanına, cismin yerine, yer değiştirip değiştirmediğine ve hava yolu tıkanıklığının derecesine bağlıdır. Yabancı cisim aspirasyonunda hastalar dramatik dönem, asemptomatik dönem ve semptomatik dönem olarak üç evre geçirebilirler. Dramatik dönem, ölüm riskinin en yüksek olduğu yabancı cismi aspire ettikten hemen sonraki evredir. Ani başlayan öksürük en önemli semptomlardan biridir. Sağlıklı çocukta ani başlayan dispne, öksürük ve siyanoz tanı koydurucudur. Başta kuru ve spazmodik olan öksürük zamanla irritatif ve nöbetler halinde gelir. Yabancı cismin hareketi, o bölgedeki irritasyon ve ödem öksürüğe neden olur. Bu aşamada tanı konulmazsa daha sonra sekresyon retansiyonu ve buna bağlı enfeksiyon gelişir. Üst hava yolunda olan ya da bilateral olarak aspire edilen yabancı cisimlerde siyanoz gelişir. Dispne ve hırıltılı solunum yine önemli semptomlardır. Stridor yabancı cismin larenks ya da servikal trakeada olduğunu gösterir, çok acil olarak müdahalede bulunulmasını gerektirir. Bronşiyal yerleşimli yabancı cisimlerde öksürük, wheezing, hemoptizi, dispne, solunum zorluğu, ateş ve siyanoz gözlenebilir. Semptomatik dönem yabancı cisimin hava yolunda oluşturduğu inflamasyona, cismin kendisine, striktür ve inflamatuar polip gelişmesine bağlı postobstrüktif enfeksiyon ile başlar (1). Hastada atelektazi, pnömoni, abse, bronşiektazi ve harap olmuş akciğer gelişebilir. Öksürük, ateş, balgam çıkarma ve hemoptizi vardır (1,3). Akciğer grafileri tanı koymada oldukça önemlidir. Radyolojik bulgular hava yolunun obstrüksiyon derecesine bağlı olarak değişiklik gösterirler. Normal akciğer grafisi yabancı cisim aspirasyonunu ekarte ettirmez. Erken dönemde çekilen akciğer grafilerinde doğrudan ya da dolaylı bulgular vardır. Doğrudan bulgu yabancı cismin görülmesidir. Bunun için yabancı cismin radyoopak olması gerekir. Ancak, çocuklar tarafından aspire edilen yabancı cisimler çoğunlukla radyolusen olup akciğer grafisinde görüntülenemez. Bu nedenle dolaylı bulguların tanınması önem taşımaktadır. Dolaylı bulgular arasında hava hapsi, mediastinal şift, obstrüktif amfizem, atelektazi, pnömoni, lober kollaps ve konsolidasyon bulunur (1,3). İntralüminal yabancı cisimler bronşu total tıkamamışlarsa inspiryum sırasında bronşun genişlemesiyle beraber o loba ya da o taraf akciğere hava girişi olur, ancak ekspiryum sırasında bronş daraldığı için yabancı cisim tam tıkanıklık oluşturarak havanın hapsolmasına neden olur. Bunun sonucunda etkilenmiş tarafta obstrüktif amfizem gelişecektir. Obstrüktif amfizemde akciğer grafisinde o tarafta havalanmada artışı ve buna bağlı karşı tarafa doğru mediastinal şift görülür. Etkilenmiş tarafta interkostal aralıklar genişlemiştir ve diyafram düzleşmiştir. Geç dönemde ise radyolojik bulgu olarak tekrarlayan ve ilaçlara dirençli pnömoniler, bronşiektazi, akciğer apsesi ve nadiren pnömomediastinum gözlenebilir (1). BT akciğer parankimi, bronşial sistem ve mediastenin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. BT intrabronşial yabancı cisim ve ikincil parankimal değişikliklerin saptanmasında oldukça yararlıdır (2). Bronşial oklüzyon ve post-obstrüktif hiperinflasyona sekonder intraalveoler basınç artışı, perivasküler interstisyel bağ doku ile yüksek basınç gradienti oluşmasına neden olabilir. Pulmoner arterlerin çevresindeki perivasküler doku mediastenle ilişkili olup, perivasküler interstisyel dokuya geçen alveoler ya da bronşial sistemdeki hava buradan mediastene geçerek pnömomediastinuma, buradan da boyun ve göğüs duvarına geçerek cilt altı amfizemine neden olur. Öksürük ile ilişkili boyunda diffüz şişme pnömomediastenin bir parçası olarak cilt altı amfizeme bağlı gelişebilir. Ayrıca hava retroperitoneal bölge ve epidural alana da uzanım gösterebilir (2). Çocukluk yaş grubunda özellikle ilk 3 yaşta ani başlayan alt solunum yolu semptomlarında, tekrarlayan ya da tedaviye dirençli alt solunum yolu enfeksiyonlarında, astım olarak tedavi edilen çocuklarda ve solunum arresti ile acil servislere başvuran, fakat entübe edildiği halde rahat havalandırılamayan çocuklarda yabancı cisim aspirasyonu düşünülmelidir (1). 18 Öztürk ve ark. / Tanınız Nedir? Resim 1 Resim 1: Ön-arka akciğer grafisinde sağda obstrüktif amfizem ile uyumlu havalanma artışı, minör fissürde superiora doğru yer değişikliği, diyaframda düzleşme, kot aralarında artış ve mediastinal şift izlenmektedir. Ayrıca pnömomediastinum ile uyumlu olarak mediastinal vasküler yapılar ve timus bezi çevresinde havaya ait görünüm ve boyunda yumuşak dokuda cilt altı amfizemi izlenmektedir. Sağ akciğer alt zonda parakardiyak bölgede tubuler bronşiektaziler ve retiküler opasiteler mevcuttur. Resim 2 Resim 3 Resim 4 Resim 2, 3: Aksiyel akciğer BT kesitinde ve koronal reformat görüntüde sağ akciğer alt ve orta lobda hava hapsi, mediastende buna bağlı sola doğru şift, pnömomediastinum ve boyunda cilt altı amfizemi ile uyumlu serbest hava dansiteleri izlenmektedir. Ayrıca sağ akciğer alt lobda geç dönem komplikasyonu olarak tubuler bronşiektaziler izlenmektedir. Resim 4: Akciğer BT incelemesinde koronal reformat görüntüde (mediasten penceresinde) intermedier bronş lümeninde obstruksiyona sebep olan yabancı cisme ait olabilecek nodüler dansite (ok) izlenmektedir. KAYNAKLAR 1. Liman ŞT, Eliçora A, Topçu S. Yabancı cisim aspirasyonları ve özefagus yabancı cisimleri. Toraks Cerrahisi Bülteni 2012; 2:94-103. 2. Wani NA, Qureshi UA, Kosar T, Laway MA. Subcutaneous emphysema due to bronchial foreign body demonstrated by multidetector-row computed tomography. Lung India 2011; 28:291-293. 3. Rovin JD, Rodgers BM. Pediatric foreign body aspiration. Pediatr Rev 2000; 21:86-90. 19 Olgu Sunumu Sakine IŞIK, Şule ÇAĞLAYAN SÖZMEN Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Alerji-İmmunoloji Bilim Dalı, İzmir Olgu sunumu Dokuz yaşında erkek hasta halsizlik, solukluk, eforla ortaya çıkan nefes darlığı ve öksürük yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayenesinde solukluk, 1/6 sistolik üfürüm ve çomak parmak (Resim 1) mevcut idi. Tam kan sayımı demir eksikliği anemisi ile uyumlu olan hastanın kan biyokimyasında indirek hiperbiluribinemi belirlendi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral yaygın alveolar opasite saptandı (Resim 2). Bronkoalveolar lavaj sıvısının histopatolojik görünümü Resim 3 ve 4’te görülmektedir. Resim 1 Resim 2 Resim 3 Resim 4 Tanınız Nedi̇ r? Yazışma Adresi/Adress for Corrospendence: Sakine IŞIK Çocuk Alerji ve İmmunoloji Bilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İzmir 20 Işık ve ark. / Tanınız Nedi̇ r? Soru Klinik ve laboratuar bulgular, radyolojik ve patolojik değerlendirme ile tanınız nedir? Yanıt Ağır demir eksikliği anemisi ve solunum sistemi yakınmaları da olan hastanın akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral alveolar radyoopasiteler saptanmıştır (Resim 2). Mevcut bulgular ile hastada pulmoner hemosiderozis düşünülerek fiberoptik bronkoskopi ile bronkoalveolar lavaj uygulanmıştır. Bronkoalveolar lavaj sıvısında hemosiderin yüklü makrofajlar (Resim 3,4) görülen hastada alveolar hemoraji sendromları etyolojisine yönelik olarak bakılan anti glomerüler bazal membran antikoru, ANA, anti-dsDNA, p-ANCA, c-ANCA, anti doku transglutaminaz IgA, anti gliadin IgA, anti gliadin IgG antikorları, inek sütü spesifik IgE antikoru, inek sütü epidermal deri testi ve ekokardiyografi incelemeleri normal olarak değerlendirilmiştir. İdiyopatik pulmoner hemosiderozis düşünülen hastaya 2 mg/kg/gün metilprednizolon peroral başlanmıştır. İzlemde hastada mevcut olan anemi, indirek hiperbiluribinemi ve radyolojik patolojilerde düzelme saptanmıştır. Demir eksikliği anemisi etyolojisi araştırılan ve nedeni aydınlatılamayan, solunum sistemi yakınması olan hastalarda akciğer grafisi istenmeli, bilateral infiltrasyon varlığında ayırıcı tanıda pulmoner hemosiderozis düşünülmelidir. İdiyopatik pulmoner hemosiderozis İdiyopatik pulmoner hemosiderozis özellikle çocukluk çağında görülen, tekrarlayan alveolar hemoraji epizodları ile seyreden nadir bir hastalıktır. Diffüz alveolar hemoraji hemoptizi, dispne, akciğer grafisinde alveolar opasite ve anemi ile karakterizedir. İdiyopatik pulmoner hemosiderozisin etyolojisi bilinmemekle birlikte hastaların immunsupresif tedaviden fayda görmesi altta immunolojik süreçlerin sorumlu olabileceğini düşündürmektedir. Hastalığın insidans ve prevelansı bilinmemektedir. Vakaların %80’i çocukluk çağında olup hastalık genel olarak 10 yaşından önce ortaya çıkmaktadır (1,2). Klinik olarak hastalarda anemi semptomları tek bulgu olabileceği gibi, hemoptizi, dispne, öksürük, büyüme gelişme geriliği görülebilir. Hemoptizi çocukluk çağında daha nadir olup büyüme-gelişme geriliği ve anemi daha ön plandadır. Hastalarda fizik muayenede solukluk, akciğer muayenesinde raller, %20 oranında ise hepatosplenomegali saptanabilir (1-3). Laboratuar bulgularında hafif-ağır düzeyde demir eksikliği anemisi genellikle tek bulgudur. Hastada koagulopati, trombositopeni, hepatik disfonksiyon, glomerulonefrit olması ayırıcı tanıda diğer diffüz alveolar hemoraji sendromlarını düşündürmelidir. Plazma biluribin ve idrar ürobilinojen seviyelerinde artma da görülebilir. Radyolojik olarak akciğer grafisi ve tomografisinde özellikle orta ve alt loblarda belirgin bilateral aveolar radyoopasiteler, solunum fonksiyon testlerinde resktriktif patern görülebilir. Balgam ve bronkoalveolar lavaj sıvısı incelemelerinde tipik olarak hemosiderin yüklü makrofajlar görülebilir, görülmemesi tanıyı ekarte ettirmez; bu durumda gerekirse hastaya tanı için akciğer biyopsisi uygulanabilir. Klinik, laboratuar ve bronkoalveolar lavaj sıvısı bulguları ve toraks tomografi bulguları pulmoner hemosiderozis için tipikse ve immun aracılı hastalıklar açısından bakılan serolojik incelemeler negatif ise nadiren akciğer biyopsisi gerekmektedir (4). Diğer diffüz alveolar hemoraji sendromlarından ayırım için ANA, anti ds-DNA, ANCA, anti glomerüler bazal membran antikorları, antifosfolipid antikorları, romatoid faktör, çölyak hastalığı açısından anti doku transglutaminaz ve anti-endomisyal antikorlar, heiner sendromu açısından inek sütü spesifik IgG ve IgE antikorları bakılmalıdır. Tedavide heiner sendromu düşünülürse süt ve süt ürünü diyeti, eşlik eden çölyak hastalığı varsa glutensiz diyet faydalı olabilmekle birlikte (5), ana tedavi sistemik steroidlerdir. Bazı hastalarda alveolar hemorajinin kontrol altına alınamadığı veya sistemik steroid dozunun azaltılamadığı durumlarda sistemik kortikosteroidlerle kombine olarak azotioprin, hidroksiklorokin, siklofosfamid gibi immunsupresif ilaçlar kullanılabilir (3,6,7). İmmunsupresif tedavi alan hastaların başta enfeksiyonlar olmak üzere yan etkiler açısından takip edilmesi gerekmektedir. Tedaviye yanıtı değerlendirmede hemoptizide azalma, demir eksikliğinde ve akciğer grafisindeki radyoopasitelerde düzelme kullanılabilir. KAYNAKLAR 1. Soergel KH. Idiopathic pulmonary hemosiderosis; review and report of two cases. Pediatrics. 1957 Jun;19(6):1101-8 2. Morgan PG, Turner-Warwick M. Pulmonary haemosiderosis and pulmonary haemorrahage. Br J Dis Chest 1981;75 (3):225-42. 3. Ioachimescu OC, Sieber S, Kotch A. Idiopathic pulmonary haemosiderosis revisited. Eur Respir J 2004;24 (1):162-70. 4. Kabra SK, Bhargava S, Lodha R, et al. Idiopathic pulmonary hemosiderosis: clinical profile and follow up of 26 children. Indian Pediatr 2007;44 (5):33338. 5. Milman N, Pedersen FM. Idipathic pulmonary haemosiderosis. Epidemiology, pathogenic aspects and diagnosis. Respir Med 1998;92 (7):902-7. 6. Airaghi L, Ciceri L, Giannnini S, et al. Idiopathic pulmonary hemosiderosis in an adult. Favourable response to azathioprine. Monaldi Arch Chest Dis 2001; 56 (3):211-3. 7. Huang SH, Lee PY, Niu CK. Treatment of pediatric idiopathic pulmonary hemosiderosis with low dose cyclophosphamide. Ann Pharmacother 2003;37 (11):1618-21. 21
© Copyright 2024 Paperzz