Son Sayı - Azınlıkça Haber

azınlıkça
ΤΕΥΧΟΣ 81
SAYI 81
ΑΥΓΟΥΣΤΟΣ 14 AĞUSTIOS 14
ΤΙΜΗ 3€
FİYATI 3€
BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİ w w w . a z i n l i k c a . n e t
ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ
81
Yunanistan’dan
Gazze’ye
yardım
Gazze’ye giden
Yunanlı doktorlar:
CEHENNEMİ
YAŞADIK!
Azınlıkça 81’i
cep telefonuna
indir:
Azınlıkça
1
AZINLIKÇA
BU AY
Azınlıkça81
BATI TRAKYA
AYLIK HABER
YORUM DERGİSİ
AĞUSTOS 2014
YIL: 10 SAYI: 81
Azınlıkça Online
www.azinlikca.net
Twitter: @azinlikca
Kuruluş: Ağustos 2004
ΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ
ΜΗΝΙΑΙΟ
ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ
ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ
ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ
ΑΥΓΟΥΣΤΟΣ 2014
ΕΤΟΣ: 10 NO:81
SAHİBİ-SORUMLUSU
ΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣ
EVREN DEDE
GENEL KOORDİNATÖR
ΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣ
AYDIN BOSTANCI
YAYIN YÖNETMENİ
ΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣ
İBRAM ONSUNOĞLU
Bir fotoğrafın hikayesi:
Tabancalı Hacı
Türkiye Başbakan Yardımcısı
Emrullah İşler’i Gümülcine’de
hoş bir sürpriz bekliyordu.
Zira kendisine 1959’lu yıllarda
Gümülcine’de vaizlik görevini
ifa eden babası Hafız Abdullah
İşler’in bir fotoğrafı takdim edildi.
Kahire’deki El Ezher Üniversitesindeki talebeliği sırasında bölgemize
vaiz olarak gelen Hafız Abdullah
İşler, Gümülcine’nin merkez camileri Yeni ve Eski Camii ile Kesikbaş
Camilerinde vaizlik görevlerinde
bulunmuş. sayfa 8
Γιώργος Δούδος
ΤΜΗΜΑ ΙΣΛΑΜΙΚΩΝ
ΣΠΟΥΔΩΝ ΣΤΗΝ
ΘΕΟΛΟΓΙΚΗ ΣΧΟΛΗ ΤΟΥ
Α.Π.Θ..
Η ανακοίνωση για την
ίδρυση τμήματος Ισλαμικών
Σπουδών στη Θεολογική
Σχολή του Αριστοτέλειου
Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης,
ανέδειξε τις φοβικές
εμμονές που διακατέχουν
Ορθόδοξους Χριστιανούς,
χωρίς να εξαιρούνται Ιεράρχες
της Ελλαδικής Εκκλησίας,
κατά του Ισλάμ. σελ. 26
Dimo Yağcıoğlu
AP seçimleri sonrası
Batı Trakya ve Azınlık:
Atina’dan görebildiklerim
Bilindiği gibi, 25 Haziran 2014
tarihinde yapılan Avrupa
Parlamentosu seçimlerinin,
Yunanistan kamuoyu için
en dikkat çeken, hatta en
sarsıcı sonuçlarından biri,
Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi’nin
(DEB’in) Batı Trakya’da, özellikle
Rodop ve İskeçe seçim
bölgelerinde, aldığı çok
yüksek oy oranlarıydı. DEB, bu
seçimlerde muhtemelen kendi
beklentilerini de aşarak... sayfa 20
İNTERNET SORUMLUSU
FATİH NAZİFOĞLU
BU SAYIDA YAZARLAR
Aydın Bostancı
Dimostenis Yağcıoğlu
Γιώργος Δούδος
Herkül Millas
İbram Onsunoğlu
ADRES
Anemonis 12
69100 Komotini - Greece
e-mail: azinlikca@yahoo.com
Tel: +30 6944749374
Fax: +30 25310 63345
ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣ
Ιδιώτες. : 36 €
Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 €
Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 €
Δήμοι: 98 €
Euro Κοινότητες: 72 €
2
Aydın Bostancı
Azınlıkça
İçindekiler
3
4
8
14
20
24
26
33
34
37
38
39
Meriç nehrinde pirana vardı bir ara! Editör
Irak’ta ölüm pazarı!
Bir fotoğrafın hikayesi: Tabancalı Hacı Aydın Bostancı
Azınlık aleyhtarı kampanyalar ve Frangos Frangulis İbram Onsunoğlu
AP seçimleri sonrası Batı Trakya ve Azınlık: Atina’dan görebildiklerim D. Yağcıoğlu
Huzur duası Herkül Millas
ΤΜΗΜΑ ΙΣΛΑΜΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΣΤΗΝ ΘΕΟΛΟΓΙΚΗ ΣΧΟΛΗ ΤΟΥ Α.Π.Θ. Γιώργος Δούδος
Glezos’tan Rusya lideri Putin’e mektup
Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Yunanistan’daki sandıklardan ne çıktı?
Metropolitlerden İslam Bilimleri Bölümü hakkında ortak açıklama
Gazze’ye giden Yunanlı doktorlar: CEHENNEMİ YAŞADIK!
Yunanistan’dan Gazze’ye 500 bin euro
AZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİ
ΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ
www.azinlikca.net
Meriç nehrinde pirana vardı bir ara!
Yunanistan’ın dört bir yanınnda Gazze’ye destek eylemleri düzenleniyor. Yunan toplumunun Filistinlilere olan sevgisi ve desteği yeni değil, Yaser Arafat döneminde de bu böyleydi.
Ekonomik krizle boğuşan halk kendi küçük imkanlarıyla Gazzelilere destek olabilmek
amacıyla ilaç topluyor, konserler düzenliyor. Kriz döneminde boğulurken, üstelik cebinde üç
beş kuruşu bile yokken veya işten çıkarılmışken bir başkasına yardımcı olmak yürek ister,
bilinç ister... Kendisine zor ilaç bulan Yunan halkının evindeki ilaçları getirerek Gazzeliler
için bağışlaması bu anlamda önemliydi. Belki maddi değeri küçüktü bu yardımların ancak
manevi değeri çok fazlaydı.
Batı Trakya’da da hakeza Gazze için eylemler düzenlendi. Gümülcine Belediye Meclis üyeleri Gazze için açıklama kararı aldı, İskeçe’de Danışma Kurulu destek yürüyüşü düzenledi.
Dünya kendi seyrinde dönmüyor bu aralar! Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Ukrayna’da,
Libya’da ve daha pekçok yerde masum insanlar ölüyor. Aslında ırkın, dinin, dilin, mezhebin
bu savaşta yeri ön cephede görülse bile gerçekte insanlık ölüyor. Umarız bu sancılı dönem bir
an önce son bulur.
*
Atina’da cumhurbaşkanlığı ve erken genel seçim tartışmaları süredursun, taşrada doğal
afetler ve tarlalardaki zarar konuşuluyor. Öyle böyle değil, Batı Trakya’da bu yıl çok fazla doğal
afet yaşandı. Bölgede dolu, fırtına, sel derken Evros’ta hortum bile görüldü. Tarım üreticileri
bu yüzden sıkıntılı bir dönem geçiriyor. Zararlarının hakkıyla tazmin edilmesini istiyorlar.
*
Batı Trakya’daki hayvan üreticileri de bir yıldır hastalık üstüne hastalıkla uğraşıyor. Koyun
çiçeği marazı ayrı dert, mavi dil hastalığı ayrı dert, durdur durdurabilirsen! Veterinerler tam bir
bölgeyi karantinaya alıyorlar, bakıyorsun başka yerde hastalık yeniden ortaya çıkıyor. Şükür
koyun çiçeği marazı hiç değilse şimdilik durdu, mavi dil hastalığı ise devam ediyor. Mavi dil
hastalığı sivrisinekle bulaşıyor. E sinek bu zaten, uçup duruyor, ülkeler arasında sınır varmış
nereden bilecek hayvan! Dolayısıyla kimden bulaştığı çok da önemli olmuyor, hastalık yüzünden Yunanistan dışında Bulgaristan ve Türkiye de muzdarip. Batı Trakya, üç ülkenin kesiştiği
noktada olduğu için hangi birinde hastalık olsa bize yansıyor. Tabii bunun tersi de geçerli,
bizdeki bir salgın da oralara ulaşabiliyor. Dolayısıyla deriz ki, tarım ve hayvancılık sektörlerinde hastalık ve salgınlar her geçen yıl daha fazla görülürken üç ülkenin veterinerleri ve tarım
mühendisleri daha sıkı işbirliğine gitmeli.
*
Girit’te bulunan timsah Sifi bu satırlar yazılırken hala yakalanamamıştı. İster istemez bu
olay aklımıza iki yıl önce Meriç nehrinde bulunan piranayı getirdi. Meriç’e oltasını sallayan
balıkçının şansına pirana düşmüştü. Şükür, o günden sonra başka pirana çıkmadı, filmlerde
seyrettiğimiz gibi piranalar Meriç’te ne var ne yok parçalamadılar.
Hem Girit desen bize çok uzak. Sifi gibi bir timsah derdimiz yok bölgede.
O yüzden içimiz rahat, iliklerimize kadar yazın verdiği rehaveti hissediyoruz...
editör
Azınlıkça
3
Irak’ta ölüm
PAZARI
IŞİD teröründen kaçarak
dağlara sığınan binlerce
Türkmen, Ezidi, Hıristiyan,
Şia, Süryani, Alevi ve
diğer azınlıkların
dramı sürüyor.
4
Azınlıkça
Azınlıkça
5
IŞİD tehdidinden kaçarak dağlara sığınan onbinlerce Türkmen, Ezidi, Hıristiyan, Süryani ve diğer azınlıkların dramı sürüyor.
Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşed Salihi, Telafer
Türkmenlerinin, büyük bir insanlık dramı yaşadıklarını söyledi.
Salihi, Kerkük’te partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, “Ülkede yaşanan şiddet
olayları nedeniyle göç etmek zorunda kalan Türkmenler, büyük bir insanlık dramı yaşıyor. Sağlıksız
şartlar nedeniyle 10 Türkmen çocuğu hayatını kaybetti. Evlerini terketmek zorunda kalan Türkmenler,
derme çatma çadırlarda, inşaatlarda, yol kenarlarında
yaşam mücadelesi veriyor” dedi.
Salihi, Telafer, Tuzhurmatu, Tazehurmatu ve Diyaladaki çatışmalardan kaçan Türkmen sayısının 300
bini aştığını kaydetti.
Telafer’den kaçan binlerce Türkmen, gidecekleri yerleri olmadığı için Irak Kürdistan Bölgesel
Yönetimi’nin başkenti Erbil’in girişindeki Hazir
kontrol noktasındaki çölde ve Erbil’deki bir depoda 45-50 derece sıcaklıkta aç-susuz kaderlerine terk
edildi. Sıcaktan her gün küçük çocukların ve yaşlıların öldüğü bölgede konuştuğumuz Türkmenler,
“Burada Arap’ın, Kürt’ün sahibi var, bir tek Türkmenlerin yok” diyorlar.
Öte yandan IŞİD tehdidinden kaçarak Irak’ın Musul kentine bağlı Sincar Dağı’na sığınan binlerce
Ezidi’nin de dramı sürüyor.
Acımasız IŞİD’in yarattığı tehditten en çok etkilenenler de günlerdir aç ve susuz olan binlerce Ezidi
arasındaki çocuklar...
Yıkanmak için bile su bulamayan masum yavrucakların kir içindeki yüzlerini temizleyen ise göz pınarlarından akan yaşlar...
Terör örgütü Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) öncülüğündeki silahlı grupların, ülke geneline yaydığı
şiddetten kaçıp, Sincar (Şengal) Dağı’na sığınan
Ezidilerin “ölüm yürüyüşü” sürüyor. Gazeteciler Ezidilerin kaçış yolcuğunu başlangıç ve bitiş noktasına
kadar takip etti.
6
Azınlıkça
Sincar Dağı’nda mahsur kalan Ezidilerin yürek burkan dramlarının sekizinci günü. Musul’un Sincar
ilçesinin, IŞİD’in kontrolüne geçmesinin ardından
ölüm tehdidi altında kalan Ezidilerin yolculuğu Irak
topraklarında başlıyor.
Uzunluğu 75 kilometre olan Sincar Dağı’na sığınan
Ezidilerin, mahsur kaldıkları bölgeden ve katliamdan kurtulmaları için tek bir çıkış noktası bulunuyor. Kerze Vadisi denilen çıkışa, dağın farklı noktalarından binbir zahmetle ulaşabiliyor.
Vadide toplanan Ezidiler, gruplar halinde yola çıkıyor. Ezidilerin, Kerze Vadisi’ne ulaşabilmeleri ise
oluşturulan güvenlik koridoru sayesinde sağlanıyor.
Vadinin yüksek yerlerini kontrol altına alan Halk
Savunma Güçleri (YPG) unsurları, Ezidileri, IŞİD
saldırılarından koruyor. Zira sadece birkaç kilometre
ötede saldırı konumunda bekleyen IŞİD militanları
bulunuyor.
Hatta güvenlik koridorunun bazı bölgelerinde IŞİD
militanlarıyla, Peşmerge ve YPG güçleri arasında
çetin çatışmalar yaşanıyor. IŞİD’in havan topu saldırılarından yaralanan veya hayatını kaybedenler
oluyor.
Dağdan yara almadan inenler, Kerze Vadisi’nin güvenlikli çıkışından yürümeye başlıyor. Irak topraklarında yürüyerek devam eden yolculuk, yaklaşık beş
saat sürüyor. Ancak günlerdir açlık ve susuzluktan
dolayı halsiz düşen Ezidiler, yürümekte büyük zorluk çekiyor.
Uzunluğu 100 kilometreyi bulan yolda, 50 derece
sıcaklığın altında yürüyenler arasında zayıf ve hasta
olanlar, bayılıp düşüyor.
Yürümekte zorluk çekip gidemeyenler, gidenlerin
arkasında bakakalırken, katetmesi gereken uzun mesafesi olanlar ise bir an önce canını kurtarmanın telaşını yaşıyor.
Irak topraklarından Suriye’ye geçen Ezidiler, karşılaştıkları insanlara, ilk olarak “Su yok mu” diye soruyor. Ardından konuşmaya mecali olanlar, içlerini
dökmeye başlıyor.
Bizi bekleyen kimse yok mu? Binebileceğimiz araçlar
nerede? Allah rızası için bizi kurtarın!.. Bir yudum
su verin.
Yürek parçalayan diyaloglar... Ezidiler, yeni bir Halepçe yaşandığı iddiasındalar. Bunun için sanatçı Şivan Perwer’in “Halepçe” türküsünün sözlerini haykırıyorlar.
Ölüm yürüyüşünde sadece diyaloglar değil, manzara
da iç parçalıyor. Susuzlukta dudakları çatlayan minik
çocuklar ağlıyor. Anneler gözyaşları döküyor. Babalar ise bir şey yapamamanın çaresizliği içinde yaşananlara isyan ediyor.
Kopan terliğinin iple bağlayanlar, yürüyemeyen annelerini sırtlarında taşıyan yorgun omuzlar ve düşüp
geride kalanları feryat ve figanları..
Suriye’ye giren Ezidiler, IŞİD saldırılarındankurtuluyor. Ancak daha katetmeleri gereken uzun bir yolları olduğunu bile bilmiyorlar. “Nereye gideceğiz?”
türündeki meraklı sorular, cevap bulmazken kilometrelerce yolda kaybolmamak için uzun kuyruklar
oluşturuyorlar.
Suriye’nin daha güvenli bölgelerinde ise sürekli olarak bir araç trafiği yaşanıyor. Onlarca kamyon, kamyonet, midibüs ve taksi, Cezaa ve Rimelan arasında
sığınmacı taşıyor.
İki günlük yürüyüşün ardından Ezidiler, araçların
bulunduğu yere ulaşıyor. Burada araçlara binenler,
Suriye’nin Rimelan bölgesine getiriliyor. Rimelan’ın
girişinde oluşturulan karşılama noktasında acil ihtiyacı giderilen Ezidiler, Suriye’deki Demokratik Birlik
Partisi’nin (PYD) kurduğu Nevroz Kampı’na getiriliyor
Derik’in üç kilometre kuzeyindeki Nevroz Kampı’nda
özellikle hasta olanlara yapılan müdahalenin ve kısa
bir dinlenmenin ardından yeni bir yolculuk başlıyor.
Irak’a gelmek isteyenler, bu kez de Derik’ten Zaho’ya
ulaşmak için yollara düşüyor.
Suriye-Irak sınırındaki Peşhabur Gümrük Kapısından geçerek Zaho’ya giriş yapıyorlar. Burada ise onları Peşmerge güçleri karşılıyor.
Zaho’ya giriş sırasında duygulu anlar yaşanıyor. “Durumunuz nasıl?, Nasıl Kurtuldunuz” sorularına mu-
Ölüm yürüyüşünde sadece diyaloglar
değil, manzara da iç parçalıyor. Susuzlukta dudakları çatlayan minik çocuklar
ağlıyor. Anneler gözyaşları döküyor. Babalar ise bir şey yapamamanın çaresizliği
içinde yaşananlara isyan ediyor.
hatap kalan Ezidiler, gözyaşlarına boğuluyor. Yüzlercesi, “Peşmerge bize sahip çıkmadı. Savaşmamız için
de silah vermedi” görüşünü dile getiriyor.
Ailesiyle birlikte canını zor kurtardığını söyleyen Hıdır Şeyko, “Açlık ve susuzluktan dolayı ölen çocuklar
oldu. Günlerce bekledik. Ardından ölümüne bir yolculuk yaptık. Kimisi, bu yolculuğa dayanamadı. Bize
sahip çıkmadılar” dedi.
On günlük bebeğiyle dağda bir hafta büyük eziyetler çektiğini kaydeden Hayo Şakır da “O kabus dolu
günlerde doğum yapan kadınlar oldu. Ölen anneler
ve bebekler gördüm” diye konuştu.
Yedi gün boyunca annelerini sırtlarında taşıyan dört
kardeşten biri olan Mervan Haci ise şunları anlattı:
“80 yaşındaki Hazal annemizi bir haftadır dağda
sırtımızda taşıyoruz. Bir birimizin yanından ayrılmıyoruz çünkü annemizi bir yerden bir yere taşımak
zorundayız. Annemizi kurtardık ancak yakını ölen
çok insan gördük.”
Kamyon kasasındaki bir Ezidi, “Havar, havar..” diye
haykırıyor. Ardından “Yazdır, sıcaktır. Su, su” feryadı
çevredeki insanları gözyaşlarına boğuyor. Yolculuk
boyunca buna benzer çok sayıda olay yaşanıyor.
Sincar Dağı’ndaki esaret sekizinci gününe girdi.
Dağda mahsur kalan Ezidilerin büyük bölümü kurtarıldı. Ancak hala ölümle karşı karşıya kalan ve bir
an önce kurtarılmayı bekleyen binlerce sığınmacı
bulunuyor.
Musul’un Sincar ilçesi IŞİD militanları tarafından
ele geçirildikten sonra sayıları 30 bini bulan Ezidiler, bölgedeki tek yüksek nokta olan Sincar Dağı’na
sığınmıştı.
Azınlıkça
7
Genç Bakış
Bir fotoğrafın hikayesi: Tabancalı Hacı
13 Temmuz Pazar günü bölgemizin üst düzey bir ziyaretçisi vardı.
Aydın Bostancı
bostanciaydin@yahoo.com
Twitter: @AydinbostanciBT
Hafız Abdullah İşler,
Gümülcine’nin merkez
camileri Yeni ve Eski
Camii ile Kesikbaş
Camilerinde vaizlik
görevlerinde bulunmuş.
Hafız Abdullah İşler’in
hafızlığını ise bugünkü
Eski Cami imamı ve o
dönemde Mısır’da El
Ezher Üniversitesi’nde
öğrenim gören Hafız Abdullah Tevfik,
Kahire’nin meşhur camilerinden Hz. Zeynep
Camii’nde dinlemiş.
T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler. Sayın İşler’e bölgemizi
ziyaretinde Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Başkanı Serdar Çam, TİKA Balkanlar ve Doğu
Avrupa Daire Başkanı Mahmut
Çevik, İslam Tarih, Sanat ve Kültür
Araştırma Merkezi (IRCICA) Genel Direktörü Dr. Halit Eren, AKP
Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin,
İpsala Kaymakamı Mehmet Ali Gürbüz, Edirne Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük ve Rodop
PASOK milletvekili Ahmet Hacıosman eşlik etti.
T.C. Başbakan Yardımcısı temaslarına ilk olarak İskeçe’den başladı ve İskeçe Seçilmiş Müftüsü
Ahmet Mete’yi makamında ziyaret
ettikten sonra, İskeçe Türk Birliği
ve İskeçe Balkan kolunun meşhur
köyü Şahin’i ziyaret etti. Daha sonra Gümülcine’ye geçen T.C. Başbakan Yardımcısı, Gümülcine Seçilmiş
Müftüsü İbrahim Şerif ile görüştükten sonra Gümülcine Türk Gençler
Birliğini ziyaret etti ve daha sonra
onuruna verilen iftar yemeğinden
sonra bölgemizden ayrıldı.
T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’i Gümülcine’de hoş bir
sürpriz bekliyordu. Zira kendisine
1959’lu yıllarda Gümülcine’de vaizlik görevini ifa eden babası Hafız
8
Azınlıkça
Abdullah İşler’in bir fotoğrafı takdim edildi. Kahire’deki El Ezher
Üniversitesindeki talebeliği sırasında
bölgemize vaiz olarak gelen Hafız
Abdullah İşler, Gümülcine’nin merkez camileri Yeni ve Eski Camii ile
Kesikbaş Camilerinde vaizlik görevlerinde bulunmuş. Hafız Abdullah
İşler’in hafızlığını ise bugünkü Eski
Cami imamı ve o dönemde Mısır’da
El Ezher Üniversitesinde öğrenim gören Hafız Abdullah Tevfik,
Kahire’nin meşhur camilerinden Hz.
Zeynep Camii’nde dinlemiş.
Hafızların ezberlerini kuvvetlendirmeleri amacıyla birbirlerini dinlemelerinin geleneksel bir uygulama
olduğunu belirtelim. Gümülcine’nin
Eski Cami imamı Hafız Abdullah
Tevfik, hafızlığını dinlediği Abdullah
İşler’in eline Kuran-ı Kerimi almaya
gerek duymadan Kuran’ın tamamını
ezber olarak hatmettiğini nakleder.
Kıraat ve tilavetinin güçlü olduğu
kadar hitabetinin de güçlü olduğu
ifade edilen Hafız Abdullah İşler’in
Gümülcine’deki vaizliği sırasında
Kemalist devrimlere karşı kullandığı
sert üslubu ve eleştirileri ise bazı vukuatların yaşanmasına sebep olur.
Kemalist ve Muhafazakârlar çatışmasının kıyasıya yaşandığı o yıllarda
her iki taraf da gazete ve dergileri
aracığıyla birbirlerine karşı acımasız
eleştiriler yöneltmektedir. Osmanlının son Şeyhulislamı Mustafa Sabri
Efendi’nin 1930’lu yıllarda mec-
buri olarak Batı Trakya’dan ayrılmasından sonra geriye bıraktığı
muhafazakâr guruplar 1970’li yıllara kadar bu çatışma ve kavgaları
sürdürmüşlerdir. 1927’li yıllarda
Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi öncülüğünde Osmanlıca olarak çıkarılmaya başlanan “Yarın”
ve “Peyam-ı İslam” gazetelerinin
ardından 1930 ve 40’lı yıllarda
neşredilen Müdafa-i İslam” gazetesi, 1950’li yılların ortalarından 1970’li yıllara kadar Hafız
Ali Reşat öncülüğünde çıkarılan
“Muhafazakâr” gazetesi ve yine
Kütahyalı Hüsnü Yusuf ’un neşrettiği “Devam” mecmuası, Balkan coğrafyasında Kemalist devrimlere karşı en sert eleştirileri ve
üslubu kullanan yayın organları
arasında yerlerini almıştır.
Böylesi bir ortamda Batı Trak-
ya’ya vaiz olarak gelen Sayın Emrullah İşler’in babası Hafız Abdullah İşler, Gümülcine camilerinde
düzenlediği vaazlarda Kemalist
devrimlere karşı kullandığı sert
üslubu nedeniyle muhafazakâr
kesim tarafından büyük bir coşku
ile karşılanmasına ve sevilmesine
sebep olur.
Hafız Abdullah İşler Gümülcine’nin
muhafazakârları tarafından ne kadar çok
seviliyorsa tabiatıyla
Kemalist kesim arasında
ise bir o kadar kızgınlık
ve öfkeye yol açar.
Hafız Abdullah İşler Gümülcine’nin muhafazakârları tarafından ne kadar çok seviliyorsa tabiatıyla Kemalist kesim arasında ise
bir o kadar kızgınlık ve öfkeye yol
açar.
Hatta öyle ki Kesikbaş Camii’
nde bir vaazı esnasında yine Kemalist devrimlere karşı eleştiriler
yönelttiği sırada T.C. Gümülcine
Başkonsolosluğu çalışanlarından
Hayrettin Bey tarafından sözlü
Azınlıkça
9
saldırıya maruz kalır. Bunu gören ve daha sonra ismi “Tabancalı
Hacı” diye anılacak olan Hacı İbrahim Bey, cebinden tabancasını
çıkararak havaya ateş açar.
Olaylar büyür. Tabancalı İbrahim Bey ruhsatsız tabanca taşıdığı gerekçesiyle tutuklanır ve bir
müddet hapis cezasına çarptırılır.
Olayların büyümesi sebebiyle dönemin Gümülcine Müftüsü
Hafız Hüseyin Mustafa, Hafız
Abdullah İşler’in Eski Camii ve
Yeni Camii gibi merkez camilerinde vaaz etmesini yasaklar.
Öte yandan Hafız Abdullah
İşler’in birçok Ezher öğrencisi
gibi T.C. vatandaşlığından atıldığı
da bana aktarılanlar arasındaydı.
Daha sonra vatandaşlığa tekrar
alınan Hafız Abdullah İşler’in Diyanet İşleri Başkanlığında çalıştığını ifade ettiler.
Geçtiğimiz günlerde Gümülcine’yi ziyaretinde T.C. Başbakan
Yardımcısı Emrullah İşler’e babasının fotoğrafını takdim eden
kişi ise “Tabancalı Hacı” olarak
bilinen Hacı İbrahim Beyin oğlu
Ahmet Bey’dir. “Tabancalı” lakabı
ise artık aileye miras kalmıştır.
T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Gümülcine’de onuruna
verilen iftar yemeğinde yaptığı konuşmada babası Abdullah İşler’in
kendisini tanıyan Gümülcine’li
dostlara selamını iletti. Gerçekten
de Hafız Abdullah İşler’in memleketimizde hala tanındığını ve özellikle
eski kuşaklar tarafından iyi hatırlandığını bu anlatılan hikâyelerden
gördüm ve siz kıymetli okurlarımızla bunları paylaşmak istedim.
10
Azınlıkça
Kırmızı Eylül ve seçim bilmecesi
Hükümetin önünde gecikmelere müsaade etmeyen ve tam aksine hızlı ve kararlı tepki gerektiren birçok bilinmezi olan bir denklem ve randevular bulunuyor.
Ethnos gazetesinde yer alan ve Azınlıkça Online
ekibi tarafından Türkçeye çevrilen analize göre hükümeti kritik bir sonbahar bekliyor. Yunanistan’ın kreditörleriyle olan randevusunun Paris’te 3 Eylül’de başlamayacağı ve son bulmayacağını, aksine hükümetin
mali krizden çıkma yol planıyla birlikte uzayacağını
göz önünde bulunduran Başbakan Antonis Samaras,
cepheleri kapamak ve büyük hedeflerin yolunu açmak
için gerekli tüm hamleleri şimdi yapmaya kararlı görünüyor.
Ethnos’a konuşan ve adı açıklanmayan bir hükümet kurmayı “Kırmızı Eylül yaklaşıyor” benzetmesini
yaparken, hükümetin belirlenen hedeflerini yerine
getirmek ve SYRIZA’nın kaçınılmaz olarak gördüğü
sonbahardaki erken genel seçimlerden kaçınmak amacıyla koalisyon hükümetinin potansiyelini belirleyecek kritik mücadelelere işaret ediyor.
Başbakan Samaras’ın Paris’te hükümet bütünlüğü
ve etkinlik gerektiren birçok dosyayı kapatması gerekiyor. Ortaya çıkan yapbozda iç siyasi atmosferle bağlantılı birçok zorluk bulunurken, Başbakanlık “Kırmızı Eylül”de gösterilecek refleksle ilgili iyimserliğini
koruyor.
İşaretler
Güvenilir kaynaklar Avrupa Komisyonu’nun yeni
Başkanı Jean Claude Juncker’in Atina’dan verdiği
iyimserlik mesajında Yunanistan’ın elde ettiği bütçe
fazlasından sonra Avrupalı ortakların hükümetin gösterdiği çabayı desteklediğini ifade ettiğine ve yeni iş
kadroları ve yatırımlarla ilgili politikalara odaklandığına dikkat çekiyor. Birkaç gün sonra Başbakan Antonis
Samaras’ın yeni iş kadroları öngören istihdam programlarını açıklaması ve Başbakan Yardımcısı Evangelos Venizelos’un istihdam haritasının aşamalı olarak
genişleyeceğini duyurması şansa sayılmamalı.
İki koalisyon hükümeti ortağı çok iyi biliyor ki,
eğer Eylül ayında ekonomik krizden çıkışa yönelik kritik kararlar alınırsa ve “yeni memorandum ve
yeni önlemlere hayır” söylemleri doğrulanırsa, işte o
zaman borcun sürdürülebilirliği konusunda bir adım
daha ilerleyecekler. Ara dönemde ise Antonis Samaras Uluslararası Selanik Fuarı’nda önemli vergi indirimleri içeren ve siyasi atmosferi alevlendiren ENFIA
vergisindeki çarpıklıları ortadan kaldıran açıklamalar
yapmayı planlıyor. Başbakanlık Konutu’nun değerlendirmesine göre birçok soruna ve fikir ayrılığına
rağmen mevcut hükümet bütün sektörlerde çalışıyor
ve hedefleri yerine getiriyor. Bu durum reformların
hızlandırılmasını ve siyasi istikrar atmosferi isteyen
Avrupalı ortaklar tarafından da tanınıyor.
Öte yandan hükümetin tüm karşı yöndeki söylemlerine rağmen erken seçim olasılığı hâlâ yeni senaryoların üretilmesine yol açıyor. 180 milletvekilinin
oyunu gerektiren cumhurbaşkanı seçimi hâlâ bir bilemece olmaya devam ediyor. Hükümet yetkilileri Başbakan Samaras’ın hükümetin çöktüğünü savunan ve
ufukta erken seçim gören anamuhalefet SYRIZA’nın
stratejilerini dağıtacak her türlü inisiyatifin alınması
gerektiğinde direttiğini ve bunun için gerekçelerinin
olduğunu aktarıyor.
Aynı yetkililer, seçimlerle ilgili her düşüncenin
sadece görüşme masasında kalmaktan başka şansının
olmadığını, çünkü Başbakan Antonis Samaras’ın Eylül ayının olumlu siyasi ve mali gelişmelerin başlangıcı
olmasını beklediğini ifade ediyor. Başbakanlıkta önce
Yunanistan’ın borcuyla ilgili müzakerelerin tamamlanması ve sonra cumhurbaşkanlığı seçimiyle bağlantılı
olan değişik senaryoların incelenmesi gerektiği görüş
hakim. Bazı kurmaylar ise parlamentoda cumhurbaşkanı seçimi süreci başlamadan önce erken genel seçim
ilan edilmesini tamamen risk olarak görüyor.
Azınlıkça
11
Hacıosman bölgeyi
vuran doğal
felaketlerle ilgili soru
önergesi sundu
Milletvekili Hacıosman bölgeyi vuran doğal felaketlerle ilgili soru önergesi sundu
Rodop PASOK milletvekili Ahmet Hacıosman
Tarım Bakanı’na hitaben “Dolu yağışından dolayı
tarım arazilerinde meydana gelen büyük felaket” konulu bir soru önergesi sundu.
Milletvekili Hacıosman’ın basın ofisi tarafından
gönderilen ilgili basın bülteni şu şekildedir:
Gümülcine (Komotini), 08.08.2014
BASIN BÜLTENİ
Rodop Milletvekili Ahmet Hacıosman, Tarım
Kalkınma ve Gıda Bakanı Yorgos Karasmanis’e hitaben, Rodop ilinde yağan doludan meydana gelen
büyük felaketleri konu alan bir soru önergesi sundu.
Soru önergesinin tam metni:
SORU
Protokol No.: 1765/07.08.2014
SAYIN: Tarım Kalkınma ve Gıda Bakanı
KONU: Dolu yağışından dolayı tarım arazilerinde meydana gelen büyük felaket
Rodop ilinde 1 Ağustos tarihinde sürekli ve yoğun bir şekilde yağan dolu, pamuk, tütün ve meyve
veren ağaçlarda büyük zararlara sebep oldu.
Baraklı (Stilaryo), Kalfa (Kalhas), Ircan (Arisvi), Lefeciler (Lofario), Yahyabeyli (Amaranda),
Demirbeyli (Venna), Salmanlı (Salmoni), Muratlı
(Mirana), Sarıca (Kalamokastro), Küçük ve Büyük
Doğanca (Mikro- Mega Dukato) ve Kirlik (Roditis) köylerinde 20.000 dönümü aşkın ekili arazideki
ürünler büyük zarar görmüştür.
Tarım yılının sonlarında bulunuyor olmamızdan
12
Azınlıkça
ve çiftçilerin ürünleri tekrar ekme imkanı bulunmadığından dolayı, meydana gelen doğal felaket, bu
tarım yılının feci bir şekilde son bulmasına neden
olmuştur.
Doğal afetten dolayı büyük maddi çöküntüye
maruz kalan üreticiler kendilerini çaresiz ve aciz durumda hissetmektedirler.
Yukarıdakiler doğrultusunda
SAYIN BAKANA SORULUR:
1.nRodop ilindeki üreticilerin mümkün olan en
hızlı şekilde ve kısa zaman içerisinde zararlarının karşılanması yönünde ne tür önlemler alacaktır?
Soruyu yönelten Milletvekili
Ahmet HACIOSMAN
Karayusuf’tan
doğal felaketlerle
ilgili soru önergesi
Milletvekili Karayusuf doğal afetten zarar gören
tarım ürünlerini sordu
Rodop SYRIZA milletvekili Ayhan Krayusuf
Tarım ve Ekonomi Bakanlarına hitaben hazırladığı
“Rodop ilinde, pamuk, sebze ve diğer tarım ürünlerinin doğal afetten zarar görmesi” konulu soru önergesini parlamentoya sundu.
Milletvekili Karayusuf ’un bası bürosu tarafından
basın açıklamasıyla gönderilen soru önergesinin tam
metni şu şekildedir:
Atina, 8/8/2014
Tarımsal Kalkınma ve Gıda Bakanı’na,
Ekonomi Bakanı’na
Konu: Rodop ilinde, pamuk, sebze ve diğer tarım
ürünlerinin doğal afetten zarar görmesi
Pamuk ekimi ile tütüncülük Rodop ilinde tarım
sektörünün temelini oluşturmaktadır. Tarımın bu
bölgede yerel ekonomi için tarihi bir karakteri vardır
ve bugüne kadar devam eden bir faaliyettir. Tarım,
bölgemizde özellikle de ova kısmında çeşitli büyüklüklerde arazileri kaplar ve bu tarım alanları her yıl
ekilir.
Bu yıl, birçok aşırı yağış ve olumsuz hava şartları
yüzünden Rodoplu çiftçiler zor bir ekim dönemi geçirmiştir. Tüm bu zorluklara rağmen çiftçilerimizin
muazzam çabaları sayesinde -gecikmeli de olsa- bölgemizde tarımcılık tekrardan can bulmuştur. Ancak,
1 ve 2 Ağustos 2014 tarihlerinde aşırı yağış ve saatlerce yağan dolu, daha önceki aşırı yağmurlardan
kurtulan mahsulleri tamamen yok etmiştir.
Geçtiğimiz aylarda da bölgemizde doğal afet
yaşanmış ve zarar tespit çalışmaları yapılmıştır. Ancak, bu kez pamuk tarlalarındaki mahsullün tamamı genel anlamda yok olduğu için, zarar oranından
bahsedilmesi gereksizdir. Burada, mahsulün mutlak
bozguna uğraması söz konusudur.
• Tarımcılığın bugün (olumlu ya da olumsuz)
hava şartlarından etkilendiği için,
• Tarım sektörünün memorandum politikalarından zarar gördüğü için,
• İnsanca bir yaşam için en temel mali yüküm-
lülüklerle bile baş edilemediği bir dönemde ani ve
öngörülmeyen hava koşulları yüzünden mahsullerin
zarar görmesiyle çiftçilerimiz iyice yoksulluğun içine
düştüğü için,
• Doğal afetin ekim, sulama, çapalama gibi işlerin
bittiği ve pamukların koza açtığı bir döneme denk
gelmesi zarar gören mahsüllerin tekrardan iyileşme
ve canlanma ihtimali yani üretimde geriye dönüş olmadığı için,
Yukarıdakiler doğrultusunda sn. Bakanlara sorulur:
1. Hükümet yeni belirlenen mali yükümlülükleri
ödeme konusunda doğal afetten mahsülleri zarar gören tarım üreticilerine kolaylık sağlayacak mı?
2. Doğal afet sonrası zararın genel olması sebebiyle, tazmin hesaplamaları (‘plafon’dan bağımsız)
gerçek üretim üzerinden mi hesaplanacak?
3. Doğal afetten mahsulleri zarar gören çiftçilere,
bankalara, vergi dairelerine, elektrik ve diğer kurumlara olan borçlarını ödeme konusunda indirim veya
süre uzatımı gibi kolaylıklar sağlanacak mı?
4. Doğal afetten zarar gören tarım arazileri ve
mahsullerin hasar tespit çalışmaları, bir an önce geciktirilmeden kayıt altına alınması için yetkili organlar tarafından yeterli sayıda uzman eleman görevlendirilecek mi?
5. Yaşanan doğal afet sonrası, felaketin getirdiği
ağır hasarları göz önünde bulundurarak, hükümet
bölgemizi “felaket bölgesi” olarak ilan edecek mi?
Soruları yönelten milletvekilleri:
Ayhan Karayusuf
Litsa Amanatidu
Katerina İngezi
Vangelis Apostolu
Azınlıkça
13
Denge
İbram Onsunoğlu
ibram@windtools.gr
Son üçlü seçimler
çerçevesinde cereyan
eden Türk Azınlığıyla
ilgili iki olay, en çok
bu iki olay, “malum
çevreler” tarafından
anti-azınlıkçı
geleneksel bir
kampanya
yürütülmesinde
kullanıldı.
Azınlık aleyhtarı kampanyalar
ve Frangos Frangulis
Son üçlü seçimler çerçevesinde
cereyan eden Türk Azınlığıyla ilgili
iki olay, en çok bu iki olay, “malum
çevreler” tarafından anti-azınlıkçı
geleneksel bir kampanya yürütülmesinde kullanıldı. Bunlardan ilki,
İskeçeli Sabiha Süleyman’ın Avrupa
Parlamentosu seçimlerinde SİRİZA
partisinden aday gösterilmesi; bu
adaylık bilindiği gibi sonradan iptal
edildi. İkincisi de, yine Avrupa Parlamentosu seçimlerinde azınlık partisi
DEB’in Batı Trakya’da aldığı yüksek
oy oranı. Aynı amaçla başka olaylardan da yararlanıldı, ama daha az.
kü dille ırkçı olarak niteleyeceğimiz
saldırılar, kara propaganda ve nefret
söylemi doruğa çıkmış ve Azınlıkta
aylar boyu terör estirilmişti. Cuntadan sonra Gümülcine’deki ilk belediye seçimlerinde her şey vardı.
Birkaç ay önce yapılan parlamento
seçimlerinde Azınlığın seçimlerden
menedilmesi için imza kampanyası
yürütülmüştü. Azınlık, halk oylamasında Yunanistan’a kötülük olsun diye
Kraliyet rejimi lehine oy kullanmıştı,
cunta öncesi Kraliyet rejimi altında
daha az ayrımlı ve daha az baskılı bir
dönem yaşadığı için değil.
“Geleneksel” diyorum, zira böylesi, cuntanın düşüşünden bu yana
tam 40 yıldır her seçimde, ister ulusal
seçimler olsun ister yerel, temcit pilavı gibi karşımıza çıkıyor. Son yıllarda
Azınlık aleyhtarı bu kampanyaların
şiddeti azalmaya yüz tutmuşken, bu
seçimlerde yukarıda işaret ettiğimiz
iki olay bahanesiyle yine ivme kazandı.
Türkiye’nin Kıbrıs çıkarması tazeydi ve Yunan milliyetçiliği, yan
devlet ve derin devlet Türk Azınlığı
üzerinden adeta çıkış arıyordu. 197475 yıllarında yapılan üç oylama fırsat
olarak değerlendirildi ve nefret söylemi özellikle iki nokta üzerinde odaklandı (ve bugüne kadar aynen devamededuruyor): Azınlığın Çoğunluğa
bakışla değişik seçim davranışı - oy
tercihi ve Azınlığı Türkiye’nin (Türk
Konsolosluğunun) yönlendirmesi.
Yunanca deyimiyle “çizgiyi” Konsolosluk belirliyor, Azınlık ta gözü kapalı bu çizgi üzerinden yürüyordu.
Oysa Türkiye (ve Türk Kosolosluğu)
cunta döneminden Azınlık üzerinde-
İlk kampanyalar, 1974 siyasî değişikliğinden sonra ardarda yapılan
üç seçimle başladı, “Cumhuriyet mi,
Kraliyet mi” sorusuyla yapılan halk
oylaması, parlamento seçimleri ve
belediye seçimleri. O zaman bugün14
Azınlıkça
ki nüfuzu en düşük bir düzeye inmiş olarak çıkıyordu, Azınlığı yönlendirmesi ve seçimlere müdahalesi
mümkün değildi. Burada önemli
olan, Azınlığı kendi iradesiyle değil
de düşman ülke Türkiye’nin emriyle hareket ettiğini iddia edip, ulusal
tehlike olarak göstermek, Çoğunlukla çelişkilerini artırmak ve arasını açmak, koşulları daha yaşanmaz
kılıp ülkeyi terketmesini sağlamaktı.
Daha sonra, 1989-90 yıllarında gerçekleşen üç parlamento seçiminde,
Koca Kapı, “müdahale öyle olmaz,
böyle olur” dercesine davranacaktı.
Bu son üçlü seçimler münasebetiyle Azınlık aleyhtarı söylemler yine
şiddetli bir hal aldı. Şu farkla ki,
bu kez, Azınlığın seçim davranışını
ulusal tehlike olarak yorumlanmasına karşı çıkan bir hayli sağduyulu ve
objektif yaklaşımlar da gördük.
Bugün burada çeşitli yayınlar arasından eski Genel Kurmay Başkanı
ve Savunma Bakanı emekli general
Frangos Frangulis’in 19-25/06/14
tarih ve 244 sayılı haftalık “Epikera”
dergisinde çıkan makalesini eleştireceğiz. Yazarının yukarıdaki ağır sıfatları yüzünden, ayrıca gizlemediği
siyasî emelleri yüzünden; zira Fran-
gulis, Yunanistan’da bir süredir hazırlıkları yapılan ve Yeni Demokrasi
partisinin sağında yer alacak yeni bir
“vatansever” siyasî oluşuma katılacağı söylenen isimlerden. Azınlık için
“Altın Şafak” tehlikesi, bu partinin
adaletle olan serüvenleri nedeniyle
şimdilik kısmen bertaraf edilmişken,
hedefinde Batı Trakya’da milliyetçilik surları örmek olan daha ciddi ve
daha tutarlı yeni bir siyasî oluşum
(Frangulis’in partisi ele aldığımız
makalesinden de açıkça anlaşıldığı
gibi böyle olacaktır), bu bölgedeki
toplumlararası barış ve Azınlık için
yeni ve daha büyük tehlikeler oluşturacaktır.
Epikera dergisi, Frangulis’in makalesini kapak yapmış:
TRAKYA -Hükümet Tehdit
Karşısında Namevcut. Frangulis
Frangos konuya el atıyor: “Yunan
Trakya’sı SOS sinyali veriyor”.
Dergi, Azınlık konusunda en çok
tehlike edebiyatı yapanlardan.
Frangulis, 1951 Gümülcine
doğumlu. Azınlıkla ilgili saplantısı
belki buradan kaynaklanıyor. Ama
onun asıl saplantısı Türklük ve Türkiye. Bu da belki asker oluşundan
kaynaklanıyor. Bir de altı yıl bo-
yunca akerî ateşe olarak Türkiye’de
kalmışlığı var.
İlgi değil, saplantı, yani patolojik bir ilgi. Türkler ve Türkiye konusunda ne kadar olumsuz nokta
varsa, bunlar ister gerçek olsun ister
uyduruk ve hayalî, özellikle uyduruk
ve hayalî, bunlar üzerinde odaklanmak, sonra keyfî sonuçlar çıkarmak
ve en sonunda Türkiye’nin dağılıp
yok olacağı hayalini kurmak.
Türklüğe ve Türkiye’ye karşı
böyle patolojik bir ilgi besleyen ve
saplantısı olan onlarca Yunanlı yazar,
aydın, din adamı, iş adamı mevcut,
Mihalis Haralambidis’ten tutun da
Velopulos’a kadar, keşiş Paisiyos’tan
Emfiyecioğlu’na kadar. Frangulis te
bu gruba dahil oluyor. Tümünün
ortak paydası, Türk ulusunun derme
çatma bir yapı olduğu, Müslümanlaştırılmış eski Hıristiyan halklardan
oluştuğu, ve en çok ta Rumlardan,
onların bir gün asıllarına dönmek
isteyecekleri, gizli Hıristiyan hareketinin patlamaya hazır olduğu... ve
Türkiye’nin yakında dağılacağı.
Keşiş Payisiyos’un pek popüler
kehanet kitaplarında, örneğin, kuzeyden gelecek sarışın ırkın (RuslaAzınlıkça
15
rın) bir gün İstanbul’u işgal edeceği, orada yaşayan Müslümanların
-Türklerin üçte birinin katledileceği, üçte birinin sürgün edileceği, üçte birinin de Hıristiyanlığa
geçeceği ve sonunda Rusların
İstanbul’u Yunanlılara devredeceği
kehaneti vardır.
Eski LAOS partisi milletvekili
Velopulos, televizyon programlarında, Türkiye ile savaşa karşı olduğunu, zira bir savaşta katledilecek
Türklerin aslında Yunan asıllı oldukları için kendi ırkından insanları katletmeye yüreği vermediğini
söylüyordu...
Frangulis’in tezleri böylesine
hezeyanî değil, kendi deyimiyle
belgelere dayanıyor. Ama aynı ortak payda. Frangulis, bundan bir
buçuk yıl önce yayımlanan “Hangi
Türkiye? Hangi Türkler?” başlıklı
kitabıyla ün yapmıştı, 450 sayfalık
kalın bir cilt. Kitap, Türk basınında da yankı bulmuştu.
Kapağında üç Türk liderinin
resmi var, Fatih Sultan Mehmet’in,
Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Recep Tayyip Erdoğan’ın. Kitapta bu
üç ünlü Türkün de Türk soyundan
gelmediğini iddia ediyor.
Yazar, böylece, daha ilk satırında fikir dünyasındaki zaafiyetini ve
ilkelliğini ele veriyor ve saplantısını
ifşa ediyor. Frangulis mantığıyla,
bunca ünlü Yunanlının Arnavut,
Ulah ve Slav kökenli oluşuyla bir
şey mi değişti, diyeceği geliyor insanın. Ve daha sonra, Türk ulusunun da Türklerden değil de değişik
uluslardan ve büyük çoğunlukla
Müslümanlaşmış Rumlardan -Hellenlerden oluştuğunu kanıtlamaya
çalışıyor.
16
Azınlıkça
Haydi kabul edelim, Ege’nin
batı kıyısında Yunanlı Rumlar yaşıyor, doğu kıyısında da Rum Türkler. Frangulis kitabında Türkiye’de
Yeni Bizans’ı kurma fikrinin filizlendiğine işaret ediyor, yazarın kafasındaki Türkiye çıkmazına bir çıkış yolu. Yeni Bizans’ta Türkiye ile
Yunanistan birleşecek mi, madem
aynı kanı taşıyan iki halk, bu noktaya bir açıklık getirmiyor.
Yazar, Erdoğan ve Davutoğlu’
nun Yeni Osmanlıcılığa yöneldiklerinden dem vuruyor. Bazı yorumcular, Frangulis’in, Yeni Bizans
teorisini yeni Osmancılığa karşı
öne sürdüğünü iddia ediyorlar. Ve
konu gayri ciddi boyutlar kazanıyor.
Frangulis’in sözünü ettiğimiz
makalesinde Azınlığa yaklaşımı da
aynı.
Emekli generale göre Müslüman Azınlık çeşitli etnik gruplardan oluşuyor, Pomaklar, Romanlar,
Siyahî Sudanlılar, Çıtaklar, Çerkezler vs (Bu satırların yazarı Yoluç’tur.
Azınlığın en büyük gruplarından
biri Yoluçlardır, ama kimse onlardan söz etmiyor. Şikayetçiyim.).
Ancak Azınlıkta Türk yok, Türk
kökenli yok, “Türk görünümlüler”
(τουρκοφανείς) var. Yani dış görünüşteki Türklüğe aldanmayın, o
ince bir kabuk, kazıdınız mı altından başka şeyler çıkıyor. Bu “turkofanis” terimine ilk kez 35 yıl önce
Gümülcineli Antonis Liapis’in yazılarında rastlamıştım. O zaman
yeni uydurulan “turkogenis” (Türk
kökenli) terimine karşı çıkıyor, turkogenis değil turkofanis diyordu,
adamlar daha neler uyduracaklar
diye gülmekten kendimi alamamıştım. İkinci kez Frangulis’ten
işitiyorum.
Şimdi Frangulis’le Azınlık konusunda bir diyaloga oturduğunuzu varsayalım, bu diyalog başlamadan biter, sizi turkofanis diye
adlandırmaya kalkınca. Siz de ona
hellenofanis diye küfrederseniz,
onun da masayı derhal terkedeceğinden emin olabilirsiniz. Gerçi
onun diyalog gibi bir kaygısı yok,
faraza diyoruz.
Emekli generalin zoru Türkiye.
İki ülke arasında bunca anlaşmazlıklar arasında bir de azınlıklar.
Ona göre bizim Azınlık ta Türk
yayılmacılığının bir hedefini oluşturuyor. Azınlık, bu yayılmacılıkla
özdeşleşiyor. Son seçimlerin sonuçları bunun bir başka kanıtı. Tehlike
büyük. “Yunan Trakyası SOS sinyali veriyor”. Önlem alınması gerek. Alınması gereken önlemler sıralanıyor. Tabiî bu önlemler büyük
ölçüde Azınlığa karşı. Hep aynı
mantık, aynı senaryo. Dolayısıyla
Frangulis yeni bir şey söylemiyor.
Türkiye ile olan anlaşmazlıkları,
bunların özü ne olursa olsun, Türk
yayılmacılığı olarak adlandırmak
işin kolayı. Ama aynısı karşı taraf
için de geçerli, Yunan yayılmacılığı
der, işin içinden çıkıverirsin. Yunanistan ile Türkiye arasındaki öbür
anlaşmazlıklar konumuz değil, onlarla ilgilenen çok daha yetkili ve
uzman kişiler var, biz Azınlık sorunuyla yetineceğiz, görevimiz.
Batı Trakya’nın Türk yayılmacılığının hedefi olduğu iddiası, yalnızca çoğunluk insanının
şövenizmini ve azınlık aleyhtarı
duygularını kabartmıyor, bölgede iki unsur arasındaki çelişkileri
sivrilterek, toplumsal barışı bozarak ve tabiî her defasında Azınlığı
mağdur kılarak. Provokatif olarak
bu iddia yukarıdaki amaçlarla ileri
sürülüyor.
Ancak provokatif veya samimî,
bu iddialar, aynı zamanda bölgedeki çoğunluk insanında güvensizlik
duygularına yol açıyor, bir dizi yanetkileriyle birlikte.
Eski savunma bakanı ve genel
kurmay başkanı gibi en yetkili bir
ağızdan “Trakya Türk tehditi altında, SOS sinyali veriyor” gibi bir
iddia normal şartlar altında büyük
bir panik yaratacak nitelikte. Bu
milliyetçi popülist yaklaşım ve tehlike edebiyatı, tabiî, vatansever bir
kılıf içinde sunuluyor. Hükümetler, partiler ve sorumlu makamlar
her zaman gaflet içinde ve teslimiyetçi, hatta ihanet içinde, gereken
önlemleri almıyor.
Şimdi, halk önünde yapılan
bu açıklamalar genel bir korku ve
panik yaratmıyorsa, demek ki pek
ciddiye alınmıyor. Kamuoyunun
doymuşluğundan olsa gerek. Zira
kırk yıldır aynen yinelenip duruyor. Ama yine de kamuoyunun
belirli bir bölümünü etkilemiyor
ve Trakya’da bir güvensizlik ortamı
yaratmıyor değil, iki unsur arasındaki ilişkileri zehirlemiyor değil.
Anna Frangudaki bir yazısında,
Trakya’da iki toplum arasında duygu iletişimi çerçevesinde, Hıristiyan unsurun zaman zaman kendini güvensizlik içinde hissettiğini
Azınlığın da anlaması gerektiğinden söz ediyordu.
Bu, mağdur olan Azınlığın,
mağdur eden psikolojisine girmesi
demektir, eşyanın tabiatına aykırı.
Ama yine de bu depressif mantığı
biraz irdeleyelim. İddia, fobi veya
paranoya şu: “Türkiye’nin Batı
Trakya üzerinde emelleri var, Türk
Azınlığının mevcudiyetinden kaynaklanan.” O halde Azınlık suç ortağı. Bu suçlama karşında doğrusu
Azınlığın yapacağı pek bir şey yok.
Suçluluk kompleksine kapılıp özür
mü dilesin? Türkiye’yi o da mı kınasın? Yoksa bu iddianın asılsız olduğunu mu kanıtlamaya çalışsın?
Bu iddianın asılsız olduğunu en
başta onu ortaya atanlar biliyor.
Salahattin Galip’le İstanbul’da
son buluşmamızda, 1996 olmalı,
arşivinden bir belge çıkardı, eski
harflerle basılmış bir İzmir gazetesi. Orada bana Mustafa Kemal’le
yapılmış bir söyleşiyi gösterdi. Atatürk, söyleşinin bir yerinde, Batı
Trakya’nın Miasakımillî sınırları
içine dahil edilmeyişinin stratejik
nedenlerini açıklıyordu. “Al bunu”
dedi, “gerekli gördüğün yerde kullan. Sen Yunanlılarla böyle tartışmalara giriyorsun. Onların korkusunu biraz olsun yumuşatırsın.
Türkiye’nin Batı Trakya üzerinde
emelleri yoktur ve bu, Türkiye’ye
Atatürk’ün bir mirasıdır.”
Karşılıklı duygu iletişimi içinde
çoğunluk insanının güvensizliğini
diyelim ki anladık, onun giderilmesi için ne yapabiliriz?
Belki de yapabileceğimiz tek
şey, bu güvensizliği tahrik edecek
hareketlerden kaçınmak. Ama öte
yandan biliyorum ne yapsak yeterli
olmayacaktır. En etkilisi, iki ülke
arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi,
ticarî, turistik, bilimsel..., son yıllarda bu üç kesimde de kaydadeğer
gelişmeler var. Frangulis’in yaptığı
tehlike edebiyatının yankıları beklenenden daha azsa, başlıca nedeni
bu olmalı.
Yukarıdaki genellemelerden son-
ra Frangulis’in makalesindeki ayrıntılara geçelim.
Yunan hükümetleri ve partileri,
İstanbul, Bozcaada ve Gökçeada
Hellenleri felakete sürüklenirken
bunu engellemek için bir şey yapmamışlar ve müslüman azınlık konusunda mütekabiliyet ilkesinin empoze edilmesini asla talep etmemişler.
Kuyruklu bir yalan. Batı Trakya Türkleri felakete sürüklenirken
Türkiye bir şey mi yapabildi, Yunanistan gibi o da kaçmak zorunda
kalan azınlık mensuplarına kucak
açmaktan başka?
Yunanistan’ın anti-azınlıkçı politikası Türkiye’ninkinden daha az
başarılı olmuşsa, bunun başlıca nedeni bizim Azınlığın sınıfsal yapısı,
ekonomik durumu ve kültürüdür. Alınan önlemlerin ve yapılan
baskıların yetersizliği değil. Rum
Azınlığının daha birkaç toplumsal
özelliği de kaçmasını kolaylaştırmıştır.
Örneğin, Yunan uyruklular
İstanbul’dan sınırdışı edilirken
peşlerinden onbinlerce azınlık
mensubunu da sürüklemişlerdir.
Mütekabiliyet mi (sen onu misilleme oku) uygulanmamış? 30 yıl
boyunca 1990’lı yılların ortalarına
dek Türk Azınlığına nefes aldırmayan yönetsel önlemler neydi ki?
Azınlıktan 60 bine yakın kişinin
Yunan vatandaşlığından çıkarılmasında kullanılmış Yuttaşlık Yasasının 19. maddesi neydi ki? Ancak
1998’de yürürlükten kaldırılan
bu eşi görülmemiş ırkçı hüküm?
Sonra, hukukun insan toplumlarına uygulanamaz diye hüküm verdiği lanetlenmiş “mütekabiliyete”
Frangulis’in duyduğu özlem ilkelliğin göstergesi değildir de nedir?
Azınlıkça
17
Yunanistan’da artık
banka sırrı diye bir
şey kalmadı, Toprak
almak için Ziraat’tın
kredi verdiği azınlık
mensupları derhal
açıklansın! Ben bir
tek kişi bilmiyorum.
Bildiğim bir olay var,
bir tanıdığım, azınlık
Türkü, evinin inşasını tamamlamak için
Ziraat’tan 10 bin evro
kredi istedi, eli boş
döndü...
Ziraat Bankası Azınlık mensuplarına toprak edinmeleri için %3
gibi düşük faizli krediler veriyormuş,
Yunan bankalarının faizi %14 iken.
Bu yüzden Trakya’da toprak alımları
10’a 1 oranla Hıristiyan Yunanlılar
aleyhindeymiş.
Besbelli kuyruklu bir yalan.
Yunanistan’da artık banka sırrı
diye bir şey kalmadı, Toprak almak
için Ziraat’tın kredi verdiği azınlık
mensupları derhal açıklansın! Ben
bir tek kişi bilmiyorum. Bildiğim
bir olay var, bir tanıdığım, azınlık Türkü, evinin inşasını tamamlamak için Ziraat’tan 10 bin evro
kredi istedi, eli boş döndü, Yunan
bankaları zaten kredi vermiyor.
Sonra yakın bir akrabamın İskeçe
ovasındaki üç tarlası 5 yıldır satılık,
soran bile yok, ne Türkü ne Rumu.
Son 5 yıldır ekonomik kriz nedeniyle zaten Trakya’da taşınmaz mal
alımsatımları ve inşaat iyice durmuş bulunuyor... Frangulis sıkıyor.
Sözünü ettiği 10’da 1’lik oran geçici bir kısa süre için belki geçerli
18
Azınlıkça
olmuştu, 1990’lı yılların ortasında,
bundan 20 yıl önce. Şöven basın o
zaman yazmıştı, Frangulis eski bir
olayı yeniymiş ve devam ediyormuş gibi sunuyor. Azınlık mensuplarına 30 yıl boyunca taşınmaz
mal edinme yasağı vardı. Bu yasak
1990’lı yılların başında yavaş yavaş
kaldırılmaya başlayınca, Azınlıkta
geçici olarak ve kısa bir süre için
taşınmaz mal edinme patlaması yaşandı. O zaman da taşınmaz edinme olaylarının büyük çoğunluğu
yeni değildi.
30 yıllık yasaklık dönmeminde
meşru olmayan ikili özel sözleşmelerle birçok işlem yapılmıştı, yasak
kaldırılınca bu işlemler meşrulaştırıldı ve yapay bir patlama yaşandı.
Skandal bir kredi olayı varsa, o
da Yönetimin 1990’lı yılların başlarına dek Yunan Ziraat Bankası eliyle
Hıristiyan Yunanlılara bol keseden
dağıttığı, tabiî “müşteri sistemi”
çerçevesinde ve torpilli olanlara,
“millî maksatlı kerdiler”dir, Müslümanlardan taşınmaz satın almak
şartıyla, böylece onların kaçışlarını
kolaylaştırmak amacıyla. Bu krediler büyük ölçüde ödenmemiştir,
Ziraat Bankasını batıran nedenlerden biridir. Bu büyük skandalı
araştıracak kimse çıkmayacak mı,
ayrıntılarını öğrenelim ve gereken
dersi çıkaralım: Milliyetçilik, dolandırıcı politikacının son sığınağıdır.
Türkiye, Müslüman azınlığı
Türkleştirmeyi tamamlamak, homojenleştirmek ve ortak bir Türk etnik
kimliği altında toplamak amacını
güdüyormuş.
Bu amaç, niye Azınlığın kendisinin değilmiş te Türkiye’nin empoze ettiği bir durummuş? Ortak
kader, ortak geçmiş ve ortak tarih
bilincidir, Müslüman Azınlığında
da olduğu gibi, ortak etnik kimliği belirleyecek olan unsurlar, böyle
bir ortak kimlik biçimlendirmek
gereği duyulduğunda ve koşullar
toplumu buna zorladığında.
Müslüman Azınlıkta koşullar,
ortak etnik kimlik biçimlendirmeye zorlamıyor mu? Müslüman
Azınlıkta da ortak kimlik ve homojenleşmek her siyasî amacın
üstünde ve her şeyden önce sosyolojik bir süreç değil mi? Azınlık bu
sürecin dışında mı kalacaktı?
Azınlık düne kadar devlet tarafından sorunlu bir üniter yapı olarak ele alınırken, uygulanan yönetsel önlemler bu üniter yapıya karşı
yönelirken, “sizin kaderiniz ortak,
siz birsiniz” diye üniter kimlik konusunu en başta Yunan devlet politikaları empoze ediyordu. Dimitris
Hristopulos işte bu çelişkiye işaret
ederek, “şimdi de, hayır, Azınlık
üniter bir Türk şeyi değildir demeye kalkıyorlar” diyordu.
Homojenleşme konusu, Azınlığın kendisinin bir inisiyatifidir,
geçirdiği sosyolojik ve ulusal bir
süreçtir. Türkiye buna sonradan
katılmıştır, hatta katılmak zorunda kalmıştır. Azınlığın içinden
bazı kişiler, hatta gruplar bu sürece dahil olmak istemeyebilir, karşı
çıkabilir. Haklarıdır. Ama kaçınılmaz mahalle baskısına da hazır
olsunlar. Ancak Yönetimin belleği
de kıt. Eski kuşaklardan bölücü
politikalara hizmet etmiş azınlık
mensuplarının çocuklarından kaçı
babalarının yolunu izlemiştir, bir
tane gösterebilirler mi?
SÖPA, bir başka örnek. Azınlık
eğitiminin seviyesini düşürmekte
başarılı olmuştur, ama asıl hedefi
olan Azınlığı Türklükten uzaklaştırma yolunda boşa çıkmıştır. Yönetim öteden beri böyle merkezkaç
hareketler yaratmaya çalışmakta,
“αποτουρκοποίηση” çabalarına büyük ödenekler ayırmaktadır. Bir
arpa boyu yol alamamış olduğu
halde, aynı politikalar üzerinde ısrar etmektedir.
Azınlık, Türklükten uzaklaştırma çabalarını boşa çıkaracak ölçüde bilinçlidir ve Yönetim 21. yüzyıl
koşullarında hâlâ geçmiş yüzyıllara
özgü hayaller peşinde koşmanın
nafile olduğunu anlamalıdır.
Bu ısrarı, Azınlıktaki millî duyguyu köreltmek şöyle dursun, daha
da sivriltmekte ve zaman zaman
istenmeyen şöven düzeylere çıkarmaktadır. Çözüm, Azınlığı özgür
bırakmak, farklılığına saygı gösterip onu bir sorunmuş gibi sunmamak, dışarıdan müdahale ve kısıtlamarla kimlik empoze etmekten
vazgeçip özgürce etnik kimliğini
ifade etmesine müsaade etmektir.
O zaman özgürlük koşullarında
Azınlık ta etnik kimliğini, şimdi bu
hakkı kazanmak için yaptığı gibi,
sivri bir şekilde dile getirmekten
kendiliğinden vazgeçecektir. Ulus
devlet anlayışıyla şartlanmış milliyetçi bir kafanın bunu anlamasını
ve kabul etmesini beklemiyorum.
Öylesi ancak baskıdan, bastırmaktan ve asimilasyondan anlar.
Frangulis, kitabının İskeçe’deki
tanıtımında, satışından toplanan
paraları, Balkan Kolundaki kiliselerin onarımına bağışladığını gururla
açıklıyor. İnsanın soracağı geliyor,
Balkan Kolunda Hıristiyan cemaat yok ki, kiliseler niye yapılmış?
Frangulis, konuşmasında, Müslü-
man Pomakların kiliselerin varlığından ve çalışmasından memnuniyet duyduklarına işaret ediyor.
Bunda şaşılacak bir şey yok, İslam Hıristiyanlığa saygıyla yaklaşmaktadır, fanatik cihatçılar hariç.
Ama soru yanıt bekliyor, Hıristiyan cemaatin bulunmadığı Müslüman köylerinde kiliseler ne işe
yarar? Müslümanların Hıristiyanlığa duyduğu saygıyı dile getirmeleri
için mi?...
Frangulis aynı konuşmasının
devamında başka şeyi ima ediyor.
Florina’da nasılsa mübadele dışında kalmış Müslüman Romanların
nasıl Hıristiyanlaştırıldığını anlatıyor.
Frangulis, söz konusu makalesinde Yunan-Türk ilişkileri ve
Trakya konusunda bir dizi öneriler sunuyor. Biz son olarak Batı
Trakya’da nüfus yapısının Azınlık
aleyhinde değişmesi için yaptığı bir
önerisi üzerinde duracağız.
Trakya’da Hıristiyan nüfusu 300
bin kişi cıvarında artırmak için,
Trakya’yı terketmiş eski Trakyalı
Yunanlılar yeniden Trakya belediyelerine yazılmalı ve seçmen hakkı
kazanmalı; aynı şeyi İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada kökenli Rumlar
da yapmalı; ayrıca diaspora Yunanllıları Trakya’daki seçmen kütüklerine yazılmalı. Trakya’ya kesin dönüş
yapanlara 10 bin evroluk bir prim
verilmeli. 300 bin dönüş ve yerleşim
olduktan sonra artık ne Türk Konsolosluğu ne Türk partisi bizi meşgul
edecektir.
Frangulis, hayali geniş bir kişi
olduğunu kanıtlıyor. Ama dikkat
ederseniz, eski Sovyetler Birliği
ülkelerinden göç eden on binler-
Bu ısrarı, Azınlıktaki
millî duyguyu köreltmek şöyle dursun,
daha da sivriltmekte
ve zaman zaman istenmeyen şöven düzeylere
çıkarmaktadır. Çözüm,
Azınlığı özgür bırakmak, farklılığına saygı
gösterip onu bir sorunmuş gibi sunmamak,
dışarıdan müdahale
ve kısıtlamarla kimlik empoze etmekten
vazgeçip özgürce etnik
kimliğini ifade etmesine müsaade etmektir.
ce Rumdan hiç söz etmiyor. Bilmiyor olamaz, bunların tümünün
Trakya’daki seçmen kütüklerine
kayıt edilmiş olduklarını, göçten
önce tümüne Trakya’ya yerleşeceklerine dair bir belge imzalatıldığını,
ancak geçim sıkıntısı altında birçoğunun ilk yerleştikleri Trakya’yı
terkettiklerini ve seçimlerde oy
kullanmak için dönmediklerini.
Frangulis’in yeni planının da başarı şansı büyük değil. Ama dedik ya
onun hayali pek geniş. Elektronik,
bilgisayarlı oy kullanımını öngörüyor.
Anlaşıldı, Frangulis’i yenemeyeceğiz.
*
Azınlıkça
19
Paradoks
Dimostenis Yağcıoğlu
Avrupa Parlamentosu seçimleri
sonrasında Batı Trakya ve Azınlık:
Atina’dan görebildiklerim
Yunanistan kamuoyu,
medya kuruluşları, siyasetçiler ve bürokratlar,
DEB’in bu başarısını
nasıl algıladılar?
Bilindiği gibi, 25 Haziran 2014
tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, Yunanistan kamuoyu
için en dikkat çeken, hatta en sarsıcı
sonuçlarından biri, Dostluk Eşitlik
ve Barış Partisi’nin (DEB’in) Batı
Trakya’da, özellikle Rodop ve İskeçe
seçim bölgelerinde, aldığı çok yüksek
oy oranlarıydı.
dimostenis@rocketmail.com
Twitter: @dimoyagcioglu
DEB, bu seçimlerde muhtemelen
kendi beklentilerini de aşarak, Rodop
ilinde oyların %41.7’sini, Ksanthi/İskeçe ilinde %25.9’unu alarak bu iki
ilde birinci parti oluyor, Evros/Meriç
ilinde de oyların %1.45’ini toplayabiliyor, Yunanistan toplamında ise 42.667
oyla %0.75’lik bir oran yakalıyordu1.
DEB’in AP seçimlerinde aldığı oylar ve bunların oranı, 1989’dan 1993
yılına kadar düzenlenmiş dört genel
seçimde merhum Sadık Ahmet’in
“Güven” ve Sn. Ahmet Faikoğlu’nun
“İkbal” isimli bağımsız azınlık listelerinin aldığı toplam oy sayısı ve oranlarını bile aştı. Bir tek Nisan 1990’daki seçimlerde bu iki bağımsız listenin almış
olduğu toplam 45,981 oyu aşamadı2.
O yılların baskılı, gergin ve kutuplaşmış atmosferiyle karşılaştırıldığında
20
Azınlıkça
Trakya’da çok daha serbest ve rahat
bir ortamda gerçekleşen 25 Mayıs AP
seçimlerinde, DEB’in o dönemin bağımsız listelerinden bile başarılı olması, kuşkusuz Atina’daki siyasi sistemi ve
medya dünyasını hayrete düşürdü.
Belli ki, Azınlık seçmeninin kahir
ekseriyeti (%80-%85’i), hatta Yunan
toplumuna en entegre olmuş olanlar
bile, bu seçimde ulusal kimliklerini,
yani Türklüklerini vurgulamak ve devletin Azınlığa yönelik son yıllarda uyguladığı politikayla ilgili ciddi memnuniyetsizliklerini ifade etmek için
DEB’e oy verdiler. Ve bu oyu, DEB’in,
%3 barajı sebebiyle, ama %3 barajı olmasaydı bile her halükârda %1’i
aşamayacağı için matematiksel olarak
milletvekili çıkarmasının imkânsız olduğunu bile bile verdiler.
Peki, Yunanistan kamuoyu, medya
kuruluşları, siyasetçiler ve bürokratlar,
DEB’in bu başarısını nasıl algıladılar?
Genelde sol görüşlü, milliyetçilik karşıtı, daha önce da azınlığın haklarını
savunmuş az sayıda bazı aydınlar, akademisyenler, insan hakları savunucuları ve birkaç gazeteci, DEB’e verilmiş
oyların devletin Azınlık politikasını
Azınlığın talepleri yönünde değiştirmesi için bir mesaj olduğunu ifade etmeye çalıştılar. Azınlığın ulusal
kimliğini bütünüyle reddeden tutumun yanlış ve haksız olduğunu
vurguladılar. Ama bu kişilerin yazıları ve sesleri, Azınlığı, Azınlığın
taleplerini ve ulusal kimliğini bir
tehdit-tehlike-tahrik gibi gören Yunan milliyetçisi ve Türk karşıtı seslerin medyadaki ağırlığı karşısında
cılız kaldı. Hükümet ve bürokrasi
ise hiç bir resmî tepki vermeyerek
DEB’in seçim başarısını görmezden
gelir gibi yapmayı tercih etti.
Öyle görünüyor ki, devletin
Azınlık politikasında ve Yunan kamuoyunun Azınlıkla ilgili tutumunda kısa vadede bir değişiklik olacaksa, bu değişiklik DEB’in istediği ve
umut ettiği yönde değil, tam tersi
yönde olacak. Azınlığın taleplerini
dile getirmek için yaptığı her örgütlü girişimi bir tehdit olarak gören,
Azınlığın başta ulusal kimliğinin ve
dile getirdiği hemen her şikâyetin
dışarıdan, yani Türkiye’den empoze
edildiğine inanan ve bu durumda
Azınlığın mevcudiyetini bile potansiyel bir tehlike olarak gören, son
kırk yıldır önce Trakya’nın kıbrıslaşacağından, sonra kosovalaşacağından, şimdi de kırımlaşacağından endişe eden zihniyet, maalesef
devlet içinde, siyasette, medyada ve
genel olarak Yunan toplumunda,
hatta Trakya’da Azınlık mensuplarıyla yan yana yaşayan Yunanlılarda
bile, hayli yaygın.
Böyle bir zihniyete sahip olanlar
için DEB’in seçim başarısı, tehdittehlike-tahrik’in daha da belirgin ve
açık hale geldiğinin bir göstergesi.
Dolayısıyla, yapılması gereken değişikliklerin işte bu tehdidin, tehlikenin, tahrikin bertaraf edilmesi
yönünde olmasını savunuyorlar.
Bu zihniyeti en net biçimde, eski
genelkurmay başkanlarından ve kısa
bir süre savunma bakanlığı da yapmış Em. Org. Fragoulis Frangos’un
birkaç hafta önce Epikera dergisinde yayımlanan makalesinde
görüyoruz3. Milliyetçi çevrelerde
görüşlerine çok önem verilen ve
Gümülcineli olması dolayısıyla Batı
Trakya’yı iyi bildiği kabul edilen Sn.
Frangos, Batı Trakya’nın Türkiye’ye
kaybedilme/kaptırılma tehlikesinin büyük olduğunu ve gittikçe de
arttığını, Türkiye’nin özellikle Gümülcine başkonsolosluğu vasıtasıyla
Azınlığı her bakımdan manipüle
ederek, piyon gibi kullanarak, Batı
Trakya’da çok önemli bir nüfuz kazanmış olduğunu, Yunan devletinin
de yanlış politikalar, gaflet ve ihmal
yüzünden Türkiye’ye engel olmak
bir yana, onun işini kolaylaştırdığını savunuyor. Yalnız bu görüşlerini çarpıtılmış, yanlış veya açıkça
yalan olan veri ve bilgilere dayandırıyor. Örneğin, Sn. Dragona’nın
özel bilimsel danışmanlığını yaptığı
(Sn. Frangoudaki’den söz etmeyi
unutmuş) “Müslüman Çocuklarının Eğitimi” Programı’nın Azınlık
çocuklarına Yunanca değil, yalnız
Türkçe öğrettiğini iddia ediyor!
Oysa bu Programın misyonu ve faaliyetlerinin hemen hepsinin amacı
çocuklara en başta iyi Yunanca öğretmek. Sadece Yunanlı öğretmenlere, onlara da Azınlık öğrencileriyle
daha iyi iletişim kurabilsinler diye,
Türkçe öğretiyor. Zaten Azınlık eğitiminin yalnız Yunanca ayağına verdiği ağrılık yüzünden bu program
birçok Azınlık mensubunca sürekli
eleştiriliyor; en azından yetersiz bulunuyor. Sn. Frangos’un bu gerçeği
bilmediğine veya bunu hiç araştırıp
öğrenmediğine inanmak çok zor.
Eğer Program’la ilgili görüşlerini
sadece milliyetçi medyada yayımlanan iftiralara dayandırıyorsa, bu
da kabul edilecek bir durum değil.
Tabii milliyetçi medyanın iftiralarla
bu programa saldırmasının nedeni sanırım şu: Bu program, azınlık
çocuklarının, ulusal, etnik, dinî,
her çeşit kimliğini muhafaza ederek
Yunan toplumuna entegre olmasını
amaçlıyor. Kimliklerine saygı duyuyor. Kimlik manipülasyonunu ve
bu türden toplumsal mühendislikleri reddediyor. Oysa milliyetçiler
Program’ın çocuklara tam da bunu
yapmasını istiyorlar.
Şimdiki hükümet, Azınlık konusunda politikalarını belirlerken,
Sn. Frangos’un temsil ettiği zihniyetin ifade ettiği endişelere, DEB’in
ve seçmenlerinin vermek istediği
mesaja kıyasla daha fazla kulak vermektedir. Ama açıkça görülüyor ki
Sn. Frangos’un önerdiği doğrultuda
çok radikal adımlar atmaktan da
çekinmektedir. Şu andaki durumu
çok tatmin edici bulmasa da, sanırım idare edilebilir bulmaktadır.
Yalnız, DEB’in başarısının hükümeti de rahatsız ettiğini söylemek
yanlış olmaz. Bu durumda bu tehlikenin sınırlanması için küçük
çapta bazı adımlar atılabilir. Meselâ
İskeçe’deki Siyasi İşler Bürosu’na verilen örtülü ödenek artırılabilir. Milli İstihbarat Servisi EYP’in Trakya
için örtülü ödeneği de artırılabilir.
Batı Trakya’da Türkiye’nin büyük
miktarda para harcayarak Azınlığı
güdümüne aldığı iddiası, Atina’da
kesin bir gerçekmiş gibi kabul ediliyor. O nedenle, Yunan devletinin
örtülü hatta belki de açık bir şekilde
daha fazla para harcayarak, bazı kişi,
kuruluş ve çabaları finanse ederek,
Türkiye’nin manipülasyonunu sınırlandırabileceğine inanılıyor.
DEB’in faaliyetlerini ve/veya seçimlere girmesini zorlaştıracak bazı yasal önlemler de düşünülebilir, ama
böyle önlemlere başvurulacağını şu
Azınlıkça
21
aşamada pek muhtemel görmüyorum.
Azınlığın dinî konulardaki (meselâ müftülerin seçimi), eğitimdeki (meselâ çift-dilli anaokulları)
ve ulusal kimlikle ilgili taleplerini
tatmin etmek amacıyla atılacak
adımlar, karar verme mekanizmalarındaki birçok kişi tarafından zaten Türkiye’nin Batı Trakya ile ilgili
planlarına hizmet edecek birer tâviz
gibi görülüyor ve gösteriliyordu.
DEB’in seçim başarısından sonra,
şimdi bu olumsuz yaklaşımı savunanların eli daha da güçlenmiş durumda.
Fakat DEB’in seçim başarısından sonra oluşan tabloya tamamen
karamsar da bakmamak lazım.
Mesela geçtiğimiz günlerde Yeni
Demokrasi Partisi’nin önde gelen
isimlerinden, Rodop milletvekili ve
eski bakan Sn. Evripidis Stilyanidis,
DEB’in başarısına bir cevap olarak,
mecliste Trakya’nın sorunlarını inceleyecek ve çözümler sunacak bir
partiler arası komisyon oluşturulmasını önerdi4. Stilyanidis’in önerdiği komisyonda tabii azınlık milletvekilleri de üye olarak bulunacak.
Komisyonun ana amacı, hükümete
Yunanistan’daki ekonomik bunalımdan en çok etkilenmiş bölgelerden bir olan Trakya’nın ekonomisini
canlandıracak, bölgeye yatırım getirecek, turizmini geliştirecek, yeni iş
olanakları yaratacak ve, Azınlıktan
olsun Çoğunluktan olsun, bölge
gençlerinin bölgede kalmalarını
sağlayacak tedbirler önermek. Anlaşılıyor ki bu öneriler Yunanistan’dan
uygulanmakta olan memorandum
ve kemer sıkma politikalarının bir
kısmından Trakya’nın muaf tutulmasını da kapsayacak. Daha önce de
çok tartışılmış, Trakya’nın bir şehrinde, meselâ Dedeağaç limanında,
22
Azınlıkça
bir serbest ekonomi bölgesi yaratma
önerisi de tekrar gündeme gelebilir.
Stilyanidis’in önerisine göre bu komisyon, Trakya’daki sorunların çözümüne katkıda bulunacak kurum
ve kuruluşların da görüşüne başvuracak. Stilyanidis’in bu önerisi fikir
olarak aslında çok olumlu. Ekonomik bunalım, bölge sakinlerinin ortak ve en ciddi sorunu. Dolayısıyla
önerilen komisyonun ekonomik sorunlara odaklanması yanlış olmaz.
Trakya’nın Çoğunluk ve Azınlık
milletvekillerinin bu soruna birlikte
çözüm önerileri üretmesi de önerinin desteklenmeye değer başka bir
unsuru. Ancak Stilyanidis’in önerisine göre bu komisyonda Trakya’nın
demografik sorunu da irdelenecek.
Demografik sorundan kastedilen
Çoğunluk ve Azınlık gençlerinin
bölgeden göç etmesi ise, evet, bu
ekonomiyle doğrudan bağlantılı
ve çok ciddi bir mesele. Fakat eğer
kastedilen “Azınlığın nüfusu artıyor, Çoğunluğun nüfusu azalıyor”
iddiası ise Trakya’nın kaybedileceği
endişesini taşıyan milliyetçilerin son
60 yıldır farklı versiyonlarla dile getirdiği, ama rakamlarla bir türlü tam
doğrulanamayan bu iddiayı gerçek
bir veriymiş gibi kabul edecek bir
tartışma yanlış, çarpık ve çok kötü
sonuçlar üretebilir. “Trakya’da Azınlığın oranı gereğinden fazla büyük
ve büyüyor” gibi bir iddiadan üretilecek çözümler, muhtemelen Yunan
devletinin 1955-1998 yıllarında
uyguladığı 19. madde politikasına
benzeyecektir.
Azınlık konularını iyi bilen, ama
son yıllarda seçilme şansı biraz zora
girdiği için Azınlığın taleplerini
tehlike olarak gösteren ve “Onlar
Türk’ün oyu Türk’e diyorlarsa ben
de Hristiyan’ın oyu Hrsityan’a diyorum” türünden bir söylem geliştiren
Stilyanidis’in önerisine azınlığın bi-
raz çekinceli ve kuşkuyla yaklaşması
doğal. Fakat onun önerdiği partiler arası komisyon pekâlâ Azınlık
sorunlarının da konuşulacağı bir
forum olabilir. Elbette komisyonda azınlık karşıtı görüşler de dile
getirilecektir, ama Azınlık milletvekilleri ve, eğer görüşlerine başvurulursa (ki başvurulması lâzım), DEB
temsilcileri bu komisyon vasıtasıyla
Yunanistan kamuoyuna Azınlık taleplerinin Yunanistan için aslında
bir tehdit oluşturmadığını, Azınlığın taleplerinin makul ve haklı
olduğunu, Yunan devleti için bu
talepleri (en azından bunlardan bir
kısmının) yerine getirmenin aslında
zor olmadığını, aksine, Azınlığın
karşı çıktığı “240 imam yasası” gibi
düzenlemelerin gereksiz masrafa da
neden olduğunu anlatma fırsatı bulacaklardır.
Gerçekten de Azınlığın yıllardır
dile getirdiği taleplerden bazılarını
Yunan devletinin karşılaması zor
değildir. Ekonomik bir yük de getirmez. Örneğin isimlerinde “Türk”
sıfatı bulunan derneklerin devletçe
tanınması, bunların serbestçe faaliyet göstermesi ve yenilerinin kurulabilmesi için olanak tanıyan bir
yasal düzenleme yapılabilir. Böyle
bir düzenleme bu derneklerle ilgili
davalara bakan mahkemelerin işini
de kolaylaştırır. Üstelik Avrupa’da
Yunanistan’ın pozisyonunu da rahatlatır. AİHM’nin İskeçe Türk
Birliği ve Rodop ili Türk Kadınları Kültür Derneği davalarında bu
dernekler lehine verdiği kararları
uygulamadığı için Yunanistan altı
ayda bir Avrupa Konseyi tarafından uyarılıyor. Gerçi uyarının ötesine geçilmiyor, ama bu uyarılar
da Yunanistan’ı biraz zor durumda
bırakıyor. Böyle derneklerin kurulup faaliyet göstermesinin Lozan
antlaşmasına aykırı olmadığı, hatta
bunun Yunan devletinin azınlığı
resmen “Türk” olarak tanıması anlamına da gelmediği, Yunanistan’ın
azınlığı resmi düzeyde “Müslüman
azınlık” olarak tanımaya devam
edeceği, sadece Azınlık mensuplarına grup halinde kendi kimliklerini
belirleme hakkının tanınacağı anlamına geldiği kamuoyuna anlatılırsa,
Yunan devletinin de bu doğrultuda
adım atması kolaylaşır.
Peki, şimdiki konjonktürde Yunan hükümeti böyle bir girişimde
bulunabilir mi? Buna ihtimal vermiyorum, ama AP seçimlerinde
DEB’in başarısı, Azınlık haklarında
yaklaşık 10 yıldır süren bir durgunluk ve hafif bir gerilemeden sonra,
belki yıllar sürecek ve sonunda azınlık lehine önemli değişiklikler getirecek yeni bir sürecin, yeni bir hareketlenmenin ilk aşaması olabilir.
Ama bu sürecin iyi sonuçlar vereceği
garanti değil. Ve iyi sonuçlar sadece
Azınlığın ya da DEB’in çabalarına
değil, Azınlığın elinde olmayan başka bir sürü etkene de bağlı.
Dipnotlar:
1. Υπουργείο Εσωτερικών: http://ekloges.ypes.
gr/may2014/e/public/index.html
2. Ekloges.gr – Αρχείο Αποτελεσμάτων: http://
www.ekloges.gr/pages.asp?pageid=21&langid=1 ve
Βικιπαίδεια – λήμμα: Ελληνικές Βουλευτικές
Εκλογές 1990 - http://tinyurl.com/q5k6m5u .
Ayrıca, Dimosthenis Dodos (Δημοσθένης
Δώδος), Εκλογική Γεωγραφία των Μειονοτήτων
[Azınlıkların Seçim Coğrafyası] isimli kitabında
(Atina: Εξάντας (Eksandas) Yayınları, 1994), bu
seçimlerde Azınlık bağımsız listelerinin rolü ve başarısıyla ilgili önemli ve değerli analizler sunmaktadır.
3. Παρέμβαση Φρ. Φράγκου: «Η ελληνική
Θράκη εκπέμπει SOS»,Επίκαιρα, 19/6/2014,τεύχος
244, σσ. 8-15, http://epikaira.gr/article/paremvasi-frfragkoy-i-elliniki-thraki-ekpempei-SOS
ve
“Στρατηγός Φράγκος Φραγκούλης: Η Ελληνική
Θράκη εκπέμπει σήμα κινδύνου”, Πομακοχώρια,
27/6/2014, http://pomakohoria.blogspot.gr/2014/06/
blog-post_27.html
4. “Stilyanidis’ten Batı Trakya Konusunda
Çağrı”, Trakyadan, 21/6/2014 - http://www.trakyadan.com/index.php/yunanistan-bati-trakya-haber/
item/906-stilyanidisten-bat-trakya-konusunda-cagri.
html ve
“Σύσταση Διακομματικής Επιτροπής για τη
Θράκη”, daily-stories.gr, 19/6/2014 - http://dailystories.gr/?p=8880
Başbakan Samaras işsizlere
yönelik programı açıkladı
Çalışma Bakanlığı yönetimi ile bir araya gelen Başbakan Antonis
Samaras’ın gündeminde istihdamın desteklenmesine yönelik önlemlerin
alınmasıyla işsizlik sorununun çözülmesi vardı.
Başbakanlık Konutu’nda yapılan ve bir saat süren toplantı sonrası
açıklamalarda bulunan Samaras “İşsizlik sorunu sadece sağlıklı ve yeni
iş kadroları yaratan uzun vadeli kalkınmayla çözülebilir” şeklinde konuştu.
Özellikle Avrupa fonlarından ve ESPA’dan finanse edilen programlarla işsizlere yardım edileceğini açıklayan Başbakan Samaras konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Yeni ESPA’dan 2014 yıl içerisinde dahi bize 600 milyon euro verilebilir ve bu finans 145.000 genç işsizin ve uzun yıllardır işsiz olanların iş
dünyası ile ilk teması amacıyla kullanılabilir.
Geçtiğimiz gün çıkan program 25-29 yaşları arasındaki 30.000 işsize
hitap ediyor.
Ağustos ayında 18-24 yaşları arasındaki işsizlere yönelik 12.000 iş
kadrosu açıklanacak.
Eylül ayında çıkartılacak ve 18-29 yaş arasındaki 8.000 işsize hitap
edecek olan program ise özellikle turizm sektörüne yönelik olacak ve bu
işsizlerden bir kısmı kış turizmi ve şehir turizminde değerlendirilecek.
Bu programlar daha önce iş tecrübesi olmayan insanlara yönelik 80
saat eğitim içeriyor. Ayrıca altı aya kadar varan bir süre içerisinde 450
saatlik pratik de öngörüyor. Bu programlardan istifade etmeye kazanan
her hak sahibi eline 1.740 ile 1.950 euro arası para alacaktır.
Eylül ayında ayrıca uzun yıllardır işsiz olanlara veya hiç kimsenin
çalışmadığı ailelere yönelik 50.000 işsizi kapsayacak bir program daha
hayata geçirilecek. Programın maliyeti 200 milyon euro. Sizlere sadece
bu yıl için finansmanına onay çıkan iki programdan bahsediyorum. Diğer programları ve daha fazla detayı Çalışma Bakanlığı açıklayacaktır.
ESPA tarafından onaylanan fonlar 600 milyon euro’yu buluyor. 55
bin anneye ve 68 bin çocuğa yönelik çocuk kreşleriyle ilgili finansmanla
birlikte bu meblağ 750 milyon euro’yu aşıyor.
Tüm bu programlar yüz binlerce vatandaşımızın ve özellikle de gençlerin iş piyasasına girmelerini kolaylaştırmak için tasarlanmıştır.”
Azınlıkça
23
Algı(lamak)
Huzur duası
Herkül Millas
millas@otenet.gr
Twitter: @HerkulMillas
Artık kendimi inandırmaya çalışıyorum: Bazı
şeyler değişmez. Aşağıda
kalıcı olanların listesini
sunuyorum. İlk liste
Yunanistan’la ilgili;
ikincisi Türkiye ile.
Buyurun...
Ya isyan duygusudur bu ya da
umutsuzluk: yıllarca önce duyduğum bir dua geldi aklıma: “Tanrım,
değiştiremeyeceğim şeyleri kabul
edecek huzuru bağışla; değiştirebileceklerimi değiştirecek cesareti ver, ve
bu ikisinin arasındaki farkı görmemi
sağlayacak bilgeliği.”
Ben duanın ilk kısmına takıldım:
“Değişmeyecekleri kabul etmem gerek” diyorum, yoksa hayat çekilmez
oluyor!
Bu dua çok eski aslında. Copyright belki Reinhold Niebuhr adında
bir teologundur (ölümü 1971), ama
Antik Yunanda bile buna benzer bilgeliğe rastlanır.
Epiktetus şöyle demiş: “Elinden
geleni yap ama gerisini oluruna bırak. Bazı şeyler bize bağlıdır bazıları irademizin dışındadır. Görüş ve
isteklerimiz bizimdir; bedenlerimiz,
mevkilerimiz kendi yapımız değildir.”
Sekizinci yüzyılda Shantideva
(Hindistan’da bir Budist) “Başa gelen belanın çaresi varsa kaygı duyma;
yoksa, sıkma kendini, nasıl olsa durum değişemez.”
Bu “olgunlukta” biraz demagoji
kokusu var ama olsun, dua takılmış
bir kez aklıma. Bazı şeyleri kabul
etmezsem rahata kavuşmayacağım.
Huzurun ötesinde, değişmeyecek
şeylerin değişmesini beklerken ken-
24
Azınlıkça
dimi biraz saf da (hatta aptal) hissediyorum. Akıntıya karşı kürek
çekmek, Sisifus gibi lanetli olmak,
Don Kişot gibi hayalperest olmak,
sarımsak yiyerek kanseri yenmeye
çalışan gariban gibi hissediyorum.
Artık kendimi inandırmaya çalışıyorum: Bazı şeyler değişmez. Aşağıda
kalıcı olanların listesini sunuyorum.
İlk liste Yunanistan’la ilgili; ikincisi
Türkiye ile. Buyurun:
Yunanistan’da bunlar değişmez:
1- Otobüse, uçağa binerken; gazete bayii, taksi durağı gibi yerlerde
sıraya girilmez. İtişip sıra kapılır.
Umumi helâlarda durum biraz daha
iyidir ama son zamanlarda bunlar da
çok seyrek bulunuyor.
2- Söz kesmemek yalnız monologlarda mümkündür. Birden çok
kişinin yer aldığı sohbet veya tartışmalarda herkes birden konuşur (bağırarak). İtiraz eden olursa birileri
“ama diyalog yapıyoruz” derler ve
durumu meşrulaştırırlar.
3- Uzmanlık çok yaygındır. Herkes her şeyi biliyor. Örneğin, taksi
şoförü operatör doktora apandisit
konusunda bilgilendirir; veya Çinliye Çin’i anlatır.
4- Köyünden çıkmamış olan bile
dünyanın en güzel ülkesinde yaşadığına inanır. Nerede bilir, diyeceksiniz. Bu kuşku da hiç aklına gelmez;
ve bu da değişmez.
5- Arabalar kaldırımlarda park
eder, yayalar asfaltta yürür. İtiraz
ederseniz araba sürücüleri “ya nereye park edeyim” der, yayalar da
“yürüyecek kaldırım mı kaldı ki”
der.
6- Seçmen, becerikli siyasiyi
değil, yapmayacaklarını vaat edeni seçer. Bile bile, üst üste. Çünkü
nasıl olsa vaatlerin yerine getirilmeyeceğini bilir; bari hayalin güzelini kurayım düşüncesindedir.
7- Üniversiteler dünya klasmanında pek fena durumda değiller
çünkü değerlendirme kıstasları
arasında, hiçbir zaman “kaç gün
ders yapılıyor” sorusu bulunmaz.
Grevler, işgaller, boykotlar hesaplansa, klasmanın sonunda kalmak
bir yana, üniversiteler hiç yoklar
denecek.
8- Organize olmak, düzen
kurmak ayıp sayılıyor. Kim neden
sorumludur, hangi iş ne zaman
başlayacak, misafiriniz saat kaçta
gelecek bilemezsiniz. Bu durum
“özgürlük” olarak algılanıyor.
9- Meşruiyetin kıstası “kitle”
oluşturmaktır. Belli bir grup oluştu mu (işgalci gençler, protestocu
yaşlılar, sendikalaşmış köylüler vb)
yasaların çiğnenmesi olağandır.
10- Bir inanç çok yaygındır:
İyi ne varsa ulusun yüceliğini kanıtlıyor; sakatlıklar da yabancıların komplolarını.
2- “Saygı” temeldir. Saygılı sayılmayana yapılmayacak saygısızlık yoktur.
3- Hiyerarşi vardır, herkes
yerini bilir, bilmeyene öğretirler.
Ahmet, Ahmet Abi, Ahmet Amca,
Ahmet Usta, Ahmet Ağa, Ahmet
Efendi, Ahmet Bey, Ahmet Beyefendi tabii ki eşit değiller. Tabii
paşalar, proflar, muhteremler vb.
da var. (Bu arada unvanlar hukuken yasaktır.)
4- Her şeyin doğrusunu bilen
devlettir (yani kendini devlet sayandır). Ne okunacak, ne yenecek
içilecek, nasıl giyinilecek, ne tür
resim çizilecek “Beyefendiler” (ve
üstü) karar verir.
5- Kadına öldüresiye sevgi ve
saygı duyulur. Erkeklerin bu sevgiyi nasıl ifade ettiklerini her gün
gazetelerde okuyoruz, haberlerde
duyuyoruz.
6- “Öteki” algısı öylesine yaygınlaştı ki yetmiş milyona yaklaştı
diyebiliriz. Herkes herkesin ötekisidir. Buna kutuplaşma diyorlar ama durum daha çok atomun
parçalanmasına benziyor.
7- Her beğenilmeyen, hoşa
gitmeyen “hakaret” sayılıyor.
Hakarete karşı her türlü tepki de
meşru sayılıyor.
Türkiye’de bunlar değişmez:
8- Mahkemeler serbest piyasa
felsefesine uygunluk gösterir; çeşitlilik sergileyerek rekabet içindedirler.
1- Her şey bir plana ve hukuka
uygun yapılır. Askeri darbeler, hak
ihlalleri, hatta kaos bile.
9- Bir inanç çok yaygındır: İyi
ne varsa ulusun yüceliğini kanıtlıyor; sakatlıklar da yabancıların
komplolarını.
İşte bunlar değişmiyor. Duada
da dendiğine göre bunu anlarsak,
ne olmayacak duaya amin deriz,
ne yırtınıp kendimizi yıpratırız, ne
ikide birde hayal kırıklığına uğrar
dövünürüz. Böyle geldi böyle gider dedik mi huzura kavuşuruz.
Bükemediğin eller işte bu ellerdir.
Geriye değiştirebileceklerimiz
kalıyor. En başta da inancımızın
değişmesi gerekiyor; yani değişmeyecekleri kabullenmemiz.
Kötümserliği ilke olarak benimsersek işler tam beklediğimiz
gibi, tıkır tıkır işleyecek demektir.
Artık ne sürpriz, ne hayal kırıklığı…
Bütün bunlara yenilmişliğin
ruh hali mi diyeceksiniz?
Başka nitelemeler de akla gelebilir. Gerçekçilik, bıkkınlık, yorgunluk…
Hatta, sürekli yeniklerin safında olmanın sonucunda hissedilen
iktidarsızlık duygusunu aşmak
için kusuru birilerine yüklemek
içgüdüsü. Veya hiç hoş olmayan
durumların karşısında, dayanabilmek, karamsarlığa karşı koyabilmek için işi hafiften şakaya
boğmak isteği. Dolaylı da olsa
“hırsızın hiç suçu yok mu” lafını,
yani “kendimizin” de sorumluluk
taşıdığımızı hatırlatmak. Mutlaka
ve en başta değişmesi gerekenleri
sıralamanın başka bir yolu. Başka türlü bir ülkede yaşıyor olmak
arzusunun dışa vuruşu. Yeter diye
bağıramamanın sonucu. Kim bilir nasıl duygular yazdırır insana
böyle listeleri?
Azınlıkça
25
ΜΕ ΓΝΩΣΗ
και ΜΕ ΤΟΛΜΗ
Γιώργος Δούδος
g_doudos@yahoo.com
Twitter: @GeorgeDoudos
Η ανακοίνωση για
την ίδρυση τμήματος
Ισλαμικών Σπουδών
στη Θεολογική
Σχολή του
Αριστοτέλειου
Πανεπιστημίου
Θεσσαλονίκης,
ανέδειξε τις
φοβικές εμμονές
που διακατέχουν
Ορθόδοξους
Χριστιανούς, χωρίς να
εξαιρούνται Ιεράρχες
της Ελλαδικής
Εκκλησίας, κατά του
Ισλάμ.
26
Azınlıkça
ΤΜΗΜΑ ΙΣΛΑΜΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ
ΣΤΗΝ ΘΕΟΛΟΓΙΚΗ ΣΧΟΛΗ ΤΟΥ
Α.Π.Θ..
ΤΟ ΧΡΟΝΙΚΟ ΤΩΝ ΑΝΤΙΔΡΑΣΕΩΝ…
Η ανακοίνωση για την ίδρυση
τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη
Θεολογική Σχολή του Αριστοτέλειου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης,
ανέδειξε τις φοβικές εμμονές που
διακατέχουν Ορθόδοξους Χριστιανούς, χωρίς να εξαιρούνται Ιεράρχες
της Ελλαδικής Εκκλησίας, κατά του
Ισλάμ.
Αφορμή για την ανάδειξη των
εμμονών που ανέφερα πιο πάνω,
υπήρξε απόφαση της Γενικής Συνέλευσης του Τμήματος Θεολογίας της
Θεολογικής Σχολής της 7ης Μαρτίου 2014, στην οποία με μεγάλη πλειοψηφία τα μέλη του Δ.Ε.Π. ψήφισαν
θετικά υπέρ της ίδρυσης Τμήματος
Ισλαμικών Σπουδών στους κόλπους
του Τμήματος Θεολογίας. Νομίζω
πως αξίζει να σημειωθεί ότι είκοσι
τρία (23) μέλη του Δ.Ε.Π. ψήφισαν
υπέρ της ίδρυσης του Τμήματος, έξι
(6) μέλη καταψήφισαν, υπήρξε ένα
(1) λευκό, ενώ είχαν διαπιστωθεί
οκτώ απουσίες μελών του Δ.Ε.Π..
Οι αντιδράσεις πύκνωσαν, με
πιο κραυγαλέα κατά τη γνώμη μου,
εκείνη του Μητροπολίτη Θεσσαλονίκης Ανθίμου, ο οποίος κατά την
τακτική μηνιαία σύναξη των Εφημερίων της Μητρόπολής του της
28ης Ιανουαρίου 2014 δι’ «εξουσιοδοτηθείσης Επιτροπής» εκ μέρους
των 115 Εφημερίων, προκάλεσε
την έκδοση ψηφίσματος καταγγελίας, κατά του ενδεχόμενου ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών.
Είναι χαρακτηριστική μια περίο-
δος του ψηφίσματος που αναφέρει:
«ΑΠΟΡΡΙΠΤΟΥΝ ἄμεσα, ἀπόλυτα
καὶ κατηγορηματικὰ τὴν ἰδέα καὶ
τὴν προσπάθεια ποὺ καταβάλλεται
γιὰ νὰ ἱδρυθῇ τμῆμα ἢ κατεύθυνση ἰσλαμικῶν σπουδῶν στὸ Τμῆμα
Θεολογίας τῆς Θεολογικῆς Σχολῆς
τοῦ Ἀριστοτελείου Πανεπιστημίου
Θεσσαλονίκης. Φρίττουν ὅσοι Θεσσαλονικεῖς ἄκουσαν μιὰ τέτοια πρόθεση». Μάλιστα ο Θεσσαλονίκης
Άνθιμος, αργότερα, σε κήρυγμά του
στις 12 Μαΐου 2014 είπε τα εξής καταπληκτικά μέσα σε ιερό ναό, που
αναιρούν όλως διόλου το ήθος που
πρέπει να διακρίνει Επίσκοπο της
Εκκλησίας του Χριστού: «Κύριε
Πρωθυπουργέ, κύριε υπουργέ Παιδείας, κύριε πρύτανη, κύριοι καθηγητές, κύριοι αρμόδιοι, δεν θέλομε
Ισλάμ μες στο Πανεπιστήμιο, διότι
εκεί... θα χυθεί αίμα, δεν το βλέπετε
τι γίνεται σε όλον τον κόσμο»; (Η
υπογράμμιση δική μου).
Με τη σειρά του, το Τμήμα Ποιμαντικής και Κοινωνικής Θεολογίας
της Θεολογικής Σχολής του Α.Π.Θ.
στη Συνέλευση του Τμήματος της
26ης Μαρτίου 2014 συζήτησε το
θέμα της ιδρύσεως Εισαγωγικής
Κατεύθυνσης
Μουσουλμανικών
Σπουδών στο Τμήμα Θεολογίας της
Θεολογικής Σχολής του Α.Π.Θ. και
τάχθηκε κατά της προοπτικής ιδρύσεώς του. Θεωρεί ότι «με την απόφαση ίδρυσης Εισαγωγικής Κατεύθυνσης Μουσουλμανικών Σπουδών
(στο Τμήμα Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής) αλλοιώνεται ο μέχρι
τώρα χαρακτήρας της Σχολής και
η ακαδημαϊκή της αντιστοίχηση
με τα διεθνώς κρατούντα». Προτείνει να αντιμετωπισθεί η ανάγκη τριτοβάθμιας επιστημονικής
κατάρτισης στις Ισλαμικές Σπουδές με «ένα πρόγραμμα σπουδών
με την ευθύνη των καθ᾽ ύλη αρμοδίων Παιδαγωγικών Τμημάτων». Το Τμήμα Ποιμαντικής
και Κοινωνικής Θεολογίας του
Α.Π.Θ. από την ίδρυσή του, είχε
ως χαρακτηριστικό γνώρισμα
έναν άγονο θεολογικό συντηρητισμό, συχνά ακραίο.
Από την άλλη πλευρά, καθηγητές του Τμήματος αυτού είχαν τοποθετηθεί δημόσια υπέρ
ακραίων πολιτικών θέσεων εθνικιστικού προσανατολισμού, που
μάλλον ήταν εντελώς ξένες προς
το κατά Χριστόν ήθος ενός Ορθόδοξου θεολόγου και εκπαιδευτικού! Επομένως δεν αποτέλεσε
έκπληξη η αντίθεση του Τμήματος Ποιμαντικής και Κοινωνικής
Θεολογίας με την προοπτική
ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών
Σπουδών. Εκείνο που αξίζει να
σημειωθεί είναι, ότι τα μέλη του
Δ.Ε.Π. του Τμήματος ως επιστήμονες, μάλλον ηθελημένα, υποβαθμίζουν την αξία και το εύρος
των Ισλαμικών Σπουδών, αφού
θεωρούν πως κάποια μαθήματα
(πρόγραμμα σπουδών) με αναφορά στο Ισλάμ, θα μπορούσαν να
ενταχθούν στο εν γένει πρόγραμμα σπουδών Παιδαγωγικών Σχολών ή Τμημάτων.
Τα μέλη του Δ.Ε.Π. με μάλλον
αντιεπιστημονική αμετροέπεια
ή μισαλλόδοξη άγνοια, θεωρούν
την Μουσουλμανική Θεολογία
υποδεέστερη και ευτελή, σε σύγκριση με την Χριστιανική, ενώ
κρίνουν αρκετό, κάποιοι μειονοτικοί Μουσουλμάνοι που
σπουδάζουν σε Παιδαγωγικά
Τμήματα των Πανεπιστημίων να
μαθαίνουν το «κατιτίς» και για το
Ισλάμ στη διάρκεια των σπουδών
τους, ώστε να είναι σε θέση να διδάξουν σε παιδιά του Δημοτικού
τα θρησκευτικά τους! Όπως όμως
πολύ ορθά, σε επιστολή τους που
είχαν απευθύνει οι τρεις Μουφτήδες της Θράκης, στους καθηγητές
και στις καθηγήτριες του Ποιμαντικού, τους είχαν επιστήσει
την προσοχή, ότι το ζητούμενο
δεν είναι η κατάρτιση Δασκάλων
ικανών να διδάξουν θρησκευτικά
της μουσουλμανικής θρησκείας,
αλλά η μόρφωση επιστημόνων
στις Ισλαμικές Σπουδές (Θεολογία, Θεσμοί Ηθικής και Νόμων, Πολιτισμός, Ερμηνευτικές
Σχολές του Ιερού Νόμου, Κοράνιο και απαγγελία του, Αραβική
γλώσσα κ.ά.).
Φοιτητές του Τμήματος Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής
του Α.Π.Θ. (μας είναι άγνωστος ο
αριθμός τους), αντέδρασαν με μήνυμα διαμαρτυρίας, εκφράζοντας
την αντίθεσή τους στο ενδεχόμενο ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών
Σπουδών στη Σχολή τους. Οι
νεαροί φοιτητές, όπως φαίνεται
από το κείμενό τους, συνδυάζουν
στον καταγγελτικό λόγο τους μια
επιθετική απολογητική κατά του
Ισλάμ, εντελώς παρωχημένη και
μισαλλόδοξη για την εποχή μας,
με εθνικιστική επίθεση κατά της
Τουρκίας. Φαίνεται, οι φερέλπιδες φοιτητές της Θεολογίας που
συνέταξαν την παραπάνω διαμαρτυρία και εξέφρασαν με αρκετές «εκκωφαντικές» διατυπώσεις
την αντίθεσή τους στην ίδρυση
Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών,
μάλλον αγνοούν την «Θεολογία
των Θρησκειών», που αποτελεί
μια θετική προσέγγιση του ετερόθρησκου Άλλου και μεταξύ
των πρωτοπόρων στην ανάπτυξη
του σχετικού επιστημονικού και
ποιμαντικού
προβληματισμού
υπήρξε και συνεχίζει να είναι ο
ομότιμος τώρα καθηγητής τους
Πέτρος Βασιλειάδης.
Στις 18 Φεβρουαρίου 2014, σε
αμφιθέατρο της Θεολογικής Σχολής οργανώθηκε συγκέντρωση
κατά της ίδρυσης του Τμήματος
Ισλαμικών Σπουδών. Εκτός από
τη συμμετοχή τριών από τους
έξι καθηγητές του Τμήματος Θεολογίας που καταψήφισαν την
πρόταση ίδρυσης του Τμήματος,
Azınlıkça
27
συμμετείχαν ο Κώστας Ζουράρις,
κλασικός εκφραστής της εθνικιστικής «Αριστεράς», ένας υποψήφιος διδάκτορας Θεολογίας
και ο πρώην πρόεδρος του Αρείου Πάγου Βασίλειος Νικόπουλος,
που στα ίχνη του προκατόχου του
Βασιλείου Κόκκινου, είτε με τη
συγγραφή βιβλίων, είτε με συνεντεύξεις που έχει παραχωρήσει
στο κανάλι 4Ε της Θεσσαλονίκης
(ανήκει στην Αδελφότητα Αφιερωμένων Γυναικών «Λυδία η
Φιλιππησία»), παρεμβαίνει στην
πολιτική ζωή του τόπου υποστηρίζοντας αντιδραστικές και εθνικιστικές θέσεις. Μάλιστα χαρακτηρίσθηκε από πανεπιστημιακό
θεολόγο σαν «εκφραστής της νομικής θεολογίας στη χώρα μας»
(sic!).
Ο Βασίλειος Νικόπουλος με
άηθες ύφος και περισσή προπέτεια, προφανώς θεωρώντας πως
βρίσκεται στο απυρόβλητο της
κριτικής και της αμφισβήτησης,
ως προς τις απόψεις του, δήλωσε τα εξής: «Η ψήφος των 23
καθηγητών είναι αντεθνική, αντιχριστιανική, αντισυνταγματική,
αντιθεολογική και αντικαθηγητική» (!!!). Επίσης ο Βασίλειος
Νικόπουλος πρόσθεσε, ότι «το
Ελληνικό Σύνταγμα δεν επιτρέπει
την ίδρυση Τμήματος Μουσουλμανικών Σπουδών» (!!!)
Από όλους τους παραπάνω,
που αντιτάχθηκαν κατά του ενδεχομένου να διδάσκονται Ισλαμικές Σπουδές στη Θεολογική
Σχολή του Α.Π.Θ., δεν θα μπορούσε να λείπει το Συντονιστικό
Όργανο Συνεργαζομένων Ορθόδοξων Χριστιανικών Σωματείων
Θεσσαλονίκης, που σε επιστολή
του προς τον Πρωθυπουργό της
χώρας αναφέρθηκε στον κίνδυνο
μεταφοράς του «τζιχάντ» στη Βόρεια Ελλάδα, όπως και σε άλλα
φαιδρά. Η παραπάνω συλλογικότητα, με την επίκληση της χριστιανικής πίστης και της εκκλη28
Azınlıkça
σιαστικής παράδοσης εκφράζει
στη Θεσσαλονίκη την πνευματική
ακαμψία των ευσεβιστών των παρεκκλησιαστικών Αδελφοτήτων,
που άκμαζαν και κυριαρχούσαν
κατά το παρελθόν, αρνούμενη με
τις κατά καιρούς θέσεις που διατυπώνει το δικαίωμα του Αγίου
Πνεύματος να πνέει όπου θέλει.
Δεν θα σχολιάσω τις αρνητικές
απόψεις για το θέμα της ίδρυσης
τμήματος Ισλαμικών Σπουδών
του ομότιμου καθηγητή του Τμήματος Ποιμαντικής και Κοινωνικής Θεολογίας του Α.Π.Θ., ιερέα
Θεόδωρου Ζήση, που γενικά υπεραμύνεται ενός άγονου και άκρως
συντηρητικού θεολογικού λόγου,
ούτε τις απόψεις του δημοσιογραφούντα Δημητρίου Νατσιού,
δασκάλου και θεολόγου, παρουσιαστή του θρησκευτικού τηλεοπτικού καναλιού 4Ε, με γνωστές
θέσεις και απόψεις θρησκευτικού
συντηρητισμού και ακραίου εθνικισμού, ούτε του δημοσιογράφου
Νίκου Χειλαδάκη, που αυτοπροβάλλεται σαν τουρκολόγος και
εδώ και μερικά χρόνια προβάλλει
τον «μπαμπούλα» του Ισλάμ και
της Τουρκίας. Επίσης δεν πρόκειται να σχολιάσω τις αρνητικές
αντιδράσεις κατά της ίδρυσης
Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών
Μητροπολιτών, όπως του Πειραιώς Σεραφείμ ή του Νέας Σμύρνης
Συμεών.
Έχω την πεποίθηση ότι έχουν
ιδιαίτερη βαρύτητα οι θέσεις που
διατύπωσαν με κοινή Δήλωσή
τους οι τέσσερεις Μητροπολίτες
των ακριτικών Μητροπόλεων της
Θράκης για το ζήτημα της ίδρυσης τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεσσαλονίκη. Μεταξύ
των άλλων οι Σεβασμιότατοι
Μητροπολίτες
Διδυμοτείχου,
Ορεστιάδος και Σουφλίου Δαμασκηνός, Ξάνθης και Περιθωρίου
Παντελεήμων, Αλεξανδρουπόλεως και Τραϊανουπόλεως Άνθιμος
και Μαρωνείας και Κομοτηνής
Παντελεήμων επισημαίνουν και
τα εξής: «Η πρόσφατη πρωτοβουλία του Τμήματος Θεολογίας του
Αριστοτελείου
Πανεπιστημίου
Θεσσαλονίκης για την λειτουργία στην ελληνική ακαδημαϊκή
κοινότητα ‘Κατευθύνσεως Μουσουλμανικών Σπουδών’ είναι σημαντική και βρίσκει ανταπόκριση
στην αρχική μας θέση, η οποία …
προσβλέπει επικοινωνία και εποικοδομητική συμβίωση μεταξύ
χριστιανών και μουσουλμάνων
στη Θράκη.
Η μακρόχρονη συμβίωση μεταξύ των αυτοχθόνων χριστιανών
και μουσουλμάνων εδώ έχει δημιουργήσει ιδιαίτερες συνθήκες
και ανθρώπινες επικοινωνίες,
δείγματα αλληλοσυμπάθειας και
ανθρωπίνων σχέσεων που προάγουν την έννοια του ‘προσώπου’.
… Ελπίζουμε ότι η επιστημονική κατάρτιση επί θρησκευτικών
ζητημάτων και πολιτισμού των
μουσουλμάνων διδασκάλων και
θεολόγων, εντός του κοινού θησαυρού, της πνευματικής και
ιστορικής κληρονομιάς του τόπου
μας, θα έχει ευμενείς επιπτώσεις
για όλους και θα προωθήσει την
καλλιέργεια και το πνεύμα του
αμοιβαίου σεβασμού μεταξύ των
θρησκευτικών κοινοτήτων μας.
Ως ποιμένες της Εκκλησίας…
βλέπουμε στο πρόσωπο κάθε ανθρώπου χαραγμένη την εικόνα
του Θεού».
Οι αντιδράσεις κατά της ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών μέσα στο Τμήμα Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής του
Αριστοτέλειου
Πανεπιστημίου
Θεσσαλονίκης, δυστυχώς, δεν
υπάρχει αμφιβολία, ότι προήλθαν
από ανθρώπους και κύκλους που
επιμένουν πεισματικά να υπερασπίζονται την «Ελλάδα των Ελλήνων Χριστιανών», που πιστεύουν στον «Ελληνοχριστιανικό
Πολιτισμό», την επίσημη ιδεολογία του ελληνικού κράτους μετά
το τέλος του εμφυλίου πολέμου,
κατοχυρωμένη και συνταγματικά, ενώ επρόκειτο για το σμίξιμο
ενός μιξοβάρβαρου Ελληνισμού,
με έναν αιρετικό Χριστιανισμό,
αλλοιωμένο τραγικά από τον
εθνοφυλετισμό! Οι εγκέφαλοι
αυτών των ιδεολογικών παραμορφώσεων κατά κύριο λόγο του
Ορθόδοξου Χριστιανισμού στην
Ελλάδα, ήταν οι άγαμοι θεολόγοι,
μέλη της «Ζωής», στους οποίους
προστέθηκαν αργότερα και εκείνοι του «Σωτήρος», αλλά και των
διάφορων παραφυάδων τους. Ο
ρόλος του καθηγητή του Εμπορικού Δικαίου στο Πανεπιστήμιο
Αθηνών Αλέξανδρου Τσιριντάνη
υπήρξε σημαντικός στο ιδεολογικό εφεύρημα του «Ελληνοχριστιανικού Πολιτισμού». Ο Τσιριντάνης μάλιστα, στα πλαίσια της
δραστηριότητας της «Ζωής», είχε
ιδρύσει και το «Ελληνικόν Φως»
για να προπαγανδίσει το εξαμβλωματικό του ιδεολόγημα, που
ταλαιπώρησε πολυεπίπεδα τους
σύγχρονους Έλληνες και αλλοίωσε το ορθόδοξο ήθος της Εκκλησίας στην Ελλάδα.
Άραγε οι πανεπιστημιακοί και
μη θεολόγοι ή οι θεολογούντες
νομικοί, δάσκαλοι και δημοσιογράφοι που αντιτάσσονται με
σφοδρότητα στην ίδρυση τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στο
Τμήμα Θεολογίας του Α.Π.Θ.,
γνωρίζουν ότι η Θεολογία ως
διδαχή της Εκκλησίας συνεχώς
οικοδομεί και επαυξάνει την
ευρυχωρία της πίστεως; Αποδέχονται ή όχι την καταλυτική
δύναμη του Αγίου Πνεύματος
που πνέει όπου θέλει, αποκαλύπτοντας αδιάλειπτα την Αλήθεια
στην πληρότητά της; Πως εντός
της Εκκλησίας του Χριστού δεν
είναι ανεκτά τα στεγανά, αφού η
Αλήθεια είναι πάντοτε παραπάνω
από αυτό που μπορεί να εκφρασθεί με λέξεις (Μητροπολίτης
Περγάμου Ιωάννης); Ότι ακόμα
και στις Οικουμενικές Συνόδους
της Εκκλησίας, οι αλήθειες της
πίστεως διατυπώνονται ως όροι,
που σημαίνει ότι απλώς ορίζουν
ή θέτουν όρια προστασίας στην
εμπειρική αναζήτηση της ευχαριστιακής κοινότητας, που είναι η
ορατή φανέρωση της Εκκλησίας
(Χρήστος Γιανναράς);
Η στάση του Χριστιανισμού
απέναντι στο Ισλάμ έχει αλλάξει.
Τούτο αφορά και την Ορθόδοξη
Εκκλησία. Κατά το παρελθόν «οι
Ορθόδοξοι θεολόγοι αδυνατούσαν να αναγνωρίσουν την προφητική αποστολή του Μωάμεθ και
να δώσουν μια κάποια θέση στη
μουσουλμανική θρησκεία, μέσα
στα πλαίσια της οικονομίας του
Θεού για τη σωτηρία των ανθρώπων» (Αστέριος Αργυρίου, Κοράνιο και Ιστορία, Αποστολική
Διακονία της Εκκλησίας της Ελλάδος 1992). «Οι Ορθόδοξοι Χριστιανοί κατά το παρελθόν είχαν
περιφρονήσει κάθε πνευματικό
δημιούργημα, τόσο των Αράβων
Μουσουλμάνων, όσον και των
Περσών και των Τούρκων.
Έτσι έδειξαν την περιφρόνησή τους, με την αμετροέπεια που
τους ενέπνεε η πεποίθηση, μιας
δήθεν ανωτερότητας της δικής
τους θρησκείας και του δικού
τους πολιτισμού, απέναντι στον
πλούτο του ισλαμικού μυστικισμού, αλλά και απέναντι στην
ισλαμική φιλοσοφία. Σήμερα,
γίνεται δεκτό από Ορθόδοξους
θεολόγους, πως «η χριστιανική
θεολογία δε μπορεί να μην αναγνωρίσει τη μουσουλμανική θρησκεία σα μια ‘προφητική οδό’,
διά μέσου της οποίας ο Θεός αποκαλύπτεται στους ανθρώπους•
όχι μόνο στους Μουσουλμάνους
αλλά σ’ όλους τους ανθρώπους»
(Αστέριος Αργυρίου, στο ίδιο παραπάνω).
Ο Θεός έχει τη δύναμη να
αποκαλύψει οδούς σωτηρίας,
που μέχρι χθες ή προχθές ήταν
υπαρκτές, αλλά κρυμμένες εξαιτίας αδυναμίας των ανθρώπων.
Η αγάπη Του για τον άνθρωπο
ανοίγει δρόμους θεογνωσίας που
ο νους μας δειλιάζει να εξιχνιάσει και να κατανοήσει. Πώς μπορεί ένας Χριστιανός σήμερα να
υποστηρίξει, ότι η εμφάνιση του
Ισλάμ στον κόσμο και η δράση
του, είναι έργο του διαβόλου και
όχι του Θεού, ότι είναι παρέμβαση του Αντίχριστου στην ιστορία
και όχι εκδήλωση της ακατάληπτης βούλησης του Χριστού;
Συνηγορώντας υπέρ της ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεολογική Σχολή του
Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης,
αφού ο Θεός των Χριστιανών και
ο Αλλάχ των Μουσουλμάνων είναι ο Ένας και Μοναδικός Θεός
του σύμπαντος Κόσμου, παραθέτω δύο αράδες από τον πολύτιμο
λόγο ενός Ορθοδόξου Επισκόπου, του αραβικής καταγωγής
Σεβασμιότατου
Μητροπολίτη
Βύβλου και Βότρυος Όρους Λιβάνου Γεωργίου Khodr: Η κληρονομιά του Πατέρα των πιστών,
του Αβραάμ, φτάνει ως τον προφήτη Μωάμεθ, ως μία μυστική
οδός που φανερώνει την πρόνοια
του Θεού! Ο ίδιος Επίσκοπος, σε
μια διάλεξή του είχε πει ότι, μέσα
στις σελίδες του Κορανίου συναντά διάσπαρτα τα ίχνη του Ιησού
Χριστού ….
Ποιοι είναι αυτοί, που τολμούν να επικαλούνται το όνομα
του Θεού και να εμφανίζονται
αυτόκλητοι σαν «προστάτες» της
Εκκλησίας του Χριστού, δίχως
διάκριση και επίγνωση, ότι με τις
πράξεις τους θέτουν εμπόδια στο
έργο του Αγίου Πνεύματος; Γιατί,
ό,τι συμβάλλει στην αύξηση της
ευρυχωρίας της κατά Θεόν πίστεως των ανθρώπων και στην καλλιέργεια όλο και περισσότερης
αγάπης, είναι εκδήλωση του έργου του Πνεύματος του Θεού….
*
Azınlıkça
29
Dışişleri’nden Rus ambargosu
hakkında açıklama
Yunanistan Dışişleri’nden Rus ambargosu hakkında açıklama
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Rusya’nın Avrupa
Birliği (AB) ülkelerine uyguladığı ambargo ile ilgili
bir açıklama yayınladı.
Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Dışişleri Bakanlığı, Tarım ve Kalkınma Bakanlıkları ile sürekli işbirliği çerçevesinde ve Başbakan
ile yaptığı doğrudan görüşmeler çerçevesinde aşağıda
belirtilenlerin sağlanması amacıyla tüm gerekli hamlelere başvuracaktır:
İlk olarak, daha açıklanmadan önce Rusya ile
başlayan sürekli temasların bir devamı olarak Rus
ambargosunun (içeriği henüz netleşmiş değil) taze
Yunan tarım ürünlerine etkisinin olabildiğince az
olması.
İkincisi, Yunan üreticilerin olası kayıplarını ürünleri iç tüketime veya başka ihracat destinasyonlarına
arz ederek açığı kapatacak mekanizmaların derhal
çalışması.
Üçüncüsü, tüm bu çabalara rağmen yine de ka30
Azınlıkça
yıpların meydana gelmesi durumunda ilgili tazminatların ödenmesi. Yunan tarım üreticileri devletin
tam desteğine sahip olacaktır.
Yunan tarım ürünleri için Rus piyasası önemi bir
destinasyondur, ancak ulusal ve Avrupa Birliği düzeyinde ilgili ciro oldukça kısıtlıdır ve bu sorunun
üstesinden gelinebilir.
Ülkemiz, AB üyesi bir devlet olarak ulusal çıkarların tamamen ve uzun vadede korunması gibi
tek kriterle bir dizi parametreyi değerlendirerek
Avrupa’da alınan toplu kararların şekillenmesine ve
uygulanmasına katkıda bulunuyor. Öyleyse, atıf çerçevesi bulunmayan ve olumsuz etkiler ve bir sonraki
adımlar açısından hiçbir basit soruya cevap olanağı
olmayan parçalanmış, asabi ve popülist reaksiyonlar
ülkemizin uluslararası konumuna ve Kıbrıs sorunundan ülkenin mali krizden nihai olarak çıkmasına
kadar olan stratejik ulusal çıkarlarına katkıda bulunmamaktadır.
Özellikle de turizm ve enerji sektörleri olmak
üzere aynı zamanda ticarette Yunan-Rus ilişkileri ol-
dukça memnun edici bir şekilde gelişmektedir.
Siyasi açıdan bütün uluslararası camia
Yunanistan’ın AB üyesi ve Avrupa-Atlantik ittifakının bir üyesi olarak her zaman güvenilir bir Avrupalı
ortak olduğunu, ancak tüm bölgesel özel kimliklerini
(Balkan, Akdeniz, Karadeniz) ve sadece ikili düzeyde
değil aynı zamanda Avrupa ve Avrupa-Atlantik politikasının bütün büyük uluslararası cephelerde olumlu bir şekilde gelişmesini sağlamak amacıyla bütün
geleneksel ilişkilerini değerlendirdiğini çok iyi bilir.
Avrupalı ve Avrupa-Atlantik ortakları aynı zamanda en hızlı bir şekilde bu ittifakın ortakları olan
ve AB’ye aday olan ülkelerin Avrupa politikasına a
la carte olarak katılmalarının ve üye devletler tarafından ödenen bedellerden faydalanmalarının mümkün olmayacağının farkına varmaları gerekir.
Ülkemizin tüm bu konulardaki konumu sabit
ulusal strateji çerçevesinde şekillenmekte ve Başbakan tarafından Avrupa Konseyi’ne ve yaptığı temaslarda diğer devlet veya hükümet liderlerine, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı tarafından ise
Dışişleri Bakanları Konseyi’ne ve yapılan temaslarda
mevkidaşlarına aktarılmaktadır. Ukrayna krizinde
de uluslararası politikanın, özellikle de Ortadoğu ve
Kuzey Afrika bölgeleri gibi diğer – maalesef çok sayıdaki – cephelerde de bu geçerlidir.”
Rus ambargosuna
takılan ilk şeftaliler
geri geldi
Uygulanan ambargo nedeniyle Rusya’ya rıyla bu yaptırımların Yunan piyasasına etithal edilemeyen ilk şeftaliler Yunanistan’a kilerinin önemli olmayacağını” dile getirdi.
Mitarakis, Yunan diplomasisinin doğrudan
geri gönderildi.
Rus diplomasisi ile temasta olduğunu aktarYunanistan’ın Rusya’ya yönelik mey- dı.
ve ihracatı büyük zararla karşı karşıya. Öte
Rusya’nın ambargo uyguladığı ürünler
yandan Rus ithalatçılar da hükümetlerinden
gerekli izahatları beklerken siparişlerini iptal arasında et, şarküteri ürünleri, deniz ürünleri, meyve, sebze ve süt ürünleri yer alıyor.
ediyor.
Çocuk yiyecekleri, alkollü içecekler ve zeyYunan hükümeti de Rusya’nın ambargo tinyağına ise ambargo uygulanmıyor.
uygulayacağı tarım ürünlerinin listesini bekliyor. Atina ile Moskova arasında bu listede
yer alacak ürünler konusunda çetin pazarlıklar yapıldığı söyleniyor.
Kalkınma Bakan Yardımcısı Notis Mitarikis SKAİ televizyonuna yaptığı açıklamada
“Ukrayna krizi patlak verdiği andan itibaren Yunanistan Rusya’nın yaptırımlarımdan
zarar görmemeyi hedeflemiştir” ifadelerini
kullanırken “Yunanistan’ın Rusya’ya ihraç
ettiği ürünlerin %1,5 oranında olması itibaAzınlıkça
31
Maliye Bakanlığı’ndan orta ölçeklilere
nefes aldıracak düzenleme
Yunanistan
Maliye
Bakanlığı’nın yeni FPA (KDV)
düzenlemesi 415.000 küçük işletme ve serbest meslek sahibine
nefes aldıracak. Yıllık brüt geliri
10.000 euro’yu geçmeyenler FPA
ödemeyecek.
Parlamentoya sunulan ilgili
yasa değişikliğine göre bahse konu
önlemden faydalanmak zorunlu
değil.
FPA’dan kurtulmak isteyen işletme veya serbest meslek sahiplerinin ilgili vergi dairesine başvuru
yapmaları gerekecek.
Daha detaylı olarak ilgili düzenleme şunları öngörüyor:
- Bir önceki mali yılda FPA’sız
32
Azınlıkça
brüt yıllık geliri 10.000 euro’ya
kadar olanlar FPA beyanı yapmaktan ve FPA ödemekten muaf
tutuluyor
- FPA’dan muaf tutulmayı tercih edenler bir başka mali yılda
10.000 euro brüt geliri aşmaları
durumunda bir sonraki mali yılda
otomatik olarak FPA ödenen uygulamaya geçecek
- Mali yılın bir yıldan az olduğu durumlarda ise brüt gelirler
yıllık oranda hesaplanacak ve bahsekonu işletme ve serbest meslek
sahibinin bu uygulamadan yararlanıp yararlanamayacağına karar
verilecek
- FPA’dan muaf tutulmak
için vergi dairelerindeki Kütük
Şubesi’ne başvuru yapmak zorunlu
- Yeni düzene geçecek olanların vergi verilerine “FPA’dan –
muaf tutulan küçük işletmeler”
(«χωρίς φόρο προστιθέμενης αξίας
- απαλλαγή μικρών επιχειρήσεων»)
ibaresini yazmaları gerekecek.
Bunun yanı sıra 10.000 euro’
nun altında brüt gelire sahip olan
aşağıda belirtilen kategoriler ise
bu uygulamadan istifade edemeyecek:
- Özel düzene tabi tutulan çiftçiler
- Yurtiçinde yerleşik olmayan
işletme ve serbest meslek sahipleri
- Yeni taşıma aracı devredenler
Manolis Glezos’tan ambargo nedeniyle
Rusya lideri Putin’e mektup
SYRIZA Partisi’nin tarihî üyelerinden ve Avrupa Parlamenterlerinden Manolis Glezos “yoldaş”
diye hitap ettiği Rusya Devlet Başkanı Vladimir
Putin’e mektup göndererek Moskova’nın Yunan
tarım ürünlerine koyduğu ambargoyu kaldırmasını istedi.
Manolis Glezos mektubunda Rus lider Putin’i
Yunan çiftçilerine yönelik kararını gözden geçirmesini talep etti.
Azınlıkça Online ekibi tarafından Türkçeye
çevrilen işte o mektup:
“Bir zamanlar yoldaş, bugün için sayın Vladimir Putin,
Avrupa Birliği’nin tarım ürünlerine ambargo
uygulama kararına sizi sevk eden nedenleri şahsen tamamen anlıyorum. Ancak, uç mahrumiyet
dönemi yaşayan Yunan halkı adına insani duygularınıza seslenerek sizi Yunan tarım üreticilerine
yönelik kararınızı yeniden gözden geçirmeye davet
ediyorum.
II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’ne karşı
Doğu cephesinde savaşmak üzere tek bir adamını
dahi göndermeyen tek ülkenin Yunanistan olduğuna atıfta bulunmayacağım.
1955 yılında F.I.R.’in Moskova’da düzenlediği
kongrede Mareşal Budyonni “İsrail’in bütün kabilelerinden esir aldık, ancak Yunanlı tutuklamadık”
ifadeleriyle bunu itiraf etmiştir.
Ancak, AB Genel Müdürlüğü’nün arzularına
karşı gelen tek halkın bizim halkımız olduğuna
atıfta bulunacağım. Yugoslavya’nın parçalanmasına ve akabinde Sırbistan’ın bombalanmasına karşı
çıktık, Irak’a girilmesine ve Suriye’ye karşı yapılan
tehditlere karşı geldik, Akdeniz havzasında savaş ve
iç savaş tohumlarının atılmasına da karşı çıktık.
Bunun bedelini de Yunanistan ve Kıbrıs’taki
Yunanlıların dünya çapında dayatılmak istenen
yeni dünya düzeninin kobayları olmasıyla çok ağır
ödedik. Şimdilerde ise Ukrayna faşist fraksiyonların elinde bulunurken, yine halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunduk.
Yunan hükümetinin takındığı tavrı çok iyi biliyoruz. Ancak bu hükümetin esasında parlamentodaki çoğunluğu kaybetmiş ve sadece Yunanistan’ın
imhasını tamamlamak için iktidarı elinde bulundurmaya devam eden bir hükümet olduğunu size
hatırlatmama izin veriniz.
Bu nedenlerden dolayı ve yeniden insani duygularınıza ve halklarımızın geleneksel sıkı dostluğuna atıfta bulunarak ambargonun Yunan tarım
ürünlerine uygulanmamasını ve bu talebimin duyulmasını rica ediyorum.
Dostluk ve saygı duygularıyla,
Manolis Glezos
Azınlıkça
33
Yunanistan’dan sandıkta ne çıktı?
Türkiye’nin 12’nci cumhurbaşkanını belirlemek üzere Yunanistan genelindeki Türk konsolosluklarında sandık başına
giderek oy kullananların gayriresmi seçim sonuçları açıklandı.
Yunanistan’da 10 bin 343 kayıtlı Türkiye vatandaşı seçmenden sadece 405 kişinin oy kullandığı seçim sonuçlarına göre,
Ekmelettin İhsanoğlu %44.44,
Recep Tayyip Erdoğan %43.95
ve Selahattin Demirtaş %11.60
oranında oy aldılar.
Öte yandan Türkiye’de 10
Ağustos Pazar günü yapılan
seçim ve yurdışındaki kayıtlı
seçmenlerin toplam oyları he34
Azınlıkça
saplandığında 12’nci cumhurbaşkanı, ilk turda %51.8 oy oranı alan Recep Tayyip Erdoğan
oldu.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven, 10 Ağustos
Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin
basın toplantısı düzenledi.
Güven, Recep Tayyip Erdoğan’ın oyların salt çoğunluğunu
aldığının anlaşıldığını söyledi.
Sadi Güven şöyle konuştu:
“55 milyon 189 bin seçmenin bulunduğu sandık sonuçları sistemimize girilmiş,
siyasi partilerimizle paylaşılmıştır.
6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun 4. maddesi gereğince geçerli oyların
salt çoğunluğunu Recep Tayyip
Erdoğan’ın aldığı anlaşılmaktadır.
SONUÇ:
Tayyip Erdoğan: % 51,8
Ekmeleddin İhsanoğlu: % 38,5
Selahattin Demirtaş: % 9,8
Azınlıkça
35
AB Rus ambargosuna
karşı tazminat hazırlığında
Avrupa Komisyonu’nun Rusya’nın Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden ithal ettiği tarım ve gıda
ürünlerine uyguladığı ambargonun
etkilerini masaya yatırarak analiz
etmesi bekleniyor.
Bütün AB üyesi ülkelerinden
tarım sektöründeki uzmanlar önümüzdeki Perşembe günü Brüksel’de
bir araya gelerek ve Moskova’nın
hamlelerinin etkilerini görüşecek.
AB Tarım ve Tarımsal Kalkınma
Komiseri Dacian Ciolos konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede “Mevcut ortamda en önemlisi, oluşacak
yeni duruma benzer şekilde hızlı
bir şekilde tepki vermemizdir” ifa-
delerini kullandı.
Özel bir timin
oluşturulması ve
Rus ambargosunun
her sektöre yönelik
etkilerini detaylıca
incelemesi bekleniyor. Bu özel timin zarar görecek sektörlerin nasıl
desteklenmesi gerektiği yönünde
öneriler de sunacağı kaydediliyor.
Avrupa Komisyonu Rus ambargosundan meydana gelecek zararlar
için üye devletlere tazminat verileceği yönünde garanti veriyor.
Avrupa Ticaret Komiseri Karel
De Gucht da zarar görecek olanların tazmin edilmesi için 400 mil-
yon euro’nun hazır olduğunu ifade
etti.
Bu arada Washington tarafından yapılan değerlendirmede ise
Rusya’nın ABD’ye uyguladığı ambargonun Amerikan ekonomisini
oldukça az etkileyeceği belirtilirken, analizciler Moskova’nın uyguladığı ambargonun bizzat Rus
halkını da olumsuz etkileyeceğine
dikkat çekiyor.
Pehlivan’ın ani ölümü
Gümülcine’yi yasa boğdu
Gümülcine’nin tanınmış esnaflarından Hürol
Pehlivan geçirdiği ani kalp krizi sonrası hayatını
kaybetti.
“Dior” olarak bilinen Sabri Pehlivan’ın oğlu
olan 41 yaşındaki Hürol Pehlivan, Taşöz Adası’nda
(Thasos) bugün geçirdiği kalp krizi sonrası hayatını kaybetti.
“Magiko Hali” halı mağazasının sahibi Hürol
Pehlivan aynı zamanda ailesine ait “Meltemi” adlı
yatı yaz dönemlerinde Taşöz Adası’nda turistlere
kiralıyordu.
Merhumun cenazesi 10 Ağustos Pazar günü
ikindi namazından sonra Yenimahalle’deki (4.
Delvet Ortaokulu karşısındaki sokak) evinden
kaldırılarak Kahveci Mezarlığı’na defnedilecek.
Azınlıkça ailesi olarak merhuma Allah’tan rahmet, ailesi ve yakınlarına sabır ve metanet diliyoruz.
Hürol Pehlivan son yolculuğuna uğurlandı
Kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Hürol
36
Azınlıkça
Pehlivan son yolculuğuna göz yaşları içinde uğurlandı.
9 Ağustos Cumartesi günü kalp krizi geçirerek
ani bir şekilde hayatını kaybeden Gümülcine’nin
tanınmış esnaflarından Hürol Pehlivan’ın cenazesi 10 Ağustos Pazar günü kaldırıldı.
Sevenlerinin gözyaşları arasında gerçekleşen
cenaze töreni sonrası Hürol Pehlivan Kahveci
Mezarlığı’na defnedildi.
Rahmetli iki çocuk babasıydı.
Batı Trakya’daki metropolitlerden İslam
Bilimleri Bölümü hakkında ortak açıklama
Batı Trakya’daki metropolitler
Selanik’te İslam Bilimleri Bölümü’nün
kurulmasından yana olduklarını bildiren ortak bir açıklama yayınladılar.
Batı Trakya bölgesinde görev yapan Dimetoka, Orestiada ve Sofulu
Metrolopoliti Damaskinos, İskeçe
Metropoliti Pandeleimon, Dedeağaç
ve Traianupoli Metropoliti Anthimos
ve Gümülcine - Maronya Metropoliti Pandeleimon, Yunanistan Eğitim
ve Dinişleri Bakanlığı’nın Selanik
Aristo Üniversitesi Teoloji Fakültesi
bünyesinde açmayı planladığı ve ülke
kamuoyunda tartışmalara yol açan
“İslami Bilimler Bölümü”nün kurulmasından yana olduklarını bildiren
ortak bir açıklama yayınladılar.
Kilise hiyerarşisi sıralamasına
göre Dimetoka, Orestiada ve Sofulu Metropoliti Damaskinos, İskeçe
Metropoliti Pandeleimon, Dedeağaç
ve Traianupoli Metropoliti Anthimos
ile Gümülcine-Maronya Metropoliti
Pandeleimon’un imzalarını taşıyan ilgili açıklamanın azınlıkça online ekibi tarafından yapılan Türkçe çevirisi
şöyle:
“Kısa bir süre önce Selanik Aristo
Üniversitesi Teoloji Bölümü’nün Yunanistan akademik camiası içerisinde
‘Müslüman Bilimleri Bölümü’nün
almış olduğu öncü girişim önemlidir.
Bu bizlerin Trakya’daki Hristiyan ve
Müslümanlar arasındaki yapıcı birliktelik ve iletişime yönelik yürüttüğümüz dini çalışmalarımızda da karşılık
bulmaktadır. Bölgemizde Hristiyan
ve Müslümanların uzun yıllara dayanan birlikte var olmaları ve birlikte
yaşamları özel koşulların oluşmasına
yol açmış ve gelişen insani ilişkiler
kapsamında ‘kişilik’ kavramını öne
çıkaran karşılıklı dayanışma örneklerini
Haklarındaki eleştirilere cevap verdiler
Batı Trakya’da görev yapan ve Aritotelio
Üniversitesi’nde İslam
Araştırmaları Bölümü
kurulmasına destek verdiklerini yazdıkları ortak
mektupla açıklayan dört
metropolit, ulusal ve yerel basında haklarında
çıkan eleştirilere cevap
verdi. Açıklama şöyle:
“Kısa süre önce Atina ve bölgesel yazılı ve
elektronik basında kaba
ve yakışıksız bir şekilde Batı Trakya Kutsal
Metropolitliklerinin dört
metropolitini hedef alan
Türkolog ve “Trakyalogların” yazılarına yer
verilmiş, bu yazılarda
metropolitler hakkında
“Helenizm ve Orto-
doksluğun imhasının işbirlikçileri» gibi ağır ve
aşağılayıcı ifadelere yer
verilmiştir.
Batı Trakya’nın dört
metropoliti olarak dinsel
önderliğe ilişkin sorumluluklarımızın ve aynı
zamanda içinde bulunduğumuz kritik tarihî
konjonktürün tamamen
farkındayız ve hiç kimsenin dinî liderlerinden
daha fazla bölgemizle
ve halkıyla ilgilendiğine
inanmıyoruz.
Başkentin verdiği
güvenlik nedeniyle bazıları sarf edilen uğraş
ve çabaları itibarsızlaştırabilir, her yerde düşman görebilir ve herkesi
oluşturmuştur. Bu tarihi yaşam zenginliğinin değerlendirilmesi a- kademik camia ve insani seviyeye birçok katkı olanağı tanımakta ve bölgemizde asırlardır
varlığını sürdüren bu ilişkilerin içinde
bulunduğumuz bu zor zamanlarda
ortaya çıkarılmasına sebep olacaktır.
Umarız ki Müslüman öğretmen ve din
adamlarının ülkemizin ortak dini ve
tarihi mirası içerisinde bilimsel olarak
eğitilmeleri herkes için müspet etkilere
yol açacak ve dini cemaatlerimiz arasında karşılıklı saygının gelişmesine katkı
sağlayacaktır. İncil sevgisinin öğreticileri
ve kilisenin önderleri olarak her bir insanın şahsında Tanrı’nın görüntüsünün
kazındığını görmekteyiz.
Dimetoka, Orestiada ve Sofulu
Metrolopoliti Damaskinos
İskeçe Metropoliti Pandeleimon
Dedeağaç ve Traianupoli Metropoliti Anthimos
“hain” sayabilir.
“Trakya tehlike altında” söylemi birçok kişi
için kazançlı bir mesleğe
dönüşmüş durumdadır,
ancak belki de hassas
olan bölgemiz için asıl
en büyük tehlikeyi teşkil
etmektedir. Çok uygun
bir söz vardır: “siyasette
yapılan fakat söylenmeyen şeyler vardır.” Sürekli olarak felaket tellallığı yaparak konuşursak
“kimseye faydası olmaz,
ancak gürültü çıkartılır.”
Trakya metropolitlerinin vatanseverliğini ve
doğru inancını sorgulayanlara tek bir sözümüz
var: gerekli önlemler
alınmıştır.
TRAKYA METROPOLİTLERİ
Gümülcine - Maronya Metropoliti Pandeleimon”
Azınlıkça
37
Gazze’ye giden Yunanlı doktorlar:
CEHENNEMİ YAŞADIK!
Yıllarca bombardımana maruz kalan Gazze’deki
trajedi yine tekrarlanırken, geçmişte Filistin’de görev yapmış Yunanlı doktorların anlattıkları içler acısı
dramı ortaya seriyor.
Savaş sırasında hastanelerde insanların hayatlarına kurtarmaya çalışan doktorlar arasında geçmişte Yunanistan’dan da çok sayıda doktor görev yaptı.
Geçtiğimiz günlerde Gazze’deki en büyük hastaneye
atılan füze kan ve katliam zincirine bir yeni halkayı daha ekledi. Gelin Yunanlı doktorların içler acısı
dramı ortaya seren hikayelerine kulak verelim.
İlias Karanikas – Ortopedist çocuk cerrahı, sabık PASOK milletvekili
“Yaralılar sadece sivil halktan”
“7-8 kişilik bir grupla Gazze’ye 2008’de gittiğimde bombardıman dönemiydi. Milletvekili olmama
rağmen Gazze’ye girebilmek için büyük zorluklar
çektik. Bir ambulans bizi alarak Rafa Hastanesi’ne
götürdü ve bir hafta boyunca oradan çıkmadık.
Birçok vaka vardı, çocuğundan yaşlısına çok sayıda
vaka.
Tek gördüğümüz sivil halktı, hiçbir savaşçı göremedik. Çok kötü altyapılara ve büyük eksikliklere
rağmen bombalamalardan yaralananları ameliyat ettik. Hiç unutmam günde üç kez hastane temizlenir
ve ortaya dökülen kanlar yıkanırdı”
Kosta Papaioannu – Genel Cerrah, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nün eski başkanı
“Bir kadın barikatta doğurdu”
“Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü ile çok kez
Gazze’ye gittim. Tecrit edilmiş ve birçok donanım
eksikliği yaşayan bir ülkeden bahsediyoruz. Oradaki
doktorlar izole edildikleri için gelişmeleri takip edemiyordu. Yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgileri
yoktu, sadece oraya giden ekiplerden veya çektiği zaman internetten bir şeyler öğreniyordu. Bizim prog38
Azınlıkça
ramımız engelli vatandaşlara ve onların tedavilerine
yönelikti. Bilindiği üzere saldırılar sonrası birçok kişi
vücutlarının bazı parçalarını kaybetmişti. Biz psikolojik destek vermeye çalışıyorduk. Birçok kriz yaşadık. Her krizde elektrik kesiliyor, hastaneye erişim
güçleşiyor, şehrin kuzey kısmı ile güney kısmı arasındaki bağlantı kesiliyor. Kalp sorunları olan insanlar
hastaneye gelemiyordu. Barikata takılan ve doğum
için kliniğe gidemeyen bir kadının barikatta doğum
yapmak zorunda kaldığını hatırlıyorum.”
Yannis Yannakopulos – Dünya Doktorları
“6 ay boyunca kuşatma”
“Gazze’ye iki kez gittim. İlki 2002’de Arafat’ın
altı ay boyunca kuşatma altında olduğu dönemdeydi. Misyonumuz ameliyat yapmak ve yaralıları iyileştirmekti. İkinci gidişim 2008 yılbaşından sonraydı.
Bugünküne benzer bombardımanlar o zaman da yaşanmıştı. Maalesef hiçbir şey değişmedi. Bombalama
durduktan sonra hayatın devam etmesi de oldukça
enteresan. Bu 46 yıldır hep böyle. Gazze’de yakınını
kaybetmeyen insan yok. Birçok kişi sakat ve çok sayıda çocuğun psikolojik sorunu var. Doktorlar için
şartlar çok zor.”
Elena Mavropulu – Kardiyolog, Dünya Doktorları üyesi
“Delik duvarlar içinde hastaneler”
“Aynı savaşa iki kez gittim. İlk gidişim 2008 yılbaşından sonraydı. Ocak ayında tek başıma Gazze’ye
girmiştim ve bombardıman sonrası durumu görmek
ve ihtiyaçları tespit edebilmek için kentin değişik
noktalarını gezdim. Bazı hastanelere de bomba atılmıştı ve duvarlarda bombaların açtığı büyük delikler
vardı. Doktorlar buraların hastane olduğunu göstermek için beyaz bayraklar diktiklerini söylüyordu.
Büyük bürokratik engelleri aşarak yiyecek ve ilaç
getirmeyi başardık. Ancak pamuk ve baklagillerin
Gazze’ye girmesine sebebini açıklamaksızın izin vermediler.”
Yunanistan’dan Gazze’ye 500 bin euro
Dışişleri Bakanlığı, Filistin
halkına 500 bin euroluk insani
yardım yapmayı kararlaştırdıklarını açıkladı.
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı 7 Ağustos Perşembe günü
yaptığı
yazılı
açıklamayla,
“Bölgede kurumların işlemesine olanak sağlayan ateşkes
anlaşmasının uygulamaya konulmasının ardından Başbakan
Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı
Evangelos Venizelos’un kararıyla Gazze’deki insani krizle
mücadeleye katkı olarak BM
Filistinli Mültecilere Yardım
Kuruluşu’na (UNRWA) 500
bin euro yardım yapma kararı
aldığı” belirtildi.
Yaralıları Tedavi
Etmeye Hazırız
Yunan Dışişleri Bakanlığı açıklamasında ayrıca Yunanistan’ın,
AB ve UNRWA aracılığıyla Filistinli yaralıları özellikle çocukları tedavi amacıyla kabul
etmeye hazır olduğunu bildirdiği vurgulandı.
Azınlıkça
39
www.azinlikca.net
Azınlıkça’dan
iPhone, iPad
ve Android
uygulaması
iPhone ve iPad
uygulaması
Azınlıkça’nın yeni uygulaması sayesinde artık
iPhone, iPad, Android sistemli cep telefonları
veya tablet bilgisayarlarınızdan Azınlıkça Online haber sitesinin Türkçe ve Yunanca haberlerini
ve Azınlıkça Dergisi’nin köşe yazarlarının makalelerini okuyabilir, Azınlıkça’nın Twitter ve
Facebook hesaplarını takip edebilirsiniz.
40
Azınlıkça
Android
uygulaması
Verilen barkod dışında iPhone veya iPad’iniz
için App Store’da “azinlikca” kelimesini aratarak
uygulamayı indirebilirsiniz.
www.azinlikca.net