azınlıkça ΤΕΥΧΟΣ 81 SAYI 81 ΑΥΓΟΥΣΤΟΣ 14 AĞUSTIOS 14 ΤΙΜΗ 3€ FİYATI 3€ BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİ w w w . a z i n l i k c a . n e t ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ 81 Yunanistan’dan Gazze’ye yardım Gazze’ye giden Yunanlı doktorlar: CEHENNEMİ YAŞADIK! Azınlıkça 81’i cep telefonuna indir: Azınlıkça 1 AZINLIKÇA BU AY Azınlıkça81 BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİ AĞUSTOS 2014 YIL: 10 SAYI: 81 Azınlıkça Online www.azinlikca.net Twitter: @azinlikca Kuruluş: Ağustos 2004 ΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ ΑΥΓΟΥΣΤΟΣ 2014 ΕΤΟΣ: 10 NO:81 SAHİBİ-SORUMLUSU ΙΔΙΟΚΤΗΤΗΣ-ΕΚΔΟΤΗΣΔΙΕΥΘΥΝΤΗΣ EVREN DEDE GENEL KOORDİNATÖR ΓΕΝΙΚΟΣ ΣΥΝΤΟΝΙΣΤΗΣ AYDIN BOSTANCI YAYIN YÖNETMENİ ΣΥΜΒΟΥΛΟΣ ΕΚΔΟΣΗΣ İBRAM ONSUNOĞLU Bir fotoğrafın hikayesi: Tabancalı Hacı Türkiye Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’i Gümülcine’de hoş bir sürpriz bekliyordu. Zira kendisine 1959’lu yıllarda Gümülcine’de vaizlik görevini ifa eden babası Hafız Abdullah İşler’in bir fotoğrafı takdim edildi. Kahire’deki El Ezher Üniversitesindeki talebeliği sırasında bölgemize vaiz olarak gelen Hafız Abdullah İşler, Gümülcine’nin merkez camileri Yeni ve Eski Camii ile Kesikbaş Camilerinde vaizlik görevlerinde bulunmuş. sayfa 8 Γιώργος Δούδος ΤΜΗΜΑ ΙΣΛΑΜΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΣΤΗΝ ΘΕΟΛΟΓΙΚΗ ΣΧΟΛΗ ΤΟΥ Α.Π.Θ.. Η ανακοίνωση για την ίδρυση τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεολογική Σχολή του Αριστοτέλειου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης, ανέδειξε τις φοβικές εμμονές που διακατέχουν Ορθόδοξους Χριστιανούς, χωρίς να εξαιρούνται Ιεράρχες της Ελλαδικής Εκκλησίας, κατά του Ισλάμ. σελ. 26 Dimo Yağcıoğlu AP seçimleri sonrası Batı Trakya ve Azınlık: Atina’dan görebildiklerim Bilindiği gibi, 25 Haziran 2014 tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, Yunanistan kamuoyu için en dikkat çeken, hatta en sarsıcı sonuçlarından biri, Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi’nin (DEB’in) Batı Trakya’da, özellikle Rodop ve İskeçe seçim bölgelerinde, aldığı çok yüksek oy oranlarıydı. DEB, bu seçimlerde muhtemelen kendi beklentilerini de aşarak... sayfa 20 İNTERNET SORUMLUSU FATİH NAZİFOĞLU BU SAYIDA YAZARLAR Aydın Bostancı Dimostenis Yağcıoğlu Γιώργος Δούδος Herkül Millas İbram Onsunoğlu ADRES Anemonis 12 69100 Komotini - Greece e-mail: azinlikca@yahoo.com Tel: +30 6944749374 Fax: +30 25310 63345 ΕΤΗΣΙΕΣ ΣΥΝΔΡΟΜΕΣ Ιδιώτες. : 36 € Τραπεζες, Οργανισμοί: 98 € Ν.Π.Δ.Δ, Α.Ε: 98 € Δήμοι: 98 € Euro Κοινότητες: 72 € 2 Aydın Bostancı Azınlıkça İçindekiler 3 4 8 14 20 24 26 33 34 37 38 39 Meriç nehrinde pirana vardı bir ara! Editör Irak’ta ölüm pazarı! Bir fotoğrafın hikayesi: Tabancalı Hacı Aydın Bostancı Azınlık aleyhtarı kampanyalar ve Frangos Frangulis İbram Onsunoğlu AP seçimleri sonrası Batı Trakya ve Azınlık: Atina’dan görebildiklerim D. Yağcıoğlu Huzur duası Herkül Millas ΤΜΗΜΑ ΙΣΛΑΜΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΣΤΗΝ ΘΕΟΛΟΓΙΚΗ ΣΧΟΛΗ ΤΟΥ Α.Π.Θ. Γιώργος Δούδος Glezos’tan Rusya lideri Putin’e mektup Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Yunanistan’daki sandıklardan ne çıktı? Metropolitlerden İslam Bilimleri Bölümü hakkında ortak açıklama Gazze’ye giden Yunanlı doktorlar: CEHENNEMİ YAŞADIK! Yunanistan’dan Gazze’ye 500 bin euro AZINLIKÇA - BATI TRAKYA AYLIK HABER YORUM DERGİSİ ΑΖΙΝΛΙΚΤΣΑ - ΜΗΝΙΑΙΟ ΤΟΥΡΚΟΕΛΛΗΝΟΦΩΝΟ ΠΟΛΙΤΙΚΟ ΠΕΡΙΟΔΙΚΟ ΤΗΣ Δ. ΘΡΑΚΗΣ www.azinlikca.net Meriç nehrinde pirana vardı bir ara! Yunanistan’ın dört bir yanınnda Gazze’ye destek eylemleri düzenleniyor. Yunan toplumunun Filistinlilere olan sevgisi ve desteği yeni değil, Yaser Arafat döneminde de bu böyleydi. Ekonomik krizle boğuşan halk kendi küçük imkanlarıyla Gazzelilere destek olabilmek amacıyla ilaç topluyor, konserler düzenliyor. Kriz döneminde boğulurken, üstelik cebinde üç beş kuruşu bile yokken veya işten çıkarılmışken bir başkasına yardımcı olmak yürek ister, bilinç ister... Kendisine zor ilaç bulan Yunan halkının evindeki ilaçları getirerek Gazzeliler için bağışlaması bu anlamda önemliydi. Belki maddi değeri küçüktü bu yardımların ancak manevi değeri çok fazlaydı. Batı Trakya’da da hakeza Gazze için eylemler düzenlendi. Gümülcine Belediye Meclis üyeleri Gazze için açıklama kararı aldı, İskeçe’de Danışma Kurulu destek yürüyüşü düzenledi. Dünya kendi seyrinde dönmüyor bu aralar! Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de, Ukrayna’da, Libya’da ve daha pekçok yerde masum insanlar ölüyor. Aslında ırkın, dinin, dilin, mezhebin bu savaşta yeri ön cephede görülse bile gerçekte insanlık ölüyor. Umarız bu sancılı dönem bir an önce son bulur. * Atina’da cumhurbaşkanlığı ve erken genel seçim tartışmaları süredursun, taşrada doğal afetler ve tarlalardaki zarar konuşuluyor. Öyle böyle değil, Batı Trakya’da bu yıl çok fazla doğal afet yaşandı. Bölgede dolu, fırtına, sel derken Evros’ta hortum bile görüldü. Tarım üreticileri bu yüzden sıkıntılı bir dönem geçiriyor. Zararlarının hakkıyla tazmin edilmesini istiyorlar. * Batı Trakya’daki hayvan üreticileri de bir yıldır hastalık üstüne hastalıkla uğraşıyor. Koyun çiçeği marazı ayrı dert, mavi dil hastalığı ayrı dert, durdur durdurabilirsen! Veterinerler tam bir bölgeyi karantinaya alıyorlar, bakıyorsun başka yerde hastalık yeniden ortaya çıkıyor. Şükür koyun çiçeği marazı hiç değilse şimdilik durdu, mavi dil hastalığı ise devam ediyor. Mavi dil hastalığı sivrisinekle bulaşıyor. E sinek bu zaten, uçup duruyor, ülkeler arasında sınır varmış nereden bilecek hayvan! Dolayısıyla kimden bulaştığı çok da önemli olmuyor, hastalık yüzünden Yunanistan dışında Bulgaristan ve Türkiye de muzdarip. Batı Trakya, üç ülkenin kesiştiği noktada olduğu için hangi birinde hastalık olsa bize yansıyor. Tabii bunun tersi de geçerli, bizdeki bir salgın da oralara ulaşabiliyor. Dolayısıyla deriz ki, tarım ve hayvancılık sektörlerinde hastalık ve salgınlar her geçen yıl daha fazla görülürken üç ülkenin veterinerleri ve tarım mühendisleri daha sıkı işbirliğine gitmeli. * Girit’te bulunan timsah Sifi bu satırlar yazılırken hala yakalanamamıştı. İster istemez bu olay aklımıza iki yıl önce Meriç nehrinde bulunan piranayı getirdi. Meriç’e oltasını sallayan balıkçının şansına pirana düşmüştü. Şükür, o günden sonra başka pirana çıkmadı, filmlerde seyrettiğimiz gibi piranalar Meriç’te ne var ne yok parçalamadılar. Hem Girit desen bize çok uzak. Sifi gibi bir timsah derdimiz yok bölgede. O yüzden içimiz rahat, iliklerimize kadar yazın verdiği rehaveti hissediyoruz... editör Azınlıkça 3 Irak’ta ölüm PAZARI IŞİD teröründen kaçarak dağlara sığınan binlerce Türkmen, Ezidi, Hıristiyan, Şia, Süryani, Alevi ve diğer azınlıkların dramı sürüyor. 4 Azınlıkça Azınlıkça 5 IŞİD tehdidinden kaçarak dağlara sığınan onbinlerce Türkmen, Ezidi, Hıristiyan, Süryani ve diğer azınlıkların dramı sürüyor. Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşed Salihi, Telafer Türkmenlerinin, büyük bir insanlık dramı yaşadıklarını söyledi. Salihi, Kerkük’te partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında, “Ülkede yaşanan şiddet olayları nedeniyle göç etmek zorunda kalan Türkmenler, büyük bir insanlık dramı yaşıyor. Sağlıksız şartlar nedeniyle 10 Türkmen çocuğu hayatını kaybetti. Evlerini terketmek zorunda kalan Türkmenler, derme çatma çadırlarda, inşaatlarda, yol kenarlarında yaşam mücadelesi veriyor” dedi. Salihi, Telafer, Tuzhurmatu, Tazehurmatu ve Diyaladaki çatışmalardan kaçan Türkmen sayısının 300 bini aştığını kaydetti. Telafer’den kaçan binlerce Türkmen, gidecekleri yerleri olmadığı için Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’in girişindeki Hazir kontrol noktasındaki çölde ve Erbil’deki bir depoda 45-50 derece sıcaklıkta aç-susuz kaderlerine terk edildi. Sıcaktan her gün küçük çocukların ve yaşlıların öldüğü bölgede konuştuğumuz Türkmenler, “Burada Arap’ın, Kürt’ün sahibi var, bir tek Türkmenlerin yok” diyorlar. Öte yandan IŞİD tehdidinden kaçarak Irak’ın Musul kentine bağlı Sincar Dağı’na sığınan binlerce Ezidi’nin de dramı sürüyor. Acımasız IŞİD’in yarattığı tehditten en çok etkilenenler de günlerdir aç ve susuz olan binlerce Ezidi arasındaki çocuklar... Yıkanmak için bile su bulamayan masum yavrucakların kir içindeki yüzlerini temizleyen ise göz pınarlarından akan yaşlar... Terör örgütü Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) öncülüğündeki silahlı grupların, ülke geneline yaydığı şiddetten kaçıp, Sincar (Şengal) Dağı’na sığınan Ezidilerin “ölüm yürüyüşü” sürüyor. Gazeteciler Ezidilerin kaçış yolcuğunu başlangıç ve bitiş noktasına kadar takip etti. 6 Azınlıkça Sincar Dağı’nda mahsur kalan Ezidilerin yürek burkan dramlarının sekizinci günü. Musul’un Sincar ilçesinin, IŞİD’in kontrolüne geçmesinin ardından ölüm tehdidi altında kalan Ezidilerin yolculuğu Irak topraklarında başlıyor. Uzunluğu 75 kilometre olan Sincar Dağı’na sığınan Ezidilerin, mahsur kaldıkları bölgeden ve katliamdan kurtulmaları için tek bir çıkış noktası bulunuyor. Kerze Vadisi denilen çıkışa, dağın farklı noktalarından binbir zahmetle ulaşabiliyor. Vadide toplanan Ezidiler, gruplar halinde yola çıkıyor. Ezidilerin, Kerze Vadisi’ne ulaşabilmeleri ise oluşturulan güvenlik koridoru sayesinde sağlanıyor. Vadinin yüksek yerlerini kontrol altına alan Halk Savunma Güçleri (YPG) unsurları, Ezidileri, IŞİD saldırılarından koruyor. Zira sadece birkaç kilometre ötede saldırı konumunda bekleyen IŞİD militanları bulunuyor. Hatta güvenlik koridorunun bazı bölgelerinde IŞİD militanlarıyla, Peşmerge ve YPG güçleri arasında çetin çatışmalar yaşanıyor. IŞİD’in havan topu saldırılarından yaralanan veya hayatını kaybedenler oluyor. Dağdan yara almadan inenler, Kerze Vadisi’nin güvenlikli çıkışından yürümeye başlıyor. Irak topraklarında yürüyerek devam eden yolculuk, yaklaşık beş saat sürüyor. Ancak günlerdir açlık ve susuzluktan dolayı halsiz düşen Ezidiler, yürümekte büyük zorluk çekiyor. Uzunluğu 100 kilometreyi bulan yolda, 50 derece sıcaklığın altında yürüyenler arasında zayıf ve hasta olanlar, bayılıp düşüyor. Yürümekte zorluk çekip gidemeyenler, gidenlerin arkasında bakakalırken, katetmesi gereken uzun mesafesi olanlar ise bir an önce canını kurtarmanın telaşını yaşıyor. Irak topraklarından Suriye’ye geçen Ezidiler, karşılaştıkları insanlara, ilk olarak “Su yok mu” diye soruyor. Ardından konuşmaya mecali olanlar, içlerini dökmeye başlıyor. Bizi bekleyen kimse yok mu? Binebileceğimiz araçlar nerede? Allah rızası için bizi kurtarın!.. Bir yudum su verin. Yürek parçalayan diyaloglar... Ezidiler, yeni bir Halepçe yaşandığı iddiasındalar. Bunun için sanatçı Şivan Perwer’in “Halepçe” türküsünün sözlerini haykırıyorlar. Ölüm yürüyüşünde sadece diyaloglar değil, manzara da iç parçalıyor. Susuzlukta dudakları çatlayan minik çocuklar ağlıyor. Anneler gözyaşları döküyor. Babalar ise bir şey yapamamanın çaresizliği içinde yaşananlara isyan ediyor. Kopan terliğinin iple bağlayanlar, yürüyemeyen annelerini sırtlarında taşıyan yorgun omuzlar ve düşüp geride kalanları feryat ve figanları.. Suriye’ye giren Ezidiler, IŞİD saldırılarındankurtuluyor. Ancak daha katetmeleri gereken uzun bir yolları olduğunu bile bilmiyorlar. “Nereye gideceğiz?” türündeki meraklı sorular, cevap bulmazken kilometrelerce yolda kaybolmamak için uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Suriye’nin daha güvenli bölgelerinde ise sürekli olarak bir araç trafiği yaşanıyor. Onlarca kamyon, kamyonet, midibüs ve taksi, Cezaa ve Rimelan arasında sığınmacı taşıyor. İki günlük yürüyüşün ardından Ezidiler, araçların bulunduğu yere ulaşıyor. Burada araçlara binenler, Suriye’nin Rimelan bölgesine getiriliyor. Rimelan’ın girişinde oluşturulan karşılama noktasında acil ihtiyacı giderilen Ezidiler, Suriye’deki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) kurduğu Nevroz Kampı’na getiriliyor Derik’in üç kilometre kuzeyindeki Nevroz Kampı’nda özellikle hasta olanlara yapılan müdahalenin ve kısa bir dinlenmenin ardından yeni bir yolculuk başlıyor. Irak’a gelmek isteyenler, bu kez de Derik’ten Zaho’ya ulaşmak için yollara düşüyor. Suriye-Irak sınırındaki Peşhabur Gümrük Kapısından geçerek Zaho’ya giriş yapıyorlar. Burada ise onları Peşmerge güçleri karşılıyor. Zaho’ya giriş sırasında duygulu anlar yaşanıyor. “Durumunuz nasıl?, Nasıl Kurtuldunuz” sorularına mu- Ölüm yürüyüşünde sadece diyaloglar değil, manzara da iç parçalıyor. Susuzlukta dudakları çatlayan minik çocuklar ağlıyor. Anneler gözyaşları döküyor. Babalar ise bir şey yapamamanın çaresizliği içinde yaşananlara isyan ediyor. hatap kalan Ezidiler, gözyaşlarına boğuluyor. Yüzlercesi, “Peşmerge bize sahip çıkmadı. Savaşmamız için de silah vermedi” görüşünü dile getiriyor. Ailesiyle birlikte canını zor kurtardığını söyleyen Hıdır Şeyko, “Açlık ve susuzluktan dolayı ölen çocuklar oldu. Günlerce bekledik. Ardından ölümüne bir yolculuk yaptık. Kimisi, bu yolculuğa dayanamadı. Bize sahip çıkmadılar” dedi. On günlük bebeğiyle dağda bir hafta büyük eziyetler çektiğini kaydeden Hayo Şakır da “O kabus dolu günlerde doğum yapan kadınlar oldu. Ölen anneler ve bebekler gördüm” diye konuştu. Yedi gün boyunca annelerini sırtlarında taşıyan dört kardeşten biri olan Mervan Haci ise şunları anlattı: “80 yaşındaki Hazal annemizi bir haftadır dağda sırtımızda taşıyoruz. Bir birimizin yanından ayrılmıyoruz çünkü annemizi bir yerden bir yere taşımak zorundayız. Annemizi kurtardık ancak yakını ölen çok insan gördük.” Kamyon kasasındaki bir Ezidi, “Havar, havar..” diye haykırıyor. Ardından “Yazdır, sıcaktır. Su, su” feryadı çevredeki insanları gözyaşlarına boğuyor. Yolculuk boyunca buna benzer çok sayıda olay yaşanıyor. Sincar Dağı’ndaki esaret sekizinci gününe girdi. Dağda mahsur kalan Ezidilerin büyük bölümü kurtarıldı. Ancak hala ölümle karşı karşıya kalan ve bir an önce kurtarılmayı bekleyen binlerce sığınmacı bulunuyor. Musul’un Sincar ilçesi IŞİD militanları tarafından ele geçirildikten sonra sayıları 30 bini bulan Ezidiler, bölgedeki tek yüksek nokta olan Sincar Dağı’na sığınmıştı. Azınlıkça 7 Genç Bakış Bir fotoğrafın hikayesi: Tabancalı Hacı 13 Temmuz Pazar günü bölgemizin üst düzey bir ziyaretçisi vardı. Aydın Bostancı bostanciaydin@yahoo.com Twitter: @AydinbostanciBT Hafız Abdullah İşler, Gümülcine’nin merkez camileri Yeni ve Eski Camii ile Kesikbaş Camilerinde vaizlik görevlerinde bulunmuş. Hafız Abdullah İşler’in hafızlığını ise bugünkü Eski Cami imamı ve o dönemde Mısır’da El Ezher Üniversitesi’nde öğrenim gören Hafız Abdullah Tevfik, Kahire’nin meşhur camilerinden Hz. Zeynep Camii’nde dinlemiş. T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler. Sayın İşler’e bölgemizi ziyaretinde Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) Başkanı Serdar Çam, TİKA Balkanlar ve Doğu Avrupa Daire Başkanı Mahmut Çevik, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Genel Direktörü Dr. Halit Eren, AKP Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu, Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, İpsala Kaymakamı Mehmet Ali Gürbüz, Edirne Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük ve Rodop PASOK milletvekili Ahmet Hacıosman eşlik etti. T.C. Başbakan Yardımcısı temaslarına ilk olarak İskeçe’den başladı ve İskeçe Seçilmiş Müftüsü Ahmet Mete’yi makamında ziyaret ettikten sonra, İskeçe Türk Birliği ve İskeçe Balkan kolunun meşhur köyü Şahin’i ziyaret etti. Daha sonra Gümülcine’ye geçen T.C. Başbakan Yardımcısı, Gümülcine Seçilmiş Müftüsü İbrahim Şerif ile görüştükten sonra Gümülcine Türk Gençler Birliğini ziyaret etti ve daha sonra onuruna verilen iftar yemeğinden sonra bölgemizden ayrıldı. T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’i Gümülcine’de hoş bir sürpriz bekliyordu. Zira kendisine 1959’lu yıllarda Gümülcine’de vaizlik görevini ifa eden babası Hafız 8 Azınlıkça Abdullah İşler’in bir fotoğrafı takdim edildi. Kahire’deki El Ezher Üniversitesindeki talebeliği sırasında bölgemize vaiz olarak gelen Hafız Abdullah İşler, Gümülcine’nin merkez camileri Yeni ve Eski Camii ile Kesikbaş Camilerinde vaizlik görevlerinde bulunmuş. Hafız Abdullah İşler’in hafızlığını ise bugünkü Eski Cami imamı ve o dönemde Mısır’da El Ezher Üniversitesinde öğrenim gören Hafız Abdullah Tevfik, Kahire’nin meşhur camilerinden Hz. Zeynep Camii’nde dinlemiş. Hafızların ezberlerini kuvvetlendirmeleri amacıyla birbirlerini dinlemelerinin geleneksel bir uygulama olduğunu belirtelim. Gümülcine’nin Eski Cami imamı Hafız Abdullah Tevfik, hafızlığını dinlediği Abdullah İşler’in eline Kuran-ı Kerimi almaya gerek duymadan Kuran’ın tamamını ezber olarak hatmettiğini nakleder. Kıraat ve tilavetinin güçlü olduğu kadar hitabetinin de güçlü olduğu ifade edilen Hafız Abdullah İşler’in Gümülcine’deki vaizliği sırasında Kemalist devrimlere karşı kullandığı sert üslubu ve eleştirileri ise bazı vukuatların yaşanmasına sebep olur. Kemalist ve Muhafazakârlar çatışmasının kıyasıya yaşandığı o yıllarda her iki taraf da gazete ve dergileri aracığıyla birbirlerine karşı acımasız eleştiriler yöneltmektedir. Osmanlının son Şeyhulislamı Mustafa Sabri Efendi’nin 1930’lu yıllarda mec- buri olarak Batı Trakya’dan ayrılmasından sonra geriye bıraktığı muhafazakâr guruplar 1970’li yıllara kadar bu çatışma ve kavgaları sürdürmüşlerdir. 1927’li yıllarda Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi öncülüğünde Osmanlıca olarak çıkarılmaya başlanan “Yarın” ve “Peyam-ı İslam” gazetelerinin ardından 1930 ve 40’lı yıllarda neşredilen Müdafa-i İslam” gazetesi, 1950’li yılların ortalarından 1970’li yıllara kadar Hafız Ali Reşat öncülüğünde çıkarılan “Muhafazakâr” gazetesi ve yine Kütahyalı Hüsnü Yusuf ’un neşrettiği “Devam” mecmuası, Balkan coğrafyasında Kemalist devrimlere karşı en sert eleştirileri ve üslubu kullanan yayın organları arasında yerlerini almıştır. Böylesi bir ortamda Batı Trak- ya’ya vaiz olarak gelen Sayın Emrullah İşler’in babası Hafız Abdullah İşler, Gümülcine camilerinde düzenlediği vaazlarda Kemalist devrimlere karşı kullandığı sert üslubu nedeniyle muhafazakâr kesim tarafından büyük bir coşku ile karşılanmasına ve sevilmesine sebep olur. Hafız Abdullah İşler Gümülcine’nin muhafazakârları tarafından ne kadar çok seviliyorsa tabiatıyla Kemalist kesim arasında ise bir o kadar kızgınlık ve öfkeye yol açar. Hafız Abdullah İşler Gümülcine’nin muhafazakârları tarafından ne kadar çok seviliyorsa tabiatıyla Kemalist kesim arasında ise bir o kadar kızgınlık ve öfkeye yol açar. Hatta öyle ki Kesikbaş Camii’ nde bir vaazı esnasında yine Kemalist devrimlere karşı eleştiriler yönelttiği sırada T.C. Gümülcine Başkonsolosluğu çalışanlarından Hayrettin Bey tarafından sözlü Azınlıkça 9 saldırıya maruz kalır. Bunu gören ve daha sonra ismi “Tabancalı Hacı” diye anılacak olan Hacı İbrahim Bey, cebinden tabancasını çıkararak havaya ateş açar. Olaylar büyür. Tabancalı İbrahim Bey ruhsatsız tabanca taşıdığı gerekçesiyle tutuklanır ve bir müddet hapis cezasına çarptırılır. Olayların büyümesi sebebiyle dönemin Gümülcine Müftüsü Hafız Hüseyin Mustafa, Hafız Abdullah İşler’in Eski Camii ve Yeni Camii gibi merkez camilerinde vaaz etmesini yasaklar. Öte yandan Hafız Abdullah İşler’in birçok Ezher öğrencisi gibi T.C. vatandaşlığından atıldığı da bana aktarılanlar arasındaydı. Daha sonra vatandaşlığa tekrar alınan Hafız Abdullah İşler’in Diyanet İşleri Başkanlığında çalıştığını ifade ettiler. Geçtiğimiz günlerde Gümülcine’yi ziyaretinde T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’e babasının fotoğrafını takdim eden kişi ise “Tabancalı Hacı” olarak bilinen Hacı İbrahim Beyin oğlu Ahmet Bey’dir. “Tabancalı” lakabı ise artık aileye miras kalmıştır. T.C. Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Gümülcine’de onuruna verilen iftar yemeğinde yaptığı konuşmada babası Abdullah İşler’in kendisini tanıyan Gümülcine’li dostlara selamını iletti. Gerçekten de Hafız Abdullah İşler’in memleketimizde hala tanındığını ve özellikle eski kuşaklar tarafından iyi hatırlandığını bu anlatılan hikâyelerden gördüm ve siz kıymetli okurlarımızla bunları paylaşmak istedim. 10 Azınlıkça Kırmızı Eylül ve seçim bilmecesi Hükümetin önünde gecikmelere müsaade etmeyen ve tam aksine hızlı ve kararlı tepki gerektiren birçok bilinmezi olan bir denklem ve randevular bulunuyor. Ethnos gazetesinde yer alan ve Azınlıkça Online ekibi tarafından Türkçeye çevrilen analize göre hükümeti kritik bir sonbahar bekliyor. Yunanistan’ın kreditörleriyle olan randevusunun Paris’te 3 Eylül’de başlamayacağı ve son bulmayacağını, aksine hükümetin mali krizden çıkma yol planıyla birlikte uzayacağını göz önünde bulunduran Başbakan Antonis Samaras, cepheleri kapamak ve büyük hedeflerin yolunu açmak için gerekli tüm hamleleri şimdi yapmaya kararlı görünüyor. Ethnos’a konuşan ve adı açıklanmayan bir hükümet kurmayı “Kırmızı Eylül yaklaşıyor” benzetmesini yaparken, hükümetin belirlenen hedeflerini yerine getirmek ve SYRIZA’nın kaçınılmaz olarak gördüğü sonbahardaki erken genel seçimlerden kaçınmak amacıyla koalisyon hükümetinin potansiyelini belirleyecek kritik mücadelelere işaret ediyor. Başbakan Samaras’ın Paris’te hükümet bütünlüğü ve etkinlik gerektiren birçok dosyayı kapatması gerekiyor. Ortaya çıkan yapbozda iç siyasi atmosferle bağlantılı birçok zorluk bulunurken, Başbakanlık “Kırmızı Eylül”de gösterilecek refleksle ilgili iyimserliğini koruyor. İşaretler Güvenilir kaynaklar Avrupa Komisyonu’nun yeni Başkanı Jean Claude Juncker’in Atina’dan verdiği iyimserlik mesajında Yunanistan’ın elde ettiği bütçe fazlasından sonra Avrupalı ortakların hükümetin gösterdiği çabayı desteklediğini ifade ettiğine ve yeni iş kadroları ve yatırımlarla ilgili politikalara odaklandığına dikkat çekiyor. Birkaç gün sonra Başbakan Antonis Samaras’ın yeni iş kadroları öngören istihdam programlarını açıklaması ve Başbakan Yardımcısı Evangelos Venizelos’un istihdam haritasının aşamalı olarak genişleyeceğini duyurması şansa sayılmamalı. İki koalisyon hükümeti ortağı çok iyi biliyor ki, eğer Eylül ayında ekonomik krizden çıkışa yönelik kritik kararlar alınırsa ve “yeni memorandum ve yeni önlemlere hayır” söylemleri doğrulanırsa, işte o zaman borcun sürdürülebilirliği konusunda bir adım daha ilerleyecekler. Ara dönemde ise Antonis Samaras Uluslararası Selanik Fuarı’nda önemli vergi indirimleri içeren ve siyasi atmosferi alevlendiren ENFIA vergisindeki çarpıklıları ortadan kaldıran açıklamalar yapmayı planlıyor. Başbakanlık Konutu’nun değerlendirmesine göre birçok soruna ve fikir ayrılığına rağmen mevcut hükümet bütün sektörlerde çalışıyor ve hedefleri yerine getiriyor. Bu durum reformların hızlandırılmasını ve siyasi istikrar atmosferi isteyen Avrupalı ortaklar tarafından da tanınıyor. Öte yandan hükümetin tüm karşı yöndeki söylemlerine rağmen erken seçim olasılığı hâlâ yeni senaryoların üretilmesine yol açıyor. 180 milletvekilinin oyunu gerektiren cumhurbaşkanı seçimi hâlâ bir bilemece olmaya devam ediyor. Hükümet yetkilileri Başbakan Samaras’ın hükümetin çöktüğünü savunan ve ufukta erken seçim gören anamuhalefet SYRIZA’nın stratejilerini dağıtacak her türlü inisiyatifin alınması gerektiğinde direttiğini ve bunun için gerekçelerinin olduğunu aktarıyor. Aynı yetkililer, seçimlerle ilgili her düşüncenin sadece görüşme masasında kalmaktan başka şansının olmadığını, çünkü Başbakan Antonis Samaras’ın Eylül ayının olumlu siyasi ve mali gelişmelerin başlangıcı olmasını beklediğini ifade ediyor. Başbakanlıkta önce Yunanistan’ın borcuyla ilgili müzakerelerin tamamlanması ve sonra cumhurbaşkanlığı seçimiyle bağlantılı olan değişik senaryoların incelenmesi gerektiği görüş hakim. Bazı kurmaylar ise parlamentoda cumhurbaşkanı seçimi süreci başlamadan önce erken genel seçim ilan edilmesini tamamen risk olarak görüyor. Azınlıkça 11 Hacıosman bölgeyi vuran doğal felaketlerle ilgili soru önergesi sundu Milletvekili Hacıosman bölgeyi vuran doğal felaketlerle ilgili soru önergesi sundu Rodop PASOK milletvekili Ahmet Hacıosman Tarım Bakanı’na hitaben “Dolu yağışından dolayı tarım arazilerinde meydana gelen büyük felaket” konulu bir soru önergesi sundu. Milletvekili Hacıosman’ın basın ofisi tarafından gönderilen ilgili basın bülteni şu şekildedir: Gümülcine (Komotini), 08.08.2014 BASIN BÜLTENİ Rodop Milletvekili Ahmet Hacıosman, Tarım Kalkınma ve Gıda Bakanı Yorgos Karasmanis’e hitaben, Rodop ilinde yağan doludan meydana gelen büyük felaketleri konu alan bir soru önergesi sundu. Soru önergesinin tam metni: SORU Protokol No.: 1765/07.08.2014 SAYIN: Tarım Kalkınma ve Gıda Bakanı KONU: Dolu yağışından dolayı tarım arazilerinde meydana gelen büyük felaket Rodop ilinde 1 Ağustos tarihinde sürekli ve yoğun bir şekilde yağan dolu, pamuk, tütün ve meyve veren ağaçlarda büyük zararlara sebep oldu. Baraklı (Stilaryo), Kalfa (Kalhas), Ircan (Arisvi), Lefeciler (Lofario), Yahyabeyli (Amaranda), Demirbeyli (Venna), Salmanlı (Salmoni), Muratlı (Mirana), Sarıca (Kalamokastro), Küçük ve Büyük Doğanca (Mikro- Mega Dukato) ve Kirlik (Roditis) köylerinde 20.000 dönümü aşkın ekili arazideki ürünler büyük zarar görmüştür. Tarım yılının sonlarında bulunuyor olmamızdan 12 Azınlıkça ve çiftçilerin ürünleri tekrar ekme imkanı bulunmadığından dolayı, meydana gelen doğal felaket, bu tarım yılının feci bir şekilde son bulmasına neden olmuştur. Doğal afetten dolayı büyük maddi çöküntüye maruz kalan üreticiler kendilerini çaresiz ve aciz durumda hissetmektedirler. Yukarıdakiler doğrultusunda SAYIN BAKANA SORULUR: 1.nRodop ilindeki üreticilerin mümkün olan en hızlı şekilde ve kısa zaman içerisinde zararlarının karşılanması yönünde ne tür önlemler alacaktır? Soruyu yönelten Milletvekili Ahmet HACIOSMAN Karayusuf’tan doğal felaketlerle ilgili soru önergesi Milletvekili Karayusuf doğal afetten zarar gören tarım ürünlerini sordu Rodop SYRIZA milletvekili Ayhan Krayusuf Tarım ve Ekonomi Bakanlarına hitaben hazırladığı “Rodop ilinde, pamuk, sebze ve diğer tarım ürünlerinin doğal afetten zarar görmesi” konulu soru önergesini parlamentoya sundu. Milletvekili Karayusuf ’un bası bürosu tarafından basın açıklamasıyla gönderilen soru önergesinin tam metni şu şekildedir: Atina, 8/8/2014 Tarımsal Kalkınma ve Gıda Bakanı’na, Ekonomi Bakanı’na Konu: Rodop ilinde, pamuk, sebze ve diğer tarım ürünlerinin doğal afetten zarar görmesi Pamuk ekimi ile tütüncülük Rodop ilinde tarım sektörünün temelini oluşturmaktadır. Tarımın bu bölgede yerel ekonomi için tarihi bir karakteri vardır ve bugüne kadar devam eden bir faaliyettir. Tarım, bölgemizde özellikle de ova kısmında çeşitli büyüklüklerde arazileri kaplar ve bu tarım alanları her yıl ekilir. Bu yıl, birçok aşırı yağış ve olumsuz hava şartları yüzünden Rodoplu çiftçiler zor bir ekim dönemi geçirmiştir. Tüm bu zorluklara rağmen çiftçilerimizin muazzam çabaları sayesinde -gecikmeli de olsa- bölgemizde tarımcılık tekrardan can bulmuştur. Ancak, 1 ve 2 Ağustos 2014 tarihlerinde aşırı yağış ve saatlerce yağan dolu, daha önceki aşırı yağmurlardan kurtulan mahsulleri tamamen yok etmiştir. Geçtiğimiz aylarda da bölgemizde doğal afet yaşanmış ve zarar tespit çalışmaları yapılmıştır. Ancak, bu kez pamuk tarlalarındaki mahsullün tamamı genel anlamda yok olduğu için, zarar oranından bahsedilmesi gereksizdir. Burada, mahsulün mutlak bozguna uğraması söz konusudur. • Tarımcılığın bugün (olumlu ya da olumsuz) hava şartlarından etkilendiği için, • Tarım sektörünün memorandum politikalarından zarar gördüğü için, • İnsanca bir yaşam için en temel mali yüküm- lülüklerle bile baş edilemediği bir dönemde ani ve öngörülmeyen hava koşulları yüzünden mahsullerin zarar görmesiyle çiftçilerimiz iyice yoksulluğun içine düştüğü için, • Doğal afetin ekim, sulama, çapalama gibi işlerin bittiği ve pamukların koza açtığı bir döneme denk gelmesi zarar gören mahsüllerin tekrardan iyileşme ve canlanma ihtimali yani üretimde geriye dönüş olmadığı için, Yukarıdakiler doğrultusunda sn. Bakanlara sorulur: 1. Hükümet yeni belirlenen mali yükümlülükleri ödeme konusunda doğal afetten mahsülleri zarar gören tarım üreticilerine kolaylık sağlayacak mı? 2. Doğal afet sonrası zararın genel olması sebebiyle, tazmin hesaplamaları (‘plafon’dan bağımsız) gerçek üretim üzerinden mi hesaplanacak? 3. Doğal afetten mahsulleri zarar gören çiftçilere, bankalara, vergi dairelerine, elektrik ve diğer kurumlara olan borçlarını ödeme konusunda indirim veya süre uzatımı gibi kolaylıklar sağlanacak mı? 4. Doğal afetten zarar gören tarım arazileri ve mahsullerin hasar tespit çalışmaları, bir an önce geciktirilmeden kayıt altına alınması için yetkili organlar tarafından yeterli sayıda uzman eleman görevlendirilecek mi? 5. Yaşanan doğal afet sonrası, felaketin getirdiği ağır hasarları göz önünde bulundurarak, hükümet bölgemizi “felaket bölgesi” olarak ilan edecek mi? Soruları yönelten milletvekilleri: Ayhan Karayusuf Litsa Amanatidu Katerina İngezi Vangelis Apostolu Azınlıkça 13 Denge İbram Onsunoğlu ibram@windtools.gr Son üçlü seçimler çerçevesinde cereyan eden Türk Azınlığıyla ilgili iki olay, en çok bu iki olay, “malum çevreler” tarafından anti-azınlıkçı geleneksel bir kampanya yürütülmesinde kullanıldı. Azınlık aleyhtarı kampanyalar ve Frangos Frangulis Son üçlü seçimler çerçevesinde cereyan eden Türk Azınlığıyla ilgili iki olay, en çok bu iki olay, “malum çevreler” tarafından anti-azınlıkçı geleneksel bir kampanya yürütülmesinde kullanıldı. Bunlardan ilki, İskeçeli Sabiha Süleyman’ın Avrupa Parlamentosu seçimlerinde SİRİZA partisinden aday gösterilmesi; bu adaylık bilindiği gibi sonradan iptal edildi. İkincisi de, yine Avrupa Parlamentosu seçimlerinde azınlık partisi DEB’in Batı Trakya’da aldığı yüksek oy oranı. Aynı amaçla başka olaylardan da yararlanıldı, ama daha az. kü dille ırkçı olarak niteleyeceğimiz saldırılar, kara propaganda ve nefret söylemi doruğa çıkmış ve Azınlıkta aylar boyu terör estirilmişti. Cuntadan sonra Gümülcine’deki ilk belediye seçimlerinde her şey vardı. Birkaç ay önce yapılan parlamento seçimlerinde Azınlığın seçimlerden menedilmesi için imza kampanyası yürütülmüştü. Azınlık, halk oylamasında Yunanistan’a kötülük olsun diye Kraliyet rejimi lehine oy kullanmıştı, cunta öncesi Kraliyet rejimi altında daha az ayrımlı ve daha az baskılı bir dönem yaşadığı için değil. “Geleneksel” diyorum, zira böylesi, cuntanın düşüşünden bu yana tam 40 yıldır her seçimde, ister ulusal seçimler olsun ister yerel, temcit pilavı gibi karşımıza çıkıyor. Son yıllarda Azınlık aleyhtarı bu kampanyaların şiddeti azalmaya yüz tutmuşken, bu seçimlerde yukarıda işaret ettiğimiz iki olay bahanesiyle yine ivme kazandı. Türkiye’nin Kıbrıs çıkarması tazeydi ve Yunan milliyetçiliği, yan devlet ve derin devlet Türk Azınlığı üzerinden adeta çıkış arıyordu. 197475 yıllarında yapılan üç oylama fırsat olarak değerlendirildi ve nefret söylemi özellikle iki nokta üzerinde odaklandı (ve bugüne kadar aynen devamededuruyor): Azınlığın Çoğunluğa bakışla değişik seçim davranışı - oy tercihi ve Azınlığı Türkiye’nin (Türk Konsolosluğunun) yönlendirmesi. Yunanca deyimiyle “çizgiyi” Konsolosluk belirliyor, Azınlık ta gözü kapalı bu çizgi üzerinden yürüyordu. Oysa Türkiye (ve Türk Kosolosluğu) cunta döneminden Azınlık üzerinde- İlk kampanyalar, 1974 siyasî değişikliğinden sonra ardarda yapılan üç seçimle başladı, “Cumhuriyet mi, Kraliyet mi” sorusuyla yapılan halk oylaması, parlamento seçimleri ve belediye seçimleri. O zaman bugün14 Azınlıkça ki nüfuzu en düşük bir düzeye inmiş olarak çıkıyordu, Azınlığı yönlendirmesi ve seçimlere müdahalesi mümkün değildi. Burada önemli olan, Azınlığı kendi iradesiyle değil de düşman ülke Türkiye’nin emriyle hareket ettiğini iddia edip, ulusal tehlike olarak göstermek, Çoğunlukla çelişkilerini artırmak ve arasını açmak, koşulları daha yaşanmaz kılıp ülkeyi terketmesini sağlamaktı. Daha sonra, 1989-90 yıllarında gerçekleşen üç parlamento seçiminde, Koca Kapı, “müdahale öyle olmaz, böyle olur” dercesine davranacaktı. Bu son üçlü seçimler münasebetiyle Azınlık aleyhtarı söylemler yine şiddetli bir hal aldı. Şu farkla ki, bu kez, Azınlığın seçim davranışını ulusal tehlike olarak yorumlanmasına karşı çıkan bir hayli sağduyulu ve objektif yaklaşımlar da gördük. Bugün burada çeşitli yayınlar arasından eski Genel Kurmay Başkanı ve Savunma Bakanı emekli general Frangos Frangulis’in 19-25/06/14 tarih ve 244 sayılı haftalık “Epikera” dergisinde çıkan makalesini eleştireceğiz. Yazarının yukarıdaki ağır sıfatları yüzünden, ayrıca gizlemediği siyasî emelleri yüzünden; zira Fran- gulis, Yunanistan’da bir süredir hazırlıkları yapılan ve Yeni Demokrasi partisinin sağında yer alacak yeni bir “vatansever” siyasî oluşuma katılacağı söylenen isimlerden. Azınlık için “Altın Şafak” tehlikesi, bu partinin adaletle olan serüvenleri nedeniyle şimdilik kısmen bertaraf edilmişken, hedefinde Batı Trakya’da milliyetçilik surları örmek olan daha ciddi ve daha tutarlı yeni bir siyasî oluşum (Frangulis’in partisi ele aldığımız makalesinden de açıkça anlaşıldığı gibi böyle olacaktır), bu bölgedeki toplumlararası barış ve Azınlık için yeni ve daha büyük tehlikeler oluşturacaktır. Epikera dergisi, Frangulis’in makalesini kapak yapmış: TRAKYA -Hükümet Tehdit Karşısında Namevcut. Frangulis Frangos konuya el atıyor: “Yunan Trakya’sı SOS sinyali veriyor”. Dergi, Azınlık konusunda en çok tehlike edebiyatı yapanlardan. Frangulis, 1951 Gümülcine doğumlu. Azınlıkla ilgili saplantısı belki buradan kaynaklanıyor. Ama onun asıl saplantısı Türklük ve Türkiye. Bu da belki asker oluşundan kaynaklanıyor. Bir de altı yıl bo- yunca akerî ateşe olarak Türkiye’de kalmışlığı var. İlgi değil, saplantı, yani patolojik bir ilgi. Türkler ve Türkiye konusunda ne kadar olumsuz nokta varsa, bunlar ister gerçek olsun ister uyduruk ve hayalî, özellikle uyduruk ve hayalî, bunlar üzerinde odaklanmak, sonra keyfî sonuçlar çıkarmak ve en sonunda Türkiye’nin dağılıp yok olacağı hayalini kurmak. Türklüğe ve Türkiye’ye karşı böyle patolojik bir ilgi besleyen ve saplantısı olan onlarca Yunanlı yazar, aydın, din adamı, iş adamı mevcut, Mihalis Haralambidis’ten tutun da Velopulos’a kadar, keşiş Paisiyos’tan Emfiyecioğlu’na kadar. Frangulis te bu gruba dahil oluyor. Tümünün ortak paydası, Türk ulusunun derme çatma bir yapı olduğu, Müslümanlaştırılmış eski Hıristiyan halklardan oluştuğu, ve en çok ta Rumlardan, onların bir gün asıllarına dönmek isteyecekleri, gizli Hıristiyan hareketinin patlamaya hazır olduğu... ve Türkiye’nin yakında dağılacağı. Keşiş Payisiyos’un pek popüler kehanet kitaplarında, örneğin, kuzeyden gelecek sarışın ırkın (RuslaAzınlıkça 15 rın) bir gün İstanbul’u işgal edeceği, orada yaşayan Müslümanların -Türklerin üçte birinin katledileceği, üçte birinin sürgün edileceği, üçte birinin de Hıristiyanlığa geçeceği ve sonunda Rusların İstanbul’u Yunanlılara devredeceği kehaneti vardır. Eski LAOS partisi milletvekili Velopulos, televizyon programlarında, Türkiye ile savaşa karşı olduğunu, zira bir savaşta katledilecek Türklerin aslında Yunan asıllı oldukları için kendi ırkından insanları katletmeye yüreği vermediğini söylüyordu... Frangulis’in tezleri böylesine hezeyanî değil, kendi deyimiyle belgelere dayanıyor. Ama aynı ortak payda. Frangulis, bundan bir buçuk yıl önce yayımlanan “Hangi Türkiye? Hangi Türkler?” başlıklı kitabıyla ün yapmıştı, 450 sayfalık kalın bir cilt. Kitap, Türk basınında da yankı bulmuştu. Kapağında üç Türk liderinin resmi var, Fatih Sultan Mehmet’in, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Recep Tayyip Erdoğan’ın. Kitapta bu üç ünlü Türkün de Türk soyundan gelmediğini iddia ediyor. Yazar, böylece, daha ilk satırında fikir dünyasındaki zaafiyetini ve ilkelliğini ele veriyor ve saplantısını ifşa ediyor. Frangulis mantığıyla, bunca ünlü Yunanlının Arnavut, Ulah ve Slav kökenli oluşuyla bir şey mi değişti, diyeceği geliyor insanın. Ve daha sonra, Türk ulusunun da Türklerden değil de değişik uluslardan ve büyük çoğunlukla Müslümanlaşmış Rumlardan -Hellenlerden oluştuğunu kanıtlamaya çalışıyor. 16 Azınlıkça Haydi kabul edelim, Ege’nin batı kıyısında Yunanlı Rumlar yaşıyor, doğu kıyısında da Rum Türkler. Frangulis kitabında Türkiye’de Yeni Bizans’ı kurma fikrinin filizlendiğine işaret ediyor, yazarın kafasındaki Türkiye çıkmazına bir çıkış yolu. Yeni Bizans’ta Türkiye ile Yunanistan birleşecek mi, madem aynı kanı taşıyan iki halk, bu noktaya bir açıklık getirmiyor. Yazar, Erdoğan ve Davutoğlu’ nun Yeni Osmanlıcılığa yöneldiklerinden dem vuruyor. Bazı yorumcular, Frangulis’in, Yeni Bizans teorisini yeni Osmancılığa karşı öne sürdüğünü iddia ediyorlar. Ve konu gayri ciddi boyutlar kazanıyor. Frangulis’in sözünü ettiğimiz makalesinde Azınlığa yaklaşımı da aynı. Emekli generale göre Müslüman Azınlık çeşitli etnik gruplardan oluşuyor, Pomaklar, Romanlar, Siyahî Sudanlılar, Çıtaklar, Çerkezler vs (Bu satırların yazarı Yoluç’tur. Azınlığın en büyük gruplarından biri Yoluçlardır, ama kimse onlardan söz etmiyor. Şikayetçiyim.). Ancak Azınlıkta Türk yok, Türk kökenli yok, “Türk görünümlüler” (τουρκοφανείς) var. Yani dış görünüşteki Türklüğe aldanmayın, o ince bir kabuk, kazıdınız mı altından başka şeyler çıkıyor. Bu “turkofanis” terimine ilk kez 35 yıl önce Gümülcineli Antonis Liapis’in yazılarında rastlamıştım. O zaman yeni uydurulan “turkogenis” (Türk kökenli) terimine karşı çıkıyor, turkogenis değil turkofanis diyordu, adamlar daha neler uyduracaklar diye gülmekten kendimi alamamıştım. İkinci kez Frangulis’ten işitiyorum. Şimdi Frangulis’le Azınlık konusunda bir diyaloga oturduğunuzu varsayalım, bu diyalog başlamadan biter, sizi turkofanis diye adlandırmaya kalkınca. Siz de ona hellenofanis diye küfrederseniz, onun da masayı derhal terkedeceğinden emin olabilirsiniz. Gerçi onun diyalog gibi bir kaygısı yok, faraza diyoruz. Emekli generalin zoru Türkiye. İki ülke arasında bunca anlaşmazlıklar arasında bir de azınlıklar. Ona göre bizim Azınlık ta Türk yayılmacılığının bir hedefini oluşturuyor. Azınlık, bu yayılmacılıkla özdeşleşiyor. Son seçimlerin sonuçları bunun bir başka kanıtı. Tehlike büyük. “Yunan Trakyası SOS sinyali veriyor”. Önlem alınması gerek. Alınması gereken önlemler sıralanıyor. Tabiî bu önlemler büyük ölçüde Azınlığa karşı. Hep aynı mantık, aynı senaryo. Dolayısıyla Frangulis yeni bir şey söylemiyor. Türkiye ile olan anlaşmazlıkları, bunların özü ne olursa olsun, Türk yayılmacılığı olarak adlandırmak işin kolayı. Ama aynısı karşı taraf için de geçerli, Yunan yayılmacılığı der, işin içinden çıkıverirsin. Yunanistan ile Türkiye arasındaki öbür anlaşmazlıklar konumuz değil, onlarla ilgilenen çok daha yetkili ve uzman kişiler var, biz Azınlık sorunuyla yetineceğiz, görevimiz. Batı Trakya’nın Türk yayılmacılığının hedefi olduğu iddiası, yalnızca çoğunluk insanının şövenizmini ve azınlık aleyhtarı duygularını kabartmıyor, bölgede iki unsur arasındaki çelişkileri sivrilterek, toplumsal barışı bozarak ve tabiî her defasında Azınlığı mağdur kılarak. Provokatif olarak bu iddia yukarıdaki amaçlarla ileri sürülüyor. Ancak provokatif veya samimî, bu iddialar, aynı zamanda bölgedeki çoğunluk insanında güvensizlik duygularına yol açıyor, bir dizi yanetkileriyle birlikte. Eski savunma bakanı ve genel kurmay başkanı gibi en yetkili bir ağızdan “Trakya Türk tehditi altında, SOS sinyali veriyor” gibi bir iddia normal şartlar altında büyük bir panik yaratacak nitelikte. Bu milliyetçi popülist yaklaşım ve tehlike edebiyatı, tabiî, vatansever bir kılıf içinde sunuluyor. Hükümetler, partiler ve sorumlu makamlar her zaman gaflet içinde ve teslimiyetçi, hatta ihanet içinde, gereken önlemleri almıyor. Şimdi, halk önünde yapılan bu açıklamalar genel bir korku ve panik yaratmıyorsa, demek ki pek ciddiye alınmıyor. Kamuoyunun doymuşluğundan olsa gerek. Zira kırk yıldır aynen yinelenip duruyor. Ama yine de kamuoyunun belirli bir bölümünü etkilemiyor ve Trakya’da bir güvensizlik ortamı yaratmıyor değil, iki unsur arasındaki ilişkileri zehirlemiyor değil. Anna Frangudaki bir yazısında, Trakya’da iki toplum arasında duygu iletişimi çerçevesinde, Hıristiyan unsurun zaman zaman kendini güvensizlik içinde hissettiğini Azınlığın da anlaması gerektiğinden söz ediyordu. Bu, mağdur olan Azınlığın, mağdur eden psikolojisine girmesi demektir, eşyanın tabiatına aykırı. Ama yine de bu depressif mantığı biraz irdeleyelim. İddia, fobi veya paranoya şu: “Türkiye’nin Batı Trakya üzerinde emelleri var, Türk Azınlığının mevcudiyetinden kaynaklanan.” O halde Azınlık suç ortağı. Bu suçlama karşında doğrusu Azınlığın yapacağı pek bir şey yok. Suçluluk kompleksine kapılıp özür mü dilesin? Türkiye’yi o da mı kınasın? Yoksa bu iddianın asılsız olduğunu mu kanıtlamaya çalışsın? Bu iddianın asılsız olduğunu en başta onu ortaya atanlar biliyor. Salahattin Galip’le İstanbul’da son buluşmamızda, 1996 olmalı, arşivinden bir belge çıkardı, eski harflerle basılmış bir İzmir gazetesi. Orada bana Mustafa Kemal’le yapılmış bir söyleşiyi gösterdi. Atatürk, söyleşinin bir yerinde, Batı Trakya’nın Miasakımillî sınırları içine dahil edilmeyişinin stratejik nedenlerini açıklıyordu. “Al bunu” dedi, “gerekli gördüğün yerde kullan. Sen Yunanlılarla böyle tartışmalara giriyorsun. Onların korkusunu biraz olsun yumuşatırsın. Türkiye’nin Batı Trakya üzerinde emelleri yoktur ve bu, Türkiye’ye Atatürk’ün bir mirasıdır.” Karşılıklı duygu iletişimi içinde çoğunluk insanının güvensizliğini diyelim ki anladık, onun giderilmesi için ne yapabiliriz? Belki de yapabileceğimiz tek şey, bu güvensizliği tahrik edecek hareketlerden kaçınmak. Ama öte yandan biliyorum ne yapsak yeterli olmayacaktır. En etkilisi, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, ticarî, turistik, bilimsel..., son yıllarda bu üç kesimde de kaydadeğer gelişmeler var. Frangulis’in yaptığı tehlike edebiyatının yankıları beklenenden daha azsa, başlıca nedeni bu olmalı. Yukarıdaki genellemelerden son- ra Frangulis’in makalesindeki ayrıntılara geçelim. Yunan hükümetleri ve partileri, İstanbul, Bozcaada ve Gökçeada Hellenleri felakete sürüklenirken bunu engellemek için bir şey yapmamışlar ve müslüman azınlık konusunda mütekabiliyet ilkesinin empoze edilmesini asla talep etmemişler. Kuyruklu bir yalan. Batı Trakya Türkleri felakete sürüklenirken Türkiye bir şey mi yapabildi, Yunanistan gibi o da kaçmak zorunda kalan azınlık mensuplarına kucak açmaktan başka? Yunanistan’ın anti-azınlıkçı politikası Türkiye’ninkinden daha az başarılı olmuşsa, bunun başlıca nedeni bizim Azınlığın sınıfsal yapısı, ekonomik durumu ve kültürüdür. Alınan önlemlerin ve yapılan baskıların yetersizliği değil. Rum Azınlığının daha birkaç toplumsal özelliği de kaçmasını kolaylaştırmıştır. Örneğin, Yunan uyruklular İstanbul’dan sınırdışı edilirken peşlerinden onbinlerce azınlık mensubunu da sürüklemişlerdir. Mütekabiliyet mi (sen onu misilleme oku) uygulanmamış? 30 yıl boyunca 1990’lı yılların ortalarına dek Türk Azınlığına nefes aldırmayan yönetsel önlemler neydi ki? Azınlıktan 60 bine yakın kişinin Yunan vatandaşlığından çıkarılmasında kullanılmış Yuttaşlık Yasasının 19. maddesi neydi ki? Ancak 1998’de yürürlükten kaldırılan bu eşi görülmemiş ırkçı hüküm? Sonra, hukukun insan toplumlarına uygulanamaz diye hüküm verdiği lanetlenmiş “mütekabiliyete” Frangulis’in duyduğu özlem ilkelliğin göstergesi değildir de nedir? Azınlıkça 17 Yunanistan’da artık banka sırrı diye bir şey kalmadı, Toprak almak için Ziraat’tın kredi verdiği azınlık mensupları derhal açıklansın! Ben bir tek kişi bilmiyorum. Bildiğim bir olay var, bir tanıdığım, azınlık Türkü, evinin inşasını tamamlamak için Ziraat’tan 10 bin evro kredi istedi, eli boş döndü... Ziraat Bankası Azınlık mensuplarına toprak edinmeleri için %3 gibi düşük faizli krediler veriyormuş, Yunan bankalarının faizi %14 iken. Bu yüzden Trakya’da toprak alımları 10’a 1 oranla Hıristiyan Yunanlılar aleyhindeymiş. Besbelli kuyruklu bir yalan. Yunanistan’da artık banka sırrı diye bir şey kalmadı, Toprak almak için Ziraat’tın kredi verdiği azınlık mensupları derhal açıklansın! Ben bir tek kişi bilmiyorum. Bildiğim bir olay var, bir tanıdığım, azınlık Türkü, evinin inşasını tamamlamak için Ziraat’tan 10 bin evro kredi istedi, eli boş döndü, Yunan bankaları zaten kredi vermiyor. Sonra yakın bir akrabamın İskeçe ovasındaki üç tarlası 5 yıldır satılık, soran bile yok, ne Türkü ne Rumu. Son 5 yıldır ekonomik kriz nedeniyle zaten Trakya’da taşınmaz mal alımsatımları ve inşaat iyice durmuş bulunuyor... Frangulis sıkıyor. Sözünü ettiği 10’da 1’lik oran geçici bir kısa süre için belki geçerli 18 Azınlıkça olmuştu, 1990’lı yılların ortasında, bundan 20 yıl önce. Şöven basın o zaman yazmıştı, Frangulis eski bir olayı yeniymiş ve devam ediyormuş gibi sunuyor. Azınlık mensuplarına 30 yıl boyunca taşınmaz mal edinme yasağı vardı. Bu yasak 1990’lı yılların başında yavaş yavaş kaldırılmaya başlayınca, Azınlıkta geçici olarak ve kısa bir süre için taşınmaz mal edinme patlaması yaşandı. O zaman da taşınmaz edinme olaylarının büyük çoğunluğu yeni değildi. 30 yıllık yasaklık dönmeminde meşru olmayan ikili özel sözleşmelerle birçok işlem yapılmıştı, yasak kaldırılınca bu işlemler meşrulaştırıldı ve yapay bir patlama yaşandı. Skandal bir kredi olayı varsa, o da Yönetimin 1990’lı yılların başlarına dek Yunan Ziraat Bankası eliyle Hıristiyan Yunanlılara bol keseden dağıttığı, tabiî “müşteri sistemi” çerçevesinde ve torpilli olanlara, “millî maksatlı kerdiler”dir, Müslümanlardan taşınmaz satın almak şartıyla, böylece onların kaçışlarını kolaylaştırmak amacıyla. Bu krediler büyük ölçüde ödenmemiştir, Ziraat Bankasını batıran nedenlerden biridir. Bu büyük skandalı araştıracak kimse çıkmayacak mı, ayrıntılarını öğrenelim ve gereken dersi çıkaralım: Milliyetçilik, dolandırıcı politikacının son sığınağıdır. Türkiye, Müslüman azınlığı Türkleştirmeyi tamamlamak, homojenleştirmek ve ortak bir Türk etnik kimliği altında toplamak amacını güdüyormuş. Bu amaç, niye Azınlığın kendisinin değilmiş te Türkiye’nin empoze ettiği bir durummuş? Ortak kader, ortak geçmiş ve ortak tarih bilincidir, Müslüman Azınlığında da olduğu gibi, ortak etnik kimliği belirleyecek olan unsurlar, böyle bir ortak kimlik biçimlendirmek gereği duyulduğunda ve koşullar toplumu buna zorladığında. Müslüman Azınlıkta koşullar, ortak etnik kimlik biçimlendirmeye zorlamıyor mu? Müslüman Azınlıkta da ortak kimlik ve homojenleşmek her siyasî amacın üstünde ve her şeyden önce sosyolojik bir süreç değil mi? Azınlık bu sürecin dışında mı kalacaktı? Azınlık düne kadar devlet tarafından sorunlu bir üniter yapı olarak ele alınırken, uygulanan yönetsel önlemler bu üniter yapıya karşı yönelirken, “sizin kaderiniz ortak, siz birsiniz” diye üniter kimlik konusunu en başta Yunan devlet politikaları empoze ediyordu. Dimitris Hristopulos işte bu çelişkiye işaret ederek, “şimdi de, hayır, Azınlık üniter bir Türk şeyi değildir demeye kalkıyorlar” diyordu. Homojenleşme konusu, Azınlığın kendisinin bir inisiyatifidir, geçirdiği sosyolojik ve ulusal bir süreçtir. Türkiye buna sonradan katılmıştır, hatta katılmak zorunda kalmıştır. Azınlığın içinden bazı kişiler, hatta gruplar bu sürece dahil olmak istemeyebilir, karşı çıkabilir. Haklarıdır. Ama kaçınılmaz mahalle baskısına da hazır olsunlar. Ancak Yönetimin belleği de kıt. Eski kuşaklardan bölücü politikalara hizmet etmiş azınlık mensuplarının çocuklarından kaçı babalarının yolunu izlemiştir, bir tane gösterebilirler mi? SÖPA, bir başka örnek. Azınlık eğitiminin seviyesini düşürmekte başarılı olmuştur, ama asıl hedefi olan Azınlığı Türklükten uzaklaştırma yolunda boşa çıkmıştır. Yönetim öteden beri böyle merkezkaç hareketler yaratmaya çalışmakta, “αποτουρκοποίηση” çabalarına büyük ödenekler ayırmaktadır. Bir arpa boyu yol alamamış olduğu halde, aynı politikalar üzerinde ısrar etmektedir. Azınlık, Türklükten uzaklaştırma çabalarını boşa çıkaracak ölçüde bilinçlidir ve Yönetim 21. yüzyıl koşullarında hâlâ geçmiş yüzyıllara özgü hayaller peşinde koşmanın nafile olduğunu anlamalıdır. Bu ısrarı, Azınlıktaki millî duyguyu köreltmek şöyle dursun, daha da sivriltmekte ve zaman zaman istenmeyen şöven düzeylere çıkarmaktadır. Çözüm, Azınlığı özgür bırakmak, farklılığına saygı gösterip onu bir sorunmuş gibi sunmamak, dışarıdan müdahale ve kısıtlamarla kimlik empoze etmekten vazgeçip özgürce etnik kimliğini ifade etmesine müsaade etmektir. O zaman özgürlük koşullarında Azınlık ta etnik kimliğini, şimdi bu hakkı kazanmak için yaptığı gibi, sivri bir şekilde dile getirmekten kendiliğinden vazgeçecektir. Ulus devlet anlayışıyla şartlanmış milliyetçi bir kafanın bunu anlamasını ve kabul etmesini beklemiyorum. Öylesi ancak baskıdan, bastırmaktan ve asimilasyondan anlar. Frangulis, kitabının İskeçe’deki tanıtımında, satışından toplanan paraları, Balkan Kolundaki kiliselerin onarımına bağışladığını gururla açıklıyor. İnsanın soracağı geliyor, Balkan Kolunda Hıristiyan cemaat yok ki, kiliseler niye yapılmış? Frangulis, konuşmasında, Müslü- man Pomakların kiliselerin varlığından ve çalışmasından memnuniyet duyduklarına işaret ediyor. Bunda şaşılacak bir şey yok, İslam Hıristiyanlığa saygıyla yaklaşmaktadır, fanatik cihatçılar hariç. Ama soru yanıt bekliyor, Hıristiyan cemaatin bulunmadığı Müslüman köylerinde kiliseler ne işe yarar? Müslümanların Hıristiyanlığa duyduğu saygıyı dile getirmeleri için mi?... Frangulis aynı konuşmasının devamında başka şeyi ima ediyor. Florina’da nasılsa mübadele dışında kalmış Müslüman Romanların nasıl Hıristiyanlaştırıldığını anlatıyor. Frangulis, söz konusu makalesinde Yunan-Türk ilişkileri ve Trakya konusunda bir dizi öneriler sunuyor. Biz son olarak Batı Trakya’da nüfus yapısının Azınlık aleyhinde değişmesi için yaptığı bir önerisi üzerinde duracağız. Trakya’da Hıristiyan nüfusu 300 bin kişi cıvarında artırmak için, Trakya’yı terketmiş eski Trakyalı Yunanlılar yeniden Trakya belediyelerine yazılmalı ve seçmen hakkı kazanmalı; aynı şeyi İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada kökenli Rumlar da yapmalı; ayrıca diaspora Yunanllıları Trakya’daki seçmen kütüklerine yazılmalı. Trakya’ya kesin dönüş yapanlara 10 bin evroluk bir prim verilmeli. 300 bin dönüş ve yerleşim olduktan sonra artık ne Türk Konsolosluğu ne Türk partisi bizi meşgul edecektir. Frangulis, hayali geniş bir kişi olduğunu kanıtlıyor. Ama dikkat ederseniz, eski Sovyetler Birliği ülkelerinden göç eden on binler- Bu ısrarı, Azınlıktaki millî duyguyu köreltmek şöyle dursun, daha da sivriltmekte ve zaman zaman istenmeyen şöven düzeylere çıkarmaktadır. Çözüm, Azınlığı özgür bırakmak, farklılığına saygı gösterip onu bir sorunmuş gibi sunmamak, dışarıdan müdahale ve kısıtlamarla kimlik empoze etmekten vazgeçip özgürce etnik kimliğini ifade etmesine müsaade etmektir. ce Rumdan hiç söz etmiyor. Bilmiyor olamaz, bunların tümünün Trakya’daki seçmen kütüklerine kayıt edilmiş olduklarını, göçten önce tümüne Trakya’ya yerleşeceklerine dair bir belge imzalatıldığını, ancak geçim sıkıntısı altında birçoğunun ilk yerleştikleri Trakya’yı terkettiklerini ve seçimlerde oy kullanmak için dönmediklerini. Frangulis’in yeni planının da başarı şansı büyük değil. Ama dedik ya onun hayali pek geniş. Elektronik, bilgisayarlı oy kullanımını öngörüyor. Anlaşıldı, Frangulis’i yenemeyeceğiz. * Azınlıkça 19 Paradoks Dimostenis Yağcıoğlu Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında Batı Trakya ve Azınlık: Atina’dan görebildiklerim Yunanistan kamuoyu, medya kuruluşları, siyasetçiler ve bürokratlar, DEB’in bu başarısını nasıl algıladılar? Bilindiği gibi, 25 Haziran 2014 tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin, Yunanistan kamuoyu için en dikkat çeken, hatta en sarsıcı sonuçlarından biri, Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi’nin (DEB’in) Batı Trakya’da, özellikle Rodop ve İskeçe seçim bölgelerinde, aldığı çok yüksek oy oranlarıydı. dimostenis@rocketmail.com Twitter: @dimoyagcioglu DEB, bu seçimlerde muhtemelen kendi beklentilerini de aşarak, Rodop ilinde oyların %41.7’sini, Ksanthi/İskeçe ilinde %25.9’unu alarak bu iki ilde birinci parti oluyor, Evros/Meriç ilinde de oyların %1.45’ini toplayabiliyor, Yunanistan toplamında ise 42.667 oyla %0.75’lik bir oran yakalıyordu1. DEB’in AP seçimlerinde aldığı oylar ve bunların oranı, 1989’dan 1993 yılına kadar düzenlenmiş dört genel seçimde merhum Sadık Ahmet’in “Güven” ve Sn. Ahmet Faikoğlu’nun “İkbal” isimli bağımsız azınlık listelerinin aldığı toplam oy sayısı ve oranlarını bile aştı. Bir tek Nisan 1990’daki seçimlerde bu iki bağımsız listenin almış olduğu toplam 45,981 oyu aşamadı2. O yılların baskılı, gergin ve kutuplaşmış atmosferiyle karşılaştırıldığında 20 Azınlıkça Trakya’da çok daha serbest ve rahat bir ortamda gerçekleşen 25 Mayıs AP seçimlerinde, DEB’in o dönemin bağımsız listelerinden bile başarılı olması, kuşkusuz Atina’daki siyasi sistemi ve medya dünyasını hayrete düşürdü. Belli ki, Azınlık seçmeninin kahir ekseriyeti (%80-%85’i), hatta Yunan toplumuna en entegre olmuş olanlar bile, bu seçimde ulusal kimliklerini, yani Türklüklerini vurgulamak ve devletin Azınlığa yönelik son yıllarda uyguladığı politikayla ilgili ciddi memnuniyetsizliklerini ifade etmek için DEB’e oy verdiler. Ve bu oyu, DEB’in, %3 barajı sebebiyle, ama %3 barajı olmasaydı bile her halükârda %1’i aşamayacağı için matematiksel olarak milletvekili çıkarmasının imkânsız olduğunu bile bile verdiler. Peki, Yunanistan kamuoyu, medya kuruluşları, siyasetçiler ve bürokratlar, DEB’in bu başarısını nasıl algıladılar? Genelde sol görüşlü, milliyetçilik karşıtı, daha önce da azınlığın haklarını savunmuş az sayıda bazı aydınlar, akademisyenler, insan hakları savunucuları ve birkaç gazeteci, DEB’e verilmiş oyların devletin Azınlık politikasını Azınlığın talepleri yönünde değiştirmesi için bir mesaj olduğunu ifade etmeye çalıştılar. Azınlığın ulusal kimliğini bütünüyle reddeden tutumun yanlış ve haksız olduğunu vurguladılar. Ama bu kişilerin yazıları ve sesleri, Azınlığı, Azınlığın taleplerini ve ulusal kimliğini bir tehdit-tehlike-tahrik gibi gören Yunan milliyetçisi ve Türk karşıtı seslerin medyadaki ağırlığı karşısında cılız kaldı. Hükümet ve bürokrasi ise hiç bir resmî tepki vermeyerek DEB’in seçim başarısını görmezden gelir gibi yapmayı tercih etti. Öyle görünüyor ki, devletin Azınlık politikasında ve Yunan kamuoyunun Azınlıkla ilgili tutumunda kısa vadede bir değişiklik olacaksa, bu değişiklik DEB’in istediği ve umut ettiği yönde değil, tam tersi yönde olacak. Azınlığın taleplerini dile getirmek için yaptığı her örgütlü girişimi bir tehdit olarak gören, Azınlığın başta ulusal kimliğinin ve dile getirdiği hemen her şikâyetin dışarıdan, yani Türkiye’den empoze edildiğine inanan ve bu durumda Azınlığın mevcudiyetini bile potansiyel bir tehlike olarak gören, son kırk yıldır önce Trakya’nın kıbrıslaşacağından, sonra kosovalaşacağından, şimdi de kırımlaşacağından endişe eden zihniyet, maalesef devlet içinde, siyasette, medyada ve genel olarak Yunan toplumunda, hatta Trakya’da Azınlık mensuplarıyla yan yana yaşayan Yunanlılarda bile, hayli yaygın. Böyle bir zihniyete sahip olanlar için DEB’in seçim başarısı, tehdittehlike-tahrik’in daha da belirgin ve açık hale geldiğinin bir göstergesi. Dolayısıyla, yapılması gereken değişikliklerin işte bu tehdidin, tehlikenin, tahrikin bertaraf edilmesi yönünde olmasını savunuyorlar. Bu zihniyeti en net biçimde, eski genelkurmay başkanlarından ve kısa bir süre savunma bakanlığı da yapmış Em. Org. Fragoulis Frangos’un birkaç hafta önce Epikera dergisinde yayımlanan makalesinde görüyoruz3. Milliyetçi çevrelerde görüşlerine çok önem verilen ve Gümülcineli olması dolayısıyla Batı Trakya’yı iyi bildiği kabul edilen Sn. Frangos, Batı Trakya’nın Türkiye’ye kaybedilme/kaptırılma tehlikesinin büyük olduğunu ve gittikçe de arttığını, Türkiye’nin özellikle Gümülcine başkonsolosluğu vasıtasıyla Azınlığı her bakımdan manipüle ederek, piyon gibi kullanarak, Batı Trakya’da çok önemli bir nüfuz kazanmış olduğunu, Yunan devletinin de yanlış politikalar, gaflet ve ihmal yüzünden Türkiye’ye engel olmak bir yana, onun işini kolaylaştırdığını savunuyor. Yalnız bu görüşlerini çarpıtılmış, yanlış veya açıkça yalan olan veri ve bilgilere dayandırıyor. Örneğin, Sn. Dragona’nın özel bilimsel danışmanlığını yaptığı (Sn. Frangoudaki’den söz etmeyi unutmuş) “Müslüman Çocuklarının Eğitimi” Programı’nın Azınlık çocuklarına Yunanca değil, yalnız Türkçe öğrettiğini iddia ediyor! Oysa bu Programın misyonu ve faaliyetlerinin hemen hepsinin amacı çocuklara en başta iyi Yunanca öğretmek. Sadece Yunanlı öğretmenlere, onlara da Azınlık öğrencileriyle daha iyi iletişim kurabilsinler diye, Türkçe öğretiyor. Zaten Azınlık eğitiminin yalnız Yunanca ayağına verdiği ağrılık yüzünden bu program birçok Azınlık mensubunca sürekli eleştiriliyor; en azından yetersiz bulunuyor. Sn. Frangos’un bu gerçeği bilmediğine veya bunu hiç araştırıp öğrenmediğine inanmak çok zor. Eğer Program’la ilgili görüşlerini sadece milliyetçi medyada yayımlanan iftiralara dayandırıyorsa, bu da kabul edilecek bir durum değil. Tabii milliyetçi medyanın iftiralarla bu programa saldırmasının nedeni sanırım şu: Bu program, azınlık çocuklarının, ulusal, etnik, dinî, her çeşit kimliğini muhafaza ederek Yunan toplumuna entegre olmasını amaçlıyor. Kimliklerine saygı duyuyor. Kimlik manipülasyonunu ve bu türden toplumsal mühendislikleri reddediyor. Oysa milliyetçiler Program’ın çocuklara tam da bunu yapmasını istiyorlar. Şimdiki hükümet, Azınlık konusunda politikalarını belirlerken, Sn. Frangos’un temsil ettiği zihniyetin ifade ettiği endişelere, DEB’in ve seçmenlerinin vermek istediği mesaja kıyasla daha fazla kulak vermektedir. Ama açıkça görülüyor ki Sn. Frangos’un önerdiği doğrultuda çok radikal adımlar atmaktan da çekinmektedir. Şu andaki durumu çok tatmin edici bulmasa da, sanırım idare edilebilir bulmaktadır. Yalnız, DEB’in başarısının hükümeti de rahatsız ettiğini söylemek yanlış olmaz. Bu durumda bu tehlikenin sınırlanması için küçük çapta bazı adımlar atılabilir. Meselâ İskeçe’deki Siyasi İşler Bürosu’na verilen örtülü ödenek artırılabilir. Milli İstihbarat Servisi EYP’in Trakya için örtülü ödeneği de artırılabilir. Batı Trakya’da Türkiye’nin büyük miktarda para harcayarak Azınlığı güdümüne aldığı iddiası, Atina’da kesin bir gerçekmiş gibi kabul ediliyor. O nedenle, Yunan devletinin örtülü hatta belki de açık bir şekilde daha fazla para harcayarak, bazı kişi, kuruluş ve çabaları finanse ederek, Türkiye’nin manipülasyonunu sınırlandırabileceğine inanılıyor. DEB’in faaliyetlerini ve/veya seçimlere girmesini zorlaştıracak bazı yasal önlemler de düşünülebilir, ama böyle önlemlere başvurulacağını şu Azınlıkça 21 aşamada pek muhtemel görmüyorum. Azınlığın dinî konulardaki (meselâ müftülerin seçimi), eğitimdeki (meselâ çift-dilli anaokulları) ve ulusal kimlikle ilgili taleplerini tatmin etmek amacıyla atılacak adımlar, karar verme mekanizmalarındaki birçok kişi tarafından zaten Türkiye’nin Batı Trakya ile ilgili planlarına hizmet edecek birer tâviz gibi görülüyor ve gösteriliyordu. DEB’in seçim başarısından sonra, şimdi bu olumsuz yaklaşımı savunanların eli daha da güçlenmiş durumda. Fakat DEB’in seçim başarısından sonra oluşan tabloya tamamen karamsar da bakmamak lazım. Mesela geçtiğimiz günlerde Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gelen isimlerinden, Rodop milletvekili ve eski bakan Sn. Evripidis Stilyanidis, DEB’in başarısına bir cevap olarak, mecliste Trakya’nın sorunlarını inceleyecek ve çözümler sunacak bir partiler arası komisyon oluşturulmasını önerdi4. Stilyanidis’in önerdiği komisyonda tabii azınlık milletvekilleri de üye olarak bulunacak. Komisyonun ana amacı, hükümete Yunanistan’daki ekonomik bunalımdan en çok etkilenmiş bölgelerden bir olan Trakya’nın ekonomisini canlandıracak, bölgeye yatırım getirecek, turizmini geliştirecek, yeni iş olanakları yaratacak ve, Azınlıktan olsun Çoğunluktan olsun, bölge gençlerinin bölgede kalmalarını sağlayacak tedbirler önermek. Anlaşılıyor ki bu öneriler Yunanistan’dan uygulanmakta olan memorandum ve kemer sıkma politikalarının bir kısmından Trakya’nın muaf tutulmasını da kapsayacak. Daha önce de çok tartışılmış, Trakya’nın bir şehrinde, meselâ Dedeağaç limanında, 22 Azınlıkça bir serbest ekonomi bölgesi yaratma önerisi de tekrar gündeme gelebilir. Stilyanidis’in önerisine göre bu komisyon, Trakya’daki sorunların çözümüne katkıda bulunacak kurum ve kuruluşların da görüşüne başvuracak. Stilyanidis’in bu önerisi fikir olarak aslında çok olumlu. Ekonomik bunalım, bölge sakinlerinin ortak ve en ciddi sorunu. Dolayısıyla önerilen komisyonun ekonomik sorunlara odaklanması yanlış olmaz. Trakya’nın Çoğunluk ve Azınlık milletvekillerinin bu soruna birlikte çözüm önerileri üretmesi de önerinin desteklenmeye değer başka bir unsuru. Ancak Stilyanidis’in önerisine göre bu komisyonda Trakya’nın demografik sorunu da irdelenecek. Demografik sorundan kastedilen Çoğunluk ve Azınlık gençlerinin bölgeden göç etmesi ise, evet, bu ekonomiyle doğrudan bağlantılı ve çok ciddi bir mesele. Fakat eğer kastedilen “Azınlığın nüfusu artıyor, Çoğunluğun nüfusu azalıyor” iddiası ise Trakya’nın kaybedileceği endişesini taşıyan milliyetçilerin son 60 yıldır farklı versiyonlarla dile getirdiği, ama rakamlarla bir türlü tam doğrulanamayan bu iddiayı gerçek bir veriymiş gibi kabul edecek bir tartışma yanlış, çarpık ve çok kötü sonuçlar üretebilir. “Trakya’da Azınlığın oranı gereğinden fazla büyük ve büyüyor” gibi bir iddiadan üretilecek çözümler, muhtemelen Yunan devletinin 1955-1998 yıllarında uyguladığı 19. madde politikasına benzeyecektir. Azınlık konularını iyi bilen, ama son yıllarda seçilme şansı biraz zora girdiği için Azınlığın taleplerini tehlike olarak gösteren ve “Onlar Türk’ün oyu Türk’e diyorlarsa ben de Hristiyan’ın oyu Hrsityan’a diyorum” türünden bir söylem geliştiren Stilyanidis’in önerisine azınlığın bi- raz çekinceli ve kuşkuyla yaklaşması doğal. Fakat onun önerdiği partiler arası komisyon pekâlâ Azınlık sorunlarının da konuşulacağı bir forum olabilir. Elbette komisyonda azınlık karşıtı görüşler de dile getirilecektir, ama Azınlık milletvekilleri ve, eğer görüşlerine başvurulursa (ki başvurulması lâzım), DEB temsilcileri bu komisyon vasıtasıyla Yunanistan kamuoyuna Azınlık taleplerinin Yunanistan için aslında bir tehdit oluşturmadığını, Azınlığın taleplerinin makul ve haklı olduğunu, Yunan devleti için bu talepleri (en azından bunlardan bir kısmının) yerine getirmenin aslında zor olmadığını, aksine, Azınlığın karşı çıktığı “240 imam yasası” gibi düzenlemelerin gereksiz masrafa da neden olduğunu anlatma fırsatı bulacaklardır. Gerçekten de Azınlığın yıllardır dile getirdiği taleplerden bazılarını Yunan devletinin karşılaması zor değildir. Ekonomik bir yük de getirmez. Örneğin isimlerinde “Türk” sıfatı bulunan derneklerin devletçe tanınması, bunların serbestçe faaliyet göstermesi ve yenilerinin kurulabilmesi için olanak tanıyan bir yasal düzenleme yapılabilir. Böyle bir düzenleme bu derneklerle ilgili davalara bakan mahkemelerin işini de kolaylaştırır. Üstelik Avrupa’da Yunanistan’ın pozisyonunu da rahatlatır. AİHM’nin İskeçe Türk Birliği ve Rodop ili Türk Kadınları Kültür Derneği davalarında bu dernekler lehine verdiği kararları uygulamadığı için Yunanistan altı ayda bir Avrupa Konseyi tarafından uyarılıyor. Gerçi uyarının ötesine geçilmiyor, ama bu uyarılar da Yunanistan’ı biraz zor durumda bırakıyor. Böyle derneklerin kurulup faaliyet göstermesinin Lozan antlaşmasına aykırı olmadığı, hatta bunun Yunan devletinin azınlığı resmen “Türk” olarak tanıması anlamına da gelmediği, Yunanistan’ın azınlığı resmi düzeyde “Müslüman azınlık” olarak tanımaya devam edeceği, sadece Azınlık mensuplarına grup halinde kendi kimliklerini belirleme hakkının tanınacağı anlamına geldiği kamuoyuna anlatılırsa, Yunan devletinin de bu doğrultuda adım atması kolaylaşır. Peki, şimdiki konjonktürde Yunan hükümeti böyle bir girişimde bulunabilir mi? Buna ihtimal vermiyorum, ama AP seçimlerinde DEB’in başarısı, Azınlık haklarında yaklaşık 10 yıldır süren bir durgunluk ve hafif bir gerilemeden sonra, belki yıllar sürecek ve sonunda azınlık lehine önemli değişiklikler getirecek yeni bir sürecin, yeni bir hareketlenmenin ilk aşaması olabilir. Ama bu sürecin iyi sonuçlar vereceği garanti değil. Ve iyi sonuçlar sadece Azınlığın ya da DEB’in çabalarına değil, Azınlığın elinde olmayan başka bir sürü etkene de bağlı. Dipnotlar: 1. Υπουργείο Εσωτερικών: http://ekloges.ypes. gr/may2014/e/public/index.html 2. Ekloges.gr – Αρχείο Αποτελεσμάτων: http:// www.ekloges.gr/pages.asp?pageid=21&langid=1 ve Βικιπαίδεια – λήμμα: Ελληνικές Βουλευτικές Εκλογές 1990 - http://tinyurl.com/q5k6m5u . Ayrıca, Dimosthenis Dodos (Δημοσθένης Δώδος), Εκλογική Γεωγραφία των Μειονοτήτων [Azınlıkların Seçim Coğrafyası] isimli kitabında (Atina: Εξάντας (Eksandas) Yayınları, 1994), bu seçimlerde Azınlık bağımsız listelerinin rolü ve başarısıyla ilgili önemli ve değerli analizler sunmaktadır. 3. Παρέμβαση Φρ. Φράγκου: «Η ελληνική Θράκη εκπέμπει SOS»,Επίκαιρα, 19/6/2014,τεύχος 244, σσ. 8-15, http://epikaira.gr/article/paremvasi-frfragkoy-i-elliniki-thraki-ekpempei-SOS ve “Στρατηγός Φράγκος Φραγκούλης: Η Ελληνική Θράκη εκπέμπει σήμα κινδύνου”, Πομακοχώρια, 27/6/2014, http://pomakohoria.blogspot.gr/2014/06/ blog-post_27.html 4. “Stilyanidis’ten Batı Trakya Konusunda Çağrı”, Trakyadan, 21/6/2014 - http://www.trakyadan.com/index.php/yunanistan-bati-trakya-haber/ item/906-stilyanidisten-bat-trakya-konusunda-cagri. html ve “Σύσταση Διακομματικής Επιτροπής για τη Θράκη”, daily-stories.gr, 19/6/2014 - http://dailystories.gr/?p=8880 Başbakan Samaras işsizlere yönelik programı açıkladı Çalışma Bakanlığı yönetimi ile bir araya gelen Başbakan Antonis Samaras’ın gündeminde istihdamın desteklenmesine yönelik önlemlerin alınmasıyla işsizlik sorununun çözülmesi vardı. Başbakanlık Konutu’nda yapılan ve bir saat süren toplantı sonrası açıklamalarda bulunan Samaras “İşsizlik sorunu sadece sağlıklı ve yeni iş kadroları yaratan uzun vadeli kalkınmayla çözülebilir” şeklinde konuştu. Özellikle Avrupa fonlarından ve ESPA’dan finanse edilen programlarla işsizlere yardım edileceğini açıklayan Başbakan Samaras konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yeni ESPA’dan 2014 yıl içerisinde dahi bize 600 milyon euro verilebilir ve bu finans 145.000 genç işsizin ve uzun yıllardır işsiz olanların iş dünyası ile ilk teması amacıyla kullanılabilir. Geçtiğimiz gün çıkan program 25-29 yaşları arasındaki 30.000 işsize hitap ediyor. Ağustos ayında 18-24 yaşları arasındaki işsizlere yönelik 12.000 iş kadrosu açıklanacak. Eylül ayında çıkartılacak ve 18-29 yaş arasındaki 8.000 işsize hitap edecek olan program ise özellikle turizm sektörüne yönelik olacak ve bu işsizlerden bir kısmı kış turizmi ve şehir turizminde değerlendirilecek. Bu programlar daha önce iş tecrübesi olmayan insanlara yönelik 80 saat eğitim içeriyor. Ayrıca altı aya kadar varan bir süre içerisinde 450 saatlik pratik de öngörüyor. Bu programlardan istifade etmeye kazanan her hak sahibi eline 1.740 ile 1.950 euro arası para alacaktır. Eylül ayında ayrıca uzun yıllardır işsiz olanlara veya hiç kimsenin çalışmadığı ailelere yönelik 50.000 işsizi kapsayacak bir program daha hayata geçirilecek. Programın maliyeti 200 milyon euro. Sizlere sadece bu yıl için finansmanına onay çıkan iki programdan bahsediyorum. Diğer programları ve daha fazla detayı Çalışma Bakanlığı açıklayacaktır. ESPA tarafından onaylanan fonlar 600 milyon euro’yu buluyor. 55 bin anneye ve 68 bin çocuğa yönelik çocuk kreşleriyle ilgili finansmanla birlikte bu meblağ 750 milyon euro’yu aşıyor. Tüm bu programlar yüz binlerce vatandaşımızın ve özellikle de gençlerin iş piyasasına girmelerini kolaylaştırmak için tasarlanmıştır.” Azınlıkça 23 Algı(lamak) Huzur duası Herkül Millas millas@otenet.gr Twitter: @HerkulMillas Artık kendimi inandırmaya çalışıyorum: Bazı şeyler değişmez. Aşağıda kalıcı olanların listesini sunuyorum. İlk liste Yunanistan’la ilgili; ikincisi Türkiye ile. Buyurun... Ya isyan duygusudur bu ya da umutsuzluk: yıllarca önce duyduğum bir dua geldi aklıma: “Tanrım, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edecek huzuru bağışla; değiştirebileceklerimi değiştirecek cesareti ver, ve bu ikisinin arasındaki farkı görmemi sağlayacak bilgeliği.” Ben duanın ilk kısmına takıldım: “Değişmeyecekleri kabul etmem gerek” diyorum, yoksa hayat çekilmez oluyor! Bu dua çok eski aslında. Copyright belki Reinhold Niebuhr adında bir teologundur (ölümü 1971), ama Antik Yunanda bile buna benzer bilgeliğe rastlanır. Epiktetus şöyle demiş: “Elinden geleni yap ama gerisini oluruna bırak. Bazı şeyler bize bağlıdır bazıları irademizin dışındadır. Görüş ve isteklerimiz bizimdir; bedenlerimiz, mevkilerimiz kendi yapımız değildir.” Sekizinci yüzyılda Shantideva (Hindistan’da bir Budist) “Başa gelen belanın çaresi varsa kaygı duyma; yoksa, sıkma kendini, nasıl olsa durum değişemez.” Bu “olgunlukta” biraz demagoji kokusu var ama olsun, dua takılmış bir kez aklıma. Bazı şeyleri kabul etmezsem rahata kavuşmayacağım. Huzurun ötesinde, değişmeyecek şeylerin değişmesini beklerken ken- 24 Azınlıkça dimi biraz saf da (hatta aptal) hissediyorum. Akıntıya karşı kürek çekmek, Sisifus gibi lanetli olmak, Don Kişot gibi hayalperest olmak, sarımsak yiyerek kanseri yenmeye çalışan gariban gibi hissediyorum. Artık kendimi inandırmaya çalışıyorum: Bazı şeyler değişmez. Aşağıda kalıcı olanların listesini sunuyorum. İlk liste Yunanistan’la ilgili; ikincisi Türkiye ile. Buyurun: Yunanistan’da bunlar değişmez: 1- Otobüse, uçağa binerken; gazete bayii, taksi durağı gibi yerlerde sıraya girilmez. İtişip sıra kapılır. Umumi helâlarda durum biraz daha iyidir ama son zamanlarda bunlar da çok seyrek bulunuyor. 2- Söz kesmemek yalnız monologlarda mümkündür. Birden çok kişinin yer aldığı sohbet veya tartışmalarda herkes birden konuşur (bağırarak). İtiraz eden olursa birileri “ama diyalog yapıyoruz” derler ve durumu meşrulaştırırlar. 3- Uzmanlık çok yaygındır. Herkes her şeyi biliyor. Örneğin, taksi şoförü operatör doktora apandisit konusunda bilgilendirir; veya Çinliye Çin’i anlatır. 4- Köyünden çıkmamış olan bile dünyanın en güzel ülkesinde yaşadığına inanır. Nerede bilir, diyeceksiniz. Bu kuşku da hiç aklına gelmez; ve bu da değişmez. 5- Arabalar kaldırımlarda park eder, yayalar asfaltta yürür. İtiraz ederseniz araba sürücüleri “ya nereye park edeyim” der, yayalar da “yürüyecek kaldırım mı kaldı ki” der. 6- Seçmen, becerikli siyasiyi değil, yapmayacaklarını vaat edeni seçer. Bile bile, üst üste. Çünkü nasıl olsa vaatlerin yerine getirilmeyeceğini bilir; bari hayalin güzelini kurayım düşüncesindedir. 7- Üniversiteler dünya klasmanında pek fena durumda değiller çünkü değerlendirme kıstasları arasında, hiçbir zaman “kaç gün ders yapılıyor” sorusu bulunmaz. Grevler, işgaller, boykotlar hesaplansa, klasmanın sonunda kalmak bir yana, üniversiteler hiç yoklar denecek. 8- Organize olmak, düzen kurmak ayıp sayılıyor. Kim neden sorumludur, hangi iş ne zaman başlayacak, misafiriniz saat kaçta gelecek bilemezsiniz. Bu durum “özgürlük” olarak algılanıyor. 9- Meşruiyetin kıstası “kitle” oluşturmaktır. Belli bir grup oluştu mu (işgalci gençler, protestocu yaşlılar, sendikalaşmış köylüler vb) yasaların çiğnenmesi olağandır. 10- Bir inanç çok yaygındır: İyi ne varsa ulusun yüceliğini kanıtlıyor; sakatlıklar da yabancıların komplolarını. 2- “Saygı” temeldir. Saygılı sayılmayana yapılmayacak saygısızlık yoktur. 3- Hiyerarşi vardır, herkes yerini bilir, bilmeyene öğretirler. Ahmet, Ahmet Abi, Ahmet Amca, Ahmet Usta, Ahmet Ağa, Ahmet Efendi, Ahmet Bey, Ahmet Beyefendi tabii ki eşit değiller. Tabii paşalar, proflar, muhteremler vb. da var. (Bu arada unvanlar hukuken yasaktır.) 4- Her şeyin doğrusunu bilen devlettir (yani kendini devlet sayandır). Ne okunacak, ne yenecek içilecek, nasıl giyinilecek, ne tür resim çizilecek “Beyefendiler” (ve üstü) karar verir. 5- Kadına öldüresiye sevgi ve saygı duyulur. Erkeklerin bu sevgiyi nasıl ifade ettiklerini her gün gazetelerde okuyoruz, haberlerde duyuyoruz. 6- “Öteki” algısı öylesine yaygınlaştı ki yetmiş milyona yaklaştı diyebiliriz. Herkes herkesin ötekisidir. Buna kutuplaşma diyorlar ama durum daha çok atomun parçalanmasına benziyor. 7- Her beğenilmeyen, hoşa gitmeyen “hakaret” sayılıyor. Hakarete karşı her türlü tepki de meşru sayılıyor. Türkiye’de bunlar değişmez: 8- Mahkemeler serbest piyasa felsefesine uygunluk gösterir; çeşitlilik sergileyerek rekabet içindedirler. 1- Her şey bir plana ve hukuka uygun yapılır. Askeri darbeler, hak ihlalleri, hatta kaos bile. 9- Bir inanç çok yaygındır: İyi ne varsa ulusun yüceliğini kanıtlıyor; sakatlıklar da yabancıların komplolarını. İşte bunlar değişmiyor. Duada da dendiğine göre bunu anlarsak, ne olmayacak duaya amin deriz, ne yırtınıp kendimizi yıpratırız, ne ikide birde hayal kırıklığına uğrar dövünürüz. Böyle geldi böyle gider dedik mi huzura kavuşuruz. Bükemediğin eller işte bu ellerdir. Geriye değiştirebileceklerimiz kalıyor. En başta da inancımızın değişmesi gerekiyor; yani değişmeyecekleri kabullenmemiz. Kötümserliği ilke olarak benimsersek işler tam beklediğimiz gibi, tıkır tıkır işleyecek demektir. Artık ne sürpriz, ne hayal kırıklığı… Bütün bunlara yenilmişliğin ruh hali mi diyeceksiniz? Başka nitelemeler de akla gelebilir. Gerçekçilik, bıkkınlık, yorgunluk… Hatta, sürekli yeniklerin safında olmanın sonucunda hissedilen iktidarsızlık duygusunu aşmak için kusuru birilerine yüklemek içgüdüsü. Veya hiç hoş olmayan durumların karşısında, dayanabilmek, karamsarlığa karşı koyabilmek için işi hafiften şakaya boğmak isteği. Dolaylı da olsa “hırsızın hiç suçu yok mu” lafını, yani “kendimizin” de sorumluluk taşıdığımızı hatırlatmak. Mutlaka ve en başta değişmesi gerekenleri sıralamanın başka bir yolu. Başka türlü bir ülkede yaşıyor olmak arzusunun dışa vuruşu. Yeter diye bağıramamanın sonucu. Kim bilir nasıl duygular yazdırır insana böyle listeleri? Azınlıkça 25 ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗ Γιώργος Δούδος g_doudos@yahoo.com Twitter: @GeorgeDoudos Η ανακοίνωση για την ίδρυση τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεολογική Σχολή του Αριστοτέλειου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης, ανέδειξε τις φοβικές εμμονές που διακατέχουν Ορθόδοξους Χριστιανούς, χωρίς να εξαιρούνται Ιεράρχες της Ελλαδικής Εκκλησίας, κατά του Ισλάμ. 26 Azınlıkça ΤΜΗΜΑ ΙΣΛΑΜΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΣΤΗΝ ΘΕΟΛΟΓΙΚΗ ΣΧΟΛΗ ΤΟΥ Α.Π.Θ.. ΤΟ ΧΡΟΝΙΚΟ ΤΩΝ ΑΝΤΙΔΡΑΣΕΩΝ… Η ανακοίνωση για την ίδρυση τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεολογική Σχολή του Αριστοτέλειου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης, ανέδειξε τις φοβικές εμμονές που διακατέχουν Ορθόδοξους Χριστιανούς, χωρίς να εξαιρούνται Ιεράρχες της Ελλαδικής Εκκλησίας, κατά του Ισλάμ. Αφορμή για την ανάδειξη των εμμονών που ανέφερα πιο πάνω, υπήρξε απόφαση της Γενικής Συνέλευσης του Τμήματος Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής της 7ης Μαρτίου 2014, στην οποία με μεγάλη πλειοψηφία τα μέλη του Δ.Ε.Π. ψήφισαν θετικά υπέρ της ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στους κόλπους του Τμήματος Θεολογίας. Νομίζω πως αξίζει να σημειωθεί ότι είκοσι τρία (23) μέλη του Δ.Ε.Π. ψήφισαν υπέρ της ίδρυσης του Τμήματος, έξι (6) μέλη καταψήφισαν, υπήρξε ένα (1) λευκό, ενώ είχαν διαπιστωθεί οκτώ απουσίες μελών του Δ.Ε.Π.. Οι αντιδράσεις πύκνωσαν, με πιο κραυγαλέα κατά τη γνώμη μου, εκείνη του Μητροπολίτη Θεσσαλονίκης Ανθίμου, ο οποίος κατά την τακτική μηνιαία σύναξη των Εφημερίων της Μητρόπολής του της 28ης Ιανουαρίου 2014 δι’ «εξουσιοδοτηθείσης Επιτροπής» εκ μέρους των 115 Εφημερίων, προκάλεσε την έκδοση ψηφίσματος καταγγελίας, κατά του ενδεχόμενου ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών. Είναι χαρακτηριστική μια περίο- δος του ψηφίσματος που αναφέρει: «ΑΠΟΡΡΙΠΤΟΥΝ ἄμεσα, ἀπόλυτα καὶ κατηγορηματικὰ τὴν ἰδέα καὶ τὴν προσπάθεια ποὺ καταβάλλεται γιὰ νὰ ἱδρυθῇ τμῆμα ἢ κατεύθυνση ἰσλαμικῶν σπουδῶν στὸ Τμῆμα Θεολογίας τῆς Θεολογικῆς Σχολῆς τοῦ Ἀριστοτελείου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης. Φρίττουν ὅσοι Θεσσαλονικεῖς ἄκουσαν μιὰ τέτοια πρόθεση». Μάλιστα ο Θεσσαλονίκης Άνθιμος, αργότερα, σε κήρυγμά του στις 12 Μαΐου 2014 είπε τα εξής καταπληκτικά μέσα σε ιερό ναό, που αναιρούν όλως διόλου το ήθος που πρέπει να διακρίνει Επίσκοπο της Εκκλησίας του Χριστού: «Κύριε Πρωθυπουργέ, κύριε υπουργέ Παιδείας, κύριε πρύτανη, κύριοι καθηγητές, κύριοι αρμόδιοι, δεν θέλομε Ισλάμ μες στο Πανεπιστήμιο, διότι εκεί... θα χυθεί αίμα, δεν το βλέπετε τι γίνεται σε όλον τον κόσμο»; (Η υπογράμμιση δική μου). Με τη σειρά του, το Τμήμα Ποιμαντικής και Κοινωνικής Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής του Α.Π.Θ. στη Συνέλευση του Τμήματος της 26ης Μαρτίου 2014 συζήτησε το θέμα της ιδρύσεως Εισαγωγικής Κατεύθυνσης Μουσουλμανικών Σπουδών στο Τμήμα Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής του Α.Π.Θ. και τάχθηκε κατά της προοπτικής ιδρύσεώς του. Θεωρεί ότι «με την απόφαση ίδρυσης Εισαγωγικής Κατεύθυνσης Μουσουλμανικών Σπουδών (στο Τμήμα Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής) αλλοιώνεται ο μέχρι τώρα χαρακτήρας της Σχολής και η ακαδημαϊκή της αντιστοίχηση με τα διεθνώς κρατούντα». Προτείνει να αντιμετωπισθεί η ανάγκη τριτοβάθμιας επιστημονικής κατάρτισης στις Ισλαμικές Σπουδές με «ένα πρόγραμμα σπουδών με την ευθύνη των καθ᾽ ύλη αρμοδίων Παιδαγωγικών Τμημάτων». Το Τμήμα Ποιμαντικής και Κοινωνικής Θεολογίας του Α.Π.Θ. από την ίδρυσή του, είχε ως χαρακτηριστικό γνώρισμα έναν άγονο θεολογικό συντηρητισμό, συχνά ακραίο. Από την άλλη πλευρά, καθηγητές του Τμήματος αυτού είχαν τοποθετηθεί δημόσια υπέρ ακραίων πολιτικών θέσεων εθνικιστικού προσανατολισμού, που μάλλον ήταν εντελώς ξένες προς το κατά Χριστόν ήθος ενός Ορθόδοξου θεολόγου και εκπαιδευτικού! Επομένως δεν αποτέλεσε έκπληξη η αντίθεση του Τμήματος Ποιμαντικής και Κοινωνικής Θεολογίας με την προοπτική ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών. Εκείνο που αξίζει να σημειωθεί είναι, ότι τα μέλη του Δ.Ε.Π. του Τμήματος ως επιστήμονες, μάλλον ηθελημένα, υποβαθμίζουν την αξία και το εύρος των Ισλαμικών Σπουδών, αφού θεωρούν πως κάποια μαθήματα (πρόγραμμα σπουδών) με αναφορά στο Ισλάμ, θα μπορούσαν να ενταχθούν στο εν γένει πρόγραμμα σπουδών Παιδαγωγικών Σχολών ή Τμημάτων. Τα μέλη του Δ.Ε.Π. με μάλλον αντιεπιστημονική αμετροέπεια ή μισαλλόδοξη άγνοια, θεωρούν την Μουσουλμανική Θεολογία υποδεέστερη και ευτελή, σε σύγκριση με την Χριστιανική, ενώ κρίνουν αρκετό, κάποιοι μειονοτικοί Μουσουλμάνοι που σπουδάζουν σε Παιδαγωγικά Τμήματα των Πανεπιστημίων να μαθαίνουν το «κατιτίς» και για το Ισλάμ στη διάρκεια των σπουδών τους, ώστε να είναι σε θέση να διδάξουν σε παιδιά του Δημοτικού τα θρησκευτικά τους! Όπως όμως πολύ ορθά, σε επιστολή τους που είχαν απευθύνει οι τρεις Μουφτήδες της Θράκης, στους καθηγητές και στις καθηγήτριες του Ποιμαντικού, τους είχαν επιστήσει την προσοχή, ότι το ζητούμενο δεν είναι η κατάρτιση Δασκάλων ικανών να διδάξουν θρησκευτικά της μουσουλμανικής θρησκείας, αλλά η μόρφωση επιστημόνων στις Ισλαμικές Σπουδές (Θεολογία, Θεσμοί Ηθικής και Νόμων, Πολιτισμός, Ερμηνευτικές Σχολές του Ιερού Νόμου, Κοράνιο και απαγγελία του, Αραβική γλώσσα κ.ά.). Φοιτητές του Τμήματος Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής του Α.Π.Θ. (μας είναι άγνωστος ο αριθμός τους), αντέδρασαν με μήνυμα διαμαρτυρίας, εκφράζοντας την αντίθεσή τους στο ενδεχόμενο ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Σχολή τους. Οι νεαροί φοιτητές, όπως φαίνεται από το κείμενό τους, συνδυάζουν στον καταγγελτικό λόγο τους μια επιθετική απολογητική κατά του Ισλάμ, εντελώς παρωχημένη και μισαλλόδοξη για την εποχή μας, με εθνικιστική επίθεση κατά της Τουρκίας. Φαίνεται, οι φερέλπιδες φοιτητές της Θεολογίας που συνέταξαν την παραπάνω διαμαρτυρία και εξέφρασαν με αρκετές «εκκωφαντικές» διατυπώσεις την αντίθεσή τους στην ίδρυση Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών, μάλλον αγνοούν την «Θεολογία των Θρησκειών», που αποτελεί μια θετική προσέγγιση του ετερόθρησκου Άλλου και μεταξύ των πρωτοπόρων στην ανάπτυξη του σχετικού επιστημονικού και ποιμαντικού προβληματισμού υπήρξε και συνεχίζει να είναι ο ομότιμος τώρα καθηγητής τους Πέτρος Βασιλειάδης. Στις 18 Φεβρουαρίου 2014, σε αμφιθέατρο της Θεολογικής Σχολής οργανώθηκε συγκέντρωση κατά της ίδρυσης του Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών. Εκτός από τη συμμετοχή τριών από τους έξι καθηγητές του Τμήματος Θεολογίας που καταψήφισαν την πρόταση ίδρυσης του Τμήματος, Azınlıkça 27 συμμετείχαν ο Κώστας Ζουράρις, κλασικός εκφραστής της εθνικιστικής «Αριστεράς», ένας υποψήφιος διδάκτορας Θεολογίας και ο πρώην πρόεδρος του Αρείου Πάγου Βασίλειος Νικόπουλος, που στα ίχνη του προκατόχου του Βασιλείου Κόκκινου, είτε με τη συγγραφή βιβλίων, είτε με συνεντεύξεις που έχει παραχωρήσει στο κανάλι 4Ε της Θεσσαλονίκης (ανήκει στην Αδελφότητα Αφιερωμένων Γυναικών «Λυδία η Φιλιππησία»), παρεμβαίνει στην πολιτική ζωή του τόπου υποστηρίζοντας αντιδραστικές και εθνικιστικές θέσεις. Μάλιστα χαρακτηρίσθηκε από πανεπιστημιακό θεολόγο σαν «εκφραστής της νομικής θεολογίας στη χώρα μας» (sic!). Ο Βασίλειος Νικόπουλος με άηθες ύφος και περισσή προπέτεια, προφανώς θεωρώντας πως βρίσκεται στο απυρόβλητο της κριτικής και της αμφισβήτησης, ως προς τις απόψεις του, δήλωσε τα εξής: «Η ψήφος των 23 καθηγητών είναι αντεθνική, αντιχριστιανική, αντισυνταγματική, αντιθεολογική και αντικαθηγητική» (!!!). Επίσης ο Βασίλειος Νικόπουλος πρόσθεσε, ότι «το Ελληνικό Σύνταγμα δεν επιτρέπει την ίδρυση Τμήματος Μουσουλμανικών Σπουδών» (!!!) Από όλους τους παραπάνω, που αντιτάχθηκαν κατά του ενδεχομένου να διδάσκονται Ισλαμικές Σπουδές στη Θεολογική Σχολή του Α.Π.Θ., δεν θα μπορούσε να λείπει το Συντονιστικό Όργανο Συνεργαζομένων Ορθόδοξων Χριστιανικών Σωματείων Θεσσαλονίκης, που σε επιστολή του προς τον Πρωθυπουργό της χώρας αναφέρθηκε στον κίνδυνο μεταφοράς του «τζιχάντ» στη Βόρεια Ελλάδα, όπως και σε άλλα φαιδρά. Η παραπάνω συλλογικότητα, με την επίκληση της χριστιανικής πίστης και της εκκλη28 Azınlıkça σιαστικής παράδοσης εκφράζει στη Θεσσαλονίκη την πνευματική ακαμψία των ευσεβιστών των παρεκκλησιαστικών Αδελφοτήτων, που άκμαζαν και κυριαρχούσαν κατά το παρελθόν, αρνούμενη με τις κατά καιρούς θέσεις που διατυπώνει το δικαίωμα του Αγίου Πνεύματος να πνέει όπου θέλει. Δεν θα σχολιάσω τις αρνητικές απόψεις για το θέμα της ίδρυσης τμήματος Ισλαμικών Σπουδών του ομότιμου καθηγητή του Τμήματος Ποιμαντικής και Κοινωνικής Θεολογίας του Α.Π.Θ., ιερέα Θεόδωρου Ζήση, που γενικά υπεραμύνεται ενός άγονου και άκρως συντηρητικού θεολογικού λόγου, ούτε τις απόψεις του δημοσιογραφούντα Δημητρίου Νατσιού, δασκάλου και θεολόγου, παρουσιαστή του θρησκευτικού τηλεοπτικού καναλιού 4Ε, με γνωστές θέσεις και απόψεις θρησκευτικού συντηρητισμού και ακραίου εθνικισμού, ούτε του δημοσιογράφου Νίκου Χειλαδάκη, που αυτοπροβάλλεται σαν τουρκολόγος και εδώ και μερικά χρόνια προβάλλει τον «μπαμπούλα» του Ισλάμ και της Τουρκίας. Επίσης δεν πρόκειται να σχολιάσω τις αρνητικές αντιδράσεις κατά της ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών Μητροπολιτών, όπως του Πειραιώς Σεραφείμ ή του Νέας Σμύρνης Συμεών. Έχω την πεποίθηση ότι έχουν ιδιαίτερη βαρύτητα οι θέσεις που διατύπωσαν με κοινή Δήλωσή τους οι τέσσερεις Μητροπολίτες των ακριτικών Μητροπόλεων της Θράκης για το ζήτημα της ίδρυσης τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεσσαλονίκη. Μεταξύ των άλλων οι Σεβασμιότατοι Μητροπολίτες Διδυμοτείχου, Ορεστιάδος και Σουφλίου Δαμασκηνός, Ξάνθης και Περιθωρίου Παντελεήμων, Αλεξανδρουπόλεως και Τραϊανουπόλεως Άνθιμος και Μαρωνείας και Κομοτηνής Παντελεήμων επισημαίνουν και τα εξής: «Η πρόσφατη πρωτοβουλία του Τμήματος Θεολογίας του Αριστοτελείου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης για την λειτουργία στην ελληνική ακαδημαϊκή κοινότητα ‘Κατευθύνσεως Μουσουλμανικών Σπουδών’ είναι σημαντική και βρίσκει ανταπόκριση στην αρχική μας θέση, η οποία … προσβλέπει επικοινωνία και εποικοδομητική συμβίωση μεταξύ χριστιανών και μουσουλμάνων στη Θράκη. Η μακρόχρονη συμβίωση μεταξύ των αυτοχθόνων χριστιανών και μουσουλμάνων εδώ έχει δημιουργήσει ιδιαίτερες συνθήκες και ανθρώπινες επικοινωνίες, δείγματα αλληλοσυμπάθειας και ανθρωπίνων σχέσεων που προάγουν την έννοια του ‘προσώπου’. … Ελπίζουμε ότι η επιστημονική κατάρτιση επί θρησκευτικών ζητημάτων και πολιτισμού των μουσουλμάνων διδασκάλων και θεολόγων, εντός του κοινού θησαυρού, της πνευματικής και ιστορικής κληρονομιάς του τόπου μας, θα έχει ευμενείς επιπτώσεις για όλους και θα προωθήσει την καλλιέργεια και το πνεύμα του αμοιβαίου σεβασμού μεταξύ των θρησκευτικών κοινοτήτων μας. Ως ποιμένες της Εκκλησίας… βλέπουμε στο πρόσωπο κάθε ανθρώπου χαραγμένη την εικόνα του Θεού». Οι αντιδράσεις κατά της ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών μέσα στο Τμήμα Θεολογίας της Θεολογικής Σχολής του Αριστοτέλειου Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης, δυστυχώς, δεν υπάρχει αμφιβολία, ότι προήλθαν από ανθρώπους και κύκλους που επιμένουν πεισματικά να υπερασπίζονται την «Ελλάδα των Ελλήνων Χριστιανών», που πιστεύουν στον «Ελληνοχριστιανικό Πολιτισμό», την επίσημη ιδεολογία του ελληνικού κράτους μετά το τέλος του εμφυλίου πολέμου, κατοχυρωμένη και συνταγματικά, ενώ επρόκειτο για το σμίξιμο ενός μιξοβάρβαρου Ελληνισμού, με έναν αιρετικό Χριστιανισμό, αλλοιωμένο τραγικά από τον εθνοφυλετισμό! Οι εγκέφαλοι αυτών των ιδεολογικών παραμορφώσεων κατά κύριο λόγο του Ορθόδοξου Χριστιανισμού στην Ελλάδα, ήταν οι άγαμοι θεολόγοι, μέλη της «Ζωής», στους οποίους προστέθηκαν αργότερα και εκείνοι του «Σωτήρος», αλλά και των διάφορων παραφυάδων τους. Ο ρόλος του καθηγητή του Εμπορικού Δικαίου στο Πανεπιστήμιο Αθηνών Αλέξανδρου Τσιριντάνη υπήρξε σημαντικός στο ιδεολογικό εφεύρημα του «Ελληνοχριστιανικού Πολιτισμού». Ο Τσιριντάνης μάλιστα, στα πλαίσια της δραστηριότητας της «Ζωής», είχε ιδρύσει και το «Ελληνικόν Φως» για να προπαγανδίσει το εξαμβλωματικό του ιδεολόγημα, που ταλαιπώρησε πολυεπίπεδα τους σύγχρονους Έλληνες και αλλοίωσε το ορθόδοξο ήθος της Εκκλησίας στην Ελλάδα. Άραγε οι πανεπιστημιακοί και μη θεολόγοι ή οι θεολογούντες νομικοί, δάσκαλοι και δημοσιογράφοι που αντιτάσσονται με σφοδρότητα στην ίδρυση τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στο Τμήμα Θεολογίας του Α.Π.Θ., γνωρίζουν ότι η Θεολογία ως διδαχή της Εκκλησίας συνεχώς οικοδομεί και επαυξάνει την ευρυχωρία της πίστεως; Αποδέχονται ή όχι την καταλυτική δύναμη του Αγίου Πνεύματος που πνέει όπου θέλει, αποκαλύπτοντας αδιάλειπτα την Αλήθεια στην πληρότητά της; Πως εντός της Εκκλησίας του Χριστού δεν είναι ανεκτά τα στεγανά, αφού η Αλήθεια είναι πάντοτε παραπάνω από αυτό που μπορεί να εκφρασθεί με λέξεις (Μητροπολίτης Περγάμου Ιωάννης); Ότι ακόμα και στις Οικουμενικές Συνόδους της Εκκλησίας, οι αλήθειες της πίστεως διατυπώνονται ως όροι, που σημαίνει ότι απλώς ορίζουν ή θέτουν όρια προστασίας στην εμπειρική αναζήτηση της ευχαριστιακής κοινότητας, που είναι η ορατή φανέρωση της Εκκλησίας (Χρήστος Γιανναράς); Η στάση του Χριστιανισμού απέναντι στο Ισλάμ έχει αλλάξει. Τούτο αφορά και την Ορθόδοξη Εκκλησία. Κατά το παρελθόν «οι Ορθόδοξοι θεολόγοι αδυνατούσαν να αναγνωρίσουν την προφητική αποστολή του Μωάμεθ και να δώσουν μια κάποια θέση στη μουσουλμανική θρησκεία, μέσα στα πλαίσια της οικονομίας του Θεού για τη σωτηρία των ανθρώπων» (Αστέριος Αργυρίου, Κοράνιο και Ιστορία, Αποστολική Διακονία της Εκκλησίας της Ελλάδος 1992). «Οι Ορθόδοξοι Χριστιανοί κατά το παρελθόν είχαν περιφρονήσει κάθε πνευματικό δημιούργημα, τόσο των Αράβων Μουσουλμάνων, όσον και των Περσών και των Τούρκων. Έτσι έδειξαν την περιφρόνησή τους, με την αμετροέπεια που τους ενέπνεε η πεποίθηση, μιας δήθεν ανωτερότητας της δικής τους θρησκείας και του δικού τους πολιτισμού, απέναντι στον πλούτο του ισλαμικού μυστικισμού, αλλά και απέναντι στην ισλαμική φιλοσοφία. Σήμερα, γίνεται δεκτό από Ορθόδοξους θεολόγους, πως «η χριστιανική θεολογία δε μπορεί να μην αναγνωρίσει τη μουσουλμανική θρησκεία σα μια ‘προφητική οδό’, διά μέσου της οποίας ο Θεός αποκαλύπτεται στους ανθρώπους• όχι μόνο στους Μουσουλμάνους αλλά σ’ όλους τους ανθρώπους» (Αστέριος Αργυρίου, στο ίδιο παραπάνω). Ο Θεός έχει τη δύναμη να αποκαλύψει οδούς σωτηρίας, που μέχρι χθες ή προχθές ήταν υπαρκτές, αλλά κρυμμένες εξαιτίας αδυναμίας των ανθρώπων. Η αγάπη Του για τον άνθρωπο ανοίγει δρόμους θεογνωσίας που ο νους μας δειλιάζει να εξιχνιάσει και να κατανοήσει. Πώς μπορεί ένας Χριστιανός σήμερα να υποστηρίξει, ότι η εμφάνιση του Ισλάμ στον κόσμο και η δράση του, είναι έργο του διαβόλου και όχι του Θεού, ότι είναι παρέμβαση του Αντίχριστου στην ιστορία και όχι εκδήλωση της ακατάληπτης βούλησης του Χριστού; Συνηγορώντας υπέρ της ίδρυσης Τμήματος Ισλαμικών Σπουδών στη Θεολογική Σχολή του Πανεπιστημίου Θεσσαλονίκης, αφού ο Θεός των Χριστιανών και ο Αλλάχ των Μουσουλμάνων είναι ο Ένας και Μοναδικός Θεός του σύμπαντος Κόσμου, παραθέτω δύο αράδες από τον πολύτιμο λόγο ενός Ορθοδόξου Επισκόπου, του αραβικής καταγωγής Σεβασμιότατου Μητροπολίτη Βύβλου και Βότρυος Όρους Λιβάνου Γεωργίου Khodr: Η κληρονομιά του Πατέρα των πιστών, του Αβραάμ, φτάνει ως τον προφήτη Μωάμεθ, ως μία μυστική οδός που φανερώνει την πρόνοια του Θεού! Ο ίδιος Επίσκοπος, σε μια διάλεξή του είχε πει ότι, μέσα στις σελίδες του Κορανίου συναντά διάσπαρτα τα ίχνη του Ιησού Χριστού …. Ποιοι είναι αυτοί, που τολμούν να επικαλούνται το όνομα του Θεού και να εμφανίζονται αυτόκλητοι σαν «προστάτες» της Εκκλησίας του Χριστού, δίχως διάκριση και επίγνωση, ότι με τις πράξεις τους θέτουν εμπόδια στο έργο του Αγίου Πνεύματος; Γιατί, ό,τι συμβάλλει στην αύξηση της ευρυχωρίας της κατά Θεόν πίστεως των ανθρώπων και στην καλλιέργεια όλο και περισσότερης αγάπης, είναι εκδήλωση του έργου του Πνεύματος του Θεού…. * Azınlıkça 29 Dışişleri’nden Rus ambargosu hakkında açıklama Yunanistan Dışişleri’nden Rus ambargosu hakkında açıklama Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Rusya’nın Avrupa Birliği (AB) ülkelerine uyguladığı ambargo ile ilgili bir açıklama yayınladı. Yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Dışişleri Bakanlığı, Tarım ve Kalkınma Bakanlıkları ile sürekli işbirliği çerçevesinde ve Başbakan ile yaptığı doğrudan görüşmeler çerçevesinde aşağıda belirtilenlerin sağlanması amacıyla tüm gerekli hamlelere başvuracaktır: İlk olarak, daha açıklanmadan önce Rusya ile başlayan sürekli temasların bir devamı olarak Rus ambargosunun (içeriği henüz netleşmiş değil) taze Yunan tarım ürünlerine etkisinin olabildiğince az olması. İkincisi, Yunan üreticilerin olası kayıplarını ürünleri iç tüketime veya başka ihracat destinasyonlarına arz ederek açığı kapatacak mekanizmaların derhal çalışması. Üçüncüsü, tüm bu çabalara rağmen yine de ka30 Azınlıkça yıpların meydana gelmesi durumunda ilgili tazminatların ödenmesi. Yunan tarım üreticileri devletin tam desteğine sahip olacaktır. Yunan tarım ürünleri için Rus piyasası önemi bir destinasyondur, ancak ulusal ve Avrupa Birliği düzeyinde ilgili ciro oldukça kısıtlıdır ve bu sorunun üstesinden gelinebilir. Ülkemiz, AB üyesi bir devlet olarak ulusal çıkarların tamamen ve uzun vadede korunması gibi tek kriterle bir dizi parametreyi değerlendirerek Avrupa’da alınan toplu kararların şekillenmesine ve uygulanmasına katkıda bulunuyor. Öyleyse, atıf çerçevesi bulunmayan ve olumsuz etkiler ve bir sonraki adımlar açısından hiçbir basit soruya cevap olanağı olmayan parçalanmış, asabi ve popülist reaksiyonlar ülkemizin uluslararası konumuna ve Kıbrıs sorunundan ülkenin mali krizden nihai olarak çıkmasına kadar olan stratejik ulusal çıkarlarına katkıda bulunmamaktadır. Özellikle de turizm ve enerji sektörleri olmak üzere aynı zamanda ticarette Yunan-Rus ilişkileri ol- dukça memnun edici bir şekilde gelişmektedir. Siyasi açıdan bütün uluslararası camia Yunanistan’ın AB üyesi ve Avrupa-Atlantik ittifakının bir üyesi olarak her zaman güvenilir bir Avrupalı ortak olduğunu, ancak tüm bölgesel özel kimliklerini (Balkan, Akdeniz, Karadeniz) ve sadece ikili düzeyde değil aynı zamanda Avrupa ve Avrupa-Atlantik politikasının bütün büyük uluslararası cephelerde olumlu bir şekilde gelişmesini sağlamak amacıyla bütün geleneksel ilişkilerini değerlendirdiğini çok iyi bilir. Avrupalı ve Avrupa-Atlantik ortakları aynı zamanda en hızlı bir şekilde bu ittifakın ortakları olan ve AB’ye aday olan ülkelerin Avrupa politikasına a la carte olarak katılmalarının ve üye devletler tarafından ödenen bedellerden faydalanmalarının mümkün olmayacağının farkına varmaları gerekir. Ülkemizin tüm bu konulardaki konumu sabit ulusal strateji çerçevesinde şekillenmekte ve Başbakan tarafından Avrupa Konseyi’ne ve yaptığı temaslarda diğer devlet veya hükümet liderlerine, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı tarafından ise Dışişleri Bakanları Konseyi’ne ve yapılan temaslarda mevkidaşlarına aktarılmaktadır. Ukrayna krizinde de uluslararası politikanın, özellikle de Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgeleri gibi diğer – maalesef çok sayıdaki – cephelerde de bu geçerlidir.” Rus ambargosuna takılan ilk şeftaliler geri geldi Uygulanan ambargo nedeniyle Rusya’ya rıyla bu yaptırımların Yunan piyasasına etithal edilemeyen ilk şeftaliler Yunanistan’a kilerinin önemli olmayacağını” dile getirdi. Mitarakis, Yunan diplomasisinin doğrudan geri gönderildi. Rus diplomasisi ile temasta olduğunu aktarYunanistan’ın Rusya’ya yönelik mey- dı. ve ihracatı büyük zararla karşı karşıya. Öte Rusya’nın ambargo uyguladığı ürünler yandan Rus ithalatçılar da hükümetlerinden gerekli izahatları beklerken siparişlerini iptal arasında et, şarküteri ürünleri, deniz ürünleri, meyve, sebze ve süt ürünleri yer alıyor. ediyor. Çocuk yiyecekleri, alkollü içecekler ve zeyYunan hükümeti de Rusya’nın ambargo tinyağına ise ambargo uygulanmıyor. uygulayacağı tarım ürünlerinin listesini bekliyor. Atina ile Moskova arasında bu listede yer alacak ürünler konusunda çetin pazarlıklar yapıldığı söyleniyor. Kalkınma Bakan Yardımcısı Notis Mitarikis SKAİ televizyonuna yaptığı açıklamada “Ukrayna krizi patlak verdiği andan itibaren Yunanistan Rusya’nın yaptırımlarımdan zarar görmemeyi hedeflemiştir” ifadelerini kullanırken “Yunanistan’ın Rusya’ya ihraç ettiği ürünlerin %1,5 oranında olması itibaAzınlıkça 31 Maliye Bakanlığı’ndan orta ölçeklilere nefes aldıracak düzenleme Yunanistan Maliye Bakanlığı’nın yeni FPA (KDV) düzenlemesi 415.000 küçük işletme ve serbest meslek sahibine nefes aldıracak. Yıllık brüt geliri 10.000 euro’yu geçmeyenler FPA ödemeyecek. Parlamentoya sunulan ilgili yasa değişikliğine göre bahse konu önlemden faydalanmak zorunlu değil. FPA’dan kurtulmak isteyen işletme veya serbest meslek sahiplerinin ilgili vergi dairesine başvuru yapmaları gerekecek. Daha detaylı olarak ilgili düzenleme şunları öngörüyor: - Bir önceki mali yılda FPA’sız 32 Azınlıkça brüt yıllık geliri 10.000 euro’ya kadar olanlar FPA beyanı yapmaktan ve FPA ödemekten muaf tutuluyor - FPA’dan muaf tutulmayı tercih edenler bir başka mali yılda 10.000 euro brüt geliri aşmaları durumunda bir sonraki mali yılda otomatik olarak FPA ödenen uygulamaya geçecek - Mali yılın bir yıldan az olduğu durumlarda ise brüt gelirler yıllık oranda hesaplanacak ve bahsekonu işletme ve serbest meslek sahibinin bu uygulamadan yararlanıp yararlanamayacağına karar verilecek - FPA’dan muaf tutulmak için vergi dairelerindeki Kütük Şubesi’ne başvuru yapmak zorunlu - Yeni düzene geçecek olanların vergi verilerine “FPA’dan – muaf tutulan küçük işletmeler” («χωρίς φόρο προστιθέμενης αξίας - απαλλαγή μικρών επιχειρήσεων») ibaresini yazmaları gerekecek. Bunun yanı sıra 10.000 euro’ nun altında brüt gelire sahip olan aşağıda belirtilen kategoriler ise bu uygulamadan istifade edemeyecek: - Özel düzene tabi tutulan çiftçiler - Yurtiçinde yerleşik olmayan işletme ve serbest meslek sahipleri - Yeni taşıma aracı devredenler Manolis Glezos’tan ambargo nedeniyle Rusya lideri Putin’e mektup SYRIZA Partisi’nin tarihî üyelerinden ve Avrupa Parlamenterlerinden Manolis Glezos “yoldaş” diye hitap ettiği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e mektup göndererek Moskova’nın Yunan tarım ürünlerine koyduğu ambargoyu kaldırmasını istedi. Manolis Glezos mektubunda Rus lider Putin’i Yunan çiftçilerine yönelik kararını gözden geçirmesini talep etti. Azınlıkça Online ekibi tarafından Türkçeye çevrilen işte o mektup: “Bir zamanlar yoldaş, bugün için sayın Vladimir Putin, Avrupa Birliği’nin tarım ürünlerine ambargo uygulama kararına sizi sevk eden nedenleri şahsen tamamen anlıyorum. Ancak, uç mahrumiyet dönemi yaşayan Yunan halkı adına insani duygularınıza seslenerek sizi Yunan tarım üreticilerine yönelik kararınızı yeniden gözden geçirmeye davet ediyorum. II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği’ne karşı Doğu cephesinde savaşmak üzere tek bir adamını dahi göndermeyen tek ülkenin Yunanistan olduğuna atıfta bulunmayacağım. 1955 yılında F.I.R.’in Moskova’da düzenlediği kongrede Mareşal Budyonni “İsrail’in bütün kabilelerinden esir aldık, ancak Yunanlı tutuklamadık” ifadeleriyle bunu itiraf etmiştir. Ancak, AB Genel Müdürlüğü’nün arzularına karşı gelen tek halkın bizim halkımız olduğuna atıfta bulunacağım. Yugoslavya’nın parçalanmasına ve akabinde Sırbistan’ın bombalanmasına karşı çıktık, Irak’a girilmesine ve Suriye’ye karşı yapılan tehditlere karşı geldik, Akdeniz havzasında savaş ve iç savaş tohumlarının atılmasına da karşı çıktık. Bunun bedelini de Yunanistan ve Kıbrıs’taki Yunanlıların dünya çapında dayatılmak istenen yeni dünya düzeninin kobayları olmasıyla çok ağır ödedik. Şimdilerde ise Ukrayna faşist fraksiyonların elinde bulunurken, yine halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkını savunduk. Yunan hükümetinin takındığı tavrı çok iyi biliyoruz. Ancak bu hükümetin esasında parlamentodaki çoğunluğu kaybetmiş ve sadece Yunanistan’ın imhasını tamamlamak için iktidarı elinde bulundurmaya devam eden bir hükümet olduğunu size hatırlatmama izin veriniz. Bu nedenlerden dolayı ve yeniden insani duygularınıza ve halklarımızın geleneksel sıkı dostluğuna atıfta bulunarak ambargonun Yunan tarım ürünlerine uygulanmamasını ve bu talebimin duyulmasını rica ediyorum. Dostluk ve saygı duygularıyla, Manolis Glezos Azınlıkça 33 Yunanistan’dan sandıkta ne çıktı? Türkiye’nin 12’nci cumhurbaşkanını belirlemek üzere Yunanistan genelindeki Türk konsolosluklarında sandık başına giderek oy kullananların gayriresmi seçim sonuçları açıklandı. Yunanistan’da 10 bin 343 kayıtlı Türkiye vatandaşı seçmenden sadece 405 kişinin oy kullandığı seçim sonuçlarına göre, Ekmelettin İhsanoğlu %44.44, Recep Tayyip Erdoğan %43.95 ve Selahattin Demirtaş %11.60 oranında oy aldılar. Öte yandan Türkiye’de 10 Ağustos Pazar günü yapılan seçim ve yurdışındaki kayıtlı seçmenlerin toplam oyları he34 Azınlıkça saplandığında 12’nci cumhurbaşkanı, ilk turda %51.8 oy oranı alan Recep Tayyip Erdoğan oldu. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven, 10 Ağustos Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Güven, Recep Tayyip Erdoğan’ın oyların salt çoğunluğunu aldığının anlaşıldığını söyledi. Sadi Güven şöyle konuştu: “55 milyon 189 bin seçmenin bulunduğu sandık sonuçları sistemimize girilmiş, siyasi partilerimizle paylaşılmıştır. 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’nun 4. maddesi gereğince geçerli oyların salt çoğunluğunu Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı anlaşılmaktadır. SONUÇ: Tayyip Erdoğan: % 51,8 Ekmeleddin İhsanoğlu: % 38,5 Selahattin Demirtaş: % 9,8 Azınlıkça 35 AB Rus ambargosuna karşı tazminat hazırlığında Avrupa Komisyonu’nun Rusya’nın Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden ithal ettiği tarım ve gıda ürünlerine uyguladığı ambargonun etkilerini masaya yatırarak analiz etmesi bekleniyor. Bütün AB üyesi ülkelerinden tarım sektöründeki uzmanlar önümüzdeki Perşembe günü Brüksel’de bir araya gelerek ve Moskova’nın hamlelerinin etkilerini görüşecek. AB Tarım ve Tarımsal Kalkınma Komiseri Dacian Ciolos konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede “Mevcut ortamda en önemlisi, oluşacak yeni duruma benzer şekilde hızlı bir şekilde tepki vermemizdir” ifa- delerini kullandı. Özel bir timin oluşturulması ve Rus ambargosunun her sektöre yönelik etkilerini detaylıca incelemesi bekleniyor. Bu özel timin zarar görecek sektörlerin nasıl desteklenmesi gerektiği yönünde öneriler de sunacağı kaydediliyor. Avrupa Komisyonu Rus ambargosundan meydana gelecek zararlar için üye devletlere tazminat verileceği yönünde garanti veriyor. Avrupa Ticaret Komiseri Karel De Gucht da zarar görecek olanların tazmin edilmesi için 400 mil- yon euro’nun hazır olduğunu ifade etti. Bu arada Washington tarafından yapılan değerlendirmede ise Rusya’nın ABD’ye uyguladığı ambargonun Amerikan ekonomisini oldukça az etkileyeceği belirtilirken, analizciler Moskova’nın uyguladığı ambargonun bizzat Rus halkını da olumsuz etkileyeceğine dikkat çekiyor. Pehlivan’ın ani ölümü Gümülcine’yi yasa boğdu Gümülcine’nin tanınmış esnaflarından Hürol Pehlivan geçirdiği ani kalp krizi sonrası hayatını kaybetti. “Dior” olarak bilinen Sabri Pehlivan’ın oğlu olan 41 yaşındaki Hürol Pehlivan, Taşöz Adası’nda (Thasos) bugün geçirdiği kalp krizi sonrası hayatını kaybetti. “Magiko Hali” halı mağazasının sahibi Hürol Pehlivan aynı zamanda ailesine ait “Meltemi” adlı yatı yaz dönemlerinde Taşöz Adası’nda turistlere kiralıyordu. Merhumun cenazesi 10 Ağustos Pazar günü ikindi namazından sonra Yenimahalle’deki (4. Delvet Ortaokulu karşısındaki sokak) evinden kaldırılarak Kahveci Mezarlığı’na defnedilecek. Azınlıkça ailesi olarak merhuma Allah’tan rahmet, ailesi ve yakınlarına sabır ve metanet diliyoruz. Hürol Pehlivan son yolculuğuna uğurlandı Kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden Hürol 36 Azınlıkça Pehlivan son yolculuğuna göz yaşları içinde uğurlandı. 9 Ağustos Cumartesi günü kalp krizi geçirerek ani bir şekilde hayatını kaybeden Gümülcine’nin tanınmış esnaflarından Hürol Pehlivan’ın cenazesi 10 Ağustos Pazar günü kaldırıldı. Sevenlerinin gözyaşları arasında gerçekleşen cenaze töreni sonrası Hürol Pehlivan Kahveci Mezarlığı’na defnedildi. Rahmetli iki çocuk babasıydı. Batı Trakya’daki metropolitlerden İslam Bilimleri Bölümü hakkında ortak açıklama Batı Trakya’daki metropolitler Selanik’te İslam Bilimleri Bölümü’nün kurulmasından yana olduklarını bildiren ortak bir açıklama yayınladılar. Batı Trakya bölgesinde görev yapan Dimetoka, Orestiada ve Sofulu Metrolopoliti Damaskinos, İskeçe Metropoliti Pandeleimon, Dedeağaç ve Traianupoli Metropoliti Anthimos ve Gümülcine - Maronya Metropoliti Pandeleimon, Yunanistan Eğitim ve Dinişleri Bakanlığı’nın Selanik Aristo Üniversitesi Teoloji Fakültesi bünyesinde açmayı planladığı ve ülke kamuoyunda tartışmalara yol açan “İslami Bilimler Bölümü”nün kurulmasından yana olduklarını bildiren ortak bir açıklama yayınladılar. Kilise hiyerarşisi sıralamasına göre Dimetoka, Orestiada ve Sofulu Metropoliti Damaskinos, İskeçe Metropoliti Pandeleimon, Dedeağaç ve Traianupoli Metropoliti Anthimos ile Gümülcine-Maronya Metropoliti Pandeleimon’un imzalarını taşıyan ilgili açıklamanın azınlıkça online ekibi tarafından yapılan Türkçe çevirisi şöyle: “Kısa bir süre önce Selanik Aristo Üniversitesi Teoloji Bölümü’nün Yunanistan akademik camiası içerisinde ‘Müslüman Bilimleri Bölümü’nün almış olduğu öncü girişim önemlidir. Bu bizlerin Trakya’daki Hristiyan ve Müslümanlar arasındaki yapıcı birliktelik ve iletişime yönelik yürüttüğümüz dini çalışmalarımızda da karşılık bulmaktadır. Bölgemizde Hristiyan ve Müslümanların uzun yıllara dayanan birlikte var olmaları ve birlikte yaşamları özel koşulların oluşmasına yol açmış ve gelişen insani ilişkiler kapsamında ‘kişilik’ kavramını öne çıkaran karşılıklı dayanışma örneklerini Haklarındaki eleştirilere cevap verdiler Batı Trakya’da görev yapan ve Aritotelio Üniversitesi’nde İslam Araştırmaları Bölümü kurulmasına destek verdiklerini yazdıkları ortak mektupla açıklayan dört metropolit, ulusal ve yerel basında haklarında çıkan eleştirilere cevap verdi. Açıklama şöyle: “Kısa süre önce Atina ve bölgesel yazılı ve elektronik basında kaba ve yakışıksız bir şekilde Batı Trakya Kutsal Metropolitliklerinin dört metropolitini hedef alan Türkolog ve “Trakyalogların” yazılarına yer verilmiş, bu yazılarda metropolitler hakkında “Helenizm ve Orto- doksluğun imhasının işbirlikçileri» gibi ağır ve aşağılayıcı ifadelere yer verilmiştir. Batı Trakya’nın dört metropoliti olarak dinsel önderliğe ilişkin sorumluluklarımızın ve aynı zamanda içinde bulunduğumuz kritik tarihî konjonktürün tamamen farkındayız ve hiç kimsenin dinî liderlerinden daha fazla bölgemizle ve halkıyla ilgilendiğine inanmıyoruz. Başkentin verdiği güvenlik nedeniyle bazıları sarf edilen uğraş ve çabaları itibarsızlaştırabilir, her yerde düşman görebilir ve herkesi oluşturmuştur. Bu tarihi yaşam zenginliğinin değerlendirilmesi a- kademik camia ve insani seviyeye birçok katkı olanağı tanımakta ve bölgemizde asırlardır varlığını sürdüren bu ilişkilerin içinde bulunduğumuz bu zor zamanlarda ortaya çıkarılmasına sebep olacaktır. Umarız ki Müslüman öğretmen ve din adamlarının ülkemizin ortak dini ve tarihi mirası içerisinde bilimsel olarak eğitilmeleri herkes için müspet etkilere yol açacak ve dini cemaatlerimiz arasında karşılıklı saygının gelişmesine katkı sağlayacaktır. İncil sevgisinin öğreticileri ve kilisenin önderleri olarak her bir insanın şahsında Tanrı’nın görüntüsünün kazındığını görmekteyiz. Dimetoka, Orestiada ve Sofulu Metrolopoliti Damaskinos İskeçe Metropoliti Pandeleimon Dedeağaç ve Traianupoli Metropoliti Anthimos “hain” sayabilir. “Trakya tehlike altında” söylemi birçok kişi için kazançlı bir mesleğe dönüşmüş durumdadır, ancak belki de hassas olan bölgemiz için asıl en büyük tehlikeyi teşkil etmektedir. Çok uygun bir söz vardır: “siyasette yapılan fakat söylenmeyen şeyler vardır.” Sürekli olarak felaket tellallığı yaparak konuşursak “kimseye faydası olmaz, ancak gürültü çıkartılır.” Trakya metropolitlerinin vatanseverliğini ve doğru inancını sorgulayanlara tek bir sözümüz var: gerekli önlemler alınmıştır. TRAKYA METROPOLİTLERİ Gümülcine - Maronya Metropoliti Pandeleimon” Azınlıkça 37 Gazze’ye giden Yunanlı doktorlar: CEHENNEMİ YAŞADIK! Yıllarca bombardımana maruz kalan Gazze’deki trajedi yine tekrarlanırken, geçmişte Filistin’de görev yapmış Yunanlı doktorların anlattıkları içler acısı dramı ortaya seriyor. Savaş sırasında hastanelerde insanların hayatlarına kurtarmaya çalışan doktorlar arasında geçmişte Yunanistan’dan da çok sayıda doktor görev yaptı. Geçtiğimiz günlerde Gazze’deki en büyük hastaneye atılan füze kan ve katliam zincirine bir yeni halkayı daha ekledi. Gelin Yunanlı doktorların içler acısı dramı ortaya seren hikayelerine kulak verelim. İlias Karanikas – Ortopedist çocuk cerrahı, sabık PASOK milletvekili “Yaralılar sadece sivil halktan” “7-8 kişilik bir grupla Gazze’ye 2008’de gittiğimde bombardıman dönemiydi. Milletvekili olmama rağmen Gazze’ye girebilmek için büyük zorluklar çektik. Bir ambulans bizi alarak Rafa Hastanesi’ne götürdü ve bir hafta boyunca oradan çıkmadık. Birçok vaka vardı, çocuğundan yaşlısına çok sayıda vaka. Tek gördüğümüz sivil halktı, hiçbir savaşçı göremedik. Çok kötü altyapılara ve büyük eksikliklere rağmen bombalamalardan yaralananları ameliyat ettik. Hiç unutmam günde üç kez hastane temizlenir ve ortaya dökülen kanlar yıkanırdı” Kosta Papaioannu – Genel Cerrah, Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü’nün eski başkanı “Bir kadın barikatta doğurdu” “Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü ile çok kez Gazze’ye gittim. Tecrit edilmiş ve birçok donanım eksikliği yaşayan bir ülkeden bahsediyoruz. Oradaki doktorlar izole edildikleri için gelişmeleri takip edemiyordu. Yeni tedavi yöntemleri hakkında bilgileri yoktu, sadece oraya giden ekiplerden veya çektiği zaman internetten bir şeyler öğreniyordu. Bizim prog38 Azınlıkça ramımız engelli vatandaşlara ve onların tedavilerine yönelikti. Bilindiği üzere saldırılar sonrası birçok kişi vücutlarının bazı parçalarını kaybetmişti. Biz psikolojik destek vermeye çalışıyorduk. Birçok kriz yaşadık. Her krizde elektrik kesiliyor, hastaneye erişim güçleşiyor, şehrin kuzey kısmı ile güney kısmı arasındaki bağlantı kesiliyor. Kalp sorunları olan insanlar hastaneye gelemiyordu. Barikata takılan ve doğum için kliniğe gidemeyen bir kadının barikatta doğum yapmak zorunda kaldığını hatırlıyorum.” Yannis Yannakopulos – Dünya Doktorları “6 ay boyunca kuşatma” “Gazze’ye iki kez gittim. İlki 2002’de Arafat’ın altı ay boyunca kuşatma altında olduğu dönemdeydi. Misyonumuz ameliyat yapmak ve yaralıları iyileştirmekti. İkinci gidişim 2008 yılbaşından sonraydı. Bugünküne benzer bombardımanlar o zaman da yaşanmıştı. Maalesef hiçbir şey değişmedi. Bombalama durduktan sonra hayatın devam etmesi de oldukça enteresan. Bu 46 yıldır hep böyle. Gazze’de yakınını kaybetmeyen insan yok. Birçok kişi sakat ve çok sayıda çocuğun psikolojik sorunu var. Doktorlar için şartlar çok zor.” Elena Mavropulu – Kardiyolog, Dünya Doktorları üyesi “Delik duvarlar içinde hastaneler” “Aynı savaşa iki kez gittim. İlk gidişim 2008 yılbaşından sonraydı. Ocak ayında tek başıma Gazze’ye girmiştim ve bombardıman sonrası durumu görmek ve ihtiyaçları tespit edebilmek için kentin değişik noktalarını gezdim. Bazı hastanelere de bomba atılmıştı ve duvarlarda bombaların açtığı büyük delikler vardı. Doktorlar buraların hastane olduğunu göstermek için beyaz bayraklar diktiklerini söylüyordu. Büyük bürokratik engelleri aşarak yiyecek ve ilaç getirmeyi başardık. Ancak pamuk ve baklagillerin Gazze’ye girmesine sebebini açıklamaksızın izin vermediler.” Yunanistan’dan Gazze’ye 500 bin euro Dışişleri Bakanlığı, Filistin halkına 500 bin euroluk insani yardım yapmayı kararlaştırdıklarını açıkladı. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı 7 Ağustos Perşembe günü yaptığı yazılı açıklamayla, “Bölgede kurumların işlemesine olanak sağlayan ateşkes anlaşmasının uygulamaya konulmasının ardından Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos’un kararıyla Gazze’deki insani krizle mücadeleye katkı olarak BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu’na (UNRWA) 500 bin euro yardım yapma kararı aldığı” belirtildi. Yaralıları Tedavi Etmeye Hazırız Yunan Dışişleri Bakanlığı açıklamasında ayrıca Yunanistan’ın, AB ve UNRWA aracılığıyla Filistinli yaralıları özellikle çocukları tedavi amacıyla kabul etmeye hazır olduğunu bildirdiği vurgulandı. Azınlıkça 39 www.azinlikca.net Azınlıkça’dan iPhone, iPad ve Android uygulaması iPhone ve iPad uygulaması Azınlıkça’nın yeni uygulaması sayesinde artık iPhone, iPad, Android sistemli cep telefonları veya tablet bilgisayarlarınızdan Azınlıkça Online haber sitesinin Türkçe ve Yunanca haberlerini ve Azınlıkça Dergisi’nin köşe yazarlarının makalelerini okuyabilir, Azınlıkça’nın Twitter ve Facebook hesaplarını takip edebilirsiniz. 40 Azınlıkça Android uygulaması Verilen barkod dışında iPhone veya iPad’iniz için App Store’da “azinlikca” kelimesini aratarak uygulamayı indirebilirsiniz. www.azinlikca.net
© Copyright 2024 Paperzz