OCAK 2014 - Galatasaraylılar Derneği

Başkan’dan
Sevgili Galatasaraylılar,
Sizlerle son buluşmamız olan 2013 Pilav sayımızdan sonra Camiamız ve Derneğimiz adına çok önemli gelişmeler yaşandı. Sizlere
Levent evimizle ilgili verdiğimiz sözlerin hepsi gerçekleşti, bahçemiz geri geldi. Bu pırıl pırıl ortamda lütfen bizleri yalnız bırakmayın ve sıklıkla ziyaret edin.
2 yıl aradan sonra, her zaman ilk önceliğimiz olan Galatasaray’da
yatılılık hayatının devamına destek veren Sultani Balo 2013, ilk
defa okul bahçemizin dışında yapıldı. Bu gece sayesinde Galatasaraylılar Derneği olarak bir taraftan yatılılık fonuna
75.000 TL destek sağladık, diğer taraftan ise yanan Ortaköy
okulumuzun yeniden yapımı için 250.000 TL bağış toplanmasına
ev sahipliği yaptık. Destek veren tüm Galatasaraylı kuruluşlara ve
kişilere tekrar teşekkür ediyorum.
Detaylı bir çalışmanın sonunda, Galatasaray Spor Kulübü ile
ortaklaşa 2 önemli projeyi gerçekleştirdik. Öncelikle Levent’te
açılan GS Store mağazası, hem üyelerimize indirimli GS lisanslı ürünlerini sunacak ve hem de dernek bütçemize katkıda
bulunacak.
Diğer yandan uzun yıllardır kullanımı çok azalmış olan Sultani
kredi kartı yine GSK ve Denizbank işbirliği ile yenilendi. 2014 itibariyle GS Bonus markası altında ama Sultani görseli
ve Platinum kart özellikleriyle sizlere sunulacak. Bu karta göstereceğiniz ilgi Cemiyet’e çok değerli bir destek sağlayacaktır. Projelerin hayata geçmesine destek olan Ünal Başkan’a ve tüm GSK
çalışanlarına teşekkür ediyorum.
Galatasaray İlk ve Orta öğretim okullarımızı ziyaret
eden ilk Cemiyet yönetimi olduk. Belki son yıllarda eğitim
sisteminde yaşanan çok hızlı değişikliklerden veya söylem alışkanlığından ötürü bu okullarda okuyan kardeşlerimizi sanki biraz
unutmuşuz. Eskiden Lise dediğimizde 12 seneyi, 8 seneyi kapsar
bir yapıdan bahsederken bugün Lise tabiri sadece 4 senelik bir
dilimi kapsıyor, bizim az hatırladığımız İlk ve Orta öğrenim Galatasaraylıları ise 8 senelik bir Galatasaraylılığı – biraz da zor
koşullarda –yaşıyorlar, paylaşıyorlar. Önümüzdeki günlerde Galatasaraylılar Derneği olarak bir elimizin ilk ve orta öğretim okul-
larında olacağından ve burada okuyan genç kardeşlerimizdestek
olacağımızdan şüpheniz olmasın.
Yeni seneyle birlikte çok önemli bir projeyi daha başlatıyoruz,
Cemiyet SİCİL Çalışması. Sizlere daha yakın olabilmek, daha
sıhhatli bir iletişimin altyapısını hazırlamak için tüm üyelerimizin
bilgilerini tazelemek arzusundayız. Galatasaraylılar Derneğinin
gücü bir arada olmaktan, beraberce durabilmekten geçiyor. Bilgilerinizi yenilemek için, Eylül ayında yenilenmiş olan web sitemize
girebilir, bize posta ile iletebilir veya sizleri arayacak olan genç
kardeşlerimizle bilgilerinizi güncelleyebilirsiniz. Bu arada çeşitli
ortamlarda dile getirdiğim ve ciddi boyutta olan aidat borcumuzu da azaltmak bir başka hedefimiz. 2014’te devreye girecek olan
Sultani GS Bonus- Platinum ile sağlayacağımız vadeli ödeme
bu yaranın kapanmasında önemli bir rol oynayacak düşüncesindeyiz.
Maalesef 2013 senesinde çok değerli Galatasaraylılar aramızdan
ayrıldılar, son olarak hayatını Galatasaray’a adamış ve son 10 yılını Galatasaraylılar Yurdu’nun bitirilmesine vakfetmiş olan sevgili
Hayri Başkan 13. sınıftan ayrıldı. Eseri yaşadıkça bu güzel Galatasaraylı ağabeyimizin hatırası da bizlerde canlı kalacaktır.
Sevgili Galatasaraylılar, aileleriniz ile birlikte sıhhatli, mutlu ve
Galatasaray’a zaman ayıracağınız bir yeni yıl diliyorum.
Haziran Pilav 2014’te görüşmek üzere.
Saygı ve sevgilerimle,
Polat Bengiserp
3
Nobel Barış Ödülü’nü kazanan OPCW’nin
Başkanı, 102. dönem mezunlarımızdan:
Ahmet Üzümcü
Başkanlığını okulumuzun 102. dönem mezunlarından, diplomat Ahmet Üzümcü’nün yaptığı Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü
(OPCW), kimyasal silahların ortadan kaldırılması için harcadığı kapsamlı çalışmalar nedeniyle
2013 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.
OPCW, 16 yıldır dünya genelinde kimyasal
silahlara karşı çalışmalar yürütüyor. Örgütte
yaklaşık 500 kişi görev yapıyor. Üzümcü, 2009
yılından bu yana kurumun başkanlığını yapıyor.
Amaçlarının genç nesillere daha güvenli ve barış içinde bir dünya bırakmak olduğunu belirten
Üzümcü, “Kimyasal silahlar farklı formlarda ve
özelliklere sahip. İmha edilmeleri için çok özellikli tesisler gerekiyor. Birçok ülkede çalışanlarımız, kimyasal silahları yok etmek için 7 gün
24 saat çalışıyor. Çok yoğun ve tehlikeli bir iş.
Ancak, bu ödül bize yeni bir enerji verdi. ” dedi.
Galatasaraylılar Derneği olarak kendisini ve kurumunu yürekten kutluyoruz.
Fransa Sanayi
Kalkınma Bakanı
Lisemizdeydi.
Haber: Mehmet Onultan 128
Fransa Sanayi Kalkınma Bakanı Arnaud Montebourg, 11 Ekim Cuma günü, Galatasaray Lisesi Tevfik Fikret salonunda, « Sanayileşen Yeni
Fransa » konulu konferansa katıldı.
Derneğimizin organizasyonuyla gerçekleşen
konferansa, ‘c’est aussi une fierté pour
moi de m’exprimer ici dans cette enceinte prestigieuse...’ cümlesi ile başlayan Montebourg, yeni kitabının adı da olan ‘Made in
France’ yeni sanayi projelerini paylaştı. Fransa
Cumhurbaşkanının da kısa süre içinde ülkemizi
ziyaret edeceğinin haberini veren Montebourg,
konuşması bitiminde dinleyicilere teşekkür ederek, soruları yanıtladı.
Daron Acemoğlu’na
Cumhurbaşkanlığı Ödülü
118 devresi mezunlarından, Galatasaraylılar
Derneği’nin 2945 sicil numaralı üyesi ve ilk
Büyük Galatasaray Ödülü’nün sahibi Daron
Acemoğlu, klasik büyüme ve kalkınma teori ve
modellerine yaptığı farklı perspektifle yaklaşım
nedeniyle sosyal bilimler dalında Cumhurbaşkanlığı Ödülü’ne layık görüldü. Daron Acemoğlu, dünyadaki en çok alıntı yapılan ilk on
ekonomistten biri olarak halen Massachusetts
Institute of Technology’de ekonomi profesörü
4
Bahçemize kavuştuk
Cemiyetimizin yanındaki binayı bünyemize katarak yıllarca özlediğimiz bahçemize yeniden kavuşmuş olduk. 2013’ün Temmuz ayında tadilata
giren Cemiyet, üyelerce yanıtlanan anket dikkate
alınarak yenilendi.
İki ay süren tadilat süreci sonrasında, Galatasaraylılar Derneği Kuruluş Yıldönümü ve Başkanları
Anma Günü’nde biraraya gelen 200’ü aşkın üye,
eski başkanlardan Oğuz İmregün, Cengiz Nayır,
Ahmet Yolalan, Reha Bilge ve Tevfik Bilge, Yardımlaşma Vakfı Başkanı Hayri Tuğal ve Galatasaray Spor Kulübü Başkan Yardımcısı Ümit Özdemir’in katılımıyla hizmete açıldı.
Bu süre içinde dernek işletmesi de açılan ihale sonucu yönetim kurulu kararıyla iki sene için
Ertuğrul Çalak (119) ve Yusuf Şimşek’in (116)
kurucu ortağı olduğu İnciraltı İstanbul Meyhanesi
ile Sinan Ecer (107) ortak girişimi olan Tambur
Restaurant’a verildi.
olarak görev yapıyor ve Yale Üniversitesi’nde
de ders veriyor. Acemoğlu’nun uzmanlık alanları; gelir ve ücret dağılımında eşitsizlik, insan
gücünün eğitimi, ekonomik büyüme, teknik değişimler, siyasi ekonomi gibi konular. Çalışmalarıyla Türkiye’nin güncel sorunlarına ışık tutan
Acemoğlu’nun başlıca kitapları arasında James
Robinson ile birlikte yazdığı “Economic Origins
of Dictatorship and Democracy” ve “Why Nations Fail” adlı kitaplar bulunuyor.
5
Galatasaraylılığa
ilk adım:
Galatasaray
İlk ve Ortaöğretim
Okulu
Galatasaraylılar Derneği Yönetim Kurulu, 9 Ekim 2013 günü, Galatasaray Öğretim Kurumları’na
ilk adım olan, Galatasaray İlk ve Ortaöğretim Okulu’nu ziyaret ederek, öğrencilerin ve okul müdürü İhsan Zeren’in taleplerini dinledi, eksikleri gözlemledi. Günümüz şartlarında en uzun süreli
eğitimin alındığı ve Galatasaraylılığa ilk adım atılan kurum olan Galatasaray İlk ve Ortaöğretim
Okulu’nda daha iyi şartlar altında eğitim ve öğrenim görülebilmesi için Galatasaraylılar Derneği’nin tüm desteğini vereceğini belirten yönetim kurulu üyeleri, büyük Galatasaray camiasını da
bu uğurda harekete geçirmek için çalışmalarda bulunacağının sözünü verdiler.
YENi
Mutfakların
sağlık 3’lüsü...
Sağlıklı, yanmaz-yapışmaz Thermolon™
teknolojisi, yiyeceklere özel üretilmiş
GreenPan tavalarla mutfağınıza lezzet katıyor.
PFOA
LEAD
CADMIUM
SAĞLIKLI SERAMİK, YANMAZ-YAPIŞMAZ
6
Türkiye Genel Distribütörü
ertekretail.com.tr
11. Sultani Balosu’na
Rekor Katılım
Galatasaraylılar Derneği tarafından 2001 senesinde başlatılan ve bir gelenek haline dönüşen
Sultani Balosu, 13. senesinde 11. kez bazı yeniliklerle gerçekleşti.
10 sene boyunca ara vermeden Lisemiz bahçesinde düzenlenerek bir gelenek halini alan
Sultani Balosu, son iki yıldır Milli Eğitim Yasaları çerçevesinde yapılan değişikliklerin kurbanı
olarak okul bahçemizden uzaklaştırılmış ve yapılmamıştı.
Yatılılık Bursu’na destek
Göreve gelirken vurguladığımız gibi; Sultani
Balosu, Galatasaray olgusunun en değerli halkasına, “yatılılığa” destek veren bir organizasyon
olarak her durumda yapılmalıydı.
Bu çok kıymetli gelenekten vazgeçemezdik.
Şimdiye kadar yapılmış 10 Sultani Balosu’nda
toplam yarım milyon TL bağış toplanmış ve GEV
aracılığı ile okulumuza YATILILIK BURSU olarak
aktarılmıştı. Bu çok değerli destekten vazgeçemezdik.
Göreve gelir gelmez yaptığımız girişimler sonucunda Sultani Balosu’nun tekrardan okulumuz
bahçesine geri dönmesinin mümkün olmadığını
anladık. Sevgili hocalarımızı da daha fazla sıkıntıda bırakmanın bir yararı olmayacağına karar ve-
8
rerek okul dışında ama Galatasaraylı bir mekan
arayışına başladık. Çok fazla seçenek olmamasına rağmen Galatasaray Kulübü Kalamış tesisleri
en doğru imkanları sunan mekan olarak karşımıza çıktı. Burada daha önce benzer organizasyonlar yapılmıştı ve de başarılı olmuştu. Balonun da
altından kalkarız diye yola çıktık.
Hazırlıklar
Etkinliğin hazırlıkları için epey alışık olduğumuz
çalışmalar, hemen Haziran başında Pilav sonrası
başladı. İlk balonun tarihi olan 4 Eylül’de karar
kıldık. Logomuz güncellendi, davetiyeler basılacak, eski balolara gelenlerin isimleri taranacak,
temasa geçilecek kişiler derken Ağustos ayı geldi çattı. Yeni mekan ve mönü gözden geçirildi.
Mönü 3 kez denendi, yenilikler önerildi.
Ortaköy’ü unutmadık
Önümüzde iki önemli ve doğru yönetilmesi gereken konu vardı. Birincisi, iki sene unutulmuş
olan Baloyu başka bir mekanda hatta başka bir
kıtada yapma kararı aldık. İkinci konu ise acısı
çok yeni olan Ortaköy Okulumuzun yangınına
kayıtsız kalamazdık. Balo normal görevinin yanısıra bu amaca da hizmet edebilmeliydi.
Ortaköy konusunda ilgili kuruluşlarla gerçekleştirdiğimiz 3-4 toplantı sonunda, Balo etkinliği
içinde, Galatasaraylılar Derneği’nin ev sahipliğinde bir bağış kampanyası yapılmasına karar
verdik. Kampanyanın belirlenen sürede tamamlanmasına ve balonun genel atmosferini etkilememesine özen gösterdik.
Tüm Galatasaraylı kuruluşlar birarada
Balo için en önemli ve değerli gelişme, Ağustos ayının sonunda yaşandı. Tüm Galatasaraylı
kuruluşların Sultani Balo’ya bir veya daha fazla
masa alarak katılması bizleri son derece mutlu
etti. Böylelikle ilk defa tüm Galatasaraylı kuruluşlar bir amaç uğruna Sultani Balo’ya katılmışlar, ilk defa sayımız 600 kişiyi aşmış, ilk defa
Sultani Balo, Yatılılık fonuna verdiği desteğin
yanı sıra, Galatasaray Eğitim Vakfına ev sahipliği
yapmış ve Ortaköy okulumuzun yenilenmesi için
250.000 TL aktarılmasına vesille olmuştu.
Sultani Balo çok önemli ve zor bir adımı başarıyla aştı ve devam etme, ettirilme iradesini
gösterdi. Bu yürekliliği sağlayan herkese candan
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
600 kişi katıldı
Ortaköy’e 250.000 TL bağış toplandı
Sultani Balo, bu yıl 4 Eylül 2013 tarihinde ve ilk
kez okulumuz bahçesi dışında, Galatasaray Spor
Kulübünün Kalamış tesislerinde 600 kişinin katılımıyla gerçekleşti.
İpet Altınay (111) ve Levent Erden (108)’in yönettiği bir diğer kampanyada ise camiamızı
derinden etkileyen yangında yok olan Ortaköy
binamız için 250.000 TL bağış toplandı.
GS Sultani Bonus Premium
Balo süresince bazı tanıtımlar yapıldı. Bunlardan
ilki, Derneğimizin yeni kredi kartı, GS Sultani
Bonus Premium oldu. Temsili kart, Galatasaray
Kulübü Başkanımız Ünal Aysal ve Derneğimiz
Başkanı Polat Bengiserp ile birlikte sunuldu.
Yatılılık Bursu
Dernek Başkanımız Polat Bengiserp, Yatılılık
Bursu için toplanan 75.000 TL bağış için tüm
katılımcılara teşekkür etti ve temsili bağış çekini
Lise Müdürümüz Meral Mercan’a iletti.
Abbas gençleşti
Sultani Balo 2013’ün unutulmayacak bir başka
anı ise, 10 yılı aşkın süredir çeşitli Galatasaray
etkinliklerinde sahne alan ABBAS’ın müthiş performanslarından sonra “peruğu” ABBAS Junior’a devretmesiydi.
Muhteşem bir katılım ve atmosferde geçen gecenin finalini Candan Erçetin yaptı.
Sultani Balo’yu bir daha okul bahçesinde gerçekleştiremeyecek olduğumuzu biliyoruz.
Sıra seneye belki bir başka mekanda, başka rekorlar kırarak, bir daha “Galatasaraylı bir araya
geldi mi neler yapar” iddaasını test etmeye geldi.
Temmuz’da kapınızı çalacağız, unutmayın.
9
Cumhuriyetin 90. yılını kutladık
Başkan Hayrettin Tuğal adına saygıyla.. .
Ulu Önder Atatürk’ün en değerli mirası olan
Cumhuriyetin kuruluşu, 90. yıldönümünde, Cemiyet’teki Tambur Restaurant’ta kutlandı.
Gece, üyelerin katılımıyla gerçekleşen kokteylle
başladı ve Galatasaraylılar Derneği Başkanı Polat Bengiserp’in açılış konuşmasıyla devam etti.
1960 mezunu Ali Sirmen’in kısa konuşmasının
ardından Atatürk’ün sevdiği şarkılar eşliğinde
geceye devam eden Galatasaray camiası sorumluluklarını bir kez daha hatırlama fırsatı buldu.
Galatasaray hepimizin geçmişi...
Şimdi geleceğimiz de oluyor.
Çünkü yalnız olmuyor!
Galatasaraylılar Yurdu
1 Şubat 2014 Cumartesi günü
açılıyor
Sizi tanıyoruz. Hayatınız büyük ve güzel bir ailede
geçti. İster öğrencisi olun ister öğretmeni ya da
çalışanı, Galatasaray hepimize en güzel anılarımızı
armağan etti. Dönüp dönüp hatırlamaktan mutlu
olduğumuz anılarımız. O anılar ki bizi her daim
birbirimize bağlıyor. O anılar ki bizi bir aile yapıyor.
Galatasaraylılar Yurdu işte bu felsefeyle inşa edildi.
Her tuğlasında ortak anılarımız, Galatasaray ruhundan süzülen sevgi ve bağlılık var. Amaç, ailemizin
dileyen üyelerine hayatlarının olgunluk çağında ortak bir yaşam alanı sunmak. İkinci baharlarını pilav
günü ruhuyla yaşasınlar diye.
Ama sadece ortak bir geçmişe sahip olmak Galatasaray gibi bir aileye yetmez diye düşündük. “Neden
aynı zamanda ortak bir geleceğimiz de olmasın ki?”
dedik. Ebediyete kadar beraber neden olmayalım?
Neden biz yaşadıkça yeni anılarımız olmasın? Tıpkı
okuldaki gibi...Yatakhanedeki gibi...
Amacımız, Galatasaraylılara yakışan bir yaşam kalitesi... Evimizin her köşesi bu felsefeyle tasarlandı.
Yaşam alanları, fasiliteler, çevre tasarımı... Çünkü
biliriz, bizim ailenin üyeleri öyle kolay beğenmez.
Hele kaliteli bir hayatı hak ettiğimiz yaşlarda, müşkülpesent olmak hepimizin hakkı.
145. dönem mezuniyet töreni çok renkliydi
Galatasaray Lisesini 145. dönem olarak bitiren
kardeşlerimizin mezuniyet töreni, 2 Temmuz
2013 günü yapıldı. Törende okulumuzu 1. 2.
ve 3. olarak bitirenlere “Galatasaraylılar Derneği - Abdurrahman Şeref Efendi” ödülleri Dernek
Başkanımız Polat Bengiserp tarafından verildi.
Kendi ailemizden, bizimle aynı ruha sahip insanlarla. O ruh ki, başka yerde bulunmaz. O ruh ki,
bizi asla yalnız bırakmaz. Zaten Galatasaraylıya da
yalnızlık yakışmaz! Ona bu güzel ortamda neşe,
mutluluk ve yüksek hayat standartları yakışır.
Ne dersiniz size de bir yer ayıralım mı?
10
SULTANİ DERGİ
HAZIRLAYANLAR
2014 Kış Sayısı
Galatasaraylılar Derneği’nin
ücretsiz yayınıdır.
Editör: İzzeddin Çalışlar
Tasarım: Levent Dönmez
Koordinatör: Simge Argüden
Galatasaraylılar Yardımlaşma Vakfı YK
***Ön başvuru ve talep toplama işlemleri için
www.gsyardimlasmavakfi.org sitesini ziyaret
edebileceğiniz gibi 0212 347 2670 veya
0543 979 2330 telefonlardan bilgi alabilirsiniz.
150. dönem Cemiyet ziyareti
Lisemize 2013 yılında başlayan kardeşlerimiz,
28 Eylül 2013 Cumartesi günü Cemiyetimizi ziyaret ettiler.
Ziyaret, 125. dönemin katkılarıyla, Galatasaraylı
kuruluşları tanıtma çalışmaları çerçevesinde gerçekleşti.
Dergimizin sizlere ulaşmasındaki katkılarından dolayı “Triptek Yazılım ve Bilişim Hizmetleri A.Ş” ye teşekkürlerimizi sunarız.
11
Atatürk’ün doğduğu evi
ziyaret edip bilgi aldık.
Ali Rıza Bey’in bahçeye
diktiği nar ağacını gördük,
küçük Mustafa’yı bu bahçede
oynarken hayal ettik.
10 Kasım günü, hep birlikte
saat tam 09.05’te yine onun
evindeydik.
10 Kasım’da
Selanik’teydik
Galatasaraylılar Derneği’nin düzenlediği haftasonu gezisiyle Cuma sabahı yola çıkarak eşsiz
Trakya manzaralarıyla Selanik’e ulaşırken rehberimiz Yard. Doç. Dr. Ateş Uslu’nun mitoloji,
ekonomi, siyaset ve yakın tarihe dayalı eşsiz bilgi
birikimi yolculuğun keyifli geçmesini sağladı.
Bir diğer güzellik ise yönetim kurulu üyemiz Dr.
Mefkûre Platin’den dinlediğimiz güzel şarkılardı.
Şehir bizi güneşli ve ılık bir havayla karşıladı. Se-
12
lanik’in merkezinde, deniz kenarındaki meydanda
bulunan otelimiz Electra Palace’tan denize doğru bakınca, yüz sene önce, 1913 yılında Balkan
savaşlarının hemen sonrasında Anadolu’ya göç
eden müslümanların ayrıldığı limanı gördük. Güneşli bir hafta sonunda, Pagan, Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların izlerini takip ederek Selanik
sokaklarını arşınladık. Atatürk’ün doğduğu evi
ziyaret edip bilgi aldık. Ali Rıza Bey’in bahçeye
diktiği nar ağacını gördük, küçük Mustafa’yı bu
bahçede oynarken hayal ettik. 10 Kasım günü,
hep birlikte saat tam 09.05’te yine onun evindeydik. Bu sefer Türkiye’den ve çevre iller ve ülkelerden gelen, 7’den 77’ye yüzlerce kişiyle beraber...
Yapılan tören sonrasında ülkemize dönüş yoluna geçtik. Dedeağaç’ta verdiğimiz mola, Yunan
yemek ve şaraplarına düşkünlüğümüzü artırdı.
Deniz mahsüllerine doyduk.
13
Derneğimize ait Marka ve
İsimler Tescilleniyor.
GS Store yanımızda
Derneğimizin ek binasının planlanmasında ve
projenin hayata geçirilmesinde önemli katkıları
bulunan GS Store, 3 Aralık 2013 Salı günü, Cemiyetimiz bünyesinde, Galatasaray Spor Kulübü
başkanımız Ünal Aysal’ın katılımıyla açıldı.
Derneğimizin ve camiamızın kurumsal kimliğini
yansıtan logomuz, “Galatasaray Pilavı”, “Galatasaray Ödülü” ve “Sultani” isimlerinin tescil
işlemleri, Tevfik Bilge başkanlığındaki 2011 –
2013 yönetim kurulu kararı ile başlatılmıştı.
Cemiyet GS Store, tüm dernek üyelerimize %10
indirim fırsatı sunmaktadır.
Geçen süre içinde Logomuz, “Galatasaray Pilavı” ve “Galatasaray Ödülü” isimleri tescil edildi
ve belgeleri Derneğimize ulaştı. “Sultani” isminin tescil işlemleri ise devam ediyor.
Camiamız için büyük önem taşıyan tescil işlemlerini başlatmış olan Tevfik Bilge Yönetimi’ne
teşekkürlerimizi sunarız.
Projenin gerçekleşmesinde büyük emeği olan
sevgili Nurettin KANTERELLİ’ye teşekkürlerimizle
Gezi Platformu
Tevfik Fikret’i andık
Mekteb-i Sultani’nin unutulmaz müdürü, değerli
fikir adamı, ressam ve şair Tevfik Fikret, ölümünün 98. yılında Aşiyan Müzesi’nde anıldı.
Dernek başkanımız Polat Bengiserp’in Tevfik
Fikret’in kabri başında yaptığı anma konuşmasının ardından, Galatasaraylılar ve diğer katılımcılar da Tevfik Fikret’le ilgili duygu ve düşüncelerini paylaştı. İstanbul içinden ve diğer şehirlerden
tören için gelenlerin Tevfik Fikret ve yaşamıyla
ilgili bilgi birikimi, törene zenginlik kattı.
3 Temmuz 2013 Çarşamba akşamı Galatasaraylılar Derneği’nde gerçekleştirilen “Gezi Parkı’nı
Anlamak” paneline 150’den fazla üye katıldı.
Gezi Parkı sürecinin öncesindeki gelişmelerin,
Taksim Dayanışma Platformu altındaki dernek-
14
lerin geçmişten günümüze dek ortaya koyduğu
çalışmaların paylaşıldığı panelde, Selma Kaya
(110), Ruşen Çakır (112), Selçuk Erdoğmuş
(119), Funda Oral (119), Birkan Işın (124), Işıl
Ertuzun (124) ve Kerem Akalın (126) deneyim ve
görüşlerini paylaştı.
Panele moderatörlük yapan Levent Erden (108),
Gezi sürecinin etkisiyle iletişim ve sosyal medya
dünyasındaki gelişmelere, yeni yaklaşım ve eğilimlere dikkat çekti.
Törenin ardından, Müze Müdürü Ata Yersu’nun
açıklamaları eşliğinde müze gezildi. Planları
bizzat Tevfik Fikret tarafından çizilen ve “kuş
yuvası” anlamına gelen Aşiyan’ın yapılan restorasyonla aslına yakın hale getirilmiş olması tüm
katılımcıları memnun etti.
15
Dernek Kartımız
Yenilendi
1.- Sevgili Başkan, Neden Yeni
Bir DERNEK Kredi Kartı Çıkardık ?
Dernek için ilk kart uygulaması 2001
senesinde benimde içinde bulunduğum
Ahmet Yolalan yönetiminde başladı. İlk
2-3 sene çok başarılı bir grafik çizen Akbank Sultani Kart daha sonra bir başka kart
türünün banka tarafından devreye sokulması ile gitgide performans kaybına uğradı.
Sonraki senelerde 1 - 2 defa durumu değiştirmek istesek de başarılı olamamıştık. Yanılmıyorsam bugün eski Sultani Kart kullanımı
200 kart’a kadar geriledi, ama buna rağmen
gene Derneğimize hala önemli sayılabilecek bir
destek veriyor.
2.- Sultani Kartın Derneğimize Faydaları
Nedir?
Günümüzde kredi kartları son derece gelişti ve
günlük yaşamın önemli bir parçası oldu. Galatasaraylılar Derneği gibi camianın amiral gemisi
sağlayacak bir imkân. Bu kartımızın
kullanımı yaygınlaşınca, Dernek
yönetimi olarak ciddi bir miktara
ulaşmış olan aidat borçlarını vadelendirme olanağına kavuşacağız.
Bu çalışmamızı da kısa bir süre
içinde sevgili Galatasaraylılarla
paylaşacağız.
olan kuruluşun da bu tür bir aracı
kullanıyor olması gerekmektedir.
Sultani Kart, üyelerimizin öncelikle derneğe olan
bağlılığın önemli bir göstergesi. Günlük hayatımızın bu vazgeçilmez aracı ile, yapacağımız her harcamadan Derneğimizin de kazanç elde ediyor olduğunu bilmek her üyemize bir mutluluk vermeli.
Ayrıca bu kart, Cemiyet aidat ödemeleri gibi sürekli ödemeleri kolaylaştıracak, unutulmamasını
3.- Neden GS Bonus ?
GS BONUS, Galatasaray Spor Kulübünün yarattığı
bir marka ve benzerleri arasında en üst noktaya
gelmiş bir kredi kartı. GSK’nın Denizbank ile ortaklaşa geliştirdiği bu kart sayesinde Kulübümüzün
çeşitli promosyonları, fırsatları mevcut. Biz Sultani kartı yenilerken yepyeni bir kart çıkartabilirdik,
ama özellikle var olan GSBonus markası altına girmeyi ve var olan olanaklardan faydalanmayı daha
uygun bulduk. Küçük olsun benim olsun mantığı
bu tür konularda fayda getirmiyor. Biz kulübümüz
ile güçlerimizi birleştirmeyi ve ürünü daha da ile
götürme yolunu seçtik.
Bugün Sultani GS Bonus alacak her Cemiyet üyesi, standart GS Bonus ayrıcalıklarının tümünden
faydalanacak , GSK tarafından yapılan tüm indirim
ve kredileme olanakları bizim kart için de geçerli
olacak bir de üzerine Cemiyete katkıda bulunacak.
4.- GS Bonus Kart’ın Galatasaraylılara
Sağladığı Ayrıcalıklar Nelerdir?
•Türk Telekom Arena’da kombine bilet alımında öncelikli dönem, tüm kombine biletlere %10
indirim fırsatı ve indirimli fiyatlar üzerinden vade
farksız taksit imkanı
•Türk Telekom Arena’da Galatasaray Profesyonel
Futbol Takımı’nın oynayacağı resmi maçlar için
GS Bonus sahibi olarak stada sadece size giriş
imkanı ve stat mağazasında ve yeme & içme alanlarında size özel indirimler
16
•Süper Lig ve Türkiye kupası iç saha maçlarında
biletlerin satışa sunulduğu ilk 2 gün öncelikli bilet
satın alma hakkı
•GS Store’larda indirimli alışveriş
•GSMobile ve GSTV kampanyalarından öncelikli
ve indirimli yararlanma
•GSK tarafından yapılan tüm diğer ürün promosyonlarından faydalanma imkanı.
Bu özelliklerin tamamından Sultani GS Bonus Kart
üyelerimiz de faydalanacaklar.
5.- GS Bonus Kartla Neler Yapabilirsiniz?
Sultani GSBonus kartlarının hepsi PLATİNUM
özelliğinde sizlere ulaşacak.
Yukarıda sıraladığım Galatasaraylılara özel ayrıcalıkların dışında GS Bonus Kartlarının başka özellikleri de var. Dünyanın neresinde olursanız olun,
yapacağınız tüm alışverişlerden bonus kazanacaksınız. Biriken bonus’larınızla program ortaklarında
bedava alışveriş yapabileceksiniz.
Kartınız MasterCard Paypass, temassız kart özelliğine sahip olup, temassız kart okuyucusu olan
tüm noktalarda 35 TL ve altındaki işlemlerinizi şifre ve imzaya gerek kalmadan kartınızı okuyucuya
göstererek hızlı ve rahat bir şekilde gerçekleştirebilirsiniz. GS Bonus Kartınızla yurtiçi ve yurtdışıdaki ATM’lerden dilediğiniz zaman nakit avans
kullanabilirsiniz.
6.-Halihazırda GS Bonus Kredi Kartı
Olanlar Ne Olacak?
Mevcutta GS Bonus kartı olanların durumu ise en
kolayı. Kendilerine aynı limitten bir de Sultani Kart
gönderilecek. Diğer kartta olan hak kampanyaların hepsi aynen geçerli olacak. Tek fark bu kartla
yapacağınız her harcama ile Cemiyete bir katkı
sağlayacaksınız.
7.-Nasıl Başvuracağız ?
En kolay yol, dernek web sitemizde bulunan Sultani GSBonus mönüsünde bulunan başvuru formunu doldurmanız olacaktır. Yalnız bu aşamada
çok önemli bir detay var. Çok kısa bir süre önce
yenilenen kredi kartları kanunu.
8.- Kredi Kartları İle İlgili Bankacılık Sistemine Getirilen Bu Yeni Düzenleme Bizi
Nasıl Etkileyecek?
Yeni yönetmeliğe göre: “İlk defa kredi kartı sahibi
olacak bir gerçek kişinin tüm kart çıkaran kuruluşlardan temin ettiği kredi kartları için tanınacak
toplam kredi kartı limiti, ilk yıl için, ilgilinin aylık
ortalama net gelirinin iki katını, ikinci ve sonraki
yıllar için ise dört katını aşamaz. İlk defa kredi kartı
sahibi olacak bir gerçek kişinin, aylık veya yıllık
ortalama gelir düzeyinin tespit edilememesi durumunda tüm kart çıkaran kuruluşlardan edinilebilecek toplam kredi kartı limiti en fazla bin Türk
Lirasıdır.” Bu nedenle, sahibi oldukları kartları bu
limite ulaşmış olan kişiler yeni bir kart alma imkanına sahip olamayacaklar. Bu durumu önceden
Bankacılık sisteminden kontrol edebilmek ve üyelerimiz ile bu sorunu yüz yüze konuşarak aşabilmek amacıyla TC Kimlik numaralarını da başvuru
formunda rica ettik. Burada böyle bir limit durumu
söz konusu ise, üyelerimizden beklentimiz ve ricamız, kullanmadıkları herhangi bir kredi kartını iade
ederek kredi limitlerini boşaltmaları ve Sultani GS
Bonus için kredi limiti yaratmaları.
Kartlar geçerliliğini sürdürecek hatta yenilemelerde banka müşterilerine yeni kartlarını gönderecektir diye düşünüyorum. Ancak üyelerimizin hatırlaması gereken tek şey artık bu kartla yapılan hiçbir
harcamada Cemiyetin bir fayda sağlamayacağıdır.
10.- GS Bonus Sultani Kart ile CEMİYETİN
hedefleri neler ?
Bu kart sayesinde birçok hedefimiz var. Öncelikle üyelerimizin bu karta bir an önce sahip olarak
sürekli bir destek imkanı yaratmaları. Daha önce
bahsettiğim eski aidat borçlarının bir kısmını temizlemek için bu kartın çok önemli bir imkan yaratacağını düşünüyorum. Bu yeni kartımızı kullanarak bir üyesi olduğumuz GSBONUS markasına
destek vermek ve daha başarılı bir kart olmasını
sağlamak.
Benim ilk sene için hedefim 1.500 üyemizin bu
karta sahip olması ve Derneğe aylık ortalama
6.000 – 7.000 TL civarında bir destek vermesi.
Bu sürekli destek bizlere henüz uzanamadığımız,
el atamadığımız bir sürü konuda elimizi taşın altına
koyabilmek için cesaret verecek imkanı yaratacaktır.
Bu kartın hayata geçmesinde büyük emekleri ve
destekleri olan Galatasaray Spor Kulübü Başkanı
Ünal Aysal ve kulüp çalışanlarına, Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş ve ekibine özellikle teşekkür ediyorum. 6 aylık hazırlık sürecinde çok ciddi
destek verdiler, bu çalışmanın hakkını vermek ve
bu kartı desteklemek de artık tüm Cemiyet üyelerine düşen bir görev.
9.- Eski Sultani Kredi Kartımızın Durumu
Nedir?
12 sene boyunca bizimle bu kart çalışmasını sürdüren Akbank ile anlaşmamız 2013 ile birlikte son
buldu.
17
Bir Belgesel Hikayesi:
Mauritius -Madagaskar
Madagaskar hem
madenlerinden dolayı
potansiyeli yüksek hem de
geleceği parlak adalardan bir
tanesi.
20
Yazan: Tulga Ozan (127)
Nairobi üstü Mauritius
Bu sene yayına girecek son belgeselimiz için
ekibi tecrübeli gençlerden oluşturduk. 7 kişilik ekibimizde Murat ve benim dışında her biri
en azından 30 ülke gezmiş genç ama tecrübeli
gezgin kardeşlerimiz bulunuyor. Tamamen Cafe
del Mundo ekibinden oluşan bu gezide Baran,
Candaş, Erdem ve Emrah bizle yola çıkıyorlar
ve Oytun da bizi Mauritius'ta yakalıyor. Hem yol
hikayesi olsun, hem de bütçeleri hafifletmek için
millerle Nairobi'ye uçup oradan Mauritius'ta bir
gece kalarak Madagaskar'ın başkenti Antananarivo'ya geçeceğiz. Bu sefer yola çıkarken daha az
yorucu bir rota planlayalım desek de gene heyecan başlayınca hiçbir şeyi kaçırmama kararı
aldık.
Yol öncesi hazırlıklarımızı Lonely Planet, forumlar ve devre arkadaşım Vedat Ay'ın verdiği bilgilere göre düzenledik. Bir gece Nairobi'de kalıp,
Jomo Kenyatta Meydanı ve Zürafa Çiftliği’nde
birkaç plan çekim yaptıktan sonra akşamüstü
Nairobi’den ayrılıyoruz ve Mauritius adasında
ertesi günkü çekimleri de düşünerek kuzey bölgesinde yer alan Grand Baie kasabasına geçiyoruz. Bu rotadaki en pahalı nokta Mauritius adası.
Oteller ateş pahası olunca Murat ve Baran beni
grupla yemeğe bırakıp ara sokaklara dalıyorlar.
Şanslı bir gündeyiz, sokakta karşılaştıkları bir
adamı ikna edip 50 Euro karşılığında sekiz kişi
kalacağımız bir daire kiralamayı başarıyorlar. Biz
de Queen Dodo isimli bir mekanda fiyat kalite
kıyaslamasında gayet kötü bir yemek yedikten
sonra sahildeki Banana Barda birkaç içki içiyoruz
ve ufacık bir dairede sıkışarak geceyi geçiriyoruz.
Bu coğrafya benim daha önceden hakim olduğum bir bölge değil. Mauritius denince aklıma
sadece hayvan türlerinin yok olmasına örnek olarak gösterilen "Dodo" kuşu geliyor. Çok uysal ve
kaçabilme kabiliyeti olmadığı için insanların çok
hızlı bir şekilde soyunu tükettiği canlılardan biri.
Bu adaya Avrupalıların ilk ayak basması 16. yüzyılın başlarında gerçekleşiyor. İstanbul'un fethi
ile birlikte kapanan doğu yollarına alternatif yaratmak için yola çıkan maceraperestlerden önce
Bartolomeu Dias ve ardından Vasco da Gama’nın
Ümit Burnu'nunu aşması ile bu coğrafyalara ilk
ayak basanlar Portekizliler oluyor. Ertesinde
Hollandalılar, Fransızlar ve en son olarak da İngilizler adanın kontrolünü ele geçiriyorlar. Günümüzde ise İngiliz Milletler Topluluğu güdümünde bir ülke Mauritius.
Bizim programımız Pamplemousse Botanik Bahçesi ile başladı. Profesyonel çekim özel izne tabi
olduğu için belli etmemeye çalışarak özel bir rehber tuttuk ve bahçeleri gezdik. Normalde botanik
çok ilgi alanım olmamasına rağmen mekanın
tarihi benim de ilgimi çekti. Kuruluşu 1735 yılında olan bu bahçeler 1770 yılında Pierre Poivre
isimli bir Fransız misyoner sayesinde stratejik
bir önem kazanmış ve Nantes fermanı ertesinde
Cape Town şehrinin kurulması ve buna mukabil
Endonezya'ya kadar ilerleyen Hollandalıların tüm
baharat ticaretini kendi tekellerine almasına karşın Fransızların baharat üretimi için çalıştıkları
bir mekan haline gelmiş.
hayalini kurduğu noktalardan "Allee des Baobaps" gezisi ve geri dönüş yolu. Esasında kendi
hızımızla dolaşsak araya başka yerler de sıkıştırırdık ama belgesel çekimi olduğu için önemli
olan kamera bu gezide.
Gezi bitiminde uçağa kadar vaktimiz kısıtlı olduğu için ülkenin başkenti, ismini Fransız Kralı XV.
Louis'den alan Port Louis'e geçiyoruz ama pazar
günü olduğu için her yer kapalı ve kısa planlar
çekip havalimanına devam ediyoruz. Buradan
Antananarivo'ya kadar kısa bir uçuşumuz var. İnternette girişte 80 USD vize ücreti yazmakta ama
bizim için ağır bütçe olacağından biraz karambole getirerek içeriye girmeyi başarıyoruz.
Madagaskar
Madagaskar hem madenlerinden dolayı potansiyeli yüksek hem de geleceği parlak adalardan
bir tanesi. Dünya pazarında birçok ülkenin hedefinde olması son dönemde de bazı karışıklıkların yaşanmasına sebep olmuş. Aralık ayındaki
seçimlerin sonuçları çok önemli; Fransızların ve
askerlerin desteklediği hükümet devrilirse ülkenin yeniden karışma ihtimali var. Bundan üç
sene önce ortağım Murat Fıçıcı geldiğinde tam
karışıklıkların ortasında kaldığı için istediği rotayı
yapamamıştı.
Madagaskar'daki rotamızda Tana'dan (Antananarivo) başlayarak güney batıya doğru ineceğiz,
Antisirabbe şehrini gördükten sonra, Fianarantsoa'dan buranın simgesel buharlı treniyle en
azından birkaç saatlik bir yolculuk yapma planımız var. Ertesinde Ambalavao şehrinde bu
ülkenin simgelerinden Zebu öküzlerinin satıldığı
pazarı gezip Isalo'da trekking için iki gece kalacağız. Safir madeninin çıktığı Ilakaka şehrini
gezerek Tulear ve Mozambik kanalı kıyısında
bulunan Ifaty'de deniz molası ve sonrasında da
uçakla Morondava'ya geçip dünyada gezginlerin
Havalimanından Tana'ya giderken anlaştığımız
taksicinin bizi Thierry'den Tulear'a götürecek
aracı ayarlaması için fiyat istiyoruz. Vakit sınırlı olduğu için tüm planlamalarımızı bitirmemiz
gerek ve şehre vardıktan sonra özellikle tavsiye
edilen Sakamanga Otel’e yerleşip; spa keyfi yapmaya Colbert Otel’e geçiyoruz. Buraya geldiğimde beni en şaşırtan noktalardan birisi hizmet
kalitesi oldu. Daha önce bizim devreden Vedat ve
Zafer ile konuşmam buranın çok kötü şartlarda
yaşayan bir ülke olduğu intibasını vermişti ama
gittiğimiz otellerin kalitesi, restoranların kalitesi
21
mükemmeldi. Hele ikinci gece gittiğimiz La Varangue restoran Avrupa standartlarında dahi iş
yapabilecek bir mekandı. Burada öğrendiğimiz
kadarıyla emekliliği gelen Fransız şefler hem etin
kalitesinin çok iyi olması, hem de ülkenin ucuz
olması dolayısıyla bu ülkeye yerleşmeye başlamışlar.
Tana şehrinin en keyifli gezilerinden birisi artık
görmeyi unuttuğumuz eski Renault 4 taksilerle
ama Parc National Antisibe Mantadia'nın yanında
bulunan Vakana Forest Lodge bizim rahat çekim
yapabilmemiz açısından ideal yer oldu. Lemur
adası diye adlandırılan yerde insana çok alışmış
lemurlarla oynamak ve yakın temas kurmak bize
çekimlerde ciddi avantaj sağladı. Lemur parkına
giderken yaptığımız iki saatlik yol boyunca ise
en çok dikkatimi çeken kremit üretimi ve pirinç
oldu. Özellikle seyahat boyunca gördüğümüz gö-
Madagaskar denince akla gelen diğer özelliklerden birisi de bitki
ve hayvan çeşitliliği. Yaşayan 13 bin bitki türünün yüzde doksanının
endemik olduğu bu adanın simgesi haline gelen hayvanlar ise
Lemurlar
şehri dolaştığımız zaman oldu. Bu adanın havasında havalimanından ilk indiğimiz andan itibaren bir Küba havasını hissettim. Kıta Afrikası ile
kıyaslarsak kendinizi inanılmaz derecede güvende hissettiren topraklar ve çok mülayim insanlar
Malgaşlar. Sabahtan "Palais de La Reine" kıyısında güzel bir kahvaltı ettikten sonra araçlarla
güzel çekimler yaparak şehri dolaşıyoruz ve günümüzü Analakely pazarında bitiriyoruz.
Madagaskar denince akla gelen diğer özelliklerden birisi de bitki ve hayvan çeşitliliği. Yaşayan
13 bin bitki türünün yüzde doksanının endemik
olduğu bu adanın simgesi haline gelen hayvanlar
ise Lemurlar. Maymungillerden diyebileceğimiz
bu hayvanlar Madagaskar'ın Afrika kıtasından
kopmuş olması sayesinde yaşamlarına devam
edebilme şansları olmuş. Diğer primat ve maymun türlerine göre çok daha uysal oldukları
için adanın karadan kopmuş olması sayesinde
yiyecek bulabilmeye devam etmiş ve Afrika'nın
acımasız avcılarından kurtulabilmişler.
Lemurları ülkede birçok yerde görmek mümkün
22
rüntüler bana Afrika'dan çok Güney Doğu Asya
hissiyatı verdi. Vietnam'ın Sapa kasabasındaki,
Filipinlerin Banaue taraçalarının sanki minyatür
modelleri gibi olan görüntüler tüm adada karşımıza çıktı.
Tana'daki son gecemizde biraz da gece hayatını
görmek istedik. Yaptığım araştırmalarda özellikle
Six, Le Bus, Kudeta isimli klüpler ön plana çıksa da haftasonu olmadığı için çok fazla hareket
yoktu, şehirdeki en hareketli yer ise Glacier isimli
pavyondu. İçeriye girince Fransızların neden çok
fazla Pattaya'da görünmediklerini de anladım.
İngilizce konusundaki kabiliyetleri herkesçe
malum olan bu toplum gene aynı beklentilerini
kendi lisanları konuşulan Fas, Madagaskar gibi
ülkelerde karşılamaya geliyorlar. Sabah erken
kalkacağımız için çok fazla kalmadık ama ortamı
biraz görmüş olduk.
Tana'dan ayrılacağımız sabah ilk günkü şoförümüz Thierry'nin ayarladığı minibüs bizi almaya
geliyor. Ufak bir araç ama ekipteki herkes çok
daha zor şartlarda birçok seyahati gerçekleştirmiş tecrübeli çocuklar. Gideceğimiz yol toplam
1000 km civarında olsa bile yol şartları çetin
olduğu için dört gün sürecek ve çekimleri de
göz önünde bulundurarak sabah altıda otelden
ayrılıyoruz.
İlk durağımız Antisrabe şehri ülkenin üçüncü
büyük şehri. Norveçli misyonerlerin 1800’lü
yıllarda kurduğu bu şehir ülkenin termal merkezi olarak da biliniyor. Turistik merkez çok
geniş olmadığı için buradaki gezimizi "Poussepousse" diye adlandırılan insanların çektiği ufak
araçlarla yapıyoruz. Başlangıç noktasına gelince
tüm şoförler iş kapmak için hafif bir arbede çıkartıyorlar ama gerginlik olamayacak kadar sakin
yaradılışlılar. Yaklaşık bir saatlik çek - çek gezimizden sonra şehrin en güzel mekanı "Hotel des
Termes"de bir mola veriyoruz ve öğle yemeğinin
ertesinde Fianarantsoa şehrine doğru yola çıkıyoruz. Esasında planımızda "Romafana" Milli
Parkı olmasına rağmen yolun bozuk olması bizim rotada değişiklik yapmamıza sebep oluyor ve
Romafana yerine Ambalavao yakınlarındaki Anja
Parkı’nı görmeyi tercih ediyoruz. Yolun bazı kısımlarında otuz kilometrelik bir yolu yaklaşık bir
saatte ancak geçebilmekteyiz.
Fianarantsoa'ya vardığımızda gece oluyor ve sabah erken kalkarak buranın doğu kıyılarına kadar
giden trenine binmek isteğindeyiz. Esasında ilk
programda ülkenin en önemli limanlarının bulunduğu doğu kıyılarını gezmek de vardı ama çok
hızlı gitmek çekim kalitesini düşürür diye hafifletmek durumunda kaldık.
Tren istasyonuna vardığımızda ise günün sürprizi ile karşılaşıyoruz. Trene çok fazla "Lyche"
meyvesi yüklendiği için bozulmuş ve yeni trenin
ne zaman geleceği belli değil. Vakit kaybetmeden
Ambalavao'ya hareket ediyoruz ki şehirdeki Zebu
marketi görebilme şansımız olsun.
yapan kadınlar ve çocuklar çok karışık ama hoş
görsellikler yarattı.
Ertesinde de bir gün önce Berny sayesinde tanıştığımız kuyumcu sayesinde, cüzi bir ücret karşılığında önce madenleri geziyoruz, ardından Oğuz,
Candaş ve ben köy içinde çekim için dolaşıyoruz
ve taşlar hakkında bilgi alıyoruz. Şehirde sadece
Avrupalı ve Malgaş yok. Çok fazla Sri Lankalı,
Çinli ve Tai tüccar da bulunuyor. Maden gezisi
esnasında iddia ettiklerine göre dünyada son on
yılda çıkan taşların yüzde doksan beşi Madagaskar'dan gelmekteymiş ama buradan alıp Tayland
ve Sri Lanka'da pazarlıyorlarmış. Bizim geldiğimiz dükkan ise İsviçreli bir madenci çocuğa ait.
Kendisi Cenevre kökenli ve çok yaşlı göstermese
de sadece Madagaskar'da on yedi yıldır madencilik yapıyormuş. Bize rehberlik yapan ise Gana
kökenli. Dükkanın müdürü ve sağ kolu. Sonuç-
Zebu öküzleri Güney Asya'da başka ülkelerde
de karşımıza çıkmıştı. Ancak bu adadaki cins en
saf örneği kabul ediliyor ve ülkedeki en önemli
et kaynağı. Ambalavao şehrindeki pazar ise sadece Çarşamba ve Perşembe günleri kuruluyor
ve adanın her tarafından yetiştiriciler ve satıcılar
buraya gelmekteler. Marketteki fiyatlar ülke gerçeklerini de daha net önümüze koyuyor. Koskoca bir öküzün fiyatı 150 Euro kadar. Tana'da
neredeyse Türkiye fiyatlarında yemek yediğimiz
şık restoranların fiyatlarını kıyasladığımızda yerel
yaşamın farkı ortaya çıkıyor. Şehrin 7 km yakınında bulunan "Reserve D'Anja" isimli park ise
turistik geziler için köylüler tarafından yapılmış
olsa da bu taraflara geldiğinizde kaçırılmayacak
kadar güzel bir park. Daha önce görmediğimiz
Lemur cinslerinin haricinde bukalemunlar ve bu
adaya has "yaprak böceklerini" görme şansımız
da oldu.
Öğle yemeğini "Chez Betsileo" isimli bir mekanda yedik. Yerliler tarafından işletilen ufak ama
sevimli bir mekan. İsmi de bu bölgede en yoğun olan kabileden gelmekte. Üç ana kabile var,
bunlardan Tana taraflarında yaşayanlar adanın en
eski yerlileri olan Merina kabilesi. Bu kabile Malezyalı korsanların adaya gelmeleriyle oluşmuş.
Betsileo ve Baralar da diğer kalabalık kabileler.
Öğleden sonra araçla gene zor bir etabı tamamladıktan sonra adaya gelirken en çok tavsiye edilen
mekanlardan İsalo Ulusal Parkı yakınında Ranohira kasabasına ulaştık. Lonely Planet'in tavsiyesi birkaç kuşaktır adada yerleşik olarak Breton
kökenli bir aileden olan Berny'nin işlettiği otel.
Brest kökenli dedesi geçmişte birçok Breton'un
yaptığı gibi ülkesini terk edip ekmeğini Afrika
taraflarında aramış. Rehber kitapta o tarafların
sahibi gibidir deniyordu. Gerçekten de inanılmaz
bir siyasal gücü var. Hele bir de bizim belgesel
çektiğimizi duyunca çok hoşuna gitti ve istersek kullanmamız üzere hem İsalo Milli Parkı’nın
içindeki 600 dönümlük kendine ait yer altı gölü
olan araziye hem de daha sonra gideceğimiz İfaty
tarafında yine kendine ait 100 dönümlük plaja istediğimiz gibi gireceğimiz izinleri imzaladı.
Trekking günümüzde sabahtan önce 6 kmlik bir
yol yapıyoruz ve Maki Kanyonu’ nun içine giriyoruz. Bu bölgeye yaklaşırken alanı görünce burası
Madagaskar'ın Kapadokya'sı demiştim, bir nevi
haklı çıktım. Aşınma nedeniyle oluşmuş kanyonlar arasında düzgün yürüyüş rotaları bulunuyor.
Sabah gittiğimiz Maki Kanyon, Lemur ve Kral
arasında yaşanan bir efsanevi hikaye ile tanınıyor
ama halk arasında buraya "Maymunlar Kanyonu"
diyorlar. Maymun denmesinin sebebi Lemurların
24
endemik türlerden biri olması. Buraya ilk gelen
beyazlar maymun ile farkı anlayamadıkları için
farklı bir cinsi olarak algılamışlar. Daha sonra
yapılan araştırmalar ise Madagaskar Adası’nın
Afrika kıtasının kopmasıyla evrim sürecinde farklılaşmış bir primat olduğunu ortaya çıkarmış.
Öğle yemeğinden sonraki rotamızda ise önce yer
altı gölüne gidiyoruz ve orada biraz dinlendikten
sonra bir Bara köyü ziyareti gerçekleştiriyoruz.
Köydeki yerleşimlerin mimari olarak nasıl değiştiğini görmek, hep söylediğimiz gibi on sene
sonra birbirinin aynı olan bir dünya için ilk adımların atıldığını göstermekte. Eski kerpiç evlerin
yerine betonlar başlamış, orta yaş üstü halk her
ne kadar geleneksel yaşasa da gençler akıllı telefon kullanımına kadar hakim olmaya başlamışlar.
Sonuçta teknolojinin imkanları kolaylaştırdığı
bir dünyada önce gezginler her yere adımlarını
atıyor, onların halkla iletişimleri yerelleri iyice
yumuşattıktan sonra bölge organize seyahat turistine hazır hale geliyor.
Baobap ağaçları arasında
Bu bölgeye gelirken bana İsalo'yu çok methetmişlerdi ama hayvan ve bitkiler açısından özel
bir araştırma yapmadığım için beni çok fazla
etkilemedi. Hatta organize seyahat programı için
düşünmeye gerek olmayabilir ama belgesel açısından fena olmadı sanırım. Ancak sabah İsalo
çıkışında sabahtan ziyaret ettiğimiz İlakaka kasabası çekimler açısından tüm yolları yapmaya
değdi.
1998 yılına kadar üç beş haneden oluşan bir kasaba İlakaka ve etrafında geçmişte Fransızca “genenar” (grenade) olarak ifade ettikleri "passion
fruit" ağaçları bolca bulunmaktaymış. Bu adanın
o zamanlar maden kaynakları çok göz önünde
olmadığından özellikle Passion ve Lyche, meyve tüccarları açısından oldukça önemli. Safir'in
bulunması ise tamamen şans eseri olmuş. Delorme isimli Fransız bir tüccar aldığı passion suyunun içinde çıkan taşa dikkat etmiş ve bunun
incelenmesi gerektiğine karar vermiş. Elindeki
taş örneği ile Tana şehrine gidince yaptırdığı
testlerden taşın ne kadar değerli olduğu ortaya
çıkmış ve haliyle bu bilgiyi herkesten saklayarak
maden hazırlıklarını tamamlamak üzere Fransa'ya
iki aylığına gitmiş. Geri döndüğünde ise herkesten bilgisini sakladığı köyde halihazırda üç bin
madenci kazı yapmaktaymış.
Mantar gibi büyüyen İlakaka kasabası şu an için
çevrede yüz bin kişinin istihdamını sağlayan bir
merkez haline gelmiş. Sabah köye girerken bir
dere yatağında şans eseri karşımıza çıkan görüntüler gerçekten çok güzeldi. Derede taşları eleyen
madencilerin yanında araba yıkayanlar, madencilerin safiri çalmasını engellemek için orada
duran güvenliklerin yanında günlük banyolarını
ta mekan turist guruplarına yönelik bir mekan
ve Türkiye gibi senede belki de bir grup bile
gelmeyecek ülkeden gelen, kesinlikle alışveriş
yapmayacak gezginlere gösterdikleri yakınlık ve
misafirperverlik çok hoş.
Saat 10'da tüm şehir kapanmaya başladığı için
burada işi uzatma şansımız yok. Sokaklar boşalmaya, ufak safir tüccarları kulübelerini kapatmaya başlıyorlar ve biz de Tulear'a doğru hareket
ediyoruz. Burada en çok içimde kalan köyü gezerken öğrendiğimiz gece ortamı oldu. Bizim de
orada olduğumuz Cuma gecesi madenlerde parti
düzenlenirmiş. Kovboy şapkalı madenciler ve
ortam tam filmlerde gördüğümüz vahşi batı hikayesi şeklinde olmaktaymış. Gerçekten görülmeye
değer olmalı.
Tulear Mozambik kanalı kıyısında bir şehir ve
adanın ikinci büyük yerleşimi. Ben liman özelliği daha ön plana çıkar diye beklemiştim ama
sanırım kıyıya çok yakın mesafede bulunan
dünyanın en büyük mercan oluşumlarından biri
dolayısıyla limana uygun bir alanı yok. Anlattıklarına göre özellikle adanın doğu tarafında çok
büyük limanlar bulunmaktaymış. Biz Morondava
öncesi yorgunluğu atmak için iki gece İfaty'de
konaklıyoruz.
İfaty'den sonrası için artık araçtan ayrılma vakti.
Uçakla Morondava'ya geçiyoruz ve burada hem
gün doğumu, hem de gün batımı çekimleri için
"Allee des Baobaps" a gidiyoruz. İsmini çok duyduğum dünyada görülmesi gereken yerler listesinde üst sıralarda olan bir yer ve buraya gelince
en az duyduklarım kadar etkileyici olduğunu gördüm. 1000 yıllık Baobap ağaçlarının arasında
muhteşem görüntülerle belgeseli noktaladık…
Her Cumartesi
DJ Party
Saat 22.30’da
Çalıkuşu Sokak No: 7 Levent
0212-2858687
25
Kumdan
Kaleler ve
Atlas
“ ...17 yıl arayla çıkmış iki albüm…” demiş. “İki farklı grup… Aslında karşılaştırmak
haksızlık…” İtiraf edeyim, mektubunu okuyana kadar ben de düşünmemiştim farkları ve
benzerlikleri...”
Yazan: Tuna Kiremitçi (124)
“Atlas’ın albümünü dinlerken Kumdan Kaleler’i
hatırlıyorum” diyor mektubunda. “Eski bir tanıdık
gibi. Farkları ve benzerlikleri yakalamaya çalışarak...” Kendisi bizim kuşaktan. Şimdi uzaklara
savrulmuş olsa da gençliğini bizimle aynı yerlerde, aynı duygularla geçirmiş. Denize doğru kurulan kumdan kalelerle… Şahsen tanışmıyoruz ama
tanıdık sayılırız. Aynı sokaklarda dolaşmış,
aynı vapurları beklemiş, aynı trenleri kaçırmışız… Ne zaman kitabım çıksa mektup
yazar, duygu ve düşüncelerini harbi harbi
anlatır; kanaati ne olursa olsun ahbaplığımız bozulmaz. Şimdi de yeni grubumuz
Atlas’ı dinlemiş, karışık duygular içinde almış kalemi (pardon, tableti) eline. Kelimeler
kelimeleri kovalamış, fikirler fikirleri. “17 yıl
arayla çıkmış iki albüm…” demiş. “İki farklı
grup… Aslında karşılaştırmak haksızlık…”
İtiraf edeyim, mektubunu okuyana kadar ben de
düşünmemiştim farkları ve benzerlikleri (konu
müzik olunca sözcükler yetersiz). Ama düşününce, bazı kıvılcımlar çaktı.
C
l Kumdan Kaleler şarkıları, duyguların hâlâ saygı
gördüğü bir dünyaya söyleniyordu. Atlas’ın yaşadığı dünyada ise artık duygular gibi “pürüzlere”
yer yok.
l Kumdan Kaleler, vahşi bir dünyanın içinde-
M
Y
CM
MY
CY
CMY
l Kumdan Kaleler, karanlığın henüz tam egemen olmadığı bir dünyada yaşadığından, dünyaya gelmesi biraz daha kolay olmuştu. Atlas
ise karanlığın bağrında doğdu: Plasentayı yırtmak zorunda kalarak.
l Kumdan Kaleler hayvan olsa, endişeli ev
kedisi olurdu mesela. Atlas ise yaralı sokak
köpeği…
l Kumdan Kaleler 20. yüzyıl grubuydu, kendini ciddiye alıyordu. Atlas ise 21. yüzyıl grubu.
Kendini ciddiye alma konusunda hayli temkinli.
ki zarafet arayışıydı. Atlas ise böyle bir zarafetin
mümkün olmadığını nihayet anlamış olmanın
öfkesi.
l Kumdan Kaleler, 90’lı yıllardaydı. Üzerine yavaş
yavaş karanlık çöken bir ülkede, karanlıktan korkan çocukların şarkıları… Birbirlerine cesaret vermek için sokulup söyledikleri. Atlas ise karanlığın
çoktan çöktüğü bir ülkede, korkmaktan vazgeçmiş
adamlardan oluşuyor. Cesur olduklarından değil,
artık korkacak bir şeyleri kalmadığından.
l Kumdan Kaleler, 90’lı yıllarda çekilmiş ama
70’lerde geçen bir yol filmi gibiydi. Atlas ise yine
90’larda çekilmiş ama bu sefer 2010’larda geçen
bir bilim-kurgu filmi. Ortak noktaları, 90’lar romantizmi.
l Kumdan Kaleler şarkılarını söyleyenler, yaralanmaktan korkmayan çocuklardı. Atlas’takiler ise
notaları yara izlerinin üzerine kazıyan adamlar.
l Kumdan Kaleler dünyada kurtarılacak ne kaldıysa kurtarmaya çalışmaktan yanaydı. Atlas ise
duman olmuş şeylere bir acı tebessüm.
26
l Kumdan Kaleler acemi, çekingen, tutuktu. Usul
bir sesle, rüzgâra söylerdi şarkılarını. Atlas ise girişken, atak ve kavgacı… Şarkıları karanlığın tam
suratına!
l Kumdan Kaleler, Küçük İskender şiirleriyle
hısım idi. Atlas ise Ahmet Ümit romanlarıyla akraba…
l 1990’lar ortamında Kumdan Kaleler’in doğmuş
olması normaldi. 2010’lar ortamında Atlas’ın doğması ise tam anomali!
l Kumdan Kaleler “biz büyüdük ve kirlendi dünya” dizesini takdir ederdi. Atlas ise idrak ediyor.
l Kumdan Kaleler icabında dalgalar tarafından
yıkılmak üzere kuruldu. Atlas ise o dalgalara direnmek için.
Günün sözü: Geçmiş, geleceğin hammaddesi.
K
Mektep ve
Turist Rehberliği
1960’lı yılların sonlarından 2000’li yılların başlarına dek, okulu bitirenlerin arasında kimi
gençlerin tercihinin turizm olduğu görülüyor...
Galatasaray tarihinin farklı dönemlerinde,
okulu bitirenlerin tercih ettikleri kimi meslekler, bir moda akımı gibi benimsenmiş, okulla
özdeşleşip bütünleştirilmiştir… 20. yüzyılın
başlarından 1960’lı yıllara dek Galatasaray
tartışmasız Türk siyaset ve diplomasi tarihinin
en önde gelen ekolüdür. Dünyanın dört bir köşesinde Türkiye’yi temsil eden diplomatların,
ya da kimilerinin büyük bir kıskançlıkla nitelendirdiği gibi “Mon Chers’lerin” birçoğu ve
yine Türk siyasetinde yer alan birçok bürokrat
Mekteb-i Sultani kökenlidir.. Günümüzde,
artık eskisi gibi olmasa da, diplomasimizdeki Galatasaraylıların sayısı yadsınamaz. Bunun yanı sıra, ikinci bir akım, Galatasaray’ın
Türk yazım tarihine kazandırmış olduğu fikir
ve kalem insanlarıdır. Yazarlardan gazetecilere, yayımcılardan reklamcılara birçok Galatasaraylı ön saflarda yer almışlardır. Ancak,
1960’lı yılların sonlarından 2000’li yılların
başlarına dek, okulu bitirenlerin arasında kimi
gençlerin tercihinin turizm olduğu görülmeye
başlanır ki, tercüman rehberlikten acenteciliğe birçok Galatasaraylı bu renkli sektörün
içinde yer almış ve bilhassa tercüman-rehberlik mesleği Galatasaraylılara oldukça cazip
gelmiştir. Bu sayıda Galatasaraylı rehberlere
söz vererek mekteple meslekleri arasındaki
ilişkiyi irdeledik.
Bülent Demirdurak (107)
Moda Meslek
Turgay Tuna (İzci) (102)
Bizim dönemimiz, zannediyorum; Türkiye’de
tercüman-rehberlik mesleğinin en şanslı ve en
güzel dönemiydi. Öncelikle 1970’ li yılların başlarına dek günümüzde olmayan bir şey vardı ki,
yabancı bir dili çok iyi bilen, konuşan lise öğrencileri de “amatör” olarak nitelendirilen rehberlik
yapma hakkını ve kokardını elde edebiliyor; bir
yıl içine sığdırılmış kurslar, geziler ve sınavlar
sonunda başaranlar rehberlik yapmaya hak kazanabiliyorlardı. 1970’ li yılların başlarında, Turizm
Bakanlığı’nın aldığı bir kararla amatör rehberlik
kaldırıldı, bu işi üstlenen gençlik kurumlarının
turizm birimleri kapatıldı ve tercüman-rehberlik
mesleği tamamen profesyonelleştirildi..
Ben, rehberliğe lise yıllarında, yani 1967 yılında
amatör olarak başladım. 1973 yılından sonra da
Turizm Bakanlığı’nın profesyonel rehberi oldum.
1970’li ve 80’li yıllar mesleğimizin altın çağı idi.
Gelen turist gruplarının kültür ve ekonomik düzeyleri oldukça yüksekti. O zamanlar, Türkiye
gibi gelişmekte olan bir ülkenin yaşam şartlarını
da ele aldığımızda, rehberlik yapan bir gencin
çok büyük avantajları vardı.. Çok insan tanıdım;
binlerce yabancıya yurdumu tanıttım, sevdirdim.
28
Çok aşık oldum. Bir dönem Air France’da hosteslik yapan bir arkadaşım sayesinde Fransa’ya
uçak parası vermeden gelip gittim. Ve sonunda
sırılsıklam aşık olduğum turistlerimden biriyle
evlendim. Çok büyük dostluklar kazandım. Kütüphanelerimin içindeki kitapların bile birçoğu
yıllarca gezdirmiş olduğum insanların hediyeleridir…
Rehberlik yaşamımda Galatasaray’ın büyük etkisi
oldu. Başladığım yıllarda kendilerini örnek aldığım Selçuk Güvengez, İbrahim Üstünboy, Kemal
Suman gibi ağabeylerimiz vardı. Zannediyorum,
bizlerin de örnek olduğu birçok kardeşimiz var.
Hayaller Gerçekleşir
62 yaşındayım ve rehberliğime büyük bir tutku ile
durmaksızın devam ediyorum. Şimdilerde, artık
yabancıları Türkiye’de değil de Madagaskar ormanlarından Sudan çöllerine, Sokotra Adası’ndan
Togo’ya Türkleri yurt dışında gezdiriyorum. Bir de
yıllardan beri Bakırköy’den Beyoğlu’na, Kumkapı’dan Çatalca’ya İstanbul’un dört bir köşesinde
yaptığım kültür turları var. Eğer bir daha dünyaya
gelecek olsaydım, yine Galatasaray’da okumayı ve
yine rehberlik yapmayı yeğlerdim..
Albert Einstein, ‘’ Hayal gücü uçurur ‘’ demiş.
Ben, hayal kurmaya dünyanın en güzel okulunda geçirdiğim çocukluk yıllarımda başladım.
Arkamda bıraktığım yıllara bakınca, bazılarını
gerçekleştirebildiğim hayallerimin kendime verebildiğim en büyük ödül olduğunu görüyorum.
Piyangodan büyük ikramiye kazananların ortak
istekleri seyahate gitmek olur. Oysa dünyanın
bir yerlerine gitmek için ilk koşul zengin olmak
değildir. Gezgin olmak yalnızca uzaklara gitmek
de değildir. Çok yakınlarda da keşfetmeye değerli çok şey vardır. Yola çıkarsanız mutlaka bir
yerlere varırsınız ve size mutlu edecek birşeyler
bulursunuz.
Gezerek ve gezdirerek geride bıraktığım kırktan fazla yılı düşündükçe keyiflenirim. Gittiğim
yerleri özlerim, gidemediğim yerleri ise merak
ederim. Pantanal’daki timsah Zico’yu, Colca’daki
alpaka Meli’yi, Torres del Paine’de önümde doğan guanaco’yu, Amritsar’da yolumu gözleyen
topal köpeği, Bodrum’daki papağan Godoş’u
hiç unutmadım. Çocuklarımıza verebileceğimiz
en önemli değerin aile, vatan, doğa ve hayvan
sevgileri olduğunu yollarda çok iyi anladım.
Yollar bazen neşeli, bazen tatsız sürprizlerle
doludur. Önemli olan ise tüm bunların yaşanması gerektiği anlayabilmektir. Bir haftalık gezi
süresince programlarında olan hiçbir yeri gezememelerine karşın ülkelerine çok mutlu dönen
Fransızların, herşey yolunda iken mutsuz olabilen Türklerin hikayelerini kitaplarımda yazdım.
Aşırı yağışların kapattığı Machu Picchu yolunu,
püsküren lavların ulaşılmaz kıldığı Japonya uçuşunu, bir bayram sabahı 45 kişiyle otobüssüz
kaldığım tren garını bugünlerde gülümsemeyle
anımsıyorum.
Hayatın her adımını planlayamazsınız. Önemli
olan yaşamın müsvettesinin olmadığını anlayabilmektir. Kaşığınızda ne çıkarsa onunla yetinin
ve hayallerinizin arkasından koşmaktan vazgeçmeyin.
Kariyer
Planlamada
Tesadüf Etkisi
hemen kucak açıyorlar. Unutamadıklarım Alfatour’da Ali Gümrükçü, TURBAN’da Bülent Aşk…
Ufak ufak, kongrelerde mihmandarlık, mavi tur
teknelerinde accompagnateur’lük derken turizm
dünyasına giriveriyoruz… Sonra bir akşam odaya
geldiğimde, bakıyorum ki bir hazırlık bir telaş var.
Japon’la Uğur bir yere gidecekler. “Nereye?” diyorum; bilmem ne otelinde rehberlik sınavı mülakatı
varmış. “Bana niye söylemediniz ulan?” diyorum;
“Başvurduğumuzda sen yoktun, sonra da unuttuk”
diyorlar. Domuz Murat’tan, Yusuf Şimşek’ten biliyorum; rehberlik çok iyi para kazandırıyor. “Ben de
geleyim, belki beni de alırlar” deyip peşlerine takılıyorum. Üzmüyorlar; beni de mülakata alıyorlar.
Mülakat komisyonu başkanı yine Galatasaray’dan
bir abimiz. Şimdi adını hatırlayamadım ama iş oluveriyor ve Ankara’daki sınavlara girme hakkı kazanıyoruz. Ankara’ya gitmişken önce bir kendimizi
alemlere salıveriyoruz tabii. Uğur biraz fazla kaçırdığından, genel kültür sınavında sızıp kalıyor. Belçika’dan gelme Japon hiç beklenmedik bir şekilde
Fransızca sözlüden çakıyor. Bana da sınav hocası
“Senin Fransızcan pek iyi değil gibi, ama anlatma kabiliyetin iyi” deyip, geçiriveriyor. Neredeyse
şans eseri öğrenip gittiğim bir mülakat sonrası
hayatım değişiyor, kimya mühendisi yerine rehber
oluyorum. İyi de oluyor aslında. Kimya mühendisliğini ne kadar sevemediysem, rehberliği de o
denli seviyorum… Bu arada, Uğur’la Japon da
pes etmiyor. Onlar da ertesi yıl yapılan sınavları
geçip, rehber kervanına katılıyor. Sonrasında beraberce yaşanan bir sürü anı; ama burası onları
anlatmaya yetmez... Yeri gelmişken söyleyeyim;
rehber anılarıyla ilgili en güzel kitaplardan biri,
(nur içinde yatsın) sevgili abimiz Kemal Suman’ın
kaleme aldığı “Kah Orada Kah Burada”dır…
Ahmet Faik Özbilge (116)
Sene 1986, Boğaziçi Üniversitesi’nde kimya mühendisliği okuyorum… Mektepten sınıf arkadaşlarım Uğur Aşgel ve Japon Bülent’le yurtta aynı
odada kalıyoruz. Okul çok güzel, kızlar da öyle,
ama para-pul hak getire. Ellerimiz kollarımızdan
ziyade ceplerimiz bağlı. Sosyetik öğrencilerin
geri götürmeye üşenip sağda solda bıraktıkları
şişelerin depozitolarıyla ayakta durmaya çalışıyoruz. Bu da kurduğumuz hayallere yetmiyor tabii.
Haliyle hem okuyup hem de daha fazla para kazanmanın yollarını arıyoruz. Yegane sermayemiz
hasbelkader Fransızca ve İngilizce bilmemiz.
Turizmde Galatasaraylı abilerimiz sağolsunlar,
29
Cemiyet lokalimizin yeni binasının
yapımına destek veren
tüm Galatasaraylılara teşekkür ederiz.
Galatasaraylılar Derneği Yönetim Kurulu
�������
��� �
Bir Gezgin Hayatı
1976 yılında İstanbul’da doğdum. Galatasaray
Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde Turizm Otelcilik okudum. Lise zamanında
Tulga Ozan (127)
havaalanı-oteller arası transfer yaparak başladığım turizm yaşantısına, mesleğin getirdiği hareket özgürlüğü hayallerimi gerçekleştirmekte birçok
avantaj sağlayınca, profesyonel turist rehberi olarak devam ettim. Bu esnada Avrupa’nın neredeyse
tamamını gerek turlar, gerekse kendi seyahatleri vasıtasıyla gezdim. 2003 yılında hayatıma yeni bir
heyecan katmak için Galatasaray Üniversitesi Mezunlar Derneği’ne bir lokal açtım ve bu mekanı üç
sene işlettim. Burayı devrettiğimde de farklı dünyaları keşfetmek için Güney Amerika ile başlayan
“Yarı zamanlı Dünya turuna” başladım. 2007 sonlarından itibaren dünyanın özel noktalarını gezmeye
başladım. Süre gelen seyahatlerde 150’nin üzerinde ülkede bulundum. 2010 yılında bir hostel projesi
hedefleyerek İstanbul’da Veli Pera Lounge Bar’a ortak oldum. Ancak hostel projesi gerçekleşmedi ve
sadece bar işletmeciliğinde kaldık. 2012 yılında kurucusunun üniversite arkadaşım Murat Fıçıcı’nın
olduğu, Eskişehir kökenli, tüm ekibi gezginlerden oluşan Cafe Del Mundo’nun Ankara şubesinin açılışında bulundum ve bu aileye dahil oldum. Aynı yılın sonunda İzmir şubesi açıldı ve aile genişlemeye
devam etti. Halen Varuna Gezgin ekibi ile birlikte dünyanın farklı coğrafyalarını keşfetmeye devam
etmekte ve gene aynı ekiple beraber İZTV’de “Gezmek için Yaşamak” belgeselini çekmekteyim. 2013
yılında gezi anılarımı anlatan “Dünya Değişmeden” kitabını yazdım.
Galatasaray en Péril
La coopération française en Turquie est à un moment clé de son histoire. Des décisions du Ministère français des Affaires Etrangères risquent de
mettre en péril un investissement fort de 150 ans
de bonnes relations franco-turques. Si les conséquences économiques et politiques de ce repli
stratégique de la France sont inestimables, les
causes semblent quant à elles plus dogmatiques
que pragmatiques.
Le projet Galatasaray, modèle de coopération
éducative félicité par les experts, est en danger.
De nouveaux contrats à durée limités dans le
temps mis en place en 2009 imposent un renouvellement des équipes enseignantes qui s’avère
incompatible avec leurs missions sur le terrain.
32
Malgré de récurrentes alertes lancées par les autorités turques et les enseignants du lycée Galatasaray et de l’université Galatasaray depuis leur
mise en place, le Ministère français des Affaires
Etrangères (MAE) vient d’annoncer son refus à
toute modification contractuelle qui pourrait permettre de pérenniser les équipes enseignantes et
donc le projet Galatasaray.
�
��
Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, La Liga, NBA,
Turkish Airlines Euroleague, F1, Moto GP,
WWE, Tenis, Voleybol ve çok daha fazlası,
HD kalitesiyle
Pourtant les enjeux de la coopération sont cruciaux, et les retombées pour les deux pays tant politiques qu’économiques inestimables. Nous assistons là à une redéfinition sous-jacente unilatérale
de la politique de coopération qui matérialise un
repli stratégique de la France.
Une page Facebook a été créée pour informer des
différents événements et une pétition destinée à
alerter le ministre français des Affaires Etrangères
Laurent Fabius est en ligne. Merci de votre soutien
à tous.
Les représentants des enseignants français
Bien que des solutions françaises méritent d’être
étudiées de façon plus approfondies, le MAE ne
semble vouloir envisager qu’une réponse dans un
cadre turc en proposant de placer les enseignants
français en contrat local via la Fondation Galatasaray. Si cette voie semble plus qu’hypothétique,
elle ne permettra pas de stabiliser les équipes.
Adresse de la page Facebook: https://www.
facebook.com/pages/Enseignants-MICEL-engr%C3%A8ve/323875217755747
O85O 266 OO OO
www.dsmart.com.tr
25. mezuniyet yıllarını kutladılar
120 devresinden
bir belgesel projesi:
Bir süredir okulumuzun
değişik e-posta gruplarında,
mezunlarımızın sosyal
paylaşım sitesi hesaplarında
merak uyandıran 120 Yüz
adlı belgeselin kısa tanıtım
filmleri dolaşıyor. Yakında
başlayacağı ilan edilen bu
belgeselin arkasındaki 120
devresi ile bu projeyi ve
merak edilenleri konuştuk
En klasik soruyla başlayalım isterseniz;
neden ‘120 tane Yüz’?
Tanıtım filmlerimizde de bahsettiğimiz gibi fikir,
bu seneki Pilav gününde ortaya çıktı. Sonrasında
Cemiyet’te bir araya geldiğimiz sohbetlerde herkes
fikri hemen benimsedi, temeli şekillendi. Ama kendimize bir hedef koyalım dedik ve devremizin sayısı
olan 120’yi seçtik.
adamı büyüklerimiz de var. Bakanlar var. Bir kral, bir
cumhurbaşkanı, bir general var. Hatta bir zamanlar
sizin ve bizim de oturduğumuz sıralarda hem de
‘halk’tan arkadaşlarıyla birlikte okumuş bir Osmanlı
hanedanı veliahtı var. Tasavvufçu da var, fizik profesörü de. Sporcular da var, bildiğiniz casus da. Tüm
bu isimlerle aynı koridorlarda yürümüş olmak, aynı
yatakhanelerde aynı tavanları seyredip muhtemelen
benzer hayaller kurmuş olmak bile heyecan verici.
Peki fikir neydi?
Galatasaray, çok büyük bir aile ve bu deniz derya
camianın içinde bir sürü hikaye var aslında. Hepimiz okulda ve mezun olduktan sonra bambaşka hayatlar yaşıyoruz. Bazılarımızın nice değerli öyküleri
tarihin içinde kaybolup gidiyor ve biz o yaşananları
fark etmiyoruz. Biliyor musunuz, okulumuzdan bugüne kadar yaklaşık 25 bin öğrenci geçmiş. Bu kadar öğrencinin arasında herkesin bildiği çok büyük
sanatçı, politikacı, işadamı, sporcu vb. ablalarımız,
abilerimiz ve kardeşlerimiz var elbette. Ama bir de
öyle isimler var ki; onları ya Türk halkı tanımıyor,
ya biz onların Mektepten olduğunu bilmiyoruz veya
her ikisi birden. Amacımız kısacık belgesellerle bu
hikayeleri anlatmak, hatırlatmak, yaşatmak.
Var mı gerçekten böyle isimler?
Hem de pek çok. Seçilen isimleri projenin sürprizi
bozulmasın diye çok açıklamak istemiyoruz. Ama
34
mesela bir abimiz var. Hikayesi Girit’te başlıyor,
İstanbul’a, oradan İzmir’e devam ediyor. Fotoğrafçılığın belli kültürel engeller nedeniyle sadece
gayrimüslimler tarafından yapıldığı zamanlarda ilk
Müslüman fotoğrafçı olarak karşımıza çıkıyor. Hem
de Pera’da değil, sonradan Türk basınının merkezi olacak Babıali’de. Yine mektepten olan öz oğlu
bir başka abimiz ise Türkiye’de ilk petrol sondajını
yapan, sonra Kanada’ya yerleşen ve Kanada’nın bugünkü petrol rezervlerinin yarısını ortaya çıkarmış
bir jeofizik mühendisi. Ve biz onların hikayesini
Amerika ve Fransa’da yaşayan 3. ve 4. kuşak aile
bireylerinden öğrendik.
Peki bu isimleri neye göre seçiyorsunuz,
dağılımı nasıl yaptınız, hep eski mezunlarımız mı var?
Sadece bizim değil tüm toplumun çok iyi tanıdığı Barış Manço, Mehmet Ali Birand Abilerimiz
veya Candan Ablamız gibi isimler bu projede yer
almıyor. Bu onlara saygısızlığımız olarak algılanmamalı. Söylediğimiz gibi biz, toplumumuz veya
topluluğumuz tarafından daha az tanınan isimleri
ön plana çıkarmayı hedefliyoruz. Hikayesine ulaşabildiğimiz ilk mezunlardan (3 devresi) başlayarak kendi devremize kadar olan devrelerden en
az bir isim seçeceğiz. 120 ve sonrasından kimse
olmayacak bu projede. Onu belki 25 yıl sonra bu
projenin devamını yapmak isteyecek genç kardeşlerimize bırakalım istedik. Özellikle Cumhuriyet
öncesi yıllarda, okuldaki devamlılık oldukça hareketli bir tablo çizmiş abilerimiz için. Savaşlar,
ailelerde yaşanan kayıplar, göçler, okuldaki yangın
vb. öğrencileri de etkilemiş. Kimi uzun süre devam etmiş kimi sadece bir yıl... Bu nedenle mezun
olma şartını aramıyoruz. Cemiyet’in üyelik şartnamesinde de okulda en az bir sene okumuş olmak
Mektepli olmak için yeterli kabul edilir.
Muhtemelen herkes bu seçkide kimler
olacak onu merak ediyor. Ağırlıklı olarak
sanatçılar mı var listede?
Hayır. Güzel sanatların tüm dallarından abi ve ablalarımız var elbette ama bürokrat, diplomat, devlet
Kimler görev alıyor projede, kimlerden
destek alıyorsunuz?
Başından itibaren bu projenin her aşamasında
sadece 120’den arkadaşlarımızın görev yapmasını
istedik. Koordinasyonu sağlayan bir çekirdek eki-
bimiz var. Onun dışında metin yazımları, redaksiyonlar, seslendirmeler, yazılı ve görsel arşiv malzemelerinin toplanması, araştırmaların yapılması,
sunum ve röportaj çekimleri, teknik ekipman ve
lojistik desteği, müzik seçimleri, montaj çalışmaları
farklı arkadaşlarımız tarafından eşzamanlı olarak
yürütülüyor. Oldukça dinamik bir proje çünkü bir
yandan içeriği netleşmiş bölümler çekilirken, öte
yandan yeni isimler için araştırmalar devam ediyor.
En güzeli ise, katılan tüm arkadaşlarımızın bundan
büyük keyif alması ve öncelikle okulumuza armağan
edeceğimiz böyle bir çalışmanın parçası olmaktan
gurur duymaları. Projenin hazırlık aşamalarında
çok değerli büyüklerimizden, deyim yerindeyse icazet aldık. Çekimlerimiz okulun değişik noktalarında
başladı, eğitim döneminin başlamasıyla setlerimizi
Cemiyet’e ve İstanbul’un farklı noktalarına çevirdik.
Ayrıca sürpriz başka çekim mekanlarımız da olacak.
120 Yüz’ü ne zaman ve nasıl izleyeceğiz?
Sonrasında bizi neler bekliyor?
Hazırlıklarımız ve umudumuz yeni yılda yayında
olmak. Tüm bölümlere 120yuz.com adresinden
erişim vereceğiz, ayrıca sosyal paylaşım siteleri
üzerinden ve Camiamızın eposta gruplarından duyurularını yapacağız. Projenin sonunda tüm malzemenin basılı olarak bir kitap haline getirilmesi ve
yeni teknolojileri kullanarak da e-kitap halinde genç
kardeşlerimizin beğenesine sunmak var.
Son olarak söylemek istedikleriniz var mı?
Tüm camianın, özellikle büyüklerimizin yapılan bu
çalışmadaki iyi niyete ve samimiyete inanmalarını
istiyoruz. Biz galiba bir yolculuğun ilk adımlarını
attık. Bize katılacak veya başka yolculuklara çıkacak
çok kişi olacak. Böyle olması da en güzeli. Biz, bizi
biz yapan mektebimize bir borç ödüyoruz. Çünkü
yirmibeşinci yıl şarkımızda da dediğimiz gibi dostluğu ve kardeşliği hepimiz Sultani’den öğrendik ve
ona ödenecek daha çok borcumuz var.
35
Gerçek bir spor adamı:
Doğan Koloğlu
imza koyan yazıişleri müdürü olarak hapse girdi
Doğan Koloğlu. 21 ay hapis yattı. İlk eşi yine
Mektepli oğlu Sina’nın annesi Şima Hanım’ın
bu acıların sonucu olarak hayatını kaybettiği
söylendi.
Doğan Koloğlu'nun spor yazılarıyla Türk sporuna ve futboluna büyük emekleri oldu. La Gazetta
dello Sport, L’Equipe gibi yabancı kaynakların
okuyucuya ulaşması için büyük çaba gösterdi.
Hücum futbolu terimini çok sık olarak kullanan
ve futbolda hücumun önemini yüzlerce yazıyla
anlatan Koloğlu ayrıca patlayan forvet terimini
de akıllara kazıyan isim oldu. Galatasaray’da
teknik direktörlük yapmış olan Mustafa Denizli,
Doğan Koloğlu’nun fikirlerinden etkilenen isimlerin başında geldi.
Yazan: Bener Onar
Bir dönem Libya Başbakanı olarak görev yapan
Sadullah Koloğlu’nun oğlu olan Doğan Koloğlu,
1927 yılında Sürmene'de doğdu. İlk, orta ve lise
öğretimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı.
Kardeşi Orhan’la birlikte Mektep’te “Biraderler”
olarak anıldı. Mektep yıllarında tanıştığı Sarı-Kırmızı formaya yıllarca hizmet etti. Oyun alanından
dışına çıktığında bu kez yönetici ve teknik adam
olarak da görevden kaçmadı.
Doğan Koloğlu, futbolculuk yıllarının son demlerinde Milliyet gazetesinde gazetecilikle haşır
neşir oldu. Bilgisi, kültürü onu bir anda öne
çıkardı. Doğan Koloğlu gazeteci ve araştırmacı
yazar kimliğiyle Türk basınının önemli isimlerinden biriydi. Hürriyet Gazetesi spor servisi müdürlüğü yapan, Akşam, Milliyet, Sabah ve Vatan
gazetelerinde çalışan Koloğlu, Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin (TSYD) kurucu üyelerindendi
ve 1981-84 arasında genel başkanlığını da yaptı.
36
Tarafsız olması onu farklı kılan yanlarından biriydi. Hıncal Uluç’un anektodu durumu özetler
nitelikte: “Doğan Ağabey, Çin Seddi’ni aşarak
ülkenin en çok satan gazetesi Hürriyet'e spor
müdürü olmayı başarmıştı. Temelini Fenerbahçe
üzerine kuran Hürriyet'e... Erol Bey (Simavi) bir
sohbetimizde kendisi anlatmıştı... ‘Hürriyet en
çok satan gazete olacaktı. En çok satmak, Fenerli
olmak demekti... Biz de gazeteyi öyle kurduk.’
Haklıydı Erol Bey. İnönü Stadı'ndan bilirim. Galatasaray seyircisi kapalıda iki sütun arasına sığardı. ‘Bir pazar, Galatasaray, Fener'i 3-2 yendi.
Ertesi sabah spor sayfamıza baktım. İki gol resmi var. Biri Galatasaray'ın, öteki Fener'in golü..
Doğan'ı müdürlükten aldım. Madem sayfada iki
resme yer vardı, ikisi de Fener golü olmalıydı
diye... Ama öyle tepki oldu ki, gazeteden çıkaramadım’ yazar olarak devam etti."
İyi bir spor yazarı aynı zamanda iyi de bir gazeteciydi. Hep dik durdu, fikirlerinden taviz vermedi.
12 Mart rejiminin ancak bugün cesaretle tartışılan konularında yazan Çetin Altan’ın yazılarına
Sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz
lafının karşılığı Doğan Koloğlu’ydu. Söz yine ona
ustam diyen Hıncal Uluç’ta: “Spor yazarı ama
hayat adamıydı Doğan Ağabey. O sıralar, Bedrettin Dalan, Cemal Reşit Rey'i yaptırmış, salonun
başına da Filiz Ali'yi getirmiş. Harika konserler
oluyor. Hemen hepsine gidiyorum. Doğan Ağabey orda. Filiz Ali bir gün yanımıza geldi. "Beni
bir gün maça götürün bari de ödeşelim" dedi.
Konserlere iki spor yazarından başka gazeteci
gelmiyormuş da, dikkatini çekmiş. Müzik yazar
ve eleştirmenleri hariç tabii. Sergileri de kaçırmazdı. Resim, heykel... Sanatın her türünü izlerdi. Spor yazarlığını bir yaşam felsefesi olarak
kullanması yaşamın her türlüsünün içinde olmasındandı.”
Meslek hayatı boyuncu büyüklerine ve küçüklerine hep saygılı davrandı. Galatasaray Üniversitesi mezunu futbol yorumcusu Ali Ece onu şu
sözlerle andı: “8 sene önce bir Eylül sabahı…
Nüfus cüzdanı aynı masada oturduğu çalışma
arkadaşlarının toplam yaşından fazla olduğunu
yazsa da Doğan Koloğlu abi hepsinden daha
gençti aslında. Herkesten önce gazeteye gelmiş,
cebinden hiç eksik etmediği kâğıtları ve kalemi-
ni çıkarmış, yeni aldığı France Football, World
Soccer ile L’Equipe’i okuyup notlar alıyordu harıl
harıl. Geldiğimizi fark etmedi ya da daha doğrusu geç kalmamıza rağmen biz gençleri rencide
etmemek adına fark etmemezlikten geldi. Göz
göze geldiğimizde önce France Football’u bana
uzattı: ‘Tam sana göre bir yazı Ali, Marsilya’nın
yeni 10 numarası Meriem’den Yeni Zidane olur
mu konulu…’ Sonrasında çocuğundan küçük
yaştaki biz genç çalışma arkadaşlarına sanki İslam Çupi, Atilla Gökçe gibi duayenlermişiz gibi
tek tek saygıyla selamladı. Tabii ki önce ceketinin önünü ilikleyerek. Sonra iznimizi isteyerek
kaldığı yerden okumaya devam etti.”
Saygı demişken Hasan Cemal’in bir anısına da
yer vermek lazım: “Galatasaray-Leeds United
maçını anımsıyorum. 2000 yılıydı. İstanbul’daki
maçı 2-0 kazanmıştık. İngiltere’de Leeds’deydi
yarı finalin ikinci maçı. UEFA Kupası’nda finale
bir adım uzaklıktaydık. Heyecan içindeydik. Finale 90 dakika kalmıştı. Basın tribününde Doğan Abi’yle yan yana oturuyorduk. Fena halde
gergindi ortalık. Çünkü İstanbul’daki maçtan bir
gün önce iki Leeds United taraftarı öldürülmüştü. Hagi’nin penaltı golüyle ben ayağa fırlamıştım
ki, Doğan Abi beni uyardı sert bir şekilde, otur
oturduğun yerde diyerek. Zira Leeds’li taraftarlar,
bize bakıp yüksek sesle ve el kol hareketleriyle homurdanmışlardı. Ayrıca basın tribününün
adabına aykırıydı tezahürat yapmak... Doğan Abi
aynı uyarıyı, Cim Bom’a final yolunu açan Hakan
Şükür’ün müthiş golüyle birlikte bir kez daha
yapacaktı.”
Sıkı Galatasaraylı Doğan Koloğlu bir fikir adamı,
dalında ufuk açan bir insandı ve arkasında saygı
duyulan bir isim bırakarak aramızdan ayrıldı. Huzur içinde uyu Doğan Koloğlu...
Ali Sirmen’den...
Onu ilk kez futbol sahasında gördüğümde ilkokul öğrencisiydim. Demek ki 60 yıldan fazla
oluyor. O zamanlar nereden bilecektim ki yıllar
sonra, Doğan Koloğlu Akşam gazetesinde ilk genel yayın müdürüm olacaktı. Tuhaf bir gazeteydi
o yıllarda Akşam; Çetin Altan, İlhami Soysal gibi
yazarları dolayısıyla solda, patronu Malik Yolaç
dolayısıyla sağdaydı. Doğan Koloğlu, Doğan
Özgüden gibi efsanevi bir yayın müdüründen
sonra, o makama gelmişti. Akşam’ın temelindeki
garip çelişkide dengeyi tutturmaya çalışır, patronun eleştirilerine, öfkesine göğüs gererdi. Siyasi
yazılar yazmazdı ama birçok yazı onun sayesinde
yayımlanmıştı. Solcu yazarları koruma, dengeyi
tutturma çabası bir yere kadar devam gitti ama
sonunda Doğan Ağabey’i yerinden etti. Akşam’dan ayrılmak zorunda kalmasının üstünden
birkaç yıl geçecek, sorumlu yazı işleri müdürü
olarak, Çetin Altan’ın bir yazısından dolayı bir yıl
Sağmalcılar Hapishanesi C-16 Kaçakçılar Koğuşu’nda kalacaktı. Aynı koğuşta ben ondan birkaç
yıl sonra, başka bir darbe döneminde kalacaktım. Demek ki beraber ağır cezada yargılandığım
Doğan Ağabey ile hem dava arkadaşlığı hem de
ayrı zamanlarda koğuş yoldaşlığımız olmuştu.
Efsaneleşmiş ünlü “Arap Kaymakam” Sadullah
Koloğlu’nun oğluydu. Nâzım’ın, “Savaştan önce
Kartal’da bahçıvandı, savaştan sonra Kartal’da
bahçıvan”dediği Kartallı Kâzım türünden bir
adamdı, Sadullah Koloğlu ve iki oğlu Doğan ile
Orhan’a (Doğan ile Orhan, 1946 yılında mezun
oldukları Galatasaray’da yaş farklarına rağmen
aynı sınıfta okurlar ve “biraderler” olarak anılırlardı) Temiz bir addan ve efsanevi bir ünden
başka bir şey bırakmamıştı.
Doğan Koloğlu da kardeşi Orhan gibi bu adı
şerefle taşımış, aldığı gibi götürmüştür. 12 Mart
döneminde, hapse mahkûm olmasının nedeni
yalnız Çetin Altan’ın yazısı değildi, aynı zamanda imzasız bir başyazı yüzünden de yatmaktaydı.
İmzasız başyazıyı ise daha sonra Doğan Ağabey’i
gazeteden uzaklaştıran Malik Yolaç yazmıştı.
Ama Doğan Koloğlu bunu ifşa etmedi, “Yazan
benim” diyerek Yolaç’ı hapisten kurtardı. 1969
yılı sonlarında bir yazımdan dolayı ağır cezada
birlikte yargılanırken yiğit tavrına tanık olmuştum.
O gazeteciliğe futboldan geliyordu, Ama hiçbir
zaman “ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum fut-
bolcu!” demedi. Hem futbolcu hem de solcuydu
Doğan Koloğlu.
Unutulmaz futbolcular arasında yer almadı. Ama
unutulmaz yorumculardan biriydi. Bir zamanlar
bir Galatasaray - Fenerbahçe maçının öncesinde
şöyle bir tahminde bulunmuştu: “Bu maç 1- 0
Fener’in galibiyetiyle biter, golü de eşape bir
topla Abdullah atar” Aynen öyle olmuştu. Doğan
Koloğlu sanki tahmin yazmamış, maçın falına
bakmıştı. Şaşkınlığımı dile getirdiğimde ise “Şaşacak bir şey yok, oyunu okuyunca görüyorsun”
demişti. Daha sonra da Milliyet gazetesinde birlikte çalıştık. Daha Akşam yıllarından başlayarak,
ne zaman fırsat bulsam maçlarda yanına oturmaya gayret ederdim. Onunla yan yana otururken
futbolu seyretmeyi ve yorumlamayı öğrendim.
Milliyet’ten sonra, bir kez daha çalışma mekânlarımız ayrıldı ama yollarımız değil. Son yıllarda ben maçları televizyondan izler oldum. O da
yazmıyordu artık. Hastalandığını öğrendim ama
ziyaret istemiyordu.
Doğan Koloğlu hem futbolcu, idareci, teknik
adam ve bilhassa da yorumcu olarak hizmet
vermiş bir futbol adamı, Spor Yazarları Derneği’nin kurucularından seçkin bir spor insanı ve
sağlam bir basın emekçisi olarak yaşadı. Kardeşi ünlü tarihçi Orhan Koloğlu gibi o da “Arap
Kaymakam” Sadullah Koloğlu’ndan aldığı ismi
lekelemeden sürdürdü. Bir fani daha başka ne
yapabilir ki?..
37
Topçu Kışlası’nın ilk kurbanı:
salındı. Alelacele yara sarıldı ve Ahmet Muhtar
bir sedyeye konularak Gümüşsuyu’daki Asker
Hastanesi’ne gönderildi. Sedyecilerden birisi,
sonranın “Sakallı Celal” diye ünlenecek Mekteb-i
Sultani’nin 1907 yılı mezunlarından Celâl’di (Yalnız). Harekat Ordusu’na Yeşilköy’de katılan gönüllülerdendi. Sedyeciler hastaneye vardıklarında Ahmet Muhtar hayattaydı. Hastane baştabibi
Şeyhül’Etibba Hazım Paşa (General Operatör Hazım Bellisan) kurmay binbaşıyı hemen ameliyata
aldı. Ancak tüm gayretlerine karşın kurtaramadı.
Henüz 32 yaşında olan Ahmet Muhtar ameliyat
masasında veda etti yaşama ve her şeye.
Galatasaraylı
Ahmet Muhtar
Yazan: Melih Şabanoğlu
12 Nisan 1909’da “Şeriat isteriz” diye ayaklanan
askerlerin çıkardığı 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a gelen Harekât
Ordusu’nda görev yapan Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar, Topçu Kışlası’nı isyancı askerlerden temizlerken vurulup şehit düşmüştü. 1909
senesinin 12 Nisanı’nda, yani eski takvimle 31
Mart 1325 Salı günü İstanbul Taşkışla’daki avcı
taburları ayaklandığında bu ayaklanmanın imparatorluğun başkentini bir kaosa sürükleyeceğini
düşünülmemişti. “Din elden gidiyor” diye ayaklanan askerler başta Taksim’deki Topçu Kışlası
olmak üzere İstanbul’daki bütün askeri kışlaları
kısa sürede denetimleri altına almışlar daha sonra ise “cadı avları” başlamıştı. Doğrudan iktidarda
bulunan İttihat ve Terakki’yi hedefleyen ayaklanmada birçok mektepli subayla, aralarında bir
bakan ve milletvekilinin bulunduğu bazı devlet
yöneticileri öldürülmüş, kanlı linçler yaşanmış,
İttihatçı gazete matbaaları yerle bir edilmişti.
12 Nisan’dan 24 Nisan’a dek İstanbul’u 12 gün
boyunca etkileyen ayaklanma çıktığında Ahmet
Muhtar henüz 32 yaşındaydı.
1877 yılında İstanbul Çengelköy’de doğmuştu
Ahmet Muhtar.1 Babası Meyve Gümrüğü Nazırı
Emin Efendi’ydi. Ahmet Muhtar’ın ilk eğitimini
nerede aldığına dair elimizde bir bilgi yok. Bildiğimiz şey 1889 yılında2, yani 12 yaşındayken
Mekteb-i Sultânî‘ye (Galatasaray Lisesi) 783
numarayla kaydolduğu. Bundan, babası Emin
Efendi’nin hali vakti yerinde olduğunu ve oğlu
Ahmet Muhtar’ı Mekteb-i Sultânî’ye vermeden
önce de mahalle mektebinde okuttuğunu çıkarabiliriz. Her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığı
kütüklerinde Ahmet Muhtar’ın 1895’te Mekteb-i
Sultânî’yi bitirdiği yolunda bir bilgi olsa da3, Galatasaray Lisesi kayıtlarından 783 numaralı Ahmet Muhtar’ın Rumi 1314 yılında, yani 1898 yılında mezun olduğunu4 anlıyoruz. Ahmet Muhtar
Mekteb-i Sultânî’yi bitirdikten sonra Harbiye’ye
geçti. 1901’de Harbiye’yi, 1904 yılında da Harp
Akademisi’ni bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle
orduya katıldı. Sicil numarası 316 – P – 1 olan
38
Ahmet Muhtar, harp akademisini bitirince 3.
Ordu’ya tayin edildi. Selanik ve Manastır vilayetlerinde konuşlanmış olan 3. Ordu bölgesinde
faaliyet gösteren Bulgar, Sırp ve Yunan komitacılarına karşı harekâtlara katıldı. Burada göstermiş
olduğu başarıdan dolayı erkan-ı harp kolağalığına (kurmay önyüzbaşı) yükselen Ahmet Muhtar
daha sonra Bağdat’ta açılan Harp Okulu’na ders
nazırı olarak tayin oldu. Her ne kadar rütbesi
binbaşılığa yükselmiş de olsa Ahmet Muhtar’ın
Bağdat’a gönderilmesi esasında bir sürgün anlamına geliyordu. Büyük ölçüde Jön-Türk olduğu
yolunda bir ihbarla Saray’a jurnallenmiş olmalı.
Ahmet Muhtar, ordu içindeki jön-Türkler’in çok
etkin olduğu 3. Ordu’ya, II. Meşrutiyet’in 24 Temmuz 1908’de (Rumi takvimle 10 Temmuz 1324)
ilanından sonra dönebildi. Her ne kadar elimizde
bu yönde bir belge bulunmasa da Ahmet Muhtar’ın yaşam öyküsündeki kilometre taşları bize
bu kurmay binbaşının Selanik merkezli İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin faal bir üyesi olduğunu
düşündürüyor. Ahmet Muhtar’ın İstanbul’daki 31
Mart ayaklanmasını bastırmak için Selanik’ten
yola koyulan Harekât Ordusu’nda gönüllü olarak
görev alması da bu kanıyı güçlendiriyor.
Beyaz atlı binbaşı
Komutanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın üstlendiği ve Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar’ın da
gönüllü olarak katıldığı Harekât Ordusu’na bağlı
birlikleri 22 Nisan 1909’da İstanbul Yeşilköy’e
(Ayestafanos) vardı. 23 Nisan Cuma günü, Yeni
Bosna, Davutpaşa ve Halkalı’daki ordugâhlarda
tertiplenen Harekât Ordusu, ertesi gün iki tümene
ayrılarak İstanbul’a girmeye başladı. Harekât Ordusu’nun ilk tümeni 14 tabur, dört süvari bölüğü
ve bir jandarma birliğinden oluşuyordu. Top ve
ağır makinalı gruplarıyla desteklenen 1. Tümen’in
görevi Beyazıt’taki Harbiye Nezâreti (Savunma
Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı) ve isyancıların yoğun bir şekilde bulunduğu Ayasofya ve
Sultanahmet bölgesini temizlemekti.
Top ve ağır makinalı gruplarının desteğindeki
14 tabur ve 10 süvari bölüğünden oluşan 2. Tü-
Hürriyet Tepesi’nin ilk sâkini
men’in görevi ise Silahtârağa – Alibeyköy – Şişli
güzergâhından ilerleyerek Beyoğlu bölgesini
ele geçirmekti. 2. Tümen’in bir kolu Yıldız Sarayı’na, diğeri Maslak Kışlası’na yönelecek buraları isyancılardan temizleyecekti. Diğer iki kol
da Harbiye Mektebi, Maçka Kışlası, Taşkışla ve
Taksim’deki Topçu Kışlası’nı ele geçirecekti. Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar bu kollardan birinde
görevliydi ve emrindeki bir redif ve üç nizamiye
bölüğüyle isyancı askerlerin elinde bulunan Topçu Kışlası’nı teslim alacaktı. Ahmet Muhtar’ın
birliğinde Harekât Ordusu’na katılmak üzere İstanbul’dan gelen 10 kişilik bir gönüllüler grubu
da bulunuyordu.
Şu kışlanın önü
Erkan-ı Harp Binbaşı Ahmet Muhtar Bey’in komuta ettiği birlik 24 Nisan 1909, Cumartesi günü
arazide yayılarak Taksim’deki Topçu Kışlası’nı
sarmaya başladı. Ahmet Muhtar harekâtı kışladaki askeri birliklerin talim yapmalarından ötürü
“Talimhane” denilen açık sahada idare ediyordu,
beyaz atının üzerinde. Kuşatmayı daha iyi yönetebilmek için yanındaki askerlerle birlikte Harbiye
tarafına doğru at süren Ahmet Muhtar’ın karşısına
burada isyancı askerlerden oluşan küçük bir grup
çıktı. İsyancı askerler, Ahmet Muhtar Bey ve askerlerini görünce hemen diz çöküp ateş etmeye
başladılar. İlk vurulan beyaz atının üzerindeki Ahmet Muhtar oldu. Kurşun böğrüne saplanmıştı.
Atının üzerinde bir an sendeledi ve yana yıkıldı.
Yanıbaşındaki bir mülazım (teğmen) bir ayağı
üzengide kalan komutanının atının yularını tuttu
ve birkaç askerin yardımıyla Ahmet Muhtar’ı attan indirip yere yatırdı. “Aman bir kurşun daha
atın” diye bağırdı canı çok yanan Ahmet Muhtar
yattığı yerde, “çabuk öleyim.”5 Böğründen kan
fışkırıyordu. Hemen sıhhiye askerlerine haber
Şehit Erkan-ı Harp Binbaşı Ahmet Muhtar’ın cenaze töreni 29 Nisan 1909, Cuma günü gerçekleştirildi. Harekâtta öldürülen iki subayla birlikte
cenazesi hastaneden alınarak adı sonradan Hürriyet tepesi olarak adlandırılacak Şişli’nin en yüksek tepesine (130 metre rakım) doğru yola çıkıldı.
Cenaze kortejinin en önünde süvari birlikleri yer
alıyordu. Onların arkasında Harekât Ordusu’ndan
iki askeri müfrezeyle Harbiye öğrencileri yürüyorlardı. Onları sancağa sarılmış Ahmet Muhtar
Bey’in tabutu izliyordu. Tabutun arkasında ise
aralarında saray görevlileri, müezzinler ve dede
efendilerin yer aldığı büyük bir kalabalık vardı.
Cenazeye Harekât Ordusu tarafından tahta çıkarılan Sultan V. Mehmed Reşad Han’ın oğulları
Mehmed Ziyâeddin, Mahmud Necmeddin ve
Ömer Hilmi Efendiler’le birlikte, Sultan V. Murad Han’ın torunu Osman Fuad Efendi, Mahmut
Şevket Paşa, Enver Bey (Paşa) de katılmıştı.
Tehlil6 getirerek ilerleyen kortej Pangaltı, Şişli
yolu üzerinden sonradan “Hürriyet-i Ebediye”
olarak adlandırılacak tepeye geldi. Burada Selanik Mebusu Cavid Bey, İstanbul Mebusu Mustafa Asım Efendi, Gazi Muhtar Paşa ve Harekât
Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa birer
konuşma yaptılar. Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar
ve iki subayın cenazeleri burada toprağa verildi.
Bu tepeye “Hürriyet”i sembolize etmek üzere bir
abide dikilmesi ve yeni bir düzenleme yapılması
kararlaştırıldı. Tasarımı Mimar Muzaffer Bey’e ait
olan anıtın yapımına 1909'da başlandı. Havaya
atış yapan bir top şeklinde olan ve örme taştan
yapılan anıt 1911 yılında açıldı. Harekât Ordusu
Komutanı olan Mahmut Şevket Paşa, 1913 yılında sadrazamken bir suikast sonucu hayatını
kaybedince o da bir türbe yaptırılarak Hürriyet
Tepesi’ne gömüldü.
Geriye kalanlar
Ahmet Muhtar’ın 24 Nisan 1909’da şehit düştüğü
Talimhane, Cumhuriyet’in ilanından sonra parsellenerek imara açıldı. O dönem belediyede çalışan ve ölüleri anması nedeniyle “ihtifalci” olarak adlandırılan Ziya Bey, Mekteb-i Sultânî’den
arkadaşı olan Ahmet Muhtar’ın şehit düştüğü
yerin bulunduğu caddeye “Şehit Muhtar Caddesi” adının verilmesini sağladı. Ahmet Muhtar’ın
öldürüldüğü an üzerinde olan üniforma da ailesi
tarafından 1911 yılında Askeri Müze’ye bağışlandı. Ahmet Muhtar’ın Topçu Kışlası harekâtında
kullandığı harita da harita da, kendisine bağlı
birlikte görev yapan askeri tarih görevlisi, süvari
subayı Abdülkadir Efendi tarafından Askeri Müze’ye bağışlandı.
“Çember daire değildir”
31 Mart Ayaklanması’nda Taksim’deki Topçu
Kışlası isyancı askerlerin ele geçirdiği yerlerden
sadece birisiydi. Ayaklanmayı bastırmak için İstanbul’a gelen Harekât Ordusu’yla isyancı askerler arasında Beyoğlu yakasındaki en yoğun çatışmalar bu kışlayı ele geçirmek için gerçekleştirildi.
Topun da kullanıldığı bu askeri çatışmalarda kışlada kalıcı hasarlar oluşmuştu. Kışla 1939 yılında
yıkılarak yerine Gezi Parkı yapıldı.
31 Mart’tan 104 yıl sonra, Topçu Kışlası, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yeniden
gündeme geldi. Proje, Taksim’in araç trafiğinden
arındırılarak yayalara açılmasının yanısıra AVM,
otel ve rezidans kullanımı için Gezi Parkı’nın yıkılmasını ve yerine Topçu Kışlası'nı yeniden inşa
edilmesini öngörüyordu. Ancak plansız ve ruhsatsız yürütülmeye çalışılan bu projenin uygulanmasına karşı çıkan çevreci gruplara güvenlik
güçlerinin orantısız şiddet kullanması toplumda
çok büyük tepki uyandırdı. Siyasal yaşamımıza
“Gezi Protestoları” adıyla geçecek çok büyük
toplumsal gösteriler gerçekleştirildi. Tüm ülkeye
yayılan bu gösterilerde bugüne kadar beş kişi yaşamını yitirdi.
Siyasal iktidarın 31 Mart Ayaklanması’nda isyancıların merkez üslerinden birisi olan Topçu
Kışlası’nın yeniden yapmak istemesini, şeriat
talep eden isyanı bastırarak Sultan II. Abdülhamid Han’ı tahttan indiren Harekât Ordusu’ndan
“rövanş” alma yolunda bir tutum olduğunu
söylemek niyet okumaya girer. Bu nedenle uzak
durulmalı.
Denilebilecek tek şey var. O da Gezi Parkı’nın yıkılmaması için gerçekleştirilen protestolarda hayatını kaybedenler Topçu Kışlası’nın ilk kurbanları değiller. Kışlanın ilk kurbanı Ahmet Muhtar’dı.
2013’le 1909 arasındaki çember Ahmet Muhtar
üzerinden tamamlanıyor. Ama bilindiği gibi çember daire değildir.
1. Bu yazıda esas olarak Galatasaraylı şehitler konusunda
araştırmalar yapmış olan Galatasaray Lisesi 1933 mezunu
rahmetli Ziyad Ebüzziyad Bey’in basılmamış çalışmalarından
yararlanıldı.
2. Tahsin Berküren, Celaleddin Kişmir, Pilava Kaşık Atanlar:
1868-1908, y.y., y.y., t.y., s. 226.
3. Mekteb-i Sultani 1907 yılında yandığında okulun arşivleri
de kül olmuştu. Bu nedenle mektepten 1907 yılına kadar
mezun olanların isimleri milli Eğitim bakanlığı arşivlerinden
çıkarıldı. Mektebin 50’nci ve 100’üncü yıldönümü vesileriyle
çıkarılan kitaplarda bu arşivler kullanıldı. Bakınız Sandıkçıoğlu, Muhittin, vd., Galatasaray Lisesi: “Mekteb-i Sultanî
1868-1968, İstanbul, Gün Matbaası, 1974.
4. Berküren, Kişmir, Pilava Kaşık Atanlar: 1868-1908, s. 226.
5. Yunus Nadi, İhtilal ve İnkılab-ı Osmanî, y.y., y.y., t.y.
6. “Lailahe illallah” sözünü tekrar etmek.
39
Faruk Geç’in
ardından
Faruk Geç 1931-2013
Yazan: Atila Alpöge
Özellikle Galatasaray Lisesi'nde tiyatro yapmış
olanlar insanlar için özel bir yeri olan Faruk
Geç'in vefatını öğrenmek derin bir üzüntü yarattı.
Çoğunuz tanımaz onu. Özellikle 1970'ten sonra
doğmuş olanlar belki adını bile duymamıştır.
Daha eskiler ise onun çizdiği ve Hürriyet gazetesinde yıllar boyu, her gün yayımlanan bir çizgi
roman dizisinden hayal meyal imzasını anımsar.
Bu türü basınımıza getiren ve başarıyla yapan
biriydi. Onu Cemiyet’te görmüş olanlar da ne
kadar efendi, güler yüzlü ve yumuşak tabiatlı
olduğunu fark etmiştir.
Faruk Geç’in hiç bilinmeyen bir yönü daha vardı.
Bugüne kadar sürmüş, Galatasaray Lisesi'nin
dışındaki çoğu kişinin ve özellikle de eğitimcilerin "Vay canına!" deyip, hayretle izlediği ve
60 (yazıyla altmış) yıldan beri sürüp giden bir
geleneğin ilk ışığını da o yakmıştı. Hepimizin
okul yıllarında yaptığı tiyatro çalışmalarının (yani
A'dan Z'ye her şeyi öğrencilerin yaptığı eşi benzeri olmayan o girişimin) ilk örneğini vermiş; bu
cesareti o göstermişti.
İzin verin, onu yitirdiğimiz bugünlerde ona
hepimiz adına bir selam çakayım ve öyküsünü
anlatayım. Onun kendinden dinlediğim ve not
aldığım bir öyküyü…
Yıl 1950. Faruk Ağabey Galatasaray Lisesi Tiyatro Kolu başkanı olur. Mevcut duruma ve konuma bakar. O güne kadar mektebe hep dışarıdan
profesyonel tiyatrocular gelmiştir. Hepsi de eski
Galatasaraylılardır ve oynanacak oyunları onlar
seçmiştir. Seçtikleri oyunlar çoğunlukla hafif, sudan, basit komediler olmuştur. Rol dağıtımını da
onlar yapmış, oyunları onlar sahneye koymuştur.
Gençlere "Şunu yap! Bunu yap! Kolunu kaldır!
Ağla!" demişlerdir. Faruk Ağabey kendi kendine
bu düzene "Yeter!" der ve kol başkanı olarak harekete geçer. İdareden gizli olarak önce bir oyun
40
seçer. Seçtiği oyun, Gogol'ün ünlü, saygın ve çok
sevilen bir oyunu olan Müfettiş’tir. Zor bir eser
ve iddialı bir oyundur. Ardından da rol dağıtımını yapar. 13 yıl önce yitirdiğimiz sevgili dostum
Ergun Köknar'a dokuzuncu sınıf öğrencisi olmasına rağmen rol verir. Ufaktan, gizli gizli provalara
başlanır. Niyeti oyun belli bir olgunluğa geldikten
sonra bu işlere bakan müdür yardımcısına gidip
"Hocam, işte böyle böyle" deyip girişime resmiyet kazandırmaktır. O müdür yardımcısı ise 15 yıl
sonra mektebe müdür olacak olan (bazılarınız onu
tanır) Muhittin Sandıkçıoğlu’dur. O da mektepli
ve tiyatro yapmış olmasına rağmen olup biteni
öğrenince Faruk Geç'i çağırır ve "Oğlum bu Rus
oyunu bizim burada oynanamaz. Oynanırsa bize
komünist derler" diyerek eski usule dönülmesini,
profesyonellerin gelip sudan bir komedi sahnelemesini önerir. Sonuçta Müfettiş oynanamaz.
Bu öyküyü Faruk Geç’ten yaşamının en büyük
hayal kırıklıklarından biri olarak dinledim. Anlatırken gözleri dolmuştu. Bu yıl
Galatasaray Lisesi'de tiyatro
yapılışının 100. yılını kutlayacağız. Bu kutlamada Faruk
Ağabeyi sahneye çağırıp ona
sarılmayı, hepiniz adına onun
elini öpmeyi çok istiyordum.
Olamadı. Üzüntüm derin.
Faruk Geç hepimiz için bir
semboldü. Yeni bir dönemin
başlangıç noktasını vurgulamıştı. Bir başkaldırı bayrağıydı. 60 yıl boyu sürdürdüğümüz bir geleneğin startını
vermişti. Hayatı boyunca bu
hayal kırıklığını yaşadı. Anısının önünde saygıyla eğiliyorum.
Adapazarı’nda doğdu. Galatasaray Lisesi’ni
1951’de bitirdi. 1956 yılında İstanbul Devlet
Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu.
Lise yıllarında başladığı Babıali çalışmaları
Türkiye Yayınevi’nde, Hafta ve Binbir Roman
dergileri ve Nebioğlu Yayınevi’nde 20. Asır ve
Bütün Dünya dergileri, Doğan Kardeş Yayınevi’nde Resimli Hayat Dergisi ile devam etti.
Fransa, İtalya ve İngiltere’de mesleki çalışmalar
yaptı. 1955 yılında başladığı Hürriyet gazetesinde aralıksız 26 yıl çalıştı. Daha sonra Güneş
ve Günaydın gazeteleriyle meslek yaşamını
sürdürdü. Yıllar boyu yazıp resimlediği "Gerçek
Yaşam Öyküleri" ile tanındı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi, Basın Şeref Kartı ve 2005
.Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibiydi
Yazan: Ender Enön
eğlendirmek, heyecanlandırmak, onlara "bakmak"
yerine "orada olmak" duygusunu yaşatmak oldu.
Sıradan fotoğrafların bu teknikle ne kadar farklı göründüğünü göstererek herkese bir "boyut"
açmak istedim. Bu çalışmaların en büyük ödülü
ve geri dönüşü ise gerek sözlu gerekse ziyaretçi
defterlerinde yazılan yorumlar oldu.
Galatasaray Lisesi 1962 yılı mezunuyum. Üç boyutlu (3D) fotografa lise çağlarında elime geçen
bir fransızca 3D Istanbul dergisi sayesinde merak
sarmış ve yine o çağlarda Yüksek Kaldırım'dan aldığım basit makineleri birleştirerek ve dergilerde
gördüğüm gözlük sistemlerini de taklit ederek ilk
kameralarımı ve çekimlerimi gerçekleştirmiştim.
Son sergim ise sevgili okulumun tarihi yemek-
3D Fotograf
Zamanın bilgi edinme ve malzeme bulma imkanları çok kısıtlı olduğundan bu deneyimlerime uzun
süre ara verdim ve nihayet dijital fotograf makinelerinin çıkması ve internetin yayılması ile aynı heyecanı duyarak 2005 yılından itibaren yine kendi
yaptığım sistemlerle kaldığım yerden 3D fotografa
yeniden başladım.
3D fotografçılığın tarihi sanılanın aksine fotoğraf
tarihi kadar eski. İlk 3D fotolar 1860’lı yıllarda çekilmiş ve 1900’lerdekiler şu anda elimizde. Daha
sonra saraylarda ve aristokrat çevrelerde bir itibar
aracı olarak görülmüş ve 1930’lara kadar yoğun
hanesinde 1 Aralık 2013 günü Pilav’da yapıldı.
Daha sonra lisenin fotoğraf kulübü üyeleriyle bir
projeksiyon sunumu ve söyleşi gerçekleştirdik.
Böylece onların yaşında başladığım bu tekniği
tanıtırken o günleri tekrar yaşamanın nostaljisi de
bana eşlik etti.
Bu süreçte sloganım hep şu oldu: İki kulağımız
var ve stereo müzik dinlemeyi monoya tercih ediyoruz. Görmek de aynı olmalı. İki gözümüz neden
stereo (stereo-foto) görmesin?
2007 Mayıs ayında Paris-Istanbul 3D başlıklı ilk
sergimi Fransız Kültür Merkezi’nde açtım ve beğeniler üzerinde etkinlik bir ay uzatıldı. Daha sonra
Akbank Sanat Merkezi başta olmak üzere muhtelif
kuruluş, okul ve üniversitelerde yaptığım projeksiyon sunumlarla 3 boyutu tanıtmaya devam ettim. Bu arada İDO’nun sponsorluğuyla basılan yüz
adet büyük boy Istanbul 3D fotoğrafıyla baskı ve
42
Daha sonra bu iki görüntü "sadece ait oldukları
göz" tarafından görülünce beyin bunları birleşirerek derinlik hissi veriyor. Görüntü birleştirmenin
en basit ve de başarılı yöntemi bu iki kareyi küçük
boyutlarda bastırarak dürbünlerde olduğu gibi çift
sergileme tekniğini hem Şirketi Hayriye Galerisi
(Kadıköy) hem de 8 vapur iskelesinde tanıtma fırsatı buldum. Böylece galerilerden çıkıp halkın yoğun olduğu mekanlara kayma amacımın ilk aşaması gerçekleşti. Sonraki adım ise tüm IKEA’larda
sergilenen İsveç 3D sergisiydi ki, üç ay süresince
yaklaşık yüz bin kişi tarafından izlendi.
Stereo foto ya da 3 boyutlu foto, derinlik hissi veren ve sesin nereden geldiğini anlamamıza yardım
eden "stereo müzik" le aynı prensibe dayanıyor.
Bunu sağlayan da kulak ve gözlerimizin arasındaki mesafe. Nasıl ki stereo müzikte mikrofonlar
birbirinden biraz uzak tutulursa, 3D foto da yanyana çift kamerayla çekilen görüntüler de benzer
etki yapıyor. Ne var ki kulaklıkların yerini "gözlük"
alıyor. Beynimiz bu iki sesi veya görüntüyü birleştirerek gerçek hayatı "simüle" ediyor ve derinlik
duygusunu yaratıyor.
Amacım ticari olmaktan çok hep Galatasaray Lisesi’ndeki gençlik heyecanımı kitlelerle paylaşmak
ve böyle bir olayın ne kadar "yapılabilir" olduğunu
göstermek, herkesin içindeki çocuğu çıkartmak,
3D görüntü için her göz için ayrı kare gerekmekte.
Bunu sabit sahnelerde tek kamera da sağlayabilir. İkinci kameranın yerine tek kamera biraz sağa
veya sola kaydırılarak bir görüntü daha alınıyor.
Dijital fotograf ve internetin yaygınlaşmasıyla
bilgisayarlarda kullanılan üç temel renk RGB (kırmızı, yeşil, mavi) gözlükte R ve G+B olarak ayırıp
kullanan kırmızı-camgöbeği (red-cyan) gözlükler
ve o sistemin resimleri kullanılıyor. Çekilen iki kareyi R ve G+B olarak renklerine ayıran çok başarılı
ve ücretsiz programlar (stereo photo maker) sayesinde binlerce kişiyle paylaşmak ve baskı yapmak
mümkün. Şu anda bu satırları okuyan herkes redcyan gözlüğü varsa elindeki makineyle 3D çekip
program kullanarak 3D foto yapabilir ve bilgisayar
ekranında görebilir (bu tekniğe anaglif deniyor).
Daha da kolayı evdeki yazıcı ile kareleri bastırıp
aşağıdaki şekildeki gibi bir düzenle son derece
kaliteli bir üç boyutlu fotoğraf çekip görebilmek.
büyüteç-mercekle yakından bakmak. Bunu yaparken sol göz sağ gözün karesini görmemeli. Bu
3D tarihinin eski ve yaygın yöntemi. Elimizde ve
müzelerde 1900 yıllarından kalan 3D fotoğraf ve
mercekli gözlükler var. Bunlar daha ziyade aristokratlar ve saraylılar tarafından kullanıldığından
çok süslü hatta üzerleri elmaslı olanlar bile olabiliyor.
bir şekilde kullanılmış. Daha sonra Adolf Hitler
3D’nin etkisini görüp Nazi propaganda aracı olarak bol miktarda 3D foto ve video çekimi yaptırtıp
bununla halkını etkilemeye çalışmış. Bu arada
meşhur İspanyol sanatçı Salvador Dali de ilk üç
boyutlu yağlıboya resim yapanlardan biri. Kullandığı teknik V şeklinde monte edilmiş aynalarla
sağ ve sol duvara koyduğu resimleri çakıştırarak
üç boyutlu görselliği resim alanında da uygulammak. Ayrıca "hologram" denilen teknikle de lazerle
sınırlı kalitede uzayda gözlüksüz 3D görüntü elde
etmek mümkün olup Dali kendinin ve eşi Gala'nın
üç boyutlu görselini yaptırıp Figueras'daki müzesine koydurmuş.
2D bir foto da 3D’ye sınırlı olarak çevrilebiliyor.
Dikkatli bir göz aradaki farkı anlayabilir ve de bazen bu çalışma tek kare için birkaç gün sürebilir.
Atatürk’ün Galatasaray Lisesi’ni ziyaretinde çekilen fotoğraf bu şekilde tarafımdan yapıldı. Çok
kalabalık fotoğraflarda bu işlem çok uğraştırıcı ve
sonuç mükemmel olmuyor. Dolayısıyla fotoğrafı
3D çekmek en iyisi.
3D bakımından şanslı bir dönemdeyiz. Piyasada
bol miktarda 3D film gelmekte ve 3D televizyonlar hızla çoğalıp fiyatları düşmekte. Maalesef 3D
fotoğraf makineleri aynı hızla yayılmadı. Fuji bir
deneme yaparak ilk dijital 3D fotoğraf makinesini
yaptı fakat iki senede üretimi durdurdu. Sinema
ve TV’lerde iki farklı teknik var: aktif ve pasif gözlük. Aktif gözlük pille çalışan elektronik bir devresi
var. Projektörle senkronize olarak sırayla sağ ve
sol gözü açıp kapatıyor. Pasif gözlük ise ışığın
polarizasyon etkisini kullanarak sağ ve sol gözü
ayrı açılarda karatıyor. Şu anda pasif gözlükler
çok ucuz olup piyasa eğilimi bu tekniğe doğru
gelişiyor.
3D tekniği hakkında bu özet bilgilerin ötesine geçmek isteyen ve bilgi almak isteyen olursa benimle
iletişime geçebilir ve lise çağlarında duyduğum
heyecana ortak olabilir.
www.3boyutlufoto.com
www.enderenon.com
enonen@superonline.com
enderenon@yahoo.com
43
Galatasaray Liseli Olmak
sinemalarının yıldızları Rita Hayworth, Alice Fay,
Doris Day, Gene Thirney, Hady Lamar ve daha
birçoklarını rüyalarımızın sevgilileri yaptık. Çiçek Pasajı’nda votkalı bira içerek sarhoş olmayı
öğrendik. Yemek kültürümüzü Galatasaray Pilavı
ile ölümsüzleştirdik. Millî Korunma Kanunu’na
uymayan Budak ve İnci pastahanelerinde el konan piramitleri yiyerek "dessert" kültürümüzü
oluşturduk. Pazar sabahları, Levent Büfe’de sucuklu yumurtaya francala banarak nefsimizi körelttik. Bu sayede Tokatlıyan ve Degüstasyon’un
önünden daima başımız dik geçtik… İşte budur
“Galatasaray Liseli” olmak!
Yazan: Can Kıraç
1975 yılında Koç Holding Yönetim Kuruluna seçildim. O dönemde, İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Profesörlerinden Kemal Oğuzman ve
İstanbul Teknik Üniversitesi Profesörlerinden
Hasan Fehmi Yazıcı da Yönetim Kurulu’na seçilmişlerdi. Ben bu beraberliği çok ilginç bulmuşumdur! Çünkü, üçümüzde Galatasaray Lisesi’nde aynı sınıflarda okumuş ve 1946 yılında
beraberce mezun olmuştuk.
Bana ilginç gelen diğer bir raslantı da kardeşim İnan'la Koç Holding Yönetim Kurulu’nda
buluşmamız olmuştur. Ayrıca, İnan'la Otomotiv
Grubu Başkanlığı görevinde ve benim emekliliğe
ayrılmamla da İdare Komitesi Başkanlığı’nda halef-selef oluşumuzu hep olağanüstü bir tesadüf
saymışımdır. Çünkü ben Galatasaray Lisesi’nden
1946’da, İnan ile 1956’da mezun olmuştuk!..
Anladım ki Galatasaray Liseli olmak bu beraberliklermiş!.. Çok hazırlıklı olarak koptum iş
hayatından. Sebebi 41 yıl çok disiplinli yaşamış
olmanın getirdiği sıkıntıydı, bunalımdı.Tam 41 yıl
heyecan duyarak, zevkle çalıştım ama hep patronun gündemiyle yaşadım. İş saatlerinde büromda gazete bile okumadım. Satın alıp kütüphaneye
doldurduğum kitaplarımı okuyamadım. Böyle bir
disiplinle çalıştığım, hep patrondan önce işe gelip, patrondan sonra ayrılmak geleneğini sürdürdüğüm için bir an bunaldığımı hissettim. Kitap
yazmak, şiir yazmak, resim yapmak istiyordum.
Fakat bir türlü o zamanlamayı yapamıyordum!.
Ve dedim ki “Sen ey Can Kıraç! Hayat bir noktada bitiyor. Kendi hayatını, Galatasaray Liseli
olmanın özgürlüğünü ne zaman yaşayacaksın?”
Benim ve İnan'ın Galatasaraylı oluşumuz ya-
44
kınlarımızca bilinir. Hele İnan'ın Galatasaray
Eğitim Vakfı'ndaki özverili çalışmaları onun
ününü Koç'lu olmasının önüne geçirmiştir. Beni
"Koç'un Can”ı olarak tanıyanlar onu "Galatasaray'ın İnan”ı olarak bilmektedirler. Bu Galatasaraylılık kökeni, kulübe başkan olmam için,
zaman zaman, bana teklifler yapılmasına sebep
olmuştur. Ben de bu yaklaşımlardan daima onur
duymuş fakat; "Galatasaray Kulübü Başkanlığı
önemli ve şerefli bir görevdir. Üzerimde başka
sorumluluklar varken bu görevi taşımam doğru
olmaz" görüşü ile arkadaşların beni bağışlamalarını dilemişimdir... Ancak,1991 yılı sonunda
Koç'tan emekli olacağım duyulunca, bu konuda
yeni temaslar başlamış, İnan da bana "Ağabey,
artık mazeretin kalmadı daha fazla direnmen naza
çekmek olacak. Hem ben seni anlamıyorum,
Koç'ta 41 yıl çalışmış olmana rağmen unutulup
gideceksin! İnsanın hayatta bir iz bırakması gerekmez mi?" diye uyarmıştı. Ne yazık ki, artık,
“unutulma” yolunda hızla ilerliyorum!..
Galatasaraylılığın bir kültür birikimi olduğunu
hepimiz biliyoruz. Kültür birikimini sağlayan
olaylar, dönemlere ve sınıflara göre farklılıklar
gösterir. Biz 1946’lılar, 1938 yılında başlayan
okul yıllarımızı çok önemli olaylarla iç içe yaşadık. Atatürk’ü kaybetmenin acısını çektik, İkinci
Dünya Savaşı’nın sıkıntılarını taşıdık. Ekmeğimizi
karneyle aldık. Karartma geceleri koridorlarda
omuz omuza uyuduk. Ayakkabılarımızın ömrünü
uzatmak için tabanlarımıza kabara çaktırdık. Bez
yumaklarını iplerle sararak futbol topları ürettik.
Galatasarayımızın, futbol, voleybol ve basketbol
takımlarını Türkiye şampiyonları yaptık. Missouri
zırhlısının bahriyelilerine Beyoğlu’nun gizemli
yerlerini gösterdik. Tepebaşı tiyatrolarında sahneye çıkan Cahide Sonku’ya aşık olduk. Beyoğlu
Efsane müdürümüz Behçet Gücer’den otoriteyi, Sait Hoca’dan, İzzet Hamit Ün’den, Feruhzat
Turaç’tan, Saffet Rona’dan ahlâklı olmayı öğrendik. Muhlis Hoca’dan sportmenliği, Nihat Sami
Banarlı’dan, Muvaffak Benderli’den, Ercüment
Ekrem Talû’dan Türkçemizin inceliklerini ve
güzelliklerini belledik. Esat Mahmut Karakurt
sayesinde ters cümle yapmanın dayanılmaz cazibesine kapıldık. Recai Hoca’dan "Cin"gözlüğün
faziletini kavradık. Veysi Midil ve Garti’nin matematik derslerinde kopya çekme tekniklerimizi
geliştirdik. Askerlik hocamız "Terlik" Ahmet’ten
"İhtilâl" kurallarını ezberledik. Bergeaud, De
Laur, Rehm, Larroumets, Goudman, Dubois gibi
Fransız hocalarımızın katkıları ile dünyaya bakış
açımızı genişlettik. Muhittin Sadak sayesinde
müzik dünyasının pırıltılarını yakaladık. Ve, burada isimleri geçmeyen, hepsi gönüllerimizde
yaşayan değerli hocalarımızın bizlere verdikleri
emeklerle onurlu birer Galatasaraylı olmayı başardık.
Galatasaray Lisesi’ne kız öğrenciler alınmaya
başlandı. Başlangıçta, bu olayı "Silah çıktı erkeklik öldü!" anlayışı ile yorumladım. Bugün,
bu ilkel görüşümü değiştirmiş bulunuyorum.
Ancak, içimdeki kıskançlık hislerini yenmekte
hâlâ zorlanıyorum. Hele, sevgili adaşım Candan
Erçetin’in Beyoğlu’nda salına salına yürürken
şarkı söylediği televizyon klibini izlerken damarlarımdaki kanın kaynadığını, tepeme çıktığını
hissediyorum. Beni ve bizim kuşağı Candan’lardan esirgeyen şansımıza küsüyorum! Çocukluk
ve gençlik yıllarımı devlet memuru bir babanın
sahip olduğu mütevazı şartlar içinde yaşadım.
Bunun içindir ki, Galatasaray Lisesi’nde okumuş
olmayı hâlâ "gençlik çağımın lüksü" olarak kabul
ederim!
Ne mutlu size Galatasaray Lisesi’nde okumuş
olanlar…
2014’te mektepte
neler olacak?
Değerli Sultani Dergi okuru Galatasaraylılar;
Yeni yıl; yeni heyecanlar, umutlar, dilekler… Mektepteki kardeşlerimiz için yeni yıl, her devre
için başka umutları beraberinde getirecek. Kendi anılarımızdan yola çıkarak Sultani Dergi
okurları için 2014 mektep hikayelerini tahmin ettik…
Sınavlar bitince toplu eğlence
Eminiz ki tüm kardeşlerimiz 2014’ün ilk ortak
sınavlarını -kimi ince yöntemlerle de olsa- başarıyla atlatacaklar. Mesele bu değil tabii! Mektepte zorlu sınavlardan çıkan kardeşlerimiz günlerini gün edecek, beraberce eğlenecek… Zira
biz öyle yapmıştık.
Mektepte ilkler…
Bir tahminimiz de şu… Grand Cour’a girdikten
sonra lise devresi olacak kardeşlerimiz abi-ablalarıyla ilk biralarını içecek.
138’den 141’e veda içmesi… Mekan,
ünlü Çınaraltı…
141’den ortak sınav kıyağı. 144
pide yemeğe gidiyor.
Bir başka yılba
şı kutlaması.
Yazan: 141 dönemi
2014’te Mektep’ten mezuniyetimizin üzerinden
5 yıl geçecek. Aradan çok daha uzun yıllar geçmiş abi-ablalarımız alınmasın. Geçmiş, yakınken
daha ulaşılabilir görünüyor. Bu yüzden git gide
uzaklaştığını fark etmek için çok uzağa bakmaya
gerek kalmıyor, unutmamak için daha sık
hatırlanıyor. Mektep
hatıralarımıza ilk 5’ler,
10’lar girerken (Mezuniyetimizin 5’inci,
Lise’ye girişimizin
10’uncu yılı: 2014)
Sultani Dergi’nin yeni
yıl sayısında, lisedeki
yeni yıllarımızda neler yaptığımızı paylaşalım dedik. Yani
şöyle… Lise’de (biz
5 sene okuyanlardanız) hazırlık sınıfının
ikinci dönemi herkesin birbirini sevmeye
alıştığı günler oldu. 9’uncu sınıfın 2’nci
döneminde Grand Cour’a girdik. En heyecanlı ilkimizdi. 10’uncu sınıfta bize sorsanız fırtına gibiydik. 11’inci sınıfta kral olduk. Son seneyse mezuniyet ve şamata…
Her ikinci dönem yeni bir yıldı ve her defasında sadece mektepte bulacağımız ilklerle
karşılaştırdı bizi. Bu bir alışkanlık oldu, her
yeni yıldan başka ilkler beklerken bulduk kendimizi. Ne var ki münferit ilklerimiz mektepteki
müşterek ilklerimiz kadar şaşaalı kutlanmıyor.
Buradan hareketle 2014 yılında mektepte neler
olabileceğini kendi hatıralarımız üzerinden yazalım dedik. Lise sıralarında ilklerini beraberce
kutlayan kardeşlerimize sevgilerimizle…
46
Yılbaşı…
Her devre yeni yıla eğlenerek girmek ister.
Zamandan ve mekandan bağımsız Galatasaray eğlencelerine en güzel örnekler
bu gecelerden verilebilir. Öyle ki, lisedeki en kuytu köşeler bile şaaşalı kutlamalara ev sahipliği yapabilir…
141 Devresi 2008’e
girerken… Televizyonda kim bilir ne
var…(solda)
141 C4 Team…
Çok serseri olan bu
ekip türlü maytap ve
kızkaçıranlarla yeni
yılın ilk dakikalarını
tüm mektebe haber
verirdi.(altta)
En acı loyloy: Mezuniyet loyloyu.
(solda)
Gelin gibi
süslenen Mektep.
(sağda)
Grand Cour’u çok sevdik.
Grand Cour’da
gergin dakikalar! Yıl
2006…
Grand Cour’a giriş böyle olacak!
Yeşilaycılık ve alkolizm arasındaki ince
çizgi: Lise devresi olmak.
Baskın planları günler öncesinden yapılır, o gün yaklaştıkça heyecan doruklara çıkar. Önceden belirlenen strateji
kapsamında belirlenen saatte kapılara
dayanılır.
Mezuniyet…
Zormuş... Mezun olmak, sınavı kazanmaktan daha zormuş... Mektepteki ilk günler hiç
gelmeyecekmiş gibi düşünülen o gün, er ya
da geç hepimizin başına geldi. Yine 2014’de
146 devresinden kardeşlerimiz mezun olacaklar. Mezun olurken ağlama sırası bu sene
onlarda. Mektebin son günü, alt devrelerin
yoğun uğraşlarıyla süslenen ön bahçesinde
son loyloyarını çekip, son defa taşlı yoldan
geçip kapıdan son defa çıkacaklar, bir daha
içeri alınmamacasına...
141, lise devresi olduğunu
dünyaya duyurdu!
Şamata…
Bol hüzünlü bir mezuniyet sürecinden sonra, yıllardır mektepte
düzenlenemeyen şamata gecesi
için girişimlere başlanır. İdare
ile gerçekleştirilen –ve genelde
olumsuz sonuçlanan- bürokratik
görüşmeler sonucunda kollar
sıvanır ve şamata hazırlıkları
başlar... İnsan “mektepte olmuş
olmamış ne fark eder, önemli
olan birlikte olmak” diye düşünmeye çalışıyor ama olmuyor işte,
Tevfik Fikret Salonu özlemi öyle
kolay kolay dinmiyor... Her sene
olmasa da, hiç değilse geleneğin unutulmaması için arada sırada “mektebin dışında” yapmak
durumunda kalıyor Galatasaraylılar çok sevdikleri şamata
gecelerini...
47
Yazan: Mevlüt İkiz
İki Mekteplinin Gözünden
ABD’de Eğitim
Yazan: Mehmet Emin Saka (142)
Amerika maceram onuncu sınıfın sonunda başlamıştı. Yurtdışında eğitim görme fikri mektebe
girdiğimden beri aklımdaydı ama daha çok Fransa
ve İsviçre’deki üniversitelere başvurmayı düşünüyordum. Amerika’ya başvurma düşüncesi 143
devresinden abilerimin Yale, Michigan, Johns
Hopkins gibi üniversitelerden kabul almalarıyla
kafamda oluştu. Onlarla konuştuktan sonra başvuru sürecini kendim araştırmaya başladım. Türkiye’de Amerika’ya başvuru süreci hakkında tecrübe
sahibi sayılı sayıda danışman var, onlarla tek tek
konuştum ve birisiyle çalışmaya başladım.
Başvuru sürecinde SAT ve TOEFL gibi sınavları
almak gerekiyor ve bu sınavlara hazırlayan çok
az sayıda dershane var. Dershanelerin fiyatlarının
yüksek olması sebebiyle ben sınavlara kendim
hazırlandım. 11. sınıfın yazını Amerika’da geçirdim, üniversiteleri gezdim, başvurular hakkında
sorularımı sorma fırsatı buldum. Türkiye’ye döndüğümde ise TOEFL ve SAT sınavlarını aldım.
Bu iki sınavın dışında başvuruda diğer önemli
etkenler hocalardan alınan referans mektupları ve
her okulun istediği kişisel “essay”lerdi. Başvurularımın hepsini 1 Ocak tarihine kadar gönderdim.
Toplamda 17 okula başvurdum ve Yale, Brown,
Columbia, Swarthmore, New York University gibi
üniversitelerden tam burslu kabul aldım.
Başvuru sürecinde lisenin çok büyük bir etkisi
oldu. Kabul aldıktan sonra birçok okul lise hakkında daha fazla bilgi almak için beni aradı, Yale,
Columbia gibi okullar mektebi ziyarete geldi.
Mektep, Amerika’da yavaş yavaş tanınmaya başladı ve bundan sonra daha fazla kardeşimin kabul
alıp yanımıza geleceğini düşünüyorum. Yalnız
bunun için okulda Robert ve Koç gibi okullardaki
48
gibi bir sistemin kurulması gerekli. Şu an için her
şey öğrencilerin kendi gayretiyle işliyor ve belirli
bir düzen yok.
Bu yorucu başvuru sürecinden sonra kabul aldığım okullar arasından Yale Üniversitesi’ni
seçtim ve ilk dönemimi tamamladım. Öncelikle
Yale benim için çok farklı, ufuk açıcı bir tecrübe.
Dünyanın farklı yerlerinden gelen, farklı düşünce
tarzındaki insanlarla arkadaş olmak, nobel ödüllü
profesorlerden ders almak, önemli pozisyonlard
aki insanlarla tanışma imkanı bulmak, onlarla
söyleşilere katılmak tartışmasız ufuk açıcı şeyler.
Okulun öğrencilere tanıdıği özgür ifade ortamı, insanların her türlü düşünceye saygı göstermesi ve
farklılıkları hoşgörüyle karşılayan, sizi olduğunuz
gibi kabul eden insanların olması Türkiye’de bu-
lamayacağım fırsatlar. Eksikliğini çektiğim tek şey
ise mektepteki birlik, beraberlik kardeşlik ortamı,
arkadaşlıklardaki samimiyet. Yale’de bireysellik
daha çok öne çıkıyor, öğrenciler arasında birlik
beraberlik ruhu pek yok. Lisede buna çok alıştığım
için ilk başlarda farklı bulmama rağmen Amerikan
bireyciliğine ayak uydurmaya başladım diyebilirim.
Lisans eğitimimi Amerika’da yapmak tartışmasız
çok farklı bir tecrübe benim için. Başvurmaya
karar verdiğim andan itibaren hayatım tamamen
farklı bir yola girdi diyebilirim. Amerika’da eğitim
gören sayılı Galatasaraylıdan biriyim, belki ilklerdenim ama alt devrelerden kardeşlerimin bizi takip
edip, Amerika’daki en güzel üniversitelere gireceklerine de inancım tam.
Her Türk lise öğrencisi üniversite hakkında düşündüğünde aklının bir köşesinde Amerika’da
lisans okumak geçer. Ben de onlardan biriydim. Onuncu sınıfın ikinci döneminde ailemin
ve Princeton Üniversitesi’nden mezun kuzenimin
teşvikiyle Amerika’da okumak için ne yapmam
gerektiğini araştırmaya başladım. İlk fark ettiğim
sorun okul dışından uzman bir danışmanın yardımına ihtiyacımdı. Daha önceden 143 devresinden
Amerika’daki üniversitelere kabul alan abilerim de
bu konuya çok önem veriyordu. Amerika’ya başvurmak başlı başına stresli bir süreç. Bir de bunun
üzerine uzman birinden yardım almazsanız sürecin
sonuna ulaşamayabilirsiniz. Amerika’yı yeniden
keşfetmeye gerek yok.
Kendime bir yurtdışı eğitim danışmanı bulduktan
sonra süreç hız kazandı. 10. sınıfın yazından itibaren SAT ve TOEFL sınavlarına çalışmaya başladım. Bu sınavların zorluğu kişinin İngilizceye
hakimiyetiyle ters orantılı. Bu yüzden herkese
zor gelmeyebilir. Benim için diğer bir zorluk not
ortalamamı yüksek tutmaktı. Amerika’ya başvurunun en önemli noktası okul notları. Okul notları
kişinin uzun bir süreye yayılan çalışma azmini ve
akademik başarısını gösterdiğinden kabul komiteleri tarafından başvuruların en çok önem verilen
kısmıdır.
On ikinci sınıfa geldiğimde çalışmalarım iki
katına çıktı. Üniversiteler için ayrı ayrı yazmam
gereken makaleler beni zorluyordu. Her ne kadar
lise hayatım boyunca Fransızca deneme ve makale yazmış olsam da, bunlar genelde akademik
konularla ilgiliydi. Bu makaleler ise çok farklıydı.
Hayatım, yaptığım aktivitelerim, yetiştiğim ortam,
yaşadığım ortama neler kattığım, yaşadığım ortamda ne gibi sorunlar yaşadığım ve bu sorunları
nasıl çözdüğüm gibi konularda 100 kelimelik
kısa cevaplar vermem gerekiyordu. Bu süreçte
kısa ve öz yazmanın ne kadar zor olduğunu anladım diyebilirim. Tabi ki bunların dışında öğretmen tavsiye mektupları, okul profili, transkript
yollamak gibi başvuru surecinin lojistikleriyle
ilgilenmem de gerekiyordu. Açıkçası, bu kadar
zorluğun üstüne bunlar tuz biber oldu. Mektepte
daha önce kurulmuş bir Amerika başvuru düzeni
olmaması bizi çok zorladı.
Fakat geriye dönüp baktığımda yaptıklarımızla
alt devrelerimin Amerika’ya başvurusunu kolaylaştıran bir altyapı oluştuğunu görmek beni
mutlu ediyor. En sonunda, 1 Ocak geldiğinde
bütün stres ve yoğun çalışma yerlerini heyecanlı
ve gerilimli bir bekleyişe bıraktı. 3 ay başvuru
komitesinin hakkınızda vereceği kararı sabırsızlıkla bekliyorsunuz. Hiç de kolay bir şey değil.
En sonunda 28 Mart günü mutlu haber geldi.
Yale’den Kabul almıştım. O günümü bu süreç-
te bana destek olan bütün öğretmenlerime ve
arkadaşlarıma ama en önemlisi aileme teşekkür
ederek geçirdim.
Amerika’dan yeni döndüğüm şu günlerde geriye dönüp baktığımda Yale’e gelmekle ne kadar
iyi bir karar verdiğimi görüyorum. Beni en çok
etkileyen kısım bireye verilen ilgi. Okula başlar
başlamaz 6 farklı kişinin bana danışman olarak
atandığını öğrendim. Akademik ve sosyal hayatla
ilgili sorularıma hemen cevap buluyordum. Ben
istemesem bile sık sık bu danışmanlarla görüşüyordum ve bu insanlar Amerika’daki üniversite
hayatına alışma sürecini son derece kolaylaştırdılar. Akademik hayattaki özgürlük de Amerika’da üniversite okumayı benim için cazip kılan
unsurlardan biri. Yaklaşık 400 ders arasından
istediğimi seçme konusunda özgürüm. Bu dersler Müzik teorisi dersinden moleküler biyolojiye
kadar çeşit çeşit. Yale hakkında söylenecek o
kadar çok olumlu özellik var fakat herhalde en
önemlisi Yale’in bir araya getirdiği öğrenci grubudur. Dünyanın her köşesinden gelen; farklı dil,
din, kültüre sahip bu insanlarla okumak açıkçası
inanılmaz bir tecrübe. Sadece oluşan atmosferin
içinde kalarak bile öğreneceğiniz şeylerin haddi
hesabi yok. Bu insanlarla birlikte beraber yaşamanın, fikir alışverişinde bulunmanın beni şu
ana kadar birey olarak en çok geliştiren unsurlar
olduğunu düşünüyorum.
Rafkitap’tan Özel İndirim
Daha beş yaşımı bile doldurmamışken evimizdeki kütüphanenin kitaplarını bir bir yerlerinden
çıkarır sayfalarını karıştırıp annemin ikazlarına
maruz kalmamı dün gibi hatırlarım. Doğan Kardeş , Milliyet Çocuk hep küçüklüğümün anılarını
süsler. Rahmetli babam Victor Hugo’nun Sefiller
kitabının Fransızca baskısını önüme koyup okumaya zorlamasının beni Galatasaray Lisesi’ne girebilmem için motivasyon olduğunu yıllar sonra
anlayabilmişimdir.
İçimdeki bu kitap sevgisi hiç ama hiç bitmedi.
Belki henüz bir kitap yazamadım ama iyi bir okuyucu olmayı hep başardım. Bu sevgi, beni belli
bir yaştan sonra daha da kitapların içine çekmeye
başladı. Nihayet geçtiğimiz yıl benimle aynı ilgiyi
paylaşan yakın bir arkadaşımla bu işte profesyonel adımı atmaya karar verdik.
On ay süren hummalı bir çalışmanın ardından
geçtiğimiz kasım ayında sitemizi internette aktif
hale getirdik. İlk ay 16 bin kişinin ziyaret ettiği
www.rafkitap.com emin adımlarla yoluna devam
ediyor. Bu hevesimin önce projeye sonra hayata geçmesi benim için inanılmaz bir duygu. Zira
hayatımda ilk kez sevdiğim bir şeyi profesyonel
hale getirip haz alabiliyorum. Muhakkak sitemizde eksiklikler ve hatalar olacaktır. Bu yüzden
şimdiden siz değerli ağabey, abla ve kardeşlerimden hoşgörünüzü eksik etmemenizi rica ediyorum.
İnternet üzerinden satış yapan sitelerin zorlu bir
rekabet sonucu yaptıkları indirim oranlarını hemen hemen yakalamış durumdayız. Bu yüzden
her ne kadar daha dişe dokunur bir hediye vermeyi istesek de şimdilik SADECE SİZLER İÇİN
EKSTRA %5 oranında bir indirim kuponunu
buradan camiamıza duyurabiliyoruz. Yapılması
gereken siteye girip üye olmak ve alışveriş esnasında İNDİRİM KUPONU bölümüne “GSL1905”
yazmaktan ibaret.
Bu arada, daha önce kitap yazmış olanlar dahil
herkese, aynı zamanda bir yayınevi (Kronos
Yayıncılık) olduğumuzu hatırlatmak isterim.
Haziran ayı itibarı ile yayın hayatına başlamayı
planlıyoruz.
Ayhan Çakmur (122)
49
Topkapı Sarayı’nda
Galatasaray Zirvesi
Topkapı Sarayı, 24 Aralık 2013’de Galatasaray Mektebi mensuplarına ev sahipliği yaptı.
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. Haluk Dursun’un hazırlamış olduğu etkinlik “Mekteb-i Enderun’dan Mekteb-i Sultani’ye Seçkin Eğitimi” konulu
bir panelle başladı. Haluk Dursun, panelin açılışında “Kültür Tarihimizde İstanbul’da ve Saray’da Özel
Eğitim” üzerine bir konuşma yaptı. Konuşmasında
Topkapı Sarayı Enderun Mektebi’nin önemli olduğunu vurgularken paralel ve alternatif eğitimlerin öneminden bahsetti.
Panelde, Mektebin kuruluşundan başlayarak günümüze değin seçkin eğitimindeki ayrıcalığını anlatıldı.
Galatasaraylılar Derneği Eski Başkanlarından Reha
Bilge, “Galatasaray Enderun Mektebi Kurucusu II.
Bayezid ve Dönemi”ne dair bir sunum yaptı. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi
Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Galata-
50
saray Mekteb-i Sultanisi ve Türk Eğitim Tarihindeki
Yeri”ni anlatırken; Galatasaray Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Ethem Tolga, “Darülfünun-ı Sultani’den
Galatasaray Üniversitesi’ne Galatasaray’da Yüksek
Öğretim” konulu bildirisini sundu. Panel, Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı’nın seçkin çocukların,
seçkin yöneticiler, devlet adamları ve şahsiyetler olacağına dair yaptığı konuşma ile son buldu.
Panel öncesinde özel olarak yaptırılan Saray sahlebi
ile karşılanan Galatasaraylılar, panelden sonra Haluk
Dursun tarafından Topkapı Sarayı’nda ayakta kalan
tek eğitim koğuşu olan Enderun Avlusu’ndaki Hazine
Koğuşu’nda ağırlandı. Davetlilere burada Enderun
usulü iç pilav üzerine kuzu kızartması ve bol safranlı
Saray zerdesi ikram edildi. Galatasaray Sultani pilavının Topkapı Sarayı Enderun pilavı olarak tarihi tariflere uygun şekliyle yapılıp ikram edildiği etkinlikte
panel kadar pilav da ilgi gördü.
51
Bize Dair
Kayıp Bir Kitap
Yazan: İzzeddin Çalışlar (115)
1990’lı yılların sonlarında Galatasaray Müzesi’nde birlikte görev yaparken Vefa Semenderoğlu (1948 mezunu) bir dosya verdi.
–Bunu yeniden yayımlamak lazım.
Dosyanın içinde bir kitabın fotokopisi vardı. Kapağı yoktu. Dosya bana bir iş oldu ve silik, soluk
yazılardan okuyabildiğim kadarıyla tüm kitabı
bilgisayara girmeye başladım. Ağdalı bir dil ve
son bulmayan cümlelerle yazılmış, kimi zaman
eski dil olduğundan anlamakta güçlük çektiğim
ifadelerle dolu metni çözmeye çalıştıkça Galatasaray tarihinin derinliklerinden bahseden bir hazineyle karşılaştığımı fark ettim. Aylarca uğraştımsa da bitiremedim; çünkü fotokopiler eksik
çıktı. Müzedeki görev sürem doldu. Dosya rafa
kalktı. Vefa ağabey aniden vefat etti.
Yıllar sonra yine mektepteki müzede bir şey ararken küçük bir kitaba rastladım. Daha önce görmemiştim ve kapağında “Galatasaray ve Futbol
– Ruşen Eşref Ünaydın” yazıyordu. Sayfalarını
karıştırınca birden şafak attı. O fotokopilerin aslı
bu kitaptı. Dosya raftan indi, eksikleri tamamlandı, dosya bana yeniden iş oldu.
Beş yıl kadar önce bir kitap fuarında TDK’nın
yazarın tüm eserlerini yayımlamış olduğunu öğrenince hemen alıp ciltleri karıştırdım. Gördüm
ki TDK kitabı aynıyla yayımlamıştı. Bu durumda
çabalarım beyhude kalmış oluyordu. Ne var ki,
kitabın önsözünde söylenenler aklımda kalmıştı:
“Sevgili okurlarım, her şeyden önce bilinmesini
dilerim ki, bu sayfalar Galatasaray’da futbolun
tam bir tarihçesini sunmak gibi aşırı ve yersiz bir
yetki benimsenerek yazılmadı. Bu sayfalar, ancak kurulduğu yıllardan beri kulübüne bağlı bir
Galatasaraylının ilk günleri anan birkaç hatırasını
aktarmak niyetinde. Görgü tanıklığına dayanan
hatıralar, gerçeğe uygunlukları bakımından tarihe tanıklık edebildiği oranda değer kazanır. Yine
52
bu sayfalar, Galatasaray’da futbolun ilk yıllarına
dair birkaç manzarayı bugünkü Galatasaraylıların gözlerinde az çok canlandırır da ileride kulübün tüm tarihini gereği gibi yetkin kaleme alacak
o şanslı kişiye yaşanan güçlükler ve aşılan engellerden birkaç örnek verir, Galatasaray’ın spor
neslinin ilk coşkulu ve inançlı ruhunu, yılmaz
emellerini, yaratıcı ve süreğen emeklerini, zorluklar karşısında dinmeyen çabalarını ve başarılarını aydınlatan izler bırakabilirse, üstüne düşen
görevi yerine getirmiş olur. Bu düşünceyle Galatasaray’ın futboldaki 50. yılına ben de şu küçücük armağanla katılıyor ve onun bütün haklarını,
spor alanına ruh ve hız katan kulübümüze, minnet borcu olarak en iyi dileklerimle sunuyorum.”
Önsözü tekrar okuyunca kitabı yeniden yayıma hazırlamaya karar verdim. Çünkü bir devlet
kurumu yazarın vasiyetine uymamıştı. Torunu
olduğunu öğrendiğim Aslı Dinçer’den (114) de
izin alarak dosyayı tekrar açtım. TDK yayını araştırmacılar dışında kimseye hitap etmeyeceğinden
Ruşen Eşref abimizin dilini sadeleştirerek metni
günümüzde okunur hale getirmeye, bunu yaparken de uslubunu bozmamaya çalıştım. Aradan
geçen yıllar içinde Galatasaray tarihine biraz
daha vakıf olduğumdan kimi yerlere açıklamalar
getiren dipnotlar ekledim. Arşivimde birikmiş
olan tüm tarihi fotoğrafları tarayarak ilgili yerlere
resimlerini ekledim ve yayımlanacak hale getirdim. Bunları yaparken içimden geçen istek hep
aynıydı. Her Galatasaraylının okuması… Galatasaray tarihine dair bunca yayın varken neden
bu kitabın okunmasını istediğimi de belirtmem
gerek. Çünkü bu kitap ismindeki “Galatasaray
ve Futbol”dan çok daha fazlasını içeriyor. İçeriği
Türkiye’nin spor tarihinde birçok ilki gerçekleştiren Galatasaray’ın ilk yılları ve İstanbul’da 20.
yüzyıl başındaki sosyal hayatın ilk ağızdan tanıklığı olarak özetlemek mümkün. Fakat ayrıntılar o
kadar aydınlatıcı ve bugünle bağ kurmayı sağlayıcı ki, adı geçen her ortamda ön planda olan
futbol bile ikinci planda kalıyor.
1911 mezunu Ruşen Eşref Ünaydın’ın Cumhuriyet tarihinin önemli kişiliklerinden ve Galatasaray Spor Kulübü’nün 11 numaralı kurucu üyesi
olması, tanıklıklarını bizatihi önemli kılıyor; ama
bizler için asıl önemli olan özelliği başka. Yazar, Türkiye’de futbolun nasıl başladığını ve ilk
Türk futbol takımının doğuşunu anlatırken her
mekteplinin kendi anılarıyla da bağ kurmasını
sağlıyor. İlk kez 1957’de, Ünaydın’ın vefatından
iki yıl önce yayımlanan bu kayıp kitabın yayımı
için Galatasaray kurumlarıyla ilişkiye geçtimse
de bir sonuç alamadım. Ka Kitap ise yazarın yazılı vasiyetine uyarak yayının tüm masrafların dışında kalan gelirini Galatasaray Spor Kulübü’ne
aktarmayı taahhüt ederek yayımlamayı kabul etti.
Böylece biraz geç de olsa Vefa Semenderoğlu’nun başta sözünü ettiğim dileği yerine gelmiş
oldu.
Mustafa Kemal’le Mülakat başlıklı röportajı
Türk basınında Atatürk’le yapılan ilk ayrıntılı
söyleşi oldu. 1920'de Anadolu hükümetinin
çağrısı üzerine İnebolu üzerinden Ankara'ya
giderek Kurtuluş Savaşı'nda sivil görevler aldı.
1922’de Buhara elçiliği başkatibi oldu. Lozan
Barış Konferansı'nda matbuat müşavirliği, 2.,
3. ve 4. TBMM dönemlerinde Afyonkarahisar
milletvekilliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği ile Tiran, Atina, Budapeşte, Roma,
Londra ve Atina elçilik ve büyükelçiliklerinde bulundu. 1952'de emekli oldu. 21 Eylül
1959’da İstanbul’da öldü.
Eserleri:
Diyorlar ki (Edebi mülakatlar) - İki Saltanat
Arasında - Geçmiş Günler - Tevfik Fikret - Ayrılıklar - İstiklal Yolunda - Damla Damla - Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat
- Türk Dili Tedkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)
- Boğaziçi Yakından - Atatürk ve Dil Tarih
Kurumu - Atatürk ve Milli Tesanüd - Atatürk’ü
Özleyiş (Zafer) - Güzel Kıraat - Cumhuriyet
Kıraatı - Seçme Yazılar - Okuma Kitabı.
Çevirileri:
Andersen Masalları/Andersen - Çoban Şiirleri/
Virgilius - Beyaz Geceler/Dostoyevski - Ari Dillere Tekaddüm Eden Lehçenin Turani Menşei/
Leon Cahun - Napoléon/Emil Ludwig Ademoğlu/Emil Ludwig.
Ruşen Eşref Ünaydın
1892de İstanbul’da doğdu. 1911 yılında mezun
olduğu Mektebi Sultani’de öğrenciyken, 11
numaralı üye olarak Galatasaray Futbol Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı. Edebiyat
Fakültesi’ni bitirdi. Askeri Baytar Âlisi'nde,
Darülmuallimini Âli'de Türkçe ve Fransızca
öğretmenliği yaptı. Yazı hayatına 1914'te mütercim olarak başladı. 1918 yılında Yeni Gün
muhabiri olarak Kafkasya'ya, Tasvir-i Efkar
muhabiri olarak Sivas'a gitti. Farklı dergi ve
gazetelerde röportaj ve gezi yazıları yayımlandı. Servet-i Fünun, Donanma, Tedrisat, Türk
Yurdu ve Yeni Mecmua’da yayımladığı mülakat, mensur şiir ve hatıra türünde yazılarıyla
tanındı. Edebi ziyaret ve mülakatlardan oluşan
“Diyorlar Ki”adlı kitabı sanatçılarla konuşmalar türünün ilk örneği oldu. 1918’de Yeni
Mecmua’da yayımlanan Anafartalar Kumandanı
53
6 senelik tavsiye mektubu
11 ve 12. sınıf sıra arkadaşım, canım dostum
Salih Ecer dışarıdan bakıldığında hani öyle
“Cemiyetci’’ diye tanımlanan biri değildi.
Ülkenin en önemli yazar çizer takımında yer
almasına rağmen sanki Galatasaray ile çok
alakalı değil gibi görünürdü. Yanılmışım,
Yanılmışız. Salih’im, zaman bulduğunda
Galatasaray ile ilgili de düşünür, çözüm önerir,
fikirlerini paylaşır daha iyi bir Galatasaray
için kalem oynatıp hayal kurarmış. Bana
6 sene önce yazdığı ve dönemin Cemiyet
Başkanı Candan Erçetin ile paylaşmamı
istediği mektubu – maalesef o günlerde 100.
yıl kutlamaları sebebiyle gereken zamanı
ayıramamıştık – bugün, aramızdan ayrılışının
senesinde sizlerle paylaşmayı doğru buldum.
Salih’imin bu kıymetli ve samimi satırlarını
sadece kendime saklamaya gönlüm razı
olmadı.
Polat BENGİSERP
Polat’cım,
Gözden geçir ve Candan Erçetin’e ileterek tartış
lütfen. Görüştük bekliyor olmalı.
460 yıllık bir centilmen okulunun dayanışma
programını nasıl bir dernek heyecanında
yaşatabiliriz?
Bu metni 23 sene önce çevirip bir köşeye
koymuştum, başkan olduğu gece Candan’a
bahsettim; şu Galatasaray büyülü okullardan
biri. St. Jos, Benoit, Michel, aynı amaçlarla
destek görmüş okullar. Tuhaf bir fark var. Büyük ihtimalle M Garti hepsinde fizik anlatmıştır.
Okul fark koymuştur, büyü buralarda bir yerde.
Şu şiir* ilk cesaretlerimden biridir. Sakince
çözebilirim bu okulun sırrını.
Şimdi teknik düzenlemelere geçiyorum: Lordlar
okulunun öğrenci derneğine aynı çorap, aynı
kalın tabanlı ve yuvarlak burunlu pabuç, şapka
ceket, yelek, gömlek, kravat… Buna benzer
detayları atlıyorum.
1- Biz buraya girerken elimiz ayağımız titriyor’’
hiçbir genç bunu söylemez. Demek ki tost,
sosisli sandviç, Cola ve maç seyretme odası
onlara ucuz olmalı.
2- Ben de üstleniyorum müthiş bir kütüphane.
ilk 6 ayda 3 bin kitap- olmak zorunda bu derneğin. Bu okul Türk edebiyatının en romantik, en
dikkatli ve efendi ediplerini yetiştirdi.
54
3- Zorunlu: Lokanta, masrafı en azda tutularak
yeniden tasarlanmalı. Üyeler kendi iç alemlerini düşünebilsin diye, tavan 3,5 – 4,5 metre
yüksekliktedir.
4- Mezunlar her ay, zaman zaman otuz kişi
kimi zaman 3 kişi tertemiz bir sofrada okulun
en sevilen yemeğini yerler. Davranışlarını hiç
abartmadan ve fakat mutfak erbabı için ciddi
sayılabilecek bir parayı ceplerinden masanın
üzerine bırakırlar.
Mutlaka ayakkabı boyacısı vardır.
Bütün bu endişe, anırmamayı önerir. Tek
koltuklu berber vardır. Bütün bunları derneğe
taşıyınız. Hiç yük olmayacaktır. Görürsünüz.
Derneklerin bütün – ilk amacı gençleri, ideal
dernek üyeleri olarak eğitmektir. Eğitmeye
zorlamak değil. Müthiş bir çapkın olmayı önermektir. Nezaket, güven duygusu, kitap kültürü,
temiz olmak bir herifin ilk adımlarıdır. (kadının
da) İkinci senede sonuçları görmeye başlarsınız. 4. senede şaşırtıcı nezaket almaya başlar
her güzel kadın.
Sevgili Candan, Polat,
28 sene önce okuyup çevirdiğim ve rahmetli
Mehmet Günsür’la çok güldüğümüz bir metni,
biraz da okuluma uyarlamaya çalışarak tavaya
koydum. Hiç şakası yok; dünyanın en romantik
okullarından biri.
Amerika sonradan görmedir, saymam bile. Avrupa eğitim sistemi içinde, biraz düşünün, hadi
İtalya’yı örnek alalım. Galatasaray okulumun
eline su dökebilecek bir tek okul gösteremez
eğitimciler.
Ama okulun derneğine gelirsek o başka.
Okulun, hele Galatasaray’ın Derneği ‘’ yan
kuruluş ‘’ değildir. İzci teşkilatı hiç değildir.
Yardımlaşma teşkilatı olamaz, olmamıştır.
Mutlaka hafif burnu havada, kadın ya da herif
çapkın, bilgili, içki sarhoşluğunu küçümseyen,
Galatasaraylı olmayı meslek olarak görmeyen,
hülyalı çocuklar. Her yıl 15 rütbeli, hülyalı,
kederli çocuk katılır derneğe , medeni yurtsever
katılır. İsterim ki onlara bütün Sivaslılar, Mardinliler, Milanolular, Londralılar aşık olsun.
O büyük sorunu, doğulu mu batılı mı zımbırtısını o güzel bahçenin çocukları çözdüler.
Bu okul hep kıskanıldı.
O muhteşem tespih ve sabır, kederli ve akıllı
olmayı unutayazdı.
Som akıllı ve suçsuz okuluma hayat veriniz.
Beyaz gömlekler giysinler derneğe gelirken.
Ben alırım.
Ama ne olur önce onlar. Yoksullar. Tost yesinler, bol peynirli, domatesli, turşulu. Peçeteli.
Vaziyet onlarda olmak zorunda. Akıl emrediyor.
Komşular şunu söyler olsun: ‘’ hepsi efendiydi,
kızlar erkekler kol kola çıkarlar, hiçbiri sendelemezdi. Hiç seslerini duymadık. Ben böyle bir
teşkilat görmedim Nezahat, deprem olsa onlara
güvenirim, Allah canımı alsın.‘’
Kurulunuza sevgilerimi sunuyorum. Büyüklerime de sonsuz saygımı.
Emaneten almadınız şu kırılgan bahçeyi.
Unutmayınız. Biz futbol kulübü değiliz.
O bir fedakârlığımız sayılsın.
Gözlerinizden öpüyorum
Salih.
Galatasaray*
Emirgan’a
Okul kırmaya gider gibi
O ihtimalle
Çanakkale’ye vuruşmaya gitmişler
Ahmet Robinson
ve arkadaşları.
Son sınıfa bile gelmemişler
gelmek istememişler yani.
28’i olmalı
Şehit düşüvermiştir. Cephede
Tarih bilir.
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Armada Pera Otel.
Galatasaray’daki ikinci adresiniz.
Istanbul’da yaşayan ya da İstanbul’u ziyaret eden Sultani Dergi üyelerini
Galatasaray’da yeni açılan Armada Pera’da özel bir indirimle ağırlıyoruz.
Osmanlı sarayının terzisi Paul Parma ve ailesine
ait tarihi “Parma Apartmanı”, şimdi Armada
Pera’da hayat buluyor.
Lokalimizin yeni işletmecisi:
Tambur Restaurant
Tambur Restoran, 21 Ağustos 2013 tarihinden itibaren Dernek Lokalimizde üyelerimize ve misafirlerine hizmet
veriyor. Yeni yönetimin olağanüstü gayretleriyle lokalimize eklenen yeni bahçemiz ve ana binamızda yapılan köklü
değişikliklere paralel olarak üyelerimize camiaya yakışır bir hizmet vermek için yola çıktık.
Art Nouveau stildeki şık ve konforlu odalarımızda
özenle ağırlayacağımız konuklarımız zamanda
yolculuk yaparken tarihi Pera yaşam tarzı ile
İstanbul’un yemek, kültür ve eğlence yaşamının
keyfine varacak.
Sizleri, mektebe yürüme mesafesinde bulunan
Armada Pera’yı keşfetmeye davet ediyoruz.
Geride bıraktığımız altı ay içerisinde bu emeklerin boşa gitmediğini görmekten ve üyelerimizin giderek artan
teveccühüne mazhar olmaktan dolayı son derece sevinçliyiz. Bu süre zarfında elliden fazla dönem yemeğine,
üyelerimizin çeşitli organizasyonlarına ve dernek yönetiminin etkinlik ve davetlerine evsahipliği yaptık.
Dönem yemeklerinin yeniden cemiyette düzenleniyor olması en büyük gurur kaynağımız.
Yenilenen profesyonel ses sistemimizle son üç aydır birbirinden güzel konserler gerçekleştirdik. Üyelerimizin bu
etkinliklerde hoşça vakit geçiriyor olması ve gösterilen ilgi daha da iyisini yapmak için cesaret veriyor.
Mesai günleri boyunca öğlen yemeklerinde Türk mutfağının sevilen klasiklerini geleneğe sadık bir şekilde hazırlayıp
sunmamız kısa sürede meyvesini verdi. Dernek lokalimiz artık Levent’te muteber bir öğle yemeği adresi. Ocak
sonundan itibaren öğlen yemeklerinde ayda en az bir kez Cuma günleri Galatasaray Pilavı Menüsü çıkaracağımızı
da bu vesileyle duyurmak isteriz.
Ayrıca, camiamızın ve Türkiye’nin önde gelen “gurme”lerinden Vedat Milor, NTV’de yayınlanan ‘Tadı Damağımda’
programının bir bölümünü Dernek Lokaline ayırdı. Sizler bu satırları okurken program büyük olasılıkla NTV’de
yayınlanmış olacak. Çekim esnasında esirgemediği samimi övgülerini tüm camia
adına sevinerek kabul ettik.
Size özel ve 2014 yılı süresince geçerli net fiyatımız:
Kahvaltı dahil gecelik 200 TL’dir. (Kdv dahil)
İletişim ve Rezervasyon*:
(+90) 212 293 73 73 l reservations@armadahotel.com.tr l www.armadapera.com
Tüm bu dönem boyunca nispeten eksik kaldığımızı düşündüğümüz tek alan
genç üyelerimizi Cemiyet’te daha çok ve daha sık bir araya getirecek etkinlikleri
yeterince düzenleyememek oldu. Bu satırlar hem bir vaad hem açık bir çağrı
olarak kabul edilirse çok mutlu olacağız. Lokalimizin tüm üyelerimiz için
yeniden muteber bir buluşma noktası olması yegane hedefimizdir.
Bu hedefe hep beraber, elele vererek varacağımıza yürekten inanıyoruz.
Tambur Restoran çalışanları adına sevgi ve saygılarımızla,
Sinan Ecer 107, Yusuf Şimşek 116, Ertuğrul Çalak 119
*Otelin uygunluğuna
göre teyid edilir.