Başkan’dan Sevgili Galatasaraylılar, Sizlerle son buluşmamız olan 2013 Pilav sayımızdan sonra Camiamız ve Derneğimiz adına çok önemli gelişmeler yaşandı. Sizlere Levent evimizle ilgili verdiğimiz sözlerin hepsi gerçekleşti, bahçemiz geri geldi. Bu pırıl pırıl ortamda lütfen bizleri yalnız bırakmayın ve sıklıkla ziyaret edin. 2 yıl aradan sonra, her zaman ilk önceliğimiz olan Galatasaray’da yatılılık hayatının devamına destek veren Sultani Balo 2013, ilk defa okul bahçemizin dışında yapıldı. Bu gece sayesinde Galatasaraylılar Derneği olarak bir taraftan yatılılık fonuna 75.000 TL destek sağladık, diğer taraftan ise yanan Ortaköy okulumuzun yeniden yapımı için 250.000 TL bağış toplanmasına ev sahipliği yaptık. Destek veren tüm Galatasaraylı kuruluşlara ve kişilere tekrar teşekkür ediyorum. Detaylı bir çalışmanın sonunda, Galatasaray Spor Kulübü ile ortaklaşa 2 önemli projeyi gerçekleştirdik. Öncelikle Levent’te açılan GS Store mağazası, hem üyelerimize indirimli GS lisanslı ürünlerini sunacak ve hem de dernek bütçemize katkıda bulunacak. Diğer yandan uzun yıllardır kullanımı çok azalmış olan Sultani kredi kartı yine GSK ve Denizbank işbirliği ile yenilendi. 2014 itibariyle GS Bonus markası altında ama Sultani görseli ve Platinum kart özellikleriyle sizlere sunulacak. Bu karta göstereceğiniz ilgi Cemiyet’e çok değerli bir destek sağlayacaktır. Projelerin hayata geçmesine destek olan Ünal Başkan’a ve tüm GSK çalışanlarına teşekkür ediyorum. Galatasaray İlk ve Orta öğretim okullarımızı ziyaret eden ilk Cemiyet yönetimi olduk. Belki son yıllarda eğitim sisteminde yaşanan çok hızlı değişikliklerden veya söylem alışkanlığından ötürü bu okullarda okuyan kardeşlerimizi sanki biraz unutmuşuz. Eskiden Lise dediğimizde 12 seneyi, 8 seneyi kapsar bir yapıdan bahsederken bugün Lise tabiri sadece 4 senelik bir dilimi kapsıyor, bizim az hatırladığımız İlk ve Orta öğrenim Galatasaraylıları ise 8 senelik bir Galatasaraylılığı – biraz da zor koşullarda –yaşıyorlar, paylaşıyorlar. Önümüzdeki günlerde Galatasaraylılar Derneği olarak bir elimizin ilk ve orta öğretim okul- larında olacağından ve burada okuyan genç kardeşlerimizdestek olacağımızdan şüpheniz olmasın. Yeni seneyle birlikte çok önemli bir projeyi daha başlatıyoruz, Cemiyet SİCİL Çalışması. Sizlere daha yakın olabilmek, daha sıhhatli bir iletişimin altyapısını hazırlamak için tüm üyelerimizin bilgilerini tazelemek arzusundayız. Galatasaraylılar Derneğinin gücü bir arada olmaktan, beraberce durabilmekten geçiyor. Bilgilerinizi yenilemek için, Eylül ayında yenilenmiş olan web sitemize girebilir, bize posta ile iletebilir veya sizleri arayacak olan genç kardeşlerimizle bilgilerinizi güncelleyebilirsiniz. Bu arada çeşitli ortamlarda dile getirdiğim ve ciddi boyutta olan aidat borcumuzu da azaltmak bir başka hedefimiz. 2014’te devreye girecek olan Sultani GS Bonus- Platinum ile sağlayacağımız vadeli ödeme bu yaranın kapanmasında önemli bir rol oynayacak düşüncesindeyiz. Maalesef 2013 senesinde çok değerli Galatasaraylılar aramızdan ayrıldılar, son olarak hayatını Galatasaray’a adamış ve son 10 yılını Galatasaraylılar Yurdu’nun bitirilmesine vakfetmiş olan sevgili Hayri Başkan 13. sınıftan ayrıldı. Eseri yaşadıkça bu güzel Galatasaraylı ağabeyimizin hatırası da bizlerde canlı kalacaktır. Sevgili Galatasaraylılar, aileleriniz ile birlikte sıhhatli, mutlu ve Galatasaray’a zaman ayıracağınız bir yeni yıl diliyorum. Haziran Pilav 2014’te görüşmek üzere. Saygı ve sevgilerimle, Polat Bengiserp 3 Nobel Barış Ödülü’nü kazanan OPCW’nin Başkanı, 102. dönem mezunlarımızdan: Ahmet Üzümcü Başkanlığını okulumuzun 102. dönem mezunlarından, diplomat Ahmet Üzümcü’nün yaptığı Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW), kimyasal silahların ortadan kaldırılması için harcadığı kapsamlı çalışmalar nedeniyle 2013 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. OPCW, 16 yıldır dünya genelinde kimyasal silahlara karşı çalışmalar yürütüyor. Örgütte yaklaşık 500 kişi görev yapıyor. Üzümcü, 2009 yılından bu yana kurumun başkanlığını yapıyor. Amaçlarının genç nesillere daha güvenli ve barış içinde bir dünya bırakmak olduğunu belirten Üzümcü, “Kimyasal silahlar farklı formlarda ve özelliklere sahip. İmha edilmeleri için çok özellikli tesisler gerekiyor. Birçok ülkede çalışanlarımız, kimyasal silahları yok etmek için 7 gün 24 saat çalışıyor. Çok yoğun ve tehlikeli bir iş. Ancak, bu ödül bize yeni bir enerji verdi. ” dedi. Galatasaraylılar Derneği olarak kendisini ve kurumunu yürekten kutluyoruz. Fransa Sanayi Kalkınma Bakanı Lisemizdeydi. Haber: Mehmet Onultan 128 Fransa Sanayi Kalkınma Bakanı Arnaud Montebourg, 11 Ekim Cuma günü, Galatasaray Lisesi Tevfik Fikret salonunda, « Sanayileşen Yeni Fransa » konulu konferansa katıldı. Derneğimizin organizasyonuyla gerçekleşen konferansa, ‘c’est aussi une fierté pour moi de m’exprimer ici dans cette enceinte prestigieuse...’ cümlesi ile başlayan Montebourg, yeni kitabının adı da olan ‘Made in France’ yeni sanayi projelerini paylaştı. Fransa Cumhurbaşkanının da kısa süre içinde ülkemizi ziyaret edeceğinin haberini veren Montebourg, konuşması bitiminde dinleyicilere teşekkür ederek, soruları yanıtladı. Daron Acemoğlu’na Cumhurbaşkanlığı Ödülü 118 devresi mezunlarından, Galatasaraylılar Derneği’nin 2945 sicil numaralı üyesi ve ilk Büyük Galatasaray Ödülü’nün sahibi Daron Acemoğlu, klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine yaptığı farklı perspektifle yaklaşım nedeniyle sosyal bilimler dalında Cumhurbaşkanlığı Ödülü’ne layık görüldü. Daron Acemoğlu, dünyadaki en çok alıntı yapılan ilk on ekonomistten biri olarak halen Massachusetts Institute of Technology’de ekonomi profesörü 4 Bahçemize kavuştuk Cemiyetimizin yanındaki binayı bünyemize katarak yıllarca özlediğimiz bahçemize yeniden kavuşmuş olduk. 2013’ün Temmuz ayında tadilata giren Cemiyet, üyelerce yanıtlanan anket dikkate alınarak yenilendi. İki ay süren tadilat süreci sonrasında, Galatasaraylılar Derneği Kuruluş Yıldönümü ve Başkanları Anma Günü’nde biraraya gelen 200’ü aşkın üye, eski başkanlardan Oğuz İmregün, Cengiz Nayır, Ahmet Yolalan, Reha Bilge ve Tevfik Bilge, Yardımlaşma Vakfı Başkanı Hayri Tuğal ve Galatasaray Spor Kulübü Başkan Yardımcısı Ümit Özdemir’in katılımıyla hizmete açıldı. Bu süre içinde dernek işletmesi de açılan ihale sonucu yönetim kurulu kararıyla iki sene için Ertuğrul Çalak (119) ve Yusuf Şimşek’in (116) kurucu ortağı olduğu İnciraltı İstanbul Meyhanesi ile Sinan Ecer (107) ortak girişimi olan Tambur Restaurant’a verildi. olarak görev yapıyor ve Yale Üniversitesi’nde de ders veriyor. Acemoğlu’nun uzmanlık alanları; gelir ve ücret dağılımında eşitsizlik, insan gücünün eğitimi, ekonomik büyüme, teknik değişimler, siyasi ekonomi gibi konular. Çalışmalarıyla Türkiye’nin güncel sorunlarına ışık tutan Acemoğlu’nun başlıca kitapları arasında James Robinson ile birlikte yazdığı “Economic Origins of Dictatorship and Democracy” ve “Why Nations Fail” adlı kitaplar bulunuyor. 5 Galatasaraylılığa ilk adım: Galatasaray İlk ve Ortaöğretim Okulu Galatasaraylılar Derneği Yönetim Kurulu, 9 Ekim 2013 günü, Galatasaray Öğretim Kurumları’na ilk adım olan, Galatasaray İlk ve Ortaöğretim Okulu’nu ziyaret ederek, öğrencilerin ve okul müdürü İhsan Zeren’in taleplerini dinledi, eksikleri gözlemledi. Günümüz şartlarında en uzun süreli eğitimin alındığı ve Galatasaraylılığa ilk adım atılan kurum olan Galatasaray İlk ve Ortaöğretim Okulu’nda daha iyi şartlar altında eğitim ve öğrenim görülebilmesi için Galatasaraylılar Derneği’nin tüm desteğini vereceğini belirten yönetim kurulu üyeleri, büyük Galatasaray camiasını da bu uğurda harekete geçirmek için çalışmalarda bulunacağının sözünü verdiler. YENi Mutfakların sağlık 3’lüsü... Sağlıklı, yanmaz-yapışmaz Thermolon™ teknolojisi, yiyeceklere özel üretilmiş GreenPan tavalarla mutfağınıza lezzet katıyor. PFOA LEAD CADMIUM SAĞLIKLI SERAMİK, YANMAZ-YAPIŞMAZ 6 Türkiye Genel Distribütörü ertekretail.com.tr 11. Sultani Balosu’na Rekor Katılım Galatasaraylılar Derneği tarafından 2001 senesinde başlatılan ve bir gelenek haline dönüşen Sultani Balosu, 13. senesinde 11. kez bazı yeniliklerle gerçekleşti. 10 sene boyunca ara vermeden Lisemiz bahçesinde düzenlenerek bir gelenek halini alan Sultani Balosu, son iki yıldır Milli Eğitim Yasaları çerçevesinde yapılan değişikliklerin kurbanı olarak okul bahçemizden uzaklaştırılmış ve yapılmamıştı. Yatılılık Bursu’na destek Göreve gelirken vurguladığımız gibi; Sultani Balosu, Galatasaray olgusunun en değerli halkasına, “yatılılığa” destek veren bir organizasyon olarak her durumda yapılmalıydı. Bu çok kıymetli gelenekten vazgeçemezdik. Şimdiye kadar yapılmış 10 Sultani Balosu’nda toplam yarım milyon TL bağış toplanmış ve GEV aracılığı ile okulumuza YATILILIK BURSU olarak aktarılmıştı. Bu çok değerli destekten vazgeçemezdik. Göreve gelir gelmez yaptığımız girişimler sonucunda Sultani Balosu’nun tekrardan okulumuz bahçesine geri dönmesinin mümkün olmadığını anladık. Sevgili hocalarımızı da daha fazla sıkıntıda bırakmanın bir yararı olmayacağına karar ve- 8 rerek okul dışında ama Galatasaraylı bir mekan arayışına başladık. Çok fazla seçenek olmamasına rağmen Galatasaray Kulübü Kalamış tesisleri en doğru imkanları sunan mekan olarak karşımıza çıktı. Burada daha önce benzer organizasyonlar yapılmıştı ve de başarılı olmuştu. Balonun da altından kalkarız diye yola çıktık. Hazırlıklar Etkinliğin hazırlıkları için epey alışık olduğumuz çalışmalar, hemen Haziran başında Pilav sonrası başladı. İlk balonun tarihi olan 4 Eylül’de karar kıldık. Logomuz güncellendi, davetiyeler basılacak, eski balolara gelenlerin isimleri taranacak, temasa geçilecek kişiler derken Ağustos ayı geldi çattı. Yeni mekan ve mönü gözden geçirildi. Mönü 3 kez denendi, yenilikler önerildi. Ortaköy’ü unutmadık Önümüzde iki önemli ve doğru yönetilmesi gereken konu vardı. Birincisi, iki sene unutulmuş olan Baloyu başka bir mekanda hatta başka bir kıtada yapma kararı aldık. İkinci konu ise acısı çok yeni olan Ortaköy Okulumuzun yangınına kayıtsız kalamazdık. Balo normal görevinin yanısıra bu amaca da hizmet edebilmeliydi. Ortaköy konusunda ilgili kuruluşlarla gerçekleştirdiğimiz 3-4 toplantı sonunda, Balo etkinliği içinde, Galatasaraylılar Derneği’nin ev sahipliğinde bir bağış kampanyası yapılmasına karar verdik. Kampanyanın belirlenen sürede tamamlanmasına ve balonun genel atmosferini etkilememesine özen gösterdik. Tüm Galatasaraylı kuruluşlar birarada Balo için en önemli ve değerli gelişme, Ağustos ayının sonunda yaşandı. Tüm Galatasaraylı kuruluşların Sultani Balo’ya bir veya daha fazla masa alarak katılması bizleri son derece mutlu etti. Böylelikle ilk defa tüm Galatasaraylı kuruluşlar bir amaç uğruna Sultani Balo’ya katılmışlar, ilk defa sayımız 600 kişiyi aşmış, ilk defa Sultani Balo, Yatılılık fonuna verdiği desteğin yanı sıra, Galatasaray Eğitim Vakfına ev sahipliği yapmış ve Ortaköy okulumuzun yenilenmesi için 250.000 TL aktarılmasına vesille olmuştu. Sultani Balo çok önemli ve zor bir adımı başarıyla aştı ve devam etme, ettirilme iradesini gösterdi. Bu yürekliliği sağlayan herkese candan teşekkürlerimizi sunuyoruz. 600 kişi katıldı Ortaköy’e 250.000 TL bağış toplandı Sultani Balo, bu yıl 4 Eylül 2013 tarihinde ve ilk kez okulumuz bahçesi dışında, Galatasaray Spor Kulübünün Kalamış tesislerinde 600 kişinin katılımıyla gerçekleşti. İpet Altınay (111) ve Levent Erden (108)’in yönettiği bir diğer kampanyada ise camiamızı derinden etkileyen yangında yok olan Ortaköy binamız için 250.000 TL bağış toplandı. GS Sultani Bonus Premium Balo süresince bazı tanıtımlar yapıldı. Bunlardan ilki, Derneğimizin yeni kredi kartı, GS Sultani Bonus Premium oldu. Temsili kart, Galatasaray Kulübü Başkanımız Ünal Aysal ve Derneğimiz Başkanı Polat Bengiserp ile birlikte sunuldu. Yatılılık Bursu Dernek Başkanımız Polat Bengiserp, Yatılılık Bursu için toplanan 75.000 TL bağış için tüm katılımcılara teşekkür etti ve temsili bağış çekini Lise Müdürümüz Meral Mercan’a iletti. Abbas gençleşti Sultani Balo 2013’ün unutulmayacak bir başka anı ise, 10 yılı aşkın süredir çeşitli Galatasaray etkinliklerinde sahne alan ABBAS’ın müthiş performanslarından sonra “peruğu” ABBAS Junior’a devretmesiydi. Muhteşem bir katılım ve atmosferde geçen gecenin finalini Candan Erçetin yaptı. Sultani Balo’yu bir daha okul bahçesinde gerçekleştiremeyecek olduğumuzu biliyoruz. Sıra seneye belki bir başka mekanda, başka rekorlar kırarak, bir daha “Galatasaraylı bir araya geldi mi neler yapar” iddaasını test etmeye geldi. Temmuz’da kapınızı çalacağız, unutmayın. 9 Cumhuriyetin 90. yılını kutladık Başkan Hayrettin Tuğal adına saygıyla.. . Ulu Önder Atatürk’ün en değerli mirası olan Cumhuriyetin kuruluşu, 90. yıldönümünde, Cemiyet’teki Tambur Restaurant’ta kutlandı. Gece, üyelerin katılımıyla gerçekleşen kokteylle başladı ve Galatasaraylılar Derneği Başkanı Polat Bengiserp’in açılış konuşmasıyla devam etti. 1960 mezunu Ali Sirmen’in kısa konuşmasının ardından Atatürk’ün sevdiği şarkılar eşliğinde geceye devam eden Galatasaray camiası sorumluluklarını bir kez daha hatırlama fırsatı buldu. Galatasaray hepimizin geçmişi... Şimdi geleceğimiz de oluyor. Çünkü yalnız olmuyor! Galatasaraylılar Yurdu 1 Şubat 2014 Cumartesi günü açılıyor Sizi tanıyoruz. Hayatınız büyük ve güzel bir ailede geçti. İster öğrencisi olun ister öğretmeni ya da çalışanı, Galatasaray hepimize en güzel anılarımızı armağan etti. Dönüp dönüp hatırlamaktan mutlu olduğumuz anılarımız. O anılar ki bizi her daim birbirimize bağlıyor. O anılar ki bizi bir aile yapıyor. Galatasaraylılar Yurdu işte bu felsefeyle inşa edildi. Her tuğlasında ortak anılarımız, Galatasaray ruhundan süzülen sevgi ve bağlılık var. Amaç, ailemizin dileyen üyelerine hayatlarının olgunluk çağında ortak bir yaşam alanı sunmak. İkinci baharlarını pilav günü ruhuyla yaşasınlar diye. Ama sadece ortak bir geçmişe sahip olmak Galatasaray gibi bir aileye yetmez diye düşündük. “Neden aynı zamanda ortak bir geleceğimiz de olmasın ki?” dedik. Ebediyete kadar beraber neden olmayalım? Neden biz yaşadıkça yeni anılarımız olmasın? Tıpkı okuldaki gibi...Yatakhanedeki gibi... Amacımız, Galatasaraylılara yakışan bir yaşam kalitesi... Evimizin her köşesi bu felsefeyle tasarlandı. Yaşam alanları, fasiliteler, çevre tasarımı... Çünkü biliriz, bizim ailenin üyeleri öyle kolay beğenmez. Hele kaliteli bir hayatı hak ettiğimiz yaşlarda, müşkülpesent olmak hepimizin hakkı. 145. dönem mezuniyet töreni çok renkliydi Galatasaray Lisesini 145. dönem olarak bitiren kardeşlerimizin mezuniyet töreni, 2 Temmuz 2013 günü yapıldı. Törende okulumuzu 1. 2. ve 3. olarak bitirenlere “Galatasaraylılar Derneği - Abdurrahman Şeref Efendi” ödülleri Dernek Başkanımız Polat Bengiserp tarafından verildi. Kendi ailemizden, bizimle aynı ruha sahip insanlarla. O ruh ki, başka yerde bulunmaz. O ruh ki, bizi asla yalnız bırakmaz. Zaten Galatasaraylıya da yalnızlık yakışmaz! Ona bu güzel ortamda neşe, mutluluk ve yüksek hayat standartları yakışır. Ne dersiniz size de bir yer ayıralım mı? 10 SULTANİ DERGİ HAZIRLAYANLAR 2014 Kış Sayısı Galatasaraylılar Derneği’nin ücretsiz yayınıdır. Editör: İzzeddin Çalışlar Tasarım: Levent Dönmez Koordinatör: Simge Argüden Galatasaraylılar Yardımlaşma Vakfı YK ***Ön başvuru ve talep toplama işlemleri için www.gsyardimlasmavakfi.org sitesini ziyaret edebileceğiniz gibi 0212 347 2670 veya 0543 979 2330 telefonlardan bilgi alabilirsiniz. 150. dönem Cemiyet ziyareti Lisemize 2013 yılında başlayan kardeşlerimiz, 28 Eylül 2013 Cumartesi günü Cemiyetimizi ziyaret ettiler. Ziyaret, 125. dönemin katkılarıyla, Galatasaraylı kuruluşları tanıtma çalışmaları çerçevesinde gerçekleşti. Dergimizin sizlere ulaşmasındaki katkılarından dolayı “Triptek Yazılım ve Bilişim Hizmetleri A.Ş” ye teşekkürlerimizi sunarız. 11 Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret edip bilgi aldık. Ali Rıza Bey’in bahçeye diktiği nar ağacını gördük, küçük Mustafa’yı bu bahçede oynarken hayal ettik. 10 Kasım günü, hep birlikte saat tam 09.05’te yine onun evindeydik. 10 Kasım’da Selanik’teydik Galatasaraylılar Derneği’nin düzenlediği haftasonu gezisiyle Cuma sabahı yola çıkarak eşsiz Trakya manzaralarıyla Selanik’e ulaşırken rehberimiz Yard. Doç. Dr. Ateş Uslu’nun mitoloji, ekonomi, siyaset ve yakın tarihe dayalı eşsiz bilgi birikimi yolculuğun keyifli geçmesini sağladı. Bir diğer güzellik ise yönetim kurulu üyemiz Dr. Mefkûre Platin’den dinlediğimiz güzel şarkılardı. Şehir bizi güneşli ve ılık bir havayla karşıladı. Se- 12 lanik’in merkezinde, deniz kenarındaki meydanda bulunan otelimiz Electra Palace’tan denize doğru bakınca, yüz sene önce, 1913 yılında Balkan savaşlarının hemen sonrasında Anadolu’ya göç eden müslümanların ayrıldığı limanı gördük. Güneşli bir hafta sonunda, Pagan, Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların izlerini takip ederek Selanik sokaklarını arşınladık. Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret edip bilgi aldık. Ali Rıza Bey’in bahçeye diktiği nar ağacını gördük, küçük Mustafa’yı bu bahçede oynarken hayal ettik. 10 Kasım günü, hep birlikte saat tam 09.05’te yine onun evindeydik. Bu sefer Türkiye’den ve çevre iller ve ülkelerden gelen, 7’den 77’ye yüzlerce kişiyle beraber... Yapılan tören sonrasında ülkemize dönüş yoluna geçtik. Dedeağaç’ta verdiğimiz mola, Yunan yemek ve şaraplarına düşkünlüğümüzü artırdı. Deniz mahsüllerine doyduk. 13 Derneğimize ait Marka ve İsimler Tescilleniyor. GS Store yanımızda Derneğimizin ek binasının planlanmasında ve projenin hayata geçirilmesinde önemli katkıları bulunan GS Store, 3 Aralık 2013 Salı günü, Cemiyetimiz bünyesinde, Galatasaray Spor Kulübü başkanımız Ünal Aysal’ın katılımıyla açıldı. Derneğimizin ve camiamızın kurumsal kimliğini yansıtan logomuz, “Galatasaray Pilavı”, “Galatasaray Ödülü” ve “Sultani” isimlerinin tescil işlemleri, Tevfik Bilge başkanlığındaki 2011 – 2013 yönetim kurulu kararı ile başlatılmıştı. Cemiyet GS Store, tüm dernek üyelerimize %10 indirim fırsatı sunmaktadır. Geçen süre içinde Logomuz, “Galatasaray Pilavı” ve “Galatasaray Ödülü” isimleri tescil edildi ve belgeleri Derneğimize ulaştı. “Sultani” isminin tescil işlemleri ise devam ediyor. Camiamız için büyük önem taşıyan tescil işlemlerini başlatmış olan Tevfik Bilge Yönetimi’ne teşekkürlerimizi sunarız. Projenin gerçekleşmesinde büyük emeği olan sevgili Nurettin KANTERELLİ’ye teşekkürlerimizle Gezi Platformu Tevfik Fikret’i andık Mekteb-i Sultani’nin unutulmaz müdürü, değerli fikir adamı, ressam ve şair Tevfik Fikret, ölümünün 98. yılında Aşiyan Müzesi’nde anıldı. Dernek başkanımız Polat Bengiserp’in Tevfik Fikret’in kabri başında yaptığı anma konuşmasının ardından, Galatasaraylılar ve diğer katılımcılar da Tevfik Fikret’le ilgili duygu ve düşüncelerini paylaştı. İstanbul içinden ve diğer şehirlerden tören için gelenlerin Tevfik Fikret ve yaşamıyla ilgili bilgi birikimi, törene zenginlik kattı. 3 Temmuz 2013 Çarşamba akşamı Galatasaraylılar Derneği’nde gerçekleştirilen “Gezi Parkı’nı Anlamak” paneline 150’den fazla üye katıldı. Gezi Parkı sürecinin öncesindeki gelişmelerin, Taksim Dayanışma Platformu altındaki dernek- 14 lerin geçmişten günümüze dek ortaya koyduğu çalışmaların paylaşıldığı panelde, Selma Kaya (110), Ruşen Çakır (112), Selçuk Erdoğmuş (119), Funda Oral (119), Birkan Işın (124), Işıl Ertuzun (124) ve Kerem Akalın (126) deneyim ve görüşlerini paylaştı. Panele moderatörlük yapan Levent Erden (108), Gezi sürecinin etkisiyle iletişim ve sosyal medya dünyasındaki gelişmelere, yeni yaklaşım ve eğilimlere dikkat çekti. Törenin ardından, Müze Müdürü Ata Yersu’nun açıklamaları eşliğinde müze gezildi. Planları bizzat Tevfik Fikret tarafından çizilen ve “kuş yuvası” anlamına gelen Aşiyan’ın yapılan restorasyonla aslına yakın hale getirilmiş olması tüm katılımcıları memnun etti. 15 Dernek Kartımız Yenilendi 1.- Sevgili Başkan, Neden Yeni Bir DERNEK Kredi Kartı Çıkardık ? Dernek için ilk kart uygulaması 2001 senesinde benimde içinde bulunduğum Ahmet Yolalan yönetiminde başladı. İlk 2-3 sene çok başarılı bir grafik çizen Akbank Sultani Kart daha sonra bir başka kart türünün banka tarafından devreye sokulması ile gitgide performans kaybına uğradı. Sonraki senelerde 1 - 2 defa durumu değiştirmek istesek de başarılı olamamıştık. Yanılmıyorsam bugün eski Sultani Kart kullanımı 200 kart’a kadar geriledi, ama buna rağmen gene Derneğimize hala önemli sayılabilecek bir destek veriyor. 2.- Sultani Kartın Derneğimize Faydaları Nedir? Günümüzde kredi kartları son derece gelişti ve günlük yaşamın önemli bir parçası oldu. Galatasaraylılar Derneği gibi camianın amiral gemisi sağlayacak bir imkân. Bu kartımızın kullanımı yaygınlaşınca, Dernek yönetimi olarak ciddi bir miktara ulaşmış olan aidat borçlarını vadelendirme olanağına kavuşacağız. Bu çalışmamızı da kısa bir süre içinde sevgili Galatasaraylılarla paylaşacağız. olan kuruluşun da bu tür bir aracı kullanıyor olması gerekmektedir. Sultani Kart, üyelerimizin öncelikle derneğe olan bağlılığın önemli bir göstergesi. Günlük hayatımızın bu vazgeçilmez aracı ile, yapacağımız her harcamadan Derneğimizin de kazanç elde ediyor olduğunu bilmek her üyemize bir mutluluk vermeli. Ayrıca bu kart, Cemiyet aidat ödemeleri gibi sürekli ödemeleri kolaylaştıracak, unutulmamasını 3.- Neden GS Bonus ? GS BONUS, Galatasaray Spor Kulübünün yarattığı bir marka ve benzerleri arasında en üst noktaya gelmiş bir kredi kartı. GSK’nın Denizbank ile ortaklaşa geliştirdiği bu kart sayesinde Kulübümüzün çeşitli promosyonları, fırsatları mevcut. Biz Sultani kartı yenilerken yepyeni bir kart çıkartabilirdik, ama özellikle var olan GSBonus markası altına girmeyi ve var olan olanaklardan faydalanmayı daha uygun bulduk. Küçük olsun benim olsun mantığı bu tür konularda fayda getirmiyor. Biz kulübümüz ile güçlerimizi birleştirmeyi ve ürünü daha da ile götürme yolunu seçtik. Bugün Sultani GS Bonus alacak her Cemiyet üyesi, standart GS Bonus ayrıcalıklarının tümünden faydalanacak , GSK tarafından yapılan tüm indirim ve kredileme olanakları bizim kart için de geçerli olacak bir de üzerine Cemiyete katkıda bulunacak. 4.- GS Bonus Kart’ın Galatasaraylılara Sağladığı Ayrıcalıklar Nelerdir? •Türk Telekom Arena’da kombine bilet alımında öncelikli dönem, tüm kombine biletlere %10 indirim fırsatı ve indirimli fiyatlar üzerinden vade farksız taksit imkanı •Türk Telekom Arena’da Galatasaray Profesyonel Futbol Takımı’nın oynayacağı resmi maçlar için GS Bonus sahibi olarak stada sadece size giriş imkanı ve stat mağazasında ve yeme & içme alanlarında size özel indirimler 16 •Süper Lig ve Türkiye kupası iç saha maçlarında biletlerin satışa sunulduğu ilk 2 gün öncelikli bilet satın alma hakkı •GS Store’larda indirimli alışveriş •GSMobile ve GSTV kampanyalarından öncelikli ve indirimli yararlanma •GSK tarafından yapılan tüm diğer ürün promosyonlarından faydalanma imkanı. Bu özelliklerin tamamından Sultani GS Bonus Kart üyelerimiz de faydalanacaklar. 5.- GS Bonus Kartla Neler Yapabilirsiniz? Sultani GSBonus kartlarının hepsi PLATİNUM özelliğinde sizlere ulaşacak. Yukarıda sıraladığım Galatasaraylılara özel ayrıcalıkların dışında GS Bonus Kartlarının başka özellikleri de var. Dünyanın neresinde olursanız olun, yapacağınız tüm alışverişlerden bonus kazanacaksınız. Biriken bonus’larınızla program ortaklarında bedava alışveriş yapabileceksiniz. Kartınız MasterCard Paypass, temassız kart özelliğine sahip olup, temassız kart okuyucusu olan tüm noktalarda 35 TL ve altındaki işlemlerinizi şifre ve imzaya gerek kalmadan kartınızı okuyucuya göstererek hızlı ve rahat bir şekilde gerçekleştirebilirsiniz. GS Bonus Kartınızla yurtiçi ve yurtdışıdaki ATM’lerden dilediğiniz zaman nakit avans kullanabilirsiniz. 6.-Halihazırda GS Bonus Kredi Kartı Olanlar Ne Olacak? Mevcutta GS Bonus kartı olanların durumu ise en kolayı. Kendilerine aynı limitten bir de Sultani Kart gönderilecek. Diğer kartta olan hak kampanyaların hepsi aynen geçerli olacak. Tek fark bu kartla yapacağınız her harcama ile Cemiyete bir katkı sağlayacaksınız. 7.-Nasıl Başvuracağız ? En kolay yol, dernek web sitemizde bulunan Sultani GSBonus mönüsünde bulunan başvuru formunu doldurmanız olacaktır. Yalnız bu aşamada çok önemli bir detay var. Çok kısa bir süre önce yenilenen kredi kartları kanunu. 8.- Kredi Kartları İle İlgili Bankacılık Sistemine Getirilen Bu Yeni Düzenleme Bizi Nasıl Etkileyecek? Yeni yönetmeliğe göre: “İlk defa kredi kartı sahibi olacak bir gerçek kişinin tüm kart çıkaran kuruluşlardan temin ettiği kredi kartları için tanınacak toplam kredi kartı limiti, ilk yıl için, ilgilinin aylık ortalama net gelirinin iki katını, ikinci ve sonraki yıllar için ise dört katını aşamaz. İlk defa kredi kartı sahibi olacak bir gerçek kişinin, aylık veya yıllık ortalama gelir düzeyinin tespit edilememesi durumunda tüm kart çıkaran kuruluşlardan edinilebilecek toplam kredi kartı limiti en fazla bin Türk Lirasıdır.” Bu nedenle, sahibi oldukları kartları bu limite ulaşmış olan kişiler yeni bir kart alma imkanına sahip olamayacaklar. Bu durumu önceden Bankacılık sisteminden kontrol edebilmek ve üyelerimiz ile bu sorunu yüz yüze konuşarak aşabilmek amacıyla TC Kimlik numaralarını da başvuru formunda rica ettik. Burada böyle bir limit durumu söz konusu ise, üyelerimizden beklentimiz ve ricamız, kullanmadıkları herhangi bir kredi kartını iade ederek kredi limitlerini boşaltmaları ve Sultani GS Bonus için kredi limiti yaratmaları. Kartlar geçerliliğini sürdürecek hatta yenilemelerde banka müşterilerine yeni kartlarını gönderecektir diye düşünüyorum. Ancak üyelerimizin hatırlaması gereken tek şey artık bu kartla yapılan hiçbir harcamada Cemiyetin bir fayda sağlamayacağıdır. 10.- GS Bonus Sultani Kart ile CEMİYETİN hedefleri neler ? Bu kart sayesinde birçok hedefimiz var. Öncelikle üyelerimizin bu karta bir an önce sahip olarak sürekli bir destek imkanı yaratmaları. Daha önce bahsettiğim eski aidat borçlarının bir kısmını temizlemek için bu kartın çok önemli bir imkan yaratacağını düşünüyorum. Bu yeni kartımızı kullanarak bir üyesi olduğumuz GSBONUS markasına destek vermek ve daha başarılı bir kart olmasını sağlamak. Benim ilk sene için hedefim 1.500 üyemizin bu karta sahip olması ve Derneğe aylık ortalama 6.000 – 7.000 TL civarında bir destek vermesi. Bu sürekli destek bizlere henüz uzanamadığımız, el atamadığımız bir sürü konuda elimizi taşın altına koyabilmek için cesaret verecek imkanı yaratacaktır. Bu kartın hayata geçmesinde büyük emekleri ve destekleri olan Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Ünal Aysal ve kulüp çalışanlarına, Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş ve ekibine özellikle teşekkür ediyorum. 6 aylık hazırlık sürecinde çok ciddi destek verdiler, bu çalışmanın hakkını vermek ve bu kartı desteklemek de artık tüm Cemiyet üyelerine düşen bir görev. 9.- Eski Sultani Kredi Kartımızın Durumu Nedir? 12 sene boyunca bizimle bu kart çalışmasını sürdüren Akbank ile anlaşmamız 2013 ile birlikte son buldu. 17 Bir Belgesel Hikayesi: Mauritius -Madagaskar Madagaskar hem madenlerinden dolayı potansiyeli yüksek hem de geleceği parlak adalardan bir tanesi. 20 Yazan: Tulga Ozan (127) Nairobi üstü Mauritius Bu sene yayına girecek son belgeselimiz için ekibi tecrübeli gençlerden oluşturduk. 7 kişilik ekibimizde Murat ve benim dışında her biri en azından 30 ülke gezmiş genç ama tecrübeli gezgin kardeşlerimiz bulunuyor. Tamamen Cafe del Mundo ekibinden oluşan bu gezide Baran, Candaş, Erdem ve Emrah bizle yola çıkıyorlar ve Oytun da bizi Mauritius'ta yakalıyor. Hem yol hikayesi olsun, hem de bütçeleri hafifletmek için millerle Nairobi'ye uçup oradan Mauritius'ta bir gece kalarak Madagaskar'ın başkenti Antananarivo'ya geçeceğiz. Bu sefer yola çıkarken daha az yorucu bir rota planlayalım desek de gene heyecan başlayınca hiçbir şeyi kaçırmama kararı aldık. Yol öncesi hazırlıklarımızı Lonely Planet, forumlar ve devre arkadaşım Vedat Ay'ın verdiği bilgilere göre düzenledik. Bir gece Nairobi'de kalıp, Jomo Kenyatta Meydanı ve Zürafa Çiftliği’nde birkaç plan çekim yaptıktan sonra akşamüstü Nairobi’den ayrılıyoruz ve Mauritius adasında ertesi günkü çekimleri de düşünerek kuzey bölgesinde yer alan Grand Baie kasabasına geçiyoruz. Bu rotadaki en pahalı nokta Mauritius adası. Oteller ateş pahası olunca Murat ve Baran beni grupla yemeğe bırakıp ara sokaklara dalıyorlar. Şanslı bir gündeyiz, sokakta karşılaştıkları bir adamı ikna edip 50 Euro karşılığında sekiz kişi kalacağımız bir daire kiralamayı başarıyorlar. Biz de Queen Dodo isimli bir mekanda fiyat kalite kıyaslamasında gayet kötü bir yemek yedikten sonra sahildeki Banana Barda birkaç içki içiyoruz ve ufacık bir dairede sıkışarak geceyi geçiriyoruz. Bu coğrafya benim daha önceden hakim olduğum bir bölge değil. Mauritius denince aklıma sadece hayvan türlerinin yok olmasına örnek olarak gösterilen "Dodo" kuşu geliyor. Çok uysal ve kaçabilme kabiliyeti olmadığı için insanların çok hızlı bir şekilde soyunu tükettiği canlılardan biri. Bu adaya Avrupalıların ilk ayak basması 16. yüzyılın başlarında gerçekleşiyor. İstanbul'un fethi ile birlikte kapanan doğu yollarına alternatif yaratmak için yola çıkan maceraperestlerden önce Bartolomeu Dias ve ardından Vasco da Gama’nın Ümit Burnu'nunu aşması ile bu coğrafyalara ilk ayak basanlar Portekizliler oluyor. Ertesinde Hollandalılar, Fransızlar ve en son olarak da İngilizler adanın kontrolünü ele geçiriyorlar. Günümüzde ise İngiliz Milletler Topluluğu güdümünde bir ülke Mauritius. Bizim programımız Pamplemousse Botanik Bahçesi ile başladı. Profesyonel çekim özel izne tabi olduğu için belli etmemeye çalışarak özel bir rehber tuttuk ve bahçeleri gezdik. Normalde botanik çok ilgi alanım olmamasına rağmen mekanın tarihi benim de ilgimi çekti. Kuruluşu 1735 yılında olan bu bahçeler 1770 yılında Pierre Poivre isimli bir Fransız misyoner sayesinde stratejik bir önem kazanmış ve Nantes fermanı ertesinde Cape Town şehrinin kurulması ve buna mukabil Endonezya'ya kadar ilerleyen Hollandalıların tüm baharat ticaretini kendi tekellerine almasına karşın Fransızların baharat üretimi için çalıştıkları bir mekan haline gelmiş. hayalini kurduğu noktalardan "Allee des Baobaps" gezisi ve geri dönüş yolu. Esasında kendi hızımızla dolaşsak araya başka yerler de sıkıştırırdık ama belgesel çekimi olduğu için önemli olan kamera bu gezide. Gezi bitiminde uçağa kadar vaktimiz kısıtlı olduğu için ülkenin başkenti, ismini Fransız Kralı XV. Louis'den alan Port Louis'e geçiyoruz ama pazar günü olduğu için her yer kapalı ve kısa planlar çekip havalimanına devam ediyoruz. Buradan Antananarivo'ya kadar kısa bir uçuşumuz var. İnternette girişte 80 USD vize ücreti yazmakta ama bizim için ağır bütçe olacağından biraz karambole getirerek içeriye girmeyi başarıyoruz. Madagaskar Madagaskar hem madenlerinden dolayı potansiyeli yüksek hem de geleceği parlak adalardan bir tanesi. Dünya pazarında birçok ülkenin hedefinde olması son dönemde de bazı karışıklıkların yaşanmasına sebep olmuş. Aralık ayındaki seçimlerin sonuçları çok önemli; Fransızların ve askerlerin desteklediği hükümet devrilirse ülkenin yeniden karışma ihtimali var. Bundan üç sene önce ortağım Murat Fıçıcı geldiğinde tam karışıklıkların ortasında kaldığı için istediği rotayı yapamamıştı. Madagaskar'daki rotamızda Tana'dan (Antananarivo) başlayarak güney batıya doğru ineceğiz, Antisirabbe şehrini gördükten sonra, Fianarantsoa'dan buranın simgesel buharlı treniyle en azından birkaç saatlik bir yolculuk yapma planımız var. Ertesinde Ambalavao şehrinde bu ülkenin simgelerinden Zebu öküzlerinin satıldığı pazarı gezip Isalo'da trekking için iki gece kalacağız. Safir madeninin çıktığı Ilakaka şehrini gezerek Tulear ve Mozambik kanalı kıyısında bulunan Ifaty'de deniz molası ve sonrasında da uçakla Morondava'ya geçip dünyada gezginlerin Havalimanından Tana'ya giderken anlaştığımız taksicinin bizi Thierry'den Tulear'a götürecek aracı ayarlaması için fiyat istiyoruz. Vakit sınırlı olduğu için tüm planlamalarımızı bitirmemiz gerek ve şehre vardıktan sonra özellikle tavsiye edilen Sakamanga Otel’e yerleşip; spa keyfi yapmaya Colbert Otel’e geçiyoruz. Buraya geldiğimde beni en şaşırtan noktalardan birisi hizmet kalitesi oldu. Daha önce bizim devreden Vedat ve Zafer ile konuşmam buranın çok kötü şartlarda yaşayan bir ülke olduğu intibasını vermişti ama gittiğimiz otellerin kalitesi, restoranların kalitesi 21 mükemmeldi. Hele ikinci gece gittiğimiz La Varangue restoran Avrupa standartlarında dahi iş yapabilecek bir mekandı. Burada öğrendiğimiz kadarıyla emekliliği gelen Fransız şefler hem etin kalitesinin çok iyi olması, hem de ülkenin ucuz olması dolayısıyla bu ülkeye yerleşmeye başlamışlar. Tana şehrinin en keyifli gezilerinden birisi artık görmeyi unuttuğumuz eski Renault 4 taksilerle ama Parc National Antisibe Mantadia'nın yanında bulunan Vakana Forest Lodge bizim rahat çekim yapabilmemiz açısından ideal yer oldu. Lemur adası diye adlandırılan yerde insana çok alışmış lemurlarla oynamak ve yakın temas kurmak bize çekimlerde ciddi avantaj sağladı. Lemur parkına giderken yaptığımız iki saatlik yol boyunca ise en çok dikkatimi çeken kremit üretimi ve pirinç oldu. Özellikle seyahat boyunca gördüğümüz gö- Madagaskar denince akla gelen diğer özelliklerden birisi de bitki ve hayvan çeşitliliği. Yaşayan 13 bin bitki türünün yüzde doksanının endemik olduğu bu adanın simgesi haline gelen hayvanlar ise Lemurlar şehri dolaştığımız zaman oldu. Bu adanın havasında havalimanından ilk indiğimiz andan itibaren bir Küba havasını hissettim. Kıta Afrikası ile kıyaslarsak kendinizi inanılmaz derecede güvende hissettiren topraklar ve çok mülayim insanlar Malgaşlar. Sabahtan "Palais de La Reine" kıyısında güzel bir kahvaltı ettikten sonra araçlarla güzel çekimler yaparak şehri dolaşıyoruz ve günümüzü Analakely pazarında bitiriyoruz. Madagaskar denince akla gelen diğer özelliklerden birisi de bitki ve hayvan çeşitliliği. Yaşayan 13 bin bitki türünün yüzde doksanının endemik olduğu bu adanın simgesi haline gelen hayvanlar ise Lemurlar. Maymungillerden diyebileceğimiz bu hayvanlar Madagaskar'ın Afrika kıtasından kopmuş olması sayesinde yaşamlarına devam edebilme şansları olmuş. Diğer primat ve maymun türlerine göre çok daha uysal oldukları için adanın karadan kopmuş olması sayesinde yiyecek bulabilmeye devam etmiş ve Afrika'nın acımasız avcılarından kurtulabilmişler. Lemurları ülkede birçok yerde görmek mümkün 22 rüntüler bana Afrika'dan çok Güney Doğu Asya hissiyatı verdi. Vietnam'ın Sapa kasabasındaki, Filipinlerin Banaue taraçalarının sanki minyatür modelleri gibi olan görüntüler tüm adada karşımıza çıktı. Tana'daki son gecemizde biraz da gece hayatını görmek istedik. Yaptığım araştırmalarda özellikle Six, Le Bus, Kudeta isimli klüpler ön plana çıksa da haftasonu olmadığı için çok fazla hareket yoktu, şehirdeki en hareketli yer ise Glacier isimli pavyondu. İçeriye girince Fransızların neden çok fazla Pattaya'da görünmediklerini de anladım. İngilizce konusundaki kabiliyetleri herkesçe malum olan bu toplum gene aynı beklentilerini kendi lisanları konuşulan Fas, Madagaskar gibi ülkelerde karşılamaya geliyorlar. Sabah erken kalkacağımız için çok fazla kalmadık ama ortamı biraz görmüş olduk. Tana'dan ayrılacağımız sabah ilk günkü şoförümüz Thierry'nin ayarladığı minibüs bizi almaya geliyor. Ufak bir araç ama ekipteki herkes çok daha zor şartlarda birçok seyahati gerçekleştirmiş tecrübeli çocuklar. Gideceğimiz yol toplam 1000 km civarında olsa bile yol şartları çetin olduğu için dört gün sürecek ve çekimleri de göz önünde bulundurarak sabah altıda otelden ayrılıyoruz. İlk durağımız Antisrabe şehri ülkenin üçüncü büyük şehri. Norveçli misyonerlerin 1800’lü yıllarda kurduğu bu şehir ülkenin termal merkezi olarak da biliniyor. Turistik merkez çok geniş olmadığı için buradaki gezimizi "Poussepousse" diye adlandırılan insanların çektiği ufak araçlarla yapıyoruz. Başlangıç noktasına gelince tüm şoförler iş kapmak için hafif bir arbede çıkartıyorlar ama gerginlik olamayacak kadar sakin yaradılışlılar. Yaklaşık bir saatlik çek - çek gezimizden sonra şehrin en güzel mekanı "Hotel des Termes"de bir mola veriyoruz ve öğle yemeğinin ertesinde Fianarantsoa şehrine doğru yola çıkıyoruz. Esasında planımızda "Romafana" Milli Parkı olmasına rağmen yolun bozuk olması bizim rotada değişiklik yapmamıza sebep oluyor ve Romafana yerine Ambalavao yakınlarındaki Anja Parkı’nı görmeyi tercih ediyoruz. Yolun bazı kısımlarında otuz kilometrelik bir yolu yaklaşık bir saatte ancak geçebilmekteyiz. Fianarantsoa'ya vardığımızda gece oluyor ve sabah erken kalkarak buranın doğu kıyılarına kadar giden trenine binmek isteğindeyiz. Esasında ilk programda ülkenin en önemli limanlarının bulunduğu doğu kıyılarını gezmek de vardı ama çok hızlı gitmek çekim kalitesini düşürür diye hafifletmek durumunda kaldık. Tren istasyonuna vardığımızda ise günün sürprizi ile karşılaşıyoruz. Trene çok fazla "Lyche" meyvesi yüklendiği için bozulmuş ve yeni trenin ne zaman geleceği belli değil. Vakit kaybetmeden Ambalavao'ya hareket ediyoruz ki şehirdeki Zebu marketi görebilme şansımız olsun. yapan kadınlar ve çocuklar çok karışık ama hoş görsellikler yarattı. Ertesinde de bir gün önce Berny sayesinde tanıştığımız kuyumcu sayesinde, cüzi bir ücret karşılığında önce madenleri geziyoruz, ardından Oğuz, Candaş ve ben köy içinde çekim için dolaşıyoruz ve taşlar hakkında bilgi alıyoruz. Şehirde sadece Avrupalı ve Malgaş yok. Çok fazla Sri Lankalı, Çinli ve Tai tüccar da bulunuyor. Maden gezisi esnasında iddia ettiklerine göre dünyada son on yılda çıkan taşların yüzde doksan beşi Madagaskar'dan gelmekteymiş ama buradan alıp Tayland ve Sri Lanka'da pazarlıyorlarmış. Bizim geldiğimiz dükkan ise İsviçreli bir madenci çocuğa ait. Kendisi Cenevre kökenli ve çok yaşlı göstermese de sadece Madagaskar'da on yedi yıldır madencilik yapıyormuş. Bize rehberlik yapan ise Gana kökenli. Dükkanın müdürü ve sağ kolu. Sonuç- Zebu öküzleri Güney Asya'da başka ülkelerde de karşımıza çıkmıştı. Ancak bu adadaki cins en saf örneği kabul ediliyor ve ülkedeki en önemli et kaynağı. Ambalavao şehrindeki pazar ise sadece Çarşamba ve Perşembe günleri kuruluyor ve adanın her tarafından yetiştiriciler ve satıcılar buraya gelmekteler. Marketteki fiyatlar ülke gerçeklerini de daha net önümüze koyuyor. Koskoca bir öküzün fiyatı 150 Euro kadar. Tana'da neredeyse Türkiye fiyatlarında yemek yediğimiz şık restoranların fiyatlarını kıyasladığımızda yerel yaşamın farkı ortaya çıkıyor. Şehrin 7 km yakınında bulunan "Reserve D'Anja" isimli park ise turistik geziler için köylüler tarafından yapılmış olsa da bu taraflara geldiğinizde kaçırılmayacak kadar güzel bir park. Daha önce görmediğimiz Lemur cinslerinin haricinde bukalemunlar ve bu adaya has "yaprak böceklerini" görme şansımız da oldu. Öğle yemeğini "Chez Betsileo" isimli bir mekanda yedik. Yerliler tarafından işletilen ufak ama sevimli bir mekan. İsmi de bu bölgede en yoğun olan kabileden gelmekte. Üç ana kabile var, bunlardan Tana taraflarında yaşayanlar adanın en eski yerlileri olan Merina kabilesi. Bu kabile Malezyalı korsanların adaya gelmeleriyle oluşmuş. Betsileo ve Baralar da diğer kalabalık kabileler. Öğleden sonra araçla gene zor bir etabı tamamladıktan sonra adaya gelirken en çok tavsiye edilen mekanlardan İsalo Ulusal Parkı yakınında Ranohira kasabasına ulaştık. Lonely Planet'in tavsiyesi birkaç kuşaktır adada yerleşik olarak Breton kökenli bir aileden olan Berny'nin işlettiği otel. Brest kökenli dedesi geçmişte birçok Breton'un yaptığı gibi ülkesini terk edip ekmeğini Afrika taraflarında aramış. Rehber kitapta o tarafların sahibi gibidir deniyordu. Gerçekten de inanılmaz bir siyasal gücü var. Hele bir de bizim belgesel çektiğimizi duyunca çok hoşuna gitti ve istersek kullanmamız üzere hem İsalo Milli Parkı’nın içindeki 600 dönümlük kendine ait yer altı gölü olan araziye hem de daha sonra gideceğimiz İfaty tarafında yine kendine ait 100 dönümlük plaja istediğimiz gibi gireceğimiz izinleri imzaladı. Trekking günümüzde sabahtan önce 6 kmlik bir yol yapıyoruz ve Maki Kanyonu’ nun içine giriyoruz. Bu bölgeye yaklaşırken alanı görünce burası Madagaskar'ın Kapadokya'sı demiştim, bir nevi haklı çıktım. Aşınma nedeniyle oluşmuş kanyonlar arasında düzgün yürüyüş rotaları bulunuyor. Sabah gittiğimiz Maki Kanyon, Lemur ve Kral arasında yaşanan bir efsanevi hikaye ile tanınıyor ama halk arasında buraya "Maymunlar Kanyonu" diyorlar. Maymun denmesinin sebebi Lemurların 24 endemik türlerden biri olması. Buraya ilk gelen beyazlar maymun ile farkı anlayamadıkları için farklı bir cinsi olarak algılamışlar. Daha sonra yapılan araştırmalar ise Madagaskar Adası’nın Afrika kıtasının kopmasıyla evrim sürecinde farklılaşmış bir primat olduğunu ortaya çıkarmış. Öğle yemeğinden sonraki rotamızda ise önce yer altı gölüne gidiyoruz ve orada biraz dinlendikten sonra bir Bara köyü ziyareti gerçekleştiriyoruz. Köydeki yerleşimlerin mimari olarak nasıl değiştiğini görmek, hep söylediğimiz gibi on sene sonra birbirinin aynı olan bir dünya için ilk adımların atıldığını göstermekte. Eski kerpiç evlerin yerine betonlar başlamış, orta yaş üstü halk her ne kadar geleneksel yaşasa da gençler akıllı telefon kullanımına kadar hakim olmaya başlamışlar. Sonuçta teknolojinin imkanları kolaylaştırdığı bir dünyada önce gezginler her yere adımlarını atıyor, onların halkla iletişimleri yerelleri iyice yumuşattıktan sonra bölge organize seyahat turistine hazır hale geliyor. Baobap ağaçları arasında Bu bölgeye gelirken bana İsalo'yu çok methetmişlerdi ama hayvan ve bitkiler açısından özel bir araştırma yapmadığım için beni çok fazla etkilemedi. Hatta organize seyahat programı için düşünmeye gerek olmayabilir ama belgesel açısından fena olmadı sanırım. Ancak sabah İsalo çıkışında sabahtan ziyaret ettiğimiz İlakaka kasabası çekimler açısından tüm yolları yapmaya değdi. 1998 yılına kadar üç beş haneden oluşan bir kasaba İlakaka ve etrafında geçmişte Fransızca “genenar” (grenade) olarak ifade ettikleri "passion fruit" ağaçları bolca bulunmaktaymış. Bu adanın o zamanlar maden kaynakları çok göz önünde olmadığından özellikle Passion ve Lyche, meyve tüccarları açısından oldukça önemli. Safir'in bulunması ise tamamen şans eseri olmuş. Delorme isimli Fransız bir tüccar aldığı passion suyunun içinde çıkan taşa dikkat etmiş ve bunun incelenmesi gerektiğine karar vermiş. Elindeki taş örneği ile Tana şehrine gidince yaptırdığı testlerden taşın ne kadar değerli olduğu ortaya çıkmış ve haliyle bu bilgiyi herkesten saklayarak maden hazırlıklarını tamamlamak üzere Fransa'ya iki aylığına gitmiş. Geri döndüğünde ise herkesten bilgisini sakladığı köyde halihazırda üç bin madenci kazı yapmaktaymış. Mantar gibi büyüyen İlakaka kasabası şu an için çevrede yüz bin kişinin istihdamını sağlayan bir merkez haline gelmiş. Sabah köye girerken bir dere yatağında şans eseri karşımıza çıkan görüntüler gerçekten çok güzeldi. Derede taşları eleyen madencilerin yanında araba yıkayanlar, madencilerin safiri çalmasını engellemek için orada duran güvenliklerin yanında günlük banyolarını ta mekan turist guruplarına yönelik bir mekan ve Türkiye gibi senede belki de bir grup bile gelmeyecek ülkeden gelen, kesinlikle alışveriş yapmayacak gezginlere gösterdikleri yakınlık ve misafirperverlik çok hoş. Saat 10'da tüm şehir kapanmaya başladığı için burada işi uzatma şansımız yok. Sokaklar boşalmaya, ufak safir tüccarları kulübelerini kapatmaya başlıyorlar ve biz de Tulear'a doğru hareket ediyoruz. Burada en çok içimde kalan köyü gezerken öğrendiğimiz gece ortamı oldu. Bizim de orada olduğumuz Cuma gecesi madenlerde parti düzenlenirmiş. Kovboy şapkalı madenciler ve ortam tam filmlerde gördüğümüz vahşi batı hikayesi şeklinde olmaktaymış. Gerçekten görülmeye değer olmalı. Tulear Mozambik kanalı kıyısında bir şehir ve adanın ikinci büyük yerleşimi. Ben liman özelliği daha ön plana çıkar diye beklemiştim ama sanırım kıyıya çok yakın mesafede bulunan dünyanın en büyük mercan oluşumlarından biri dolayısıyla limana uygun bir alanı yok. Anlattıklarına göre özellikle adanın doğu tarafında çok büyük limanlar bulunmaktaymış. Biz Morondava öncesi yorgunluğu atmak için iki gece İfaty'de konaklıyoruz. İfaty'den sonrası için artık araçtan ayrılma vakti. Uçakla Morondava'ya geçiyoruz ve burada hem gün doğumu, hem de gün batımı çekimleri için "Allee des Baobaps" a gidiyoruz. İsmini çok duyduğum dünyada görülmesi gereken yerler listesinde üst sıralarda olan bir yer ve buraya gelince en az duyduklarım kadar etkileyici olduğunu gördüm. 1000 yıllık Baobap ağaçlarının arasında muhteşem görüntülerle belgeseli noktaladık… Her Cumartesi DJ Party Saat 22.30’da Çalıkuşu Sokak No: 7 Levent 0212-2858687 25 Kumdan Kaleler ve Atlas “ ...17 yıl arayla çıkmış iki albüm…” demiş. “İki farklı grup… Aslında karşılaştırmak haksızlık…” İtiraf edeyim, mektubunu okuyana kadar ben de düşünmemiştim farkları ve benzerlikleri...” Yazan: Tuna Kiremitçi (124) “Atlas’ın albümünü dinlerken Kumdan Kaleler’i hatırlıyorum” diyor mektubunda. “Eski bir tanıdık gibi. Farkları ve benzerlikleri yakalamaya çalışarak...” Kendisi bizim kuşaktan. Şimdi uzaklara savrulmuş olsa da gençliğini bizimle aynı yerlerde, aynı duygularla geçirmiş. Denize doğru kurulan kumdan kalelerle… Şahsen tanışmıyoruz ama tanıdık sayılırız. Aynı sokaklarda dolaşmış, aynı vapurları beklemiş, aynı trenleri kaçırmışız… Ne zaman kitabım çıksa mektup yazar, duygu ve düşüncelerini harbi harbi anlatır; kanaati ne olursa olsun ahbaplığımız bozulmaz. Şimdi de yeni grubumuz Atlas’ı dinlemiş, karışık duygular içinde almış kalemi (pardon, tableti) eline. Kelimeler kelimeleri kovalamış, fikirler fikirleri. “17 yıl arayla çıkmış iki albüm…” demiş. “İki farklı grup… Aslında karşılaştırmak haksızlık…” İtiraf edeyim, mektubunu okuyana kadar ben de düşünmemiştim farkları ve benzerlikleri (konu müzik olunca sözcükler yetersiz). Ama düşününce, bazı kıvılcımlar çaktı. C l Kumdan Kaleler şarkıları, duyguların hâlâ saygı gördüğü bir dünyaya söyleniyordu. Atlas’ın yaşadığı dünyada ise artık duygular gibi “pürüzlere” yer yok. l Kumdan Kaleler, vahşi bir dünyanın içinde- M Y CM MY CY CMY l Kumdan Kaleler, karanlığın henüz tam egemen olmadığı bir dünyada yaşadığından, dünyaya gelmesi biraz daha kolay olmuştu. Atlas ise karanlığın bağrında doğdu: Plasentayı yırtmak zorunda kalarak. l Kumdan Kaleler hayvan olsa, endişeli ev kedisi olurdu mesela. Atlas ise yaralı sokak köpeği… l Kumdan Kaleler 20. yüzyıl grubuydu, kendini ciddiye alıyordu. Atlas ise 21. yüzyıl grubu. Kendini ciddiye alma konusunda hayli temkinli. ki zarafet arayışıydı. Atlas ise böyle bir zarafetin mümkün olmadığını nihayet anlamış olmanın öfkesi. l Kumdan Kaleler, 90’lı yıllardaydı. Üzerine yavaş yavaş karanlık çöken bir ülkede, karanlıktan korkan çocukların şarkıları… Birbirlerine cesaret vermek için sokulup söyledikleri. Atlas ise karanlığın çoktan çöktüğü bir ülkede, korkmaktan vazgeçmiş adamlardan oluşuyor. Cesur olduklarından değil, artık korkacak bir şeyleri kalmadığından. l Kumdan Kaleler, 90’lı yıllarda çekilmiş ama 70’lerde geçen bir yol filmi gibiydi. Atlas ise yine 90’larda çekilmiş ama bu sefer 2010’larda geçen bir bilim-kurgu filmi. Ortak noktaları, 90’lar romantizmi. l Kumdan Kaleler şarkılarını söyleyenler, yaralanmaktan korkmayan çocuklardı. Atlas’takiler ise notaları yara izlerinin üzerine kazıyan adamlar. l Kumdan Kaleler dünyada kurtarılacak ne kaldıysa kurtarmaya çalışmaktan yanaydı. Atlas ise duman olmuş şeylere bir acı tebessüm. 26 l Kumdan Kaleler acemi, çekingen, tutuktu. Usul bir sesle, rüzgâra söylerdi şarkılarını. Atlas ise girişken, atak ve kavgacı… Şarkıları karanlığın tam suratına! l Kumdan Kaleler, Küçük İskender şiirleriyle hısım idi. Atlas ise Ahmet Ümit romanlarıyla akraba… l 1990’lar ortamında Kumdan Kaleler’in doğmuş olması normaldi. 2010’lar ortamında Atlas’ın doğması ise tam anomali! l Kumdan Kaleler “biz büyüdük ve kirlendi dünya” dizesini takdir ederdi. Atlas ise idrak ediyor. l Kumdan Kaleler icabında dalgalar tarafından yıkılmak üzere kuruldu. Atlas ise o dalgalara direnmek için. Günün sözü: Geçmiş, geleceğin hammaddesi. K Mektep ve Turist Rehberliği 1960’lı yılların sonlarından 2000’li yılların başlarına dek, okulu bitirenlerin arasında kimi gençlerin tercihinin turizm olduğu görülüyor... Galatasaray tarihinin farklı dönemlerinde, okulu bitirenlerin tercih ettikleri kimi meslekler, bir moda akımı gibi benimsenmiş, okulla özdeşleşip bütünleştirilmiştir… 20. yüzyılın başlarından 1960’lı yıllara dek Galatasaray tartışmasız Türk siyaset ve diplomasi tarihinin en önde gelen ekolüdür. Dünyanın dört bir köşesinde Türkiye’yi temsil eden diplomatların, ya da kimilerinin büyük bir kıskançlıkla nitelendirdiği gibi “Mon Chers’lerin” birçoğu ve yine Türk siyasetinde yer alan birçok bürokrat Mekteb-i Sultani kökenlidir.. Günümüzde, artık eskisi gibi olmasa da, diplomasimizdeki Galatasaraylıların sayısı yadsınamaz. Bunun yanı sıra, ikinci bir akım, Galatasaray’ın Türk yazım tarihine kazandırmış olduğu fikir ve kalem insanlarıdır. Yazarlardan gazetecilere, yayımcılardan reklamcılara birçok Galatasaraylı ön saflarda yer almışlardır. Ancak, 1960’lı yılların sonlarından 2000’li yılların başlarına dek, okulu bitirenlerin arasında kimi gençlerin tercihinin turizm olduğu görülmeye başlanır ki, tercüman rehberlikten acenteciliğe birçok Galatasaraylı bu renkli sektörün içinde yer almış ve bilhassa tercüman-rehberlik mesleği Galatasaraylılara oldukça cazip gelmiştir. Bu sayıda Galatasaraylı rehberlere söz vererek mekteple meslekleri arasındaki ilişkiyi irdeledik. Bülent Demirdurak (107) Moda Meslek Turgay Tuna (İzci) (102) Bizim dönemimiz, zannediyorum; Türkiye’de tercüman-rehberlik mesleğinin en şanslı ve en güzel dönemiydi. Öncelikle 1970’ li yılların başlarına dek günümüzde olmayan bir şey vardı ki, yabancı bir dili çok iyi bilen, konuşan lise öğrencileri de “amatör” olarak nitelendirilen rehberlik yapma hakkını ve kokardını elde edebiliyor; bir yıl içine sığdırılmış kurslar, geziler ve sınavlar sonunda başaranlar rehberlik yapmaya hak kazanabiliyorlardı. 1970’ li yılların başlarında, Turizm Bakanlığı’nın aldığı bir kararla amatör rehberlik kaldırıldı, bu işi üstlenen gençlik kurumlarının turizm birimleri kapatıldı ve tercüman-rehberlik mesleği tamamen profesyonelleştirildi.. Ben, rehberliğe lise yıllarında, yani 1967 yılında amatör olarak başladım. 1973 yılından sonra da Turizm Bakanlığı’nın profesyonel rehberi oldum. 1970’li ve 80’li yıllar mesleğimizin altın çağı idi. Gelen turist gruplarının kültür ve ekonomik düzeyleri oldukça yüksekti. O zamanlar, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin yaşam şartlarını da ele aldığımızda, rehberlik yapan bir gencin çok büyük avantajları vardı.. Çok insan tanıdım; binlerce yabancıya yurdumu tanıttım, sevdirdim. 28 Çok aşık oldum. Bir dönem Air France’da hosteslik yapan bir arkadaşım sayesinde Fransa’ya uçak parası vermeden gelip gittim. Ve sonunda sırılsıklam aşık olduğum turistlerimden biriyle evlendim. Çok büyük dostluklar kazandım. Kütüphanelerimin içindeki kitapların bile birçoğu yıllarca gezdirmiş olduğum insanların hediyeleridir… Rehberlik yaşamımda Galatasaray’ın büyük etkisi oldu. Başladığım yıllarda kendilerini örnek aldığım Selçuk Güvengez, İbrahim Üstünboy, Kemal Suman gibi ağabeylerimiz vardı. Zannediyorum, bizlerin de örnek olduğu birçok kardeşimiz var. Hayaller Gerçekleşir 62 yaşındayım ve rehberliğime büyük bir tutku ile durmaksızın devam ediyorum. Şimdilerde, artık yabancıları Türkiye’de değil de Madagaskar ormanlarından Sudan çöllerine, Sokotra Adası’ndan Togo’ya Türkleri yurt dışında gezdiriyorum. Bir de yıllardan beri Bakırköy’den Beyoğlu’na, Kumkapı’dan Çatalca’ya İstanbul’un dört bir köşesinde yaptığım kültür turları var. Eğer bir daha dünyaya gelecek olsaydım, yine Galatasaray’da okumayı ve yine rehberlik yapmayı yeğlerdim.. Albert Einstein, ‘’ Hayal gücü uçurur ‘’ demiş. Ben, hayal kurmaya dünyanın en güzel okulunda geçirdiğim çocukluk yıllarımda başladım. Arkamda bıraktığım yıllara bakınca, bazılarını gerçekleştirebildiğim hayallerimin kendime verebildiğim en büyük ödül olduğunu görüyorum. Piyangodan büyük ikramiye kazananların ortak istekleri seyahate gitmek olur. Oysa dünyanın bir yerlerine gitmek için ilk koşul zengin olmak değildir. Gezgin olmak yalnızca uzaklara gitmek de değildir. Çok yakınlarda da keşfetmeye değerli çok şey vardır. Yola çıkarsanız mutlaka bir yerlere varırsınız ve size mutlu edecek birşeyler bulursunuz. Gezerek ve gezdirerek geride bıraktığım kırktan fazla yılı düşündükçe keyiflenirim. Gittiğim yerleri özlerim, gidemediğim yerleri ise merak ederim. Pantanal’daki timsah Zico’yu, Colca’daki alpaka Meli’yi, Torres del Paine’de önümde doğan guanaco’yu, Amritsar’da yolumu gözleyen topal köpeği, Bodrum’daki papağan Godoş’u hiç unutmadım. Çocuklarımıza verebileceğimiz en önemli değerin aile, vatan, doğa ve hayvan sevgileri olduğunu yollarda çok iyi anladım. Yollar bazen neşeli, bazen tatsız sürprizlerle doludur. Önemli olan ise tüm bunların yaşanması gerektiği anlayabilmektir. Bir haftalık gezi süresince programlarında olan hiçbir yeri gezememelerine karşın ülkelerine çok mutlu dönen Fransızların, herşey yolunda iken mutsuz olabilen Türklerin hikayelerini kitaplarımda yazdım. Aşırı yağışların kapattığı Machu Picchu yolunu, püsküren lavların ulaşılmaz kıldığı Japonya uçuşunu, bir bayram sabahı 45 kişiyle otobüssüz kaldığım tren garını bugünlerde gülümsemeyle anımsıyorum. Hayatın her adımını planlayamazsınız. Önemli olan yaşamın müsvettesinin olmadığını anlayabilmektir. Kaşığınızda ne çıkarsa onunla yetinin ve hayallerinizin arkasından koşmaktan vazgeçmeyin. Kariyer Planlamada Tesadüf Etkisi hemen kucak açıyorlar. Unutamadıklarım Alfatour’da Ali Gümrükçü, TURBAN’da Bülent Aşk… Ufak ufak, kongrelerde mihmandarlık, mavi tur teknelerinde accompagnateur’lük derken turizm dünyasına giriveriyoruz… Sonra bir akşam odaya geldiğimde, bakıyorum ki bir hazırlık bir telaş var. Japon’la Uğur bir yere gidecekler. “Nereye?” diyorum; bilmem ne otelinde rehberlik sınavı mülakatı varmış. “Bana niye söylemediniz ulan?” diyorum; “Başvurduğumuzda sen yoktun, sonra da unuttuk” diyorlar. Domuz Murat’tan, Yusuf Şimşek’ten biliyorum; rehberlik çok iyi para kazandırıyor. “Ben de geleyim, belki beni de alırlar” deyip peşlerine takılıyorum. Üzmüyorlar; beni de mülakata alıyorlar. Mülakat komisyonu başkanı yine Galatasaray’dan bir abimiz. Şimdi adını hatırlayamadım ama iş oluveriyor ve Ankara’daki sınavlara girme hakkı kazanıyoruz. Ankara’ya gitmişken önce bir kendimizi alemlere salıveriyoruz tabii. Uğur biraz fazla kaçırdığından, genel kültür sınavında sızıp kalıyor. Belçika’dan gelme Japon hiç beklenmedik bir şekilde Fransızca sözlüden çakıyor. Bana da sınav hocası “Senin Fransızcan pek iyi değil gibi, ama anlatma kabiliyetin iyi” deyip, geçiriveriyor. Neredeyse şans eseri öğrenip gittiğim bir mülakat sonrası hayatım değişiyor, kimya mühendisi yerine rehber oluyorum. İyi de oluyor aslında. Kimya mühendisliğini ne kadar sevemediysem, rehberliği de o denli seviyorum… Bu arada, Uğur’la Japon da pes etmiyor. Onlar da ertesi yıl yapılan sınavları geçip, rehber kervanına katılıyor. Sonrasında beraberce yaşanan bir sürü anı; ama burası onları anlatmaya yetmez... Yeri gelmişken söyleyeyim; rehber anılarıyla ilgili en güzel kitaplardan biri, (nur içinde yatsın) sevgili abimiz Kemal Suman’ın kaleme aldığı “Kah Orada Kah Burada”dır… Ahmet Faik Özbilge (116) Sene 1986, Boğaziçi Üniversitesi’nde kimya mühendisliği okuyorum… Mektepten sınıf arkadaşlarım Uğur Aşgel ve Japon Bülent’le yurtta aynı odada kalıyoruz. Okul çok güzel, kızlar da öyle, ama para-pul hak getire. Ellerimiz kollarımızdan ziyade ceplerimiz bağlı. Sosyetik öğrencilerin geri götürmeye üşenip sağda solda bıraktıkları şişelerin depozitolarıyla ayakta durmaya çalışıyoruz. Bu da kurduğumuz hayallere yetmiyor tabii. Haliyle hem okuyup hem de daha fazla para kazanmanın yollarını arıyoruz. Yegane sermayemiz hasbelkader Fransızca ve İngilizce bilmemiz. Turizmde Galatasaraylı abilerimiz sağolsunlar, 29 Cemiyet lokalimizin yeni binasının yapımına destek veren tüm Galatasaraylılara teşekkür ederiz. Galatasaraylılar Derneği Yönetim Kurulu ������� ��� � Bir Gezgin Hayatı 1976 yılında İstanbul’da doğdum. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde Turizm Otelcilik okudum. Lise zamanında Tulga Ozan (127) havaalanı-oteller arası transfer yaparak başladığım turizm yaşantısına, mesleğin getirdiği hareket özgürlüğü hayallerimi gerçekleştirmekte birçok avantaj sağlayınca, profesyonel turist rehberi olarak devam ettim. Bu esnada Avrupa’nın neredeyse tamamını gerek turlar, gerekse kendi seyahatleri vasıtasıyla gezdim. 2003 yılında hayatıma yeni bir heyecan katmak için Galatasaray Üniversitesi Mezunlar Derneği’ne bir lokal açtım ve bu mekanı üç sene işlettim. Burayı devrettiğimde de farklı dünyaları keşfetmek için Güney Amerika ile başlayan “Yarı zamanlı Dünya turuna” başladım. 2007 sonlarından itibaren dünyanın özel noktalarını gezmeye başladım. Süre gelen seyahatlerde 150’nin üzerinde ülkede bulundum. 2010 yılında bir hostel projesi hedefleyerek İstanbul’da Veli Pera Lounge Bar’a ortak oldum. Ancak hostel projesi gerçekleşmedi ve sadece bar işletmeciliğinde kaldık. 2012 yılında kurucusunun üniversite arkadaşım Murat Fıçıcı’nın olduğu, Eskişehir kökenli, tüm ekibi gezginlerden oluşan Cafe Del Mundo’nun Ankara şubesinin açılışında bulundum ve bu aileye dahil oldum. Aynı yılın sonunda İzmir şubesi açıldı ve aile genişlemeye devam etti. Halen Varuna Gezgin ekibi ile birlikte dünyanın farklı coğrafyalarını keşfetmeye devam etmekte ve gene aynı ekiple beraber İZTV’de “Gezmek için Yaşamak” belgeselini çekmekteyim. 2013 yılında gezi anılarımı anlatan “Dünya Değişmeden” kitabını yazdım. Galatasaray en Péril La coopération française en Turquie est à un moment clé de son histoire. Des décisions du Ministère français des Affaires Etrangères risquent de mettre en péril un investissement fort de 150 ans de bonnes relations franco-turques. Si les conséquences économiques et politiques de ce repli stratégique de la France sont inestimables, les causes semblent quant à elles plus dogmatiques que pragmatiques. Le projet Galatasaray, modèle de coopération éducative félicité par les experts, est en danger. De nouveaux contrats à durée limités dans le temps mis en place en 2009 imposent un renouvellement des équipes enseignantes qui s’avère incompatible avec leurs missions sur le terrain. 32 Malgré de récurrentes alertes lancées par les autorités turques et les enseignants du lycée Galatasaray et de l’université Galatasaray depuis leur mise en place, le Ministère français des Affaires Etrangères (MAE) vient d’annoncer son refus à toute modification contractuelle qui pourrait permettre de pérenniser les équipes enseignantes et donc le projet Galatasaray. � �� Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, La Liga, NBA, Turkish Airlines Euroleague, F1, Moto GP, WWE, Tenis, Voleybol ve çok daha fazlası, HD kalitesiyle Pourtant les enjeux de la coopération sont cruciaux, et les retombées pour les deux pays tant politiques qu’économiques inestimables. Nous assistons là à une redéfinition sous-jacente unilatérale de la politique de coopération qui matérialise un repli stratégique de la France. Une page Facebook a été créée pour informer des différents événements et une pétition destinée à alerter le ministre français des Affaires Etrangères Laurent Fabius est en ligne. Merci de votre soutien à tous. Les représentants des enseignants français Bien que des solutions françaises méritent d’être étudiées de façon plus approfondies, le MAE ne semble vouloir envisager qu’une réponse dans un cadre turc en proposant de placer les enseignants français en contrat local via la Fondation Galatasaray. Si cette voie semble plus qu’hypothétique, elle ne permettra pas de stabiliser les équipes. Adresse de la page Facebook: https://www. facebook.com/pages/Enseignants-MICEL-engr%C3%A8ve/323875217755747 O85O 266 OO OO www.dsmart.com.tr 25. mezuniyet yıllarını kutladılar 120 devresinden bir belgesel projesi: Bir süredir okulumuzun değişik e-posta gruplarında, mezunlarımızın sosyal paylaşım sitesi hesaplarında merak uyandıran 120 Yüz adlı belgeselin kısa tanıtım filmleri dolaşıyor. Yakında başlayacağı ilan edilen bu belgeselin arkasındaki 120 devresi ile bu projeyi ve merak edilenleri konuştuk En klasik soruyla başlayalım isterseniz; neden ‘120 tane Yüz’? Tanıtım filmlerimizde de bahsettiğimiz gibi fikir, bu seneki Pilav gününde ortaya çıktı. Sonrasında Cemiyet’te bir araya geldiğimiz sohbetlerde herkes fikri hemen benimsedi, temeli şekillendi. Ama kendimize bir hedef koyalım dedik ve devremizin sayısı olan 120’yi seçtik. adamı büyüklerimiz de var. Bakanlar var. Bir kral, bir cumhurbaşkanı, bir general var. Hatta bir zamanlar sizin ve bizim de oturduğumuz sıralarda hem de ‘halk’tan arkadaşlarıyla birlikte okumuş bir Osmanlı hanedanı veliahtı var. Tasavvufçu da var, fizik profesörü de. Sporcular da var, bildiğiniz casus da. Tüm bu isimlerle aynı koridorlarda yürümüş olmak, aynı yatakhanelerde aynı tavanları seyredip muhtemelen benzer hayaller kurmuş olmak bile heyecan verici. Peki fikir neydi? Galatasaray, çok büyük bir aile ve bu deniz derya camianın içinde bir sürü hikaye var aslında. Hepimiz okulda ve mezun olduktan sonra bambaşka hayatlar yaşıyoruz. Bazılarımızın nice değerli öyküleri tarihin içinde kaybolup gidiyor ve biz o yaşananları fark etmiyoruz. Biliyor musunuz, okulumuzdan bugüne kadar yaklaşık 25 bin öğrenci geçmiş. Bu kadar öğrencinin arasında herkesin bildiği çok büyük sanatçı, politikacı, işadamı, sporcu vb. ablalarımız, abilerimiz ve kardeşlerimiz var elbette. Ama bir de öyle isimler var ki; onları ya Türk halkı tanımıyor, ya biz onların Mektepten olduğunu bilmiyoruz veya her ikisi birden. Amacımız kısacık belgesellerle bu hikayeleri anlatmak, hatırlatmak, yaşatmak. Var mı gerçekten böyle isimler? Hem de pek çok. Seçilen isimleri projenin sürprizi bozulmasın diye çok açıklamak istemiyoruz. Ama 34 mesela bir abimiz var. Hikayesi Girit’te başlıyor, İstanbul’a, oradan İzmir’e devam ediyor. Fotoğrafçılığın belli kültürel engeller nedeniyle sadece gayrimüslimler tarafından yapıldığı zamanlarda ilk Müslüman fotoğrafçı olarak karşımıza çıkıyor. Hem de Pera’da değil, sonradan Türk basınının merkezi olacak Babıali’de. Yine mektepten olan öz oğlu bir başka abimiz ise Türkiye’de ilk petrol sondajını yapan, sonra Kanada’ya yerleşen ve Kanada’nın bugünkü petrol rezervlerinin yarısını ortaya çıkarmış bir jeofizik mühendisi. Ve biz onların hikayesini Amerika ve Fransa’da yaşayan 3. ve 4. kuşak aile bireylerinden öğrendik. Peki bu isimleri neye göre seçiyorsunuz, dağılımı nasıl yaptınız, hep eski mezunlarımız mı var? Sadece bizim değil tüm toplumun çok iyi tanıdığı Barış Manço, Mehmet Ali Birand Abilerimiz veya Candan Ablamız gibi isimler bu projede yer almıyor. Bu onlara saygısızlığımız olarak algılanmamalı. Söylediğimiz gibi biz, toplumumuz veya topluluğumuz tarafından daha az tanınan isimleri ön plana çıkarmayı hedefliyoruz. Hikayesine ulaşabildiğimiz ilk mezunlardan (3 devresi) başlayarak kendi devremize kadar olan devrelerden en az bir isim seçeceğiz. 120 ve sonrasından kimse olmayacak bu projede. Onu belki 25 yıl sonra bu projenin devamını yapmak isteyecek genç kardeşlerimize bırakalım istedik. Özellikle Cumhuriyet öncesi yıllarda, okuldaki devamlılık oldukça hareketli bir tablo çizmiş abilerimiz için. Savaşlar, ailelerde yaşanan kayıplar, göçler, okuldaki yangın vb. öğrencileri de etkilemiş. Kimi uzun süre devam etmiş kimi sadece bir yıl... Bu nedenle mezun olma şartını aramıyoruz. Cemiyet’in üyelik şartnamesinde de okulda en az bir sene okumuş olmak Mektepli olmak için yeterli kabul edilir. Muhtemelen herkes bu seçkide kimler olacak onu merak ediyor. Ağırlıklı olarak sanatçılar mı var listede? Hayır. Güzel sanatların tüm dallarından abi ve ablalarımız var elbette ama bürokrat, diplomat, devlet Kimler görev alıyor projede, kimlerden destek alıyorsunuz? Başından itibaren bu projenin her aşamasında sadece 120’den arkadaşlarımızın görev yapmasını istedik. Koordinasyonu sağlayan bir çekirdek eki- bimiz var. Onun dışında metin yazımları, redaksiyonlar, seslendirmeler, yazılı ve görsel arşiv malzemelerinin toplanması, araştırmaların yapılması, sunum ve röportaj çekimleri, teknik ekipman ve lojistik desteği, müzik seçimleri, montaj çalışmaları farklı arkadaşlarımız tarafından eşzamanlı olarak yürütülüyor. Oldukça dinamik bir proje çünkü bir yandan içeriği netleşmiş bölümler çekilirken, öte yandan yeni isimler için araştırmalar devam ediyor. En güzeli ise, katılan tüm arkadaşlarımızın bundan büyük keyif alması ve öncelikle okulumuza armağan edeceğimiz böyle bir çalışmanın parçası olmaktan gurur duymaları. Projenin hazırlık aşamalarında çok değerli büyüklerimizden, deyim yerindeyse icazet aldık. Çekimlerimiz okulun değişik noktalarında başladı, eğitim döneminin başlamasıyla setlerimizi Cemiyet’e ve İstanbul’un farklı noktalarına çevirdik. Ayrıca sürpriz başka çekim mekanlarımız da olacak. 120 Yüz’ü ne zaman ve nasıl izleyeceğiz? Sonrasında bizi neler bekliyor? Hazırlıklarımız ve umudumuz yeni yılda yayında olmak. Tüm bölümlere 120yuz.com adresinden erişim vereceğiz, ayrıca sosyal paylaşım siteleri üzerinden ve Camiamızın eposta gruplarından duyurularını yapacağız. Projenin sonunda tüm malzemenin basılı olarak bir kitap haline getirilmesi ve yeni teknolojileri kullanarak da e-kitap halinde genç kardeşlerimizin beğenesine sunmak var. Son olarak söylemek istedikleriniz var mı? Tüm camianın, özellikle büyüklerimizin yapılan bu çalışmadaki iyi niyete ve samimiyete inanmalarını istiyoruz. Biz galiba bir yolculuğun ilk adımlarını attık. Bize katılacak veya başka yolculuklara çıkacak çok kişi olacak. Böyle olması da en güzeli. Biz, bizi biz yapan mektebimize bir borç ödüyoruz. Çünkü yirmibeşinci yıl şarkımızda da dediğimiz gibi dostluğu ve kardeşliği hepimiz Sultani’den öğrendik ve ona ödenecek daha çok borcumuz var. 35 Gerçek bir spor adamı: Doğan Koloğlu imza koyan yazıişleri müdürü olarak hapse girdi Doğan Koloğlu. 21 ay hapis yattı. İlk eşi yine Mektepli oğlu Sina’nın annesi Şima Hanım’ın bu acıların sonucu olarak hayatını kaybettiği söylendi. Doğan Koloğlu'nun spor yazılarıyla Türk sporuna ve futboluna büyük emekleri oldu. La Gazetta dello Sport, L’Equipe gibi yabancı kaynakların okuyucuya ulaşması için büyük çaba gösterdi. Hücum futbolu terimini çok sık olarak kullanan ve futbolda hücumun önemini yüzlerce yazıyla anlatan Koloğlu ayrıca patlayan forvet terimini de akıllara kazıyan isim oldu. Galatasaray’da teknik direktörlük yapmış olan Mustafa Denizli, Doğan Koloğlu’nun fikirlerinden etkilenen isimlerin başında geldi. Yazan: Bener Onar Bir dönem Libya Başbakanı olarak görev yapan Sadullah Koloğlu’nun oğlu olan Doğan Koloğlu, 1927 yılında Sürmene'de doğdu. İlk, orta ve lise öğretimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı. Kardeşi Orhan’la birlikte Mektep’te “Biraderler” olarak anıldı. Mektep yıllarında tanıştığı Sarı-Kırmızı formaya yıllarca hizmet etti. Oyun alanından dışına çıktığında bu kez yönetici ve teknik adam olarak da görevden kaçmadı. Doğan Koloğlu, futbolculuk yıllarının son demlerinde Milliyet gazetesinde gazetecilikle haşır neşir oldu. Bilgisi, kültürü onu bir anda öne çıkardı. Doğan Koloğlu gazeteci ve araştırmacı yazar kimliğiyle Türk basınının önemli isimlerinden biriydi. Hürriyet Gazetesi spor servisi müdürlüğü yapan, Akşam, Milliyet, Sabah ve Vatan gazetelerinde çalışan Koloğlu, Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin (TSYD) kurucu üyelerindendi ve 1981-84 arasında genel başkanlığını da yaptı. 36 Tarafsız olması onu farklı kılan yanlarından biriydi. Hıncal Uluç’un anektodu durumu özetler nitelikte: “Doğan Ağabey, Çin Seddi’ni aşarak ülkenin en çok satan gazetesi Hürriyet'e spor müdürü olmayı başarmıştı. Temelini Fenerbahçe üzerine kuran Hürriyet'e... Erol Bey (Simavi) bir sohbetimizde kendisi anlatmıştı... ‘Hürriyet en çok satan gazete olacaktı. En çok satmak, Fenerli olmak demekti... Biz de gazeteyi öyle kurduk.’ Haklıydı Erol Bey. İnönü Stadı'ndan bilirim. Galatasaray seyircisi kapalıda iki sütun arasına sığardı. ‘Bir pazar, Galatasaray, Fener'i 3-2 yendi. Ertesi sabah spor sayfamıza baktım. İki gol resmi var. Biri Galatasaray'ın, öteki Fener'in golü.. Doğan'ı müdürlükten aldım. Madem sayfada iki resme yer vardı, ikisi de Fener golü olmalıydı diye... Ama öyle tepki oldu ki, gazeteden çıkaramadım’ yazar olarak devam etti." İyi bir spor yazarı aynı zamanda iyi de bir gazeteciydi. Hep dik durdu, fikirlerinden taviz vermedi. 12 Mart rejiminin ancak bugün cesaretle tartışılan konularında yazan Çetin Altan’ın yazılarına Sadece futboldan anlayan futboldan da anlamaz lafının karşılığı Doğan Koloğlu’ydu. Söz yine ona ustam diyen Hıncal Uluç’ta: “Spor yazarı ama hayat adamıydı Doğan Ağabey. O sıralar, Bedrettin Dalan, Cemal Reşit Rey'i yaptırmış, salonun başına da Filiz Ali'yi getirmiş. Harika konserler oluyor. Hemen hepsine gidiyorum. Doğan Ağabey orda. Filiz Ali bir gün yanımıza geldi. "Beni bir gün maça götürün bari de ödeşelim" dedi. Konserlere iki spor yazarından başka gazeteci gelmiyormuş da, dikkatini çekmiş. Müzik yazar ve eleştirmenleri hariç tabii. Sergileri de kaçırmazdı. Resim, heykel... Sanatın her türünü izlerdi. Spor yazarlığını bir yaşam felsefesi olarak kullanması yaşamın her türlüsünün içinde olmasındandı.” Meslek hayatı boyuncu büyüklerine ve küçüklerine hep saygılı davrandı. Galatasaray Üniversitesi mezunu futbol yorumcusu Ali Ece onu şu sözlerle andı: “8 sene önce bir Eylül sabahı… Nüfus cüzdanı aynı masada oturduğu çalışma arkadaşlarının toplam yaşından fazla olduğunu yazsa da Doğan Koloğlu abi hepsinden daha gençti aslında. Herkesten önce gazeteye gelmiş, cebinden hiç eksik etmediği kâğıtları ve kalemi- ni çıkarmış, yeni aldığı France Football, World Soccer ile L’Equipe’i okuyup notlar alıyordu harıl harıl. Geldiğimizi fark etmedi ya da daha doğrusu geç kalmamıza rağmen biz gençleri rencide etmemek adına fark etmemezlikten geldi. Göz göze geldiğimizde önce France Football’u bana uzattı: ‘Tam sana göre bir yazı Ali, Marsilya’nın yeni 10 numarası Meriem’den Yeni Zidane olur mu konulu…’ Sonrasında çocuğundan küçük yaştaki biz genç çalışma arkadaşlarına sanki İslam Çupi, Atilla Gökçe gibi duayenlermişiz gibi tek tek saygıyla selamladı. Tabii ki önce ceketinin önünü ilikleyerek. Sonra iznimizi isteyerek kaldığı yerden okumaya devam etti.” Saygı demişken Hasan Cemal’in bir anısına da yer vermek lazım: “Galatasaray-Leeds United maçını anımsıyorum. 2000 yılıydı. İstanbul’daki maçı 2-0 kazanmıştık. İngiltere’de Leeds’deydi yarı finalin ikinci maçı. UEFA Kupası’nda finale bir adım uzaklıktaydık. Heyecan içindeydik. Finale 90 dakika kalmıştı. Basın tribününde Doğan Abi’yle yan yana oturuyorduk. Fena halde gergindi ortalık. Çünkü İstanbul’daki maçtan bir gün önce iki Leeds United taraftarı öldürülmüştü. Hagi’nin penaltı golüyle ben ayağa fırlamıştım ki, Doğan Abi beni uyardı sert bir şekilde, otur oturduğun yerde diyerek. Zira Leeds’li taraftarlar, bize bakıp yüksek sesle ve el kol hareketleriyle homurdanmışlardı. Ayrıca basın tribününün adabına aykırıydı tezahürat yapmak... Doğan Abi aynı uyarıyı, Cim Bom’a final yolunu açan Hakan Şükür’ün müthiş golüyle birlikte bir kez daha yapacaktı.” Sıkı Galatasaraylı Doğan Koloğlu bir fikir adamı, dalında ufuk açan bir insandı ve arkasında saygı duyulan bir isim bırakarak aramızdan ayrıldı. Huzur içinde uyu Doğan Koloğlu... Ali Sirmen’den... Onu ilk kez futbol sahasında gördüğümde ilkokul öğrencisiydim. Demek ki 60 yıldan fazla oluyor. O zamanlar nereden bilecektim ki yıllar sonra, Doğan Koloğlu Akşam gazetesinde ilk genel yayın müdürüm olacaktı. Tuhaf bir gazeteydi o yıllarda Akşam; Çetin Altan, İlhami Soysal gibi yazarları dolayısıyla solda, patronu Malik Yolaç dolayısıyla sağdaydı. Doğan Koloğlu, Doğan Özgüden gibi efsanevi bir yayın müdüründen sonra, o makama gelmişti. Akşam’ın temelindeki garip çelişkide dengeyi tutturmaya çalışır, patronun eleştirilerine, öfkesine göğüs gererdi. Siyasi yazılar yazmazdı ama birçok yazı onun sayesinde yayımlanmıştı. Solcu yazarları koruma, dengeyi tutturma çabası bir yere kadar devam gitti ama sonunda Doğan Ağabey’i yerinden etti. Akşam’dan ayrılmak zorunda kalmasının üstünden birkaç yıl geçecek, sorumlu yazı işleri müdürü olarak, Çetin Altan’ın bir yazısından dolayı bir yıl Sağmalcılar Hapishanesi C-16 Kaçakçılar Koğuşu’nda kalacaktı. Aynı koğuşta ben ondan birkaç yıl sonra, başka bir darbe döneminde kalacaktım. Demek ki beraber ağır cezada yargılandığım Doğan Ağabey ile hem dava arkadaşlığı hem de ayrı zamanlarda koğuş yoldaşlığımız olmuştu. Efsaneleşmiş ünlü “Arap Kaymakam” Sadullah Koloğlu’nun oğluydu. Nâzım’ın, “Savaştan önce Kartal’da bahçıvandı, savaştan sonra Kartal’da bahçıvan”dediği Kartallı Kâzım türünden bir adamdı, Sadullah Koloğlu ve iki oğlu Doğan ile Orhan’a (Doğan ile Orhan, 1946 yılında mezun oldukları Galatasaray’da yaş farklarına rağmen aynı sınıfta okurlar ve “biraderler” olarak anılırlardı) Temiz bir addan ve efsanevi bir ünden başka bir şey bırakmamıştı. Doğan Koloğlu da kardeşi Orhan gibi bu adı şerefle taşımış, aldığı gibi götürmüştür. 12 Mart döneminde, hapse mahkûm olmasının nedeni yalnız Çetin Altan’ın yazısı değildi, aynı zamanda imzasız bir başyazı yüzünden de yatmaktaydı. İmzasız başyazıyı ise daha sonra Doğan Ağabey’i gazeteden uzaklaştıran Malik Yolaç yazmıştı. Ama Doğan Koloğlu bunu ifşa etmedi, “Yazan benim” diyerek Yolaç’ı hapisten kurtardı. 1969 yılı sonlarında bir yazımdan dolayı ağır cezada birlikte yargılanırken yiğit tavrına tanık olmuştum. O gazeteciliğe futboldan geliyordu, Ama hiçbir zaman “ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum fut- bolcu!” demedi. Hem futbolcu hem de solcuydu Doğan Koloğlu. Unutulmaz futbolcular arasında yer almadı. Ama unutulmaz yorumculardan biriydi. Bir zamanlar bir Galatasaray - Fenerbahçe maçının öncesinde şöyle bir tahminde bulunmuştu: “Bu maç 1- 0 Fener’in galibiyetiyle biter, golü de eşape bir topla Abdullah atar” Aynen öyle olmuştu. Doğan Koloğlu sanki tahmin yazmamış, maçın falına bakmıştı. Şaşkınlığımı dile getirdiğimde ise “Şaşacak bir şey yok, oyunu okuyunca görüyorsun” demişti. Daha sonra da Milliyet gazetesinde birlikte çalıştık. Daha Akşam yıllarından başlayarak, ne zaman fırsat bulsam maçlarda yanına oturmaya gayret ederdim. Onunla yan yana otururken futbolu seyretmeyi ve yorumlamayı öğrendim. Milliyet’ten sonra, bir kez daha çalışma mekânlarımız ayrıldı ama yollarımız değil. Son yıllarda ben maçları televizyondan izler oldum. O da yazmıyordu artık. Hastalandığını öğrendim ama ziyaret istemiyordu. Doğan Koloğlu hem futbolcu, idareci, teknik adam ve bilhassa da yorumcu olarak hizmet vermiş bir futbol adamı, Spor Yazarları Derneği’nin kurucularından seçkin bir spor insanı ve sağlam bir basın emekçisi olarak yaşadı. Kardeşi ünlü tarihçi Orhan Koloğlu gibi o da “Arap Kaymakam” Sadullah Koloğlu’ndan aldığı ismi lekelemeden sürdürdü. Bir fani daha başka ne yapabilir ki?.. 37 Topçu Kışlası’nın ilk kurbanı: salındı. Alelacele yara sarıldı ve Ahmet Muhtar bir sedyeye konularak Gümüşsuyu’daki Asker Hastanesi’ne gönderildi. Sedyecilerden birisi, sonranın “Sakallı Celal” diye ünlenecek Mekteb-i Sultani’nin 1907 yılı mezunlarından Celâl’di (Yalnız). Harekat Ordusu’na Yeşilköy’de katılan gönüllülerdendi. Sedyeciler hastaneye vardıklarında Ahmet Muhtar hayattaydı. Hastane baştabibi Şeyhül’Etibba Hazım Paşa (General Operatör Hazım Bellisan) kurmay binbaşıyı hemen ameliyata aldı. Ancak tüm gayretlerine karşın kurtaramadı. Henüz 32 yaşında olan Ahmet Muhtar ameliyat masasında veda etti yaşama ve her şeye. Galatasaraylı Ahmet Muhtar Yazan: Melih Şabanoğlu 12 Nisan 1909’da “Şeriat isteriz” diye ayaklanan askerlerin çıkardığı 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a gelen Harekât Ordusu’nda görev yapan Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar, Topçu Kışlası’nı isyancı askerlerden temizlerken vurulup şehit düşmüştü. 1909 senesinin 12 Nisanı’nda, yani eski takvimle 31 Mart 1325 Salı günü İstanbul Taşkışla’daki avcı taburları ayaklandığında bu ayaklanmanın imparatorluğun başkentini bir kaosa sürükleyeceğini düşünülmemişti. “Din elden gidiyor” diye ayaklanan askerler başta Taksim’deki Topçu Kışlası olmak üzere İstanbul’daki bütün askeri kışlaları kısa sürede denetimleri altına almışlar daha sonra ise “cadı avları” başlamıştı. Doğrudan iktidarda bulunan İttihat ve Terakki’yi hedefleyen ayaklanmada birçok mektepli subayla, aralarında bir bakan ve milletvekilinin bulunduğu bazı devlet yöneticileri öldürülmüş, kanlı linçler yaşanmış, İttihatçı gazete matbaaları yerle bir edilmişti. 12 Nisan’dan 24 Nisan’a dek İstanbul’u 12 gün boyunca etkileyen ayaklanma çıktığında Ahmet Muhtar henüz 32 yaşındaydı. 1877 yılında İstanbul Çengelköy’de doğmuştu Ahmet Muhtar.1 Babası Meyve Gümrüğü Nazırı Emin Efendi’ydi. Ahmet Muhtar’ın ilk eğitimini nerede aldığına dair elimizde bir bilgi yok. Bildiğimiz şey 1889 yılında2, yani 12 yaşındayken Mekteb-i Sultânî‘ye (Galatasaray Lisesi) 783 numarayla kaydolduğu. Bundan, babası Emin Efendi’nin hali vakti yerinde olduğunu ve oğlu Ahmet Muhtar’ı Mekteb-i Sultânî’ye vermeden önce de mahalle mektebinde okuttuğunu çıkarabiliriz. Her ne kadar Milli Eğitim Bakanlığı kütüklerinde Ahmet Muhtar’ın 1895’te Mekteb-i Sultânî’yi bitirdiği yolunda bir bilgi olsa da3, Galatasaray Lisesi kayıtlarından 783 numaralı Ahmet Muhtar’ın Rumi 1314 yılında, yani 1898 yılında mezun olduğunu4 anlıyoruz. Ahmet Muhtar Mekteb-i Sultânî’yi bitirdikten sonra Harbiye’ye geçti. 1901’de Harbiye’yi, 1904 yılında da Harp Akademisi’ni bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı. Sicil numarası 316 – P – 1 olan 38 Ahmet Muhtar, harp akademisini bitirince 3. Ordu’ya tayin edildi. Selanik ve Manastır vilayetlerinde konuşlanmış olan 3. Ordu bölgesinde faaliyet gösteren Bulgar, Sırp ve Yunan komitacılarına karşı harekâtlara katıldı. Burada göstermiş olduğu başarıdan dolayı erkan-ı harp kolağalığına (kurmay önyüzbaşı) yükselen Ahmet Muhtar daha sonra Bağdat’ta açılan Harp Okulu’na ders nazırı olarak tayin oldu. Her ne kadar rütbesi binbaşılığa yükselmiş de olsa Ahmet Muhtar’ın Bağdat’a gönderilmesi esasında bir sürgün anlamına geliyordu. Büyük ölçüde Jön-Türk olduğu yolunda bir ihbarla Saray’a jurnallenmiş olmalı. Ahmet Muhtar, ordu içindeki jön-Türkler’in çok etkin olduğu 3. Ordu’ya, II. Meşrutiyet’in 24 Temmuz 1908’de (Rumi takvimle 10 Temmuz 1324) ilanından sonra dönebildi. Her ne kadar elimizde bu yönde bir belge bulunmasa da Ahmet Muhtar’ın yaşam öyküsündeki kilometre taşları bize bu kurmay binbaşının Selanik merkezli İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faal bir üyesi olduğunu düşündürüyor. Ahmet Muhtar’ın İstanbul’daki 31 Mart ayaklanmasını bastırmak için Selanik’ten yola koyulan Harekât Ordusu’nda gönüllü olarak görev alması da bu kanıyı güçlendiriyor. Beyaz atlı binbaşı Komutanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın üstlendiği ve Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar’ın da gönüllü olarak katıldığı Harekât Ordusu’na bağlı birlikleri 22 Nisan 1909’da İstanbul Yeşilköy’e (Ayestafanos) vardı. 23 Nisan Cuma günü, Yeni Bosna, Davutpaşa ve Halkalı’daki ordugâhlarda tertiplenen Harekât Ordusu, ertesi gün iki tümene ayrılarak İstanbul’a girmeye başladı. Harekât Ordusu’nun ilk tümeni 14 tabur, dört süvari bölüğü ve bir jandarma birliğinden oluşuyordu. Top ve ağır makinalı gruplarıyla desteklenen 1. Tümen’in görevi Beyazıt’taki Harbiye Nezâreti (Savunma Bakanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı) ve isyancıların yoğun bir şekilde bulunduğu Ayasofya ve Sultanahmet bölgesini temizlemekti. Top ve ağır makinalı gruplarının desteğindeki 14 tabur ve 10 süvari bölüğünden oluşan 2. Tü- Hürriyet Tepesi’nin ilk sâkini men’in görevi ise Silahtârağa – Alibeyköy – Şişli güzergâhından ilerleyerek Beyoğlu bölgesini ele geçirmekti. 2. Tümen’in bir kolu Yıldız Sarayı’na, diğeri Maslak Kışlası’na yönelecek buraları isyancılardan temizleyecekti. Diğer iki kol da Harbiye Mektebi, Maçka Kışlası, Taşkışla ve Taksim’deki Topçu Kışlası’nı ele geçirecekti. Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar bu kollardan birinde görevliydi ve emrindeki bir redif ve üç nizamiye bölüğüyle isyancı askerlerin elinde bulunan Topçu Kışlası’nı teslim alacaktı. Ahmet Muhtar’ın birliğinde Harekât Ordusu’na katılmak üzere İstanbul’dan gelen 10 kişilik bir gönüllüler grubu da bulunuyordu. Şu kışlanın önü Erkan-ı Harp Binbaşı Ahmet Muhtar Bey’in komuta ettiği birlik 24 Nisan 1909, Cumartesi günü arazide yayılarak Taksim’deki Topçu Kışlası’nı sarmaya başladı. Ahmet Muhtar harekâtı kışladaki askeri birliklerin talim yapmalarından ötürü “Talimhane” denilen açık sahada idare ediyordu, beyaz atının üzerinde. Kuşatmayı daha iyi yönetebilmek için yanındaki askerlerle birlikte Harbiye tarafına doğru at süren Ahmet Muhtar’ın karşısına burada isyancı askerlerden oluşan küçük bir grup çıktı. İsyancı askerler, Ahmet Muhtar Bey ve askerlerini görünce hemen diz çöküp ateş etmeye başladılar. İlk vurulan beyaz atının üzerindeki Ahmet Muhtar oldu. Kurşun böğrüne saplanmıştı. Atının üzerinde bir an sendeledi ve yana yıkıldı. Yanıbaşındaki bir mülazım (teğmen) bir ayağı üzengide kalan komutanının atının yularını tuttu ve birkaç askerin yardımıyla Ahmet Muhtar’ı attan indirip yere yatırdı. “Aman bir kurşun daha atın” diye bağırdı canı çok yanan Ahmet Muhtar yattığı yerde, “çabuk öleyim.”5 Böğründen kan fışkırıyordu. Hemen sıhhiye askerlerine haber Şehit Erkan-ı Harp Binbaşı Ahmet Muhtar’ın cenaze töreni 29 Nisan 1909, Cuma günü gerçekleştirildi. Harekâtta öldürülen iki subayla birlikte cenazesi hastaneden alınarak adı sonradan Hürriyet tepesi olarak adlandırılacak Şişli’nin en yüksek tepesine (130 metre rakım) doğru yola çıkıldı. Cenaze kortejinin en önünde süvari birlikleri yer alıyordu. Onların arkasında Harekât Ordusu’ndan iki askeri müfrezeyle Harbiye öğrencileri yürüyorlardı. Onları sancağa sarılmış Ahmet Muhtar Bey’in tabutu izliyordu. Tabutun arkasında ise aralarında saray görevlileri, müezzinler ve dede efendilerin yer aldığı büyük bir kalabalık vardı. Cenazeye Harekât Ordusu tarafından tahta çıkarılan Sultan V. Mehmed Reşad Han’ın oğulları Mehmed Ziyâeddin, Mahmud Necmeddin ve Ömer Hilmi Efendiler’le birlikte, Sultan V. Murad Han’ın torunu Osman Fuad Efendi, Mahmut Şevket Paşa, Enver Bey (Paşa) de katılmıştı. Tehlil6 getirerek ilerleyen kortej Pangaltı, Şişli yolu üzerinden sonradan “Hürriyet-i Ebediye” olarak adlandırılacak tepeye geldi. Burada Selanik Mebusu Cavid Bey, İstanbul Mebusu Mustafa Asım Efendi, Gazi Muhtar Paşa ve Harekât Ordusu Komutanı Mahmut Şevket Paşa birer konuşma yaptılar. Kurmay Binbaşı Ahmet Muhtar ve iki subayın cenazeleri burada toprağa verildi. Bu tepeye “Hürriyet”i sembolize etmek üzere bir abide dikilmesi ve yeni bir düzenleme yapılması kararlaştırıldı. Tasarımı Mimar Muzaffer Bey’e ait olan anıtın yapımına 1909'da başlandı. Havaya atış yapan bir top şeklinde olan ve örme taştan yapılan anıt 1911 yılında açıldı. Harekât Ordusu Komutanı olan Mahmut Şevket Paşa, 1913 yılında sadrazamken bir suikast sonucu hayatını kaybedince o da bir türbe yaptırılarak Hürriyet Tepesi’ne gömüldü. Geriye kalanlar Ahmet Muhtar’ın 24 Nisan 1909’da şehit düştüğü Talimhane, Cumhuriyet’in ilanından sonra parsellenerek imara açıldı. O dönem belediyede çalışan ve ölüleri anması nedeniyle “ihtifalci” olarak adlandırılan Ziya Bey, Mekteb-i Sultânî’den arkadaşı olan Ahmet Muhtar’ın şehit düştüğü yerin bulunduğu caddeye “Şehit Muhtar Caddesi” adının verilmesini sağladı. Ahmet Muhtar’ın öldürüldüğü an üzerinde olan üniforma da ailesi tarafından 1911 yılında Askeri Müze’ye bağışlandı. Ahmet Muhtar’ın Topçu Kışlası harekâtında kullandığı harita da harita da, kendisine bağlı birlikte görev yapan askeri tarih görevlisi, süvari subayı Abdülkadir Efendi tarafından Askeri Müze’ye bağışlandı. “Çember daire değildir” 31 Mart Ayaklanması’nda Taksim’deki Topçu Kışlası isyancı askerlerin ele geçirdiği yerlerden sadece birisiydi. Ayaklanmayı bastırmak için İstanbul’a gelen Harekât Ordusu’yla isyancı askerler arasında Beyoğlu yakasındaki en yoğun çatışmalar bu kışlayı ele geçirmek için gerçekleştirildi. Topun da kullanıldığı bu askeri çatışmalarda kışlada kalıcı hasarlar oluşmuştu. Kışla 1939 yılında yıkılarak yerine Gezi Parkı yapıldı. 31 Mart’tan 104 yıl sonra, Topçu Kışlası, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında yeniden gündeme geldi. Proje, Taksim’in araç trafiğinden arındırılarak yayalara açılmasının yanısıra AVM, otel ve rezidans kullanımı için Gezi Parkı’nın yıkılmasını ve yerine Topçu Kışlası'nı yeniden inşa edilmesini öngörüyordu. Ancak plansız ve ruhsatsız yürütülmeye çalışılan bu projenin uygulanmasına karşı çıkan çevreci gruplara güvenlik güçlerinin orantısız şiddet kullanması toplumda çok büyük tepki uyandırdı. Siyasal yaşamımıza “Gezi Protestoları” adıyla geçecek çok büyük toplumsal gösteriler gerçekleştirildi. Tüm ülkeye yayılan bu gösterilerde bugüne kadar beş kişi yaşamını yitirdi. Siyasal iktidarın 31 Mart Ayaklanması’nda isyancıların merkez üslerinden birisi olan Topçu Kışlası’nın yeniden yapmak istemesini, şeriat talep eden isyanı bastırarak Sultan II. Abdülhamid Han’ı tahttan indiren Harekât Ordusu’ndan “rövanş” alma yolunda bir tutum olduğunu söylemek niyet okumaya girer. Bu nedenle uzak durulmalı. Denilebilecek tek şey var. O da Gezi Parkı’nın yıkılmaması için gerçekleştirilen protestolarda hayatını kaybedenler Topçu Kışlası’nın ilk kurbanları değiller. Kışlanın ilk kurbanı Ahmet Muhtar’dı. 2013’le 1909 arasındaki çember Ahmet Muhtar üzerinden tamamlanıyor. Ama bilindiği gibi çember daire değildir. 1. Bu yazıda esas olarak Galatasaraylı şehitler konusunda araştırmalar yapmış olan Galatasaray Lisesi 1933 mezunu rahmetli Ziyad Ebüzziyad Bey’in basılmamış çalışmalarından yararlanıldı. 2. Tahsin Berküren, Celaleddin Kişmir, Pilava Kaşık Atanlar: 1868-1908, y.y., y.y., t.y., s. 226. 3. Mekteb-i Sultani 1907 yılında yandığında okulun arşivleri de kül olmuştu. Bu nedenle mektepten 1907 yılına kadar mezun olanların isimleri milli Eğitim bakanlığı arşivlerinden çıkarıldı. Mektebin 50’nci ve 100’üncü yıldönümü vesileriyle çıkarılan kitaplarda bu arşivler kullanıldı. Bakınız Sandıkçıoğlu, Muhittin, vd., Galatasaray Lisesi: “Mekteb-i Sultanî 1868-1968, İstanbul, Gün Matbaası, 1974. 4. Berküren, Kişmir, Pilava Kaşık Atanlar: 1868-1908, s. 226. 5. Yunus Nadi, İhtilal ve İnkılab-ı Osmanî, y.y., y.y., t.y. 6. “Lailahe illallah” sözünü tekrar etmek. 39 Faruk Geç’in ardından Faruk Geç 1931-2013 Yazan: Atila Alpöge Özellikle Galatasaray Lisesi'nde tiyatro yapmış olanlar insanlar için özel bir yeri olan Faruk Geç'in vefatını öğrenmek derin bir üzüntü yarattı. Çoğunuz tanımaz onu. Özellikle 1970'ten sonra doğmuş olanlar belki adını bile duymamıştır. Daha eskiler ise onun çizdiği ve Hürriyet gazetesinde yıllar boyu, her gün yayımlanan bir çizgi roman dizisinden hayal meyal imzasını anımsar. Bu türü basınımıza getiren ve başarıyla yapan biriydi. Onu Cemiyet’te görmüş olanlar da ne kadar efendi, güler yüzlü ve yumuşak tabiatlı olduğunu fark etmiştir. Faruk Geç’in hiç bilinmeyen bir yönü daha vardı. Bugüne kadar sürmüş, Galatasaray Lisesi'nin dışındaki çoğu kişinin ve özellikle de eğitimcilerin "Vay canına!" deyip, hayretle izlediği ve 60 (yazıyla altmış) yıldan beri sürüp giden bir geleneğin ilk ışığını da o yakmıştı. Hepimizin okul yıllarında yaptığı tiyatro çalışmalarının (yani A'dan Z'ye her şeyi öğrencilerin yaptığı eşi benzeri olmayan o girişimin) ilk örneğini vermiş; bu cesareti o göstermişti. İzin verin, onu yitirdiğimiz bugünlerde ona hepimiz adına bir selam çakayım ve öyküsünü anlatayım. Onun kendinden dinlediğim ve not aldığım bir öyküyü… Yıl 1950. Faruk Ağabey Galatasaray Lisesi Tiyatro Kolu başkanı olur. Mevcut duruma ve konuma bakar. O güne kadar mektebe hep dışarıdan profesyonel tiyatrocular gelmiştir. Hepsi de eski Galatasaraylılardır ve oynanacak oyunları onlar seçmiştir. Seçtikleri oyunlar çoğunlukla hafif, sudan, basit komediler olmuştur. Rol dağıtımını da onlar yapmış, oyunları onlar sahneye koymuştur. Gençlere "Şunu yap! Bunu yap! Kolunu kaldır! Ağla!" demişlerdir. Faruk Ağabey kendi kendine bu düzene "Yeter!" der ve kol başkanı olarak harekete geçer. İdareden gizli olarak önce bir oyun 40 seçer. Seçtiği oyun, Gogol'ün ünlü, saygın ve çok sevilen bir oyunu olan Müfettiş’tir. Zor bir eser ve iddialı bir oyundur. Ardından da rol dağıtımını yapar. 13 yıl önce yitirdiğimiz sevgili dostum Ergun Köknar'a dokuzuncu sınıf öğrencisi olmasına rağmen rol verir. Ufaktan, gizli gizli provalara başlanır. Niyeti oyun belli bir olgunluğa geldikten sonra bu işlere bakan müdür yardımcısına gidip "Hocam, işte böyle böyle" deyip girişime resmiyet kazandırmaktır. O müdür yardımcısı ise 15 yıl sonra mektebe müdür olacak olan (bazılarınız onu tanır) Muhittin Sandıkçıoğlu’dur. O da mektepli ve tiyatro yapmış olmasına rağmen olup biteni öğrenince Faruk Geç'i çağırır ve "Oğlum bu Rus oyunu bizim burada oynanamaz. Oynanırsa bize komünist derler" diyerek eski usule dönülmesini, profesyonellerin gelip sudan bir komedi sahnelemesini önerir. Sonuçta Müfettiş oynanamaz. Bu öyküyü Faruk Geç’ten yaşamının en büyük hayal kırıklıklarından biri olarak dinledim. Anlatırken gözleri dolmuştu. Bu yıl Galatasaray Lisesi'de tiyatro yapılışının 100. yılını kutlayacağız. Bu kutlamada Faruk Ağabeyi sahneye çağırıp ona sarılmayı, hepiniz adına onun elini öpmeyi çok istiyordum. Olamadı. Üzüntüm derin. Faruk Geç hepimiz için bir semboldü. Yeni bir dönemin başlangıç noktasını vurgulamıştı. Bir başkaldırı bayrağıydı. 60 yıl boyu sürdürdüğümüz bir geleneğin startını vermişti. Hayatı boyunca bu hayal kırıklığını yaşadı. Anısının önünde saygıyla eğiliyorum. Adapazarı’nda doğdu. Galatasaray Lisesi’ni 1951’de bitirdi. 1956 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu. Lise yıllarında başladığı Babıali çalışmaları Türkiye Yayınevi’nde, Hafta ve Binbir Roman dergileri ve Nebioğlu Yayınevi’nde 20. Asır ve Bütün Dünya dergileri, Doğan Kardeş Yayınevi’nde Resimli Hayat Dergisi ile devam etti. Fransa, İtalya ve İngiltere’de mesleki çalışmalar yaptı. 1955 yılında başladığı Hürriyet gazetesinde aralıksız 26 yıl çalıştı. Daha sonra Güneş ve Günaydın gazeteleriyle meslek yaşamını sürdürdü. Yıllar boyu yazıp resimlediği "Gerçek Yaşam Öyküleri" ile tanındı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesi, Basın Şeref Kartı ve 2005 .Burhan Felek Basın Hizmet Ödülü sahibiydi Yazan: Ender Enön eğlendirmek, heyecanlandırmak, onlara "bakmak" yerine "orada olmak" duygusunu yaşatmak oldu. Sıradan fotoğrafların bu teknikle ne kadar farklı göründüğünü göstererek herkese bir "boyut" açmak istedim. Bu çalışmaların en büyük ödülü ve geri dönüşü ise gerek sözlu gerekse ziyaretçi defterlerinde yazılan yorumlar oldu. Galatasaray Lisesi 1962 yılı mezunuyum. Üç boyutlu (3D) fotografa lise çağlarında elime geçen bir fransızca 3D Istanbul dergisi sayesinde merak sarmış ve yine o çağlarda Yüksek Kaldırım'dan aldığım basit makineleri birleştirerek ve dergilerde gördüğüm gözlük sistemlerini de taklit ederek ilk kameralarımı ve çekimlerimi gerçekleştirmiştim. Son sergim ise sevgili okulumun tarihi yemek- 3D Fotograf Zamanın bilgi edinme ve malzeme bulma imkanları çok kısıtlı olduğundan bu deneyimlerime uzun süre ara verdim ve nihayet dijital fotograf makinelerinin çıkması ve internetin yayılması ile aynı heyecanı duyarak 2005 yılından itibaren yine kendi yaptığım sistemlerle kaldığım yerden 3D fotografa yeniden başladım. 3D fotografçılığın tarihi sanılanın aksine fotoğraf tarihi kadar eski. İlk 3D fotolar 1860’lı yıllarda çekilmiş ve 1900’lerdekiler şu anda elimizde. Daha sonra saraylarda ve aristokrat çevrelerde bir itibar aracı olarak görülmüş ve 1930’lara kadar yoğun hanesinde 1 Aralık 2013 günü Pilav’da yapıldı. Daha sonra lisenin fotoğraf kulübü üyeleriyle bir projeksiyon sunumu ve söyleşi gerçekleştirdik. Böylece onların yaşında başladığım bu tekniği tanıtırken o günleri tekrar yaşamanın nostaljisi de bana eşlik etti. Bu süreçte sloganım hep şu oldu: İki kulağımız var ve stereo müzik dinlemeyi monoya tercih ediyoruz. Görmek de aynı olmalı. İki gözümüz neden stereo (stereo-foto) görmesin? 2007 Mayıs ayında Paris-Istanbul 3D başlıklı ilk sergimi Fransız Kültür Merkezi’nde açtım ve beğeniler üzerinde etkinlik bir ay uzatıldı. Daha sonra Akbank Sanat Merkezi başta olmak üzere muhtelif kuruluş, okul ve üniversitelerde yaptığım projeksiyon sunumlarla 3 boyutu tanıtmaya devam ettim. Bu arada İDO’nun sponsorluğuyla basılan yüz adet büyük boy Istanbul 3D fotoğrafıyla baskı ve 42 Daha sonra bu iki görüntü "sadece ait oldukları göz" tarafından görülünce beyin bunları birleşirerek derinlik hissi veriyor. Görüntü birleştirmenin en basit ve de başarılı yöntemi bu iki kareyi küçük boyutlarda bastırarak dürbünlerde olduğu gibi çift sergileme tekniğini hem Şirketi Hayriye Galerisi (Kadıköy) hem de 8 vapur iskelesinde tanıtma fırsatı buldum. Böylece galerilerden çıkıp halkın yoğun olduğu mekanlara kayma amacımın ilk aşaması gerçekleşti. Sonraki adım ise tüm IKEA’larda sergilenen İsveç 3D sergisiydi ki, üç ay süresince yaklaşık yüz bin kişi tarafından izlendi. Stereo foto ya da 3 boyutlu foto, derinlik hissi veren ve sesin nereden geldiğini anlamamıza yardım eden "stereo müzik" le aynı prensibe dayanıyor. Bunu sağlayan da kulak ve gözlerimizin arasındaki mesafe. Nasıl ki stereo müzikte mikrofonlar birbirinden biraz uzak tutulursa, 3D foto da yanyana çift kamerayla çekilen görüntüler de benzer etki yapıyor. Ne var ki kulaklıkların yerini "gözlük" alıyor. Beynimiz bu iki sesi veya görüntüyü birleştirerek gerçek hayatı "simüle" ediyor ve derinlik duygusunu yaratıyor. Amacım ticari olmaktan çok hep Galatasaray Lisesi’ndeki gençlik heyecanımı kitlelerle paylaşmak ve böyle bir olayın ne kadar "yapılabilir" olduğunu göstermek, herkesin içindeki çocuğu çıkartmak, 3D görüntü için her göz için ayrı kare gerekmekte. Bunu sabit sahnelerde tek kamera da sağlayabilir. İkinci kameranın yerine tek kamera biraz sağa veya sola kaydırılarak bir görüntü daha alınıyor. Dijital fotograf ve internetin yaygınlaşmasıyla bilgisayarlarda kullanılan üç temel renk RGB (kırmızı, yeşil, mavi) gözlükte R ve G+B olarak ayırıp kullanan kırmızı-camgöbeği (red-cyan) gözlükler ve o sistemin resimleri kullanılıyor. Çekilen iki kareyi R ve G+B olarak renklerine ayıran çok başarılı ve ücretsiz programlar (stereo photo maker) sayesinde binlerce kişiyle paylaşmak ve baskı yapmak mümkün. Şu anda bu satırları okuyan herkes redcyan gözlüğü varsa elindeki makineyle 3D çekip program kullanarak 3D foto yapabilir ve bilgisayar ekranında görebilir (bu tekniğe anaglif deniyor). Daha da kolayı evdeki yazıcı ile kareleri bastırıp aşağıdaki şekildeki gibi bir düzenle son derece kaliteli bir üç boyutlu fotoğraf çekip görebilmek. büyüteç-mercekle yakından bakmak. Bunu yaparken sol göz sağ gözün karesini görmemeli. Bu 3D tarihinin eski ve yaygın yöntemi. Elimizde ve müzelerde 1900 yıllarından kalan 3D fotoğraf ve mercekli gözlükler var. Bunlar daha ziyade aristokratlar ve saraylılar tarafından kullanıldığından çok süslü hatta üzerleri elmaslı olanlar bile olabiliyor. bir şekilde kullanılmış. Daha sonra Adolf Hitler 3D’nin etkisini görüp Nazi propaganda aracı olarak bol miktarda 3D foto ve video çekimi yaptırtıp bununla halkını etkilemeye çalışmış. Bu arada meşhur İspanyol sanatçı Salvador Dali de ilk üç boyutlu yağlıboya resim yapanlardan biri. Kullandığı teknik V şeklinde monte edilmiş aynalarla sağ ve sol duvara koyduğu resimleri çakıştırarak üç boyutlu görselliği resim alanında da uygulammak. Ayrıca "hologram" denilen teknikle de lazerle sınırlı kalitede uzayda gözlüksüz 3D görüntü elde etmek mümkün olup Dali kendinin ve eşi Gala'nın üç boyutlu görselini yaptırıp Figueras'daki müzesine koydurmuş. 2D bir foto da 3D’ye sınırlı olarak çevrilebiliyor. Dikkatli bir göz aradaki farkı anlayabilir ve de bazen bu çalışma tek kare için birkaç gün sürebilir. Atatürk’ün Galatasaray Lisesi’ni ziyaretinde çekilen fotoğraf bu şekilde tarafımdan yapıldı. Çok kalabalık fotoğraflarda bu işlem çok uğraştırıcı ve sonuç mükemmel olmuyor. Dolayısıyla fotoğrafı 3D çekmek en iyisi. 3D bakımından şanslı bir dönemdeyiz. Piyasada bol miktarda 3D film gelmekte ve 3D televizyonlar hızla çoğalıp fiyatları düşmekte. Maalesef 3D fotoğraf makineleri aynı hızla yayılmadı. Fuji bir deneme yaparak ilk dijital 3D fotoğraf makinesini yaptı fakat iki senede üretimi durdurdu. Sinema ve TV’lerde iki farklı teknik var: aktif ve pasif gözlük. Aktif gözlük pille çalışan elektronik bir devresi var. Projektörle senkronize olarak sırayla sağ ve sol gözü açıp kapatıyor. Pasif gözlük ise ışığın polarizasyon etkisini kullanarak sağ ve sol gözü ayrı açılarda karatıyor. Şu anda pasif gözlükler çok ucuz olup piyasa eğilimi bu tekniğe doğru gelişiyor. 3D tekniği hakkında bu özet bilgilerin ötesine geçmek isteyen ve bilgi almak isteyen olursa benimle iletişime geçebilir ve lise çağlarında duyduğum heyecana ortak olabilir. www.3boyutlufoto.com www.enderenon.com enonen@superonline.com enderenon@yahoo.com 43 Galatasaray Liseli Olmak sinemalarının yıldızları Rita Hayworth, Alice Fay, Doris Day, Gene Thirney, Hady Lamar ve daha birçoklarını rüyalarımızın sevgilileri yaptık. Çiçek Pasajı’nda votkalı bira içerek sarhoş olmayı öğrendik. Yemek kültürümüzü Galatasaray Pilavı ile ölümsüzleştirdik. Millî Korunma Kanunu’na uymayan Budak ve İnci pastahanelerinde el konan piramitleri yiyerek "dessert" kültürümüzü oluşturduk. Pazar sabahları, Levent Büfe’de sucuklu yumurtaya francala banarak nefsimizi körelttik. Bu sayede Tokatlıyan ve Degüstasyon’un önünden daima başımız dik geçtik… İşte budur “Galatasaray Liseli” olmak! Yazan: Can Kıraç 1975 yılında Koç Holding Yönetim Kuruluna seçildim. O dönemde, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Kemal Oğuzman ve İstanbul Teknik Üniversitesi Profesörlerinden Hasan Fehmi Yazıcı da Yönetim Kurulu’na seçilmişlerdi. Ben bu beraberliği çok ilginç bulmuşumdur! Çünkü, üçümüzde Galatasaray Lisesi’nde aynı sınıflarda okumuş ve 1946 yılında beraberce mezun olmuştuk. Bana ilginç gelen diğer bir raslantı da kardeşim İnan'la Koç Holding Yönetim Kurulu’nda buluşmamız olmuştur. Ayrıca, İnan'la Otomotiv Grubu Başkanlığı görevinde ve benim emekliliğe ayrılmamla da İdare Komitesi Başkanlığı’nda halef-selef oluşumuzu hep olağanüstü bir tesadüf saymışımdır. Çünkü ben Galatasaray Lisesi’nden 1946’da, İnan ile 1956’da mezun olmuştuk!.. Anladım ki Galatasaray Liseli olmak bu beraberliklermiş!.. Çok hazırlıklı olarak koptum iş hayatından. Sebebi 41 yıl çok disiplinli yaşamış olmanın getirdiği sıkıntıydı, bunalımdı.Tam 41 yıl heyecan duyarak, zevkle çalıştım ama hep patronun gündemiyle yaşadım. İş saatlerinde büromda gazete bile okumadım. Satın alıp kütüphaneye doldurduğum kitaplarımı okuyamadım. Böyle bir disiplinle çalıştığım, hep patrondan önce işe gelip, patrondan sonra ayrılmak geleneğini sürdürdüğüm için bir an bunaldığımı hissettim. Kitap yazmak, şiir yazmak, resim yapmak istiyordum. Fakat bir türlü o zamanlamayı yapamıyordum!. Ve dedim ki “Sen ey Can Kıraç! Hayat bir noktada bitiyor. Kendi hayatını, Galatasaray Liseli olmanın özgürlüğünü ne zaman yaşayacaksın?” Benim ve İnan'ın Galatasaraylı oluşumuz ya- 44 kınlarımızca bilinir. Hele İnan'ın Galatasaray Eğitim Vakfı'ndaki özverili çalışmaları onun ününü Koç'lu olmasının önüne geçirmiştir. Beni "Koç'un Can”ı olarak tanıyanlar onu "Galatasaray'ın İnan”ı olarak bilmektedirler. Bu Galatasaraylılık kökeni, kulübe başkan olmam için, zaman zaman, bana teklifler yapılmasına sebep olmuştur. Ben de bu yaklaşımlardan daima onur duymuş fakat; "Galatasaray Kulübü Başkanlığı önemli ve şerefli bir görevdir. Üzerimde başka sorumluluklar varken bu görevi taşımam doğru olmaz" görüşü ile arkadaşların beni bağışlamalarını dilemişimdir... Ancak,1991 yılı sonunda Koç'tan emekli olacağım duyulunca, bu konuda yeni temaslar başlamış, İnan da bana "Ağabey, artık mazeretin kalmadı daha fazla direnmen naza çekmek olacak. Hem ben seni anlamıyorum, Koç'ta 41 yıl çalışmış olmana rağmen unutulup gideceksin! İnsanın hayatta bir iz bırakması gerekmez mi?" diye uyarmıştı. Ne yazık ki, artık, “unutulma” yolunda hızla ilerliyorum!.. Galatasaraylılığın bir kültür birikimi olduğunu hepimiz biliyoruz. Kültür birikimini sağlayan olaylar, dönemlere ve sınıflara göre farklılıklar gösterir. Biz 1946’lılar, 1938 yılında başlayan okul yıllarımızı çok önemli olaylarla iç içe yaşadık. Atatürk’ü kaybetmenin acısını çektik, İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılarını taşıdık. Ekmeğimizi karneyle aldık. Karartma geceleri koridorlarda omuz omuza uyuduk. Ayakkabılarımızın ömrünü uzatmak için tabanlarımıza kabara çaktırdık. Bez yumaklarını iplerle sararak futbol topları ürettik. Galatasarayımızın, futbol, voleybol ve basketbol takımlarını Türkiye şampiyonları yaptık. Missouri zırhlısının bahriyelilerine Beyoğlu’nun gizemli yerlerini gösterdik. Tepebaşı tiyatrolarında sahneye çıkan Cahide Sonku’ya aşık olduk. Beyoğlu Efsane müdürümüz Behçet Gücer’den otoriteyi, Sait Hoca’dan, İzzet Hamit Ün’den, Feruhzat Turaç’tan, Saffet Rona’dan ahlâklı olmayı öğrendik. Muhlis Hoca’dan sportmenliği, Nihat Sami Banarlı’dan, Muvaffak Benderli’den, Ercüment Ekrem Talû’dan Türkçemizin inceliklerini ve güzelliklerini belledik. Esat Mahmut Karakurt sayesinde ters cümle yapmanın dayanılmaz cazibesine kapıldık. Recai Hoca’dan "Cin"gözlüğün faziletini kavradık. Veysi Midil ve Garti’nin matematik derslerinde kopya çekme tekniklerimizi geliştirdik. Askerlik hocamız "Terlik" Ahmet’ten "İhtilâl" kurallarını ezberledik. Bergeaud, De Laur, Rehm, Larroumets, Goudman, Dubois gibi Fransız hocalarımızın katkıları ile dünyaya bakış açımızı genişlettik. Muhittin Sadak sayesinde müzik dünyasının pırıltılarını yakaladık. Ve, burada isimleri geçmeyen, hepsi gönüllerimizde yaşayan değerli hocalarımızın bizlere verdikleri emeklerle onurlu birer Galatasaraylı olmayı başardık. Galatasaray Lisesi’ne kız öğrenciler alınmaya başlandı. Başlangıçta, bu olayı "Silah çıktı erkeklik öldü!" anlayışı ile yorumladım. Bugün, bu ilkel görüşümü değiştirmiş bulunuyorum. Ancak, içimdeki kıskançlık hislerini yenmekte hâlâ zorlanıyorum. Hele, sevgili adaşım Candan Erçetin’in Beyoğlu’nda salına salına yürürken şarkı söylediği televizyon klibini izlerken damarlarımdaki kanın kaynadığını, tepeme çıktığını hissediyorum. Beni ve bizim kuşağı Candan’lardan esirgeyen şansımıza küsüyorum! Çocukluk ve gençlik yıllarımı devlet memuru bir babanın sahip olduğu mütevazı şartlar içinde yaşadım. Bunun içindir ki, Galatasaray Lisesi’nde okumuş olmayı hâlâ "gençlik çağımın lüksü" olarak kabul ederim! Ne mutlu size Galatasaray Lisesi’nde okumuş olanlar… 2014’te mektepte neler olacak? Değerli Sultani Dergi okuru Galatasaraylılar; Yeni yıl; yeni heyecanlar, umutlar, dilekler… Mektepteki kardeşlerimiz için yeni yıl, her devre için başka umutları beraberinde getirecek. Kendi anılarımızdan yola çıkarak Sultani Dergi okurları için 2014 mektep hikayelerini tahmin ettik… Sınavlar bitince toplu eğlence Eminiz ki tüm kardeşlerimiz 2014’ün ilk ortak sınavlarını -kimi ince yöntemlerle de olsa- başarıyla atlatacaklar. Mesele bu değil tabii! Mektepte zorlu sınavlardan çıkan kardeşlerimiz günlerini gün edecek, beraberce eğlenecek… Zira biz öyle yapmıştık. Mektepte ilkler… Bir tahminimiz de şu… Grand Cour’a girdikten sonra lise devresi olacak kardeşlerimiz abi-ablalarıyla ilk biralarını içecek. 138’den 141’e veda içmesi… Mekan, ünlü Çınaraltı… 141’den ortak sınav kıyağı. 144 pide yemeğe gidiyor. Bir başka yılba şı kutlaması. Yazan: 141 dönemi 2014’te Mektep’ten mezuniyetimizin üzerinden 5 yıl geçecek. Aradan çok daha uzun yıllar geçmiş abi-ablalarımız alınmasın. Geçmiş, yakınken daha ulaşılabilir görünüyor. Bu yüzden git gide uzaklaştığını fark etmek için çok uzağa bakmaya gerek kalmıyor, unutmamak için daha sık hatırlanıyor. Mektep hatıralarımıza ilk 5’ler, 10’lar girerken (Mezuniyetimizin 5’inci, Lise’ye girişimizin 10’uncu yılı: 2014) Sultani Dergi’nin yeni yıl sayısında, lisedeki yeni yıllarımızda neler yaptığımızı paylaşalım dedik. Yani şöyle… Lise’de (biz 5 sene okuyanlardanız) hazırlık sınıfının ikinci dönemi herkesin birbirini sevmeye alıştığı günler oldu. 9’uncu sınıfın 2’nci döneminde Grand Cour’a girdik. En heyecanlı ilkimizdi. 10’uncu sınıfta bize sorsanız fırtına gibiydik. 11’inci sınıfta kral olduk. Son seneyse mezuniyet ve şamata… Her ikinci dönem yeni bir yıldı ve her defasında sadece mektepte bulacağımız ilklerle karşılaştırdı bizi. Bu bir alışkanlık oldu, her yeni yıldan başka ilkler beklerken bulduk kendimizi. Ne var ki münferit ilklerimiz mektepteki müşterek ilklerimiz kadar şaşaalı kutlanmıyor. Buradan hareketle 2014 yılında mektepte neler olabileceğini kendi hatıralarımız üzerinden yazalım dedik. Lise sıralarında ilklerini beraberce kutlayan kardeşlerimize sevgilerimizle… 46 Yılbaşı… Her devre yeni yıla eğlenerek girmek ister. Zamandan ve mekandan bağımsız Galatasaray eğlencelerine en güzel örnekler bu gecelerden verilebilir. Öyle ki, lisedeki en kuytu köşeler bile şaaşalı kutlamalara ev sahipliği yapabilir… 141 Devresi 2008’e girerken… Televizyonda kim bilir ne var…(solda) 141 C4 Team… Çok serseri olan bu ekip türlü maytap ve kızkaçıranlarla yeni yılın ilk dakikalarını tüm mektebe haber verirdi.(altta) En acı loyloy: Mezuniyet loyloyu. (solda) Gelin gibi süslenen Mektep. (sağda) Grand Cour’u çok sevdik. Grand Cour’da gergin dakikalar! Yıl 2006… Grand Cour’a giriş böyle olacak! Yeşilaycılık ve alkolizm arasındaki ince çizgi: Lise devresi olmak. Baskın planları günler öncesinden yapılır, o gün yaklaştıkça heyecan doruklara çıkar. Önceden belirlenen strateji kapsamında belirlenen saatte kapılara dayanılır. Mezuniyet… Zormuş... Mezun olmak, sınavı kazanmaktan daha zormuş... Mektepteki ilk günler hiç gelmeyecekmiş gibi düşünülen o gün, er ya da geç hepimizin başına geldi. Yine 2014’de 146 devresinden kardeşlerimiz mezun olacaklar. Mezun olurken ağlama sırası bu sene onlarda. Mektebin son günü, alt devrelerin yoğun uğraşlarıyla süslenen ön bahçesinde son loyloyarını çekip, son defa taşlı yoldan geçip kapıdan son defa çıkacaklar, bir daha içeri alınmamacasına... 141, lise devresi olduğunu dünyaya duyurdu! Şamata… Bol hüzünlü bir mezuniyet sürecinden sonra, yıllardır mektepte düzenlenemeyen şamata gecesi için girişimlere başlanır. İdare ile gerçekleştirilen –ve genelde olumsuz sonuçlanan- bürokratik görüşmeler sonucunda kollar sıvanır ve şamata hazırlıkları başlar... İnsan “mektepte olmuş olmamış ne fark eder, önemli olan birlikte olmak” diye düşünmeye çalışıyor ama olmuyor işte, Tevfik Fikret Salonu özlemi öyle kolay kolay dinmiyor... Her sene olmasa da, hiç değilse geleneğin unutulmaması için arada sırada “mektebin dışında” yapmak durumunda kalıyor Galatasaraylılar çok sevdikleri şamata gecelerini... 47 Yazan: Mevlüt İkiz İki Mekteplinin Gözünden ABD’de Eğitim Yazan: Mehmet Emin Saka (142) Amerika maceram onuncu sınıfın sonunda başlamıştı. Yurtdışında eğitim görme fikri mektebe girdiğimden beri aklımdaydı ama daha çok Fransa ve İsviçre’deki üniversitelere başvurmayı düşünüyordum. Amerika’ya başvurma düşüncesi 143 devresinden abilerimin Yale, Michigan, Johns Hopkins gibi üniversitelerden kabul almalarıyla kafamda oluştu. Onlarla konuştuktan sonra başvuru sürecini kendim araştırmaya başladım. Türkiye’de Amerika’ya başvuru süreci hakkında tecrübe sahibi sayılı sayıda danışman var, onlarla tek tek konuştum ve birisiyle çalışmaya başladım. Başvuru sürecinde SAT ve TOEFL gibi sınavları almak gerekiyor ve bu sınavlara hazırlayan çok az sayıda dershane var. Dershanelerin fiyatlarının yüksek olması sebebiyle ben sınavlara kendim hazırlandım. 11. sınıfın yazını Amerika’da geçirdim, üniversiteleri gezdim, başvurular hakkında sorularımı sorma fırsatı buldum. Türkiye’ye döndüğümde ise TOEFL ve SAT sınavlarını aldım. Bu iki sınavın dışında başvuruda diğer önemli etkenler hocalardan alınan referans mektupları ve her okulun istediği kişisel “essay”lerdi. Başvurularımın hepsini 1 Ocak tarihine kadar gönderdim. Toplamda 17 okula başvurdum ve Yale, Brown, Columbia, Swarthmore, New York University gibi üniversitelerden tam burslu kabul aldım. Başvuru sürecinde lisenin çok büyük bir etkisi oldu. Kabul aldıktan sonra birçok okul lise hakkında daha fazla bilgi almak için beni aradı, Yale, Columbia gibi okullar mektebi ziyarete geldi. Mektep, Amerika’da yavaş yavaş tanınmaya başladı ve bundan sonra daha fazla kardeşimin kabul alıp yanımıza geleceğini düşünüyorum. Yalnız bunun için okulda Robert ve Koç gibi okullardaki 48 gibi bir sistemin kurulması gerekli. Şu an için her şey öğrencilerin kendi gayretiyle işliyor ve belirli bir düzen yok. Bu yorucu başvuru sürecinden sonra kabul aldığım okullar arasından Yale Üniversitesi’ni seçtim ve ilk dönemimi tamamladım. Öncelikle Yale benim için çok farklı, ufuk açıcı bir tecrübe. Dünyanın farklı yerlerinden gelen, farklı düşünce tarzındaki insanlarla arkadaş olmak, nobel ödüllü profesorlerden ders almak, önemli pozisyonlard aki insanlarla tanışma imkanı bulmak, onlarla söyleşilere katılmak tartışmasız ufuk açıcı şeyler. Okulun öğrencilere tanıdıği özgür ifade ortamı, insanların her türlü düşünceye saygı göstermesi ve farklılıkları hoşgörüyle karşılayan, sizi olduğunuz gibi kabul eden insanların olması Türkiye’de bu- lamayacağım fırsatlar. Eksikliğini çektiğim tek şey ise mektepteki birlik, beraberlik kardeşlik ortamı, arkadaşlıklardaki samimiyet. Yale’de bireysellik daha çok öne çıkıyor, öğrenciler arasında birlik beraberlik ruhu pek yok. Lisede buna çok alıştığım için ilk başlarda farklı bulmama rağmen Amerikan bireyciliğine ayak uydurmaya başladım diyebilirim. Lisans eğitimimi Amerika’da yapmak tartışmasız çok farklı bir tecrübe benim için. Başvurmaya karar verdiğim andan itibaren hayatım tamamen farklı bir yola girdi diyebilirim. Amerika’da eğitim gören sayılı Galatasaraylıdan biriyim, belki ilklerdenim ama alt devrelerden kardeşlerimin bizi takip edip, Amerika’daki en güzel üniversitelere gireceklerine de inancım tam. Her Türk lise öğrencisi üniversite hakkında düşündüğünde aklının bir köşesinde Amerika’da lisans okumak geçer. Ben de onlardan biriydim. Onuncu sınıfın ikinci döneminde ailemin ve Princeton Üniversitesi’nden mezun kuzenimin teşvikiyle Amerika’da okumak için ne yapmam gerektiğini araştırmaya başladım. İlk fark ettiğim sorun okul dışından uzman bir danışmanın yardımına ihtiyacımdı. Daha önceden 143 devresinden Amerika’daki üniversitelere kabul alan abilerim de bu konuya çok önem veriyordu. Amerika’ya başvurmak başlı başına stresli bir süreç. Bir de bunun üzerine uzman birinden yardım almazsanız sürecin sonuna ulaşamayabilirsiniz. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Kendime bir yurtdışı eğitim danışmanı bulduktan sonra süreç hız kazandı. 10. sınıfın yazından itibaren SAT ve TOEFL sınavlarına çalışmaya başladım. Bu sınavların zorluğu kişinin İngilizceye hakimiyetiyle ters orantılı. Bu yüzden herkese zor gelmeyebilir. Benim için diğer bir zorluk not ortalamamı yüksek tutmaktı. Amerika’ya başvurunun en önemli noktası okul notları. Okul notları kişinin uzun bir süreye yayılan çalışma azmini ve akademik başarısını gösterdiğinden kabul komiteleri tarafından başvuruların en çok önem verilen kısmıdır. On ikinci sınıfa geldiğimde çalışmalarım iki katına çıktı. Üniversiteler için ayrı ayrı yazmam gereken makaleler beni zorluyordu. Her ne kadar lise hayatım boyunca Fransızca deneme ve makale yazmış olsam da, bunlar genelde akademik konularla ilgiliydi. Bu makaleler ise çok farklıydı. Hayatım, yaptığım aktivitelerim, yetiştiğim ortam, yaşadığım ortama neler kattığım, yaşadığım ortamda ne gibi sorunlar yaşadığım ve bu sorunları nasıl çözdüğüm gibi konularda 100 kelimelik kısa cevaplar vermem gerekiyordu. Bu süreçte kısa ve öz yazmanın ne kadar zor olduğunu anladım diyebilirim. Tabi ki bunların dışında öğretmen tavsiye mektupları, okul profili, transkript yollamak gibi başvuru surecinin lojistikleriyle ilgilenmem de gerekiyordu. Açıkçası, bu kadar zorluğun üstüne bunlar tuz biber oldu. Mektepte daha önce kurulmuş bir Amerika başvuru düzeni olmaması bizi çok zorladı. Fakat geriye dönüp baktığımda yaptıklarımızla alt devrelerimin Amerika’ya başvurusunu kolaylaştıran bir altyapı oluştuğunu görmek beni mutlu ediyor. En sonunda, 1 Ocak geldiğinde bütün stres ve yoğun çalışma yerlerini heyecanlı ve gerilimli bir bekleyişe bıraktı. 3 ay başvuru komitesinin hakkınızda vereceği kararı sabırsızlıkla bekliyorsunuz. Hiç de kolay bir şey değil. En sonunda 28 Mart günü mutlu haber geldi. Yale’den Kabul almıştım. O günümü bu süreç- te bana destek olan bütün öğretmenlerime ve arkadaşlarıma ama en önemlisi aileme teşekkür ederek geçirdim. Amerika’dan yeni döndüğüm şu günlerde geriye dönüp baktığımda Yale’e gelmekle ne kadar iyi bir karar verdiğimi görüyorum. Beni en çok etkileyen kısım bireye verilen ilgi. Okula başlar başlamaz 6 farklı kişinin bana danışman olarak atandığını öğrendim. Akademik ve sosyal hayatla ilgili sorularıma hemen cevap buluyordum. Ben istemesem bile sık sık bu danışmanlarla görüşüyordum ve bu insanlar Amerika’daki üniversite hayatına alışma sürecini son derece kolaylaştırdılar. Akademik hayattaki özgürlük de Amerika’da üniversite okumayı benim için cazip kılan unsurlardan biri. Yaklaşık 400 ders arasından istediğimi seçme konusunda özgürüm. Bu dersler Müzik teorisi dersinden moleküler biyolojiye kadar çeşit çeşit. Yale hakkında söylenecek o kadar çok olumlu özellik var fakat herhalde en önemlisi Yale’in bir araya getirdiği öğrenci grubudur. Dünyanın her köşesinden gelen; farklı dil, din, kültüre sahip bu insanlarla okumak açıkçası inanılmaz bir tecrübe. Sadece oluşan atmosferin içinde kalarak bile öğreneceğiniz şeylerin haddi hesabi yok. Bu insanlarla birlikte beraber yaşamanın, fikir alışverişinde bulunmanın beni şu ana kadar birey olarak en çok geliştiren unsurlar olduğunu düşünüyorum. Rafkitap’tan Özel İndirim Daha beş yaşımı bile doldurmamışken evimizdeki kütüphanenin kitaplarını bir bir yerlerinden çıkarır sayfalarını karıştırıp annemin ikazlarına maruz kalmamı dün gibi hatırlarım. Doğan Kardeş , Milliyet Çocuk hep küçüklüğümün anılarını süsler. Rahmetli babam Victor Hugo’nun Sefiller kitabının Fransızca baskısını önüme koyup okumaya zorlamasının beni Galatasaray Lisesi’ne girebilmem için motivasyon olduğunu yıllar sonra anlayabilmişimdir. İçimdeki bu kitap sevgisi hiç ama hiç bitmedi. Belki henüz bir kitap yazamadım ama iyi bir okuyucu olmayı hep başardım. Bu sevgi, beni belli bir yaştan sonra daha da kitapların içine çekmeye başladı. Nihayet geçtiğimiz yıl benimle aynı ilgiyi paylaşan yakın bir arkadaşımla bu işte profesyonel adımı atmaya karar verdik. On ay süren hummalı bir çalışmanın ardından geçtiğimiz kasım ayında sitemizi internette aktif hale getirdik. İlk ay 16 bin kişinin ziyaret ettiği www.rafkitap.com emin adımlarla yoluna devam ediyor. Bu hevesimin önce projeye sonra hayata geçmesi benim için inanılmaz bir duygu. Zira hayatımda ilk kez sevdiğim bir şeyi profesyonel hale getirip haz alabiliyorum. Muhakkak sitemizde eksiklikler ve hatalar olacaktır. Bu yüzden şimdiden siz değerli ağabey, abla ve kardeşlerimden hoşgörünüzü eksik etmemenizi rica ediyorum. İnternet üzerinden satış yapan sitelerin zorlu bir rekabet sonucu yaptıkları indirim oranlarını hemen hemen yakalamış durumdayız. Bu yüzden her ne kadar daha dişe dokunur bir hediye vermeyi istesek de şimdilik SADECE SİZLER İÇİN EKSTRA %5 oranında bir indirim kuponunu buradan camiamıza duyurabiliyoruz. Yapılması gereken siteye girip üye olmak ve alışveriş esnasında İNDİRİM KUPONU bölümüne “GSL1905” yazmaktan ibaret. Bu arada, daha önce kitap yazmış olanlar dahil herkese, aynı zamanda bir yayınevi (Kronos Yayıncılık) olduğumuzu hatırlatmak isterim. Haziran ayı itibarı ile yayın hayatına başlamayı planlıyoruz. Ayhan Çakmur (122) 49 Topkapı Sarayı’nda Galatasaray Zirvesi Topkapı Sarayı, 24 Aralık 2013’de Galatasaray Mektebi mensuplarına ev sahipliği yaptı. Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. Haluk Dursun’un hazırlamış olduğu etkinlik “Mekteb-i Enderun’dan Mekteb-i Sultani’ye Seçkin Eğitimi” konulu bir panelle başladı. Haluk Dursun, panelin açılışında “Kültür Tarihimizde İstanbul’da ve Saray’da Özel Eğitim” üzerine bir konuşma yaptı. Konuşmasında Topkapı Sarayı Enderun Mektebi’nin önemli olduğunu vurgularken paralel ve alternatif eğitimlerin öneminden bahsetti. Panelde, Mektebin kuruluşundan başlayarak günümüze değin seçkin eğitimindeki ayrıcalığını anlatıldı. Galatasaraylılar Derneği Eski Başkanlarından Reha Bilge, “Galatasaray Enderun Mektebi Kurucusu II. Bayezid ve Dönemi”ne dair bir sunum yaptı. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Galata- 50 saray Mekteb-i Sultanisi ve Türk Eğitim Tarihindeki Yeri”ni anlatırken; Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ethem Tolga, “Darülfünun-ı Sultani’den Galatasaray Üniversitesi’ne Galatasaray’da Yüksek Öğretim” konulu bildirisini sundu. Panel, Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Nabi Avcı’nın seçkin çocukların, seçkin yöneticiler, devlet adamları ve şahsiyetler olacağına dair yaptığı konuşma ile son buldu. Panel öncesinde özel olarak yaptırılan Saray sahlebi ile karşılanan Galatasaraylılar, panelden sonra Haluk Dursun tarafından Topkapı Sarayı’nda ayakta kalan tek eğitim koğuşu olan Enderun Avlusu’ndaki Hazine Koğuşu’nda ağırlandı. Davetlilere burada Enderun usulü iç pilav üzerine kuzu kızartması ve bol safranlı Saray zerdesi ikram edildi. Galatasaray Sultani pilavının Topkapı Sarayı Enderun pilavı olarak tarihi tariflere uygun şekliyle yapılıp ikram edildiği etkinlikte panel kadar pilav da ilgi gördü. 51 Bize Dair Kayıp Bir Kitap Yazan: İzzeddin Çalışlar (115) 1990’lı yılların sonlarında Galatasaray Müzesi’nde birlikte görev yaparken Vefa Semenderoğlu (1948 mezunu) bir dosya verdi. –Bunu yeniden yayımlamak lazım. Dosyanın içinde bir kitabın fotokopisi vardı. Kapağı yoktu. Dosya bana bir iş oldu ve silik, soluk yazılardan okuyabildiğim kadarıyla tüm kitabı bilgisayara girmeye başladım. Ağdalı bir dil ve son bulmayan cümlelerle yazılmış, kimi zaman eski dil olduğundan anlamakta güçlük çektiğim ifadelerle dolu metni çözmeye çalıştıkça Galatasaray tarihinin derinliklerinden bahseden bir hazineyle karşılaştığımı fark ettim. Aylarca uğraştımsa da bitiremedim; çünkü fotokopiler eksik çıktı. Müzedeki görev sürem doldu. Dosya rafa kalktı. Vefa ağabey aniden vefat etti. Yıllar sonra yine mektepteki müzede bir şey ararken küçük bir kitaba rastladım. Daha önce görmemiştim ve kapağında “Galatasaray ve Futbol – Ruşen Eşref Ünaydın” yazıyordu. Sayfalarını karıştırınca birden şafak attı. O fotokopilerin aslı bu kitaptı. Dosya raftan indi, eksikleri tamamlandı, dosya bana yeniden iş oldu. Beş yıl kadar önce bir kitap fuarında TDK’nın yazarın tüm eserlerini yayımlamış olduğunu öğrenince hemen alıp ciltleri karıştırdım. Gördüm ki TDK kitabı aynıyla yayımlamıştı. Bu durumda çabalarım beyhude kalmış oluyordu. Ne var ki, kitabın önsözünde söylenenler aklımda kalmıştı: “Sevgili okurlarım, her şeyden önce bilinmesini dilerim ki, bu sayfalar Galatasaray’da futbolun tam bir tarihçesini sunmak gibi aşırı ve yersiz bir yetki benimsenerek yazılmadı. Bu sayfalar, ancak kurulduğu yıllardan beri kulübüne bağlı bir Galatasaraylının ilk günleri anan birkaç hatırasını aktarmak niyetinde. Görgü tanıklığına dayanan hatıralar, gerçeğe uygunlukları bakımından tarihe tanıklık edebildiği oranda değer kazanır. Yine 52 bu sayfalar, Galatasaray’da futbolun ilk yıllarına dair birkaç manzarayı bugünkü Galatasaraylıların gözlerinde az çok canlandırır da ileride kulübün tüm tarihini gereği gibi yetkin kaleme alacak o şanslı kişiye yaşanan güçlükler ve aşılan engellerden birkaç örnek verir, Galatasaray’ın spor neslinin ilk coşkulu ve inançlı ruhunu, yılmaz emellerini, yaratıcı ve süreğen emeklerini, zorluklar karşısında dinmeyen çabalarını ve başarılarını aydınlatan izler bırakabilirse, üstüne düşen görevi yerine getirmiş olur. Bu düşünceyle Galatasaray’ın futboldaki 50. yılına ben de şu küçücük armağanla katılıyor ve onun bütün haklarını, spor alanına ruh ve hız katan kulübümüze, minnet borcu olarak en iyi dileklerimle sunuyorum.” Önsözü tekrar okuyunca kitabı yeniden yayıma hazırlamaya karar verdim. Çünkü bir devlet kurumu yazarın vasiyetine uymamıştı. Torunu olduğunu öğrendiğim Aslı Dinçer’den (114) de izin alarak dosyayı tekrar açtım. TDK yayını araştırmacılar dışında kimseye hitap etmeyeceğinden Ruşen Eşref abimizin dilini sadeleştirerek metni günümüzde okunur hale getirmeye, bunu yaparken de uslubunu bozmamaya çalıştım. Aradan geçen yıllar içinde Galatasaray tarihine biraz daha vakıf olduğumdan kimi yerlere açıklamalar getiren dipnotlar ekledim. Arşivimde birikmiş olan tüm tarihi fotoğrafları tarayarak ilgili yerlere resimlerini ekledim ve yayımlanacak hale getirdim. Bunları yaparken içimden geçen istek hep aynıydı. Her Galatasaraylının okuması… Galatasaray tarihine dair bunca yayın varken neden bu kitabın okunmasını istediğimi de belirtmem gerek. Çünkü bu kitap ismindeki “Galatasaray ve Futbol”dan çok daha fazlasını içeriyor. İçeriği Türkiye’nin spor tarihinde birçok ilki gerçekleştiren Galatasaray’ın ilk yılları ve İstanbul’da 20. yüzyıl başındaki sosyal hayatın ilk ağızdan tanıklığı olarak özetlemek mümkün. Fakat ayrıntılar o kadar aydınlatıcı ve bugünle bağ kurmayı sağlayıcı ki, adı geçen her ortamda ön planda olan futbol bile ikinci planda kalıyor. 1911 mezunu Ruşen Eşref Ünaydın’ın Cumhuriyet tarihinin önemli kişiliklerinden ve Galatasaray Spor Kulübü’nün 11 numaralı kurucu üyesi olması, tanıklıklarını bizatihi önemli kılıyor; ama bizler için asıl önemli olan özelliği başka. Yazar, Türkiye’de futbolun nasıl başladığını ve ilk Türk futbol takımının doğuşunu anlatırken her mekteplinin kendi anılarıyla da bağ kurmasını sağlıyor. İlk kez 1957’de, Ünaydın’ın vefatından iki yıl önce yayımlanan bu kayıp kitabın yayımı için Galatasaray kurumlarıyla ilişkiye geçtimse de bir sonuç alamadım. Ka Kitap ise yazarın yazılı vasiyetine uyarak yayının tüm masrafların dışında kalan gelirini Galatasaray Spor Kulübü’ne aktarmayı taahhüt ederek yayımlamayı kabul etti. Böylece biraz geç de olsa Vefa Semenderoğlu’nun başta sözünü ettiğim dileği yerine gelmiş oldu. Mustafa Kemal’le Mülakat başlıklı röportajı Türk basınında Atatürk’le yapılan ilk ayrıntılı söyleşi oldu. 1920'de Anadolu hükümetinin çağrısı üzerine İnebolu üzerinden Ankara'ya giderek Kurtuluş Savaşı'nda sivil görevler aldı. 1922’de Buhara elçiliği başkatibi oldu. Lozan Barış Konferansı'nda matbuat müşavirliği, 2., 3. ve 4. TBMM dönemlerinde Afyonkarahisar milletvekilliği yaptı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile Tiran, Atina, Budapeşte, Roma, Londra ve Atina elçilik ve büyükelçiliklerinde bulundu. 1952'de emekli oldu. 21 Eylül 1959’da İstanbul’da öldü. Eserleri: Diyorlar ki (Edebi mülakatlar) - İki Saltanat Arasında - Geçmiş Günler - Tevfik Fikret - Ayrılıklar - İstiklal Yolunda - Damla Damla - Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal’le Mülakat - Türk Dili Tedkik Cemiyeti (Türk Dil Kurumu) - Boğaziçi Yakından - Atatürk ve Dil Tarih Kurumu - Atatürk ve Milli Tesanüd - Atatürk’ü Özleyiş (Zafer) - Güzel Kıraat - Cumhuriyet Kıraatı - Seçme Yazılar - Okuma Kitabı. Çevirileri: Andersen Masalları/Andersen - Çoban Şiirleri/ Virgilius - Beyaz Geceler/Dostoyevski - Ari Dillere Tekaddüm Eden Lehçenin Turani Menşei/ Leon Cahun - Napoléon/Emil Ludwig Ademoğlu/Emil Ludwig. Ruşen Eşref Ünaydın 1892de İstanbul’da doğdu. 1911 yılında mezun olduğu Mektebi Sultani’de öğrenciyken, 11 numaralı üye olarak Galatasaray Futbol Kulübü’nün kurucuları arasında yer aldı. Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Askeri Baytar Âlisi'nde, Darülmuallimini Âli'de Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yaptı. Yazı hayatına 1914'te mütercim olarak başladı. 1918 yılında Yeni Gün muhabiri olarak Kafkasya'ya, Tasvir-i Efkar muhabiri olarak Sivas'a gitti. Farklı dergi ve gazetelerde röportaj ve gezi yazıları yayımlandı. Servet-i Fünun, Donanma, Tedrisat, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua’da yayımladığı mülakat, mensur şiir ve hatıra türünde yazılarıyla tanındı. Edebi ziyaret ve mülakatlardan oluşan “Diyorlar Ki”adlı kitabı sanatçılarla konuşmalar türünün ilk örneği oldu. 1918’de Yeni Mecmua’da yayımlanan Anafartalar Kumandanı 53 6 senelik tavsiye mektubu 11 ve 12. sınıf sıra arkadaşım, canım dostum Salih Ecer dışarıdan bakıldığında hani öyle “Cemiyetci’’ diye tanımlanan biri değildi. Ülkenin en önemli yazar çizer takımında yer almasına rağmen sanki Galatasaray ile çok alakalı değil gibi görünürdü. Yanılmışım, Yanılmışız. Salih’im, zaman bulduğunda Galatasaray ile ilgili de düşünür, çözüm önerir, fikirlerini paylaşır daha iyi bir Galatasaray için kalem oynatıp hayal kurarmış. Bana 6 sene önce yazdığı ve dönemin Cemiyet Başkanı Candan Erçetin ile paylaşmamı istediği mektubu – maalesef o günlerde 100. yıl kutlamaları sebebiyle gereken zamanı ayıramamıştık – bugün, aramızdan ayrılışının senesinde sizlerle paylaşmayı doğru buldum. Salih’imin bu kıymetli ve samimi satırlarını sadece kendime saklamaya gönlüm razı olmadı. Polat BENGİSERP Polat’cım, Gözden geçir ve Candan Erçetin’e ileterek tartış lütfen. Görüştük bekliyor olmalı. 460 yıllık bir centilmen okulunun dayanışma programını nasıl bir dernek heyecanında yaşatabiliriz? Bu metni 23 sene önce çevirip bir köşeye koymuştum, başkan olduğu gece Candan’a bahsettim; şu Galatasaray büyülü okullardan biri. St. Jos, Benoit, Michel, aynı amaçlarla destek görmüş okullar. Tuhaf bir fark var. Büyük ihtimalle M Garti hepsinde fizik anlatmıştır. Okul fark koymuştur, büyü buralarda bir yerde. Şu şiir* ilk cesaretlerimden biridir. Sakince çözebilirim bu okulun sırrını. Şimdi teknik düzenlemelere geçiyorum: Lordlar okulunun öğrenci derneğine aynı çorap, aynı kalın tabanlı ve yuvarlak burunlu pabuç, şapka ceket, yelek, gömlek, kravat… Buna benzer detayları atlıyorum. 1- Biz buraya girerken elimiz ayağımız titriyor’’ hiçbir genç bunu söylemez. Demek ki tost, sosisli sandviç, Cola ve maç seyretme odası onlara ucuz olmalı. 2- Ben de üstleniyorum müthiş bir kütüphane. ilk 6 ayda 3 bin kitap- olmak zorunda bu derneğin. Bu okul Türk edebiyatının en romantik, en dikkatli ve efendi ediplerini yetiştirdi. 54 3- Zorunlu: Lokanta, masrafı en azda tutularak yeniden tasarlanmalı. Üyeler kendi iç alemlerini düşünebilsin diye, tavan 3,5 – 4,5 metre yüksekliktedir. 4- Mezunlar her ay, zaman zaman otuz kişi kimi zaman 3 kişi tertemiz bir sofrada okulun en sevilen yemeğini yerler. Davranışlarını hiç abartmadan ve fakat mutfak erbabı için ciddi sayılabilecek bir parayı ceplerinden masanın üzerine bırakırlar. Mutlaka ayakkabı boyacısı vardır. Bütün bu endişe, anırmamayı önerir. Tek koltuklu berber vardır. Bütün bunları derneğe taşıyınız. Hiç yük olmayacaktır. Görürsünüz. Derneklerin bütün – ilk amacı gençleri, ideal dernek üyeleri olarak eğitmektir. Eğitmeye zorlamak değil. Müthiş bir çapkın olmayı önermektir. Nezaket, güven duygusu, kitap kültürü, temiz olmak bir herifin ilk adımlarıdır. (kadının da) İkinci senede sonuçları görmeye başlarsınız. 4. senede şaşırtıcı nezaket almaya başlar her güzel kadın. Sevgili Candan, Polat, 28 sene önce okuyup çevirdiğim ve rahmetli Mehmet Günsür’la çok güldüğümüz bir metni, biraz da okuluma uyarlamaya çalışarak tavaya koydum. Hiç şakası yok; dünyanın en romantik okullarından biri. Amerika sonradan görmedir, saymam bile. Avrupa eğitim sistemi içinde, biraz düşünün, hadi İtalya’yı örnek alalım. Galatasaray okulumun eline su dökebilecek bir tek okul gösteremez eğitimciler. Ama okulun derneğine gelirsek o başka. Okulun, hele Galatasaray’ın Derneği ‘’ yan kuruluş ‘’ değildir. İzci teşkilatı hiç değildir. Yardımlaşma teşkilatı olamaz, olmamıştır. Mutlaka hafif burnu havada, kadın ya da herif çapkın, bilgili, içki sarhoşluğunu küçümseyen, Galatasaraylı olmayı meslek olarak görmeyen, hülyalı çocuklar. Her yıl 15 rütbeli, hülyalı, kederli çocuk katılır derneğe , medeni yurtsever katılır. İsterim ki onlara bütün Sivaslılar, Mardinliler, Milanolular, Londralılar aşık olsun. O büyük sorunu, doğulu mu batılı mı zımbırtısını o güzel bahçenin çocukları çözdüler. Bu okul hep kıskanıldı. O muhteşem tespih ve sabır, kederli ve akıllı olmayı unutayazdı. Som akıllı ve suçsuz okuluma hayat veriniz. Beyaz gömlekler giysinler derneğe gelirken. Ben alırım. Ama ne olur önce onlar. Yoksullar. Tost yesinler, bol peynirli, domatesli, turşulu. Peçeteli. Vaziyet onlarda olmak zorunda. Akıl emrediyor. Komşular şunu söyler olsun: ‘’ hepsi efendiydi, kızlar erkekler kol kola çıkarlar, hiçbiri sendelemezdi. Hiç seslerini duymadık. Ben böyle bir teşkilat görmedim Nezahat, deprem olsa onlara güvenirim, Allah canımı alsın.‘’ Kurulunuza sevgilerimi sunuyorum. Büyüklerime de sonsuz saygımı. Emaneten almadınız şu kırılgan bahçeyi. Unutmayınız. Biz futbol kulübü değiliz. O bir fedakârlığımız sayılsın. Gözlerinizden öpüyorum Salih. Galatasaray* Emirgan’a Okul kırmaya gider gibi O ihtimalle Çanakkale’ye vuruşmaya gitmişler Ahmet Robinson ve arkadaşları. Son sınıfa bile gelmemişler gelmek istememişler yani. 28’i olmalı Şehit düşüvermiştir. Cephede Tarih bilir. C M Y CM MY CY CMY K Armada Pera Otel. Galatasaray’daki ikinci adresiniz. Istanbul’da yaşayan ya da İstanbul’u ziyaret eden Sultani Dergi üyelerini Galatasaray’da yeni açılan Armada Pera’da özel bir indirimle ağırlıyoruz. Osmanlı sarayının terzisi Paul Parma ve ailesine ait tarihi “Parma Apartmanı”, şimdi Armada Pera’da hayat buluyor. Lokalimizin yeni işletmecisi: Tambur Restaurant Tambur Restoran, 21 Ağustos 2013 tarihinden itibaren Dernek Lokalimizde üyelerimize ve misafirlerine hizmet veriyor. Yeni yönetimin olağanüstü gayretleriyle lokalimize eklenen yeni bahçemiz ve ana binamızda yapılan köklü değişikliklere paralel olarak üyelerimize camiaya yakışır bir hizmet vermek için yola çıktık. Art Nouveau stildeki şık ve konforlu odalarımızda özenle ağırlayacağımız konuklarımız zamanda yolculuk yaparken tarihi Pera yaşam tarzı ile İstanbul’un yemek, kültür ve eğlence yaşamının keyfine varacak. Sizleri, mektebe yürüme mesafesinde bulunan Armada Pera’yı keşfetmeye davet ediyoruz. Geride bıraktığımız altı ay içerisinde bu emeklerin boşa gitmediğini görmekten ve üyelerimizin giderek artan teveccühüne mazhar olmaktan dolayı son derece sevinçliyiz. Bu süre zarfında elliden fazla dönem yemeğine, üyelerimizin çeşitli organizasyonlarına ve dernek yönetiminin etkinlik ve davetlerine evsahipliği yaptık. Dönem yemeklerinin yeniden cemiyette düzenleniyor olması en büyük gurur kaynağımız. Yenilenen profesyonel ses sistemimizle son üç aydır birbirinden güzel konserler gerçekleştirdik. Üyelerimizin bu etkinliklerde hoşça vakit geçiriyor olması ve gösterilen ilgi daha da iyisini yapmak için cesaret veriyor. Mesai günleri boyunca öğlen yemeklerinde Türk mutfağının sevilen klasiklerini geleneğe sadık bir şekilde hazırlayıp sunmamız kısa sürede meyvesini verdi. Dernek lokalimiz artık Levent’te muteber bir öğle yemeği adresi. Ocak sonundan itibaren öğlen yemeklerinde ayda en az bir kez Cuma günleri Galatasaray Pilavı Menüsü çıkaracağımızı da bu vesileyle duyurmak isteriz. Ayrıca, camiamızın ve Türkiye’nin önde gelen “gurme”lerinden Vedat Milor, NTV’de yayınlanan ‘Tadı Damağımda’ programının bir bölümünü Dernek Lokaline ayırdı. Sizler bu satırları okurken program büyük olasılıkla NTV’de yayınlanmış olacak. Çekim esnasında esirgemediği samimi övgülerini tüm camia adına sevinerek kabul ettik. Size özel ve 2014 yılı süresince geçerli net fiyatımız: Kahvaltı dahil gecelik 200 TL’dir. (Kdv dahil) İletişim ve Rezervasyon*: (+90) 212 293 73 73 l reservations@armadahotel.com.tr l www.armadapera.com Tüm bu dönem boyunca nispeten eksik kaldığımızı düşündüğümüz tek alan genç üyelerimizi Cemiyet’te daha çok ve daha sık bir araya getirecek etkinlikleri yeterince düzenleyememek oldu. Bu satırlar hem bir vaad hem açık bir çağrı olarak kabul edilirse çok mutlu olacağız. Lokalimizin tüm üyelerimiz için yeniden muteber bir buluşma noktası olması yegane hedefimizdir. Bu hedefe hep beraber, elele vererek varacağımıza yürekten inanıyoruz. Tambur Restoran çalışanları adına sevgi ve saygılarımızla, Sinan Ecer 107, Yusuf Şimşek 116, Ertuğrul Çalak 119 *Otelin uygunluğuna göre teyid edilir.
© Copyright 2024 Paperzz