NÝSAN 2014 55. sayý Tasavvuf Kültürü Dergisi h z . Ü F TÂ D E EDÝTÖRDEN... Nisan 2014 sayýmýza hoþgeldiniz. Bu sayýda konumuz Mehmed Muhyiddin Üftâde (k.s) Hazretleri, yani Bursanýn sahibi bir güzel ve özel Allah sevgilisi, Allah âþýðý Konumuz Üftâde Hazretleri (k.s) olarak belirlendikten sonra giriþte ne yazacaðým koca sultan hakkýnda diye epey bir düþündüm. Ne kadar biliyorum ki, yazayým? Sonra Bursaya gittiðimde dâima uðramaya çalýþtýðým sultanýn benim gönlüme her zaman münbit toprak kelimelerini düþürdüðünü fark ettim ve bunu yazmaya karar verdim. Münbit toprak, yani bereketli toprak... Burada bahsettiðim toprak, benim gibi dünya ilmiyle uðraþarak çok þey bildiðini sanan ve aslýnda ne kadar cahil olduðunu fark edenler için, içine ekilen tohumun filizlenmesin saðlayan, besleyen, büyüten toprak olarak algýlanabilir. Gerçekten âlim olanlar ve gerçek ilmi bilenler için ise, sanýrým Hz. Mevlânânýn dediði Toprak gibi olun.. mânâsýnda bir toprak... Ona öðrenci olanlarý, benliðinden geçirip, birliðe götüren, süt olan Allah ilmi ile besleyip, tevâzû suyu ile sulayan, serpilen tohumlarý Allahýnýn izniyle baþka tohumlara can versin diye hâlden hâle sokarak, münbit toprak eyleyen bir gönül sultaný Mehmed Muhyiddin Üftâde (k.s) Hazretleri Tasavvuf ehline göre Üftâde (k.s) Hazretleri, bir baþka münbit vatan topraðý Bursanýn sultaný, sahibi diye biliniyor. Bursa þehrine bakýnca, bereketli toprak kelimesi hakkýný buluyor. Bursa, tasavvuf âlimlerine göre Mekke, Medine, Kudüs ve Þamdan sonra en mübârek beþinci þehir kabul ediliyor. Baðrýnda çok sayýda mânevî ve maddî sultaný beslemiþ, serpilmesini saðlamýþ, gerçekten bereketli, müstesnâ bir þehir... Baðrýnda taþýdýðý, beslediði bu sultanlardan her biri ayrý bir münbit toprak Bu müstesnâ Allah sevgilileri arasýnda Emir Sultan, Somuncu Baba, Molla Fenârî Hazretleri ve daha niceleri var. Bu þehrin topraklarý o kadar bereketli ki, baðrýnda Osmanlý Ýmparatorluðunu kuran, Þeyh Edebâlinin öðrencisi, hocasýnýn evinde edebinden ayak uzatamadýðý için, oturur vaziyette uyurken rüyasýnda kuracaðý devletin yeþeren ve büyüyen ulu bir çýnar aðacýna dönüþtüðünü gören, müstesnâ ceddimiz Osman Bey, Orhan Bey, I. Murat ve daha nice padiþahlar, þehzâdeler, sultanlar yatýyor. Yine öyle bereketli bir toprak ki, , menkýbelerin, gönül sultanlarýnýn mekâný olan sanat þaheseri Ulu Cami de týpký o ulu çýnarlarlar gibi bu þehirde yer alýyor. Velhâsýl bu sayýmýzda böyle münbit ve bereketli bir konumuz var. Evet dostlar, güzeller güzeli sultaný ve yaþadýðý bu mekâný ben kendi eksikliðimle ancak böyle anlayabiliyor ve anlatabiliyorum. Ýnþaallah sizler dergimizde ve 18-20 Nisan 2014 tarihleri arasýnda düzenlenecek olan Mehmed Muhyiddin Üftâde (k.s.) Hazretleri konulu sempozyumda bunlarý çok daha güzel bir þekilde anlar, tanýr ve hissedersiniz. Kusurlarý, bizlere güzellikleri derginin sahibine ait olarak, yeni sayýmýza hoþ geldiniz efendim. Yosun MATER SOHBETLER Münîre Hanýmefendi, Bursa'daki Keþiþ Daðýna (Uludað) ismi verilmiþ olan keþiþe ait bir hikâye anlattý. Bir gün Emir Sultan Hazretleri, bir mânevî iþaret üzerine keþiþi ziyarete gider ve kulübesinin kapýsýný vurunca, içerden Buyurun yâ evlâd-ý Resûlullah! diye cevap alýr. Emir Sultan Hazretleri içeriye girip de, kendisine bu türlü hitap etmesinin sebebini sorduðu vakit keþiþ Bu akþam Resûlullah Efendimiz, yarýn, sana evlâtlarýmdan biri gelecek, diye haber vermiþlerdi der. Münîre Hanýmefendi, mûtat tatlý anlatýþý ile hikâyesini bitirince: -"Olabilir!" diye kayýtsýzca bir cevap aldý. Bunun üzerine Sabîha Hanýmefendi, Hazret-i Mevlânâ Efendimiz'in de böyle bir keþiþi vardý, deyince, iþi lâtifeye dökerek: -"Ken'an Efendimiz'in de bir keþiþi vardý. Hem de bayaðý papaz deðil, patrik idi!" diye tebessümle bahsi kesti... (Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 91-92) ***** Nazlý Hanýmefendi: - Biz öyle bir deryaya gark olmuþuz ki nihâyeti yok. Mesnevîler, manzûmeler, ilâhîler, sohbetler ve bin türlü þeyler ile bize hakikatleri akýtmaya uðraþýyorsunuz: "(Tebessümle) Bize þunu da söylemedin, demeye hakkýnýz yok þu halde Gerçekten de size söylemedik bir þey býrakmamýþýmdýr. Çünkü derviþler, mürþidin kalbinin sahîfeleridir. Sizi gören, sizde mürþidinizi göreceðinden, mes'ûlsünüz ve öðrenip bildiklerinizle amel etmeye de mecbursunuz. Bursa'da bulunduðumuz sýrada bir kadýncaðýz, anacýðýmý ziyarete gelmiþ ve söz arasýnda þeyhine, keman çalmanýn günah olup olmadýðýný sorunca, þeyhinin de Bu, kalbe göre deðiþir. Senin gönlünde Allah olduktan sonra ne istersen çalabilirsin dediðini söylemiþ. Bu sözü söyleyen zâtýn bir Nakþî þeyhi olmasý bilhassa hoþuma gitti ve kendisini arayarak buldum ve ziyaret ettim. Ârif bir zattý. Ýþte derviþi, mürþidinin kalbinden bir sahîfe açarak onu bize göstermiþ oldu. Sabîha Hanýmefendi: Bu zat, biz Ýstanbul'a döndükten sonra arkanýzdan haber yolla¬mýþ ve beni yaktý, tahammül edemiyorum, kendine kavuþtursun... diye hâlini arzeylemiþ ve kýsa zaman sonra da vefât etmiþti. (Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 228-229) ***** Sâmiha Haným: - Bir kimsenin kendinde kudret ve kuvvet tasavvur etmesi ne ka¬dar boþ deðil mi Efendim? - "Görmek isteyen ve görmek nasibi olan için öyledir. Evet kudret ve kuvvet yalnýz Allah'a mahsustur, fakat bunu da bildirmesi lûtfudur, ihsânýdýr, sevgisidir. Kudret ve kuvvetin kendinde olduðunu göstermesi pek büyük bir nimettir. Bunu bildirmemesi ise aksidir ve verdiði gaflettir." ((Ken'an Rifâî, Sohbetler, Kubbealtý Neþriyâtý, Ýstanbul, 2000, s. 100) Allaha yakîn olmaktan baþka çâremiz yok cemâlnur sargutla söyleþi Bu ay, Anadolunun kalbinin derinliklerinde yatan sultanlardan Üftâde Hazretleri hakkýnda Türk Kadýnlarý Kültür Derneðinin öncülüðünde Bursada gerçekleþtirilecek olan Uzaktaki Yakîn baþlýklý uluslararasý sempozyum vesilesiyle Cemâlnur Hocamýzla bu büyük velîye dâir sohbet ettik. Müge Doðan: Hocam, üftâde ne demektir? Üftâde Hazretlerine neden bu isim verilmiþtir? Cemâlnur Sargut: Üftâde birçok mânâ taþýr ama bunlardan bir tanesi, deðerinden, makamýndan düþen demektir. Bir diðeri, Allah sevgilisi, mecnun, âþýk demektir. Bütün bunlar, Hz. Üftâdeye uymuþ aslýnda. 16 yaþýndan itibâren muazzam sesiyle Ulu Câmide ezan okumaya baþlamýþ ve müezzinlik yapmýþ. Bu arada inanýlmaz þekilde kemal ilimlerini öðrendiði için, ilm-i leduna sahip olduðu için de ayný zamanda çok küçük yaþta ders vermeye baþlamýþ. Ýþte bu özelliklerinden dolayý orada uzun süre imamlýk yaptýðý için, devlet o zamanlar imamlara maaþ vermeyi planlayýnca, o da farkýnda olmadan o maaþý alýnca, o gece rüyâsýnda þeyhinin kendisine bu gece makamýndan düþürüldün anlamýna gelen sen artýk üftâdesin dediðini görmüþ. Anlatýlanlardan bir tanesi, kendisine Üftâde isminin verilmesinin sebebini bu olarak söylüyor. Birkaç tanesi de aslýnda çok Allah aþkýyla dolu olduðu ve ilm-i leduna sahip olup da dünya insanýnýn çok derinini idrak edemediði bir güzelliðe sahip olduðu için Üftâde adýný taþýdýðýný söylüyor. Fakat benim anladýðým kadarýyla kendisi bu makamýndan düþürüldün ismini de çok sevmiþ. Çünkü kendisinin mütevâzi yapýsý ile çok uygun gördüðü için ve dâimâ makamýndan düþürülebileceðini ona hatýrlattýðý için bu ismi de hâl etmiþ ve kullanmýþ. MD: Biraz melâmî meþrep mi? CS: Bütün mürþitlerde melâmî meþrep olur, hepsi bir taraflarýyla mutlaka melâmîdirler. Tabiî hakiki mürþitlerden bahsediyorum. Tevâzûda had safhaya varýrlar. Üftâde Hazretlerinde de bunu had safhada görüyoruz. MD: Peki Celvetîlik ve Halvetîliði birleþtirdiði söyleniyor. Celvetîlik ve Halvetîlik nedir? Birleþmesi ne mânâya gelir? CS: Sanki fenâ ile beka gibidir Celvetîlik ve Halvetîlik. Halvet, insanýn kendi nefsi ile mücâdeleyle Allahla bir olmasý ve vücûdunda Haktan baþka hiçbir þey býrakmamasý demektir. Ýbn-i Arabî Hazretlerine göre aslýnda zaten herkes halvettedir. Yani mecbûren halvettedir. Çünkü kimsede Haktan baþka bir þey yoktur, diyor. Ama bunu hissetmesi için de var zannettiði nefsi ile uzun uzun mücâdele etmesi lâzým. Celvetîlikte ise bu hâle gelmiþ insanýn tekrar halka dönerek Hakla birlikte olup halka hizmet etmesi demektir. Ýkisini ardarda söylediðimizde Hakta halký halkta Hakký görme makamý ikisinin birleþme makamýdýr. Kesrette vahdeti, vahdette kesreti seyrederler. Sanki Celvetîlik -bir nokta farký ile yazýlýrHalvetîliðin devamý ve kolu gibidir. Dolayýsýyla da bir bütünlük arz etmeleri gerekir. Bu Ýslâma ait bir özelliktir, bekadýr. Bekada artýk kendinde Haktan baþka birþey kalmadýðý için, þahsý için inanýlmaz bir tevâzu fakat mânâsý için de muazzam bir kibriyâ gözükür. Onun için o ikisini üzerinde taþýr; bu iki özelliði o bakýmdan çok önemlidir Celvetîlik. Hz. Aziz Mahmud Hüdâyî, Üftâde Hazretlerinin öðrencisi olmakla kalmamýþ, Üftâde Hazretleri tarafýndan yegâne vârisi seçilmiþtir. MD: Üftâde Hazretleri Tarik tarik dedikleri tevhiddir buyuruyor. Bu ifadeyi açabilir misiniz? CS: Aslýnda bakarsan tarikatler çok eleþtiriliyor. Yani tarikten maksat Allahýn her yerdeki tecellisini görmektir. Yoksa ben tarikatteyim demek, þu yoldayým, bu yoldayým, Celvetîyim, Halvetîyim demek, yolda olmak demek deðildir diyor. Yolda olmak bile tevhidi hissetmek, idrak etmek, herkesin fikrine hürmet etmek, herkesle bir ve beraber olmaktýr, diyor. Onun için yol son noktadýr, son nokta yoldur zaten. Bana aþk nedir, yol mudur, varýþ yeri midir? diye soruyorlar. Hem yoldur, hem varýþ yeridir diyor hocam Kenan Rifâî Hazretleri. Aþkla gidersen, aþka varýrsýn diyor. Sonuç olarak, baþka da bir þey olmadýðýný hissediyorsun. cemâlnur sargutla söyleþi MD: Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerinin Üftâde Hazretlerinin öðrencisi olduðunu biliyoruz. Onlarýn arasýndaki mürþid-mürid iliþkisinden bahsedebilir misiniz? CS: Tabiî Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, Üftâde Hazretlerinin öðrencisi olmakla kalmamýþ, yegâne vârisi seçmiþtir Üftâde Hazretleri onu. Bu da o devir için çok önemlidir. Çünkü ancak çok yüce seviyedeki mutasavvýflar kendi oðullarýný deðil de daha ziyâde hakikaten yetiþtirdiklerini vâris seçme yoluna gitmiþlerdir. Ve Üftâde Hazretleri de kendi tek vârisinin Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri olduðunu iþaret etmiþtir. Tabiî bu makama eriþmek için Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri çok büyük bir nefis mücâdelesine girmiþ. Zirâ kadý imiþ. Ben Nezihe Arazýn Anadolu Evliyâlarýndan okuduðum kadarýyla kadý olduðunu ve Bursaya geldiðinde oldukça kibirli olduðunu ve birçok bilgiye sahip olduðunu biliyorum. Ama o rahatsýzlýðý da üzerinde duymuþ olmalý ki bir mürþide intisab etme ihtiyacý içinde; çünkü ezelinde çok büyük bir mürþid olmaya meyil var; yani ilm-i ledun onun ezelinde var. Dolayýsýyla bu bakýþ açýsýndan baþlamýþ hayata. Atýnýn üstünde ilk Üftâde Hazretlerine geldiði zaman, orada tarým yapan bir kiþi görmüþ ve ona sormuþ buralarda bir Üftâde varmýþ, kimdir? diye. Hz. Üftâde imiþ o kiþi. Sen onu göremezsin demiþ ve Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri çok üzülmüþ ve sen kim oluyorsun ki ben onu göremiyorum? demiþ. Nezihe Araz böyle anlatýyor. O zaman iþte bu kibirle onu göremezsin diyor Hazreti Üftâde, ve o zaman anlýyor Üftâde olduðunu. Ve kibrinin olmadýðýný anlatmaya çalýþýyor. Ama Hazreti Üftâde tabiî bir kere onu görmüþ, anlamýþ ve ezelindeki güzelliði görmüþ. Arýzî kibrini yok etmek için de onu sýrmalý kýyafetiyle sýrýklardaki ciðeri sattýrmaya yollamýþ. Ancak bu þekilde bana intisab edebilirsin, demiþ. Hazret almýþ ciðerleri, bir sopanýn iki ucuna asmýþ ve gitmiþ bir kenara köþeye saklanarak ciðer satmaya çalýþmýþ. Yanýndan geçenler, bu þekilde olsun istemiyor mürþidin, ortaya çýk ve herkese baðýr demiþler. O zaman sýrmalý cübbesiyle ve sýrýklarýyla ortaya çýkarak baðýrmaya baþlamýþ ciðerci ciðerci diye. Kadý delirdi diye taþlamaya baþlamýþlar. Ýþte o ilk taþlama nefsini taþlama olduðu için onun sonradan büyük bir sultan olmasýna sebebiyet vermiþ . K imsenin yapamayacaðý birþeyi yapmýþ. Seviyesinin ne kadar yüksek olduðunu gösteriyor Mahmud Hüdâyî Hazretlerinin. Yýllarca mürþidine hizmet ediyor, týpký Üftâde gibi. Üftâde de küçücük yaþýnda intisab ettiði Hz. Hýzýra -ki o bir çoban ve hayvanlarýný güderken dondurucu soðuktan iki ayaðý da kangren oluyor ve ayaklarýný kesiyorlar- senelerce hizmet ediyor. Üftâde Hazretleri mürþidini sýrtýnda taþýmýþ 18 yaþýna kadar. Onun dâimâ bütün hizmetlerinde kendisi bulunmuþ. 18 yaþýnda vefat etmiþ. Sonra o bir üveysî, yani direkt Peygamberden almýþ ondan sonra tâlimini. Kadý olan Hz. Aziz Mahmud Hüdâyî de odun kesiyor, ateþini yakýyor, sabah suyunu ýsýtýyor, getiriyor. Hakaret görüyor, susuyor, ýsýnmamýþ diyor, tekrar ýsýtýyor. Hattâ bir gece rüyâsýnda Peygamber Efendimizi gördüðünde sabah kalkýyor ki ezan okunuyor ve su ýsýnmamýþ. Çok üzülüyor, alýyor ibriði ve kalbinin üstüne tutuyor. Sonra Hz. Üftâdeye götürdüðünde dökünce mürþidi haþlanýyor ve Hz. Üftâde diyor ki bu normal ýsýyla ýsýnmýþ bir su deðil. Sen oldun. Bundan sonra ayný yerde olamayýz. Ýstanbula git; sen artýk padiþahlara mürþid olacaksýn. Daha sonra hakikaten I.Ahmede mürþitlik ettiðinde, sadece mürþidim emrettiði için bu mürþidliði yaptým diyor. I. Ahmetin rüyâsýný kimse tâbir edemezken yalnýz Aziz Mahmud Hüdâyî çok güzel bir tâbir gönderiyor ve o þekilde tanýþýyorlar. Ondan sonra I. Ahmed onu mürþid olarak addediyor. Hattâ bir keresinde mürþidim keþke bana bir mûcize gösterse demiþ içinden. I. Ahmet, o zaman Aziz Aziz Mahmud Hüdâyî de demiþ ki: Sen ibriðimle suyumu döküyorsun, Vâlide Sultan havlumu tutuyor, ben abdest alýyorum, daha baþka ne mûcize istiyorsun? diyor. Hz. Üftâdede Celvetîliði, Hz. Hüdâyîde de o Celvetîliðin dünyaya yayýlýþýný görüyoruz. Hz. Üftâdenin Aziz Mahmud Hüdâyîyi irþad etmek için yazdýklarý kitap Arapçadýr ve çok derin bir kitaptýr. Çok üst seviyede bir sohbet ihtivâ eder. Ama onun dýþýnda kendi yazdýðý bütün þiirleri, divâný, eserleri, sanki Yunus Emrenin yolundan gitmiþ bir sultan gibi öztürkçe yazmýþtýr Üftâde Hazretleri. Ýki özelliði yani Türkçeyi ve Arapçayý çok güzel kullanýþý ve týpký Kenan Rifâî Hazretlerinde olduðu gibidir. Hz. Mevlânâ, Kenan Rifâî Hazretlerine rüyâsýnda teþrif edip bundan sonra Mesnevî þerh etmeni istiyorum dediklerinde ben Farsça bilmiyorum dediðinde sen baþla, Farsça da öðretiriz buyurmuþlar. Üftâde Hazretleri, Arapça ve Farsçayý bildiði halde Türkçe yazmýþtýr eserini. Dolayýsýyla çok büyük bir sultan. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerinin bir baþka özelliði de bildiðiniz gibi kendi öðrencilerini ve kendine intisap edenleri boðulmaktan tamamen korumasýdýr. Hattâ mezarýma bir kere bile gelenler ve bana duâ edenler boðularak ölmeyeceklerdir der. Bunun iç mânâsý, benim mezarýma bir kere bile gelse benim ilmim onu hayatta tutar, zirâ su ilimdir, ilmim onu hayatta tutar; hiçbir zaman dibe götürmeyecektir demektir. O yüzden de Üsküdar ile Beþiktaþ arasýndaki yol, gemiler bile iþlemese, mutlaka iþler ve orada hiçbir kiþi fýrtýnalardan etkilenmez. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerinin gene bir baþka özelliði de þu: Gece ezan okurmuþ, sabah namazýný gece saat birde okurmuþ. Civar, hastane ile dolu olduðu için, hastanedekiler de gece uyumadýklarý için, sabah oldu zannedip de mutlu olsunlar diye... Yani bir sultanýn iki tecellisini görüyoruz ayný devirde. Mürþidde Celvetîlik, müridde o Celvetîliliðin dünyaya yayýlýþýný görüyoruz. Dolayýsýyla Celvetîlik açýsýndan çok önemli bir makam ihtivâ ediyor. cemâlnur sargutla söyleþi MD: Üftâde Hazretleri sadece Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri için gelmiþtir diyebiliyor muyuz? CS: Tabiî ama aslýnda bugün bütün dünyayý irþad eden bir sultan. Arapça bir kitabý olmasý dolayýsýyla Batý âlemi daha iyi tanýyor onu. Hacý Bayramý Velî Hazretlerine nazaran daha iyi tanýyorlar. Nasýl Ankarada yapmýþ olduðumuz Hacý Bayram Veli Sempozyumundan sonra Hazret, Oxfordda okutulmaya baþlandýysa, inþaallah -Batýlý profesörler de katýlacaðý için- týpký Hacý Bayramý Veli gibi Oxfordda Üftâde Hazretleri ile ilgili derslerin de baþlatýlmasýný, ve inþaallah daha derin bilgilerle dünya tarafýndan hatýrlanmasýný dilerim. MD: Ýnþaallah hocam. Üftâde Hazretleri, tabiat ve nefs mertebelerini ýslah eden, sâlih mârifetullaha kabiliyet kazanýr. Dost haberleri gelmeye ve canan semtinden vuslat bad-ý sabâlarý esmeye baþlar; meþakkat gider rahat gelir, zahmet gider rahmet gelir. Ancak ayrýlýk acýsý kalýr diyor. Neden ayrýlýk acýsý kalýyor? Sevgiliye kavuþmak, aslýnda onu özlemekten baþka birþey deðildir. Hz. Üftâde bize bunu hatýrlatýyor. CS: Çünkü vücud olduðu sürece bu vücud tamamen Allaha kavuþmayý engeller. Neden? Çünkü karnýn acýkacak, yemek yiyeceksin; her an kalbin Allahla bile olsa nefsinin arzu ve istekleri seni vücudundan dolayý Allahtan uzak tutar. Tabiî Peygamber gibi onlarýn da üstüne çýksan gene de ten varlýðý kýsýtlama yaptýðý için ve belli þekilde o kýsýtlamanýn içinde kaldýðýn için, dünyaya baðlý kaldýðýn için seni Allahtan bir ölçüde alýkoyar ve oradan ayrýlýk acýsý duyarsýn diyor. Üftâde Hazretleri çok güzel bir sýnýflama yapmýþ. Diyor ki, vücudda dört bölüm vardýr. Ýkisi dünyevî, ikisi uhrevîdir. Bu dünyevî iki bölüm, nefs ve tabiattýr, diyor. Yani meþreplerdir. Ýnsan meþreplerini edebe çekmeye baþladýðý zaman nefsi terbiye olmaya baþlar, diyor. Yani meþreplerde zorluk var; çünkü ben yapamýyorum, iþte þu olmazsam bunu yapamýyorum... Onlarý yapabileceðine iman ettiði zaman terbiye olmaya baþlar, diyor. Ýkisini terbiye ederse zaten ruh bütün diriliðiyle vücudda hâkim olur ve ruh diriliðiyle hâkim olunca da sýr âþikâr olur, diyor. Yani ruh ve sýr da vücud içindeki gaybûbetteki yani Melekût âleminin iki özelliðidir, diyor. Dolayýsýyla aslýnda benim deminden beri anlattýðým Halvetîlik, bu ilk iki tarafý terbiye içindir. Celvetîlik de ikinci iki tarafýn ortaya çýkmasýndan dolayý halka tesir etmenin gücünü anlatýr. MD: Kenan Rifâî Hazretleri, Hayatýn mânâsý hicranla karýþýk vuslat, heyecanla karýþýk sükûnet, gizlilikle karýþýk aþikârlýk derken Hz. Üftâde de Hicranda olan için huzur yoktur. Ne acâyiptir ki ben visalle birlikte hicrandayým diyor. Bundan ne anlamalýyýz? CS: Yani insan çok sevdiði zaman, aslýnda sevdiðine kavuþmanýn ayrýlýk olduðunu hisseder; çünkü kavuþtuðu zaman, Allaha kavuþtuðunu hissettiði zaman sonsuzun içinde kavuþamadýðýný anlar. Nereye eriþse hiçbir þekilde ona eriþilemeyeceðini idrak eder. Ýlmine eriþse ilminin sonsuz olduðunu ve kendi cehâletini anlar. Birazcýk mânâsýna eriþse kendi eksikliðini aczini ve hiçbir zaman onu tam mânâsýyla idrak edemeyeceðini hisseder. Dolayýsýyla sevgiliye kavuþmak, aslýnda onu özlemekten baþka birþey deðildir. Hz. Üftâde bize bunu hatýrlatýyor. MD: Neden uzaktaki yakîn? Uzaklaþýlarak nasýl yakîn olundu? CS: Þöyle olundu: Denizin içindeki balýðýn denizden hiç haberi olmaz ama balýðý denizden çýkarýrsan denizsiz yaþayamayacaðýný hisseder. O zaman aslýnda sadece yakîn olduðu yerin deniz olduðunu idrak eder. Biz de bu âleme geldiðimiz zaman Allaha yakîn olmaktan baþka hiçbir çâremiz olmadýðýný idrak edebiliyoruz. Biz bunu idrak ederken kâmil insanlar aslýnda þeklen uzak olsalar bile mânen yakîn olduklarýný farkediyorlar. Yani onlar ezelden yakýndalar, hattâ çok yakýndalar. Yani mirac seviyesinde yakýnlar; fakat þeklen de vücûden de uzaktalar. Yani sen onu bu âlemde uzakta görme; aslýnda onlar mânâ olarak Allaha çok yakýn bir mesâfedeler anlamýnda koydum ben bu ismi sempozyumun baþlýðý olarak. Zaten kendisi de o ismi bence onun için kullanmýþ. MD: Çok teþekkürler efendim.. DÝZÝNÝN DÝBÝNDE OLMAK Baþým önümde, gözlerim kapalý, huzurdayým... Aklýma ilk tanýþtýðýmýz gün geldi. Deðiþik bir doðumgünü hediyesiydi. Seneler evvel bir arkadaþým doðumgünümde beni Onun huzuruna getirdiðinde fark etmiþtim: Bursada yaþayýp da bilmediðim ne çok zenginlik vardý. Sonra cemâli nur olan hocam tanýþtýrdý beni Onunla. Hâmil-i Kart yakînimdir demiþti belli ki hocam, ondan sonra açýlmýþtý Hazretin kapýlarý bir bir. ülkü bozkurt Yakîn olmak ne demekti acaba? Baþým önümde, gözlerim kapalý, huzurdayým... Kulaðýma bahçedeki kuþlarýn sesleri geliyor. Türbenin içini doldururan bir cývýltý, cennetten bir bahçe gibi... Nasýl da huzurlu bir yer burasý... Okudukça öðreniyorum, meðer üftâdenin baþka anlamý da varmýþ. Meðer üftâde âþýk demekmiþ Sonra hayatýmdaki Üftâdeleri düþünüyorum. Ýlk olarak Sâmiha Anne lûtfettiler hayatýma girerek Yaþayan Ölü ve Ateþ Aðacýydý benim dönüm noktam... Satýrlarýnda aþkýn keskin kokusu vardý ve bu koku beni benden alýp sarhoþ etmiþti. Sonra Meþkûre Anne öðretti, nasýl üftâde olunmasý gerektiðini; anlattýklarýný hâlinde gösterdi bizlere. Cemâli nur olan hocam da anlatýrlar hep: Annem, sabah kalktýðýnda ilk iþ olarak efendisinin resimlerine selâm verip öperdi, Efendisinin ismi besmele olmuþtu dilinde demiþti. Ne kadar yakýn gelmiþti anlattýklarý bir anda bana. Baþým önümde, dizinin dibindeyim Yanaðýmda süzülerek inen yaþlar var. Kulaðýma kýrýlan putlarýmýn sesleri geliyor Hiç nasip olmadý bana Mekke ve Medineye gitmek. Her seferinde niyetlendim ama bir þeyler çýktý; gidemedim. Aðladým, çok aðladým... Sonra bu gidemeyiþlerin bana anlatmak istediði bir þey olmalýydý diye düþündüm. Sýðýndýðým yer, yine mahallesindeki türbeydi. Kavaklý Sevr maðarasý gibiydi burasý. Mekke de, Medine de, Arafat da burasýydý benim için. Huzurdayým, huzurluyum ve dizinin dibindeyim. Yakîn olmak buymuþ demek ki.. Üftâde olan Cemâli Nûrumdan öðreniyorum: Boyasýna boyanmanýn nasýl olmasý gerektiðini, aþkýn nasýl hizmete dökülmesi gerektiðini ve Celvetin mânâsýný... Lûtfunun büyüklüðü karþýsýnda aðýrlaþan omuzlarým ve baþým secdeye vardýðýnda hafifliyor ve dilimden dökülen duâya âmin diyorum: Ýzinden, gözünden, sözünden, özünden Allah ayýrmasýn. Ey hakký bildiren, Ona götüren, perdeyi kaldýrýp Onu gösteren, Hakkýn var olduðunu, varlýðýn Hak olduðunu, görünenin gösteren, gösterenin görülen olduðunu bildiren! Bu dünyada, o dünyada Allah senden ayýrmasýn. dilek güldütuna Kurân-ý Kerimde, Peygambere hitabla þöyle buyurulmaktadýr: De ki: Eðer Allahý seviyorsanýz bana uyun ki Allah da sizi sevsin (Âl-i Ýmran, 31). Tasavvuf ehli, kemâle yaratýlmýþlarýn en hayýrlýsýný takip etmekle eriþtiklerini ifâde ederler, ki bu da zâhirde þeriatin emir ve yasaklarýna uymak, bâtýnda ise tarîkatin makamlarýný geçmek sûretiyle olmaktadýr. Hz. Üftâde de müridi Hüdâyî Hazretlerine hilâfet verirken Þeriat-i þerîfeye her hâlde riâyet eyle, Her ne kadar âlî mertebede olursan da diye ögüt verir. PEYGAMBERE UYMAK Hz. Üftâdenin amel konusundaki hassasiyeti, kulluk ve þeriati her konuda ön planda tutmasý en bâriz özelliklerinden olup onun zühd ve takvâ hususundaki titizligi, sünnetin teferruatla ilgili meselelerine dahî son derece önem vermesi, ileri yaþlarýna kadar nâfile ibâdet ve taatlere düþkünlügü bilinmekte idi. Teferruat denebilecek konularda dahî Hz. Peygamberin sünnetini araþtýrmýþ ve onunla amel etmeye gayret etmiþ, hakikate ulaþmakla üzerindeki teklifin kalkacagýný düþünen kimseleri þiddetle eleþtirerek onlarý mülhid (inkârcý, dinsiz) olarak degerlendirmiþti. Ona göre hakikate vâsýl olanlar namazý, orucu, zekâtý azaltmaz, tam tersine artýrýrlar; çünkü namazda müþâhedeleri artar. Peygamber bu yüzden Gözümün nuru namaz buyurmuþtur. Hz. Üftâde hangi makamda olursa olsun, teklif yurdunda bulundugu müddetçe mükelleften þer î tekliflerin düþmeyecegini ifâde eder. Kâmil veliler, farz, sünnet ve nâfilelere riâyet ettikleri gibi dinin edeplerine de riâyet etmiþlerdir. Onlarýn iþleri böyledir. Þâyet bir velî, dinin adâbýndan bir þey terketti ise onun velâyette bir kemâli yoktur. Bir mürîd, ömrünün sonuna kadar mücâhedeyi elden býrakmamalý ve bunu da kendine bir saâdet vesilesi bilmelidir. Hz. Üftâde için þeriat, kendi keþfinin de önünde gelip bu hususta mürþidi Hýzýr Dedenin kendisine vasiyetini esas almýþtý: Þeyhim, mülk ve melekûtta bulunan þeylerin tamamý size keþf olunsa þera uydurmaya gücünüz yetiyorsa ne âlâ, yok eger yetmiyorsa o keþfi terk edin, fakat þeriati terk etmeyin derdi. Hýzýr Dedenin Keþfi terkedin sözünü Hz Üftâde þeriata aykýrý olan keþfinizi gizleyin ve onunla amel etmeyin, bu arada tevhidle meþgul olun, bir zaman gelip mertebeniz yükselince keþfiniz de þeriata uygun hale gelir þeklinde yorumlamýþtýr. Demiþtir ki: Bizim itikadýmýz ve îmânýmýz Hz. Peygamberin îmâný gibidir. Ashâbýn îmâný gibidir. Ol itikaddan rücû eylemeziz. Hatta ol itikada muhâlif þuhud hâsýl olsa âna iltifat etmeziz, itikadýmýz üzre sabit oluruz. Ayrýca Hz. Üftâdeye göre insan keþfini baþkalarýnýn kusurlarýný araþtýrma ve görme için kullanmamalýdýr. Gençliginde kendisine gelen bir hâlle kendisine insanlarýn kusurlarý görünmeye baþlamýþtý. Durumu þeyhine anlatýnca þeyhi ona Böyle deme, zirâ her kulun temiz ve iyi bir yönü vardýr (ona bak) demiþ ve onu bu vartadan kurtarmýþtý. Müridi Hüdâyîye de bu makamlara ulaþtýgý zaman âsî ve günahkâr kimselere bedduâ etmemesini, bilâkis Allah Teâlânýn sabýr ve tahammül denizinden kendisine tahammül vermesi için Ona yalvarmasýný tavsiye etmektedir. Müþrikler de Peygamberin baþýný yardýklarý ve diþini kýrdýklarý halde o Allahým kavmine hidâyet et, zira onlar bilmiyorlar diye duâ etmiþti. Hz. Üftâde, keþf ve mârifetle ilgili hususlarýn herkese anlatýlmasýna karþý çýkmaktadýr. Eger anlatýlacaksa bu tür meseleler þeriat elbisesi ile örtülmeli ve öyle anlatýlmalýdýr ki bunu da yapabilmek için ilim gerekmektedir. Ýnsanlara anlayýþ seviyelerine göre hitab etmek gerektigini, peygamberlerin böyle yaptýgýný, insanlarýn akýllarýnýn alacagý þekilde konuþtuklarýný söyler. Melekût âleminin sözü ile mülk âleminin sözü farklý farklý oldugundan, melekût aleminde seyreden bir sâlik, o âlemin meselelerini mülk âleminde bulunan ve bu âlemin kayýtlarý ile baglý olan bir kimseye anlatmamalýdýr. Hakikati keþfeden sâlik, agzýný þeriatin iðne ve ipliðiyle dikmeli, konuþursa ya ehline konuþmalý, ya da þeriata uygun biçimde konuþmalýdýr. Hz. Üftâdeye göre bir mürid, ömrünün sonuna kadar mücâhedeyi elden býrakmamalý ve bunu da kendine bir saâdet vesilesi bilmelidir. melike türkân baðlý Gece, varlýðýn yokluða deðmesinden doðan bir rüzgâr ile ses buluyor. Varlýðýn, yokluðuma deðiyor; ince bir sýzý yüreðime doluyor Uludaðýn etekleri, bir derviþin tennûresinin etekleri gibi, kendisini giyinmiþ olan yokluðun etrâfýnda dönüyor. Belli belirsiz, aðýr aðýr Eski bir zamanda karalanmýþ satýrlarý hatýrlýyorum Daðýn etekleri dönerken, benim de baþým dönmüþ: Çiziktirmiþim Varlýðýnýn yokluðuma deðiþi, ince bir jilet gibi nasýl çizmiþse tenimi, kendi kendime kanamýþým: Daða yaslar sýrtýný ya da sýrtý, bizzat kendi daðýdýr. Yüzünü nereye dönsen, yön, adýný daða göre alýr. Dað, pencerenin ardýnda salýnan dallarýn sessizliðine koyu bir fonla eþlik eder. Dallar içten içe haykýrýr ama dað susar. VARLIÐIN YOKLUÐUMA DEÐÝYOR Bursa'da zamanýn nabzý, eski bir câmi avlusunda deðil, küçük þadýrvanda þakýrdayan suda da deðil, o daðda atar... O daðýn gölgesinde yürür, yolumuzu buluruz. Susayýnca eðildiðimiz çeþmelere o daðýn gölgesi düþer. Þehirdeki yokuþlara sebep, hep o daðdýr; iniþler de ondandýr. Sabah uyanýnca kýþ mýdýr yaz mýdýr, bilinmez. Daðýn söyleyecekleri beklenir. Dað, sabah namazýndan sonra konuþur. Câmi avlusunun, þadýrvandaki suyun, yuvasýndaki güvercinin, asýrlýk çýnarýn, yeni döþenmiþ kaldýrýmlarýn söylediklerini dinlemiþtir. Þimdi buyuracaktýr, zaman ne, mevsim hangisi... Senin gibi bir uluya þâhitlik eden bu dað, muhakkak ki bu yüzden ulu sýfatýyla anýlmaktadýr. Ama dediklerini duymak ve anlamak için onunla göz göze gelmek gerekir. Seni seyretmekle ömür süren bu dað, muhakkak ki mübârektir. Göz göze gelmek ve bir müddet öylece kalmak gerekir. Ve her sabah, o yangýnýn tatlý hâtýrasýný yâd etmek üzere içi ürpererek ezan sesini beklemektedir. Zîrâ o ezan, bir zamanlar minârelerinden beþ vakit büyüklüðünü haykýrdýðýn Allahýn, Ýslâmýn beþinci makamý olarak mukaddes kýldýðý Ulu Câmiden yükselecek ve daðýn göðsüne çarpýp onu âdetâ Nur Daðý kýlacaktýr. O bakýþlar altýnda can çekiþmek ve can vermek gerekir. Zamanýn ve mevsimin olmadýðýný anlamak için... *** Üftâde Huzurundayken, açýk pencereden gelen sesi hatýrlýyorum. Sýcak bir yaz gününün kulaðýna fýsýldanan serinlik müjdesi gibi Bu serinlik ki, aþk çilesi ile kavrulmuþ gönüllere doðan bereketin âleme armaðanýdýr. Derde tâlip olarak önden gidenlerin, insanlýða ihsânýdýr. Çocuklarýn yüzündeki gülücükler, aðaçlardaki taze tomurcuklar, kuþlarýn kursaðýna tek tek býrakýlan buðday taneleri, o zahmetin mukabilinde varlýða hediye edilen rahmet vesilesiyledir. Senin de gözlerini bu daða dikip onu uzun uzun seyrettiðini hayâl ediyorum. Sonsuz bir hasretin kanattýðý yaralý yüreðindeki deprem bütün bir âlemi sarsarken, daðýn bu sarsýlýþýn en yakýn þâhidi ve en büyük nasipdârý olduðunu düþünüyorum. Bu gece ben de sabah vakti göðsüme çarpýp beni Nur Daðý kýlacak o ulu kelâmý beklerken, himmetini umarak duâ edeceðim Derinlerden daðýn âmin diyerek beni Allahýmýn huzurunda yalnýz býrakmayacaðý ümid edeceðim. hüseyin gökhan ELVÝS PRESLEY ve CÝÐER SATMAK Bundan yaklaþýk on beþ yýl önce, Manhattanýn en lüks kafelerinden birindeyiz. Ýçeriye baþtan ayaða Elvis Presley kostümü giymiþ, saçýný onun gibi taramýþ, onun tarzýnda yarým gölgeli koca çerçeveli güneþ gözlükleri takmýþ biri giriyor. Kendinden emin adýmlarla ilerlerken içeridekiler yarý þaþkýnlýk, yarý merakla onu izlemeye baþlýyorlar. Kafenin tam orta yerine geldiðinde bir amfiyi yere koyuyor, buna baðlý mikrofonu alýyor ve çok da güzel olmayan sesiyle baþlýyor Elvisin en bilindik þarkýlarýndan birini söylemeye Gülümsemeler yavaþ yavaþ kahkahalara dönüþüyor. Ýnsanlar bunun ne olduðuna bir anlam veremiyor ama hepsi de çok eðleniyorlar. Biri hariç: Bu adamý çok yakýndan tanýyan eþim, bu kafede o dönem garsonluk yapýyormuþ. Tüm bunlar olup biterken Aman Allahým, beni tanýyýp selâm falan verirse rezil olacaðým! stresiyle bir köþede âdetâ saklandýðýný hatýrlýyor. sokaklarda ciðer satmasýný söyler. Günümüzde þoför ve korumalarýyla gezen bir hâkimin sokakta bir arabada kokoreç sattýðýný düþünün. Ýþte belki de bir insana verilebilecek en zor görevdir bu: Ha Elvis, ha ciðerci Kendi aklýmýzca kurduðumuz itibârý ayaklar altýna alabilmek Aslýnda böyle bir itibârýn olmadýðýnýn farkýnda olabilmek Neyse ki adam, eþimi tanýmadan oradan çýkýyor. Ýnsanlar neyin ne olduðunu anlamadan kaldýklarý yerden devam ediyorlar yaptýklarýna. Sonradan iþin aslý ortaya çýkýyor. Aldýðý liderlik eðitiminde adamýn hocasý bütün sýnýfa bir ödev veriyor: Kendini insanlarýn ortasýnda gülünecek duruma düþürmek. Bu arkadaþ da görevini tam anlamýyla yerine getiriyor. Dost bizim olsun! Üftâde Hazretlerinin muhteþem öðrencisi Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerine verdiði benzer ödevi bilirsiniz. Üftâde Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdâyî herkesin itibar ve iltifat ettiði çok fâik bir kadý iken ona Elhamdülillah! Gerçi böyle eðitimler, iki örnekte de olduðu gibi bir mürþid nezâretinde yapýlmalý muhakkak. Fakat yine de zaman zaman bu meseleyi aklýmýza getirmemiz lâzým. Biraz burunlarýmýz havaya dikildiðinde, kendimizle dalga geçemediðimizde ya da þirk-i hafînin, yani gizli þirkin eteklerinde gezdirirken kovulmuþ Þeytan bizi, Elvis gözlüklerini taktýðýmýzý aklýmýza getirmeliyiz. En kötü ne olabilir ki? Kendimizi fazla ciddiye almaktan daha mý gülünç oluruz? Býrakalým, insanlar bizlere gülsün... Gülenler gülsün efendim, Baþkalarýndan takdir ya da en azýndan teyid beklediðimiz her an, deliliðe doðru yavaþ yavaþ yaklaþýyoruz. Hakîkatle alâkamýz giderek azalýyor. Kocaman bir hiç olduðumuz gerçeðini unutup kendimizi uyuþturuyoruz âdetâ. Zaten övülecek neyimiz var? Övgü, yalnýz Ona mahsus deðil mi? banu büyükçýngýl DERTLÝ ÂÞIKLAR TABÝBÝ Kaynaklara göre, Bursanýn sultanlarýndan Üftâde Hazretleri, iki kiþiyi en mükemmel þekilde yetiþtirmiþtir. Bunlardan biri Kemal Dede Hazretleridir. Kemal Dede, þeyhinin önderliðinde kemalâta ermiþtir, fakat þeyhinin vârisi olmamýþtýr. Ýkincisi ise Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleridir. Þeyhinin halifesi olarak irþâda devam etmiþtir. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, Bursada müderrislik ve kadýlýk hizmetlerinde bulunmuþtur. Ancak Üftâde Hazretlerine talebe olduktan sonra, hocasýnýn isteði üzerine makamýndan, malýndan mülkünden vazgeçip kendisini Hak yoluna adamýþtýr. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerinin ezelî nasibi ve tasavvuf ilmi bilgisi onun hocasýna tam teslim olmasýný saðlamýþtýr. Bu teslimiyet, onu üç yýl gibi bir sürede yetiþtirip kemâlâta eriþtirmiþtir. Ýnsan, kâmil mürþid bulup da ona teslim olursa nefsini alt etmesi kolaylaþýr. Ne var ki, nefsimiz, kendi baþýna buyruk hareket etmeyi seviyor. Allaha sýrtýný yaslamak ve nasibine râzý olmak, ona akýlsýzlýk gibi gelir. Oysa aslýnda akýllý olmak, Allahýn verdiklerine râzý olmaktýr, çünkü Allah bizim için en iyisini bilir. Ayrýca Kurân-ý Kerîm, hep tevekkülden bahsederek yapan ve yaptýran Allahtýr demiyor mu? Biz gayret ederek nefsimize aðýr gelen þeyleri yapmaya çalýþmakla mükellefiz. Ama bizden bir Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri çýkar mý, bunu bilemeyiz. Bu, Allahýn takdiridir. Her hâlükârda yolda olmak ve gayret etmek de çok güzeldir ve aslýnda bu da bir nasip meselesidir. Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri, hocasý Üftâde Hazretleri için yazdýðý medhiyede dertli âþýklar tabibi hazreti Üftâdedir demektedir. Bu sözlerden de anladýðýmýz gibi, mürþid, müridin tabibidir. Mürid, mürþidi sâyesinde Allaha ulaþýr ve nefsin esâretinden kurtulur. Biz yeter ki mürþide teslim olalým inþaallah... Âmin simitçi UZAKTAKÝ YAKÎN Hz. Üftâde, aþký ile yakînlikten düþmüþ, bir daha da yakînliðinden hiç dem vurmamýþ sevdâlý bir nur. Bu yýl da geçen yýllarda olduðu gibi küçücük kaplarýmýzý yanýmýza alarak annesinin o daha bebekken içinde oðlunu yüzerken gördüðü süt ýrmaðýnýn yanýna gelip el açtýðýmýz, hâk-i pâyilerine yüz sürdüðümüz, Bursanýn ve aþký ile düþen âþýklarýn hocasý Mehmed Muhyiddin Üftâde Hazretlerinin tecellî-i zuhurlarýnýn huzurundayýz. Genç yaþta kendi Hýzýrý ile karþýlaþmýþ, Karacabeyli Hýzýr Dedesinin çobanlýk yaparken soðuktan donan ayaklarý, eli ve en sonunda gönlü olmuþ bir âþýk, aþký ile yakînlikten düþmüþ bir nur, ilk adý ilk nurdan bir zuhur: Muhammed Muhyiddin Üftâde. Hakikati olan Muhammedî nur tecellî ederek Onu bu âleme aþk ile düþürmüþ (indirmiþ), âþýk olarak mâþûkunu her yerde temâþâ edebilmek için ikilik âleminde uzaklýða râzý olmuþ, ama onu bu âleme düþüren aþký ile kulluðunu, hiçliðini ve aczini bilerek fenâ bulmuþ ve uzaktayken yakîn olmuþ bir âþýk. Eðer huzurunda içlerinde nokta kadar kibir varsa kadýlarýn dahî kabul bulmadýðý, her nefesi mûcize olmuþken mûcize göstermenin makbûl olmadýðý, gönül kýrmamak için kendini eleþtirenlere dahî cevap vermekten sakýnýrken, rüyâlarýnda Muhyiddin-i Arabîden aldýðý derslerin zekâtýný kendisinden sonra gelenlere fazlasýyla vermekten sakýnmayan, nakleden bir nur, aþký ile bu âleme düþmüþ bir tecellîi zuhur Biz ise kapýsýnda birer râcî, el açýp niyâz ediyoruz. Ýçinde yüzdüðü süt ýrmaðýndan, sâkîsinin elinden içtiði aþk þarabýndan, uzaklýklarýný bilerek yakîn olanlarla girdiði bal nehirlerinden, kendi hâliyle hâllendirdiði öðrencilerinin boðulmaktan emin olduðu su nehirlerinden el açýp niyâz ediyoruz. Kapýlarýna gelen hiçbir günahkârý geri çevirmediklerine güvenerek, ceplerimizde tövbelerimiz, ellerimizde yýllarýn hatâ ve isyanlarý ile el açýp niyâz ediyoruz. Farsça bir kelime Üftâde Anlamý, düþkün, düþmüþ. Bir baþka anlamýyla tutkun, âþýk, sevdâlý. Aslýnda Farsçada bir kadýn ismi Üftâde. TÜRKKAD tarafýndan her yýl düzenlenen, yere göðe sýðmayanýn dahî sýðabildiði o gönül sahiplerinin gönüllerinin bize açýldýðý sempozyumlardan bu yýl yapýlacak olanýn konusu Uzaktaki Yakîn: Üftâde Hazretleri PARAYLA SAADET OLUR Para ile saadet olmaz Bu sözü her birimiz kim bilir kaç kere duyduk. Bu konuda baþka atasözlerimiz, hatta birçok Yeþilçam filmimiz bile var. Ammâ velâkin araþtýrmalar, bunun tam tersini iddia ediyor. Yani, para ile saadet oluyor. Fakat paraný baþka insanlar için harcadýðýnda ayça Bir araþtýrmada, üniversite öðrencilerinden bir gruba 5 ve bir gruba 20 dolar veriyorlar. Bu iki grubu da kendileri için harcama yapanlar ve baþkalarý için harcama yapanlar olmak üzere ikiye bölüyorlar. Ve sonuçlar gösteriyor ki paranýn miktarýndan baðýmsýz olarak parayý baþkalarý için harcayanlar, kendilerini daha mutlu hissediyorlar. Yine ayný araþtýrma çerçevesinde, bir satýþ ekibinin elemanlarýna para veriliyor. Elemanlarýnýn parayý kendilerine harcadýðý ekibin satýþlarýnda bir fark olmazken, birbirleri için harcayan ekibin satýþlarý artýyor. Ayný þekilde bir spor takýmýnýn oyuncularýna para verildiðinde kendileri için harcayan takýmýn performansýnda bir fark olmazken birbirleri için harcayan takým, ligde daha üst sýralara týrmanmaya baþlýyor. Amerikalý araþtýrmacýlarýn 2010larda fark ettikleri þeyleri, Ýslâm dini bize yüzyýllar öncesinden tavsiye ediyor. Ýslâm dininin beþ þartýndan biri olan zekât, hem kiþinin mutluluðunu, hem de toplumsal birlik, mutluluk ve baþarýyý saðlayan bir uygulama olarak süregidiyor. Cemâlnur Hocamýz da infâkýn öneminden sohbetlerinde sýkça bahsediyor. Örneðin sýk sýk örneði anlatýr: Biz vermek deyince dolabýmýzý açýp þu kýyafeti giymiyorum, bu kýyafeti giymiyorum diye giymediklerimizi toparlamaya çalýþýrýz. Oysa gerçekten makbul olan infak, en sevdiðimiz kýyafeti, giydiðimizde en hoþumuza gideni vermektir. Yani, vermesi kolay olanýn deðil, verirken insanýn canýný acýtan þeylerin verilmesi güzeldir. Yine hocamýzdan nakille bir hâdise: Kendileri küçükken vereme yakalanmýþlar ve hayâtî tehlike atlatmýþlar. Yeni iyileþtikleri dönem bayrama rastgelmiþ ve ablalarý kendilerine kýrmýzý kadife bir elbise dikmiþ. Hocam bu elbiseyi giydiðinde yaþadýðý duygularý bana göre dünyadaki en güzel kýz bendim diyerek anlatýr. Elbise üzerlerinde olduðu hâlde hastalýðý döneminde kendisi ile ilgilenen doktora gittiklerinde, doktor Esmere al baðla, geç karþýsýna aðla deyince sevgili hocamýn kendi kendisine dair pozitif duygularý daha da yükselmiþ. Bu duygular ve özgüven ile Kenan Rifâî Hazretlerinin bendelerinden, kendisi de bir Allah sevgilisi olan Nazlý Annenin ellerini öpmeye koþan hocam, bu her þeyi Allah yoluna vermiþ hanýmefendinin Cemâlnurcuðum, ne güzel olmuþsun. Fakat þu karþýdaki fakir kýzýn hiç böyle bir elbisesi olmayacak, istersen çýkar da ona ver demesi üzerine elbiselerini çýkarýp söz konusu kýza vermiþler. Bu hâdise vesilesiyle de hem kendileri daha o yaþtan vermenin asýl bayram olduðunu idrak etmiþler hem de bu hadiseyi bize kadar naklederek gerçek insanlýk mertebesine de -ki bence gerçek insan, ayný zamanda mutlu insandýr- vererek ve infâk ederek çýkýlacaðýný göstermiþler. Benim de kendim için Allahtan niyâzým, gerçek saadetin mal biriktirerek, pahalý þeylere sahip olarak, kendi için harcayarak ele geçmeyeceðini, tam aksine, vererek, ihsan ederek, infâk ederek elde edilebileceðini mantýk seviyesinde deðil de duygu seviyesinde bana idrak edebilmemdir. Allah hepimize elimizdekini paylaþmayý nasip etsin inþaallah. MÜRÞÝD ÝLE ÝÞLENMEK emine ebru Anglo-Sakson dillerinde ortak kökten gelen bir sözcük vardýr. Fransýzca bir tâbir olarak zaman zaman Türkçe konuþmalarda da yer bulur: Cultivé ya da Türkçe okunuþu ile kültive. Bir anlamýyla iþlenmiþ toprak diðer anlamý ile ise kültür ve görgü sahibi kimse demektir. Bu iki sesdeþ sözcük, ilk bakýþta alâkasýz gibi dursa da, içerik bakýmýndan birbiri ile oldukça benzer bir nedensellik kurgusu taþýr. Bu baþlangýç da ne böyle? demeyin. Ziraat (agriculture) kelimesi ile bilgili, görgülü mânâsýndaki kültürün ayný kökten geliyor olmasý, nedense dikkatimi çekti. Etimolog olmadýðýma göre, bu yazýda bilimsel ya da bilgece bir karþýlýk ortaya koyabilmem mümkün deðil. Eh, bu iddiasýzlýðýn verdiði özgürlük ile yalnýzca içimde yarattýðý çaðrýþýmlar üzerinden yazmanýn zevkine varmak istedim ben de Toprak tek baþýna býrakýldýðýnda kendi tabiatýna uygun bitki örtüsünü vücuduna toplar. Bazen coþkulu bir nebat, bazense öylesine çorak... Çoðunlukla bereketlenmek için bir insanýn eline muhtaçtýr. Bir insan çorak arâziyi önce taþlarýndan temizler. Üzerinde net çizgiler oluþturur, eker, sürer ve cinsine uygun þekilde ürün çýkmasýný saðlar. Batýlý zihin haritasý, iþlenmiþ toprak ile kültürlü insan ifadelerini ayný kökten besliyor. Buradaki sihirli sözcük iþlenmiþ olmalý. Bilinçli bir iþlem görmüþ, belli bir disipline tâbî olmuþ, tanýmlý çizgileri olan, üreten toprak ile tanýmlanmýþ þablonlar üzerinden okumuþ, belli konularda bilgi ve fikir sahibi olmuþ kültür sahibi insanlar arasýndaki benzerlik. Ýþte benim çaðrýþým dediðim kýsým tam da burada baþlýyor galiba Batý normlarýnýn ortaya koyduðu iþlenmiþlik târifinin kendi kültürümüzdeki yer buluþ þekline karþý çýkýyorum. Son dönemde uzun zamandýr görmeye alýþkýn olmadýðýmýz türden toplumsal bir girdabýn içinde bulduk kendimizi. Millet olarak taraflarýn ayrýþtýðý, insanlarýn birbirini sürekli yargýladýðý, herkesin yalnýzca kendini haklý gördüðü ve kendine benzemeyeni ötekileþtirdiði bir tünelin içindeyiz. Kalabalýklarýn havaya kaldýrdýðý toz bulutlarý yavaþ yavaþ çökerken ortaya çýkan fotoðraf, taraflarýn kendi zanlarýnca yorumlayacaklarý ne de çok malzeme sundu. Muhakkak ki bu yaþananlar, keskin hâfýzalar için tarihin bir tekerrüründen ibârettir ve yaþanan muhakkak Haktýr. Ama ben kendi adýma bu süreçten tefekkürle çýkabilmeyi ve payýma düþen öðrenme hissesini cebime koyabilmeyi istiyorum. Ýþe kendi geçmiþimi sorgulamakla baþlarsam iyi olur. Seksenli yýllarýn sonunda eðitim sisteminin bilinçsizce meslek seçtirdiði her genç gibi gerçekten istediði deðil ama puanýndan dolayý yakýþacaðýna inandýðý üniversiteye girmiþ olarak görüyorum kendimi: Siyaset Bilimi ve Uluslararasý Ýliþkiler. Bu bölüm yýllar içinde kendisinden en beklenmeyecek etkiyi yaptý bana. Çoðu öðrencisine yaptýðý gibi Politikayý bir an önce üzerinden atýlmasý gereken bir sorumluluk olarak tasvir eden, mâdem buradayým, en azýndan þu geçmiþi adâbýyla bir öðreneyim diye bir merak dahî taþýmayan, seçmeli Ýþletme derslerine yönelerek kendine özel sektörde kariyer hazýrlamaya çalýþan, parlak Boðaziçi diplomasýndan dolayý ayrýcalýklý hissi taþýyan ama apolitik ve sýð bir genç olarak katýldým kalabalýklar arasýna. nasipli bir toprakmýþým. Bir gün bir insan benim çorak topraðýma girdi, içimdeki taþlarý tek tek ayýklamaya baþladý Taþ çok olunca temizlemek zaman alýyor. Bir yandan Allah aþký ekiyor içime, diðer yandan ahlâk-ý Muhammedî ile suluyor. Ýþliyor beni anlayacaðýnýz... Tohum vereceðim bir gün inþaallah. Niyâz ediyorum ki nasibimde hangi rýzýk olmak var ise o olacaðým. Dünyaya gelmekten maksadým hâsýl olacak inþaallah, insana karýþacaðým ve ben de insan olacaðým. Yeter ki karþýsýnda çorak bir topraðýn kýmýltýsýzlýðý ile teslim durmayý becerebileyim. Aslýnda görünürde herþey çok yolundaydý. Ayrýcalýklý bir toplumsal duruþ, parlak bir kariyer... Batýlý ve modern bir hayat tarzý. Toplumun belli bir kesiminin ortaya koyduðu þablonlarla uyumlu kültür sahibi bir elit. Yukarýdaki tâbir ile, kültive bir vatandaþ. Ýþte o zaman gerçek kültür bende zuhur edecek ve ancak o zaman kültürlü/kültive olacaðým. Artýk eminim ki kültür batý normlarý ile bugüne kadar zihnime kazýnmýþ olan kavram deðil. Diploma sahibi olmak, kariyer yapmak, sosyal dayatmalara uygun deðerler taþýmak deðil. Ýþlenmiþlik hiç deðil. Eðer sahip olduðunuz kültür sizde baþkalarýna kýyasla ayrýcalýklýlýk hissi yaratýyorsa, atýn o kültürü bir köþeye. Sýrtýnýzda iþe yaramayan bir yükten ibarettir yalnýzca. Toplumda ayrýþmayý ve taraf yaratmayý besleyen fitneden ne farký kalýr o kültürün? Kültür, baþkalarýný daha farklý görerek toplumda ayrýcalýklý bir yer kapma kaygýsý deðil ki. Gerçek iþlenmiþlik, gerçek kültür, yaratýlmýþ herþeyde Yaradaný görerek muâmele etmekten öte bir þey deðil. Demem o ki, ilimle iþlenmeyen, mürþidle mayalanmayan, dahasý aþkla yoðrulmayan kültürünüzü de, eðitiminizi de atýn çöpe; nâkýstýr. Sözde eþitlikten yana bir demokrat ama gerçekte ise eþitler arasýnda kendini daha eþit hissetmeye meyleden, toplumda ayrýcalýklý söz sahibi olmayý doðal kabul eden cürette bir zavallý. Kendisinden farklý olana hürmet etmeyen, sözde kültürlü ve aydýn Buradaki analoji bellidir; vücudum topraðýnda kötü huylarýmdan ve nefsimden müteþekkil taþlardan bîhaber bir hayat sürüyordum. Baþka türlüsünü bilmediðimden ya da bu taþlarý bir parçam gibi gördüðümden, deðiþmeye, dönüþmeye çalýþmadan geçiyordu yýllar. Ama ben, çok þükür KARDEÞE MEKTUP Kardeþim! sanem ömürlü Aslýna bakarsan bu mektubu sana neden yazýyorum bilmiyorum; zirâ sen beni bilirsin ben de seni! O halde bu mektup da neyin nesi? Gel sen bunu duâ gibi düþün. Duâ gibi! Týpký kendinden kendine müracaat ve münâcat edenin duâsý Hem söyleyenin hem dinleyenin bildiði ama gene de söylenmesi, vücûda gelmesi gereken, vücuda gelirken de ne söyleyenin ne de dinleyenin bildiði hâliyle kalan bir duâ. Beni bilirsin, en az benim bildiðim kadar. Bilmek demiþken, ne kadar muhtacýmdýr bilmeye ve emin olmaya. Yaradýlýþým bu olsa gerek ki hep imtihan ve zorluk da buradan eriþir bana. Bilmenin sonu yok ve emin olmak ise imkânsýz. Öyle ki bu içimdeki bütün huzuru bir anda hortumlayýp, beni kuþku cehenneminde dolanan bir kaçýða çevirebilir. Ýþte tam da bu noktada inanç eriþir de elimden tutarsa ve beni bilginin saðladýðý emin oluþa tutsaklýðýmdan azâde kýlarsa, içimdeki sýkýntý ve vesvese de bir anda yerini huzur ve teslimiyete býrakýverir. Derler ki; inanç da bir tür afyondur ve onu kullananlarýn beyni uyuþur ve hakikati göremez olurlar. Öyle olabilirdi belki, eðer inancýn zihinle iþi olsaydý! Gel gör ki o oraya hiç uðramaz, onun kabulgâhý kalptir, istenmediði yere varmaz. Yakýndan tanýyaným olarak sen de þâhitsin ki, ben inancýný zirvede yaþayan ve nedensellikle baðlarýný kopartabilmiþ biri deðilim. Çoðunlukla nedenlerle kayýtlý kaldýðým için yüksek gerilim hattýnda yaþadýðýma da en yakýn þâhit yine sensin. Lâkin geldiðim ya da getirildiðim son nokta yine de iman olur... Mâdem dönüp dolanýp buraya geleceksin, o halde akýllý olsan da dönüp dolanmadan gelsen diye kendi kendime söylenirim. Ne yaparsýn ki, bu da fýtrat. ****** Neye inanýp, iman ediyorum o hâlde? Beni ve bütün âlemi yaratan, Sübhan ve Rahman olan bir Allaha iman ediyorum. Onun dýþýnda hiçbir þeyin olmadýðýna ve yapanýn, edenin doðrudan O olduðuna, kendi kendine, kendini sürdüðüne inanýyorum. Bu âlemin Onun a) kendisi b) sahnesi c) kurgusu d) hepsi ve e) hiçbiri olduðuna iman ediyorum. Çoðu zaman bu inancýmý davranýþ olarak gösteremiyorum çünkü bu þýklardan e þýkkýný tam olarak kaldýramýyorum. Kuvvetle akan bir nehrin en minik damlasý olarak akmaya devam ediyorum ve bunun farkýnda olduðum o kýsacýk anlar ise hayattan tam anlamýyla zevk aldýðým yegâne zaman dilimleri. Peki yaþanmýþ, somut, örnekleþtirilmiþ olaylardan ne anladým? Hiçbirinin akýl yoluyla anlaþýlamayacaðýný anladým. Bildiðim bütün peygamberler hakaret ve zulüm gördü, duyduðum bütün âlimler yakýldý, yýkýldý ve horgörüldü; yakýnlýk duyduðum bütün Veliyullah ise iftiraya uðradý, o veya bu þekilde... O hâlde bu dünyanýn düzeni pek de bizim anladýðýmýz mantýk düzenine uymuyor. Allah da diyor aslýnda ne hayýrlarda ne þerler, ne þerlerde ne hayýrlar gizlerim diye. Ýþte bu nokta, tam da benim bir kere daha gördüðüme, duyduðuma ve bildiðimi sandýðýma dayanmaktan vazgeçtiðim nokta. Mûsâ ile Hýzýr hikâyesi gibi yani. Sen benim kardeþimsin ve hem insanlýkta hem de mâneviyat yolunda benden kat be kat ötelerdesin. Sen, bir pîrin eteðin tuttum, ana belû deyup gittim demiþsin, þimdi küçük âlemde neler olduðundan çok büyük âlemde olanlara bakma zamaný Dünyada ve bu ülkede her an, her vesile yalnýzca Allahýn dediði olmakta! Kûn fe yekûn oldu bile! Peki ya þimdi senin safýn ne? Kimin tarafýndasýn? Aklýnýn mý yoksa aþkýnýn mý? Ýlm-i Mûsâya mý tâlipsin yoksa irfân-ý Hýzýra mý? Birinci ki onu miraçta yanýna alamazsýn. Alýnabilseydi Peygamber Efendimiz alýrdý. Olabilseydi eðer, Beni bu gözle göremezsin ya Mûsâ hitâbý duyulmazdý. Ýkinci ki onunla da dünyayý mâmur edemezsin, yanýndaki Mûsâ olsa hâlinden bilmez. O hâlde tercihini yap! Allah Kuranda inandýk deyip kurtulamayacaðýmýzý, türlü zorluklarla deneneceðimizi, sözümüzde sâbitkadem olup olmadýðýmýza bakýlacaðýný, yani dildeki dâvâya elde delil isteneceðini söylüyor. Her þey güllük gülistanlýkken iman sýnanýr mý hiç? Güneþ, etrafý parýl parýl aydýnlatýrken kim virâneden geçmekten korkar? Üç günlük yalan dünyanýn gâilesine aldanýp zülfiyâre dokunmaktan sakýn. Sen, ameliyat olduktan sonra bir gün bana kendini kabzda hissettiðini söylemiþtin; ben de sana hayýr, sadece post-op depresyondasýn demiþtim. Çünkü nâçizâne fikrime göre kabz, kabzda olduðunun farkýnda olmamayý gerektirir. Allah, seni de beni muhâfaza eylesin. Âmin. NE HABER? Cemâlnur Sarguttan Yeni Kitap: Allahýma Sefere Çýktým Bu âleme gelmekten maksat, maddeden mânâya, kuldan Hakka doðru alýnan yolda idrakli olmak, nereden gelip nereye gittiðini bilmektir. Bu seyahat, hem kulun içinde hem de kulun dýþýnda gerçekleþir. melike türkân baðlý Yaþamak, idrak etmek demek olduðuna göre kul, bu yolculukta bir yandan aczini ve yokluðunu anlar, bir yandan da kendindeki Yaradanýn kýymetini bilir ve Nefsini bilen Rabbini bilir lûtfuna mazhar olur. Hele bir de ölmeden evvel ölme seviyesine ulaþýrsa cenneti burada yakalar, sonsuz huzur ve mutlulukla hakiki kulluk derecesine yükselir. Allahýma Sefere Çýktým, bu seyahatin merhalelerini anlatýyor. Kiþiyi ona þah damarýndan da yakýn olan Allaha yöneltiyor. Cümlemize hâl etmek nasip olsun inþallah. Bu sözler, mutasavvýf ve yazar Cemâlnur Sargutun Nefes Yayýnevinden çýkan yeni kitabý Allahýma Sefere Çýktýmýn arka kapaðýndan Bu âlemdeki her insanýn, farkýnda olsun ya da olmasýn, seferde olduðunu, hem de Allaha doðru seferde olduðunu anlatan eser, hakikati arayan, onu bulmak yolunda gayret göstermek mecburiyetinde olduðunu hisseden herkesin baþvurabileceði bir mâhiyette kaleme alýnmýþ. Ayrýca Cemâlnur Sargut Hocamýzýn anlatýmýndan alýþkýn olduðumuz özelliklere bu kitapta da rastlýyoruz: Yalýn bir dil, açýk bir anlatým ve günlük hayattan örnekler Kitabýn ortaya çýkýþ vesilesi, Cemâlnur Hocamýzýn Beyaz TVdeki Cemâlnur Sargutla Aþka Yolculuk programý Ferda Yýldýrýmýn sorularý, hocamýzýn ilim, irfan ve aþk neþveli cevaplarý ile karþýlýk bulmuþ ve daha sonra bunlar yazýya dökülerekþimdilerdeelimizdetuttuðumuz Allahýma Sefere Çýktým baþlýklý esere dönüþmüþ. Eserde, nefs, ahlâk, edep, tevhid ve aþk gibi, basit görünen ancak esâsen hakikati bakýmýndan zorlu konular, günümüz insanýnýn gayet rahat anlayabileceði bir þekilde aktarýlýyor. Allahýma Sefere Çýktým, okuyucusuna, kulun âcizliðine mukabil Cenâb-ý Hakkýn kudretini ve Onun kuluna duyduðu sonsuz sevgiyi aþkla hissetme fýrsatýný sunuyor. Sayfalar birbiri ardýna çevrilirken, her bir sayfanýn ardýndan, kitabýn arka kapaðýnda hocamýzýn kayda geçirdiði Cümlemize hâl etmek nasip olsun inþallah duâsýna defalarcaâmin,âmin,âmindiyoruz dekorasyon duygu tükek aydýn EVDE HUZUR Rahat ve ferah bir oturma odasý için mavi en uygun renklerden birisidir. Mavinin dinlendirici etkisini siz de dekorasyonunuzda kullanabilirsiniz. Dekorasyonunuzda kullanmak istediðiniz renge kýrlent yastýklar, koltuk þallarý, berjer koltuklar gibi yardýmcý ögelere de yer vermek bu renkten sýkýldýðýnýzda veya deðiþiklik yapmak istediðinizde daha esnek olmanýzý saðlayacaktýr. Oturma odanýzda mavi rengi duvarlarýnýzda ve halýlarýnýzda da kullanabilirsiniz. Renkli boyanmýþ bir duvar ve ona uygun, desenli bir duvar kâðýdý size bu konuda yardýmcý olabilir. Halýda ise dikkat etmeniz gereken husus þudur: Eðer mobilyalarýnýz çok modelli ve renkli ise halýnýzý sade ve düz renklerde seçmelisiniz. Ancak mobilyalarýnýz düz renklerde ve sade modellerde ise bu takdirde desenli ve daha canlý renkte halýlarý kullanabilirsiniz. SELÂMÝÇEÞMELÝYÂKUBÝ BABA nefes alan tarifler fýrýnda balýk köfte peynirli mantar Fýrýnda Balýk Köftesi Malzemeler: 500 gr kýlçýklarý ayýklanmýþ çupra veya levrek gibi beyaz etli büyük bir balýðýn filetosu 4 adet yeþil soðan 1/4 demet maydanoz 1 yumurta 2 yemek kaþýðý galeta unu Defne yapraðý ve zeytinyaðý Yapýlýþý: Tencerede 1,5 lt suyu kaynattýktan sonra içine 1 adet defne yapraðýný koyun. Daha sonra balýklarý kaynamýþ suya býrakýn. 5-10 dakika sonra tencereyi ateþten alýn ve kapaðýný kapatýp 2-3 dakika bekletin. Bu süre içinde balýklar yumuþamýþ olacak. Yumurta, yeþil soðan, maydanoz, galeta unu ve tuz ekleyerek köftenizi yoðurun. Köftelere þekil vererek hafif yaðlanmýþ tepsiye dizin. 200 derecede ýsýtýlmýþ fýrýnda 15-20 dakika boyunca üzeri kýzarýncaya kadar piþirin. Peynirli Mantar Malzemeler: 1 paket taze mantar 3-4 dilim eritme peyniri (Çedar, Taze Kaþar, Karper vs.) 2 çorba kaþýðý sýzma zeytinyaðý 2 tatlý kaþýðý baharat karýþýmý (Fesleðen, kekik, biberiye, sarmýsak tozu) Tuz Karabiber Kýrmýzý pul biber Yapýlýþý: Mantarlarý yýkayýp temizledikten sonra 2 veya 3e bölerek bir fýrýn kabýna veya bir güvece yerleþtirin. Bir bardak içine koyduðunuz zeytinyaðý ve baharatlarý karýþtýrýp mantarlarýn üzerinde gezdirip mantarlarla beraber iyice karýþtýrýn. Üzerlerine peynirinizi koyduktan sonra önceden 250 derecede ýsýttýðýnýz fýrýnda 20-30 dakika kadar piþirin. Âfiyet olsun. görüþmek üzere... i l e t i þ i m @ h e r n e f e s . c o m w w w . h e r n e f e s . c o m w w w . n e f e s y a y i n e v i . c o m facebook.com/HerNefesDergisi twitter.com/HerNefesDergisi
© Copyright 2024 Paperzz