Psikoterapide Bütünleşme Dergisi www.apa.org/pubs/journals/int http://yayin.psikoterapi.com/psikoterapi-enstitusu-yayinlari/sureli-yayinlar 24. Cilt, 1. Sayı Mart 2014 ©2014 American Psychological Association İÇİNDEKİLER Sorun Eşimde: Eşlerden Biri Öbürünün Değişmesini İsterken Çiftlerle Çalışmak Kieran T. Sullivan & Joanne Davila.................................................................................5 Kişilerarası İlişkilerde Bilişsel Çarpıtma: Kişi Algısı Üzerine Yapılan Sosyal Bilişsel Araştırmaların Klinik Etkileri Susan M. Andersen & Elizabeth Przybylinski .............................................................. 23 Konuşmacı-Dinleyici Tekniğinin Kullanım Sıklığı, İlişki Memnuniyetini Etkiliyor mu? Ryan G. Carlson & Daniel Guttierrez & Andrew P. Daire & Kristopher Hall ............ 41 İki Borderline Kişilik Bozukluğu Hastasının Psikodinamik Terapide Yaşadığı Değişim Süreçleri Geoff Goodman & Keiha Anderson & Marc J. Diener ................................................. 48 Duygudurumunu İyileştirmek için Kişisel Gelişim (Ödev) Etkinliklerinin Karşılaştırması: Randomize Kontrollü Kısa Bir Çalışmanın Sonuçları Jerry V. Walker, III & Georgios K. Lampropoulos ...................................................... 70 Psikoterapide İmgelerle Çalışmak: Oyun ve Metaforların Cisimleşmesi Frank Faranda ............................................................................................................... 97 SUNUŞ Yüz yılı aşkın süredir psikoterapi yoğun bir şekilde bilimin gündemindedir. Yüz yıllık psikoterapi tarihinde 400’e yakın teknik yaklaşımın birtakım ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde kullanıldığına dair kanıtlar mevcuttur. Belirli kaynaklardan beslendiğini düşündüğümüz bu terapötik yaklaşım tarzlarının her biri diğerinden daha üstün ve etkili olduğu iddiasıyla ortaya çıkmakta, bir nevi terapiler savaşı diyebileceğimiz bir alan yaratmaktadır. Bir grup bilim adamı, 30 yıl kadar önce, Amerikan Psikoloji Birliği’nin (APA) altında psikoterapilerin bütünleşmesine yönelik araştırmalara odaklanmak üzere bir oluşum gerçekleştirdiler. APA’ya bağlı olarak kurulan Psikoterapide Bütünleşme Araştırmaları Derneği (SEPI) tarafından çıkarılan elinizdeki bu dergi 30 yıla yakın geçmişiyle psikoterapilerde etkin olan faktörlerin kanıta dayalı bir şekilde ortaya çıkarılması, çok sayıda psikoterapi ekolünün özünde yatan ortak faktörlerin bilimsel gerçeklere dayanarak bulunmasına yönelik bir gayretin temsilidir. Biz de Türkiye’de Psikoterapi Enstitüsü olarak farklı farklı psikoterapi ekollerinin birbirleriyle terapi savaşı yapması yerine insana yararlı olan yönlerinin bilimsel kanıtlarla ortaya konması ve etkililiğin anlaşılması ve bununla ilgili karşılaştırmalı çalışmaların yapılması yönünde adımları teşvik etmek amacıyla Türkiye’deki bilim ve psikoterapi dünyasını bilgilendirmek istedik. Bu konuda en güzel bilimsel köprünün SEPI dergisinin Türkçeye kazandırılması olduğunu düşündük. Amerikan Psikoloji Birliği’yle zaman içinde kurmuş olduğumuz işbirliğine dayalı ilişkiler, bu bilimsel yayının Türkiye’de Psikoterapi Enstitüsü bünyesinde yayımlanmasını sağlarken, bu süreçte aynı oluşum içinde yer alan değerli bilim adamlarımızı atölye çalışmaları ve uzun süreli eğitimlerle enstitümüzde misafir etme imkanına sahip olduk. Onlarla kurduğumuz yakın temaslar çerçevesinde, SEPI dergisinin editörler kurulunda görev alan bu değerli bilim adamlarının çalışmaları bizlere ışık tuttu. Amerikan Psikoloji Birliği ile kurmuş olduğunuz ilişkileri daha da sıkılaştırmak, psikoterapi ağırlıklı süreli ve kalıcı yayınları Türkçe’ye kazandırılması konusunda yaptığımız girişimleri içtenlikle teşvik eden, SEPI ve APA yönetim kurullarındaki müzakereler esnasında daha önce denenmemiş olan bu projenin ha- yat bulmasına destek veren sayın Golan Shahar, Kenneth Levy ve George Stricker’a teşekkürlerimizi ifade etmek isterim. Hem Psikoterapi Enstitüsü Derneği hem de Psikoterapi Enstitüsü Ltd. Şti. ile yapılan karşılıklı anlaşmalar sonucunda elinize ulaşan bu derginin 2014 yılının 1. sayısında yer alan çift terapisinde değişim ve kabul süreçleri, önemli ötekilerle ilişkilerin sonraki ilişkileri nasıl etkilediği, konuşmacı-dinleyici tekniği, borderline kişilik bozukluğu hastalarının psikodinamik terapisi, kişisel gelişim etkinliklerinin psikoterapide kullanımı ve psikoterapide imgelerle çalışmak konulu makalelerin sizlerin de ufkunu açacağına inanıyorum. Bu derginin hazırlanmasında emeği geçen, aracılık eden tüm personelime ve çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyor ve sizden bu konudaki desteklerinizi bekliyoruz. Dileğimiz, psikoterapide gelinen son noktayı yakından takip edebilmek adına dünyayla bağlarımızı güçlendirmek açısından diğer süreli yayınların tıpkıbasımlarının da Türkiye’ye taşınmasıdır. Saygılarımla, Tahir ÖZAKKAŞ Psikoterapi Enstitüsü Başkanı Sorun Eşimde: Eşlerden Biri Öbürünün Değişmesini İsterken Çiftlerle Çalışmak Kieran T. Sullivan Joanne Davila Santa Clara Üniversitesi Stony Brook Üniversitesi Çift terapisine gelen eşler genellikle ilişkinin yürümesi için diğer eşin değişmesi gerektiği beklentisi içindedir. Bir başka deyişle, sorun eşindedir. Bu makalede, yazarlar insanların değişim kapasitesi, davranış değişimi ve kişilik değişimi süreci, özellikle de bağlanma kuramının rolü üzerine yapılan araştırmaları gözden geçirmektedir. Ardından çift terapisinde deneylerle doğrulanmış yaklaşımlara dayalı teknikleri ve terapideki genel değişim ilkelerini incelemektedirler. Son olarak bir vaka çalışması sunarak değişim talep eden çiftlerle nasıl çalışılabileceğine dair önerilerde bulunmakta ve duygusal kabule odaklanmanın önemini vurgulamaktadırlar. Anahtar sözcükler: çift terapisi, değişim, kabul Ç * iftlerle çalışan klinisyenlerin karşı karşıya kaldığı bir dizi çetrefilli sorun ve çift dinamiği vardır. Belki de en güç (ve en yaygın) olanı, bir eşin sorunun kaynağı olarak öbür eşi gördüğü ve eşinin değişmesini talep etmesidir. Bu makalede “Bir eş öbür eşin değişmesinde ısrar ediyorsa biz terapistler olarak ne yaparız?” sorusunu ele alıyoruz. Bu özel sayının amaçları doğrultusunda, bu sorunun yanıtıyla ilgisi bulunan temel psi* Kieran T. Sullivan, Department of Psychology, Santa Clara University; Joanne Davila, Department of Psychology, Stony Brook University. Correspondence concerning this article should be addressed to Kieran Sullivan, Department of Psychology, Santa Clara University, 500 El Camino Real Santa Clara, CA 95053-0333. E-mail: ksullivan@scu.edu kolojik araştırmaları da tartışarak yapılacak müdahalelerin yönünü belirlemeyi ve araştırılması gereken soruları tespit etmeyi hedefliyoruz. Sorun “Eşimin değişmesini istiyorum! O farklı olsaydı her şey daha güzel olurdu, ben de mutlu olurdum!” Pek çok çiftten duyduğumuz bir şeydir bu. O halde, sorun, eşinin değişmesi isteğidir ancak eşinin değişmesi çiftler için gerçekten ne anlam ifade eder? Eşler genellikle değişmesini istedikleri belli bir davranış tespit etmişlerdir. Bu, öbürüne danışmadan tatil planları yapması gibi kendisini rahatsız eden bir 6 SORUN EŞİMDE alışkanlık olabilir. Evdeki işbölümüyle, eşlerin iletişim biçimiyle, sağlığı ilgilendiren davranışlarla, yakınlık düzeyiyle, birlikte daha fazla zaman geçirmekle, daha fazla duygusal destek sağlamakla ilgili olabilir. Hakikaten bu tür isteklerin çift terapistlerinin gördüğü en yaygın sorunlardan olduğu araştırmalarda görülmektedir: iletişim, güç savaşları, eşinden gerçekçi olmayan beklentiler, sevgiyi gösterme, cinsellik, para yönetimi, ciddi kişisel sorunlar, hane yönetimi (Whisman, Dixon, & Johnson, 1997). Eşler genellikle değişmesini istedikleri kişilik tarzlarını veya diğer bireysel özellikleri tespit ederler. Eşlerinin çok duygusal, nevrotik yahut çok uzak, kayıtsız olduğundan yakınabilirler. Eşlerinin depresyonundan, kaygısından, öfkesinden, bu hisleri ifade etme veya yönetme biçiminden memnun olmayabilirler. Eşlerini çok muhtaç ve talepkar veya çok uzak ve kendine yeter görebilirler. Hakikaten insanların eşlerinde değişmesini istedikleri karakter kusurları gibi gördüğü pek çok kişisel özellik vardır. Elbette kişisel özelliklerle belli davranışlar bir arada görülür. Eşlerin hep şöyle der, “Eşim benimle daha çok zaman geçirsin istiyorum ama geçirmiyor, çünkü hiçbir şey hissetmeyen soğuk, uzak biri!” Çift terapistleri olarak işimiz bunun doğru olup olmadığını belirlemektir – belli bir davranış daha geniş anlamda bir kişilik özelliğini veya duygusal durumu yansıtıyor mu? Yansıtıyor olabilir elbette. Örneğin, insanların bunalımda hissettiklerinde daha kendi içlerine döndüklerini, cinsellikten uzaklaştıkla- rını ve kilo alabildiklerini biliyoruz. Bir başka örnek olarak, daha kaçıngan bağlanma tarzına sahip biri – yakın ilişkide rahat olmakta zorlanır ve daha mesafeli olmayı tercih eder – duygusal destek verme konusunda daha isteksiz ve verimsiz olacaktır (Davila & Kashy, 2009). Öte yandan, değişim isteyen eş de temel yükleme hatasına düşüyor olabilir (Jones & Harris, 1967); bu durumda kişi karşısındakinin davranışını içsel sebeplere yükler – sinir eden davranışlar sinir bozucu kişilik özellikleri gibi yorumlanır. Bu nedenle, çift terapistinin yapması gereken ilk şeylerden biri, tam olarak nasıl bir değişimin istendiğini değerlendirmektir. Bir sonraki adım da o davranış veya özelliğin değişip değişemeyeceğini değerlendirmektir. Bir sonraki bölümde bu konu tartışılacaktır. Araştırma Bulguları İnsanlar değişebilir mi? Değişebilirse, ne kadar değişebilir? Bunlar bütün terapistler için önemli sorulardır; eşinin değişmesi talebinde bulunan çiftlerle uğraşan çift terapisti için özellikle önemlidir. Peki verilerin bize ne diyor? İnsanlar Ne Kadar Değişebilir? Kişiliğin kararlılığı. Kişiliğin kararlılığı üzerine veriler, değişim kapasitesini anlama yönünde önemli bilgiler verir. Burada hem iyi haber hem kötü haber var. Kötü haber, en azından değişim isteyen eş için kötü haber, epey miktarda verinin gösterdiğine göre, ister normal kişilik özellikleri ister kişilik bozukluğu olsun, kişilik oldukça kararlıdır ve zor değişir. Güncel bir üst analizden (Fergu- SULLIVAN ve DAVILA son, 2010) görünen o ki sıralı kararlılık katsayısı .60 düzeyindedir; bu üst analize dahil olan çalışmalar genel kişilik özelliklerini de (nevrotiklik, dışa dönüklük, açıklık, vicdanlı olma, uyumluluk, vs.) hem de genel olmayan özellikleri (saldırganlık, sofuluk, vs.) kapsıyordu. Bu üst analizde ayrıca kararlılık katsayılarının yaşla birlikte arttığı ve üç kişilik değişkenine, cinsiyete, klinik olma olmama durumuna göre farklılık göstermediği tespit edilmiştir. Bir başka kötü haber de, insanların kişilik kararlılığını pekiştiren ortamları seçmesidir ki bu da mevcut kişilik özelliklerini güçlendirir (örn. Caspi, Roberts & Shiner, 2005; Hopwood ve diğ., 2011). Bu kadar kötü haber yetmediyse, insanın kendi özelliklerine uyan tipik davranışlarına karşıt şekilde davranması çaba ve güç harcamayı gerektirir, bu çabanın sebep olduğu yorgunluk yine kendi özelliklerine uygun şekilde davranmasıyla sonuçlanabilir (Gallagher, Fleeson, & Holye, 2010). Yani, değişmek zordur – biz klinisyenler için çok şaşırtıcı değil ama yana yakılan eşlerinin değişmesini isteyen danışanlar için şaşırtıcı ve hayal kırıcı olabilir. İyi haberse değişimin mümkün olduğudur. Kişilik özellikleri üzerine yapılan bir dizi geniş çaplı araştırmada, yetişkinlik boyunca değişimin meydana geldiğini ve bu değişimin çevresel etkenler karşısında oluştuğu tespit edilmiştir. Örneğin, ikizler üzerine yapılan bir araştırmada, Hopwood ve diğ. (2001) paylaşılmayan çevresel etkilere (ikizlerden her birinin kendine özgü çevresel şartlarına) bağlı olarak olumsuz duygusallığın artabileceğini veya azalabileceğini tespit et- 7 miştir. Specht, Egloff ve Schmukle (2011) ise evlilik ve boşanma gibi belli başlı olayların ardından kişilik özelliklerinin değiştiğini tespit etmiştir. Dweck (2008) inanç sistemlerinin de zaman içinde yaşantıyı ve davranışı tutarlı bir şekilde yönlendirdiği için kişiliğin temelini oluşturan şeyler arasında yer aldığını ortaya atmıştır. Hal böyle olunca, inanç sistemleri değiştirilebilirse, yaşantı ve davranış da arkasından gelecektir. O nedenle, inançların hedeflenmesi kişilikte değişikliğe yol açmanın ve uyum sağlayıcı işlevselliği artırmanın bir yolu olabilir. Örneğin, Dweck ve meslektaşları (inceleme için bkz. Dweck, 2008) insanların zekalarının ne kadar işlenip geliştirilebilir olduğuna dair inançlarını değiştirebildiklerini ve bu değişimin akademik başarıyı artırdığını tespit etmişlerdir. Bağlanmanın kararlılığı. Güvenli bağlanmadaki kararlılık üzerine literatürün bulguları kişilik literatürünün bulgularıyla benzerlik gösterir ve özellikle çift bağlamındaki kişilerarası değişim bakımından önem taşır. Bağlanma kuramının öne sürdüğü ve araştırmaların teyit ettiği üzere, ebeveyn-çocuk ilişkisinde geliştirilen işler ilişki modelleri hayat boyu taşınır ve kişilerarası işlevselliği yönlendirir (bkz. Mikulincer & Shaver, 2007). Aşk ilişkileri, yetişkinlikteki temel bağlanma ilişkileridir ve ilişkisel sorunların altında genellikle bağlanma dinamikleri yatar (bkz. Johnson & Denton, 2002). Yetişkinlikte, bağlanmanın niteliklerini belirleyen şey, kişilerin eşleriyle ilişkilerinde ne ölçüde yakınlıktan 8 SORUN EŞİMDE kaçındıkları ve terk edilme kaygısı yaşadıklarıdır. Kaçınma ve terk edilme kaygısı ne kadar fazlaysa o kadar güvensiz, yakınlık kurmada rahatlık ve eşinin yanında olacağına dair güven duygusu (düşük terk edilme kaygısı) ne kadar fazlaysa o kadar güvenli bağlanma söz konusudur. Bağlanma ilişkilerindeki kaçınma ve kaygı yetişkinlikle nispeten daha kararlı ve dengeli olsa da belirgin ve duygusal önem arz eden içsel ve kişilerarası deneyimler sonucunda değişim meydana gelir – değişimi meydana getiren bu tür deneyimlere örnek olarak yaşamdaki belli başlı olaylar (örn. evlilik; Davila, Karney, & Bradbury, 1999), ilişkilerde günbegün yaşananlar (örn. çatışma; Davila & Cobb, 2003), insanların yaşadıklarına yüklediği anlamlar (örn. belli bir olay karşısında yaşanan kayıp hissi; Davila & Sargent, 2003) verilebilir. Bu sebeple, değişim kesin kural olmasa ve gerçekleştirmesi zor da olsa içsel ve kişilerarası yeni deneyimlerle bağlantılı olarak değişim yaşanabilir. Hakikaten, bağlanma ve kişilik üzerine elde edilen bulgular çift terapisi için umut vadetmektedir; çiftlerin hem bireysel olarak hem de birbirleriyle yeni deneyimler edinmesine ve aynı zamanda yaşadıklarıyla ilgili yeni inançlar ve göndermeler geliştirmelerine yardımcı olmak değişim şansını artırabilecektir. Kişiliğin ve kişilerarası davranışın genetik temelleri sebebiyle kişinin sınırlı ölçüde değişebileceğini belirtmek önemlidir (bkz. Caspi ve diğ., 2005). Danışanların bu olguyu ve bunun ilişkileri için ne demek olduğunu anlamalarına yar- dım etmek önemlidir. Örneğin, mizacen tutuk davranan bir kişi hiçbir zaman tamamen dışa dönük biri olmayacaktır ancak biraz daha cana yakın hale gelebilir. Bu tür fikirleri danışanlarla doğrudan konuşmak muhtemelen gerekli olacaktır. Cinsiyet, kültür ve değişim. Kişinin cinsiyeti, etnik kökeni veya kültürü değişim olasılığını etkiler mi? Araştırmalar etkilemediğini söylüyor: Kadınlarla erkeklerin, farklı etnik kökenlerden gelen insanların ve değişik kültürlere sahip insanların (örn. ortaklaşacı ve bireyci kültürler; McCrae & Costa, 2006) değişim olasılığı benzer düzeydedir. Ancak bir eşin değişim isteği ve değişim çabalarına direncinin cinsiyet ve toplumsal yapıyla ilişkili olduğu yönünde hatırı sayılır kanıt vardır (Eldridge & Christensen, 2002). Kadınların değişim arzusu ve ısrarının erkeklerinkinden fazla olması muhtemeldir; bunun nedeni kısmen erkeklerin ilişkilerinden daha memnun olmaları (evli çiftlerle yapılan araştırmalarda erkeklerin tatmin düzeyi tutarlı olarak kadınlarınkinden daha yüksektir; Fowers, 1991) ve ilişkiden kadınlara göre daha fazla fayda görmeleridir (Bianchi, Milkie, Sayer, & Robinson, 2000). Örneğin, ev dışında çalışan kadınların sayısı ciddi oranda yükselmiş olsa da halen ev işlerinden ve çocuk bakımından büyük ölçüde kadınlar sorumludur. Dört binden fazla çiftle yapılan 10 yıllık ulusal bir araştırmada 6.740 kadın ve erkeğin günlükleri incelendiğinde, Bianchi ve diğ. (2000) evliliğin kadınların ev işlerinde haftalık 5 saatlik artışa SULLIVAN ve DAVILA neden olurken erkeklerin ev işlerinde hiçbir artışa neden olmadığını tespit etmişlerdir. Ayrıca 12 yaş altı çocuğu olduğunda kadınların ev işlerine harcadığı vakitteki artış erkeklerin harcadığı vakitteki artışın üç katından fazla olmaktadır. Kadınların değişim yönünde ısrar etmesinin daha muhtemel olmasının yanı sıra, kadınlar ilişkideki sorunları ve terapi ihtiyacını daha önce fark etmekte ve terapistle ilk bağlantıya geçen kadınlar olmaktadır (Doss, Atkins & Christensen, 2003). Çift terapisi sırasında genellikle kadınlar değişim talep eder ve sorunları dile getirirken erkekler daha ziyade geri çekilerek statükoyu korumaya çabalarlar. İlginç olan şudur ki eşlerin özellikle anne-baba olduktan sonra eşitlikçi bir ilişki arzuladığı durumlarda bile ev işleri ve çocuk bakımında dengesizlikler yaşanmakta, sonrasında da cinsiyetle ilişkili talep etme-geri çekilme davranışları görülmektedir (Cowan & Cowan, 2000). Davranış değişikliği. Hepimizin bildiği bir espridir: “Bir ampulü değiştirmek için kaç terapist gerekir? Bir terapist yeter ama ampul değişmek istemelidir!” İşin aslı, bu şaka değildir. Literatür de bunu destekler – insan eşinin yakındığı bir davranışı değiştirmek istemiyorsa muhtemelen değiştirmeyecektir. Esasen değişim aşamalar halinde meydana gelir. Prochaska ve DiClemente (2005) tarafından geliştirilen teoriler ötesi değişim modelinde (TÖM) değişimin dört aşamada gerçekleştiği öne sürülür: (a) düşünme öncesi – değişme niyeti yoktur, kişi sorunlar olduğunun ve 9 başkalarının değişime ihtiyaç duyduğunun/istediğinin farkında değildir; (b) düşünme – kişi bir sorun olduğunun farkındadır ve değişimin gerekli olduğunu ciddi ciddi düşünüyordur ancak herhangi bir adım atılmamıştır; (c) eylem – kişi değişiklikleri uyguluyordur; (d) idame – kişi kazanımlarını pekiştirmeye ve sorunlu davranışın nüksetmesini önlemeye çalışıyordur. Bu modelden de anlaşıldığı üzere, insanlar düşünme öncesi aşamadaysa değişim gerçekleşmez. O nedenle terapinin ilk hedefi çiftlerineşlerin eylem evresine ilerlemesine yardım etmektir. Bireylerin değişim aşamalarında ilerlemesine yardım etmek üzerine yapılan araştırmalar, değişim aşamasındaki çiftlere faydalı olabilir. En iyi şekilde geliştirilmiş ve en etkili yaklaşımlardan biri güdüleyici görüşmedir (GG; Miller & Rollnick, 2002). Güdüleyici görüşme, davranış değişikliğiyle ilgili kararsızlığı irdeleme ve çözümlemeye odaklanır, kişinin kendi değerleri ve endişelerine uygun olacak şekilde değişimi destekler. Bu yaklaşımda ifade edilen empati sayesinde danışan hayata bakışının terapist tarafından anlaşıldığını hisseder, terapist danışanın önceki başarılarına odaklanarak, becerilerini ve güçlü yanlarını vurgulayarak özyetkinliğini destekler, direnci kabullenir, danışanın mevcut durumlarıyla değerleri ve gelecek hedefleri arasındaki uyuşmazlıkları incelemelerine yardımcı olur. Kullanılan başlıca teknikler açık uçlu soru, olumlama, üzerine düşünme ve özetlemedir. Terapist ayrıca değişimle ilgili konuşmaları da açığa çıkarır; örneğin, değişmenin ve aynı kal- 10 SORUN EŞİMDE manın iyi ve kötü taraflarını, değişik davranışların olumlu ve olumsuz yanlarını sorar. Güdüleyici görüşme bireysel terapide işe yaramakla beraber, çift terapisinde kullanılması çetrefilli olabilir, özellikle de bir eşin öbürünü değiştirme çabaları geçmişte başarısız olmuşsa. Araştırmalar göstermektedir ki bazı durumlarda eşi bireyin değişime doğru ilerlemesine yardımcı olarak değişimin teşvik edilmesinde müttefik görevi görebilir (Lewis & Butterfield, 2007). Bu durumlarda, bireyin eşinin yanında GG tekniklerinin kullanılması işe yarayabilir. Ne yazık ki eşlerin değişme çabalarının başarılı olmasının değişen eş ve ilişki üzerinde istenmeyen yan etkilerinin olabildiğini gösteren kanıtlar da mevcuttur (Lewis & Rook, 1999). Yakınan eş istediği değişimi elde edebilir ancak bunun bedeli eşinin duygusal sıkıntı yaşaması ve ilişkiden aldığı tatminin azalması olabilir. Bu durumlarda güdüleyici görüşme, değişim isteyen eşin potansiyel duygusal ve ilişkisel sıkıntıyı hafifletebilecek empati gösterme ve olumlama gibi en uygun teknikleri kullanması için örnek teşkil etme gibi ek bir fayda sağlayabilir. Ayrıca araştırmalar göstermektedir ki bir eşin olumlu değişim çabaları (örneğin, karşılıklı konuşma) olumlu davranış değişikliği olasılığını artırırken olumsuz değişim çabaları (örneğin, söylenip durma, yakınma) tam tersi yönde değişikliklere yol açar (Tucker & Anders, 2001). Ayrıca değişim çabalarındaki biçimsel farklılıklar da değişimin hedefi olan eşin kişilerarası ilişki tarzına bağlı olarak önem arz edebilir. Simpson ve Struthers (2013) bir eşin öbürünün değişmesini istediği bir konuyu tartışan çiftleri genel olarak gözlemledi. Ortalama olarak, kaçıngan bağlanma düzeyi yüksek olan kişiler eşlerinin etkisine maruz kaldıklarında öfke ve geri çekilme gösteriyor, bu da tartışmanın başarıyla sonuçlanamamasına yol açıyordu. Ancak eşler yumuşatma stratejilerini (umursadığını ifade etme, hak verme, iyimserlik) kullandığında kaçıngan eşleri daha az öfke ve geri çekilme gösteriyor, tartışmalar daha başarılı ilerliyordu. Çift terapisinde eşlerin olumlu ve tarz olarak hassas değişim çabaları göstermeyi öğrenmelerine yardım etmek çok faydalı olabilir. Ancak çift terapisinde değişim üzerine çalışmanın iyi gelmeyebileceği zamanlar da olabilir. Bazı araştırmalarda, eşlerin değişim çabalarının olumsuz sonuçlar doğurduğu bildirilmiştir. Örneğin, Franks ve diğ. (2006) altı aylık süre zarfında daha fazla değişim çabası gösteren eşlerin sağlık davranışlarının gerilediğini ve ruh sağlığının kötüleştiğini tespit etmiştir. Değişim çabalarının başarılı olup olmayacağını tahmin etmede yaşanan güçlüğü daha da vurgulayan niteliksel bulgulara göre, “eşin sağlıkla ilgili davranışlarda bulunmasını isteme” en etkili üç stratejiden biriyken aynı zamanda “bu strateji evli kadın ve erkekler tarafından etkisiz olduğu en çok belirtilen strateji” olmuştur (Tucker & Mueller, 2000, s. 1125). O nedenle, çift terapisinde bir danışanla değişim yönünde çalışmak ters tepebilir ve çiftin arasını daha da kötüleştirebilir. SULLIVAN ve DAVILA O halde, eşlerden biriyle değişim üzerine çalışmanın önemli olduğuna karar verdiğimizde eşleri ne ölçüde sürece katacağımızı veya geride tutacağımızı nasıl anlarız? Danışanla birkaç seans bireysel görüşme mi yapmalıyız? Danışanı bireysel terapiye mi yönlendirmeliyiz? Araştırmalara göre, eşlerin birbirlerinin değişime hazır olup olmadığını doğru ölçmesi ve mevcut değişim aşamasına en uygun stratejileri kullanması, eşlerin değişim çabalarına verdiği karşılığı önemli ölçüde etkileyebilir. Örneğin, bir eşin sigarayı bırakmayı düşünme öncesi aşamada olan eşine nikotin sakızı getirmesi, aynı sakızı eylem aşamasında getirmesine kıyasla muhtemelen çok daha başarısız olacaktır. Ne yazık ki eşlerin değişim aşamasını doğru tespit etmede veya en uygun stratejileri seçmede pek de iyi oldukları söylenemez. İşin aslı, değişimi arzulayan eşler, eşlerinin hazır olma derecesini olduğundan fazla görme ve uygun olmayan stratejileri seçme eğilimi gösterirler (Sullivan, Pasch, Bejanyan & Hanson, 2010). Bu sebepten ötürü, çift terapisinde bireysel davranış değişikliği üzerine çalışılıp çalışılmayacağına karar verirken şunları dikkate almak gerekir: (a) danışanın hangi değişim aşamasında bulunduğu, (b) eşinin danışanın hangi değişim aşamasında bulunduğunu düşündüğü, (c) geçmişteki değişim çabaları ve bunların etkileri. En meşakkatli ve muhtemel senaryo, danışanın düşünme öncesi aşamada veya düşünme aşamasında olduğu, geçmişte eşinin olumsuz değişim çabalarıyla değişime direncinin arttığı senaryodur. Bu durumda terapistin uğ- 11 raşması gereken iki zorluk daha baş gösterir: Öncelikle kişi hazır olmadan değişmeye zorlandığını hissettiğinden içindeki değişme isteği sönmüş olabilir; ikincisi de önceden bireysel bir mesele olan şey artık bir çift meselesi halini de almıştır. Bu durumlarda çift terapisinde değişim yönünde çalışmak uygun değildir. Aslına bakılırsa, eşi değişim sürecinden en azından başlangıçta tamamen uzaklaştırmak değişim için en uygun şartları yaratabilir ve ilişkiyi koruyabilir. Çift Terapisinde Ne Kadar Değişim Sağlanır? Çift terapisinden alınan sonuçlar üzerine araştırmalar. Biz çift terapistleri biliyoruz ki çift terapisinden fayda görülse de tedaviye gelen pek çok çift yok denecek kadar az ilerleme kaydeder veya zaman içinde kazanımları sürdüremez. Tedaviden alınan sonuçlar üzerine son otuz yıldır yapılan araştırmalar da terapistlerin deneyimleriyle aynı doğrultudadır; çiftlerin yaklaşık %25-30’u ilerleme göstermezken %30’u biraz ilerleme kaydeder ancak tedaviden sonra halen ciddi sıkıntı yaşamaya devam eder (Halford ve diğ., 2012). Ayrıca, ilerleme kaydeden çiftlerin sorunlarının birkaç yıl içinde nüksetme oranı epey yüksektir (Snyder, Mangrum & Wills, 1993). Aşağıda mevcut deneysel destekli tedavileri kısaca gözden geçirerek bunlardan çıkarılabilecek hangi tekniklerin değişim isteyen çiftlere yardımı olabileceğini tartışıyoruz. Geleneksel davranışçı çift terapisi (GDÇT; Jacobson & Margolin, 1979) dav- 12 SORUN EŞİMDE ranış değişikliği üzerine odaklanırken şu teknikleri kullanır. Davranış alışverişleri tekniğinde, her eş bir değişiklik yapar ve bu değişiklikler birbirlerinin yaptıkları şartına bağlı olur. Örneğin, bir eş akşam yemeğini yaparsa öbür eş de yemekten sonra masayı kaldırıp bulaşıkları yıkamayı kabul eder, bir eş önceki akşam masayı toplayıp bulaşıkları yıkadıysa öbür eş de o akşam yemeği yapmayı kabul eder. Bu tekniğin işe yaraması için terapistlerin nispeten kolay olan ve eşlerin değer verdiği değişikliklerle başlaması en etkili yoldur. İletişim becerileri eğitimi de eşlerin değişim arzularını veya değişime karşı duruşlarını veya her ikisini de kışkırtıcı olmayan bir şekilde ifade etmelerine yardımcı olabilir (örneğin, “ben” ifadeleri kullanma ve etkin bir şekilde dinleme). Sorun çözme becerileri de –bütün olası çözümlerin listesini yapıp ardından birlikte karar vermek gibi– çiftlerin güçlükleri nasıl yönetecekleri konusunda yaratıcı düşünceler geliştirmelerine yardım edebilir. Bilişsel davranışçı çift terapisi (BDÇT; Baucom, Epstein, Sayers, & Sher, 1989) sıkıntıyı tırmandıran altta yatan düşünce ve varsayımları hedefler. Bunun içine, çiftlerin ilişkide meydana gelen olaylara dair yorumları, doğru olmayan varsayımlar (“erkekler tembeldir”), mantıksız standartlar (ne demek istediğimi ben anlatmadan bilmelisin”), olumsuz seçici dikkat (“eve gelince beni hiç öpmüyorsun”) ve yanlış yüklemeler (“beni aptal bulduğun için bana işinden hiç bahsetmiyorsun”) yer alır. Duygu odaklı çift terapisi (DOT; Johnson & Greenberg, 1987) ve içgörü yönelimli çift terapisi (İYÇT; Snyder & Wills, 1989) doğrudan değişime odaklanmaya alternatif yaklaşımları temsil eder; DOT’ta terapistler çiftler arasındaki bağlanmayı vurgulayarak eşlerin kendi hislerine kucak açmalarını, birbirlerinin duygularına hak vermelerini (“Ya bu benim başıma gelse ben de çok sinirlenirdim”) ve eşleri sıkıntılıyken bekledikleri rahatlatmayı sağlamalarını teşvik ederler. İYÇT terapistleri bilinçdışı çatışmalara dair içgörü kazanma, danışanların olaylara yükledikleri anlamları irdeleme ve duyguları daha derinden hissetmeyi teşvik etme üzerine odaklanırlar. Mevcut duygu ve çatışmalarla altta yatan dinamiklerle arasında bağlantı kurmak için üzerine düşünmeyi (“Yani eşin kavganın ortasında çıkıp gidinde kendini terk edilmiş ve biraz da ümitsiz hissediyorsun”) ve “duygulanımın yeniden yapılandırılmasını” kullanırlar (“Eşin çıkıp gittiğinde yine o küçük kız gibi hissediyorsun kendini, anne babasından ilgi ve sevgi görmenin hasretini çeken küçük kız gibi”; Wills, Levin Faitler & Snyder, 1987). Bütüncül davranışçı çift terapisi (BDÇT) birçok yaklaşımın öğelerini bir araya getirerek eşlerde empatiyi artırmaya odaklanır ki böylece birbirlerine daha kabullenici bir şekilde karşılık verebilirler, bu da doğal olarak davranış değişikliğine daha müsait bir ortamı geliştirecektir. Duygusal kabulü ve empatiyi kolaylaştırmak üzere kullanılan teknikler aşağıdaki “Değişmekten başka yol var mı?” bölümünde ayrıntılı olarak an- SULLIVAN ve DAVILA latılmaktadır. Alternatif yaklaşımları anlatmaya geçmeden önce çift terapisi bağlamında genel değişim ilkelerinden söz etmek istiyoruz. Çift Terapisinde Genel Değişim İlkeleri Çift terapisinde değişimi başarmak için kullanılan temel stratejiler, yukarıda anlatıldığı gibi, büyük ölçüde araştırılmış olup pek çoğu öğrenme ve davranış, biliş ve atfetme süreçleri, bağlanma kuramı alanlarındaki temel kuram ve araştırmalara dayanır. Hangi kuram kullanılırsa kullanılsın hepsinde ortak olan öğeler vardır ki bu öğeler de genel değişim ilkelerinde görülmektedir (Norcross, 2011). Bunların çift terapisinde nasıl uygulandığına da dikkat ederek üstünden geçeceğiz. Terapinin faydası olacağı yönünde beklentileri iyileştirmek. Çift terapistleri terapinin faydalı olacağına dair olumlu beklentileri teşvik etme yönünde pek çok güçlükle uğraşır. Çiftler terapiye geldiklerinde genelde çok sıkıntılı, bazen de ilişkiden tamamen vazgeçmiş olurlar, sadece daha yumuşak bir şekilde bitirmeye gelmişlerdir. İlişkileri nispeten dengeli olan çiftlerin bile istedikleri değişimin gerçekleşeceğine dair umutları yok denecek kadar azdır. Bu nedenle terapistlerin en azından asgari düzeyde bir güdülenme ve iyimserlik yaratma yönünde derhal çalışmaya başlaması çok önemlidir; bu yönde kullanılabilecek strajiler de güçlü yanları vurgulama, hedef belirleme, terapinin etkinliğine dair psikoeğitim verme gibidir. Çok işe yara- 13 yan bir strateji, eşlere nasıl tanıştıklarını, aşık olduklarını ve birlikte olmaya karar verdiklerini anlattırmaktır. Böyle anımsamalar, ilişkilerinde bir şeylerin iyiye gidebileceği umudunu beslemeye yardım edebilir. Güçlü bir terapi ittifakı oluşturma. Çift terapisinde en uygun düzeyde bir terapi ittifakının kolaylaştırılması çetrefilli bir iştir, çünkü her bir eşle kişisel bir bağ kurulmalı ama bir eş terapistin öbür eşin tarafını tuttuğunu hissetmemelidir. Bunu kolaylaştırmak için terapistler özellikle terapinin başında her bir eşe eşit zaman ve ilgi ayrılmasına özel dikkat sarf etmeli, her bir eşin konumuna ve algısına empati duyduğunu ileten stratejiler (örneğin, duyduğunu geri ifade etme) kullanmalıdır. Danışanın farkındalığını artırmak için geribildirim kullanma. Geribildirimin terapide değişimin asli bir unsuru olduğu yönünde hatırı sayılır kanıt vardır (örn. Owen, Duncan, Anker & Sparks, 2012). Çiftlerle geribildirim kullanmanın önündeki önemli güçlüklerden biri, eşlerin geribildirimi kabul etme ve öbürünün önünde onu işlemleme konusunda savunmacı tavır takınmasıdır. Eşler kişisel sorunları olduğunu kabul etmenin gelecekteki çatışmalarda malzeme olacağına dair endişe taşıyabilirler. O nedenle geribildirimin, farkındalığı artırmanın zamanlamasına ve bağlamına özel dikkat gösterilmelidir. Öte yandan, eşinin önünde geri bildirimin ustaca kullanılması, değişim isteyen eşin umutlanmasına yardım edebilir. Bu teknikte farkındalığı artırırken suçlamadan anla- 14 SORUN EŞİMDE yış ve empati hissettirecek şekilde farkındalık artırılabilir ki bu da değişim isteyen eşin daha empatik ve anlayışlı olmasına yardım edebilir. Düzeltici deneyimleri destekleme. Düzeltici deneyimler, danışanların olumsuz bir şey olacağını düşündüğü için normalde kaçındığı davranışlarda bulunmasını ve onun yerine olumlu bir şey yaşamasını içerir. Belki de terapistlerin çiftlerle düzeltici deneyim ortamı yaratmasının en temel yolu, çatışmalar üzerine yaşanan tartışmaların terapi seansında evdekinden farklı geçmesini sağlamaktır. Çatışmanın tartışmalara, olumsuz hislere ve karşılıklı kaçınmaya yol açması yerine, çiftler başarılı bir şekilde fikir alışverişinde bulunmayı öğrenebilir ve yeni beceriler edinebilirler. Çift terapistlerinin bunu yerine getirebileceği birtakım yollar vardır; örneğin, iletişim eğitimi, sorun çözme eğitimi, empatiyi artırma, sorun karşısında duygusal birlikteliği kolaylaştırma, kabulü teşvik etme. Sorunları eşiyle birlikte halletmenin yeni yollarını yaşayan çiftler daha tatmin olmuş ve önlerine çıkan zorluklarla baş etme konusunda daha güvenli hissederler. Kusur bulma, suçlama ve savunmaya çekilmenin yerini güven ve birlikte çalışma duygusu alır ki bu da ilişkiyi iyileştirerek bireysel davranış değişikliğini gerçekleştirme ve sürdürme şansını artırır. Gerçekliğin sürekli sınanmasını vurgulama. Burada vurgulanan, devam eden bir süreç içinde farkındalığın artmasının düzeltici deneyimlere yol açması, bunun daha da fazla farkındalık sağ- laması ve bunun bu şekilde sürüp gitmesidir. Bu süreç yoluyla terapide gerçekleşen değişimler veya elde edilen kazanımlar çiftin yaşamı içerisinde sağlamlaştırılır. Bunun için çiftlerin öğrendiklerini uygulaması, stres kaynaklarına veya sorunlara hazırlıklı olması, yeni becerilerini kullanarak bunlarla etkin biçimde nasıl baş edeceklerinin farkında olması gerekir. Terapi seanslarının kademeli olarak azaltılması veya destekleyici seansların ayarlanması da çiftlerin yeni davranışları ortaya koymaya devam etmesinin yanı sıra sorunları gidermesine yardımcı olabilir. Değişmekten Başka Yol Var Mı? Daha önce de belirttiğimiz gibi, çift terapisinde her zaman değişim mümkün olmayabilir. Aslında bazı terapi biçimleri (örn. BDÇT) odak noktasını açıkça değişimden kabule doğru kaydırır. Ancak literatürde değişimin mümkün olmadığı durumları ele alma stratejilerinin üstünde pek durulmadığı için – nihayetinde terapistiz, insanların değişmesine yardım etmek isteriz – çift terapistleri olarak değişim yerine kabullenme üzerine çalışmanın kabul edilebilir olduğuna inanamayabiliriz ve hatta kabule dayalı hedefleri destekleyen kanıtların farkında bile olmayabiliriz. Kabullenmenin gerekçesi. İronik olarak, bazen bir eşin öbüründe değişim meydana getirmesinin en iyi yolu bunun için uğraşmayı bırakmasıdır. Mario ve Emily’i ele alalım. Çift terapisine geldiklerinde Mario Emily’den daha fazla cinsellik istiyor, Emily ise Mario’nun sevgi- SULLIVAN ve DAVILA sini cinsellik içermeyen şekilde daha sık ifade etmesini istiyordu, işten eve geldiğinde kendisi öpmesi gibi. Mario cinsel ihtiyaçlarının karşılanmadığını hissettiği için eşinin bu isteklerine içerliyordu; ne yazık ki cinselliğin azalmasının nedeni de kısmen Mario’nun süregiden talepleri ve cinsellik için bastırmasıydı. Bir terapist bu çiftin sorunlarına yaklaşımında değişimi teşvik edebilirdi; belki Mario eve gelince Emily’i öper, Emily de haftada belli sayıda cinsel birlikteliği kabul eder gibi bir anlaşmaya varılabilirdi. Böyle terapist tarafından saptanmış değişimler birkaç sebepten işe yaramayabilir. Öncelikle, davranış değişikliği talimatı vermek direnci artırabilir. Emily’nin durumunda, daha sık cinsel birliktelik baskısı kendini suçlu hissettirerek genel cinsel arzularını daha da azaltabilir. İkincisi, kurallarla belirlenmiş davranış, kendiliğinden ve doğal olarak meydana gelen davranıştan farklı hissettirir. Çift, kural olarak koyulmuş öpüşme ve cinselliği kendiliğinden olan fiziksel temas kadar tatmin edici bulmayabilir. Üçüncüsü, Emily ve Mario muhtemelen eve gelişteki öpmeleri ve cinsel birlikteliği öbürünün fiziksel yakınlık arzuladığından değil “anlaşmaya” uyduğundan yaptığı şeklinde yorumlayacaktır (Dimidijian, Martell & Christensen, 2008). Öte yandan, her birinin yaşadıklarına karşı empatiyi artırmak ve birbirlerinin ihtiyaç ve arzularının doğal, normal olduğunu kabul etmelerini sağlamak her ikisinin de sevgi ve arzularının kendiliğinden artmasıyla sonuçlanabilir. Davranış değişikliğini saptamaktansa empati ve kabullenmeye odaklan- 15 mak muhtemelen daha etkili bir alternatif olacaktır. Kanıt temeli. Kabule dayalı müdahaleler BDÇT’de kullanılan davranışçı yaklaşıma eklenirken davranışın keyfi değil doğal olarak teşvikini inşa etmenin bir yolu olarak görülmüştür. Keyfi teşvik, danışanın doğal ortamında bulunmayan veya çiftin kendi etkileşiminden doğal olarak ortaya çıkmayan, terapist tarafından sağlanan sonuçlar demektir (Ferster, 1967). O nedenle keyfi teşvik çifte sahte veya manipülatif gelebilir ve direnç oluşturabilir. Ayrıca Koerner, Jacobson ve Christensen (1994) tarafından da belirtildiği gibi, keyfi teşvik çiftlerde samimiyeti azaltabilir, çünkü davranışın kurala dayalı ve samimiyetsiz gibi algılanmasına yol açabilir. Mario ve Emily’nin durumunda, Mario’nun Emily’nin cinsel dürtülerinin daha düşük olduğunu duygusal olarak kabul etmesi ve böylece daha fazla birlikte olmak için bastırmaktan vazgeçmesi Emily’i özgür hissettirerek cinselliği daha sık kendisinin başlatmasını ve daha istekli bir cinsel eş olmasını sağlayabilir. Bu süreç, davranış güdülenmesiyle ilgili bildiklerimizle tutarlıdır. Dışarıdan-denetlenen güdülenmeyle kıyaslandığında içselözerk güdülenme çeşitli alanlarda daha iyi performans ve ruhsal esenlikle ilişkilendirilmiştir (Deci & Ryan, 2008). Ayrıca, ÖBT’ye göre (örn. Ryan & Deci, 2000), . . . davranışın özneleri davranışlarını değiştirmek için kendi sebeplerini tespit etme yönünde destek gördükleri ve belli sonuçlara doğru yönlendirildiklerini/baskılandıklarını hissetmedikleri 16 SORUN EŞİMDE ölçüde davranışın özerkliği kolaylaşır. Aslında kişi değişim sebeplerini ne kadar “sahiplenirse” o kadar özerk olur ve davranış değişikliğinin başarıya ulaşma olasılığı o kadar artar Ryan, Lynch, Vansteenkiste &Deci, 2011, s. 231). Kişinin duygusal eşi tarafından baskı veya denetim altında hissetmesi özerk güdülenmesi baltalar (bkz. Deci & Ryan, 2008), öte yandan olumlu bakış, ilgilenme ve anlayış özerk güdülenmeyi daha da destekler (Ryan ve diğ., 2011). O nedenle Mario Emily’e cinsellik için bastırdığında Emily kendini, kendi cinsel arzularını gözden kaybeder ve bir şeyleri değiştirme yönünde güdülenmesi azalır. Halbuki Mario Emily’nin cinsel kendiliğini daha iyi anlayabilse ve o kendiliği daha fazla kabul edebilse, Emily Mario’ya tepki vermekten kendi cinsel ihtiyaçlarına sahip çıkmaya doğru kayabilir ve bazı değişiklikler yapmaya güdülenebilir. Kabule dayalı müdahalelerle bu müdahalelerden beklenen sonuçlar arasındaki doğrudan bağlantıları inceleyen araştırmalara ihtiyaç vardır ve bu araştırmalar yeni yeni başlamaktadır. Ancak eşin (hem olumlu hem olumsuz) davranışının kabul edilmesinin evlilikte daha fazla tatminle ilişkili olduğunu gösteren bir çalışma vardır. Ayrıca eşin davranışıyla tatmin arasındaki ilişkiye aracılık eden unsur kabullenmedir ki bu da kişinin tatmininin o davranışı kabullenmesine bağlı olduğunu öne sürer (South, Doss & Christensen, 2010). Ayrıca, eşin davranışıyla kişinin kendi davranışı arasındaki ilişkiye aracılık eden de kabullenmedir; yani, kabullenme arttıkça dav- ranışın karşılığı daha az olumsuz, daha çok olumlu olmaktadır (South ve diğ., 2010). Empatik katılma ve birlikte mesafe koyma. Jacobson ve Christensen (1996) kabullenmeyi artırmaya hizmet eden iki tekniği vurgulamıştır. İlk teknik olan empatik katılmada, eşler birbirlerinin arka planını ve konumunun altında yatan kişisel hassasiyetleri daha bütünlüklü olarak anlar. Eşler birbirlerinin yaşadıklarına daha fazla empati duyabildiğinde muhtemelen birbirlerinin ihtiyaçlarını kendiliğinden ve sevgiyle karşılayabilir hale geleceklerdir. Bu süreç, empatik isabet (eşinin duygu ve düşüncelerini çıkarabilme) literatürüyle de tutarlıdır ki literatürde empatik açıdan daha isabetli olan çiftlerin birbirlerine daha fazla uyabildiği ve ilişkiye daha bağlı hissettiği görülür (inceleme için bkz. Rollings, Cuperman, & Ickes, 2011). Gerçi bu bulgular esasen yeni evli çiftlerde ortaya çıkmıştır ama çift terapisinde özellikle eşinin yumuşak, kırılgan duygularıyla ilgili olarak empatik isabetin yeniden ortaya çıkması eşe uyum sağlama ve ilişkiye bağlı hissetme yönünde yeni bir arzu doğurabilir. İkinci teknik olan birlikte mesafe koymada, eşler sorunu çift ilişkisinin içerisinden dışına çıkarır. Sorun “ötede bir yerde” görülür ve ikisi birbirini suçlamak yerine sorunla baş etmek üzere bir araya gelir. Böyle olunca, Mario ve Emily’nin sorunu “senin cinsel dürtülerin çok fazla, senin cinsel dürtülerin çok az” noktasından “Bizim bir sorunumuz var, birimizin cinsel dürtüsünün öbü- SULLIVAN ve DAVILA ründen daha fazla olduğu bir ilişkimiz var” noktasına taşınır. Sorun bu şekilde kavramsallaştırıldığında, çift soruna duygusal olarak mesafe koyarak her iki eşin de ihtiyaçlarının karşılanması için en uygun yolu bulmak üzere birlikte çalışabilir. Hakikaten bir ilişkide her iki insanın da karşılanmayı hak eden ihtiyaçları olduğunun ayrımına varabilmek ve her ikisinin de ihtiyaçlarına yer vermeye çalışan çözümler aramaya istekli olmak, kişilerarası sorunların uyum sağlayıcı çözümünün temelinde yatar. (örn., Selman, Beardslee, Schultz, Krupa, & Podorefsky, 1986). Sonuç. “Değişmekten başka yol var mı?” sorusunun yanıtı evettir; şurası açıkça görülüyor ki kabule dayalı müdahalelerin kullanımı kabul edilir olmanın ötesinde kuram, araştırma ve klinik deneyimle desteklenmektedir. Kabule dayalı stratejilerin başarılı olması sorunu bir eşin üstünden alıp başka bir yere taşır, empatiyi artırır ve çiftlerin ilişkilerine dair daha iyi hissetmelerine yardım eder. Paradoksal olarak, kabule dayalı müdahaleler kendiliğinden değişime ve doğal olarak meydana gelen pekiştiricilere zemin hazırlayarak istenen davranış değişikliklerini bile doğurabilir. Klinik Örnek Şimdi çiftlerle yaptığımız çalışmalardan yararlanarak farazi bir vaka anlatacağız. Bu vaka tedavisini üstlendiğimiz birkaç çifte dayanıyor; bu çiftlerde her iki eş de değişim talep ediyordu. Dan ve Lauren terapiye geldiklerinde boşanmanın eşiğindeydiler. On bir yıldır evlilerdi, 17 okul çağında iki çocukları vardı. Her ikisi de özel sektörde beyaz yakalı çalışandı. Sıkı sık, şiddetli kavgaları oluyor, birbirlerine fiziksel değil ama sözlü saldırgan davranışta bulunuyorlardı. İkisi de son derece öfkeliydi ve sorunlardan ötürü öbürünü suçluyordu. Dan, Lauren’ı düşmanca tavırlar içinde, her şeye kusur bulan, aşırı duygusal tepkiler veren biri diye tanımlıyordu. Lauren, Dan’i soğuk, hiçbir şey anlatmayan, kayıtsız diye tarif ediyordu. Her ikisi de öbürünün değişmesini istiyordu. Bunun çift terapisinde sık görüldüğüne dikkatinizi çekeriz. Eşler birbirlerinin hassas noktalarını tırmandırmaya hizmet eden farklı, görünürde karşıt kişilerarası tarzlara sahip olabilirler ve bu tarzlar zaman içinde çatışmalar sıklaştıkça daha da kutuplaşır. Çiftlerdeki talep-geri çekilme örüntüleri (Eldridge & Christensen, 2002) ve çiftlerdeki bağlanma örüntüleri (bkz. Mikulincer & Shaver, 2007) üzerine literatür de bunu yansıtır. Ayrıca kişilerarası tarzların etkileşim biçimleri de etkin işlevselliği azaltabilir. Örneğin, adamın yakınlıktan kaçındığı, kadınınsa terk edilme kaygısı yaşadığı çiftlerde erkekler eşlerine yaklaşıp destek istemekte güçlük yaşarken, kadınlar da eşlerinin sıkıntısını fark etmekte güçlük çeker (Beck, Pietromonaco, DeBuse, Powers & Sayer, 2013). Terapi sırasında ortaya çıktı ki gerçekten Lauren’ın duygusal tepkiselliğe, Dan’in de duygusal büzülmeye meyli vardı ve bu dinamik onları kutuplaştırıyordu. Ortaya çıkan başka bir şey de Lauren’ın davranışının sorunlu olduğunu 18 SORUN EŞİMDE kabul edebilmesi ve değişime açık olması, Dan’in ise ne davranışını sorunlu gördüğü ne de değişime açık olduğuydu. Dan’in tarzının oldukça kökleşmiş ve çok dar bir değişim aralığında bulunduğu da ortaya çıktı. Öte yandan, Lauren daha geniş bir düzenleme stratejisi ve kişilerarası davranış yelpazesinden faydalanabiliyordu. Böyle olunca karşımıza ilginç bir ikilem çıktı – Dan’in değişmeyeceği açıkken Lauren’ın değişimini nasıl destekleyecektik? Lauren’ın kabullenme üzerine çalışması gerekiyordu, Dan’in de öyle ama Dan ayrıca Lauren’ın değişmesinin meyvelerini de topluyordu. Sonunda bu ikilem hakikaten Lauren ve Dan’in ilerleme kaydetmesinin önüne geçti, zira Lauren Dan’in değişememesine sinir oluyordu. Bu arada çatışmalarının sıklığı ve yoğunluğu azaldı, ayrılmamaya karar verdiler. Kabullenme çalışmasındaki odak noktası her iki eşin de öbürünün niye o şekilde davrandığını anlamasını ve birbirlerine empati geliştirmesini sağladı. terileri gayet sıradan şeylerdi ve kimse durup bunları düşünmezdi. Lauren için bu tür davranışlarda paniğe kapılacak bir şey yoktu ve tabi ki, onun için, ilişkinin tehlikede olduğu anlamına gelmiyordu. Dan bunu anlayabildiğinde eşinin duygusal tepkiselliğinden daha az korkmaya başladı ama yine de kendisini huzursuz eden bir şeydi. Örneğin, Dan mantığın hakim olduğu, duygudan çok uzak bir ailede büyümüştü. Yoğun duygu gösterileri ona yabancı ve korkutucu geliyor, yargılandığını hissediyor ve ilişkinin kırılma noktasına geldiğini düşündürüyordu. Lauren’ı suçlamak yerine bunları ona ifade edebildiğinde Lauren eşinin tepkisini ve kendi davranışının onun üstünde nasıl bir etki bıraktığını yeni bir şekilde anlayabildi. Bu da eşine karşı davranışlarını değiştirme isteği duymasına yardım etti. Son Söz Lauren’ın ailesi aşırı duygusaldı. Bağırıp çağırma ve yoğun duygulanım gös- Lauren ayrıca duygularını düzenlemenin kişisel faydalarını da görmeye başladı ve böyle olunca daha içsel-özerk bir değişim güdülenmesi geliştirdi. Bunun yukarıda bahsettiğimiz ikilemle baş etmede epey faydası oldu, çünkü Lauren kendisine iyi gelecek bir değişim yaşadığını hissedebiliyordu. Sonunda çift birbirlerine uyum gösterme çabalarında bulundu ve elbette ilişkiye bağlılıkları arttı ancak tedavinin sonunda ikisi de hâlâ kabullenmeyle mücadele ediyordu fakat birlikte ilerlemek için önlerindeki tek yolun bu olduğunun da farkındaydılar. Çift terapisinde kabullenmeye odaklanılmasını destekleyen güçlü teori, klinik gözlem ve araştırmalar bulunuyor. Ayrıca kabule dayalı müdahaleleri içerek tedavilerin başarısını göstererek terapi sonucu araştırmaları da umut vadediyor. Ancak kabullenme sürecinin kendisi üzerine çok az araştırma yapılmış durumda ve gelecekteki araştırmaların birincil odak noktası bu olmalı. Araştırmalar kabullenmenin iddia ettiği belli değişim türleriyle ilişkili olup olmadığını odaklanmaya (South ve diğerlerinin 2010 SULLIVAN ve DAVILA tarihli araştırmasında olduğu gibi) devam etmenin yanı sıra iki ayrı soruya daha eğilmelidir. Birincisi, insanlar kabullenmeyi ne ölçüde gerçekleştirebilirler? Müdahalelerde terapistler insanların kabullenme kapasitesi olduğunu varsayarlar ancak insanların kapasitesinin sınırları, kabullenmeyi sürdürmelerini sağlayan içsel süreçler ve kabullenmeyi teşvik eden şartlar (eşin davranışları gibi) net değildir. İkincisi, bir insanın veya bir ilişkinin hangi nitelikleri kabullenmeyi kolaylaştırır veya zorlaştırır? Kabule dayalı müdahalelerin kimde daha çok kimde daha az işe yarayacağını bilmek, çiftlerin en çok faydalanacağı tedavileri sunma yönünde önemli bir adım olacaktır. Özet olarak, sorunun eşinde olduğu ve eşinin değişmesi gerektiği inancı, çift terapistlerinin sık karşılaştığı çetrefilli bir meseledir. Bu meseleyle karşı karşıya kalındığında şunların yapılmasını öneriyoruz: Tam olarak neyin değişmesi gerektiğini değerlendirin. O şeyin değişebilirliğini değerlendirin – karakter özelliği mi, davranış mı? Ne kadar kökleşmiş durumda? Değişimin önünde kültürel veya cinsiyete dayalı engeller var mı? Eş, değişmek istiyor mu ve değişimin hangi aşamasında? Değişimin mümkün olduğunu ama zor olabileceğini eşlerin fark etmesini sağlayın – bunu duymaktan hoşlanmayacaklarını unutmayın! 19 Bireysel değişimin mümkün olduğu görülürse, eşlerin değişim yolunda destek mi köstek mi olacağını değerlendirin ve terapi kararlarınızı ona göre verin. Değişim mümkün olmadığında kabule dayalı bir yaklaşım kullanın. Çiftlerin terapiden bir şey kazanmadan ayrılmasının veya kazanımların kalıcı olmamasının sık görülen bir durum olduğunu unutmayın. Kabullenme teknikleri danışanların eşlerinin sorunlu davranışını anlaşılabilir veya en azından dayanılabilir diye yeni bir çerçeveye oturtmasına ve her iki eşin de ihtiyaçlarının karşılanması için birlikte çalışmalarına yardımcı olmada umut vadediyor. Değişim mümkün olduğunda bile eşlerin birbirlerine karşı empati geliştirmelerine yardımcı olun, sorunun etrafında bir araya gelmelerine yardım edin ve çok fazla terapist eliyle saptanmış değişiklik belirlemeyerek içsel-özerk güdülenmeyi destekleyin. Odak noktası ister değişim ister kabullenme isterse de her ikisi birden olsun, çiftin “sorun eşimde” noktasından “sorun ortada” noktasına kaymasına yardımcı olmak faydalı bir adım olacaktır. 20 SORUN EŞİMDE KAYNAKLAR Baucom, D. H., Epstein, N., Sayers, S., & Sher, T. G. (1989). The role of cognitions in marital relationships: Definitional, methodological, and conceptual issues. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 57, 31– 38. doi:10.1037/0022-006X .57.1.31 Beck, L. A., Pietromonaco, P. R., DeBuse, C. J., Powers, S. I., & Sayer, A. G. (2013). Spouses’ attachment pairings predict neuroendocrine, behavioral, and psychological responses to marital conflict. Journal of Personality and Social Psychology, 105, 388–424. doi:10.1037/a0033056 Bianchi, S. M., Milkie, M. A., Sayer, L. C., & Robinson, J. P. (2000). Is anyone doing the housework? Trends in the gender division of household labor. Social Forces, 79, 191– 228. Caspi, A., Roberts, B. W., & Shiner, R. L. (2005). Personality development: Stability and change. Annual Review of Psychology, 56, 453–484. doi: 10.1146/annurev.psych.55.090902.141913 Cowan, C. P., & Cowan, P. A. (2000). When partners become parents: The big life change for couples. Mahwah, NJ: Erlbaum. Davila, J., & Cobb, R. (2003). Predicting change in self-reported and interviewerassessed adult attachment: Tests of the individual difference and life stress models of attachment change. Personality and Social Psychology Bulletin, 29, 859–870. doi:10.1177/0146167203029007005 Davila, J., Karney, B. R., & Bradbury, T. N. (1999). Attachment change processes in the early years of marriage. Journal of Personality and Social Psychology, 76, 783–802. doi:10.1037/0022-3514.76 .5.783 Davila, J., & Kashy, D. A. (2009). Secure base processes in couples: Daily associations between support experiences and attachment security. Journal of Family Psychology, 23, 76–88. doi:10.1037/ a0014353 Davila, J., & Sargent, E. (2003). The meaning of life (events) predicts change in attachment security. Personality and Social Psyc- hology Bulletin, 29, 1383–1395. doi:10.1177/0146167203256374 Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2008). Facilitating optimal motivation and psychological wellbeing across life’s domains. Canadian Psychology/ Psychologie canadienne, 49, 14–23. doi:10.1037/ 0708-5591.49.1.14 Dimidjian, S., Martell, C. R., & Christensen, A. (2008). Integrative behavioral couple therapy. In A. Gurman (Ed.), Clinical Handbook of Couple Therapy (4th ed., pp. 73–106). New York: Guilford Press. Doss, B. D., Atkins, D. C., & Christensen, A. (2003). Who’s dragging their feet? Husbands and wives seeking marital therapy. Journal of Marital and Family Therapy, 29, 165–177. doi:10.1111/j.17520606.2003.tb01198.x Dweck, C. S. (2008). Can personality be changed? The role of beliefs in personality and change. Current Directions in Psychological Science, 17, 391– 394. doi:10.1111/j.1467-8721.2008.00612.x Eldridge, K. A., & Christensen, A. (2002). Demandwithdraw communication during couple conflict: A review and analysis. In P. Noller & J. A. Feeney (Eds.), Understanding marriage: Developments in the study of couple interaction (pp. 289–322). New York, NY: Cambridge University Press. doi: 10.1017/CBO9780511500077.016 Ferguson, C. J. (2010). A meta-analysis of normal and disordered personality across the life span. Journal of Personality and Social Psychology, 98, 659–667. doi:10.1037/a0018770 Ferster, C. B. (1967). Arbitrary and natural reinforcement. The Psychological Record, 22, 1–16. Fowers, B. J. (1991). His and her marriage: A multivariate study of gender and marital satisfaction. Sex Roles, 24, 209–221. doi:10.1007/BF00288892 Franks, M. M., Stephens, M. A. P., Rook, K. S., Franklin, B. A., Keteyian, S. J., & Artinian, N. T. (2006). Spouses’ provision of health-related support and control to pati- SULLIVAN ve DAVILA ents participating in cardiac rehabilitation. Journal of Family Psychology, 20, 311–318. doi:10.1037/0893-3200.20.2.311 Gallagher, P., Fleeson, W., & Hoyle, R. H. (2011). A self-regulatory mechanism for personality trait stability: Contra-trait effort. Social Psychological and Personality Science, 2, 335–342. doi:10.1177/ 1948550610390701 Halford, W. K., Hayes, S., Christensen, A., Lambert, M., Baucom, D. H., & Atkins, D. C. (2012). Toward making progress feedback an effective common factor in couple therapy. Behavior Therapy, 43, 49–60. doi:10.1016/j.beth.2011.03.005 Hopwood, C. J., Donnellan, M. B., Blonigen, D. M., Krueger, R. F., McGue, M., Iacono., W. G., & Burt, S. A. (2011). Genetic and environmental influences on personality trait stability and growth during the transition to adulthood: A three-wave longitudinal study. Journal of Personality and Social Psychology, 100, 545–556. doi:10.1037/ a0022409 Jacobson, N. S., & Christensen, A. (1996). Integrative couple therapy: Promoting acceptance and change. New York, NY: Norton. Jacobson, N. S., & Margolin, G. (1979). Marital therapy: Strategies based on social learning and behavior exchange principles. New York, NY: Guilford Press. Johnson, S. M., & Denton, W. (2002). Emotionally focused couple therapy: Creating secure connections. In A. S. Gurman & N. S. Jacobson (Eds.), Clinical handbook of couple therapy (3rd ed., pp. 221–250). New York, NY: Guilford Press. Johnson, S. M., & Greenberg, L. S. (1987). Emotionally focused marital therapy: An overview. Psychotherapy: Theory, Research, Practice, Training, 24, 552–560. doi:10.1037/h0085753 Jones, E. E., & Harris, V. A. (1967). The attribution of attitudes. Journal of Experimental Social Psychology, 3, 1–24. doi:10.1016/00221031(67)90034-0 21 Koerner, K., Jacobson, N. S., & Christensen, A. (1994). Emotional acceptance in integrative behavioral couple therapy. In S. C. Hayes, N. S. Jacobson, V. M. Follette, & M. J. Dougher (Eds.), Acceptance and change: Content and context in psychotherapy (pp. 13–32). Reno, NV: Context Press. Lewis, M. A., & Butterfield, R. M. (2007). Social control in marital relationships: Effect of one’s partner on health behaviors. Journal of Applied Social Psychology, 37, 298– 319. doi:10.1111/j .0021-9029.2007.00161.x Lewis, M. A., & Rook, K. S. (1999). Social control in personal relationships: Impact on health behaviors and psychosocial distress. Health Psychology, 18, 63–71. doi:10.1037/0278-6133.18.1.63 McCrae, R. R., & Costa, P. T., (2006). Crosscultural perspectives on adult personality trait development. In D. K. Mroczek & T. D. Todd (Eds.), Handbook of personality development (pp. 129– 145). Mahwah, NJ: Erlbaum. Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics, and change. New York, NY: Guilford Press. Miller, W. R., & Rollnick, S. (2002). Motivational interviewing: Preparing people for change (2nd ed.). New York, NY: Guilford Press. Norcross, J. C. (2011). Conclusions and recommendations of the Interdivisional (APA Divisions 12 & 29) Task Force on EvidenceBased Therapy Relationships. Washington, DC: American Psychological Association. doi:10.1037/e740432011-001 Overall, N. C., Simpson, J. A., & Struthers, H. (2013). Buffering attachment-related avoidance: Softening emotional and behavioral defenses during conflict discussions. Journal of Personality and Social Psychology, 104, 854 – 871. doi: 10.1037/a0031798 Owen, J., Duncan, B., Anker, M., & Sparks, J. (2012). Initial relationship goal and couple therapy outcomes at post and six-month 22 SORUN EŞİMDE follow-up. Journal of Family Psychology, 26, 179 –186. doi: 10.1037/a0026998 Prochaska, J. O., & DiClemente, C. C. (2005). The transtheoretical approach. In J. C. Norcross & M. R. Goldfried (Eds.), Handbook of psychotherapy integration (2nd ed., pp. 147–171). New York, NY: Oxford University Press. Rollings, K. H., Cuperman, R., & Ickes, W. (2011). Empathic accuracy and inaccuracy. In L. M. Horowitz & S. Strack (Eds.), Handbook of interpersonal psychology: Theory, research, assessment, and therapeutic interventions (pp. 143–156). Hoboken, NJ: Wiley. Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2000). Selfdetermination theory and the facilitation of intrinsic motivation, social development, and well-being. American Psychologist, 55, 68–78. doi:10.1037/0003-066X.55 .1.68 Ryan, R. M., Lynch, M. F., Vansteenkiste, M., & Deci, E. L. (2011). Motivation and autonomy in counseling, psychotherapy, and behavior change: A look at theory and practice. The Counseling Psychologist, 39, 193–260. doi:10.1177/0011000009359313 Selman, R. L., Beardslee, W., Schultz, L. H., Krupa, M., & Podorefsky, D. (1986). Assessing adolescent interpersonal negotiation strategies: Toward the integration of structural and functional models. Developmental Psychology, 22, 450 – 459. doi: 10.1037/0012-1649.22.4.450 Snyder, D. K., Mangrum, L. F., & Wills, R. M. (1993). Predicting couples’ response to marital therapy: A comparison of short- and long-term predictors. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 61, 61–69. doi:10.1037/0022-006X .61.1.61 Snyder, D. K., & Wills, R. M. (1989). Behavioral vs. insight-oriented marital therapy: Effects on individual and interspousal functioning. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 57, 39–46. doi:10.1037/0022006X.57.1.39 South, S. C., Doss, B. D., & Christensen, A. (2010). Through the eyes of the beholder: The mediating role of relationship acceptance in the impact of partner behavior. Family Relations, 59, 611–622. doi:10.1111/j.1741-3729.2010.00627.x Specht, J., Egloff, B., & Schmukle, S. C. (2011). Stability and change of personality across the life course: The impact of age and major life events on mean-level and rankorder stability of the Big Five. Journal of Personality and Social Psychology, 101, 862– 882. doi:10.1037/a0024950 Sullivan, K. T., Pasch, L. A., Bejanyan, K., & Hanson, K. (2010). Social support, social control and health behavior change in spouses. In K. T. Sullivan & J. Davila (Eds.), Support processes in intimate relationships (pp. 219 –239). New York, NY: Oxford Press. doi:10.1093/acprof:oso/ 9780195380170.003.0009 Tucker, J. S., & Anders, S. L. (2001). Social control of health behaviors in marriage. Journal of Applied Social Psychology, 31, 467– 485. doi:10.1111/j .1559-1816.2001.tb02051.x Tucker, J. S., & Mueller, J. S. (2000). Spouses’ social control of health behaviors: Use and effectiveness of special strategies. Personality and Social Psychology Bulletin, 26, 1120– 1130. doi:10.1177/ 01461672002611008 Whisman, M. A., Dixon, A. E., & Johnson, B. (1997). Therapists’ perspectives of couple problems and treatment issues in couple therapy. Journal of Family Psychology, 11, 361–366. doi: 10.1037/0893-3200.11.3.361 Wills, R. M., Levin Faitler, S., & Snyder, D. K. (1987). Distinctiveness of behavioral versus insight- oriented marital therapy: An empirical analysis. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 55, 685–690. doi:10.1037/0022-006X.55.5 .685 Kişilerarası İlişkilerde Bilişsel Çarpıtma: Kişi Algısı Üzerine Yapılan Sosyal Bilişsel Araştırmaların Klinik Etkileri Susan M. Andersen ve Elizabeth Przybylinski New York Üniversitesi Yeni insanlarla kurulan günlük etkileşimler genellikle bireyin kişilerarası geçmişinin etkisi altında kalır ki bu geçmiş kişinin yeni insanları nasıl algıladığını, onlara nasıl davrandığını ve kendini o anda nasıl hissettiğini etkiler. Kişilerarası algıdaki önyargılar, bireyin yaşamındaki önemli ötekilere dair zihinsel tasarımlar gibi ilişkisel bilgilerin harekete geçip kullanılmasından doğar ve böylece geçmiş ilişkiler yeni ilişkilere nüfuz eder. Bu sosyal-bilişsel süreç ve bu tür bağlamlarda etkinleşen ilişkisel kendilik üzerine yapılan araştırmalar, bunun terapi ortamı dışında meydana gelen ve klinik olmayan “normal” bir süreç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu sosyal-bilişsel sürecin günlük yaşamda ve tedavide nasıl (ve neden) tetiklendiği, iyi ya da kötü ne gibi sonuçlara yol açtığı gibi bulguları ve bu sürece dair kuramsal çerçeveyi inceleyeceğiz. Ayrıca bu sürecin klinik yönden etkilerini de ele alarak bu şekilde ortaya çıkan sorunlu ilişki kalıplarının bireye sıkıntı verecek duruma gelmesi halinde nasıl değiştirilebileceğine odaklanacağız. Anahtar sözcükler: sosyal biliş, kişi algısı, bilişsel çarpıtma, önyargı, ilişkiler G eçmişteki ilişkiler insanların kendilerini nasıl gördüğünü ve nasıl davrandığını etkiler – bu kavramın psikoloji alanındaki geçmişi eskiye dayanır (James, 1890; Mead, 1934) Yirmi yıldan uzun süredir sıradan insanlarla kişilerarası algıdaki sosyal-bilişsel süreçler üzerine yapılan araştırmalardan elde edilen kanıtlar göstermektedir ki özellikle önemli ötekiler bireyin yeni insanlara verdiği tepkileri etkiler (örn. Andersen & Glassman, 1996; Chen & Andersen, 1999). Yakınındaki insanlarla ilgili bellekte depolanan bilgiler genelde kişilerarası etkileşimlerde uyanır ve yeni insanların nasıl algılandığını etkiler. Hemen ardından, bireylerin o anda kendilerini nasıl kurguladıkları köklü biçimde değişimlere uğrar ki bu da bir dizi duygusal ve güdülenmeyle ilgili etkiye yol açar (Andersen & Chen, 2002). Psikoloji biliminde yaptığımız basit araştırmada, bu süreçlerin günlük hayatta “normal” bireylerde nasıl ortaya çıktığına odaklanıyoruz ancak bu olguların net klinik anlamları olduğuna da inanıyoruz. Kanıtlar klinisyenlerin ilgi ve dikkatini haklı çıkarabilir, zira bu süreçlerin bilişsel önyargılara yani bireyde yorumlama ve bellekle ilgili önyargılara yol açtığını göstermektedir. Eğer bu süreçlerin kişi için acı verici veya sorunlu sonuçları varsa, çatışmaya, eziyete veya uyum bozucu davranışa yol açıyorsa bu süreçler 24 KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE BİLİŞSEL ÇARPITMALAR sıkıntı verici olabilir ve kişi onları değiştirmek isteyebilir. Geçmişten olumlu bir ilişkinin uyarılmasının bazen yeni ilişkilere faydası dokunabilse de, geçmişteki bu ilişkinin sıkıntılı olması halinde böyle bir faydanın söz konusu olması pek mümkün değildir. Bu incelemede önce insanlarla karşılaşıldığında geçmiş ilişkileri ve bunlarla ilgili önyargıları uyandıran sosyal-bilişsel süreçleri tanımlıyoruz; ardından, konuyla ilgili deneysel bulguları ve görüngüleri ana hatlarıyla inceliyoruz. Bu kanıtların bireyin terapi ilişkisinde ve tedavideki kişilerarası işlevselliği açısından nasıl anlamlar barındırdığını ele alarak incelememizi sonuçlandırıyoruz. Önemli öteki tanımlarken, kişinin üzerinde derin etkisi (olmuş) olan ve büyük duygusal yatırım yaptığı herhangi birini kastediyoruz. Bunun içine aile üyeleri, eski veya mevcut sevgililer/eşler, dostlar, yakın iş arkadaşları, vs. girer. Bizim modelimizde (Andersen & Chen, 2002), insanların kendilerine dair algıları (ve aslında kişilikleri) önceki önemli ilişkilerinde saklıdır ki biz bu olguya ilişkisel kendilik diyoruz. Dolayısıyla insanların kendilerini algılama ve ifade etme biçimlerini barındıran bir dağarcığı vardır ve bu biçimlerden her biri yaşamlarındaki belli bir önemli ötekiyle bağlantılı olarak gelişmiş ve öğrenilmiştir. Her biri bellekte zihinsel olarak temsil edilerek kişinin bu öteki kişiyle ilişkisine ve haliyle onunlayken yaşadığı kendilik hissine bağlanır. Kişi hayatındaki önemli birine (görünüşü, tavırları, insanlarla ilişkileri, inanç- ları veya karakteri itibariyle) belli belirsiz ve farkında olunmayan şekilde bile benzeyen yeni biriyle karşılaştığında önemli ötekilerin zihinsel temsilleri etkinleşir. Önemli ötekiyle olan ilişki ve buna karşılık gelen ilişkisel kendilik de bu süreçte dolaylı olarak etkinleşir. O yüzden kişiler bu yeni insanı önemli öteki tarafından tanımlı bir mercekten algılama eğiliminde olup o kişiyi olduğundan daha fazla önemli öteki gibi görürler. Bu yeni insanı anımsayışları bellekte de benzer bir önyargı oluştuğunu gösterir. Yeni insanın değerlendirilmesi, ondan beklentiler, onunla hedeflenenler ve diğer açık davranışların yanı sıra belli duygulanım durumları da etkilenir – bu etkilemeler o önemli ötekiyle olan ilişkide tipik olan ne varsa ona paralel seyreder. Böyle olunca, kişinin o andaki işler kendilik algısı ilişkisel kendiliğe kayar ki bu ilişkisel kendiliğin dayandığı şey, ortamdaki benzerlik “işaretleriyle” etkinleşen önemli ötekiyle ilişkili bilgilerdir. Nihayetinde kişi bu yeni insanla iyi de olsa kötü de olsa aynı ilişkiyi tekrar yaratabilir (Andersen & Chen, 2002). Klinik ve Sosyal Bilişsel Temeller Zihnin deneyimi örgütlemek için önceki bilgileri kullanarak algılama sürecini basitleştirmesi üzerine yapılan araştırmalar temelinde uzun zamandır kişilikte bilişin rolü anlaşılagelmektedir. Bilişsel işlemlemedeki sınırlı kapasite düşünüldüğünde insanların az çok bilişsel cimriler olduğu söylenebilir (Fiske & Taylor, 1991) – bilgi işlemlemeye harcanan bilinçli çaba asgari düzeyde tutulur. Bilişsel temsiller kendileriyle ilgili tetikleyici ANDERSEN ve PRZYBYLINSKI işaretlerle dürtüldüğünde kişilerarası algıyı derinden etkiler ki bu bilgiler sık sık akla gelen bilgilerde bu etki daha da büyük olur – önemli ötekilerle nispeten durumun böyle olduğunu söyleyebiliriz. Her halükarda bir ortamdaki veya bir insanla karşılaşıldığında alınan işaretler önceki bilgileri kısa süreliğine etkinleştirir, bilişsel olarak erişilebilir kılar ve bu bilgiler muhtemelen yorumlamada kullanılır (örn., Higgins, 1996). Önemli ötekiyle ilgili bilgilerin kullanılması insanların çabadan (bilişsel bir kaynaktan) tasarruf etmesine olanak sağlar ve bu bilgiler kişisel yapıların etkinleştiği ve kullanıldığı temel bilişsel süreçler bağlamında aşağı yukarı sosyal kategorilerle aynı işlevi görür. İster birinin bir özelliği ister belli insanlara dair bir etiket isterse de önemli bir ötekinin ismi olsun, süreç aynıdır; sadece önemli öteki kişinin kendiliğiyle de bağlantılı olduğu için önemli ötekiyle ilgili bilgilerin etkinleşmesinin kişinin kendilik algısı ve duygusal tepkileri üzerine de dolaylı etkileri olur. Karşılaşılan işaretler çok önemlidir zira kişinin önceden tasarlanmış kavramlarını ve önceki bilgilerini ön plana çıkaran ve ardından davranışı etkileyebilen tetikleyicilerdir. Bu tür bulguların günlük hayatta ne kadar yer aldığı düşünüldüğünde, terapistlerin önceki ilişkisel bilgilerin insan ilişkilerinde nasıl uyandırıldığına ve sahnelendiğine dair bir şeyler bilmesi önemlidir. Aslında bu psikoterapide de meydana gelir (Safran & Muran, 2000; Safran, Muran, & Eubanks- Carter, 2011; Safran & Segal, 1990). Elbette bilişseldavranışçı geleneğin ilk dönemlerinde 25 yazılanlar depresyonda şemaları (kendilikle, dünyayla ve gelecekle ilgili, Bec, 1977) ele almaktadır ancak tam olarak ilişkisel bir açıdan değil. Bilişsel terapi üzerine daha güncel çalışmalar (örn., Young, Klosko, & Weishaar, 2003) tedavide şema kullanımının yanı sıra hem insanların çektiği sıkıntılarda hem de psikoterapide ilişkisel süreçlerin yerini daha fazla vurgulamaktadır. Bu gelişmelere rağmen, bilişsel terapi halen bilişlerin geçmişi olduğunu göz ardı etmekle eleştirilmektedir. Bireyin sıradan durumlarla geçmişten gelen hangi bilgileri nasıl bağladığını anlamak elzemdir. Elbette kendiliğin kişilerarası doğası kişilik kuramcıları ve klinik psikologların bilmediği bir şey değildir (örn. Bowlby, 1969; Sullivan, 1953/ 1997). Örneğin, Sullivan (1953/1997) kendiliği anlamanın en iyi yolunun kişinin insanlarla ilişkilerinden geçtiğini ve bu tür ilişkilerden edinilen ilişkisel öğrenmenin yeni ilişkilerde eski örüntüleri yeniden yaratmanın zeminini oluşturabileceğini öne sürmüştür. Bireylerin temel güvenlik ve tatmin ihtiyaçlarını karşılama (önemli ötekilerle ilişkisel ihtiyaçları karşılarken aynı zamanda yetkinliklerini geliştirme ve kullanma, algılarını, düşüncelerini ve hislerini ifade etme) arayışındayken birbirleriyle kurdukları etkileşimlerde tipik olarak görülen dinamikler (“dinamizmler”) yoluyla önemli ötekilerin “kişileştirmelerini” ve bunların bellekte kendine dair kişileştirmeyle bağlantılarını geliştirdiğini öne sürmüştür. Kişileştirmeler ve dinamizmler yeni insanlarla karşılaşıldığında parataksik çarpıtma olarak ortaya
© Copyright 2024 Paperzz