ARAŞTIRMA MAKALESİ Son Dönem Hastalarında Psikiyatrik Yaklaşım n Çağdaş H. YELOğLU*, Hülya GÜVELİ**, Çiçek HOCAOğLU *** Asist. Dr. Psikiyatri Kliniği, Psikiyatri Kliniği, Rize Eğitim ve Araştırma Hastanesi ** Uzm. Dr., Psikiyatri Kliniği, Rize Eğitim ve Araştırma Hastanesi *** Doç. Dr., Rize Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Rize. ÖZET * Yazışma adresi: Correspondence: Çiçek Hocaoğlu, Rize Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı, İslampaşa Yerleşkesi, 53100 Rize, Telefon: +90-464174274, E-Posta: cicekh@gmail.com Günümüzde modern tıbbın gelişen tüm olanakları sunulmasına karşın yine de tedavilerin yetersiz kaldığı, ölümün beklendiği son dönemler yaşanmaktadır. Bazen günler, aylar sürebilen bu dönemde hastalar ve hasta yakınları pek çok tıbbi, psikososyal, etik ve yasal sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Buna karşın son dönem hastalarına ait klinik belirtiler ve tedavi yaklaşımları konusundaki bilgiler yetersizdir. Özellikle son dönem hastalarında sıklıkla izlenen korku, kaygı ve depresif belirtilerin tanınması ve tedavisi konusundaki girişimler hastanın bu dönemindeki yaşam kalitesini arttırmada önemlidir. Biz bu derlemede son dönem hastalarında, klinik görünüm, ruhsal belirtiler, klinik gidiş ve psikiyatrik tedavi yaklaşımlarını gözden geçirdik. Anahtar Kelimeler: Son dönem, ruhsal belirti, psikiyatrik tedavi ABSTRACT Psychiatric Approach in Terminally Ill Patients Today, even if we have all facilities of modern medicine and most advanced technology ever known, even though not as much as it used to be, we still, come to a point and see that our treatment is not enough for patient to recover and live. Patient gets closer to death each day and death could take days to months. In this period both patients and his relatives face with some medical, psychosocial, legal and ethical difficulties. Whereas there is very limited knowledge about the terminally ill patients’ clinical symptoms and caring options in literature; especially, it’s very important to recognize anxiety, fear, and depressive symptoms in palliative care patient for improving the quality of remaining life. In this review we examined clinical aspects, psychiatric symptoms, clinical course and psychiatric treatment in terminally ill patient. Keywords: terminally ill, psychiatric symptoms, psychiatric treatment “Üzgünüz, yaşamanız için yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Birkaç hafta içinde ölebilirsiniz.” GİRİŞ Tıp alanındaki teknolojik ilerlemeler ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasıyla ölüm hızları düşerek ortalama insan ömrü uzamıştır. Önceleri ölümcül özellikteki pek çok hastalığın günümüzde tedavi edilebilir olması oldukça önemlidir. Ancak bütün bu olumlu yüz güldürücü gelişmelere karşın yine de pek çok hasta ve yakını açısından oldukça sıkıntılı geçebilen bir ‘son dönem’ in yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Farklı birçok tıbbi hastalığa bağlı ortaya çıkabilen son dönemin klinik belirti ve bulgularının iyi tanınması, tedavi edilebilmesi, hastanın ölüme hazırlık sürecinin iyi ve rahat geçirmesine yardımcı olacaktır. Özellikle son dönem hastalarındaki sıklıkla korku, kaygı, uykusuzluk, depresif belirtilerin görüldüğü konu ile ilgili pek çok çalışmada belirtilmiş olmasına karşın, tanısal sınıflandırma ve tedavi yaklaşımları konusundaki bilgiler yeterli değildir. Ölümcül hastaların bakımında temel amaç, hastanın fiziksel ve ruhsal yönden ra- hatlığının sağlanması ve kalan yaşam süresinin kalitesinin arttırılması olmalıdır. Bu yazıda, konu ile ilgili temel araştırmalardan yola çıkılarak son dönem hastalarındaki psikiyatrik belirti ve bozukluklara tanısal yaklaşımlar, sosyal uyum, klinik görünüm, risk etmenleri, klinik gidiş ve psikiyatrik tedavi yaklaşımları ele alınmıştır. Son Dönem Nedir? Tanımı Yaşamın son dönemi ölümün haftalar veya aylar içinde beklendiği zaman dilimi olarak tanımlanabilir. Son evredeki hasta, yaşamının son günlerini yaşayan, ölmek üzere olan hasta anlamına gelir. Bu evredeki hasta başkalarına yük olma, ölürken fiziksel ve bilişsel yeteneklerin kaybolması, ölüm ile ilgili ağrı beklentisinde olma ve önemli yaşam hedeflerini başaramadan erken ölme korkusu içinde olabilir (Birol, 2004, Bahar 2007, Yamagishi ve ark.2008, Macleod ve ark.2012). Bu dönemde hastalar ve aileleri profesyonel desteğe gereksinim duymaktadırlar. AIDS, kanser ve diğer ölümcül son dönem hastalıklarda bir noktadan sonra modern tıp halen çaresizdir ve bu hastalar Sempozyum 43 için herkesin hayatındaki tek değişmez gerçek olan ölüm çok daha yakındır. Peki yaşamasına yönelik yapılabilecek hiçbir şey kalmamış bir hasta için ne yapılabilir? İşte palyatif bakımhospis hizmetleri bu sorunun yanıtıyla uğraşır. Breitbart ve ark.(2010) bildirdiğine göre; Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1990 yılında palyatif bakımı mevcut tıbbi hastalığın hiçbir tedaviye yanıt vermediğinde ağrı ve diğer fiziksel belirtiler yanında psikolojik ve sosyal sorunların çözülmesine odaklanıp, hastanın kalan zamanında yaşam kalitesini arttırmayı hedeflemek olarak tanımlamıştır. Bu tanıma göre ölüm ertelenmeye ya da hızlandırılmaya çalışılmaz, ağrı ve diğer belirtilerde rahatlama sağlanır, ruhsal ve bedensel yardımı birlikte ele alarak hastanın kalan süresini mümkün olduğunca aktif ve kaliteli geçirmesi için destekler. Bu konuda üstünde durmamız gereken bir başka kavramsa hospistir. Hospis bakım, son dönemdeki hastaya verilen bir bakım tipidir ve son günlerini yaşayan bireylerin yaşam kalitesini yükseltmeye odaklanır (Carlson ve ark. 2007, Escobar ve ark.2010). Kısaca palyatif bakım evleri olarak tanımlayabileceğimiz hospislerin ilk örneği 1840 yılında Fransa’da hizmet vermeye başlamıştır. İlk modern hospis örneği ise 1967 yılında Londra’da hemşire Cicely Saunders’ın kurduğu ve ölüme yaklaşan hastaların bakımının verildiği bir kurum ile “hospis” hareketi başlamıştır (Schonwetter 1996, Dik 2005). Gelişmiş ülkelerde daha da geliştirilen bu sistem şu anda son dönem hastaların evde bakımı, evde günlük vizitler, evde hemşirelik hizmetleri ve gerektiğinde hospitalizasyon hizmetlerini de sağlamaktadır (Arnold ve ark.2004). Ülkemizde “hospis” kavramı yeni yeni anlaşılmakta olup, bu tür kuruluşların yapısı ve işleyişleri hakkında yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Her 100 kişiden yaklaşık 70’inin isteği dışında hastanelerde öldüğü günümüzde hospisler hastaya rahat ve haysiyetli bir ölüm olanağı sunmaktadır (Teno ve ark.2009). Shneidman ‘ın (2007) bildirdiğine göre; Weissman 1972’de bu “rahat ve haysiyetli ölüm”ü şöyle tanımlamıştır; 1) İç çatışmaları mümkün olduğunca azalmış, 2) Hastanın kendi kimliğiyle ilgili bilişleri korunmuş, 3) Önemli kişilerarası ilişkiler korunmuş, varsa çatışmalar çözümlenmiş, 4) Bir evliliğe şahit olma, mezuniyete katılma, bir çocuğun doğumunu görme gibi geleceğe aktarılma hissini yaşatacak önemli yaşam olaylarına tanık olmak, Sempozyum 44 Yaşamının son dönemini yaşayan hastaların bakımı özel bir itinanın yanı sıra multidisipliner bir yaklaşımı gerektirmektedir. Özellikle son ana kadar bilinci açık olan hastaların ölüme kadar olan dönemde ağrısız, rahat ve kaliteli yaşam koşullarının sağlanması konusunda hasta ile ilgili tüm sağlık çalışanlarının işbirliği içinde çalışması önemlidir. Son dönem hastalarında görülen psikiyatrik bozukluklar Psikiyatrinin son dönem hastasındaki fiziksel ve psikolojik değişimler düşünüldüğünde konuyla en ilişkili tıp disiplini olması beklenir. Ancak literatürde bu konuyla ilgili yapılan çalışmalar konunun önemi dikkate alındığında görece oldukça azdır. Bir çalışmada 50 büyük ders kitabı taranmış ve psikiyatri ders kitaplarının diğer ders kitaplarına görece üstünlüğüne rağmen, konunun önemiyle ters orantı gösterecek şekilde bu kitapların içeriğinin yalnızca %2’sinin yaşamın son dönemindeki palyatif bakıma ayrıldığı görülmüştür (Rabow 2000). Canlılar arasında ölümünün kaçınılmaz olduğunu bilen ve ölüm sonrasındaki bilinmezliğin farkında olan tek canlı insandır ve kuşkusuz yaklaşan ölüm insan hayatındaki en büyük psikostressördür (Bahar 2007). Ölüm yaşamımızdaki en büyük kayıp olgusudur. Ancak deneyimlenmemiş olana karşı duyulan korku, yok olma korkusu ve bilinmeyene doğru yapılan yolculuk her bireyi korkutur (Dik, 2005). Bir yandan geleceğe ilişkin belirsizlik yaşanırken, diğer yandan hastalığın ölümü yaklaştırıyor olması hastaların duygulanımlarını olumsuz etkilemekte, kaygı ve korku düzeyini arttırmaktadır (Öz, 2001). Yaşamının son haftalarına-günlerine girmiş olmak psikiyatrik komplikasyonlar için artmış riski teşkil etmektedir (Breitbart 2004). Hatta yapılan çalışmalar umutsuzluk, depresyon, anksiyete gibi psikiyatrik belirtileri ağrı veya benzeri diğer fiziksel belirtilere göre daha sık görüldüğünü bildirmektedir (Portenoy 1994, Vogl 1999). Son dönem hastaları için önemli üç durum söz konusudur. Bunlar; ağrı, yalnızlık ve izolasyondur (Peykerli 2003). Ölümcül hastalıklar her hastada farklı şiddet, düzey ve çeşitte psikolojik tepkilere yol açmalarına rağmen sıklıkla gösterilen psikolojik tepkiler yas reaksiyonu, depresyon, kaygı, inkar, kızgınlık, hostilite, yansıtma, patolojik bağımlılık, agresif direnç, regresyon ve suçluluk duygusudur (Peykerli, 2003, Keser 2007). Konsültan psikiyatrlar bu tür belirtiler için uzman bakımı verebilmenin yanısıra sosyal, psikolojik, etik, yasal ve ruhsal sorunların çözümünde, hastanın kendisine konulan tanı ve biçilen ömrü sindirmesinde ve bunun beraberinde gelen varoluşsal karmaşayla başa çıkmasında yardımcı olabilir. Ruh sağlığı çalışanlarının en önemli görevlerinden biri de hastada oluşan çabuk ölüm hissini azaltmak, özkıyım riskini değerlendirmek ve ruhsal iyi hissetme durumunun sağlanmasıdır. Ayrıca yaşam destek ünitesine bağlanmama veya yeniden canlandırma kararları psikiyatrların katılımını gerektirir (Leydon ve ark.2000, Meier ve ark.2001). Konu ile ilgili çalışmalar hem hekimlerin hem de hastaların ölüm ile ilgili konuşmaktan kaçındığını ortaya koymuştur. Ölümle ilgili yapılan konuşmaların hekimlerin agresif tedavi eğilimlerini azalttığı ve böylece hastaya son dönemlerinde daha kaliteli bir hospis hizmeti verme olanağı sunduğu bildirilmiştir (Wright ve ark.2008, Breitbart ve ark.2010). Aynı şekilde hastalarla da yaklaşan ölümle ilgili konuşulunca çok daha fazla hastanın kendi isteğiyle solunum ve dolaşım fonksiyonları durduğunda yeniden canlandırma işlemi olan CPR (cardiopulmoner resusitation)’ın uygulanmaması kararları aldıkları ve hekimlerinden tıbbi durumuna yönelik agresif tedavi yerine, son anlarına daha rahat girmeyi talep ettikleri bildirilmiştir (Leydon ve ark.2000, Wright ve ark.2008). Dönemin zorluğu göz önüne alındığında son dönem hem önceki psikiyatrik hastalıkların depreşmesi hem de yenilerinin ortaya çıkma riskinin artmış olması bakımından psikiyatrik eştanının çok sık izlendiği bir dönemdir. Bu bölümde son dönem hastalarında en sık görülen ünsiyete bozuklukları, depresyon ve deliryumu ayrı ayrı olarak ele alacağız. Anksiyete Bozuklukları Anksiyete bozuklukları ölümün korkutuculuğundan dolayı en sık görülen psikiyatrik bozukluklardır (Kolpa 2011). Diken üstünde olma, nefes darlığı, uykusuzluk, otonomik aşırı uyarılma, vücutta uyuşmalar gibi anksiyetenin bedensel belirtileri çoğu zaman psikolojik ya da bilişsel belirtilerinden daha baskındır (Antony ve Swinson. 1996). Anksiyete bozukluklarının son evredeki kanser ve AIDS hastalarında görülme sıklığı %15-28’dir (Kerrihard ve ark.1999). Kanserli hastalarla yapılan çalışmalar anksiyete-depresyon birlikteliğinin sadece anksiyeteye göre daha sık görüldüğünü bildirmektedir (Payne ve ark.1999, Elbi 2008).Anksiyete görülme sıklığı hastalık iler- ledikçe ve genel durum kötüleştikçe artış gösterir (Rabkin ve Rabkin1997). Ayrıca hastalık ilerledikçe fiziksel durumdaki değişiklikler sosyal stigmaya neden olacağından anksiyete oluşumunda rol oynayabilir. Son dönemde hastada ortaya çıkan anksiyetenin nedenlerini mevcut duruma uyum bozukluğuyla seyreden reaktif anksiyete (ölümün yaklaştığının farkında olma, ölümle ilgili belirsizlik vs.), metabolik nedenlere ya da ilaçlara bağlı ortaya çıkan anksiyete (hipoksi, elektrolit dengesizlikleri, steroidler, antiemetikler, benzodiazepin geri çekilmesi vs.) ve geçmişteki ruhsal hastalığın yeniden ortaya çıkması olarak üzere 3 ana başlık altında sınıflandırabiliriz. Anksiyetesi olan son dönem hastasında dikkate alınması gereken önemli bir nokta da bu hastaların bozulmuş ilaç metabolizma etme yetenekleridir. Bunun yanında tıbbi durumundan dolayı zaten sedasyona eğilimi olabilecek hastada anksiyolitik olarak benzodiazepinler ve opiatlar tercih edilmemeli, kullanılsa bile yavaş etkili ve uzamış salınımlı olanlar düşünülmelidir (yaşlı hastalarda paradoksal ajitasyon). Hızlı etkili ilaçlarda ilaç geri–çekilme sendromu normalden birkaç gün geç ancak, ciddi ajitasyon ve anksiyeteye neden olabilir. Karaciğer toksisitesi düşük olan oksazepam, lorazepam, alprazolam tercih edilmelidir (Elbi 2008). Hastanede yatmakta olan son dönem hastalarında sık tansiyon- nabız, ateş v.b kontrolü nedeniyle geceleri sık uyanma ve bundan dolayı kaynaklanan bir gündüz ajitasyonu mevcut olabilir. Bunu önlemek için hastaya gece yaklaşırken zolpidem verilmesi önerilmiştir (Fine 2001). Son dönem hastalarında kontrol edilemeyen ağrı yakınması da anksiyeteye neden olabilir. Bir antiepileptik ilaç olan gabapentin özellikle nöropatik ağrının tedavisinde etkilidir. Aynı zamanda anksiyolitik özellikte olan bu ilaç hastaların nöbet ya da nöropatik ağrılarının kontrolünün yanısıra anksiyetenin giderilmesinde yardımcı olabilir (Pande 2000, Miller 2001). Yine paroksetin ve mirtazapin gibi anksiyolitik etkileri belirgin olan Seçici Serotonin Geri Alım Engelleyicileri (SSGE) özellikle panik bozukluğu olan son dönem hastalarında iyi birer seçenek olarak değerlendirilebilir (Goodnick 1999, Kast 2001). Bunun dışında son dönem hastalarındaki anksiyete bozukluklarının tedavisi diğer hastalardakine benzer özellikler içerir. En önemli farklılıklardan biri antidepresanların etki göstermesinin haftalar alması nedeniyle son dönem hastası için pek uygun olmamalıdır. Özellikle solunum yetmezliği olanlarda en güvenilir Sempozyum 45 anksiyolitikler düşük dozda kullanılacak olan antipsikotiklerdir (Wilner 2002, Gao ve ark. 2009). Bunların dışında normalde rutinde uygulanmayan rektal diazepam da başka yolla ilaç tedavisi uygulanamayan hastalar için bir seçenek olabilir. Depresyon Yazının önceki kısımlarında da bahsettiğimiz gibi son dönem hastalarında yaşanılan en büyük sorunlardan biri sağlık personeli içinde bile yaygın bir yanılgı olan klinik düzeyde depresyonun sürecin doğal bir bileşeni olduğudur. Ancak bu durum hemen her hastada gözlemleyebileceğimiz yaklaşan ölümle artan emosyonel stresin klinik depresyonla karıştırılmasından kaynaklanır. Gerçekte depresyon emosyonel stres ve diğer normal reaksiyonların aksine hastanın son günlerini belirgin olarak zorlaştıran ve tedavi gerektiren bir durumdur. Her ne kadar depresyonun son dönem hastalarında normal popülasyona oranla daha sık görüldüğü kabul edilmişse de tam olarak sıklığı net bir şekilde belli değildir. Çeşitli çalışmalarda %1-76 arasında oranlar verilmiştir. (Wilson ve ark. 2000, Stiefel ve ark. 2001, Fine 2001). Depresif belirtilerin son dönemdeki hastalarda normal popülasyona oranla daha sık görülmesi sadece yaşanılan dönemin olağandışı ruhsal koşullarından kaynaklanmayabilir. Hastanın tıbbi durumuna bağlı olarak, beyin içi yer kaplayan kitleler, paraneoplastik sendromlar ve özellikle son evredeki hastalarda sık kullanılan benzodiazepinler, steroidler, kemoterapötikler depresyonu arttırıcı etmenler olarak ayrıca irdelenmelidir. Hastada depresif belirtiler gözlendiğinde tanı koyma aşaması genel olarak diğer yöntemlerden farklı değildir. Ancak Chochinov ve ark. (1997) birçok farklı ölçeği ve kendi deneysel ölçeklerini kıyasladığı bir çalışmada tek sorudan oluşan bir anket olan “ son 2 haftadır kendinizi depresif hissediyor musunuz ?” sorusunun son dönem hastaları için en uygun değerlendirme testi olduğu belirtilmiştir. Bu dönemde başlıca psikofarmakolojik ve psikoterapötik olmak üzere iki sağaltım seçeneği vardır. Psikoterapötik yaklaşımlardan ilerleyen bölümlerde ayrıntılı olarak bahsedileceğinden burada farmakolojik seçenekler üzerinde duracağız. Son dönem hastalarında farmakolojik tedavi için bahsedebileceğimiz belki de en büyük zorluk ilacın etkinliğini göstermesine yetecek zamanın kısıtlılığıdır. Günümüzde çok sık kullandığımız en etkili ve güvenilir antidepresanlar olan SSGE’ler 3-4 Sempozyum 46 haftada etkisini göstermeye başlayacağından sadece 3 haftadan uzun ömrü olduğu tahmin edilen hastalar için bir seçenektir. Antidepresanların kullanılamadığı ya da 3 haftadan kısa ömrü olduğu tahmin edilen hastalar için en uygun seçenek 1-2 gün içinde hızlı etki gösterecek metilfenidat, pemolin, deksoamfetamin gibi psikostimülanlar en uygun seçeneklerdir (Rozans ve ark.2002, Breitbart ve Alici 2010). Zamanlama göz önünde bulundurulduğunda bu ilaçlarda bağımlılık riski olmadığından güvenilirdirler. Ancak depresyonu olan bir son dönem hastasına en uygun tedavi yaklaşımı psikostimülanlar ve SSGE’ ları (ya da yine yurtdışında son dönem hastalarında sık çalışılmış olan amitriptilin gibi başka seçenekler) birlikte başlayıp, eğer hasta 3-4 hafta daha yaşarsa psikostimülanı kesmek ve SSGE’ları tek başına devam etmektir.Prensip olarak hangi tedavi tercih edilirse edilsin yan etkilerdeki toleranssızlıktan dolayı tüm ilaçlar düşük doz kullanılır (Breitbart ve Jacobsen 1996, Breitbart 1998, Fine 2001). Deliryum Özellikle kanserler gibi yavaş ilerleyen ölümcül hastalıklarda, yaşamın son dönemlerinde elektrolit bozuklukları, hemostatik dengenin bozulması, enfeksiyonlar, hipertermi, üremi ve yüklü farmakolojik tedavi gibi etkenler son dönem hastalarında en sık görülen psikiyatrik acil durum olan deliryuma yol açabilir (Trzepacz ve ark. 2011). Deliryumun sıklığıyla ilgili %20 ile %90 arasında oranlar verilmektedir (Ross ve Alexander 2001). Son dönemdeki hastada görülen deliryumda karşımıza çıkan en önemli güçlüklerden biri tanı zorluğudur. Çünkü son dönem hastalarının %13-46 ‘sında deliryum için ana bulgu ajitasyon iken, yaklaşık %80’inde hipoaktif- nonajite bulgular ön plandadır (Breitbart ve Alici 2008). Bu yüzden deliryum kimi zaman depresyonla birlikte görülürken, çoğu zaman depresyonla karışabilmekte ve deliryum gözden kaçabilmektedir. Leonard ve ark. (2009) tarafından yapılan bir çalışmada deliryumun, depresif belirtileri olan hastaların, subsendromal deliryumla beraber, toplam %50’sinde görüldüğü ve bu tür hastalarda depresif mizaçla karşılaşıldığında ayırıcı tanıda deliryumun düşünülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Deliryumun karıştırıldığı bir başka durum ise çoklu organ yetmezliğinin yol açtığı yaşamın son saatlerinde ortaya çıkan ve geri dönüşümsüz olan son dönem huzursuzluğudur. White ve ark. (2007) hastalarda görülen son dönem huzursuzluğu olarak yorumlanan bazı ajite davranışların aslında opiatların, steroidlerin, nonsteroidal antienflamatuar ilaçlar, antidepresanların ya da anksiyolitikler gibi belirtileri kontrol altına almak için kullanılan ilaçlardan kaynaklanabilecek bir akut deliryum tablosu olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Ancak, hastada son dönem huzursuzluk olduğunu düşünüp, bu durumu ölümün çok yakın olduğuna yorumlamak ve deliryuma yönelik uygun tedaviyi geciktirmek de kaçınılması gereken bir yanlıştır. Son evrede deliryum ile karşılaşıldığında hasta için hedeflediğimiz amaç, açık bilinç, olabildiğince yeterli bilişsel fonksiyonlar, varsanılardan arınmış bir şekilde sevdikleriyle sağlıklı iletişim kurabileceği koşulların sağlanmasıdır. Bunu için öncelikle en olası deliryum etiyolojik nedenleri, mümkün olduğunca noninvazif yollarla araştırılmalıdır. Eğer deliryumun altında yatan neden bulunup düzeltilebiliyorsa genelde deliryum tablosu da düzelir. Ancak, deliryumların sadece %50 sinde altta yatan neden bulunabilir (Bruera 1992).Farmakolojik tedaviye başlarken oryantasyonuna yardımcı olabilecek ek yöntemler izlenebilir. Hastanın yeterince ışıklandırılmış odasında tanıdık nesneler ve aile yakınlarını bulundurulmalıdır. Deliryumun farmakolojik tedavisinde ilk seçenek haloperidol, risperidon ve olanzapin gibi antipsikotiklerdir. İlk aşamada düşük dozla başlanmalıdırlar. Ajite deliryumda midazolam da kullanılabilir (Clary ve Krishnan 2001, Breitbart ve ark. 2002). Son Dönem Hastalarında Psikoterapi Uygulamaları Konuya uzaktan bakanlar için yaygın görüş hastanın yaşadığı karmaşa, karamsarlık, umutsuzluk, yaşamanın anlamını yitirmesi gibi hislerin ve beraberinde olabilecek psikiyatrik belirtilerin aslında ölüm sürecinin doğal bir bileşeni olduğu, bu yüzden son günlerini yaşamakta olan hastaya uygulanacak psikoterapinin anlamsız ve zahmetli olduğudur. Birçok farklı terapi çeşidinin değerlendirildiği pek çok farklı çalışmada aksi gösterilmiş olsa da, ne yazık ki hekimler arasında da yukarıdaki düşünceyi paylaşanların sayısı azımsanmayacak kadar fazladır (Akechi ve ark.2004). Bu bölümde ölüme yaklaşmış hastalarda sık uygulanan terapi çeşitleri ve bunlara alternatif deneysel seçenekleri ele alacağız. Klasik içgörü odaklı bilişsel davranışçı terapi ve kişilerarası terapinin son dönem hastaları için kullanımı sınırlıdır. Etki göstermesi için terapistle hasta arasında karşılıklı güven oluşması, çözümlenmemiş bilinçaltı problemlerinin belirlenmesi görece uzun zaman gerektirdiğinden özellikle hızlı seyirli hastalar için pek uygun değildir. Ancak bu terapilerin bilişsel ve kişilerarası öğelerini de barındıran bazı terapi türleri son dönem hastalarında sıkça kullanılmaktadır. Bunlardan önemli bir grubu varoluşsal terapiler başlığı altında inceleyebiliriz. Varoluşsal terapilerde genel olarak çekilen acı ve üzüntüye daha olumlu anlamlar yüklendiği söylenebilir. Bu terapilerden biri olan logoterapi (anlam terapisi) en umutsuz durumda, kaçınılmaz ölümle yüz yüze gelindiğinde bile hayattan bir anlam çıkarılabileceği felsefesine dayanır. Logoterapide yaşanan acı ve üzüntüyü gidermek ya da yok etmek yerine acıyı irdeleme ve keşfetme prensibi esas alınır (Kong ve ark. 2009). Zuehlke ve Watkins (1975), logoterapiyi uyguladıkları tüm hastaların hayatlarını anlamlı ve yaşanmaya değer görmeye başladıklarını ve kendilerini daha özgür hissettiklerini rapor etmişlerdir. Bir başka varoluşsal terapi çeşidi olan “hayat hikayesi terapisinde” ise mevcut tıbbi duruma hastanın yüklediği anlam geçmiş yaşam başarıları ön plana çıkarılarak, özsaygı arttırılarak irdelenir. Pennebaker ve Seagal (1999) önemli yaşam olaylarını 3 gün içinde toplam 15 dakika duygularıyla birlikte kaleme alan hastanın hem psişik hem fiziksel durumunda ilerlemeler olduğunu bildirmişlerdir. Buna benzer bir başka terapi de “yaşam eleştirisi terapisi”dir. Bu terapide hastanın geçmiş deneyimleri, kariyeri, ilişkileri (aile, arkadaş, sevgili-eş) çözümlenmemiş problemleri gözden geçirilir. Aile terapisi ve grup terapisi de seçenekler arasındadır ve bireysel terapilerde bulunmayan bazı üstünlüklere sahiptir. Grup terapisi için bu avantajlar arasında ortak amaç uğruna bir gruba ait olma, ortak bir deneyimi paylaşma, başkalarına yardım edebilme şansı ve kendi durumunda olan olumlu örnekleri görerek umutlanma sayılabilir. Aile terapisinde ise, çözümlenmemiş aile sorunlarına daha fazla odaklanabilme şansı ve ailenin yaklaşan ölümü kabullenmesi ile gelen hastanın ölümüyle ailesine yaşatabilecekleriyle ilgili yaşadığı suçluluk duygularını hafifletmesi sayılabilir. Diğer alternatif psikoterapötik uygulamalardan biri “Dignity terapi”dir. Chochinov ve ark. (2005) tarafından son dönem hastalarına özgü geliştirilmiş bir tür terapidir. Türkçe’ye “onurlu ölümü sağlamaya yönelik terapi” şeklinde çevirebileceğimiz bu yöntem ölmeye çok yaklaşmış hastaların Sempozyum 47 yaşadığı varoluşsal karmaşa ve psikososyal stresi biraz olsun çözümlemeye yönelik kurgulanmıştır. Bu terapi basitçe hastanın anıları, mevcut durumu ve geçmiş hayatıyla ilgili değerlendirmeleri ve hissettikleri, hayatındaki başarıları, nasıl hatırlanmak istediği, sevdikleriyle ilgili hayal ve umutlarını öğrenmeye yönelik sorular-yanıtlarla ilerler ve bu yanıtlar hastanın bilgisi dahilinde sevdiklerine verilmek üzere yazılı olarak kaydedilir. Chochinov ve ark. (2011) çalışmalarında bu terapiyi alan hastaların %91’inin terapiden memnun kaldığını, %76’sının artmış özsaygı ve haysiyet duygularının olduğunu, %81’inin ise, geride bıraktığı yazılı belge ile yakınlarının kendi ölümünü daha kolay atlatması konusunda yardımcı olacağı fikri gözlendiğini belirtmişlerdir. Başka bir deyişle bir bütün olarak düşündüğümüzde, bu terapinin ruhsal iyilik durumuna yaklaştırması, acıyı azaltması, hastanın karmaşa yaşadığı yaşamın anlamı ve umut gibi kavramlarda netleşmesini sağlayabilmesinin yanı sıra, hasta yakınları için de yası daha çekilebilir kılması açısından olumlu olası etkileri sayılabilir. Hastanın çektiği ruhsal acıyı hedef alan bir başka terapötik yaklaşımsa Rousseau (2002) tarafından geliştirilmiştir.Bu yaklaşım öncelikle hastanın kendi dini düşüncelerini çok net ifade etmesini ve terapiste açık olmasını gerektirdiğinden çok tercih edilen bir yöntem değildir. Breitbart (2004), logoterapi temellerinden çıkan ruhsal acı çekmeyi hedef alan bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu terapi uygulanarak ölüm yaklaşsa da kalan zamanın bir anlamı ve amacı olduğu fikrine odaklanılır ve iç huzur sağlanmaya çalışılır. Breitbart ve Alici (2008) bu terapinin hem bireysel hem de grup formunun depresyon, umutsuzluk, anksiyete, çabuk ölüm isteğini azalttığını, ruhsal iyi olma ile hayatta bir anlam ve amaç hissetme durumlarının arttığını belirtmiştir. Ancak uygulanabilirliği açısından bireysel formunun grup formuna bazı üstünlükleri olduğu da eklenmiştir. Kissane ve ark. (2001)’da umutsuzluk, artmış ölüm isteği şeklinde ifade edilebilen bir varoluşsal stres ve hayatın anlamını yitirmesi öğelerini içeren depresyondan farklı “demoralizasyon” adında bir sendrom tanımlamışlardır. Bu sendromda hastanın duyduğu yetersizlik ve umutsuzluk hissi sıklıkla hastayı özkıyıma sürükleyebilmektedir. Kissane (2001) buna yönelik hastanın onurunu korumayı, çeşitli terapi kombinasyonlarını bir arada kullanmayı, eştanılı depresyon, anksiyeteyi tedavi etmeyi Sempozyum 48 içeren bir tedavi protokolü kurgulamıştır. Özellikle 1950’li yılardan itibaren Lysergic acid diethylamide (LSD) başta olmak üzere birçok psychedelic (halüsinojen) molekül son dönemdeki hastalar üzerinde denenmiş ve depresyon, anksiyete bozuklukları gibi psikiyatrik eştanılı durumlarda gerilemeler rapor edilmiştir (Clyman 1972, Pahnke ve ark.1971, Pahnke ve ark. 1972, Kurland 1985). Bu çalışmalardan belki de en çarpıcı olanlarından birinde Kast (1966, 1967) LSD destekli psikoterapinin sadece depresif belirtileri ve ölüm korkusunu azaltmakla kalmayıp, ayrıca 100 microgram dozda kullanımının neredeyse diğer hiçbir ağrı kesicinin sağlayamadığı bir analjezi sağladığı ve bu yüzden özellikle ağrısı olan kanserli son evre hastalarında uygulanabilecek en etkin tedavilerin başında geldiğini bildirmiştir. Son zamanlarda benzer bir halüsinojen olan ketamin ile destekli terapiler denenmiş, bu molekülün ölüm ile ilişkili dissosiyatif hayallerle bağlantısından dolayı ölümü kabullenmede yardımcı olduğu ve çok olumlu sonuçlar verdiği bildirilmiştir (Prommer 2010, Kerr ve ark.2011, Soto ve ark. 2011). Bunların dışında rüya terapisiyle de olumlu sonuçların bildirildiği çalışmalar vardır (Iordache and MacLeod 2011). 1993 yılında Avustralya’daki bir hospiste yapılan çalışmada hastaların fiziki durumları el verdiği derecede müzik dinleme, piknik yapma, bölgedeki güncel festivallere katılma, masaj, güzellik bakımı gibi aktiviteleri temel alan ‘occupational therapy’ (uğraşı terapisi) olarak adlandırılan bir çeşit grup terapisi uygulamanın olumlu sonuçlar verdiği belirtilmiştir (Dawson 1993). Son dönemde hastanın fiziksel ve duygusal bakımının yanısıra, hastanın ailesi ve yakınlarının da desteğe gereksinimleri olduğu unutulmamalıdır. Hastanın ölümü aile için bir yıkım olabilir. Bu süreç kaybedilen kişinin sağlığında ve ölümcül hastalığın tanısı konulduktan sonraki dönemde farklı boyutlarda yaşanır. Beklendik de olsa ölüm, geride kalanların bir biçimde mücadele etmelerini gerektirir ve ölümle başetmenin getirdiği karmaşık başka sorunları da yaşatır. Ailelerin hastanın bakımına katılması, hastanın yanında kalmasının sağlanması, ailenin ölüme hazırlanması, ölümle ilgili kaygıların azaltılması için hastanın durumuna bakış, duygu ve beklentileri aile üyeleriyle tartışılmalıdır. Ailenin gerçeği kabullenmesine yardım etmek, onların duygu ve düşüncelerini anlamaya çalışmak, hastanın ölümünden sonra alınması gereken kararları kolaylaştırmak ve gerektiğinde destek grupla- rına yönlendirmek tedavi ekibinin öncelikleri arsında yer almalıdır (Bahar 2002, Bugge ve ark. 2009, Semple ve McCance 2010). Sonuç olarak, tıbbi tedavilerin ve yaklaşımların yetersiz kaldığı durumlarda son dönem hastaları bu gün olduğu gibi gelecekte de var olmaya devam edeceklerdir. Hasta ve hasta yakınları için en zor olan bu dönemde tedavi ekibinin hastaya planlı ve yeterli zamanı ayırması, hasta ile iletişimin açık tutulması, hastanın yaşadığı mevcut duygularını ifade etmesinin sağlanması, ailesi ile beraberliği, destek sistemlerini harekete geçirilmesinde yardımcı olunması, uygun psikoterapötik ve psikofarmakolojik yaklaşımlar yaşam kalitesini arttırmada önemlidir. KAYNAKLAR Antony MM, Swinson RP (1996) Anxiety disorders and their treatment: A critical review of theevidencebased literature.Health Canada. 1-101. Arnold EM, Artin KA, Person JL, Griffith DL (2004) Consideration of hastening death among hospice patients and their families. J Pain Symptom Manage;27:523532. Akechi T, Morita T, Uchitomi Y (2004) Psychotherapy for patients with advanced and/or terminally cancer. Seishin Shinkeigaku Zasshi;106:123-137. Bahar A (2007) Ölüm Sürecinde Olan Hasta: Terminal Bakım ve Hospis Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi; 2:147-15 Birol L (2004) Terminal Evredeki Hasta Bakımı. İç Hastalıkları ve Hemşirelik Bakımı (Ed. Nuran Akdemir, Leman Birol), Sistem Ofset, 2. Baskı, Ankara. Breitbart W, Jacobsen P (1996) Psychiatric symptoms in management in terminal care. Clin Geriatr Med; 12: 329-347. Breitbart W, Chochinov MH (1998) Psychiatric aspects of palliative care. In: D. Doyle, G. Hanks, et al. The Oxford Textbook of Palliative Medicine. Oxford University Press: New York, pp. 934-54. Breitbart W(2002)Spirituality and meaning in supportive care: spirituality- and meaning-centered group psychotherapy interventions in advanced cancer. Support Care Cancer ;10:272-280. Breitbart W, Gibson C, Poppito SR, Berg A (2004) Psychotherapeutic interventions at the end of life: a focus on meaning and spirituality. Can J Psychiatry;49:366372. Breitbart W, Alici Y (2008) Agitation and delirium at the end of life: “We couldn’t manage him”.JAMA; 300:28982910. Breitbart W, Tremblay A, Gibson C (2002) An open trial of olanzapine for the treatment of delirium in hospitalized cancer patients. Psychosomatics, 43: 175-182. Breitbart W, Alici Y (2010) Psychostimulants for cancerrelated fatigue. J Natl Compr Canc Netw;8:933-42. Breitbart W, Chochinov HM, Alici Y (2010) Palliative Care. In: Textbook of Psychosomatic Medicine, 2nd edition. JL Levenson, Ed. The American Psychiatric Publishing, Arlington, VA, 1053-1084. Bruera E (1992) Anorexia and cachexia in advanced cancer patients. “Why Do We Care” Pain & Symptom Control, Psychiatric Issues and Ethical Dilemmas in the Care of Patients with Cancer. Syllabus of the Postgraduate Course. Memorial Sloan-Kettering Cancer Center, New York, 315-327. Bugge KE, Helseth S, Darbyshire P (2009) Parents’ experiences of a Family Support Program when a parent has incurable cancer. J Clin Nurs; 18:3480-3488. Clary GL, Krishnan KR (2001) Delirium: Diagnosis, neuropathogenesis and treatment. J Psychiatr Pract, 7:310-322. Carlson MD, Morrison RS, Holford TR, Bradley EH (2007) Hospice care: what services do patients and their families receive? Health Serv Res;42:1672-1690. Chochinov H M,Wilson K G, Enns M, Lander S (1997) “Are you depressed?” Screening for depression in the terminally ill. Am J Psychiatry; 154: 674-676. Chochinov, HM (2000) Psychiatry and Terminal Illness, Can J Psychiatry, 45:143-150. Chochinov HM, Hack T, Hassard T, Kristjanson LJ, McClement S, Harlos M (2005) Dignity therapy: a novel psychotherapeutic intervention for patients near the end of life. J Clin Oncol; 23:5520-5525. Chochinov HM, Kristjanson LJ, Breitbart W, McClement S, Hack TF, Hassard T, Harlos M (2011) Effect of dignity therapy on distress and end-of-life experience in terminally ill patients: a randomised controlled trial. Lancet Oncol; 12:753-62. Clyman RC (1972) LSD psychotherapy: a review of the literature and some proposals for future research. R I Med J; 55:282-286. Dawson S (1993) The role of occupational therapy groups in an Australion hospice. The Am J Hospice Palliative Care; 28: 13-26. Dik A (2005) Terminal Dönem Hastaya Yaklaşım. Hemşirelik Forumu, Temmuz-Ağustos; 59-60. Elbi H (2008) Kanser ve Psikiyatrik Bozukluklar. Turkiye Klinikleri J Psychiatry-Special Topics; 1:36-46. Escobar Pinzón LC, Münster E, Fischbeck S, Unrath M, Claus M, Martini T, Weber M (2010) End-of-life care in Germany: Study design, methods and first results of the EPACS study (Establishment of Hospice and Palliative Care Services in Germany). BMC Palliat Care; 30:9-16. Fine RL (2001) Depression, anxiety, and delirium in the terminally ill patient Proc (Bayl Univ Med Cent); 14: 130–133. Gao K, Sheehan DV, Calabrese JR(2009)Expert Rev Neurother. Atypical antipsychotics in primary generalized anxiety disorder or comorbid with mood disorders. Expert Rev Neurother; 9:1147-1158. Goodnick PJ, Puig A, DeVane CL, Freund BV (1999)Mirtazapine in major depression with comorbid generalized anxiety disorder. J Clin Psychiatry; 60: 446-448. Iordache SM, MacLeod RD(2011) Do sleep dreams of palliative patients mean anything? Home Healthc Nurse; 29:291-297. James L. Hallenbeck Palliative Care Perspectives. 2003 by Oxford University Press, Inc. Kang KA, Shim JS, Jeon DG, Koh MS (2009) The effects of logotherapy on meaning in life and quality of life of late adolescents with terminal cancer. J Korean Acad Nurs; 39:759-768. Katz L, Chocinov K (1998) The spectrum of grief in palliative care. In: R.K. Portenoy and E. Bruera, eds. Topics in Palliative Care. Oxford University Press: New York, pp. 295-310. Kast E (1966) LSD and the dying patient. Chic Med Sch Q; 26: 80–87. Kast E (1967) Attenuation of anticipation: a therapeutic use of lysergicacid diethylamide. Psychiatr Q; 41: 646–657. Kast RE (2001) Mirtazapine may be useful in treating nausea and insomnia of cancer chemotherapy. Support Care Cancer; 9: 469-70. Keser ÖN (2007) Ölüm ve Ölümü Yaklaşan Bireyin Bakımı. Temel Hemşirelik, Kavramlar, İlkeler, Uygulamalar, Ed: Fatma Akça Ay, Medikal Yayıncılık, İstanbul. Sempozyum 49 Kerr C, Holahan T, Milch R (2011) The use of ketamine in severe cases of refractory pain syndromes in the palliative care setting: a case series. J Palliat Med; 14:1074-1077. Kerrihard T, Breitbart W, Dent R, Strout D (1999)Anxiety in patients with cancer and human immunodeficiency virus. Semin Clin Neuropsychiatry; 4:114-132. Kissane DW, Clarke DM, Street AF (2001) Demoralization syndrome—a relevant psychiatric diagnosis for palliative care. J Palliat Care;17:12-21. Kissane DW (2001) Demoralisation: its impact on informed consent and medical care. Med J Aust; 175:537-539. Kolva E, Rosenfeld B, Pessin H, Breitbart W, Brescia R (2011) Anxiety in terminally ill cancer patients. J Pain Symptom Manage; 42:691-701. Kurland AA (1985) LSD in the supportive care of the terminally ill cancer patient. J Psychoactive Drugs;17:279290. Leonard M, Spiller J, Keen J, MacLullich A, Kamholtz B, Meagher D (2009) Symptoms of depression and delirium assessed serially in palliative-care inpatients. Psychosomatics; 50:506-514. Leydon GM, Boulton M, Moynihan C, Jones A, Mossman J, Boudioni M, McPherson K (2000) Cancer patients’ information needs and information seeking behaviour: in depth interview study. BMJ; 320:909-913. Macleod RD, Thompson R, Fisher JW, Mayo K, Newman NW, Wilson DM (2012) New Zealanders’ knowledge of palliative care and hospice services. N Z Med J, 125:51-60. Meier DE, Back AL, Morrison RS (2001) The inner life of physicians and care of the seriously ill. JAMA; 286:3007-3014. Miller LJ (2001) Gabapentin for treatment of behavioral and psychological symptoms of dementia. Ann Pharmacothe; 35: 427-431. Öz F (2001) Hastalık Yaşantısında Belirsizlik. Türk Psikiyatri Dergisi; 12: 61-68. Pahnke WN, Kurland AA, Goodman LE, Richards WA (1969) LSD-assisted psychotherapy with terminal cancer patients. Curr Psychiatr Ther; 9:144-152. Pahnke WN, Kurland AA, Unger S, Savage C, Grof S (1971) The experimental use of psychedelic (LSD) psychotherapy. Int Z Klin Pharmakol Ther Toxikol; 4:446-454. Pande AC, Pollack MH, Crockatt J, Greiner M, Chouinard G, Lydiard RB, Taylor CB, Dager SR, Shiovitz T (2000) Placebo-controlled study of gabapentin treatment of panic disorder. J Clin Psychopharmacol; 20:467-471. Payne DK, Hoffman RG, Theodoulou M, Dosik M, Massie MJ(1999) Screening for anxiety and depression in women with breast cancer. Psychiatry and medical oncology gear up for managed care. Psychosomatics; 40:64-69. Pennebaker JW, Seagal JD (1999) Forming a story: the health benefits of narrative. Clin Psychol; 55: 12431254. Periyakoil VS, Hallenbeck J (2002)Identifying and managing preparatory grief and depression at the end of life. Am Fam Physician; 65: 883-890. Peykerli G (2003) Ölümcül Hastalıklara Psikolojik Yaklaşım. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi; 25:6265. Portenoy RK, Thaler HT, Kornblith AB, Lepore JM, Friedlander-Klar H, Coyle N, Smart-Curley T, Kemeny N, Norton L, Hoskins W(1994)Symptom prevalence, characteristics and distress in a cancer population. Qual Life Res; 3:183-189. Porter M (1998) From sadness to major depression: Assessment and management in patients with cancer. In: R.K. Portenoy and E. Bruera, eds. Topics in Palliative Care. Oxford University Press: New York, 191-212. Sempozyum 50 Prommer E (2010) Ketamine use in palliative care. J Palliat Med; 13:1381-1382. Rabkin J, Rabkin R(1997) Depression and HIV. Sidahora; 19-22. Rabow MW, Hardie GE, Fair JM, McPhee SJ (2000) Endof-life care content in 50 textbooks from multiple specialties. JAMA.; 283:771-778. Rousseau PC (2002) Palliative sedation. Am J Hosp Palliat Care;19:295–297. Rozans M, Dreisbach A, Lertora JJ, Kahn MJ(2002) Palliative uses of methylphenidate in patients with cancer: a review. J Clin Oncol;20:335-339. Schonwetter RS (1996) Overview of Hospice and Palliative Care in Oncology.Cancer Control Journal; 3: 197-203. Shneidman E (2007) Criteria for a Good Death. Suicide and Life-Threatening Behavior: Vol. 37, No. 3, pp. 245-247. Semple CJ, McCance T(2010)Parents’ experience of cancer who have young children: a literature review. Cancer Nurs; 33:110-118. Stiefel R, Die TM, Berney A, Olarte JM, Razavi A(2001) Depression in palliative care: a pragmatic report from the Expert Working Group of the European Association for Palliative Care. Support Care Cancer; 9:477-488. Soto E, Stewart DR, Mannes AJ, Ruppert SL, Baker K, Zlott D, Handel D, Berger AM(2011) Oral Ketamine in the Palliative Care Setting: A Review of the Literature and Case Report of a Patient With Neurofibromatosis Type 1 and Glomus Tumor-Associated Complex Regional Pain Syndrome.Am J Hosp Palliat Care; Jul 29. Teno JM, Connor SR (2009) Referring a patient and family to high-quality palliative care at the close of life: “We met a new personality with this level of compassion and empathy”.JAMA; 301:651-659. Trzepacz TP, Meagher JD, Leonard M (2011) Delirium. Textbook of Psychosomatic Medicine Psychatric Care of the Medically Ill. Second Edition. Ed. James L. Levenson. American Psychiatric Publishing, Inc. Vogl D, Rosenfeld B, Breitbart W, Thaler H, Passik S, McDonald M, Portenoy RK(1999) Symptom prevalence, characteristics, and distress in AIDS outpatients. J Pain Symptom Manage;18:253-262. White C, McCann MA, Jackson N (2007)First do no harm... Terminal restlessness or drug-induced delirium. J Palliat Med ;10:345-351. Wilner KD, Anziano RJ, Johnson AC, Miceli JJ, Fricke JR, Titus CK(2002) The anxiolytic effect of the novel antipsychotic ziprasidone compared with diazepam in subjects anxious before dental surgery. J Clin Psychopharmaco;22:206-210. Wilson K, Chochinov HM, de Faye BJ, Breitbart W(2000) Diagnosis and management of depression in palliative care. In: Chochinov HM, Breitbart W, editors. Handbook of Psychiatry in Palliative Care. Oxford: Oxford University Press; p. 25-49. Wright A, Zhang B, Ray A, Mack WJ, Trice E(2008) Associations between end-of-life discussions, patient mental health, medical care near death, and caregiver bereavement adjustment JAMA; 300: 1665–1673. Yamagishi A, Morita T, Miyashita M, Akizuki N, Kizawa Y, Shirahige Y, Akiyama M, Kei Hirai, Kudo T, Yamaguchi T, Fukushima A, Eguchi K (2008) Palliative care in Japan: current status and a nationwide challenge to improve palliative care by the Cancer Control Act and the Outreach Palliative Care Trial of Integrated Regional Model (OPTIM) study. Am J Hosp Palliat Care ;25:412-428. Zuehlke TE, Watkins JT (1975) The use of psychotherapy with dying patients: an exploratory study. J Clin Psychol; 31:729-732.
© Copyright 2024 Paperzz