TÜRKLERİN DİNİNİN GENEL TARİHİ İLE ONLARIN PEYGAMBERİ MUHAMMED’İN HAYATI Prof. Dr. Harun Güngör Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi gharun@erciyes.edu.tr Fransız tarihçi Michel Baudier (1589–1645), Türklere duyduğu ilgiden dolayı Türklerle ilgili Türklerin Tarihinin Genel Envanteri (Inventaire général de l'histoire des Turcs Paris 1619); Türklerin saray ve Divanının Genel tarihi (Histoire générale du sérail et de la cour du grand Turc, Paris 1626) ile Türklerin Peygamberi Muhammet ile Türklerin Dinlerinin Genel Tarihi, Histoire générale de la religion des Turcs avec la vie de leur prophète Mahomet,Paris 1625) adlı üç eser kaleme almıştır. Biz burada Baudier’nin Türklerin Dininin Genel Tarihi ile Onların Peygamberi Muhammed’in Hayatı adlı eseri tanıtmaya çalışacağız. Söz konusu kitap giriş ve önsöz dışında birçok bölümden oluşmakta, ilginç bilgiler ve tespitler içermektedir. Yazar, kullandığı kaynaklar ve bilgileri nereden aldığı konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Kitabın önsözünde “Türklerin Peygamberinin hiçliğinin, tutarsızlıklarının ve çelişkilerinin ve onun sahte Dini tarihini” okuyucuya sunmayı hedeflediğini belirterek ta baştan kendi perspektifini ve apolojetik tavrını ortaya koymaktadır. Kitapta İlk önce Türklerin Peygamberi Mahomet başlığı altında Hz. Muhammed’in bir resmi yer almaktadır (s.7) Hz. Muhammedin soyu ile ilgili bilgiler verilirken bütün peygamberlerin Âdem’in üçüncü oğlu Set(Seth) in soyundan geldikleri belirtilmekte, tanrının Muhammed’i tanrı gökte Acmet, yerde Mahomet cennette ise Abualtarazim adıyla andığını zikretmektedir(s. 8). Kitabında Hz. Muhammed’in gösterdiği mucizeleri ele alan yazar (s. 17), daha sonra miraç hadisesini anlatmakta (s. 22) Miraç sonrası namaz’ın farziyeti ve vakitlerinin azaltılması ile ilgili Hz. Musa’nın Hz. Muhammed’e yol gösterdiğini, bunun sonucu olarak 50 vakit namazın nasıl beş vakte düşürüldüğünü (s. 29), aynı şekilde oruç’un da 60 günden 30 güne nasıl indirildiğini açıklamaktadır (s. 29). Kitabında Hz. Muhammed’in vefatını takiben iktidara gelen halifeleri ele alan Baudier, Hz. Ömer’in hilafet makamını Baudras/Bagadat’a* taşıdığını, devletin sınırlarını genişlettiğini, Karamanlı Rumlar (Les Grecs de la Caramanie)’ı (s. 37) eski Kilikya’dan kovduğunu, İran’ı alıp sınırları Türkistan’a kadar genişlettiğini anlatmaktadır. Daha sonra Hz. Osman dönemini ele alan yazar, Muaviye-Ali taraftarları arasındaki çatışmaları ele almakta, Hz. Ali’nin (Hali) Kufe’de öldürüldüğünü ve Meşhedi Hali denilen yerde toprağa verildiğini ifade etmektedir(s.41). 10 Kitabının birçok yerinde Türklerin sahte Peygamberi (!?) Muhammed ifadesini kullanan yazar, Türklerde sünnet olayına dikkat çekmekte, (s. 74) sünnetin Hz. İbrahim geleneği olduğunu ifade ettikten sonra sünnet konusunda Türklerle Yahudilerin farklı uygulamalarda bulunduğunu, bu farkın da Yahudilerin sünneti çocuğun doğumunu takip eden 8. günde, Türklerin ise ayrı uygulamayı çocuk 7–8 yaşına geldiği zaman yerine getirdikleri şeklinde belirtmekte, sünnet yapılırken Türklerin yüksek sesle “La ilah ilelah Mehemmet iresul Allah tanrı bir berem berak” dediklerini ifade etmekte, Türklerin kadınları sünnet ettirmediklerine dikkat çekmektedir (s. 76)) Ayrıca Türklerin sünnet için “Tınsık” kelimesini kullandıklarını da kaydetmektedir (s. 78). İslam öncesi Arapların ise aynı uygulamayı Hz. İsmail’in sünnetine uygun olarak çocuk 13 yaşına geldiği zaman yaptıklarını anlatmakta (s.75), Araplardan farklı olarak Türklerin bu uygulamayı ziyafet sofraları hazırlayarak bir bayrama dönüştürdüklerine de dikkat çekmektedir. Yahudilerin çocuklarına ad verirken kendi kutsal kitaplarındaki adları (Musa, Salomon, Hibrahim…) esas aldığını anlatan yazar, Türklerin ise çocuklarına İskitleri taklit ederek onlar gibi kuş adları verdiklerini zikretmektedir (s. 78). Kadınların bayram (Bairam) ve Cuma günleri dışında camiye hemen hiç gitmediklerini ifade eden yazar, Camilerin içerisinde “la ilah illelah Mehemmet irresul ilah tanrı bir peygamber hak” (s. 85) yazısının bulunduğunu anlatmaktadır. Türklerin kurban (Chorban)‘a çok önem verdiklerini ekonomik açıdan orta halli ailelerin koyun, zenginlerin öküz kurban ettiklerini anlatan tarihçi, Türklerin kurbanı kestiklerini, ancak Yahudiler gibi yakmadıklarına işaret etmekte (s. 93), ayrıca Türklerin kurbanı: 1-Ölü ruhlarının dinginliğini sağlamak 2-Tanrının rızasını elde etmek 3-Hastalıklardan korunmak amacına yönelik kestiklerini, kesilen kurban etini fakirlere dağıttıklarını ve bir kısmını da eş ve dostları ile yediklerini anlatmaktadır (s. 94). Baudier üzülerek (…Et plusieurs Chretiens du Levant, tant des Grecs en Europe, que des Armeniens en Asie, quelques autres encores se sont abandonnez cette ereur: ils immolett des betes a Dieu pour les mesmem fins que les Turcs.) ] “İster Avrupa’daki Yunanlılardan ister Asya’daki Ermenilerden ya da diğer başkalarından olsun Doğudaki birçok Hıristiyan bu hataya düştüler: Bunlar, tıpkı Türkler gibi Tanrı için kurban kesmektedirler] (s. 94)”demektedir. Türklerin hac ile ilgili uygulamalarını, bayramları Ulu Bairam, Küçük Bairam diye adlandırdıklarını anlatan tarihçi, en fazla imaret, kervansaray, han, hastane, köprüler üzerinde durmakta, Türklerin fakirleri, kuşları, kedi ve köpekleri vs. korumak amacı ile Sadaka/Sadacha (s.119) verdiklerine dikkat çekmektedir. Yazarın ilginç tespitlerinden biri ise Türklerden birinin yolda yürürken bir şey yiyor ve bu durumda arkadaşı ile karşılaşıyorsa ona elindeki yiyecekten mutlaka bir parça sunması, arkadaşı tarafından bu teklifin kesinlikle geri çevrilmesinin toplum tarafından nezaketsizlik ve suç sayılması anlayışıdır (s.121). 11 Müezzin ve imamlar hakkında da bilgi veren yazar, Türkler arasında yer alan dini gruplar üzerinde ayrıca durmakta ve bunları: 1-Geolailir (??) 2-Dervişler 3-Kalenderiler 4-Torlakiler diye sınıflara ayırmaktadır. Birinci gruptakileri Orhan Gazi döneminde yaşamış Kaz Hasan’a bağlı bir tür polis gibi gören yazar, onların aşk kardeşleri ( Les freres d’amour) diye anıldığını ifade etmektedir (s. 185). Dervişlerin kısa elbiseler giydiğini anlatan yazar dervişlerin dini “ ruhun günahla mutlu bir şekilde boşanmış olmasından başka bir şey değildir, diğer bir ifade ile tanrı ile kutlu bir birlikteliktir diye ”tanımladıklarını aktarmaktadır. Onların pirleri Sidibattal’dır. Dilencilik yaparak geçimini sağlayan bu insanlar kemerlerinde küçük bir balta da taşırlar (s. 186). Dervişlerin gibi koyun ya da keçi postu giyinen ve kafalarına külah takan Kalenderiler (s. 196), okuma-yazma bilmez ve medeniyetten nasibi olmayan kimselerdir. Kendilerinin keramet olduğunu, halka dua ettiklerini söyleyen bu topluluk, Teke bölgesinde Hasan şerif, Şah kulu, Şeyh Haydarı üstat olarak tanırlar ve Kızılbaşlarla ilişkileri mevcuttur. Kitabında zor zamanlarında Türklerin kendilerine baş vurarak yardım isteğinde bulundukları evliya/azizleri ele alan yazar, bunları Goy (Goi), Barçu (Bartschu) ve Hıdırellez ( Chidirelles) olarak ifade etmekte, Goi’ye ayrıca Mirçin (Mirtschin) adı verildiğini, bunun için kutlamalar yapıldığını, bu kutlamalar sırasında kadınların Mirşin’i mutlu etmek için büyük peynirler çobanların da iyi kalitede tereyağı sunduklarını ve bunları hayvanların sağlıklı olması ve kurtların da ağıllardan uzak tutulması için yaptıklarını anlatmaktadır. Kitapta konu ile ilgili söyle bir olaya yer verilmiştir: Bir gün bir çoban Karaman bölgesi sınırları içinde boğalarından bir kaçını ormanda kaybeder. Komşu köylerden insanları toplayıp onları ellerine ok ve yaylar vererek silahlandırır. Bu insanlar hayvanları aramak için üç gün üç gece dağ, tepe, orman dolaşırlar Artık bulmaktan ümidi kesip vadiye inerler. Daha sonra evlerine dönüp Goi‘a sıcak tereyağlı ekmek sunarlar. Henüz bu sunu bitmeden adam öküzünün boynuzlarından bir dalda asılı olduğunu görür. Diğer hayvanların da bu sunuyu takiben kurtulduklarını anlatır. Bu hikâye oldukça yayılır (s. 212). Goi için anlatılan mucizeler Barçu ( Bartschu) için de anlatılmakla birlikte bunlar çok meşhur değildir. Hıdırellez/Hıdırelles’e gelince, Osmanlı imparatorluğunda yaygın olan bu inanış, Hacı Bektaş Veli inanışı ile benzerlik gösterir. Herkesin yardımına koşan Hıdırelles’in Boz Atı vardır (s. 213). Kitabında Türklerle İranlılar arasındaki dini anlayış farklılığına işaret eden yazar Baudier, İranlıların Kırmızı başlık/ Tulban giydiklerini, bu sarığın on iki imamı simgelemesi için on iki dilimli olduğunu buna da ayrıca Nazer adının verildiğini anlatmakta (s. 216), Türklerin İranlılara Kızılbaş, İranlıların da Türklere Yeşilbaş adını verdiklerini zikretmektedir (s. 216). Alevi imamları, on iki imam hakkında bilgi veren yazar, on ikinci imamın henüz ortalıkta olmadığını, bir gün dünyadaki bütün kâfirleri Müslümanlaştırmak için dönüp 12 geleceğini, Kufe’de bulunan camiye ineceğini ve onun binmesi için iyi donanımla bir atın orada bekletildiğini ifade etmektedir (s. 217). Allah (Halla), Muhammet (Mehemet), Ali (Haly) üçlemesinden bahseden yazar, İranlıların üç, Türklerin ise beş vakit namaz kıldıklarını, Türklerin miraç anlayışı ile İranlıların anlayışları arasında fark olduğunu, İranlılar Muhammed’in miracını ruhi olarak kabul ederken Türklerin bu olayı Yakup peygamberin merdivenle göğe çıktığı gibi kabul ettiklerini kaydetmektedir. Türklerle Hıristiyanların ortak olarak inandıkları evliya/Azizlere de yer veren Baudier, bunlardan Aziz George, Aziz Atanas ve Aziz Nikolas hakkında kısa bilgiler vermekte, Aziz Corç’a Türklerin Dereleç/Bozatlı şövalye dediklerini (s.311), Bozatlı “Hızır’ın birçok yerde bulunan resimlerini de kendi inanışları doğrultusunda değiştirip başını bir kavukla kapattıklarını anlatmakta, onu, kanunların ve imparatorluğun koruyucu ruhu olarak takdis etmektedirler” demektedir (s.311). Kitapta daha çok 17. yüzyıldaki mevcut inanışlardan örnekler sunulmakta, bilgiler verilmektedir. Kitapta sözü edilen bazı ruhi varlıklar, onların mahiyetleri ile ilgili açıklayıcı çok fazla bilgi mevcut değildir. Kitapta ilgi çeken hususlardan birisi Alevi-Sünni ayrımı yapılmaksızın Alevilikle ilgili inanışların İranlılara ait inanışlar olarak sunulması bir diğeri de Türklerin peygamberi Muhammet üst yazısı altında Hz. Peygamberin gravür tekniği ile çizilmiş olan portresidir. Yukarıda kısa bilgiler sunarak tanıtmaya çalıştığım bu kitap günümüzdeki anlamda sistematik bir dinler tarihi kitabı olmamakla birlikte, Türklerin Dinlerinin Genel Tarihi gibi bir başlıkla yayınlanmış olması yanında Osmanlı coğrafyasında mevcut olan dini inanış ve uygulamaları Osmanlı yerine Türklerin inanışları olarak takdimi bizce oldukça önemlidir. Hele Osmanlıda ilk Dinler Tarihi (Tarih-i Edyan) dersinin 1859 yılında açılan Mülkiye Mektebinde okutulmaya başlandığı dikkate alınınca bu kitabın önemi daha da artar. *-Hz. Ömer’in başkenti Bağdat’a taşıdığı hakkındaki bilgi yanlıştır. Hz. Ömer böyle bir uygulama yapmamıştır. 13
© Copyright 2024 Paperzz