Büyük Oyun Son iki yüz yılını küresel ölçekli oynanan

Büyük Oyun
Son iki yüz yılını küresel ölçekli oynanan büyük oyunlar ve siyasi iç karışılıklarla heba eden milletimiz,
üç kıtaya hâkim bir imparatorluk iken, oynanan “büyük oyun” neticesinde anadoluya kadar çekilmek
zorunda kalmıştır. Milletimiz, son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından ilan edilmiş olan “Misakı Milli”
sınırlarını kanı, canı pahasına savunmuş ve Musul, Kerkük, Batı Trakya ve Ege Adaları dışında bu milli
sınırları korumuştur. Son Mebusan Meclisi almış olduğu bir diğer kararla, Misakı Milli sınırlarının
dışında kalan ve Osmanlı tebeası olan yerlerde Osmanlı hâkimiyetinin yeniden tesisi için buralarda
halkoyu yapılmasını istemiştir. Aslında son Osmanlı meclisinin bu kararları bu gün de yapılması
gerekenler noktasında bir yol haritası niteliğini taşıyor. Ancak cumhuriyetin ilanından bu yana “yeni
bir toplum inşa” düşüncesinden kurtulamayan hükümetler, yeni bir toplumu inşa’ya milletimizin
geçmişle yani binlerce yıllık bir mazisiyle olan tarihi ve kültürel bağları kopartmakla başlamıştır.
Cumhuriyet tarihi dediğimiz tarih, aslında yeni bir toplum inşa tarihidir. Osmanlı’dan sonra kendisine
-tarihsel sürecinin dışında- yeni bir misyon belirleyen Türkiye, iç meselelerine bakmaktan çevresinde
gelişen olaylara ve oluşan yeni stratejik durumlara adapte olamamıştır. Bir anlamda “siyasi körlük” de
diyebileceğimiz; 2. Dünya savaşı ve ardından gelen soğuk savaş döneminde küresel ölçekli politikaları
doğru okuyamamış ve bu politikalara karşı stratejiler geliştirememiştir. Türkiye’nin büyük ölçekli
politika belirleyememesinde dış unsurlar olduğu kadar iç unsurlar da etkili rol oynamıştır. Bu iç ve dış
unsurlar karşılıklı etkileşim içerisinde Türk dış siyasetini “gölge siyaseti”ne mahkûm etmiş ve ABD,
SSCB ve AB dışında politikasızlık temelinde bir siyaset izlemeye zorlamıştır.
Türk dış politikasına yön veren dış unsurlar, kimi zaman açıktan tehdit kimi zaman da iç unsurların
kullanılması yoluyla yönetimlere doğrudan müdahale etmiştir. Bu müdahaleler neticesinde Türkiye
bırakın küresel ölçekli siyasi politika belirleyici bir ülke olmayı tam aksine küresl siyasi oyunların
oynandığı kaotik bir alana dönüşmüştür.
Türkiye, kendi iç siyasi ve politik karmaşalarıyla uğraşmaktan; Asya, Ortadoğu, Balkanlar ve Afrikaya
yönelik uzun vadeli politikalar belirleyememiş ve bu bölgeleri çok ihmal etmiştir. Cılız da olsa
Türkiye’nin bu bölgelere yönelik politika geliştirme çabaları her defasında yeni açılan bir sorunun
kaynağı olarak geri dönmüştür. Kıbrıs başta olmak üzere, Ege Adaları, Yunanistan ve bölücü örgüt PKK
eliyle Türkiye’nin tabiri caizse başını kaldırması ve küresel ölçekli siyaset çabaları önlenmeye çalışılmış
ve başarılı da olunmuştur.
Küresel ölçekli siyaseti düşünen ve bu yönde strateji geliştiren çok fazla devlet adamımız da
olmamıştır. Eski Osmanlı topraklarına yönelik somut taktik ve stratejik hedeflerin belirlenmesi ve
uygulanmasına yönelik ilk ciddi uygulamalar Özal’la başlamış ve Avrupa Birliği dışında bir ekonomik
birlik oluşturmak gayesiyle KEİ (Karadeniz Ekonomik İşbiriliği Teşkilatı) 1992 yılında kurulmuştur.
Ancak Özal’ın vefatından sonra takip eden hükümetlerin KEİ’ yi alternatif bir model olarak geliştirmek
yerine sadece AB yanlısı politikalara ağırlık vermesi ve Türkiye’nin tamamen aleyhine olarak gelişen
“Gümrük Birliği” ile birlikte KEİ’ye yeterince sahip çıkmaması gibi nedenlerle istenilen sonuca
ulaşamamıştır. Ekonomik ve siyasi anlamda diğer bir alternatif oluşturmak üzere Erbakan tarafından
“Kalkınmakta Olan 8 Ülke” anlamına gelen D8, 1997 yılında İstanbul Deklarasyonu ile kurulmuş ve tek
merkezli bir anlayıştan kurtulma isteği somut bir şekilde hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Ancak kısa
süren Erbakan hükümetinin olmadık senaryolarla iktidardan uzaklaştırılması ve takip eden
hükümetlerce de bu projenin istenilen ölçüde sahiplenilmemesi nedeniyle D8 beklenilen ve istenilen
başarıya ulaşamamıştır.
Son yıllarda küresel ölçekli siyaset belirlemeye yönelik Erdoğan ve Davutoğlu özelinde yeni stratejik
ve taktik hamlelerle birlikte ciddi hamleler atılmıştır. Türkiye’nin Ortadoğu, Afrika, Balkanlar ve
Kafkaslara yönelik politika geliştirme çabaları ile birlikte uluslararası arena ile birlikte Türkiye’de de
yine bildiğimiz aynı küçük aktörlerle “”büyük oyun”un sahnelenmesine yeniden başlanmıştır.
Oynanmaya başlanan büyük oyun parelelinde, Kıbrıs’ta Türkiye’nin Akdeniz'de olan hakimiyet alanını
sınırlandırmak ve hatta sonlandırmak için Kıbrıs Rum kesiminin önce İsrail ardından da Rusya ile
belirlediği ortak strateji ile birlikte artan terör saldırıları Türkiye’yi yeniden aynı büyük oyunun hedefi
haline getirmiştir. Türkiye’nin yüzyıllar sonra bölgesel politikalar geliştirmesi, Bosna’dan Mısır’a
Azerbeycan’dan Libya’ya Sudan’dan Kıbrıs’a kadar derinlemesine bir siyasi atılım başlatması bu
coğrafyada söz sahibi olmak isteyen ülkeleri rahatsız etmiştir. Hemen akabinde de Türkiyeyi kendi
içine kapama ve haddini bildirme operasyonları yeniden başlamıştır.
Osmanlı’ dan başlayarak devleti istikrarsızlaştırmak için kullanılan iç unsurlara baktığımızda, vaka-i
hayriye olarak adlandırılan ve ne kadar hayırlı olduğu çok tartışmalı olan yeniçeri ocaklarının
kaldırılması ile başlayan ve ittihat ve terakki ile devam eden askerin yönetime müdahaleleri, yakın
tarihte neredeyse her on yılda bir “Türkiye’yi kendi evlatlarına boğdurma” politikasının önemli bir
aracı olarak kullanılmıştır. Siyaset kurumu dejenere edildikten sonra, alternatif bir model olarak
sunulan askeri ara rejimler, kendi görev yetki ve sorumluluklarının dışına çıkarak siyaseti ve toplumu
dizany etme çabası içerisine girdiler. Bu ara rejimler, “irtica” gibi mefhumlarla devlet halk
kaynaşmasını engelleyerek toplumsal barışı da bozdular.
Türkiye’nin büyük ölçekli interaktif bir dış politika çabasını engellemeye yönelik olarak dış usurlar,
Kıbrıs, Mısır, Libya ve Azerbeycan’da Türkiye’ye karşı tezgahlanan oyunlarla Türkiye’nin bu coğrafyaya
yönelik politikalarını engellemeye yönelik taktik adımlar atmıştır. Oynan bu oyunlarla, Türkiye’nin bu
ülkelerde yaşayan halklar tarafından istenmediği ! ajitasyonları ile birlikte Türkiye aleyhine bir
kamuoyu oluşturmak ve Türkiye’nin bu ülkelerle olan ilişkilerini koparmak için faaliyette
bulunmuşlardır. Oynanan oyunlar paralelinde hareket eden iç unsurlar da Türkiye’nin bu interaktif
siyaseti bırakması için çaba göstermişler ve Türkiye’nin Kıbrıs ile olan bağlarının kopartılmasını dahi
isteyebilecek derecede sınırları zorlayabilmişlerdir.
Avrupa Birliği, kendi içinde birçok etnik ve kültürel unsuru bir arada ve tek bir devlet çatısı altında
birleştirmeye yönelik politikalar geliştirirken, birliğin Ortadoğu ve Kafkaslarda etnik temelli
ayrışmalara verdiği destek asla göz ardı edilmemelidir. Türkiye, bu coğrafyanın tümüne yönelik yeni
küresel ölçekli politikalar geliştirmek zorundadır. Bu politikalar, etnik kimlik temelinde dar bir
perspektiften bakmaktan ziyade, Osmanlı örneğinde olduğu gibi; daha geniş bir perspektiften bakarak
tüm ilişkide bulunduğu coğrafyayı kucaklayıcı bütün milletlerin, kültür ve dini unsurların kendisine yer
bulduğu bir barış havzası oluşturması gerekir.
Türkiye’nin savunması, batıda Saraybosna’dan, güneyde Kıbrıs, Mısır ve Sudan’dan, kuzeyde Kırım ve
Çeçenistan’dan doğuda Türkistan ve Azerbaycan’dan başlar. Tüm bu coğrafyada yaşayan halklar
kardeştir. Bu kardeşliği pekiştirmeye yönelik politikalara ağırlık verilmelidir. Elbette bu politikaları
sabote etmeye çalışanlar içeri de ve dışarıda olacaktır. Yüzyılardır ihmal edilen bu coğrafyaya yönelik
uzun vadeli politikalar geliştirilerek uygulanmalıdır. Her stratejik hamlenin başladığı yerde karşı bir
stratejik hamlenin başladığı dikkate alınarak kısa vadeli taktik adımlar belirlenmeli ve asla bu
hedeften taviz verilmemelidir. Bu bölgeler dikensiz gül bahçeleri değildir. Bu bölgede yaşayan
halkların Osmanlı ile olan bağları kopartılmaya çalışılmış, sadece Saraybosna’da kominist rejim
tarafından 750 den fazla cami yıkılmış ya da kullanılamaz hale getirilmiştir. Bize düşen kırılan
gönüllerden başlamak üzere, maddi ve manevi anlamda yeniden “imar” hareketine girişmektir.
Yeniden kucaklaşabilmenin yolu da tanışmaktan ekonomik ve siyasi birlikler kurmaktan geçiyor.
Ayhan KOÇ - 25.10.2011
ayhankoc29@hotmail.com