Beynelmilel 1 - Selçuk Üniversitesi

Beynelmilel
1
Yayın Kurulu
Sahibi: Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü adına Doç .Dr. Metin Aksoy
Doç.Dr. Davut ATEŞ
Doç.Dr. Murat ÇEMREK
Editör: Nezir AKYEŞİLMEN
Doç.Dr Metin AKSOY
Sayı Editörü: Sercan Semih AKUTAY
Doç.Dr.Nezir
AKYEŞİLMEN
Yrd.Doç.Dr Arif Behiç
ÖZCAN
Yrd.Doç.Dr Erdem ÖZLÜK
Öğr.Gör.Dr. Demet Şefika
MANGIR
Haber Birimleri Sorumluları:
Ortadoğu: Sercan Semih AKUTAY
Avrupa: Oğuz ÖZDAŞ
Güneydoğu Asya: Duygu ÖZLÜK
Avrasya: Kısmet METKİN
Arş. Gör. Cihan DABAN
Afrika: Yusuf ÇINAR/Cihan DABAN
Arş.Gör. Duygu ÖZLÜK
Asya Pasifik/Amerika: Yasin AVCI
Arş.Gör. Engin
KILIÇARSLAN
Kapak Tasarım: M.Mustafa KULU/ Yusuf ÇINAR/Cihan DABAN
Arş.Gör. Fazlı DOĞAN
Arş.Gör. Kürşat KAN
Arş.Gör. Muhammed
Mustafa KULU
Sayfa Tasarımı: Yusuf ÇINAR/Cihan DABAN
Yıl: 2 Sayı: 3
Ocak-Mart/2014 / 3
Yayın Türü
Arş.Gör. Sercan Semih
AKUTAY
Online Yerel Süreli
Arş.Gör. İbrahim
KURNAZ
Adres Selçuk Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Alaeddin Keykubat
Kampüsü Selçuklu-KONYA
Arş.Gör. Kısmet METKİN
Web-adresi: www.ui.selcuk.edu.tr.
Arş.Gör. Yusuf ÇINAR
e-mail: beynelmilel.dergisi@gmail.com.
Beynelmilel’de yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.
Arş.Gör. Yasin AVCI
Beynelmilel
2
ĠÇĠNDEKĠLER
CHAMBERLAIN SĠYASETĠ VE PUTĠN’ĠN LEBENSRAUM ARAYIġI: RUSYA NE
ĠSTĠYOR?..................................................................................................................................6
YATIġTIRMA SĠYASETĠ…………………………………………………………………...7
SURĠYE KRĠZĠ……………………………………………………………………………….8
RUSYA'NIN YAYILMA ARAYIġI…………………………………………………………9
UKRAYNA KRĠZĠ ÜZERĠNDEN RUSYA-BATI SAVAġI MI?......................................10
SARI ÖKÜZÜ (2008'DE GÜRCĠSTAN'I) VERMEYECEKLERDĠ…………………….11
HĠNTERLANDI KORUMAK……………………………………………………………...11
KIRIM TARĠHĠ ÜZERĠNE………………………………………………………………...13
UKRAYNA KRĠZĠ VE ULUSLAR ARASI SĠSTEM…………………………………….14
UKRAYNA KRĠZĠ VE AVRUPA
BĠRLĠĞĠ……………………………………………………………………………………...16
KIRIM KRĠZĠ……………………………………………………………………………….22
ORTADOĞU’NUN KANAYAN YARASI SURĠYE KRĠZĠ; NEDENLERĠ VE
SONUÇLARI………………………………………………………………………………..26
SURĠYE KRĠZĠ ÜZERĠNDEN TÜRK DIġ POLĠTĠKASININ
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ…………………………………………………………………..31
TÜRKĠYE-SURĠYE ĠLĠġKĠLERĠ VE SURĠYE SORUNU ÜZERĠNE………………....35
SURĠYELĠ SIĞINMACILAR KONUSUNDA TÜRKĠYE’NĠN POLĠTĠKASI…………39
Türkiye’ye Sığınan Suriyelilerin Hukuki Statüsü………………………………...40
Beynelmilel
3
Mülteci Statüsü……………………………………………………………………...40
Geçici Koruma Rejimi……………………………………………………………...40
ÇÖZÜMSÜZLÜK SARMALINDA SURĠYE KRĠZĠ……………………….....................46
AFRĠKA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………………………...51
ORTADOĞU HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)……………………………………...53
GÜNEYDOĞU ASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………….59
AVRUPA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………………………..61
AVRASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)………………………………………...65
ASYA-PASĠFĠK HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)…………………………………..71
ULUSLARARASI
ĠLĠġKĠLERE
GĠRĠġ
TARĠH,
TEORĠ,
KAVRAM
VE
KONULAR………………………………………………………………………………….76
Beynelmilel
4
EDĠTORYAL
Devrik
Cumhurbaşkanı
Yanukoviç
tarafından
Ukrayna‟nın AB ile Ortaklık Antlaşması imzalaması ile ilintili
Doç Dr. Metin AKSOY
olarak
Selçuk Üniversitesi/Uluslararası
İlişkiler Bölümü Başkanı
kurulan
hazırlık
komisyonunun
çalışmalarının
dondurulduğunun deklare edilmesi, her biri uluslararası
gündemi derinden sarsan gelişmeleri beraberinde getirmiştir.
Öyle ki; Ukrayna‟da patlak veren AB yanlısı gösteriler,
protestolar akabinde yaşanan yönetim değişikliği ve tüm bu
gelişmeler karşısında Rusya‟nın Kırım kartını kullanması birçok
analize göre yeni bir soğuk savaşın başlangıcını teşkil
etmektedir. Bu varsayımı öne sürenlere göre de Ukrayna yeni
soğuk savaş sürecinin bölünmüşlüğünün tezahürüdür. Bu
çerçevede Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı Dimitriy
Rogozin‟in Kırım ve Sivastopol‟ün Rusya ile birleşmesini „‟tek
kutuplu uluslararası sistemin sonu‟‟ olarak nitelendirmesi
oldukça dikkat çekicidir.
krize
küresel
güçlerin
Bununla birlikte; her ne kadar Ukrayna krizinin tüm
müdahilliğini teşvik eden unsurlar
aşamalarında -krizin sistemik etkilerde bulunma kapasitesini
büyük ölçüde Ukrayna‟nın bölünmüş
arttıracak düzeyde- krize küresel güçlerin iştiraki söz konusu ise
sosyo-ekonomik yapısı ve kimliğinden
de
irdelenmesi
kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle,
gerekmektedir. Zira krize küresel güçlerin müdahilliğini teşvik
Ukrayna‟yı „‟ya Rusya ya da Avrupa‟‟
eden unsurlar büyük ölçüde Ukrayna‟nın bölünmüş sosyo-
ikilemine sokan şartlar var olduğu
ekonomik yapısı ve kimliğinden kaynaklanmaktadır. Bir başka
sürece Ukrayna krizi mevcut seyrinde
deyişle, Ukrayna‟yı „‟ya Rusya ya da Avrupa‟‟ ikilemine sokan
devam edecektir…..
yerel
bazı
parametrelerin
de
dikkatle
şartlar var olduğu sürece Ukrayna krizi mevcut seyrinde devam
edecektir.
Özetle; Ukrayna‟da Kasım 2013‟te yerel nitelikli olarak başlayan kriz Rusya‟nın Kırım‟ı ilhak
etmesiyle uluslararası bir nitelik kazanmış ve ülkedeki iç dinamikler üzerinden yürütülen „‟vekaleten
savaş‟‟ artık gün yüzüne çıkmıştır: Bir yanda ABD-AB diğer yanda ise Rusya ve Çin. Bununla birlikte
kriz küresel güçlerin iştiraki oranında sistemik düzeye taşınmış ve sistemik düzeye taşındığı ölçüde de
sistem dışına itilmiştir. Bir başka deyişle krizin tarafları tarafından meseleye sıfır toplamlı oyun
çerçevesinden bakılması –tıpkı Suriye krizinde olduğu gibi- krizin sürüncemede kalmasına sebep
olmuştur.
Beynelmilel
5
Tüm bu noktalardan hareketle; küresel ilişkilerin takip ve tahlili noktasında okuyucularına
yardımcı olma gayesi güden Beynelmilel dergisinin üçüncü sayısı yeni bir soğuk savaşı tetiklediği
iddia edilen Ukrayna Krizi‟ne ayrılmıştır. Meselesinin tüm yönlerinden ele alınmaya çalışıldığı
sayımızın hâlihazırda var olan tartışmalara katkı sağlamasını ummaktayız.
CHAMBERLAIN SĠYASETĠ VE PUTĠN’ĠN LEBENSRAUM ARAYIġI: RUSYA NE
ĠSTĠYOR?
Doç. Dr. Metin AKSOY
Batılı devletlerin bugüne kadar uygulamaya
koydukları yatıştırma politikası Ukrayna ve
Kırım'da yaşanan gelişmelerde Rusya'ya Hitlerin
elde ettiği gibi yaşam alanını genişletme imkânı
sunmaktadır. Chamberlain'in Hitler'e gösterdiği
tolerans
bugün
itibariyle
NATO
ve
AB
tarafından Putin'e gösterilmektedir. Bu nedenle,
eğer kısa sürede Rusya'nın yayılma arayışı
önlenemezse daha derin krizlerin yaşanması
kaçınılmazdır.
Chamberlain
Bilindiği
(1869-1940),
üzere
iki
Neville
savaş
arası
dönemde İngiltere başbakanlığı görevini (19371940)
yürüten
siyasetçidir.
Bu
dönem;
İngiltere'nin hem Milletler Cemiyeti'nin (MC)
hem de diğer Avrupa ülkelerinin liderliğini
üstlendiği bir dönem olarak da anılmaktadır. Zira
aynı dönemde İngiltere'nin uyguladığı veya
uygulayacağı dış politika perspektifi hem Avrupa
için hem de dünya için ayrı bir önem arz etmiştir.
Bununla birlikte Chamberlain'in başbakanlık
Chamberlain'in
Hitler'e
gösterdiği tolerans bugün
itibariyle NATO ve AB
tarafından
Putin'e
gösterilmektedir. Bu nedenle,
eğer kısa sürede Rusya'nın
yayılma arayışı önlenemezse
daha derin krizlerin yaşanması
kaçınılmazdır. Bilindiği üzere
Neville Chamberlain (18691940), iki savaş arası dönemde
İngiltere başbakanlığı görevini
(1937-1940)
yürüten
siyasetçidi.
Bu dönem; İngiltere'nin hem
Milletler Cemiyeti'nin (MC)
hem
de
diğer
Avrupa
ülkelerinin
liderliğini
üstlendiği bir dönem olarak da
anılmaktadır.
görevini üstlendiği dönem Almanya'da Hitler
iktidarının konsolide olduğu döneme tekabül
etmesi hasebiyle ayrı bir öneme sahiptir.
Dolayısıyla Chamberlain iktidarına yönelik tüm beklentiler Hitler ile ilintili olmuştur. Çünkü
Hitler'in 'tek devlet tek ulus', 'Alman ordusunun yeniden güçlendirilmesi' ve 'Savaş
tazminatların kaldırılması' gibi konuları ısrarla gündeme getirmesi ve adım adım bahsi geçen
Beynelmilel
6
konular çerçevesinde somut adımlar atması Fransa ve Polonya gibi Avrupa ülkelerinde büyük
tedirginlik yaratmıştır. Özetle yeniden güçlü bir orduya sahip olan Almanya -Birinci Dünya
Savaşı öncesinde olduğu gibi- yeni bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkmaya başlamıştır.
Ancak kendisine yönelik beklentilerin aksine Chamberlain, Hitler'in dünya barışını tehlikeye
sokan adımlarını engellemek bir yana; gerek Almanya'yı Sovyetlere karşı kullanmak saikiyle
gerekse de Sırbistan'a biraz daha müsamahakâr ve imtiyazlı olunması gerektiğini düşündüğü
için Hitler ile olan ilişkilerinde tolere eden taraf olmuştur. Zira Chamberlain'in uygulanma
çalıştığı politikanın temel motivasyon kaynağı, onun krizin tarafları arasındaki tolere etme
eşiğinin düşük olması hasebiyle daha da tırmandığına yönelik inancıydı ve taraflar bu eşiği
yükseltebilirler ise bir kriz –Balkan menşeli krizin Birinci Dünya Savaşı'na sebep olması gibipekala savaşa dönüşmeyebilirdi. Bu noktadan hareketle Chamberlain Hitler'in politikalarına
karşı daha ılımlı olmaya ve özellikle Hitler'in politikalarının merkezinde yer alan Lebensraum
(hayat sahası) politikasına karşı daha 'yatıştırmacı'' tutum sergilemeye dikkat etti. Bir başka
deyişle Chamberlain, Hitler'in yayılma arayışlarını diplomatik yollarla kontrol etmenin ve
onun Almanların yaşadığı şehirleri almasına bir ölçüde göz yummanın gerekliliğine
inanıyordu.
YATIġTIRMA SĠYASETĠ
Chamberlain'in yatıştırmaya çalıştığı Hitler ise bu politikanın kendisine sağladığı avantajı da
arkasına alarak 11 Mart 1938'de Avusturya'yı işgal etti. Bu duruma Batılı ve devletlerin
tepkisizliği Hitler'i daha da cesaretlendirdi ve yatıştırma politikası sarmalına dolaşarak krize
müdahil olma fırsatını elinden kaçıran Avrupalı devletlerin kabulüyle -29 Eylül 1938 Münih
Konferansı neticesinde- Çekoslovakya toprağı olan ve nüfusunun çoğunluğu Alman olan
Südetler bölgesi Almanlara verildi. Neticede Chamberlain şunu fark etti: Hitler beklenmedik
oranda güçlenmiş, topraklarını genişletmiş ve Avrupa'nın göbeğinde önemli bir güç haline
dönüşmüştü. Yatıştırma politikasının Hitler'e sağladığı avantaj onun önünün alınması da
engelledi ve Hitler Polonya denetiminde olan Danzing bölgesini talep etti. Nihayetinde
sonucunu hepimizin bildiği İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Özetle Chamberlain yatıştırma
politikasını uygularken, yatıştırma politikasının yöneltildiği ülkenin kendisine tehdit
oluşturacak kadar güçlendiğini fark edemedi ve bu tarihi bir hataya sebebiyet verdi.
Beynelmilel
7
Chamberlin yukarıda özetlenen yatıştırma siyasetini izlemek noktasındaki zorunlulukları ve
başka bir seçeneğinin olup olmadığı meselesi tartışmaya açılabilecek bir konu iken en azından
bahsi geçen tarihi süreçten ders almak gerekmektedir. Zira 1949 - 1963 arasında Almanya
Şansölyesi olan Konrad Adenauer'in dediği gibi 'dış politika tarihten bağımsız sürdürülemez'.
Her ne kadar bahsi geçen söz, tek bir ulus için dillendirilmiş olsa da uluslararası toplumun da
küresel çapta sonuçlar doğuran meselelerden gereken dersi alması gerekmektedir. Özetle
tarihin yanlıca ''mış''ların ve ''miş''lerin irdelendiği bir platform olmadığı göz önüne alınarak
geçmişte yaşananların muğlak geleceğin aydınlatılmasında kullanılması gerekmektedir.
Tarihten alınan derslerin hatırlanması gerektiği üzerine bu kadar vurgu yapılmasına gelince;
Rusya'nın Ukrayna konusundaki tavrı bizlere Chamberlain yatıştırma politikasının sonuçlarını
hatırlatmaya başladı. Çünkü Rusya, Sovyetlerin dağılmasından sonra ilk olarak Çeçen
sorununu nihayete erdirdi daha sonra da petrol ve doğal gazın getirdiği kazançla ekonomisini
belirli seviyeye çıkardı. Balkanlarda Çarlık Rusya'sının Slav ırkını destekleme politikasına
döndü, Kafkasya bölgesinde Bağımsız Devletler Topluluğunun (BDT) dağılmasını -'yeni
Avrasyacılık' stratejisini temel alarak- varlığına yöneltilebilecek en büyük tehdit olarak
belirledi. Zaten Rusya'nın algıladığı bu tehdide yönelik politikalarının Ukrayna özelinde
tezahür ettiğini görüyoruz.
SURĠYE KRĠZĠ
Bu noktada bize yatıştırma politikasını anımsatan ilk gelişme Rusya-Gürcistan kriziydi.
2008'deki Güney Osetya Savaşı'nda Rusyanun sert güce başvurması, (08.08.08 savaşı)
Rusya'nın hem belirli kazanımlar elde etmesini sağladı hem de –belki de bundan daha da
önemlisi –kendisine olan güvenini tazeledi. Zira Osetya ve Abhazya bölgesinin bağımsızlığını
tanıyan ve bu bölgelerin bir nevi kendisine bağlı hale gelmesini sağlayan Rusya'ya karşı,
Chamberlain siyaseti yürüten NATO ve AB üyeleri yatıştırma politikasını yöneltmekten
başka bir şey yapamadılar. Dolayısıyla tarih; ahmakların kendisinden ders almaması sebebiyle
tekerrür etti: Geçmişte Hitler'in kendisinde bulduğu cesareti Gürcistan krizi vasıtasıyla Putin
iliklerine kadar hissetti ve yeni Avrasyacılık politikasının uygulanabilirliğini kanıtladı. Yine
Arap Baharı olarak adlandırılan süreçte de kazançlı çıkan ülke Rusya oldu.
Öyle ki Rusya, tarihi emelleri arasında yer alan sıcak denizlere inme siyasetinden, Suriye
krizine rağmen geri adım atmadı ve Lazkiye Limanı üzerinden elde ettiği ayrıcalıklığı
tehlikeye atmadı. Chamberlain'in geçmişte yatıştırma politikasının, Nazi Almanya'sının önünü
Beynelmilel
8
alamaması gibi Batı da bugün, kimyasal silah kullanarak savaş suçu işleyen Esad yönetimine
Rus desteğini kesmek adına bir girişimde bulunmadı.
Nihayetinde Batı'nın Chamberlain siyasetini iyi kullanan Putin bahsi geçen kazanımlarını da
arkasına alarak Ukrayna konusunda daha sert tavır takındı. Bir başka deyişle tıpkı Hitler gibi
Putin de Rus ordusunun caydırıcılığını ve Batının yatıştırma politikasını Ukrayna sorununda
da kullanma yolunu denedi. Çünkü elde ettiği kazanımlar ve tecrübeler batılı devletlerin
tepkisizliğini test etmiş durumdaydı. Ne zaman ki kriz Avrupa Birliği'ni (AB) ve Amerika
Birleşik Devletleri'ni rahatsız edecek bir boyut kazandı işte o zaman batılı devletler Putin'i
engelleme ve Kırım konusunda kararlı adım atma yoluna girdiler. Ancak yatıştırma
politikasının sağladığı tüm avantajları arkasına alan Putin Üsküdar'ı geçti bile… Bununla
birlikte Batı'nın yatıştırmacı tutumu yine Batı'nın kararlılığını da bize sorgulatmaktadır.
RUSYA'NIN YAYILMA ARAYIġI
Her minvalde geri adım atan bir Batının varlığı bugüne kadar Rusya'yı daha çok
cesaretlendirmiştir. Chamberlain'in yatıştırma politikasıyla bugüne kadar Avrupa'nın Rusya'ya
karşı uygulamaya çalıştığı yumuşak güç politikasının pek de bir farkı yoktur. Yumuşak güç
eğer istenileni vermiyorsa daha sert adımlar atmayı içerir fakat bu güne kadar Batılı devletler
içi boş yumuşak güçten farklı olarak herhangi bir adım atamamıştır. Suriye, konusunda
Türkiye'nin dış politika yaklaşımının doğru olduğu Batılı devletler tarafından da tescil edildiği
halde, Rusya ve Çin çekincesiyle bir türlü Esad'a karşı adım atılamamış olması Batılı
devletlerin yumuşak güç algısının yatıştırma politikasına dönüştüğünü bizlere göstermektedir.
Yatıştırma Politikası yumuşak gücün gerisinde bir yaklaşımdır. Yumuşak güç istediğini
ekonomik, siyasi ya da fiili müdahale içermeden yaptırma iken, yatıştırma siyaseti istemediği
durumlara pasif yöntemlerle barışçıl bir çözüm getirmektir. Batılı devletlerin bugüne kadar
uygulamaya koydukları yatıştırma politikası Ukrayna ve Kırım'da yaşanan gelişmelerde
Rusya'ya Hitlerin elde ettiği gibi yaşam alanını genişletme imkânı sunmaktadır.
Chamberlain'in Hitler'e gösterdiği tolerans bugün itibariyle NATO ve AB tarafından Putin'e
gösterilmektedir. Bu nedenle, eğer kısa sürede Rusya'nın yayılma arayışı önlenemezse daha
derin krizlerin yaşanması kaçınılmazdır.
Beynelmilel
9
UKRAYNA KRĠZĠ ÜZERĠNDEN RUSYA-BATI SAVAġI MI?
Doç. Dr. Nezir AKYEġĠLMEN
Rusya gelişen ekonomisi, artan siyasi gücü ve yükselen uluslararası prestiji ile tek süper güç
olan ABD hegemonyasına ve müttefiki olan Avrupa'ya meydan okuyor. Küresel olmasa bile
bölgesinde patron (bölgesel güç) olduğunu, hinterlandını korumak istediğini ve bölgesinde
paralel bir otoriteye izin vermeyeceğini dünyaya göstermek istiyor.Ukrayna'da meydana gelen
barışçıl
protestoların
şiddete
evrilmesi,
hükümetin düşmesi ve Kırım olayları, bir iç
siyasi kriz olmasının ötesinde bir bölgesel hatta
küresel hegemonya savaş sahasına dönüşmüş
durumdadır. Bu durum belki yeni bir Soğuk
Savaş değil, fakat Rusya ve Batı arasında ciddi
bir güç mücadelesi olduğu apaçıktır. Rusya,
hinterlandı olarak gördüğü Ukrayna'da söz
sahibi olmak istiyor ve bu konuda gerekirse
Batı ile her türlü bilek güreşine hazır olduğunu
Parlamento'dan
asker
gönderme
tezkeresi
çıkararak dünyaya ilan ediyor.
Daha ziyade Rusya'nın siyasi ve ekonomik
baskısı sonucu, AB ile ortaklık anlaşması
imzalamak istemeyen Rusya yanlısı Ukrayna
lideri
Yanukoviç,
yaklaşık
üç
ay
süren
protestolar sonucu 2004'te olduğu gibi yine
devrildi. 2004 yılında Rusya bu olayı sineye
çekti, belki de çekmek zorunda kalmıştı. Zira o
günkü Rusya ile bugünkü Rusya arasında çok
büyük farklar var. 2004 yılında Rusya'da kişi
Beynelmilel
Rusya'nın siyasi ve ekonomik
baskısı sonucu, AB ile ortaklık
anlaşması
imzalamak
istemeyen
Rusya
yanlısı
Ukrayna lideri Yanukoviç,
yaklaşık
üç
ay
süren
protestolar sonucu 2004'te
olduğu gibi yine devrildi. 2004
yılında Rusya bu olayı sineye
çekti, belki de çekmek zorunda
kalmıştı. Zira o günkü Rusya
ile bugünkü Rusya arasında
çok büyük farklar var. 2004
yılında Rusya'da kişi başı gelir
3000 dolar iken bugün tam
18.000 dolar (CIA tarafından
hazırlanan World Factbook
rakamları).
2000
yılında
kişibaşı geliri 2000 dolar
düzeyine inen Rusya petrol ve
doğalgazdan gelen paralarla
kısa sürede zenginleşti ve…
10
başı gelir 3000 dolar iken bugün tam 18.000 dolar (CIA tarafından hazırlanan World
Factbook rakamları). 2000 yılında kişibaşı geliri 2000 dolar düzeyine inen Rusya petrol ve
doğalgazdan gelen paralarla kısa sürede zenginleşti ve 2011 yılında 12.000 dolara yaklaştı.
2009 küresel kriziyle çok ciddi zarar gören Rusya ekonomisi (kişi başı gelir %25 düştü) kısa
sürede toparlanmayı başaran nadir ekonomilerden biri oldu. Avrupa ülkeleri krizden perişan
olurken, Rusya ekonomisini büyütmeye devam ediyor. Ukrayna'nın ihtiyacı olan mali destek
Avrupa'dan değil Rusya'dan geliyor. Doğal olarak parayı veren düdüğü de çalmak istiyor.
Tabii ki tek neden ekonomi değil.
SARI ÖKÜZÜ (2008'DE GÜRCĠSTAN'I) VERMEYECEKLERDĠ
Herkesin en çok merak ettiği soru: Bundan sonra ne olacak?
Rusya yanlısı iktidarın devrilmesi ve yönetimin Batı yanlısı güçlere geçmesiyle Rusya
Yanukoviç gibi Ukrayna'dan kaçmadı. Aksine ABD'nin tehdidine rağmen Ukrayna'ya girme
kararı aldı. Neden? Nedeni 2008'de gizli…
Bugünkü güçlü ekonomi önemli bir faktör fakat burada Rusya'yı siyaseten güçlendiren faktör
2008 yılında Gürcistan savaşında Batı'nın Rusya'nın müdahalesine ciddi tepki vermemesi,
daha da önemlisi savaştan sonra Rusya ile yapılan pazarlıklar sonucu üyelik aşamasına gelmiş
olan Gürcistan ve Ukrayna'yı NATO'ya almayacaklarını duyurmalarıdır.
Rusya 2008 yılında resmen NATO'dan tapusunu aldığı bölgeleri renkli devrimlerle Batı'ya
teslim etmek istemez. Kiev'de, muhalefet yönetimi ele geçirdiyse çoğunluğu etnik olarak Rus
olan Kırım üzerinden bölgeye müdahale etmek istiyor. Rusya bu hamle ile birincisi,
Ukraynalıları bölünme ile korkutuyor. İkincisi, Batı'ya bölgesinden uzak olması gerektiğini
söylüyor ve üçüncüsü son çare olarak gerekirse Kiev'e de gireceğini dünyaya deklare etmiş
oluyor.
HĠNTERLANDI KORUMAK
Ekonomi ve siyasi anlamda Avrupa'dan avantajlı konumda olan Rusya, ABD'yi de dinlemek
istemiyor. Zira (Irak'tan zar zor ve Afganistan'dan hala çıkamayan) ABD'nin 2008 yılında
Beynelmilel
11
vazgeçtiği bölge için bir maceraya girmeyeceğini tahmin ediyor ki büyük oranda yanılmadığı
yakında görülecektir.
Özetle Rusya gelişen ekonomisi, artan siyasi gücü ve yükselen uluslararası prestiji ile tek
süper güç olan ABD hegemonyasına ve müttefiki olan Avrupa'ya meydan okuyor. Küresel
olmasa bile bölgesinde patron (bölgesel güç) olduğunu, hinterlandını korumak istediğini ve
bölgesinde paralel bir otoriteye izin vermeyeceğini dünyaya göstermek istiyor. 2008'de bunu
başarmıştı, bugün de konumunu pekiştirmek istiyor. Bu yazının konusu değil belki, fakat
bunun Türkiye'yi de kapsayan derin bölgesel etkileri de olacaktır. Bu yeni durum (aslında
statükonun devamı olacak) bir yeni Soğuk Savaş değil, zira Rusya bir süper güç değil, fakat
bunların ileride olmayacağı garantisini kimse veremez.
Beynelmilel
12
Kırım Tarihi Üzerine
Yrd. Doç. Dr. Arif Behiç ÖZCAN
Kırım, siyasi tarih açısından yaklaşık
700 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu coğrafya da,
dünyanın herhangi başka bir bölgesindeki
coğrafyalar gibi insanlığın ortak tarihinin
şekillenmesinde
kendisine
düşen
rolü
oynamıştır, oynamaya devam etmektedir. Bu
metinde Kırım‟ın tarih içerisindeki rolünü
değerlendirirken kronolojik olarak olayları art
arda sıralamayacağız. Bunun yerine, bu rolü
belirleyen ve / veya dönüştüren bazı olgu ve
olaylardan bahsetmekle yetineceğiz.
Kırım,
başta
Altın
Ordulular
ve
Cenevizliler, sonrasında ise Osmanlılar, Çarlık
Rusyası, SSCB, Avrupa Birliği ve ABD gibi
büyük güçlerce her zaman önemli bir stratejik
bölge
olarak
değerlendirilmiştir.
Bu
değerlendirme tarzlarına uygun olarak bölge
Kırım, başta Altın Ordulular
ve Cenevizliler, sonrasında ise
Osmanlılar, Çarlık Rusyası,
SSCB, Avrupa Birliği ve ABD
gibi büyük güçlerce her zaman
önemli bir stratejik bölge
olarak değerlendirilmiştir. Bu
değerlendirme
tarzlarına
uygun olarak bölge neredeyse
bilinen
bütün
tarihsel
mücadelelerde kilit bir bölge
olarak var olmuştur. Ancak bu
güçlerin
bölgeye
nasıl
baktıkları,
Kırım‟ı
hangi
açılardan değerli buldukları
meselesi
incelendiğinde
aslında hepsi için farklı bir
boyutun öne çıktığını görmek
mümkündür
neredeyse bilinen bütün tarihsel mücadelelerde
kilit bir bölge olarak var olmuştur. Ancak bu güçlerin bölgeye nasıl baktıkları, Kırım‟ı hangi
açılardan değerli buldukları meselesi incelendiğinde aslında hepsi için farklı bir boyutun öne
çıktığını görmek mümkündür. Mesela Altın Ordu devleti için bir anavatan olarak
değerlendirilen Kırım, Cenevizliler için bir ticaret limanı, Osmanlılar için cihanşümul
tefekkürün hem fikir kaynağı hem de bu fikirlerin icra sahalarından biri, Çarlık Rusyası için
sıcak denizlerin kontrolü için vazgeçilmez bir üs, 20. ve 21. yüzyıl aktörleri için ise daha çok
enerji hatlarının bir bağlantı noktası olarak değerlendirilmiştir.
Beynelmilel
13
Kırım, bu hassas önemi nedeniyle dünya politikasının her zaman gündeminde olmuş
bir coğrafyadır. Gerçekten de bulunduğu coğrafi konum itibariyle yukarıda sıralanan
özellikleri haiz olduğunu açıkça görmek mümkündür. Durum böyle olunca, bütün bu
mücadeleler açısından bölge insanının da kaderi ona göre şekillenmiş ve Kırım, ilginç bir
şekilde kendi isminin de çağrıştırdığı gibi, bölge insanlarının çoğu zaman kırıma uğradığı bir
coğrafya olarak var olagelmiştir. Altın Ordu Devleti‟nin barış içinde yaşadığı dönemlerle
Osmanlı hâkimiyetinin var olduğu dönemler ve Bolşevik Devrim‟in hemen sonrasındaki kısa
bir sürelik barış dönemi dışında savaşlar, sürgünler ve asimilasyon politikaları da dâhil olmak
üzere bu insanlar, şiddetin bütün boyutlarına tarih boyunca muhatap olagelmişlerdir. Bu
olayların en çok dikkat çekenlerini şöyle özetlemek mümkündür. Altın Ordu Devleti‟ne
yönelik Moğol saldırıları, Korkunç İvan, I. Petro ve II. Katerina dönemlerindeki Rus işgalleri
ve Stalin‟in sürgün politikaları. Kırım‟ın Buna ek olarak ne yazık ki II. Viyana Kuşatması gibi
çok tartışmalı bir başarısızlığının faturası bile bazı tarihçilerce Kırımlılara çıkartılacaktır.
Kırım Balkanlar coğrafyasının Osmanlılardan daha önce İslam dini ile tanışmasını
sağlayan aktördür. Kırım Osmanlı millet sisteminin en önemli parçalarından biri olmuştur.
Kırım Karadeniz‟in hâkimiyetinin uzunca bir dönem Osmanlılarda olmasını sağlayan bir kale
görevi yapmıştır. Kırım çökmekte olan koskoca bir imparatorluğun, Osmanlıların bu
çöküşüne çare arayan Gaspıralı İsmail gibi büyük fikir adamları çıkarmış bir coğrafyadır.
Kırım, hâlen hayatta olan Halil İnalcık gibi büyük tarihçilerin memleketidir. Kırım…
Kırım 1475‟te Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlılara katılmıştır. 1774‟te Küçük
Kaynarca Antlaşması ile ki bu antlaşma bir Osmanlı-Rus savaşı neticesinde imzalanmıştır,
Osmalıların elinden kayıp gitmiş bir coğrafyadır. Kırım için asıl felaketler silsilesi bu tarihten
sonra başlayacaktır. Neredeyse bütün 19. yüzyıl boyunca devam eden Osmanlı-Rus
savaşlarının temel mücadele alanlarından biri olmuştur Kırım. Her ne kadar Rus Çarlığına
karşı çoğu zaman kendi başına, zaman zaman da yanındaki müttefikleriyle mücadele eden
Osmanlılar burayı artık tekrar elde edemeyecekler ve Kırım makûs talihi ile baş başa
kalacaktır. Özellikle Stalin döneminde Ruslaştırma politikaları, din değiştirmeye zorlamalar,
Asya‟daki diğer Rus topraklarına sürgünler yaşayacaklardır Kırımlılar. Bu açıdan
bakıldığında Osmanlılar açısından Kırım sadece stratejik olarak “yitirilen” bir bölge
olmayacaktır. Aynı zamanda bir zamanlar “hamisi” oldukları Kırımlı Müslüman kitleler de
kaderleriyle baş başa bırakılmış olacaklardır. Nitekim çok zaman sonra, 1954 yılında Kruşçev
Kırım‟ı Ukrayna Cumhuriyeti‟ne bağladığında eski vatanlarına dönmeye başlayan ve bugün
bölgedeki nüfusun sadece %13‟üne tekabül edecek kadar buralara geri dönebilen bir kitleden
bahsediyoruz. Şimdilerde
Beynelmilel
yaşanan krizle
“hatırladığımız” Kırım‟da televizyonlarda
14
izlediğimiz ve Türkçe konuştuklarını gördüğümüz bu insanlar bütün sürgün ve asimilasyon
politikalarına karşı varlığını koruyabilmiş insanların çocukları ve torunlarıdır. 1991‟de
bağımsızlığını kazanan Ukrayna‟ya bağlı bir bölge olarak kalan ve şimdilerde bir Rusya
toprağı haline geldiği iddia edilen Kırım, tarihin bize gösterdiği gibi, bugün ve gelecekte de
büyük politikaların bir “test sahası” olarak varlığını devam ettirmektedir ve ettirecektir.
Beynelmilel
15
Ukrayna Krizi ve Uluslararası Sistem
Gülizar Samur GÖKMEN
Ukrayna, son derece önem atfedilen bir kıtada, oldukça önemli coğrafi bir konuma
sahiptir. Kuzeyinde Beyaz Rusya, Batısında Polonya, Romanya, Moldova, Macaristan
ve Slovakya, doğusunda ise Rusya ile komşudur ve Karadeniz‟e kıyısı bulunan
bir Doğu Avrupa ülkesidir. Tarım bakımından Avrupa‟nın en büyüklerinden biri sayılan
Ukrayna, Avrupa ve Rusya‟nın buğday ambarı olarak dile getirilmektedir. Yaklaşık 45
milyonluk nüfusu ve yüzölçümüyle Avrupa‟nın en büyük ikincisi ülkesi olan Ukrayna,
Avrupa‟ya doğalgaz taşıyan boru hatlarının bir kısmını da barındırması sebebiyle, bu denli
karmaşık günler geçirmekte ve gerilimlere
sahne olmaktadır. 2013 yılının Kasım ayının
son günlerinde Ukrayna‟nın başkenti Kiev ve
diğer bazı şehir meydanlarında gösterilerin
başlamasıyla hafızalar tazelenmiş ve on yıl
önceki Turuncu Devrim‟i zihinlere getirmiştir.
Bugün gelinen nokta, Ukrayna halkının bir
kısmının Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç‟in
AB ile işbirliği anlaşmasını - Rusya ile daha
sıkı ekonomik bağlar lehinde hareket ederek askıya almasını protesto etmesiyle başladı. Bu
karar Ukrayna açısından ele alındığında uzun
zamandan beri devam eden görüşmelerde
AB‟den daha fazla imtiyaz elde etmek için
pazarlık yapabilmek olarak değerlendirilebilir.
Ancak AB ile ilişkiler Rusya ile olduğu kadar
ilerletilememiştir. Özellikle Batı basını bu
Çin‟in büyüyen gücüyle ve
Doğu
Asya‟daki
mevcut
düzene karşı meydan okumaya
olan
isteklilik
ile
birleşmektedir.
Bu arada,
ABD ise küresel bir “şerif”
rolünü oynamaktan bıkkın ve
isteksiz bir çizgide yer
almaktadır. AB ise fonksiyonel
bir
pasifizm
eğilimi
sergilemektedir. Dolayısıyla
sonuç olarak, yeni bir Soğuk
Savaş ihtimalinden ziyade,
eski bir uluslararası sistemin,
çok kutuplu güç dengesinin,
yeniden dirilişi daha muhtemel
görülmektedir.
askıya almayı Moskova‟ya bağlamıştır. Bu
durum Soğuk Savaş‟tan bu yana Rusya ve Batı
arasında belirginleşen en ciddi gerilimdir. Rusya‟nın Kırım‟a yönelik müdahalesi, Kırım
yarımadasındaki hayati çıkarlarını risk altına sokmama kaygısından kaynaklanmıştır. Rusya
Ukrayna doğrultusunda hedeflerinden vazgeçmemiş görünmektedir. Zbigniew Brzezinski‟nin
dediği gibi, “Ukraynasız bir Rusya bir Asya İmparatorluğu olarak varlığını sürdürür; fakat
Ukrayna ile birlikte Rusya bir Avrasya İmparatorluğu olma imkânına sahiptir”. Zbigniew
Brzezinski, “Büyük Satranç Tahtası” şeklinde adlandırdığı tezinde, ABD‟nin küresel güç
Beynelmilel
16
pozisyonunu sürdürebilmesi için oynaması gereken en verimli oyun alanı olarak Avrasya‟yı
tanımlar. Ukrayna da bu bölgenin en önemli ülkesi kabul edilir. Doğudan yaklaşacak bir güç
için hem Doğu Avrupa‟nın hem Balkanlar‟ın kapısı ve kilidi; batıdan ilerleyecek bir güç için
ise hem Karadeniz-Hazar Havzası‟nın ve Kafkasların hem de Rus steplerinin kilididir. Rusya
ve AB arasındaki güç dengesi Ukrayna üzerinde düğümlenmektedir. Bunun sebebi ise
Ukrayna'da oluşması muhtemel yönelimin bütün Doğu Avrupa‟yı da peşinden sürükleme
ihtimalidir. Bugünkü haliyle modern Ukrayna, Yugoslavya gibi, 1945 Yalta Konferansı ve II.
Dünya Savaşı sonrası düzenin yarattığı yapay bir olgudur. Maalesef yaşanan son istikrarsızlık
artık jeolojik konumdan ve doğal gaz rezervlerinden ayrı düşünülemez hale gelmiştir. Doğal
gaz boru hatları haritasına bakıldığında Putin‟in perspektifinden bölme stratejisinin rasyonel
amaçları görülebilmektedir. Rusya en azından Doğu Ukrayna‟nın kontrolünü elinde
bulundurmayı hedeflemektedir. Sivil savaştan ziyade yaşanacak bir de facto bölünme
tarafların çıkarları doğrultusunda gibi görünse de, bu durumda istikrar ve uzun vadeli bir
kontrolün sağlanması mümkün olmayacaktır. Özellikle Kırım krizi ABD‟nin uzun dönem
planlarına nokta koyacak niteliktedir. Rusya‟nın Ukrayna‟da yaşananların başından beri takip
ettiği yol, değişen bir global düzene işaret etmektedir. Ulusal güvenlik uzmanları yeni bir
Soğuk Savaş ihtimalini tartışıyor olsa da, olup biten farklı bir bakış açısıyla ele alınabilir.
Rusya‟nın artan agresif ve askeri yaklaşımı; yenilenmiş Japon milliyetçiliği ve girişkenliğiyle,
Hindistan‟ın ekonomik ve askeri yükselişiyle, Çin‟in büyüyen gücüyle ve Doğu Asya‟daki
mevcut düzene karşı meydan okumaya olan isteklilik ile birleşmektedir. Bu arada, ABD ise
küresel bir “şerif” rolünü oynamaktan bıkkın ve isteksiz bir çizgide yer almaktadır. AB ise
fonksiyonel bir pasifizm eğilimi sergilemektedir. Dolayısıyla sonuç olarak, yeni bir Soğuk
Savaş ihtimalinden ziyade, eski bir uluslararası sistemin, çok kutuplu güç dengesinin, yeniden
dirilişi daha muhtemel görülmektedir.
Beynelmilel
17
Ukrayna Krizi ve Avrupa Birliği
Ġlyas Ferhat DEMĠRBAġ
Kırım krizi, algı ve refleks farklılıkları arasında beklenmedik şekilde gelişen ve
sonuçlanan bir paradigma halini aldı. Devletlerin ve uluslararası/uluslarüstü unsurların sorunu
ele alış biçimleri içinde derin kırılmaları barındırıyor. Rusya, krizi 19. yüzyıl mantığında
kavrıyor ve tepkilerini o doğrultuda veriyor. 18. yüzyılın sonlarından itibaren hak sahibi
olduğu bölgeyle ilgili kararları alırken Putin, Çar Petro‟dan veya Çariçe Katherina‟dan farklı
düşünmüyor. Hatta açıklamalarını bile
Kremlin'in parlak zaferlerinin kutlandığını
salonlarında yapmaktan geri durmuyor. Rusya, Kosova için desteklenen kendi kaderini tayin
hakkını Ukrayna içinde gerçekleştiriyor. Atlantik birliği ise konuyu tamamen 20. yüzyıl
mantığına bağlı kalarak değerlendiriyor. 21. Yüzyıl beklentilerinin göz ardı edilmiş olması
durumu bir belirsizliğe sevk ediyor.
Ukrayna ve Avrupa Birliği
1998 yılında yürürlüğe giren Ortaklık ve
İşbirliği
Anlaşması
Komşuluk
ile
Politikası
ile
Ukrayna
AB‟nin
Doğu
Ortaklığı
Avrupa
Birliği
programlarının orak üyesi oldu. Bu anlaşma,
İstihbarat
Ukrayna ve AB arasındaki bütün temel reform
Intcen, haftalar
alanları için kapsamlı bir çerçeve sunmaktaydı.
Yanukovych‟in
2008 yılındaki Paris Zirvesi‟nde yeni bir
imzalayamayacağına dair bir
Ortaklık
Anlaşması‟nın
1998
yılındaki
anlaşmanın yerini alması kararlaştırıldı. Ayrıca
Derin
ve
Kapsamlı
Serbest
Anlaşması‟nın
da
çalışmalarına
Görüşmelerin
tamamlanmasının
Ticaret
Analiz
Birimi-
öncesinden
anlaşmayı
istihbarat raporu hazırlamıştı.
Fakat
AB
çevreleri
başlandı.
Ukrayna‟nın Doğu ortaklığı
ardından
progamına ciddi bir zorlukla
Ortaklık Anlaşması 2012 yılında paraf edildi.
İlişkiler bu şekilde devam ederken 2012
yılının son Avrupa Konseyi başkanlık sonuç
bildirisinde Ukrayna‟ya özel bir bölüm ayrıldı.
“Ukrayna için Konsey Kararları” adlı bu
karşılaşmadan
dahil
edilebileceğine
dair iyimser
havanın varlığı raporun göz
ardı edilmesine neden oldu.
yükümlülüklerini
Başka bir ifadeyle, AB‟nin
ivedilikle yerine getirmesi kaydıyla AB‟nin
hantal bürokrasisi olası bir
Ortaklık
krizi önlemede yine geç kaldı.
bölümde
Beynelmilel
Ukrayna‟nın
Anlaşmasının
ekleriyle
birlikte
18
imzalama kararlılığında olduğu vurgulandı. Anlaşmanın 2014 Aralık ayı başında Litvanya'da
toplanacak 3. Doğu Ortaklığı zirvesinde imzalanması beklenirken, Ukrayna Bakanlar Kurulu
21 Kasım 2013‟te Ortaklık Anlamasının askıya alınması yönünde bir karar aldı. Bu kararın
hemen ardından Ukrayna Parlamentosu cezaevindeki eski başbakan Yuliya Timoşenko‟nun
yurt dışına çıkmasına olanak sağlayan bir tasarıyı da veto etti.
Bu gelişmeler üzerine ülkede küçük çaplı protesto gösterileri başladı. Olaylar kısa
sürede yüz binlerin katıldığı geniş çaplı eylemlere dönüştü.
Göstericilere yönelik sert
müdahaleler uluslararası kamuoyunun tepkisini çekti.
Yaşanan hükümet karşıtı gösterilerinin başladığı günlerde Avrupa Komisyonu başkanı
J. M. Barroso protestocuları sonuna kadar desteklediğini açıklamıştı. Aradan geçen dört ayın
sonunda Ukrayna‟da Batı yanlısı bir geçici hükümet kurulmuş durumda.
Ukrayna bu değişimi çok ağır bir bedelle ödemek zorunda kaldı. Kırım özerk bölgesi
kısa sürede referandumla Ukrayna‟dan ayrılarak Rusya‟ya bağlandı. Bununla beraber ülkenin
geri kalan bölümlerine de genel bir huzursuzluk havası hakim olmuş durumda. Bölgede ve
dünya genelinde gergin bekleyiş sürüyor.
AB’nin Tutumu
Anlaşmanın geri çevrilmiş olması her ne kadar dünya için sürpriz olarak
değerlendirilse de durum AB için çok da beklenmedik bir durum değil. Avrupa Birliği
İstihbarat
Analiz
Birimi-Intcen,
haftalar
öncesinden
Yanukovych‟in
anlaşmayı
imzalayamayacağına dair bir istihbarat raporu hazırlamıştı. Fakat AB çevreleri Ukrayna‟nın
Doğu ortaklığı progamına ciddi bir zorlukla karşılaşmadan dahil edilebileceğine dair iyimser
havanın varlığı raporun göz ardı edilmesine neden oldu. Başka bir ifadeyle, AB‟nin hantal
bürokrasisi olası bir krizi önlemede yine geç kaldı.
AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Stefan Füle‟nin kasım ayı ortalarında
Ukrayna‟ya gerçekleştirdiği resmi ziyarette Devlet Başkanı Yanukovych Vilnius‟ta
imzalanması beklenen anlaşmayla ilgili çekincelerini Füle‟ye aktarmıştı. Füle‟nin resmi
açıklamasına bir sorun olarak yansımasa da AB çevrelerini Ukrayna‟nın tavrı hakkında
bilgilendirmişti.
AB değerlerinin ve serbest ticaretin doğuya doğru genişletmek amacıyla 2008 yılında
başlatılan ve Ukrayna, Belarus, Moldova, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan‟ın dahil
olduğu Doğu Ortaklığı programı başlangıçtaki iddialı hedeflerinden zamanla uzaklaştı.
Ukrayna kriziyle beraber programın başarısı tartışılmaya başlandı. Programın öncüsü olan
İsveç dışişleri bakanı Carl Bildt yaptığı açıklamada; bu işe başlarken Rusya ile bazı
anlaşmazlıklar yaşanacağını tahmin ettiklerini ama özellikle son bir yılda bambaşka bir Rusya
Beynelmilel
19
ile karşı karşıya olduklarını söyledi. Bildt, bu konuda iki hata yaptıklarını bunlardan
birincisinin Rusya‟nın Rusya dışında yaşayan Rusların haklarını korumakla mükellef
olduğunu açıklamasını göz ardı etmelerini, ikincisinin ise Rusya‟nın 2013 yılında
Ukrayna‟dan yapılan ithalatı durdurması ve AB ile yapılan görüşmelerin durdurulmaması
halinde daha büyük sorunların çıkabileceği yönündeki tehdidi dikkate almamaları olduğunu
belirtti.
AB‟nin Ukrayna politikasında siyasi gerçekleri göz ardı ederek, ciddi bir zorlukla
karşılaşmadan yürüyeceğini hesaplaması kendisi ciddi bir yanılgıya sürüklemiştir. Aslında
AB olayların bu yönde ilerleyeceğini tahmin etmesinin güç olduğu, zira Ukrayna‟nın
Rusya‟dan gelen baskıdan AB‟yi haberdar etmediği anlaşılmaktadır. Moskova‟nın uyguladığı
ithalat yasağı Ukrayna sanayinde % 40 oranında bir kayba yol açmış olduğu ancak Füle‟nin
kasım ayında ziyarette anlaşılmıştı.
Beşinci genişleme öncesinde Doğu Avrupa Ülkeleri ile imzalanan Avrupa
Anlaşmalarında imzalar atıldıktan sonra süreç 10 yıl içinde tamamlanmış ve bu ülkeler AB
üyesi olmuşlardı. Bu durumu değerlendiren Rusya bu kez bu yönde bir hareket başlamadan
önünü kesmek istedi. AB üyesi olan Doğu Avrupa Ülkerinin aynı zamanda NATO üyesi
olmaları Rusya‟yı bu kez erken davranmaya itti.
Her ne kadar durum bu şekilde değerlendirilse de Ukrayna sorunu kendine özgü bazı
yönleri de içinde barındırıyor. AB bugüne kadar somut bir yol haritası, daha doğru bir
ifadeyle gerçekleştirilebilir bir üyelik perspektifi sunmadı. NATO üyelik görüşmelerinin 2008
yılında askıya alınması AB‟yi Rusya‟nın olası tepkisi konusunda rahatlatmış, Rusya‟da
AB‟nin Doğu ortaklığı girişimlerine sessiz kalmıştı. Bu olumlu hava Putin‟in 2012 yılında
Kremlin‟e geri dönmesiyle bir anda dağıldı. Putin, özellikle Avrasya Birliği önerisinden sonra
bölge ülkelerinin Avrupa ile yakın temas kurmalarını daha sert biçimde eleştirmeye başladı.
Yaşanan bu gelişmeler ışığında AB Doğu Ortaklığı programından ayrılmaları sürpriz
olmayacaktır.
Ukrayna‟da göreve gelen geçici yönetim işbirliği anlaşmasını imzalamak istediğini
bildirmiş olsa da, Avrupa Birliği mayıs ayındaki seçimlerden önce bunun mümkün olmadığını
açıkladı. Birlik bunun yerine sadece siyasi işbirliğini içeren geçici bir anlaşma imzalanmasını
önerdi ve bu anlaşma 21 Mart‟ta imzalandı.
Yaptırımlar ve Beklentiler
Avrupa Birliği‟nin Kırım krizi sonrasında Rusya‟ya karşı elindeki en güçlü kozun
ekonomik, ticari ve finansal yaptırımlar olduğu söyleniyor. Fakat bu kozların ne derece etkili
olabileceğini tartışmadan önce AB‟nin genel görünümüne bir göz atmakta fayda var. AB
Beynelmilel
20
üyesi birçok devlet uzun süren ekonomik krizlerle halen mücadele ediyor. Fransa ve
Hollanda‟da yakın zamanda yapılan yerel seçimlerde milliyetçi partilerin yüksek oylar alması
toplumun bu durumdan rahatsız olduğunun bir göstergesi.
Bu koşullar altında AB liderleri önümüzdeki Pazartesi günü Lahey‟de bir araya
gelecekler. Toplantı nükleer güvenlikle ilgili olsa da Rusya‟ya karşı alınabilecek ek
yaptırımlar da gündeme gelecek. Toplantı öncesinde NATO müttefik kuvvetler komutanının
yaptığı “Ukrayna sınırına akın bölgelerde kalabalık Rus birliklerinin mevzilendiği ve
savaşmaya hazır oldukları” açıklaması da tansiyonu artırdı. ABD Avrupalıları yaptırımlar
konusunda zayıf kalmakla suçlasa da AB liderleri Rusya‟nın askeri bir hareketliliğe
kalkışması durumunda yaptırımları ağırlaştıracaklarını açıkladılar. Kuşkusuz AB bu şekilde
Rusya‟ya zarar verebilir, ama kendisinin de zarar göreceğinin farkında. 33 kişinin mal
varlıklarının dondurulmasının kuvvetli bir mesaj olduğunu söylediler. Ukrayna ise aynı
görüşte değil. Ukrayna‟nın Londra büyükelçisi Khandogiy AB‟nin Ukrayna‟ya yeterince
yardım etmediğini, ABD‟nin söz ve eylemlerinde daha kararlı olduğunu açıkladı. ABD,
Rusya‟nın
güçlü
bankalarından
Bank
Rossiya‟ya karşı harekete geçti. AB ise Rusya
ile yapılan zirveleri
askıya alma, G8‟in
Rusyasız G7 olarak yola devam edeceğini
beyan etmekle yetindi bu önlemlerin ne kadar
etkisiz olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Burada
AB‟yi daha sert önlemler almaktan alıkoyan
sebeplerin ne olduğu üzerine durmak gerekiyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki ambargo
kararlarının etkili olabilmesi için tam bir
birliktelik gerekiyor. Oysa AB ülkelerinin
önemli
bir
bölümü
enerji
ithalatlarının
neredeyse tamamını Rusya‟dan yapıyorlar.
Fransa Rusya‟ya teslim etmek üzere iki yüksek
teknolojili savaş gemisi ihalesi aldı ve bunları
iptal
etmek
istemiyor.
Putin‟e
yakın
oligarklarının birikimlerini değerlendirdikleri
İngiltere‟deki
finansal
çevreleri
olası
yaptırımlara karşı olduklarını en başından beri
Beynelmilel
Avrupa Birliği bugüne kadar
AB-Ukrayna ilişkilerinin
Rusya için bir tehdit
oluşturmayacağı mesajını
vermeye çalıştı. Ama anlaşılan
o ki Putin bu konuda Avrupa
Birliği ile aynı fikirde değil.
AB‟nin yaklaşımı son
gelişmelerle çökmüş durumda
ve şimdi yeni bir pozisyon
oluşturması gerekiyor.
Bununla ilgili olarak uzun ve
zorlu bir Sovyet tecrübesi olan
Litvanya‟nın dışişleri bakanı
Linus Linkevicius‟un ilginç bir
tespiti var: “Futbol oynarken
oyunun kuralları vardır. Fakat
rakip güreşle karışık rugby
oynamaya başladı”.
21
ifade ettiler. Dolayısıyla üye ülkelerin AB çatısı altında ortak bir karar almaları çatışan
çıkarlar nedeniyle son derece güç görünüyor.
Kırım‟ın Rusya‟ya katılmasının ardından Avrupa Birliği üyesi devletlerin liderleri 6
Mart‟ta Brüksel‟de bir araya gelerek Rusya‟nın Ukrayna‟da girişebileceği yeni maceraları
önlemek için alınabilecek tedbirleri görüştüler. Bu görüşme neticesinde bazı Rus yöneticiler
ve Rusya yanlısı kimi Ukraynalı yetkililerin mal varlıklarını dondurma ve söz konusu kişilere
AB‟ye seyahat yasağı getirilmesi kararı çıktı. Konu Rusya olduğunda siyasi ve ekonomik
çıkarları birbirleriyle çatışmaya başlayan AB ülkelerinin bu zafiyeti, alınan yaptırım kararının
da son derece zayıf olmasına yol açtı.
Kırım‟ın Rusya‟ya bağlanması üzerine AB ülkeleri yaptırım kararlarının arkasında
durarak ekonomik, ticari ve finansal ek önlemler alınabileceğini açıkladılar. Avrupa Birliği
bugüne kadar AB-Ukrayna ilişkilerinin Rusya için bir tehdit oluşturmayacağı mesajını
vermeye çalıştı. Ama anlaşılan o ki Putin bu konuda Avrupa Birliği ile aynı fikirde değil.
AB‟nin yaklaşımı son gelişmelerle çökmüş durumda ve şimdi yeni bir pozisyon oluşturması
gerekiyor. Bununla ilgili olarak uzun ve zorlu bir Sovyet tecrübesi olan Litvanya‟nın dışişleri
bakanı Linus Linkevicius‟un ilginç bir tespiti var: “Futbol oynarken oyunun kuralları vardır.
Fakat rakip güreşle karışık rugby oynamaya başladı”.
Her şeyden önce bir hukuk düzeni olan ve belli kurallarla yönetilen AB bu krize en
beklemediği anda yakalandı. Hem Ukrayna‟daki gelişmelerin akıbetini öngöremedi hem de
Rusya‟dan böylesine bir Çarlık çıkışı beklemiyordu.
Olumsuz tabloya rağmen Ukrayna krizi, batılı devletlere aynı zamanda bazı fırsatlar
sunuyor. Öncelikle uzun zamandır ABD ile AB‟nin tek bir ağızdan konuştuğu görülmemişti.
Putin‟in kırım hamlesi ABD ile AB‟yi yakınlaştırdığı hatta plan dahilinde olan Serbest Ticaret
Anlaşmasına (Transatlantik Yatırım ve Ticaret Anlaşması) ivme kazandırabileceği
öngörülüyor. Cumhuriyetçi
Milletvekili Charles Dent bile sürecin avantaja dönüşmesini
“Bence bu süreci serbest ticaret anlaşması müzakerelerinde yol alınması ve aynı çizgiye
gelebilmemiz için etkin bir biçimde kullanmalıyız. Bu kritik dönemde, ekonomik ittifakımızı
güçlendirmek çok önemli. Daha yakın bir ekonomik bağlılık, güvenlik stratejimize katkı
sağlayarak Putin'i izole edebilir" şeklinde açıklıyor. Ticaret Anlaşmasına yönelik AB içinden
çatlak sesler çıksa da Almanya'nın ABD Büyükelçisi Peter Ammon, serbest ticaret
anlaşmasının Ukrayna krizinden dolayı daha da önem kazandığını belirterek “Bence
transatlantik bir bağ kurulmasının önemi, mevcut koşullar altında daha da öne çıkıyor” diyor.
ABD, bu süreçte enerji konusunda da AB‟yi Rusya‟ya bağımlık olmaktan kurtarmak
istiyor. Kolay gözükmese de Amerikan doğalgazının AB‟ye ihraç edilmesi konusunda
Beynelmilel
22
görüşler dillendiriliyor. Fakat NSA skandalının etkilerinin henüz silinmediği bir ortamda bu
işbirliği niyetinin ne yönde ilerleyeceğini de tam olarak kestirmek mümkün görünmüyor.
Bu beklenmedik krizin Türkiye‟ye de bazı fırsatlar sunduğu aşikâr. Rusya‟nın agresif
politikası NATO‟nun Soğuk Savaş sonrası gevşemiş olan ortak güvenlik anlayışını
canlandırdığı söylenebilir.
Soğuk Savaş sonrası, Türkiye‟nin jeostratejik öneminin kalmadığına dair tahminleri
boşa çıkardığı değerlendirilebilir. Ayrıca, özellikle Avrupa‟nın ihtiyaç duyduğu enerji
argümanlarının Türkiye üzerinden sağlanması konusunda batılıları cesaretlendirebilir. Rusya
dışındaki Azeri, İran, Türkmen ve K. Irak enerji bölgelerinin ve bu hayati koridorun varlığının
önemini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.
Beynelmilel
23
Kırım Krizi
Muhammet Cemal ġahinoğlu
Geçen yılın Kasım ayında Rus yanlısı Yanukoviç yönetimindeki Ukrayna hükümetinin
Avrupa Birliği ile Ortaklık ve Serbest Ticaret anlaşmasını imzalamak yerine Rusya ile
yakınlaşmayı tercih etmesi, ülkede protesto gösterilerine neden oldu.
Gösterilerin
şiddetlenmesi üzerine hükümetin protestolara son vermek için uygulamaya koyduğu yeni
yasa, gerilimi daha fazla tırmandırdı. Polisin göstericilere müdahalesinde şiddetin dozajını
arttırması sonucunda onlarca kişinin yaralanması ve hatta ölümlerin olması, Devlet Başkanı
Yanukoviç‟e olan öfkeyi iyice arttırdı.
Yanukoviç‟in muhaliflerle 21 Şubat tarihli uzlaşısı krizin büyümesini engelleyemedi.
Parlamentoda çoğunluğa sahip muhaliflerin yönetimi ele geçirmesiyle Devlet Başkanı
Yanukoviç Rusya‟ya kaçarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Rusya, Yanukoviç‟in
azledilerek - ki Yanukoviç demokratik seçimle gelmişti- yerine Turiçinov‟un devlet başkan
vekili ilan edilmesini tanımadı. Rusya için Ukrayna‟da olanlar –AB ve ABD destekli- bir
hükümet
darbesiydi.
Yanukoviç‟in
Kiev‟den
ayrılması
beklenilenin
aksine
krizi
sonlandırmadı. Hatta bu durum mevcut krizi sonlandırmak yerine meseleyi uluslararası bir
boyuta taşıdı.
Rusya‟nın bu duruma cevabı gecikmedi ve Ukrayna sınırındaki askeri güçlerini
teyakkuza geçirdi. Aynı zamanda Kırım‟da
etnik olarak Rus kökenli silahlı gruplar Kırım
parlamentosunu ve hükümet binalarını işgal
etti. Sonrasında bu silahlı gruplar Kırım
parlamentosuna Rus bayrağı astılar.
Rusya-Ukrayna
arasındaki
başlayan
kriz, işgal altındaki Kırım parlamentosunun
Rusya‟ya
bağlanmak
için
16
Mart‟ta
referandum yapılmasına karar verdiğini deklare
etmesiyle çok karmaşık bir boyut kazandı. 12
Mart‟ta Kırım parlamentosu bağımsızlık kararı
aldı. 16 Mart tarihinde yapılan –uluslararası
gözlemcilerin olmadığı- referandumda (%95
evet kararı çıktı) Kırım parlamentosu Rusya‟ya
bağlanmayı kabul etti.
Beynelmilel
Kırım, Rusya için stratejik
açıdan çok önemlidir. Tarihsel
açıdan da Rusya‟nın sıcak
denizlere inmek için hayati
öneme sahip olan bölge, aynı
zamanda Rusya‟nın Karadeniz
filosuna da ev sahipliği
yapmaktadır. Buradaki üs aynı
zamanda hem büyük bir deniz
gücünü barındırma
kapasitesine sahip hem de
Rusya‟nın Akdeniz ve ötesine
kolayca erişim imkânı
sağlaması açısından oldukça
önemlidir.
24
Rusya, bu durumu –kararı hukuken onaylaması gerekiyordu-
koz olarak
kullanabileceği yönündeki iddialara karşı hiç şakasının olmadığını 21 Mart‟ta Kırım‟ın
resmen ilhakını kabul etmesiyle cevap verdi. Bu sadece Batı/ABD‟ye değil aynı zamanda
tıpkı 2008 yılında Gürcistan‟da olduğu gibi eski Sovyet coğrafyasına da bir mesajdı. Her ne
kadar Batılı ülkeler ve ABD referandumu kabul etmediklerini deklare etse de –şu ana kadar
bir tek Kazakistan referandumu tanımıştır- Kırım artık Rusya topraklarına aittir. Fakat birkaç
gün önce ABD Başkanı Barack Obama‟nın, Kırım konusunda Rusya‟ya karşı güç
kullanılmayacağını ve Kırım‟ın Rusya‟nın kontrolünde kalmaya devam edeceğini açıkça ifade
etmesi, ABD tarafından da ilhakın fiili olarak kabullenildiği anlamına gelmektedir. Ancak
ABD Başkanı Obama, Rusya‟nın Ukrayna‟ya yönelik saldırgan müdahalelerden kaçınmasını
gerektiğini ifade etmiştir. Böyle bir müdahalenin olması durumunda Rusya‟ya karşı sert
yaptırımların olabileceğini de sözlerine eklemiştir. Dört aylık süreçte yaşanan krizin özeti bu
şekildedir.
Rusya’nın Dönüşü - ABD’nin Düşüşü
Ukrayna/Kırım krizi –Kırım‟ın ilhakıBatı‟nın bir türlü yüzleşmek istemediği aynı
zamanda da korktuğu gerçeğin, „yeni Rusya‟nın
gün yüzüne çıkmış halidir. ABD ve Batı‟ya
rağmen Kırım‟ın ilhak edilmesi, Rusya‟nın
kendi bölgesindeki meydan okumalara izin
vermeyeceğinin kanıtıdır. Kırım, Rusya için
stratejik açıdan çok önemlidir. Tarihsel açıdan
da Rusya‟nın sıcak denizlere inmek için hayati
öneme
sahip
olan
bölge,
aynı
zamanda
Rusya‟nın Karadeniz filosuna da ev sahipliği
yapmaktadır. Buradaki üs aynı zamanda hem
büyük bir deniz gücünü barındırma kapasitesine
sahip hem de Rusya‟nın Akdeniz ve ötesine
kolayca erişim imkânı sağlaması açısından
oldukça önemlidir. Kırım‟ın ilhakını sadece
stratejik çıkarlar ya da bölgesel güç dengeleri
açısından görmemek gerekmektedir. Bu durum,
küresel
güç
Beynelmilel
dengelerinin
Gürcistan‟da olduğu gibi
Kırım‟da da artık „eski Rusya‟
olmadığını göstermiş oldu.
Böylece kendi sınırlarında
herhangi bir oluşuma izin
vermeyeceğini açıkça ortaya
koyarak gerek Ukrayna‟ya
gerekse de Avrupa ve ABD‟ye
„haddinizi bilin‟ demiştir.
Kırım‟ın Rusya‟ya katılımını
onaylayan resmi antlaşmanın
imzalanması esnasında yaptığı
konuşmada Putin, Gürcistan
ve Ukrayna‟nın NATO‟ya
katılımının kırmızıçizgileri
olduğunu ifade ederek bu
ülkelerin kendi hinterlandında
olduğunu açıkça deklare
etmiştir.
değişiminin
25
habercisidir. Kimi uzmanlara göre bu „yeni bir soğuk savaşın‟ habercisiyken, kimileri için de
ABD hegemonyasındaki „yenidünya düzeninin‟ sona erdiğinin kanıtı. Bu durumu yeni bir
soğuk savaş olarak okumak için erken. Çünkü Rusya henüz küresel süper güç değil. Fakat
artan ekonomik ve siyasi gücüyle bölgesel güçtür. Ve kendi coğrafyasında başka bir
yapılanmaya izin vermeyeceğini Kırım ile kanıtlamıştır. Önceki yılların aksine ABD ve
NATO ile karşı karşıya kaldığında geri adım atmak zorunda kalmış olan Rusya, 2008 yılında
Gürcistan‟da olduğu gibi Kırım‟da da artık „eski Rusya‟ olmadığını göstermiş oldu. Böylece
kendi sınırlarında herhangi bir oluşuma izin vermeyeceğini açıkça ortaya koyarak gerek
Ukrayna‟ya gerekse de Avrupa ve ABD‟ye „haddinizi bilin‟ demiştir. Kırım‟ın Rusya‟ya
katılımını onaylayan resmi antlaşmanın imzalanması esnasında yaptığı konuşmada Putin,
Gürcistan ve Ukrayna‟nın NATO‟ya katılımının kırmızıçizgileri olduğunu ifade ederek bu
ülkelerin kendi hinterlandında olduğunu açıkça deklare etmiştir.
Soğuk Savaş‟ın sona ermesiyle dünyada rakipsiz kalan ABD, küresel sistemi kendi
belirlediği şekilde yönetti. 11 Eylül olayları sonrası Ortadoğu‟da başlatmış olduğu terörle
küresel savaş ABD‟yi oldukça yıprattı. Suriye‟de geri adım atması ve İran ile de nükleer
müzakerelere başlaması birçok uzman tarafından ABD‟nin görece düşüşünün resmi olarak
yorumlanmıştı. Aynı ABD, Ukrayna/Kırım konusunda da kınamalardan ve yaptırımlardan
öteye gidememiştir. Elbette ABD hala dünyanın tek küresel gücüdür. Ukrayna‟da yaşananlar
belki de Moskova‟nın Suriye‟ye yönelik adımına, karşı bir adım olarak da görülebilir. Fakat
ortaya çıkan resim şudur: Batı/ABD ne kadar güvenilir bir müttefiktir? Her ne kadar Kırım
krizinin sorumlusu olarak Avrupa ve Ukrayna Putin‟i görmüş olsa da, Avrupa‟nın Ukrayna
konusunda attığı yanlış adımlar ve anlamsız ısrarları krizin bu hale gelmesine neden olmuştur.
Batı kendi çıkarları için Ukrayna‟yı ateşe atmaktan çekinmemiştir. Bu saatten sonra Ukrayna
Batı‟ya ne kadar güvenmelidir? Rusya‟ya karşı ABD ve Batı için şimdilik bir koz
bulunmamaktadır. Gerek AB ülkelerinin yaptırım konusundaki isteksizlikleri gerek ABD
tarafından yapılan açıklamalar bu durumu doğrular niteliktedir. Fakat Rusya isterse
Ukrayna‟yı işgal edebilir ve/ya ekonomisini felç edebilir. İran ve Suriye‟nin ABD/Batı ile
yaptığı işbirliklerini baltalayabilir. Hatta bu ülkeler üzerinden Ortadoğu‟nun daha fazla
karışmasına neden olabilir. Avrupa‟nın önemli ölçüde Rus enerjisine bağlı olduğu dikkate
alınırsa Rusya, AB ülkelerine bile sorun yaratabilir.
Ukrayna/Kırım krizi elbette çok boyutlu bir meseledir. Putin, Kırım‟ın ilhakını
onayladığı konuşmasında da bunu açıkça ifade etmiştir. Ukrayna‟nın NATO‟ya dâhil olmasını
kırmızıçizgi olarak görürken, Kırım bölgesine de tarihsel kökler üzerinden atıf yaparak
Ukrayna/Kırım‟ın Rus siyasetinde nereye oturduğunu belirtmiştir.
Beynelmilel
26
Meselenin diğer boyutu ise, Kırım üzerinden yaşanan bu kriz küresel dengelerin
değişiminin sınırlarını çizmesi açısından önemlidir. Zira dengelerin değiştiği dünyada kartlar
yeniden dağıtılırken ülkeler kendi etki alanlarını belirlemekte ve bir sonraki aşama için
güçlerini koruma ya da arttırma çabası içerisindedirler. Rusya şimdilik Kırım üzerinden bir
raund kazanmış görünmektedir. Aynı zamanda bu hem Rusya hem de kendi müttefikleri
açısından bir prestij kazanımıdır. Rusya yavaş yavaş yükselirken ABD aynı şekilde
düşmektedir. Kısacası Ukrayna‟da olan şey: „Yeni Rusya‟nın ayak sesleridir.
Beynelmilel
27
Ortadoğu'nun Kanayan Yarası Suriye Krizi; Nedenleri ve Sonuçları
Doç. Dr. Murat ERCAN1
Suriye halkı 40 yılı aşkın süredir Baas Partisi ve bu partinin kontrolünü elinde
bulunduran Esed ailesi tarafından yönetilmektedir. Halk Esed rejiminden ve bu rejimin
uyguladığı baskıdan bunalmış ve özgür Suriye devletini kurmak için silahlı mücadeleye
başlamıştır.
Krizin ilk başlarında Esed, Tunus, Mısır, Libya ve diğer ülkelerdeki ayaklanmaları
görmüş ve bu ayaklanmaların kendi ülkesine de ulaşabileceği
algılamıştı. Bu doğrultuda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed,
bölgede reform ve değişime yönelik ciddi bir talep olduğunu fark
ettiğini ve bu talebi karşılamaya yönelik adımlar atacaklarını ifade
etmişti. Esed‟ in bu korkusu uzun sürmedi ve bölgedeki
ayaklanmalar, Suriye‟ye de sıçradı. Krizin başlangıcında Esed,
reform ve değişim sinyalleri vermiş olmasına rağmen daha başta
Suriye halkının reform taleplerini görmezlikten geldi.. Hatta uzun
süredir Suriye yönetiminin gündeminde olan reform yasasını
yürürlükten kaldırmış ve diğer taraftan da reform talebinde
bulunan göstericilere karşı sert tedbirler almayı tercih etmiştir 2 .
Gösteri yapan kitlelerin sayısı her geçen gün artıkça Suriye
yönetimi, bu göstericileri bastırmak için önlemlerini de o derece
arttırmış ve orduyu sivil halkın üzerine göndererek sivil halka
karşı tank ve ağır makineler kullanılmasını tercih etmiştir. Suriye
Gösteri yapan kitlelerin
sayısı her geçen gün artıkça
Suriye yönetimi, bu
göstericileri bastırmak için
önlemlerini de o derece
arttırmış ve orduyu sivil
halkın üzerine göndererek
sivil halka karşı tank ve ağır
makineler kullanılmasını
tercih etmiştir. Suriye
yönetiminin böyle bir
politika tercih etmesi, ülke
içerisinde iç savaş çıkmasına
neden olmuştur
yönetiminin böyle bir politika tercih etmesi, ülke içerisinde iç
savaş çıkmasına neden olmuştur.
Uzun yıllardır Baas Rejiminin baskısı altında yaşayan Suriye halkı neden sessiz kaldı?
Suriye halkı neden 21. Yüzyılın başlarında sessizliğini bozdu? Bu nedenli soruların sayısını
attırabiliriz. 21.Yüzyılın başlarında, Suriye halkını sokağa döken faktörleri, iç ve dış faktörler
olarak incelediğimizde şu sonuçlar çıkmaktadır: İç Faktörler olarak devlet yönetiminin
bozulması, rüşvet, yolsuzluk ve adam kayırma, demokrasi, insan hak ve hürriyetlerinin
ihlaller ve iktidarın babadan oğulla geçmesi ve en önemlisi de bilim ve teknolojinin gelişmesi
1
Doç. Dr., Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Kamu Yönetimi Öğretim Üyesi.
2
Mohammed, Elrazzaz,” Arbeiterproteste im ‚Arabischen Frühling” Herrausgeber,: Bernd Thum, Instituts für
Auslandsbeziehungen, Berlin, 2012, 50.
Beynelmilel
28
ve Suriye halkının dünyada olup bitenlerden haberdar olmasını, gösterebiliriz. Dış Faktörler
olarak ise Suriye, yıllardır komşuları ile ciddi sorunlar yaşamaktadır. Örneğin Suriye‟nin
sürekli İsrail ile çatışma halinde olması, Soğuk Savaş Döneminde önce SSCB‟nin daha sonra
da Rusya‟nın ekonomik ve siyasi yaptırımları altında tutulması, Lübnan ile çatışma halinde
olması, yıllardır Türkiye‟ye karşı PKK‟yı desteklemesi ve yataklık etmesi, bunun haricinde
Türkiye ile paylaşamadığı(anlaşamadığı mı) Hatay sorunu ve ABD ve İsrail‟in düşmanı olan
İran ve Hizbullah ile iyi ilişkiler içerisinde olması, ayrıca ABD‟nin Ortadoğu politikasında
sorun çıkarması ve ABD tarafından “ŞER EKSENİNE” koyulması olarak belirlenebilir.
Burada vurgulanmak istenen şudur: Suriye, bölgede nüfus ve çıkar peşinde koşan ülkelerin
hedefindedir. Bu ülkelerin bazıları mevcut iktidarı destekleyerek( Rusya, İran Çin gibi), bazı
devletler ise Esed iktidarının devrilmesi ile politik amaçlarına ulaşabileceklerini
vurgulamaktadırlar. Örneğin İran ve Rusya, bölgedeki mevcut iktidar ile ilişkilerini
geliştirerek bölgede başka bir gücün olmasını ve doğal kaynakların üzerine oturmasını
istememektedirler. ABD ise bölgeyi tam olarak kendi hegemonyası altına alabilmek ve
İsrail‟in güvenliğini sağlayabilmek için Esed rejiminin gitmesi gerektiğini, bir ön şart olarak
görmektedir.
Suriye yönetimi, ayaklanmaları bastırmak için göstericilere karşı sert tedbirler almış
ve ölen sivil insan sayısının artmasına neden olmuştur. Suriye‟de sivil halka karşı uygulanan
sert ve acımasız politikalara uluslararası örgütler tarafsız kalmamıştır ya da öyle
görülmektedir. Başta BM Güvenlik Konseyi, Suriye yönetiminin politikalarına karşın, karar
alabilmek için toplanmış; fakat toplantıda Rusya ve Çin‟in vetosu nedeniyle, Suriye‟ye karşı
herhangi bir yaptırım kararı alamamıştır. Arap Birliği, Avrupa Birliği ve Türkiye, Suriye‟ye
karşı yaptırımlarını artırmış ve sert, ciddi kararlar almışlardır. Burada Arap Birliği, uzun bir
aradan sonra ilk defa üyesi olan bir ülkeye yaptırım kararı almıştır 3 . Arap Birliği, Suriye
yönetimine karşı ekonomik ve siyasi yaptırım kararı almıştır. Türkiye‟nin de desteklediği
yaptırım kararlarının başında, Suriye yönetiminde yer alan üst düzey yöneticilere seyahat
yasağı getirilmesi ve mal varlıklarının dondurulması gelmektedir. Alınan bu kararla hem
Suriye Hükümetinin hem de hükümet yanlısı şirketlerin mal varlıkları dondurulmuş oluyordu.
AB ve ABD ise Arap Birliği ve Türkiye‟nin almış olduğu kararlara yakın kararlar almıştır.
Böylece Suriye‟nin yurt dışındaki tüm işbirlikleri, projeleri ve banklardaki mal varlıkları
dondurulmuş oldu. Böylece uluslararası örgütler Suriye‟deki Esed iktidarını kontrol altında
tutmaya çalıştılar.
3
Veysel, Ayhan, “Türkiye ve Arap Birliği'nin Suriye‟ye Yaptırım Kararları ve Olası Sonuçları ”IMPA Rapor,2011,s.11.
Beynelmilel
29
Suriye‟deki çatışmalardan, uluslararası baskılara rağmen Esed rejimi mi yoksa
uluslararası güçlerin desteğini alan muhalifler mi galip çıkacak? Suriye‟de sular ne zaman
durulacaktır? Suriye halkı ne kadar da Tunus, Mısır ve Libya halkı gibi başarılı olacaklarına
inansalar da Suriye‟nin bu ülkelerden faklı tarafları vardır. Öncelikle Tunus, Mısır ve
Libya‟da liderler, halk desteğine dayanmamaktadır. Bu ülkelerin liderleri daha çok Batı
desteğine ve işbirliğine dayanmaktadır. Söz konusu ülkelerin halkları ayaklanınca, Batılı
devletler, bu ülkelerin liderlerinden desteğini çekince liderler yalnız kaldı ve ne kadar da
ayaklanmaları bastırmak için güç kullanmayı tercih ettilerse de başarılı olamadılar ve baskılar
neticesinde ya tahtı bırakıp ülkeyi terk ettiler ya da muhalifler tarafından öldürüldüler.
Suriye‟de ise durum bu ülkelerden farklıdır. Bu farklılığı, Balıkesir Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Muzaffer Ercan Yılmaz, “Suriye: Süreklilik ve Değişimin
Çatışması” başlıklı makalesinde şu şekilde analiz etmektedir: Her şeyden önce Suriye‟de
mevcut yönetim, Nusayrilerin desteğini arkasına almıştır. Nusayrilerin Esed yönetimine karşı
desteğini uzun vadede çekmesi beklenmemektedir. Çünkü Nusayriler, Esed yönetiminde ordu
ve kilit noktalarda görev yapmaktadırlar ve yönetimin gözünde ayrı bir konuma sahiplerdir4.
Suriye yönetimini, Nusayrilerden başka Rusya, İran ve
Çin desteklemektedir. Bilindiği üzere Rusya, Soğuk Savaş
döneminde olduğu gibi Soğuk Savaş sonrası dönemde de
Suriye‟nin yanında olmaya devam etmiştir. Rusya, Suriye‟ye
olası bir askeri müdahaleye karşı çıkmakta ve ülke içerisindeki
sorunun çözümü için işbirliği yapılması gerektiğini dile
getirmekte, ayrıca Suriye‟deki olayların Suriye‟nin kendi iç
sorunu olduğunu dile getirmektedir. Rusya‟nın Suriye'nin
yanında yer almasının nedeni, kendisinin de uzun bir süredir
bölgesinde buna benzer sıkıntılar yaşamasıdır. Şayet Rusya,
Suriye konusunda Batılıların yanında yer alır ise kendi
bölgesine de örnek teşkil etmiş olur. Kendisinin de Çeçenistan
ile yıllardır çatışma hâlinde olması, buna örnek olarak
gösterilebilir. Moskova, Suriye halkının üzerindeki baskının ve
şiddetin durulması gerektiği konusunda, Batı ile hemfikirdir;
: Her şeyden önce Suriye‟de
mevcut yönetim,
Nusayrilerin desteğini
arkasına almıştır.
Nusayrilerin Esed
yönetimine karşı desteğini
uzun vadede çekmesi
beklenmemektedir. Çünkü
Nusayriler, Esed
yönetiminde ordu ve kilit
noktalarda görev
yapmaktadırlar ve yönetimin
gözünde ayrı bir konuma
sahiplerdir
fakat askeri bir müdahaleden sakınılması gerektiğine dile
getirmektedir . Ayrıca Moskova, bölgeye başta ABD olmak üzere batılı devletlerin girmesine
karşıdır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye‟deki gelişmeleri şu şekilde
4
Muzaffer Ercan Yılmaz, “Süreklilik ve Değişimin Çatışması”, Ortadoğu analizi, cilt. 3, Sayı 30, Haziran,2011.s. 19–20.
Beynelmilel
30
yorumlamaktadır: “Şam yönetimini devirmek için yapılan girişimlerin büyük bir bölgesel
jeopolitik oyunun bir parçası olduğu görülüyor. Bu planlar, açıkça İran‟ı hedefliyor. İçinde,
ABD, NATO ülkeleri, İsrail, Türkiye ve bölgedeki bazı devletlerin yer aldığı bir büyük
devletler gurubu, bu ülkenin bölgesel gücünü zayıflatmayı amaçlıyor 5 ”. Suriye‟ye destek
veren bir diğer ülke ise İran‟dır. İran, Rusya gibi Suriye‟deki çatışmanın durdurulması
gerektiğini belirtmekte; fakat çatışmaya bir üçüncü ve dördüncü ülkelerin müdahil olmasını
istememektedir. 2012 yılında İran, Suriye‟deki olayların Suriye‟nin kendi iç işleri sorunu
olduğunu ve ABD ile diğer ülkelerin bu soruna müdahil olamamaları gerektiğini açıklamıştır.
İran, Suriye‟de muhaliflere destek veren ülkelere tavır sergilemekte ve muhaliflerin
arkasındaki güçlerden dolayı ülke içerisindeki çatışmaların son bulamadığını ileri
sürmektedir. İran‟ın en tepedeki lideri Ayetullah‟il Hamanei, ülkesinin Suriye politikasını
Haziran 2011‟de net bir şekilde ortaya koymuş ve Suriye politikalarının çizgilerini çizmiştir.
Hamanei, ABD ve İsrail‟in çıkarlarına hizmet eden eylemlerin tamamının hatalı olduğunu
belirterek İran‟ın Suriye‟nin yanında yer alacağını belirtmiştir. Ayrıca Hamanei, Suriye‟deki
olayların arkasında ABD, İsrail ve Arap ülkelerin bulunduğunu ve bu ülkelerin ABD ve
İsrail‟in menfaatlerine hizmet ettiklerini, ABD ve İsrail menfaatine olan her şeyin karşısında
yer alacaklarını ifade etmiştir 6 .
İran‟ın endişesi, Suriye‟deki olayların İran‟a sıçrama
ihtimalinin yüksek olması ve bu olayların arkasındaki güçlerin Suriye‟den sonra İran‟daki
etnik grupları kışkırtarak mevcut yapıyı değiştirecek olma ihtimalidir7.
Sonuç olarak söylenebilir ki, ne Suriye‟de ne de genel olarak bölgede, uzun bir süre
daha suların durulması beklenemez, beklenmemelidir. Çünkü bir tarafta Rusya ve
taraftarlarının, diğer tarafta ise bölgede bölgesel güç olma yolundaki ABD‟nin ve bundan
faydalanmak isteyen Türkiye‟nin çıkar çatışmaları bulunmaktadır. Bu çıkar çatışmaları
sürdükçe Suriye ve bölgenin barış ve istikrara kavuşması, zor görünmektedir. Diğer neden ise
Suriye ve bölgenin demokrasi için bir altyapısının olmamasıdır. Bildiği üzere Suriye, yıllardır
Baas rejimi ile yönetilmiş ve halk sürekli baskı altında yaşamıştır. Suriye‟de Esed iktidardan
çekilmiş olsa dahi ülkede çatışmalar son bulmayacaktır. Esed‟den sonra bu sefer de Suriye
içerisindeki farklı etnik gruplar arasında iktidar yarışının vuku bulacağı beklenmektedir.
Ayrıca bu etnik gruplar arasında da özerklik talep edecek grupların çatışma çıkaracakları
5
Detaylı bilgi için bakınız, Sergei Lavrov,” On the Right Side of History”, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.htm, 18.03.2014.
6
Bayram Sinkaya, “Arap Baharı Sürecinde İran‟ın Suriye Politikası”, SETA Analiz, Sayı.3, Nisan 2012,s.11–12.
7
Deyatlı bilgi için bakınız, Bekir Ünal, “İran‟ın Suriye Krizindeki Tutumu”,BİLGESAM,
http://www.bilgesam.org/tr/index.php?
option=com_content&view=article&id=2240:rann-suriye-krizindeki-tutumu&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150,
18.03.2014.
Beynelmilel
31
tahmin edilmektedir. Bu ise Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin parçalanması
anlamına gelebilir.
Beynelmilel
32
Suriye Krizi Üzerinden Türk DıĢ Politikasının Değerlendirilmesi
Levent YĠĞĠTTEPE
Suriye, son yıllarda Ortadoğu‟da yaşanan hemen hemen tüm olaylarda merkezi bir
konumda yer almıştır. Coğrafi konumu itibariyle Suriye, Akdeniz‟den Ortadoğu‟ya açılan
kilit bir ülke olarak karşımıza çıkmıştır. Aslında büyük Suriye ideolojisinin içinde Suriye,
Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail topraklarını kapsayan bir toprak alanı ifade edilmektedir.
Bugüne kadar Suriye politikaları hep toprağa dayalı olarak oluşturulmaya çalışılmıştır. Suriye,
coğrafi konumuna ilave olarak, ekonomisi, içinde bulunduğu siyasi sistem yapısı ve
barındırdığı etnik çeşitlilik ( Türkmen, Kürt, Arap vd) itibariyle Ortadoğu‟da her zaman çok
farklı bir yerde gösterilmiştir. Yine, sosyal ve kültürel çeşitliliği ve farklı dini mezheplere
mensup halkıyla diğer Ortadoğu ülkelerinden ayrılmıştır. Çok gerilere gitmeden TürkiyeSuriye ilişkilerinde şu ana kadar gelinen noktayı göstermek
ve bundan sonra yapılması gerekenler bir bütünlük içerisinde
iyi sunmak krizin çözümüne yardımcı olabilir.
Kısaca, yakın Ortadoğu tarihine bakarsak, Araplar
Birinci Dünya Savaşı‟nda Osmanlı‟ya karşı başta İngilizler
ve Fransızlar olmak üzere Batılı ülkelere destek olmuşlardır.
Fakat daha sonra, Batılı ülkelerin, kendilerine destek
amaçlarının
bağımsızlıklarını
sağlamaktan
ziyade,
bölgelerindeki petrolü sahiplenmek olduğunu anlayınca
yönlerini özellikle Soğuk Savaş döneminin başlarında
doğuya, Sovyetlere çevirmişlerdir. Araplar, bu dönemde
kapitalizm
karşıtı
ve
eşit
özgürlükçü
söylemlerden
etkilenmişlerdir. Daha sonraki yıllarda Suriye‟den başlamak
üzere, Ortadoğu, Arapların bağımsızlık mücadelesine sahne
olmuştur.
Soğuk Savaş‟ın ilk yıllarında bağımsızlığına kavuşan
Soğuk Savaş‟ın ilk yıllarında
bağımsızlığına kavuşan
Suriye‟de bu dönemde
çoğunluğu ülkedeki
azınlıklardan oluşan Baas
Partisi kurulmuştur. Suriye‟de
bağımsızlık sonrası,
Sovyetlerinde etkisiyle ardı
adına kesilmeyen askeri
darbeler olmuş, ülke bir türlü
istikrara kavuşamamıştır.
Özelikle Arap- İsrail
savaşlarında öncü bir rol
oynayan Suriye, bu
savaşlardan hep zararlı
çıkmıştır
Suriye‟de bu dönemde çoğunluğu ülkedeki azınlıklardan
oluşan Baas Partisi kurulmuştur. Suriye‟de bağımsızlık
sonrası, Sovyetlerinde etkisiyle ardı adına kesilmeyen askeri darbeler olmuş, ülke bir türlü
istikrara kavuşamamıştır. Özelikle Arap- İsrail savaşlarında öncü bir rol oynayan Suriye, bu
savaşlardan hep zararlı çıkmıştır. 1960‟lı yılları büyük zorluklar içerisinde geçiren Suriye‟de
Beynelmilel
33
Baas Partisi de Hafız Esad‟la birlikte yükselişe geçmiş ve 1970‟li yıllardan itibaren Hafız
Esad‟lı Suriye, Ortadoğu‟daki yerini almıştır.
Hafız Esad, özellikle Sovyetler Birliği‟yle dış politikada önemli gelişmeler
kaydetmiştir. Özellikle ticari açıdan da Sovyetlerle ilişkilerini geliştirerek askeri ihtiyaçlarını
bu ülkeden tedarik yoluna gitmiştir. Bu dönemde silah, uçak ve füze sistemlerini Sovyetlerden
almış, Batı ile ilişkilerini, bu ülke ile oluşturduğu politikalar üzerinden şekillendirmiştir. Hafız
Esad, Baas Partisi‟ni tek adama dayalı otoriter bir konuma getirerek, kendi içinde bir siyasi
yapı oluşturmuştur. 1990‟lı yıllarda su meselesi ve PKK terörüne verdiği destek yüzünden
Türkiye ile ilişkilerinde soğuk rüzgârlar esmesine sebep olmuş ve aralarında yeni krizlerin
doğmasına yol açmıştır. Özellikle PKK liderinin Şam‟ı karargâh edinmesiyle başlayan bu
süreçteki anlaşmazlıklar, iki ülke arasında bir askeri güvenlik krizinin doğmasına yol açmıştır.
1998 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye sınırlarına askeri birliklerini kaydırması olası
bir savaşın işaretleri olmuş, bu dönemde Suriye ile tüm diplomatik ilişkiler sonlandırılmıştır.
Bu kriz sürecine dâhil olan Amerika, krizin aşılması için Türkiye‟yi yeniden diplomatik
ilişkilere ikna etmiş ve varılan anlaşmalarla kriz bir nebzede olsa aşılmıştır. Bunda PKK
liderinin özellikle Suriye dışına çıkarılması önemli bir etken olmuştur. 2000 yılında Hafız
Esad‟ın ölümüyle yeni bir döneme giren Suriye‟de oğul Beşar Esad yönetime geçmiştir. Beşar
Esad‟la birlikte Suriye‟nin daha aktif bir dış politika izlendiği söylenebilir. Beşar Esad
özellikle Rusya ve Çin‟i arkasına alarak, uluslararası arenada rol oynamaya çalışmıştır.
Bu dönemde Suriye ile ilişkileri, Türk dış politikası açısından değerlendirecek olursak,
önce askeri tedbirlerin alınıp savaşın eşiğinden dönülmesi kısmen saldırgan anlayışı bize
gösterse de daha sonra yapılan diplomatik görüşmeler ve varılan anlaşma, Türkiye‟nin
bölgesinde bir güç arayışında değil güvenlik arayışında olduğunu göstermiştir. Suriye ile uzun
bir sınıra sahip olunması, sınır güvenliğini korumayı ön plana çıkarmıştır. Bu yüzden bu
dönemde Türk dış politikasında Suriye konusunda daha çok savunmacı bir dış politika
anlayışın izleri görülmüştür. 2002 yılının sonlarında Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara
gelmesiyle yeni bir ivme kazanan Türkiye- Suriye ilişkileri inişli- çıkışlı seyir izlemiştir.
Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ilk yıllarında ilişkiler en üst seviyeye kadar
çıkarılmış, bu durum iki ülke arasında vizelerin kaldırılması ve sınırların açılmasına kadar
varmıştır. Bu gelişmeler, iki ülke iktidarları arasında oluşturulan iyi ilişkilerin göstergesi
olarak karşımıza çıkmış, bu durum halklar arasında da memnuniyet verici olarak görülmüştür.
Türkiye- Suriye ilişkileri özellikle Arap Baharı olarak anılan halk hareketlerinin
başlamasıyla birlikte büyük yaralar almaya başlamış ve ilişkilerde tersine bir gidiş söz konusu
olmuştur. Öyle ki iki ülke halkları arasında hiçbir sorun yokken bu ülke ile savaşın eşiğine
Beynelmilel
34
gelinmiştir. Arap Baharı ile birlikte başlayan iç savaşta,
Suriye halkının düştüğü trajik
duruma bütün dünya seyirci kalmıştır. Amerika‟nın sınır güvenliği konusunda Türkiye‟nin
yanında olmasına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi‟nden Rusya ve Çin vetosu
yüzünden karar çıkartamaması, Suriye‟ye olası askeri bir
müdahalenin önünü tıkamıştır. Türkiye her fırsatta Suriye
halkının yanında olduğunu vurgulamış, sorunun Suriye‟deki
rejimden kaynaklandığını her platformda dile getirmiştir.
Halkına zulmeden bir iktidarın, daha fazla yönetimde
kalmaması
gerektiğini
uluslararası
örgütlerde
sürekli
gündemde tutmaya çalışmıştır. Türkiye, iç savaştan kaçan
mültecilere de sınırlarını açmış, bir milyondan fazla Suriyeli
sığınmacıyı topraklarında barındırmıştır.
Rusya‟nın desteklediği Esad yönetiminin halkın reform
taleplerini yerine getirmesi yakın gelecekte olası bir durum
olarak gözükmemektedir. Üç yıldan uzun süredir devam eden
iç savaşta, binlerce masum insan hayatını kaybetmiştir.
Türkiye ise bu süreçte Suriye‟nin uzun sınır komşusu olması
sebebiyle en çok etkilenen ülke konumundadır. Özellikle
Hatay
bölgesine
yakın
sınırdaki
çatışmalardan,
sivil
vatandaşlarımız büyük ölçüde etkilenmiş ve can kayıpları da
yaşanmıştır.
Suriye
bulunması,
içerisinde
Esad
çok
farklı
muhalif
yönetimine
karşı
güçlü
grupların
muhalefetin
oluşmasına da bir engel teşkil etmiştir. Uluslararası örgütler
tarafından şu ana kadar yapılan Esad yönetimine karşı muhalif
güç
oluşturma
çabalarından
herhangi
bir
sonuç
elde
edilememiştir. Suriye‟deki iç çatışmalardan en çok etkilenen
Türkiye ise bu ülke konusundaki endişelerini hala ifade
etmektedir. 2012 yılında değişen angajman kuralları gereğince
Türkiye, uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkını
Suriye saldırılarına karşı kullanacağını belirtmiştir. 2012
Ortadoğu‟da söz sahibi
olmak isteyen bir Türkiye,
Suriye‟ye karşı alınan askeri
tedbirlerin son aşamada
gerekirse sorunun
çözümünde güç kullanımının
da söz konusu olabileceğini
ifade etmektedir. Bu
aşamaya gelinmeden önce
Türkiye, krizin çözümü için
gerekli yeni dış politikalar
üretebilir ve harekete
geçmeden önce küresel
aktörlerin desteğinin yanı
sıra bölgesinde bulunan
diğer ülkelerinde desteğini
arkasına alarak hareket
edebilir. Son yıllarda siyasi
ve ekonomik istikrar
açısından önemli gelişmeler
kaydeden Türkiye, dış
politika hedeflerini bölgesel
güç olma yolunda belirleyip
ve gücünü de buna göre
kullanabilir.
yılında Suriye tarafından, Türkiye‟ye ait bir F-4 tipi savaş
uçağının düşürülmesinden sonra, geçen yıl sınır ihlali yapan
Beynelmilel
35
Suriye helikopteri düşürülmüş, bu konuda yeni belirlenen angajman kuralları uygulamaya
konulmuştur. Yine aynı şekilde sınırdan gelen top ve silah atışlarına anında karşılık
verilmiştir. Son olarak, Türkiye hava sahasını ihlal eden iki MIG-23 tipi Suriye savaş uçağını
uyarmış, ikazı dinlemeyen Suriye uçaklarından biri F-16‟lar tarafından füze ile
düşürülmüştür.
Türkiye‟nin son on yıldaki Ortadoğu politikaları ve Arap Baharı denilen olaylarda
adı geçen ülkelere karşı izlemiş olduğu politikaların ülkelere göre farklılık arz ettiği
görülmüştür. Türkiye‟nin Ortadoğu politikaları daha çok statükoyu değiştirme kapsamında
değerlendirilmiş ve bölgede etkinliğini artırmak istemesi çabalarının bir sonucu olarak
oluşmuştur. Türkiye, dış politika bağlamında, sınır güvenliğini ön plana çıkardığından sınır
komşusu olduğu ülkelere karşı daha hassas ve saldırgan politikalar izlerken, diğerlerine karşı
daha savunmacı bir dış politika anlayışı izlediği görülmüştür. Uzun sınır komşumuz olması
sebebiyle, Suriye‟deki iç çatışmalar, Türkiye‟nin sınır güvenliği açısından hassas bir konu
olarak değerlendirilmiştir.
Türkiye- Suriye ilişkilerinde gelinen noktada ortaya çıkan şey, kanaatim odur ki olası
muhtemel sıcak çatışmaların önlenmesi için uluslararası örgütlerin bir an önce harekete
geçirilmesi ve bu yolda gerekli diplomatik çabaların hızlandırılması gerektiğidir. Ortadoğu‟da
söz sahibi olmak isteyen bir Türkiye, Suriye‟ye karşı alınan askeri tedbirlerin son aşamada
gerekirse sorunun çözümünde güç kullanımının da söz konusu olabileceğini ifade etmektedir.
Bu aşamaya gelinmeden önce Türkiye, krizin çözümü için gerekli yeni dış politikalar
üretebilir ve harekete geçmeden önce küresel aktörlerin desteğinin yanı sıra bölgesinde
bulunan diğer ülkelerinde desteğini arkasına alarak hareket edebilir. Son yıllarda siyasi ve
ekonomik istikrar açısından önemli gelişmeler kaydeden Türkiye, dış politika hedeflerini
bölgesel güç olma yolunda belirleyip ve gücünü de buna göre kullanabilir.
Beynelmilel
36
Türkiye-Suriye ĠliĢkileri ve Suriye Sorunu Üzerine
Yusuf SAYIN
Türkiye–Suriye ilişkilerinde Türkiye‟nin, 2002 yılından bu yana izlediği komşularla sıfır
sorun ve çok yönlü dış politika stratejisi ile son 10 yıl içinde geçmiş on yıllara nazaran daha
çok ilerleme kaydedilmişti. Türkiye–Suriye arasında bir savaş ihtimalinin belirdiği bir
zamanda Öcalan‟ın Suriye‟den çıkarılmasını, 1998 yılında
Adana Mutabakatı izlemiş ve 2000 yılında hayatını kaybeden
Suriye eski Cumhurbaşkanı Hafız Esad‟ın cenaze törenine
katılmak üzere Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet N. Sezer‟in
Suriye ziyareti takip etmişti. 1998 yılında taraflarca karşılıklı
olarak imzalanan Adana Mutabakatı çerçevesinde Ortak
Güvenlik Komitesi kurulmuş ve güvenlik alanında başlayan
ilişkiler, özel temsilcilerin atanması ve karşılıklı olarak sık sık
yüksek düzeyli ziyaretlerin yapılması ile devam etmişti.
Böylece gittikçe iki taraf arasında diplomatik, siyasi ve
ekonomik ilişkiler hız kazanmış ve geçmişe nazaran çok iyi bir
seviyeye ulaşmıştı. Türkiye ve Suriye ilişkileri Mayıs 2009‟da
Dışişleri Bakanı olarak kabinede yer alan Prof. Dr. Ahmet
Davutoğlu‟nun aktif ve çok yönlü dış politika açılımları
oldukça önemli bir seviye kazanmıştı. 1998 yılında savaşın
eşiğinden dönen her iki ülkenin, 2010‟a gelindiğinde,
aralarında bir “bakanlar kurulu” gibi görev yapan Yüksek
Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi‟ni kurmasında, özellikle
Davutoğlu‟nun uluslararası ilişkiler ve dış politika perspektifini
ve özelde de “komşularla sıfır sorun” ve “çok yönlü dış
Türk dış politikası bakış
açısından Türkiye, bölgeyi
daha büyük ölçekli bir Doğu
Akdeniz politikasının ve bu
politikanın dayandığı bir
deniz stratejisinin parçası
olarak değerlendirmeli ve
bölgeyle doğrudan ve dolaylı
olarak, ilgili bunalım
alanları ve denge
politikalarını birlikte ele
almalıydı. Bu açıdan,
Türkiye‟nin manevra alanını
daraltacak kalıcı ikili
kutuplardan kaçınarak
oluşabilecek karşı denge
grupları engellenmeli ve
mümkün olan en geniş
alanda bölgesel politikalar
geliştirilmeye çalışılmalıydı.
politika” hedefleri oldukça etkili olmuştu.
Türkiye–Suriye ilişkisinin, Doğu Akdeniz politikası ve
dengeleri açısından özel bir öneme sahip olduğunu ifade eden
Davutoğlu8, Doğu Akdeniz merkezli, bir tür “Levant Stratejisi”
geliştirmeye çalışan Suriye‟ye yönelik izlenecek bir politikanın, kaçınılmaz olarak doğu–batı
ekseninde, İskenderun Körfezi‟nden Adriyatik‟e, kuzey–güney ekseninde Boğazlardan
Süveyş‟e uzanan Doğu Akdeniz ile ilgili stratejik planlamanın oluşturduğunu belirtmiş ve bu
8
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001. s. 400–406.
Beynelmilel
37
yönüyle ikili ilişkiler yanında bölgesel ilişkiler zemininin karşılıklı dengelerinin gözetilmek
zorunda olduğunun altını çizmişti. Çünkü yeni dönemde kalıcı ittifak ilişkilerinden çok
dinamik denge ilişkileri devrede olacak; aktörler de kendi çıkarlarını önceleyen değişken ve
dinamik bir politika takip edeceklerdi. Türk dış politikası bakış açısından Türkiye, bölgeyi
daha büyük ölçekli bir Doğu Akdeniz politikasının ve bu politikanın dayandığı bir deniz
stratejisinin parçası olarak değerlendirmeli ve bölgeyle doğrudan ve dolaylı olarak, ilgili
bunalım alanları ve denge politikalarını birlikte ele almalıydı. Bu açıdan, Türkiye‟nin
manevra alanını daraltacak kalıcı ikili kutuplardan kaçınarak oluşabilecek karşı denge grupları
engellenmeli ve mümkün olan en geniş alanda bölgesel politikalar geliştirilmeye
çalışılmalıydı.
Fakat 2000‟li yıllarla birlikte başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşması tam kemale ermemişti ki
2010 yılında baş gösteren Arap Uyanışı/Baharı, yukarıda ifade edilen dış politika
perspektiflerini hayal kırıklığına uğrattı. Tunus'ta üniversite mezunu bir seyyar satıcı olan
Muhammed Buazizi'nin9 devlet görevlileri tarafından tezgâhına el konulması üzerine Aralık
2010‟da kendini yakması ve sonrasında başlayan Yasemin Devrimi10, işsizlik, yönetimlerin
baskıcı uygulamaları ve gıda fiyatlarında yaşanan aşırı yükselişler gibi sebepler, genç gruplar
başta olmak üzere, kitle iletişim araçlarının de etkisiyle 11 bütün bölgeyi çok kısa bir süre
içinde büyük bir kaosa sürükledi. Bölgenin etkili aktörlerinden birisi olan Suriye ve bu
bağlamda Türkiye-Suriye ilişkileri de bundan nasibini aldı. Suriye, yaraları onlarca yılda
sarılamayacak bir kaosa sürüklenirken, bu süreçte Türkiye ve Suriye defalarca sıcak
çatışmanın eşiğine geldi. Çok kısa bir süre önce her iki ülke halkında da birliktelik umutları
yeşerirken, Arap Baharı ile iki ülke arasında zaman zaman sıcak çatışma ve savaş beklentileri
ortaya çıktı. Türkiye ile Suriye‟nin vizeleri kaldırmasıyla binlerce insanın Suriye‟ye ve
binlerce Suriyelinin de Türkiye‟ye geldiği ve aslında kendi kendine vuku bulan bir birleşme
sürecinin yaşandığı bir anda Batı‟nın etkisiyle Suriye‟de çıkarılan iç ayaklanmanın bir içsavaşa dönüşmesi, Türkiye ile Suriye arasında ve dolaylı olarak İran‟la ciddi bir savaşın
9
Yasmine Ryan, “How Tunisia's Revolution Began”, 26 Jan. 2011,
http://english.aljazeera.net/indepth/features/2011/01/2011126121815985483.html
10
Birol AKGÜN, “Yasemin Devrimi Sömürge Sonrası Düzenin Çöküşü mü?”, 18 Ocak 2011,
http://www.sde.org.tr/tr/kose-yazilari/719/yasemin-devrimi-somurge-sonrasi-duzenin-cokusu-mu.aspx.
11
Timothy G. Ash, “Tunisia's Revolution Isn't a Product of Twitter or Wikileaks. But They Do Help”, 19 Jan. 2011,
http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/jan/19/tunisia-revolution-twitter-facebook.
Beynelmilel
38
patlak verme riskini ortaya çıkarmış ve bir bölgesel birlikteliğin inşa edilme umutlarını
söndürmüştür.
Bugün, Türk dış politikasının en önemli gündem maddesi Suriye‟dir. Zaman zaman
hükümetin Suriye‟ye dönük askeri müdahale söylemlerine rağmen askeri kesimin bu
konudaki tavrının daha sükûnetli ve sıcak bir çatışmadan uzak durma yönünde olduğu
görülmektedir. İşin belki de en vahametli tarafı, Suriye meselesinin barışçıl bir çözüme
kavuşturulması yönünde bir irade beklentilerine rağmen, bölgenin güçlü aktörleri Türkiye,
İran ve Suudi Arabistan başta olmak üzere, birçok ülke açısından meselenin bir iç politik konu
olarak
algılanmasıdır.
Üzücü
olan,
Suriye
sorununun,
uluslararası sistemin aktörlerince ulusal çıkarlar çerçevesinden
algılanıp, kendi karnelerine artı bir puan kazandırmak için
kullanılmak istenmesidir. Hal böyle olunca, ne sayıları
milyonlara ulaşan Suriyeli mültecilerin, ne de yaşlı, çocuk ve
kadın demeden hayatını kaybeden onca insanın çığlıklarına
kulak verilemiyor.
Meselenin bu kadar trajik hale gelmesi konusundaki bir başka
husus, Müslüman ülkelerin ve bölgenin temel aktörü olan
devletlerin,
Suriye
konusunda
faklı
uluslararası
politik
görüşlere ve bloklara ait olması nedeniyle aralarında bir
uzlaşmanın
sağlanamamasıdır.
Bu
görüş
ayrılığının
en
somutlaştığı durum, Türkiye ve İran‟ın Suriye konusunda
aralarında bir uzlaşıya ulaşamamasında ortaya çıkmaktadır. İşin
belki de en kritik yönü, Suriye‟de hâlihazırda birbirleriyle
Üzücü olan, Suriye
sorununun, uluslararası
sistemin aktörlerince ulusal
çıkarlar çerçevesinden
algılanıp, kendi karnelerine
artı bir puan kazandırmak
için kullanılmak
istenmesidir. Hal böyle
olunca, ne sayıları
milyonlara ulaşan Suriyeli
mültecilerin, ne de yaşlı,
çocuk ve kadın demeden
hayatını kaybeden onca
insanın çığlıklarına kulak
verilemiyor
savaşan taraflara Türkiye ve İran devletlerinin dolaylı olarak
katkıda ve müdahalede bulunması olarak görülebilir. Tarihsel
olarak birbirleriyle rakip olan ama sıcak bir çatışmadan hep
kaçınmak isteyen iki ülkenin, Suriye konusunda defalarca karşı karşıya geldiğine şahit
olunmuştur. Bu noktada, bölgede oluşturdukları etki ve liderlikleri açısından Türkiye ve
İran‟ın Suriye konusunda varacakları devletlerarası bir işbirliğinin, Suriye krizini çözebileceği
ve krizin aşılabileceği, Bosna müdahalesinde Türkiye ve İran‟ın rolünde görüldüğü gibi, yine
İran ve Türkiye‟nin atacakları adımlara bağlı olacağı düşünülebilir. Zira Bosna-Hersek Savaşı
esnasında siyasi, ekonomik ve askeri alanda işbirliğine giden iki ülke, sürmekte olan savaşa
müdahalesiyle, savaşın sonlanmasında oldukça etkili olmuştur.
Beynelmilel
39
Sonuç olarak, gelinen noktada Suriye‟deki iç savaş bütün şiddetiyle sürmektedir. Bölgesel ve
küresel aktörler arasında krizin çözümüne ilişkin bir uzlaşma halen sağlanamamış
durumdadır. Konuyla ilgili yaklaşımlar ise genellikle belirsiz ve soruna müdahil tarafların
kendi ulusal çıkarlarıyla örtülü durumdadır. Kriz ve ilişkili risk ve tehditler ise hâlihazırda
kontrol edilememektedir. Bugün Suriye günden güne bölünmekte ve sayılarının iki yüze
vardığı ifade edilen hizipler, Suriye toprak bütünlüğüne ciddi tehditler oluşturmaktadır. Suriye
meselesinde avantajlar ve dezavantajlar devşirilmeye çalışılırken, tarihin belki de gördüğü en
büyük insanlık dramına dünya, belirsiz gelecekte sessizce şahitlik etmektedir.
Beynelmilel
40
Suriyeli Sığınmacılar Konusunda Türkiye’nin Politikası
Orhan BATTIR
Arap toplumlarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden yola çıkarak
giriştikleri ancak kısa süre içerisinde silahlı mücadeleye dönüşerek büyüyen protestolar ile ilk
olarak 2010 yılı sonlarında Tunus‟ta başlayıp Mısır, Libya, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve
Yemen'de büyük çapta olaylarla seyreden, Arap Baharı denilen ve başta uzun yıllar boyunca
diktatör liderlerin yönetiminde bulunmak gibi belli ortak özelliklere sahip bazı devletlerin
yönetimlerini tersyüz eden sosyo-politik süreç öngörüldüğü
şekilde 2011 başlarında komşumuz Suriye‟yi de etkisi altına
aldı.
Suriye‟de sayıları artık kesin olarak tespit dahi edilemez
hale gelen çoklukta -2013 yılı sonu itibarı ile 160.000‟i aştığı
farklı kaynaklarda ifade edilen- insanın hayatını kaybetmesi,
çok daha fazlasının yaralanması, geçici yada kalıcı olarak
sakatlanması ve milyonlarca insanın evlerinden, yurtlarından
zorunlu olarak uzaklaştırılmasına yol açan ve artık kesin bir iç
savaşın hakim olduğu olayların başlamasının üzerinden 3 yıl
geçti. Yaşanmakta olan iç savaş bugün artık sadece hükümet
(Esed yönetimi) güçleri ile Esed karşıtı muhalifler arasındaki
bir mücadele olmaktan çıkmış farklı etnik ve inanç grupları
arasında çatışmaya dönüşmüş durumdadır ve bu da sorunun
çözümünü herkes ve sürece etki etme potansiyeline sahip tüm
yapılar için -tabi ki Türkiye için de- zorlaştıran bir durumdur.
2011 yılının ilk aylarında başlayan çatışmalar başta
Suriye‟ye
Suriye‟de sayıları artık kesin
olarak tespit dahi edilemez
hale gelen çoklukta -2013
yılı sonu itibarı ile 160.000‟i
aştığı farklı kaynaklarda
ifade edilen- insanın hayatını
kaybetmesi, çok daha
fazlasının yaralanması,
geçici yada kalıcı olarak
sakatlanması ve milyonlarca
insanın evlerinden,
yurtlarından zorunlu olarak
uzaklaştırılmasına yol açan
ve artık kesin bir iç savaşın
hakim olduğu olayların
başlamasının üzerinden 3 yıl
geçti.
sınırı olan komşu ülkeler ve giderek tüm
Ortadoğu‟yu etkileyen dramatik insani sonuçlar da doğurmaya
devam ediyor. Yaşanan iç savaşın kaçınılmaz sonucu olarak
devam eden, komşu ülkelere sığınmacı akını ve zorunlu göç hareketleri en büyük sorunlardan
birisidir. Türkiye de bu sorundan önemli düzeyde etkilenmiş/etkilenmeye devam etmektedir.
Suriye sorunu nedenleri, etnik ve mezhepsel bağlamı, jeo-stratejik, askeri, ekonomik vb.
açılardan yada Arap Baharı sürecine maruz kalan diğer ülkeler ile benzemezliği noktasında
pek çok değerlendirmeye konu edilebilir, ancak bu çalışmada spesifik olarak, Suriye‟den
gelen ve gelmeye devam eden sığınmacıların Türkiye‟deki durumlarını “insani” sonuçlar
Beynelmilel
41
bakımından ele alınarak, yürütülen uygulamaların Türk Dış Politikası bağlamında yerindeliği,
muhtemel sonuçları ve alternatif uygulama önerileri üzerinde durulacaktır.
Türkiye’ye Sığınan Suriyelilerin Hukuki Statüsü
Suriye‟de iç savaşın ve kısa bir süre içerisinde sivil kayıpların yaşanmaya başlaması
ile birlikte başta Türkiye olmak üzere Suriye vatandaşları komşu ülkelere sığınmak
durumunda kalmıştır. Başlangıçta –ilk bir yıl boyunca- Türk makamları ve kamuoyu
sığınmacılardan “misafir” olarak bahsetse de ilerleyen süreçte Suriye krizinin kronik bir hal
alması ve kimi öngörülerin aksine kısa süre içerisinde çözümün mümkün olmayacağının
anlaşılması ile birlikte sürecin hukuki bir zeminde yürütülmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu
noktada sığınmacılara sağlanabilecek alternatif iki statü mülteci statüsü ve geçici koruma
uygulamasıdır.
Mülteci Statüsü
Mülteci kavramı; Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951
Cenevre Sözleşmesi‟nin 2.
Maddesinde kapsamı “…ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi
düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu
ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku
nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden
yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku
nedeniyle dönmek istemeyen her şahıs…” şeklinde tespit edilmiştir 12 . Türkiye Suriyeli
sığınmacılara mülteci statüsü verildiği takdirde olası kalıcı sorunları değerlendirerek buna
göre kısmen daha az edim altına gireceği öngörüsü ile geçici koruma rejimini benimsemiş ve
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği(BMMYK/UNHCR) ile bu yönde işbirliği
içerisine girmiştir.
Geçici Koruma Rejimi
Geçici koruma statüsü 1951 Sözleşmesinde mülteci tanımlamasına giren kişileri
kapsamakla birlikte, acil mülteci hareketliliği durumlarında kalıcı çözümün gecikmesinin yol
açması muhtemel riskleri kısa vadede ortadan kaldırmaya yarayabilecek geçici bir koruma
şeklidir. Geçici koruma uygulaması ile sığınmacı kabul eden hükümetler iç savaş ve diğer
genelleşmiş şiddet sonucu yerinden edilmiş kişileri çok zaman harcayan ve pahalı olan
bireysel izleme sorumluluğundan kurtulabilmektedirler13.
12
http://www.hyd.org.tr/?pid=294,Erişim Tarihi: 30.03.2014
13
http://www.unhcr.org.tr/?lang=en&content=43&page=29, Erişim Tarihi: 24.03.2014
Beynelmilel
42
Türkiye kendisine sığınan ve hal-i hazırda Hatay, Gaziantep, Kilis, Şanlıurfa,
Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana, Mardin, Malatya illerinde oluşturulmuş çadır
kent ve konteyner kentlerde barındırılan Suriyeli mülteciler için sınırların açık tutulması, zorla
geri göndermeme ve temel ihtiyaçların karşılanmasını içeren bir “Geçici Koruma Rejimi”ni
benimseyerek Suriye uyrukluların uluslararası koruma ihtiyaçlarına yanıt verilmesi
konusunda liderlik rolünü Türk Hükümeti üstlenmiştir14. Buna göre Türkiye, Suriye‟den gelen
mültecileri “geçici koruma” politikası çerçevesinde kabul etmekte ve temel ihtiyaçlarını
karşılamakta, Suriyeliler Türkiye‟den sığınma talep eden başka ülke vatandaşlarının tabi
olduğu bireysel başvuru prosedürüne tabi tutulmamaktadır.
Yukarıda sayılan merkezlerde kurulmuş olan konteynır kent ve çadır kentlerde
barınma, yiyecek, sağlık, eğitim, ibadet, haberleşme gibi temel hizmetlere erişim mümkün
olan en iyi şartlarda sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu konuda koordinasyon görevi Başbakanlık
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından yürütülmektedir 15 . Geçici
koruma politikası adından da anlaşıldığı üzere Suriyeli mültecilerin güvenlik sorunu ortadan
kalktığında ülkelerine dönecekleri öngörüsüne dayanmaktadır. Asıl olan geçici statünün
kalıcıya dönüşmemesidir ancak iç savaşın devam etmesi ve belirsizlik durumun öngörülenden
farklı seyretmesine yol açmaktadır. Sığınmacılar için oluşturulan kampların doğal olarak, iç
savaşın devam ettiği Suriye sınırına çok yakın olması, hal-i hazırda bölgedeki çatışma ve
şiddet olaylarının ne zaman ve ne şekilde sonlanabileceğine ilişkin bir öngörünün
bulunmaması, uluslararası toplum nezdinde çözüme yönelik kayda değer adımlar atılamaması,
gün geçtikçe artan ekonomik yük ve yeni yabancıların bir ülke için bünyesinde barındırdığı
diğer sosyal sorunlar hem sığınmacılar hem de Türkiye açısından sürecin giderek daha da
zorlaşmasını beraberinde getirmektedir.
Türkiye‟nin kapılarını açtığı sığınmacılara bir sayısal limit koyması ne hukuki ne de
insani sorumluluk açısından mümkün görünmemektedir. Bu arada tüm sığınmacıların
oluşturulan kamplarda bulunmadığını, kamplarda yaşayanlardan daha fazla sayıda
sığınmacının Türkiye‟nin farklı şehirlerinde yerleşik olduklarını belirtmek gerekir. Burada en
önemli sorun Türkiye topraklarına giriş yapan Suriyelilerin tespiti ve kayıt altına
alınmasındaki zorluk/yetersizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk başlarda uygulanan açık
kapı ya da açık sınır politikası özellikle bombalı Reyhanlı saldırısı ve sınır kapılarındaki
şiddet eylemleri üzerine terk edilerek bir takım sıkı tedbirler alınma yolu benimsenmiştir.
14
UNHCR Türkiye Raporu, Ekim 2013
15
https://www.afad.gov.tr/TR/IcerikDetay1.aspx?IcerikID=747&ID=16, Erişim tarihi: 25.03.2014
Beynelmilel
43
Ancak fiili durum yine de çok sayıda kayıtsız sığınmacının varlığına engel olamamaktadır.
2014 yılı başı itibarı ile kayıtlı sığınmacı sayısı 625.000‟i geçmiş durumdadır16. Ancak kayıt
dışılar ile bu sayının çok daha üzerinde sığınmacının Türkiye‟de bulunduğunu, giriş-çıkışlar
nedeni ile net rakamlardan bahsetme imkânı olmadığını belirtmek yerinde olacaktır.
AFAD tarafından sığınmacılar konusundaki koordinasyon görevi çerçevesinde kayıt
altına alma işlemleri disipline edilmeye çalışılmakta; sığınmacıların giriş yaptığı sırada,
kamplarda, AFAD Koordinasyon Merkezlerinde, illerde Emniyet Yabancılar Şubelerinde ya
da sağlık hizmeti ihtiyacı duyan sığınmacıların herhangi bir sağlık hizmet birimine
müracaatları durumunda vb. kayda alma yönünde bir takım düzenlemeler (genelgeler ile)
yapılmaktadır.
2013 yılı sonu itibarı ile AFAD tarafından açıklanan rakamlara göre; barınma
merkezlerine toplam 432.769 Suriye vatandaşı giriş yapmış bunlardan 222.411 tanesi barınma
merkezlerinden ülkelerine dönmüştür. Buna göre; Hatay‟da 14.999, Gaziantep‟te 33.819
(9.779‟u İslahiye, 7.796‟sı Karkamış, 16.244‟ü Nizip barınma merkezlerinde), Kilis‟te 37.372
(14.067‟si Öncüpınar, 23.305‟i Elbeyli Beşiriye Konteyner kentlerinde), Şanlıurfa‟da 67.389
(20.496‟sı Ceylanpınar, 25.271‟i Akçakale, 7.811‟i Viranşehir çadır kentlerinde, 14.261‟i
Harran Kökenli konteyner kentinde), Kahramanmaraş‟ta 15.052, Osmaniye‟de 9.098,
Adıyaman‟da 9.851,Adana‟da 11.816, Mardin‟de 3.169, Malatya‟da 7.205 kişi olmak üzere, 2013 yılı sonu itibarı ile hastanelerde bulunan 127 hasta/yaralı ve 11 refakatçi ile birliktebarınma merkezlerinde toplam 210.358 Suriye vatandaşı bulunmaktadır.17
Sayıları pek çok ilimizin nüfusundan fazla olan ve giderek artmaya devam eden,
kayıtlı olup kamplarda koruma altına alınanlar ve kamplara yerleşmediği halde farklı
şehirlerde yaşayanların yanında tamamen kayıtsız ve belirsiz sayıdaki sığınmacılara verilmek
durumunda kalınan hizmetlerin ekonomik ve sosyal maliyeti Türkiye hükümetinin önünde
önemli bir sorun olarak durmaktadır. BMMYK sığınmacılar konusunda Türkiye ile yaptığı
işbirliği çerçevesinde gözlemcilik, danışmanlık ve gıda dışı bir kısım ayni malzeme desteği
vermekten öteye gitmemektedir. Temel ihtiyaçların karşılanması sorumluluğu tamamen
Türkiye üzerinde bulunmaktadır. Türkiye bu konuda kamu kaynakları yanında kamu kurum
16
UNHCR Basın Bildirisi Üç Yıl ve Rakamlar: Suriye dünyada zorla yerinden edilenler listesinde en üst sıraya
yerleşti, Cenevre/Beyrut, 14 Mart 2014 (UNHCR)
17
AFAD Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği tarafından yapılan 30 Aralık 2013 tarihli basın açıklaması,
https://www.afad.gov.tr/TR/HaberDetay.aspx?IcerikID=2668&ID=12, Erişim Tarihi: 31.03.2014
Beynelmilel
44
ve kuruluşları aracılığı ile vatandaşlara ve STK‟lara yönelik yardım kampanyaları
düzenleyerek yükün paylaşılması yoluna gitmiştir18.
Türkiye‟ye sığınan ve barınma merkezlerine yerleştirilenlerin dışında kalan Suriyeliler
daha çok büyük şehirlerde hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bu durum işsizlik, kayıt dışı ve
sosyal güvencesiz çalıştırılma, pek çok yasadışı şekli olan suç gelirlerine alet olma vs.
yanında sosyokültürel yapı benzemezliği/uyuşmazlığı giderek büyüme potansiyeli olan
sorunları beraberinde getirmektedir.
Sonuç Yerine
Buraya kadar değinilen hususlar ve paylaşılan veriler
çerçevesinde
bazı
tespit
ve
öneriler
ortaya
koymak
mümkündür.
-Türkiye, Suriye krizinin ve sivil kayıpların başlaması
ile birlikte sığınmacılara kapılarını açarak İnsani Diplomasinin
bir ayağı sayılabilecek doğru davranışı sergilemiştir.
-İlk başta yaşanan organizasyon sorunları -ilerleyen
süreçte yük arttığı halde- tecrübe yolu ile ve mevzuat
düzenlemeleri sayesinde peyderpey giderilmiştir.
-Sığınmacılara mülteci statüsünde koruma yerine geçici
koruma rejiminin benimsenmesi Türkiye açısından olumlu bir
politikadır denilebilir. Ancak kayıt sorumluluğu ve temel
ihtiyaçların karşılanması dâhil ağır bir yükün altına girildiği bir
gerçektir.
-BMMYK‟nin sürece katkısı son derece yetersizdir ve
daha aktif roller içeren yeni politikalarla kuruluşun yapısında
Sayıları pek çok ilimizin
nüfusundan fazla olan ve
giderek artmaya devam
eden, kayıtlı olup kamplarda
koruma altına alınanlar ve
kamplara yerleşmediği halde
farklı şehirlerde
yaşayanların yanında
tamamen kayıtsız ve belirsiz
sayıdaki sığınmacılara
verilmek durumunda kalınan
hizmetlerin ekonomik ve
sosyal maliyeti Türkiye
hükümetinin önünde önemli
bir sorun olarak
durmaktadır.
ve işbirliği imkânlarında revizyona gidilmelidir.
-Türkiye Suriyeli sığınmacılar konusunda koordinasyon
görevini üstlenen AFAD başta olmak üzere, Kızılay ve TİKA gibi tecrübeli kurumlarını ve
STK‟ları aktive etmelidir.
-İllerde Valilikler, yerel yöneticiler, STK‟lar vb. tarafından yürütülecek faaliyetlerin,
kaynakların etkin ve verimli kullanımı ile efektif sonuç alma adına eşgüdüm içerisinde
organize edilmesi sağlanmalı, düzensiz çabaların ve kaynak israfının önüne geçilmelidir.
18
27.12.2012 tarih ve 28510 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanan 2012/24 sayılı Başbakanlık Genelgesi
Beynelmilel
45
-Gelen sığınmacıların sadece sorun olan yönlerini görmek yerine tüm tarafların
yararına olabilecek şekilde süreci fırsata dönüştürebilecek olumlu yönlerini değerlendirerek
eğitim ve istihdam temelinde yapılacak düzenlemelerle gelecek planlaması yapılmalıdır.
Beynelmilel
46
Çözümsüzlük Sarmalında Suriye Krizi
Ahmet ATEġ
Suriye‟de sorunlar Fransız sömürgesinden bu güne hiç bitmedi ve artarak günümüze
ulaştı. Bugün yaşananlar Suriye tarihinin en kılcal damarlarına kadar işleyen sorunların gün
yüzüne çıkmasından ya da çıkarılmasından başka birşey değil. Suriye toplumunun on yıllarca
bir etnik gruba dayanan yönetimle baskılanması sorunların derinleşmesine neden olurken, bu
durum aynı zamanda toplumsal ölçekte korkunun güçlenmesine ve yönetime karşı kinin
artmasına neden olmuştur. Bugün ülkede yaşanalar, baskılanan toplumun bilinçaltında yatan
bu algılamaların mezarından öç alma adına hortlamasını ifade etmektedir. Ülkede yaşananlar
kimilerine göre dış mihrakların ülke üzerinde oynadığı
oyunların sonucudur, kimilerine göre de toplumun özgürlük
mücadelesidir. Bu noktada ülkenin neden böylesine bir
çıkmaza girdiği konusu, iç ve dış dinamikler göz önüne
alınarak analiz edilmelidir. Nitekim Suriye‟de yaşanan çatışma
ortamının yalnızca iç dinamiklere indirgenerek açıklanmaya
çalışılması, sorunun doğasının net olarak anlaşılamamasına
neden olacaktır. Dolayısıyla bu çalışmada; ilk olarak dış
dinamik nedenler üzerine bazı saptamalar geliştirilecek ve
sonrasında iç dinamik nedenler üzerine yapılan saptamalarla,
Suriye sorunu üzerine bir analize ulaşılacaktır.
Suriye‟nin sahip olduğu stratejik konum nedeniyle
küresel
ve
bölgesel
güçler
ülke
üzerinden
rekabete
Yönetim karşıtı ayağını ise, bu
süreç içerisinde kendini sürekli
gösteren Türkiye, yönetime zaman
zaman tehdit yağdıran ancak
eyleme geçme noktasında tepkisiz
kalan ABD ve genelde halk
ayaklanmalarında yönetimi
destekleyen Arap monarşileri
oluşturmaktadır. Henüz tam
olarak dış politikasında ne
istediğini ortaya koyamayan
İsrail ise bu çatışmanın neresinde
olduğunu gizlemeye
çalışmaktadır.
girişmişlerdir. Bu durum soğuk savaş dönemi proksilerinden
pek farklı bir görüntü vermemektedir. Ancak bu kez proksiyi
yürüten taraflar sayıca daha fazla görünmektedir. Bu rekabetin
yönetim destekçisi ayağını İsrail-İran mücadelesi ve Rusya‟nın Suriye üzerinden bölgedeki
çıkar alanlarını koruma girişimi oluşturmaktadır. Yönetim karşıtı ayağını ise, bu süreç
içerisinde kendini sürekli gösteren Türkiye, yönetime zaman zaman tehdit yağdıran ancak
eyleme geçme noktasında tepkisiz kalan ABD ve genelde halk ayaklanmalarında yönetimi
destekleyen Arap monarşileri oluşturmaktadır. Henüz tam olarak dış politikasında ne
istediğini ortaya koyamayan İsrail ise bu çatışmanın neresinde olduğunu gizlemeye
çalışmaktadır. Ancak İsrail ilerleyen dönemlerde daha öncesinde olduğu gibi ABD‟nin dış
politikası paralelinde bir yol haritası belirleyecektir.
Beynelmilel
47
İran, Suriye‟deki Esad yönetimine en büyük desteği veren ülkelerin başında
gelmektedir. Bu durum esasen ABD‟nin 2003‟te Irak‟ı işgal etmesi ve 2006‟da Lübnan-İsrail
savaşı ile daha da belirginleşmiştir. İran bölgede İsrail ile giriştiği çıkar alanı mücadelesinde
Suriye‟nin önemini fazlasıyla anlamış ve ikili ilişkilerini daha da derinleştirme adına Lübnan‟ı
da içine alan bir takım politikalar uygulamaya koymuştur. Hizbullah‟a silah desteği
sağlanması konusunda Suriye‟yi bir üs olarak kullanan İran, bu sayede bölgedeki nüfuz
alanını genişletmeye çalışmıştır. Lübnan‟da büyük bir askeri güç olan Hizbullah‟ı bölgede
kendi hedeflerine ulaşmada etkin bir araç olarak kullanan İran, bu sayede İsrail ve ABD‟nin
bölgedeki politikalarına zaman zaman meydan okuyarak Körfezden Levant olarak tanımlanan
bölgeye kadar çıkar alanı kapma mücadelesinde varlığını yinelemiştir. Bu açıdan İran‟ın
Suriye‟yi her şart altında –Esad yönetiminin binlerce sivili gözü dönmüşçesine sistemli bir
şekilde öldürmesine bile ses çıkarmamaktadır- ülke çıkarları doğrultusunda ekonomik, siyasi
ve askeri anlamda desteklemeye devam etmesi bu politikaların doğal bir sonucudur.
Suriye‟de Esad yönetimini destekleyen diğer önemli aktör kuşkusuz Rusya‟dır. Her ne
kadar 2011‟de Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev tarafından Esad yönetimine reform çağrısı
yapılmışsa da, 2012‟de işler Putin‟in cumhurbaşkanı olması sonucunda başkalaşmıştır.
Putin‟in cumhurbaşkanı olması ile Rusya, Esad yönetimi ile ilişkilerini daha da
derinleştirmiştir. Rusya Esad yönetimini askeri yardımlarla desteklerken, Arap Dünyası ve
BM‟yi hiçe sayarak diplomatik bir koruma altına almıştır. Arap Ligi Suriye‟ye karşı yaptırım
kararı aldığında ve Esad‟ı yoğun bir şekilde eleştirdiğinde de Rusya bu karara karşı bir takım
adımlar atmaktan çekinmemiştir. Aynı şekilde BM Güvenlik konseyinden Suriye‟ye karşı bir
yaptırım kararının çıkmasına engel olan Rusya, tüm kozlarını ileri sürerek Esad yönetiminin
Suriye‟de ayakta kalması için çaba sarf etmiştir. Rusya‟nın Esad yönetimine her koşulda
destek vermesinin iki temel nedeni vardır. İlk olarak Suriye Rusya için önemli bir askeri
pazardır. Rusya‟da savunma sanayi patronları ülkenin dış politikasında oldukça etkili bir
pozisyona sahiptirler ve Suriye Rus savunma sanayi için oldukça önemli bir pazarı işaret
etmektedir. Rusya Suriye askeri ihracatının %72‟sini karşılarken iki ülke arasında -yalnızca
2012 yılında- 550 milyon dolarlık askeri ticaret anlaşması imzalamıştır. Bu rakam her ne
kadarda Rusya için pek büyük olamasa da kendisine askeri anlamda her yönüyle bağımlı bir
ülkenin varlığı Rusya için stratejik bir önem taşımaktadır.19 İkinci önemli neden ise Suriye
limanlarının Rusya tarafından etkin bir şekilde kullanılmasıdır. Bu sayede Rusya, Akdeniz‟de
19
Roy Allison, Russia and Syria: explaining alignment with a regime in crisis, International Affairs, Vol. 89, No.
4, 2013, s. 795
Beynelmilel
48
rahatlıkla deniz gücü konuşlandırırken ABD ve müttefiki AB‟ye karşı bölgede kendi askeri
varlığını ilan etmektedir. Bu durum esasen Rusya‟nın bir süper güç olmaktan düştüğü soğuk
savaş travmasını üzerinden atmaya çalıştığının da bir örneğini temsil etmektedir.
Suriye‟deki yönetime karşı küresel ölçekte mücadele veren Türkiye, esasen yanı
başındaki sınırlarda kendi istediği bir yönetimin belirginleşmesi noktasında yola koyulmuş en
önemli aktörlerin başında gelmektedir. Suriye‟de 2011‟de başlayan yönetim karşıtı eylemler
karşısında yönetimin gösteriler karşısında takındığı sert tutum Türkiye tarafından sert bir dille
eleştirilmiş ve bu kapsamda Suriye yönetimine karşı dokuz maddelik yaptırım kararları
alınmıştır. 2012 yılında Suriye‟nin Türkiye savaş uçağını düşürmesi sonucunda ilişkiler
tamamen kopmuş ve iki ülke arasında günümüze değin çatışma odaklı ilişkiler belirmiştir.
Nitekim 2013 yılında bir Suriye helikopterinin ve 2014‟te Suriye jetinin Türkiye tarafından
düşürülmesi, çatışma odaklı ilişkilerin boyutunu daha net ortaya koymuştur.
Bölgesel ve küresel ölçekte Suriye‟de yönetim karşıtı bir tutum takınan Suudi
Arabistan‟ın başını çektiği Arap monarşileri ise ülkede yönetimin değiştirilmesi konusunda
tüm imkânlarını seferber etmişlerdir. Aynı Arap monarşilerinin Arap Baharının yaşandığı
ülkelerde daha farklı bir tutum sergilemiş olmaları esasen Suriye‟de farklı bir çıkar
çatışmasının varlığını ortaya koymaktadır. Burada önemle irdelenmesi gereken örnek
Bahreyn‟de yaşanan gelişmeler olmalıdır. Bu kapsamda ulaşılacak sonuç Arap monarşilerinin
bölgede İran‟ın güçlenmesine karşı Suriye‟de yönetimi düşürme adına harekete geçmeleridir.
Amerikan dış politikası için ise Suriye sorunu günden güne daha komplike bir hal
almıştır. ABD Rusya‟yı direk karşısına almamak adına uzunca bir süre Suriye konusunda
dengeleme politikası izlemiştir. Cenevre‟de yapılan görüşmelerde aracı olamaya çalışarak dış
politikada ki bu duruşunu pekiştirmiştir. Ancak son dönemde Ukrayna‟da yaşanan gelişmeler
sonrasında bir anda beliren soğuk savaş havası, ABD‟nin ilerleyen dönemde Suriye‟de
Rusya‟nın etkinliğini bitirmeye yönelik yeni doktriner politikalar geliştireceğinin sinyallerini
vermektedir.
ABD‟nin bölgedeki en yakın müttefiki İsrail için ise durum olduğundan daha karmaşık
görünmektedir. Bu noktada Suriye konusu bir paradoksu içinde barındırmaktadır. İsrail
Suriye‟de Esad yönetiminin varlığından kısmi olarak memnun görünmektedir. Suriye‟deki
mevcut yönetimin kendi iktidar alanını pekiştirme adına izlediği yöntemler, ülkenin İsrail için
bir tehdit olmasını engellemektedir. Nitekim Suriye toprağı olarak bilinen Golan tepelerinin
İsrail işgali altında olması karşısında Esed yönetiminin tepkisizliği ve acizliği İsrail‟in işine
gelmektedir. Ancak en yakın müttefikinin Esad yönetimi karşısında takındığı tavır İsrail‟in bu
alandaki dış politikasını zora sokmuştur. Nitekim İsrail‟in Suriye‟de olası bir değişim
Beynelmilel
49
konusunda oldukça büyük çekinceleri bulunmaktadır. Bunların başında Suriye‟de İsrail karşıtı
ve daha dirençli bir yönetimin iş başına gelmesi meselesi başı çekmektedir.
Suriye‟de yaşanan gelişmeler iç dinamikler kapsamında incelenecek olursa, karşımıza
yine farklı bir tablo çıkacaktır. Ülkede 1970‟den itibaren Hafız Esad‟ın iktidara gelmesinden
beri devam eden baskıcı yönetim, Alevi azınlığı siyasal, ekonomik ve askeri sisteme hâkim
kıldı. Yaşanan insan hakları ihlalleri ile ülkeye hâkim kılınan korku iklimi toplumun büyük
bir kısmının bastırılmasına neden oldu. Bunun yanında artan işsizlik ve ekonomik
adaletsizlikler ülkede toplumun büyük bir kısmının hoşnutsuzluğunu daha da arttırdı. 2000
yılında Hafız Esad‟ın ölümünden sonra iktidara gelen Beşşar Esad ülkede reformların
yapılması konusunda umutların doğmasına neden olsa da, bu umutlar hayal olmaktan öteye
geçmedi. Kırılgan etnik ve dinsel bir yapıya sahip olan ülkede yönetimim artan baskısının
dayanılmayacak seviyeye gelmesiyle, ülkede hızlı bir çözülme yaşandı. Nüfusunun büyük
çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu ülkede iktidar olan azınlıklar – Aleviler iktidarı ellerinde
tutan birincil mezhepsel grupken Hıristiyan, Dürzi ve bazı diğer etnik azınlıklarla işbirliğine
gitmişlerdir- tarafından uygulanan anti demokratik ve çoğunlukla şiddete dayalı baskılar
ülkedeki fay hatlarını tetikledi. 2011 yılında başlayan eylemler sonrasında ülke tam bir
çıkmazın içine girdi. Suriye‟de bugün çatışmanın tarafı olan grup sayısının bir hayli fazla
olması, çatışmanın çözüme doğru evirilmesini zorlaştıran ve yine çözümü imkânsız kılan
nedenlerin başında gelmektedir. Kaldı ki ülkede yaşana çatışmada muhalif kanadı temsil eden
gruplar beş yapılanma üzerinde analiz edilebilir. Bu beş yapılanma şu şekilde sıralanabilinir,
Ana Muhalif yapılanma; Bağımsız Yapılanma; Cihatçı Yapılanma; Kürt Yapılanma. Her bir
yapılanmanın altında farklı gruplar bulunmakla birlikte amaçlar ve metotlar kapsamında
benzerlik gösterdikleri yapılar altında kendilerine yer edinmişlerdir. Ülkede çeşitlenen
yapılanmalar çatışmanın daha da karmaşık bir hal almasına neden oldu. Suriye‟de yönetim
karşıtı muhalif yapılar ile yönetim güçleri arasında yaşanan çatışmalar ülkede çatışmanın
derinleşerek kronikleşmesine neden olurken, bu durum aynı zamanda gruplar arasında
ilişkilerinde bozulmasına da neden oldu. Rejime muhalif olduğunu iddia eden grupların
muhalefeti yalnızca yönetimle sınırla kalmazken, birbirlerine de muhalif bir tavır içine
girmeleri kimin kime karşı olduğunu sorusunu daha da karmaşıklaştırdı. Ülkede baş gösteren
şiddet eylemleri binlerce sivilin hayatını kaybetmesine neden olurken amaçlarından sapan
örgütlerin yönetim karşısında başarıya ulaşması imkânsızlığa sürüklenmektedir.
Sonuç olarak Suriye tam bir çıkmazın içindedir. Ülke içindeki karmaşa ülke dışı
aktörler tarafından genelde negatif yönde desteklenerek çözümsüzlüğe itilmiştir. Bu durum
beraberinde günümüz dünyasının ahlaki değerleri ile örtüşmeyecek düzeyde sonuçları
Beynelmilel
50
doğururken uluslararası toplumun bu ve benzeri konulardaki acizliğini ortaya koymuştur. Bu
açıdan İnsan hakları ihlalleri konusunda daha etkin uluslararası ve bölgesel bir yapılanmanın
inşası gerekli görülmektedir. Diğer yandan son dönemde Suriye konusunda Rusya ile
dengeleri koruma amacı güden Amerika‟dan dış politikasının Ukrayna krizi sonrasında Suriye
konusunda daha aktif bir tutum sergileyeceğinin işaretleri de alınmaktadır. Bu kapsamda
ABD‟nin uluslararası toplumu bir gayretle kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda harekete
geçireceği kuşku götürmez bir gerçektir.
Beynelmilel
51
AFRĠKA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)
Nijerya:
Nijerya’da Dinmeyen Olaylar Devam Ediyor
Etnik çatışmaların sonlanmadığı Nijerya'da motosikletli saldırganlar tarafından
köylere yapılan baskınlara bir yenisi daha eklendi. Nijerya'nın Kaduna eyaletindeki köylerde
kimliği belirlenemeyen silahlı saldırganlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerde 100'den
fazla kişi yaşamını yitirdi. Gece gerçekleşen saldırılarda köylülerin kaldığı saz evlerin ateşe
verildiği ve insanların yanarak öldüğü belirtildi. Askeri darbelerin, çatışmaların, acımasızca
ölümlerin ve etnik temizlik gibi olayların yoğun olarak yaşandığı Afrika kıtası, bugünlerde de
Nijerya‟nın Kaduna eyaletindeki köylere sıçramış ve ne yazık ki etnik çatışmanın kötü
sonuçlara sebebiyet verdiği bu durumla onlarca kişinin ölmesine neden olmuştur. Nijerya çok
değişik etnik unsurların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Başta Hausalar ve Yorubalar olmak
üzere 200‟den fazla kabile topluluğunun bulunması genellikle etnik çatışmaların
sonlanamayacağını gösterir.Etnik çatışmalar bugün olduğu gibi gelecekte de devam edilmesi
bekleniyor.
Mali:
Patlamalarla Uyanan Bir Mali Ülkesinde Olmak
Mali'nin kuzeyindeki Tsalit ile Oglhok beldeleri arasında mayın patlaması sonucunda
4 Çad askerinin yaralandığı bildirildi. Mali'nin resmi televizyon kanalının haberine göre, Batı
Afrika Müdahale Gücü'nde (MİSMA) görevli Çad askerlerini taşıyan aracın yoldan geçtiği
sırada yola döşenen mayının patlaması sonucunda 4 asker yaralandı. Her ülkede olduğu gibi
Mali‟de de hükümete karşıt olan guruplar hükümeti devirmek ya da ülkeyi bölmek amacıyla
faaliyetlerde bulunurlar. Mali'de 2012 yılında gerçekleşen askeri darbenin ardından "Tevhid
ve Cihad" hareketi ile "Ulusal Azavad Kurtuluş Hareketi" arasında ülkenin kuzeyini ele
geçirmek için çatışmalar yaşanmıştı. Tevhid ve Cihad‟a destek veren Ensaruddin Hareketinin
de olaya karışmasıyla ülke kaosa sürüklenmiş ve ciddi anlamda zarara uğramıştır. Olayların
halen devam ediyor olması ülke bütünlüğünün zarar görmesine neden oluyor.
Beynelmilel
52
Orta Afrika:
Orta Afrika’dan İnsan Haklarına Bir Bakış
Orta Afrika Cumhuriyeti‟nde iç savaş bir seneyi aşkın bir süredir devam ederken Birleşmiş
Milletler, ülkedeki insan hakları ihlalleri karşısında uluslararası toplumun harekete
geçmemesini kınadı. Bölgedeki Fransız ve Birlemiş Milletler güçleri de silahlı çatışmaları
önlemede yetersiz kalıyor. Başkent Bangui başta olmak üzere binlerce kişinin insanlık dramı,
açlık, sağlık hizmetlerinden yoksunluk ve çatışmanın hızlıca alevlenmesinden dolayı ülkeyi
terk ettiği ve komşu ülkelere sığındığını görmek mümkün olup Orta Afrika Cumhuriyeti‟nin
de diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi çok karışık bir yapıya sahiptir.Bu çatışmaların uzun
bir süre devam etmesi bekleniyor.
Ruanda:
Ruanda’nın Fransız İmtihanı
Ruanda‟da 1994 yılındaki soykırıma iştirak ettiği gerekçesiyle Fransa tarafından
yargılanan eski asker Pascal Simbikangwa 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar Paris Ağır
Ceza Mahkemesi tarafından 6 haftalık sürekli oturumların ardından alındı. Fransa‟ya soykırım
sırasında çoğunluk durumundaki Hutularla işbirliği yaptığı suçlaması yapılırken soykırım
şüphelileri de yine Fransız savcılarına ifade veriyor. Simbikangwa suçlamaları tümüyle
reddederken “100 gün boyunca bir ceset bile görmedim” demişti. Fransa‟ya çok uzak görülse
de sanki sınırları içerisinde bulunan bir şehir gibidir Ruanda. Ruanda‟nın içine girmiş ve
istediği gibi davranan Fransa görüldüğü gibi herkesi kendi vatandaşıymış gibi yargılıyor.
Aslında Ruanda hükümetinin de bu yargılamaya izin vermesi tamamen bağımsız olmadığını
gösteriyor. Bu durum insan haklarının çiğnenmesine ve insanlık dramının yaşanmasına neden
olmaktadır.
Mısır:
Mısır'da yasaklanan Müslüman Kardeşler hareketi üyesi bu grup 1200'den fazla Mursi
taraftarını kapsayan daha geniş bir davaya bağlı olarak yargılanıyordu. Müslüman
Kardeşler'in Londra'daki sözcülerinden Abdullah el Haddad, BBC'ye yaptığı açıklamada,
idam kararlarının Mısır'ın bir diktatörlük olduğunu ortaya koyduğunu söyledi. Haddad,
''Sadece bir tehdit mesajı da olabilir bu. Temyiz başvuruları olacaktır, karar da değişecektir.
Ama bu darbe sonrası yeni Mısır, el Sisi'nin kurmaya çalıştığı yeni diktatörlük'' dedi.
Afrika‟nın en gözde ülkelerinden biri olan Mısır‟ın 21.yüzyılda askeri darbeyle karşı karşıya
kalması insan haklarının ciddi anlamda ihlal edildiğini ve uluslar arası barış örgütlerinin de
Beynelmilel
53
gerçek manada görevlerini ifa etmediği görülmektedir. Bu durum 21.yüzyılın Afrika‟sı için
son derece tehlikeli ve kabul edilemez bir olgudur.
ORTADOĞU HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)
Suriye:
“Cenevre II’de Türkiye-Suriye Restleşmesi”
Suriye üzerinde üç yıldır devam eden kriz, şiddet dozunun da yükselmesine paralel bir
biçimde giderek dünyanın önemli gündem maddelerinin biri olma özelliğini arttırıyor. Bu
yoğun şiddet sarmalından çıkışın yollarını aramak üzere ABD ve Rusya dış işleri
kurumsallarının inisiyatifi ile başlatılan Cenevre süreci 22 Ocak‟ta Cenevre II adı ile tekrar
toplandı. Gündem yoğunluğunu Esad‟ın iktidar meşruiyeti ve çözüm formülasyonuna adayan
Cenevre II, İran‟ın konferans dışında kalmış olmasına rağmen hayli hararetli bir ortamda
gerçekleşti.
Cenevre II konferanslarının açılışında söz alan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim,
Suriye‟deki iç savaşın yabancı güçler tarafından şiddetlendirildiğini kaydettikten sonra hedef
tahtasına Türkiye hükümetini ve dış işleri kurumsalını oturttu. Muallim‟in açıklamaları genel
olarak Türkiye‟nin “terörist barındıran bir ülke olduğu” savı üzerine yoğunlaştı. AK Parti
hükümetini ve Başbakan Erdoğan‟ın şahsını Suriye‟yi parçalamak arzusundaki batı ve
İsrail‟in işbirlikçisi olmakla suçlayan Muallim, Suriye‟de yaşanan tüm olayların sorumlusu
olarak da Türkiye‟yi ve AK Parti hükümetini ilan etti.
Suriye cephesinden gelen bu doz aşımı açıklamaların ardından söz alan dışişleri bakanı
Ahmet Davutoğlu, ilk olarak teröristlere yardım meselesine değindi. “Topraklarımıza sığınan
8bin Suriyeli terörist çocuk olduğu doğrudur.” İfadesi ile Türkiye‟de yaşanan mülteci
trajedisini vurgulayan Davutoğlu Suriye‟de kimin terörist olduğunu çok iyi bildiklerini
kaydetti. Suriye‟de yaşananların uluslararası toplum için bir utanç sebebi olduğu yönündeki
açıklamalarının ardından Davutoğlu, Esad hükümetinin kendini savunma biçiminin ise tam bir
utanmazlık olduğu diktesini sundu. Davutoğlu‟nun açıklamalarının ardından söz alan BM
Genel sekreteri Ban Ki-moon‟un mülteciler meselesine dair açıklamaları Davutoğlu‟nun
açıklamalarına paralel bir biçimde geldi.
Konferansın inisiyatif sahiplerinden olan Rusya dışişleri bakanı Sergey Lavrov
Türkiye‟yi de kasteder bir biçimde dış aktörlerin iç işlere karışmaması gerektiğini vurguladı.
Beynelmilel
54
Bir diğer inisiyatif sahibi ABD dışişleri bakanı Kerry ise konferans boyunca süren TürkiyeSuriye restleşmesinin dışına çıkarak meselenin özüne, çözüm sürecine yoğunlaşan
açıklamalarda bulundu. Bir geçiş hükümeti olacaksa bu süreçte kesinlikle Esad‟ın yer
almaması gerektiğini ifade eden Kerry, halkına zulmeden bir liderin yarattığı krizden çıkışın
sağlıklı olabilmesi için o liderin süreç dışına itilmesinin insani zorunluluğunu vurguladı.
Hayli zor şartlarda yürütülen görüşmeler tıkanma noktasına gelince BM Suriye özel
temsilcisi Brahmi, 28 Ocak‟ta görüşmeleri sonlandırmış ve hemen ertesi gün yeniden
başlatmışsa da “tarafların talep ve iddiaları arasındaki farkın uçurum boyutunda olduğunu ve
bu şartlar altında görüşmelerden sağlıklı bir sonuç alınamadığını” kaydetti. Öte yandan Rusya
ile ABD arasında varılan anlaşma uyarınca Esad yönetiminin, elindeki kimyasal silahları
teslim etmesi gereğine yeterince samimi yaklaşmaması ABD‟yi kaygılandırmakta. 30 Ocak‟ta
ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel Polonya‟da yaptığı açıklamada Rusya‟ya Şam yönetimi
üzerindeki nüfuzunu kullanarak süreci hızlandırması çağrısında bulundu.
Cenevre sürecinin dışında tutulmasına rağmen Suriye krizine yönelik açıcı bir aktör
rolü oynamada istekli davranan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 23 Ocak‟taki Dünya
Ekonomik Forumu toplantısında sağlıklı bir çözümün ancak ve ancak serbest ve adil
seçimlerle sağlanabileceğini ifade etti.
Mısır:
Sürüncemeden Nihayete: Sisi’nin Cumhurbaşkanlığı Adaylığı
3 Temmuz 2013 tarihinde Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi‟ye karşı gerçekleştirilen
darbenin lideri Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Abdülfettah Sisi‟nin geçiş
döneminin hemen ardından cumhurbaşkanlığı görevine soyunması beklenen bir gelişmeydi.
Ancak Sisi‟nin başkanlığa aday olduğunu resmen açıklamasına kadar geçen süreç içindeki
gelişmeler Mısır içinde sürüncemeli bir sürecin yaşandığına dair pek çok emare
barındırmaktadır.
25 Ocak‟ta eski cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek‟in devrilmesinin ikinci yıl dönümünü
kutlamak maksadıyla Kahire‟de toplanan on binlerin Sisi‟nin cumhurbaşkanı olması
yönündeki talepleri, Nisan sonunda yapılması beklenen cumhurbaşkanlığı seçimleri için
önemli bir kamuoyu yoklaması özelliği taşıdı. Birçok Mısırlının ülkenin içinde bulunduğu
siyasi krizden çıkış adına kurtarıcı olarak Sisi‟yi görmesine karşın Mısır içi dinamikler
bağlamında hatırı sayılır bir kitle de Sisi‟nin cumhurbaşkanlığının devrim sürecini sona
erdirerek otoriterleşmenin önünü açacak bir gelişme olacağınıöne sürmekte.
Beynelmilel
55
Toplumsal tabanda Sisi ve cumhurbaşkanlığı başlığı üzerine yaşanan bu ayrışma ordu
içi dinamiklere de sirayet etmiş gibi bir görüntü çizdi. Kuveyt merkezli El Siyase gazetesinin
Sisi ile yaptığı röportaj ve sonrasında yaşananlar Mısır gündeminde önemli bir tartışma
meselesi oldu. El Siyase gazetesi muhabirinin muhtemel adaylıkla ilgili olarak yönelttiği bir
soruya Sisi “Talebi geri çevirmeyeceğim. Mısır halkının güvenini serbest oyla yenilemesi için
bu imkânı onlara sunacağım.” dedi.El Siyase gazetesinde yayınlanan röportajın hemen
ardından Mısır Ordusu sözcüsü Albay Ahmed Ali‟nin yaptığı bilgilendirmede Sisi‟nin
sözlerinin yanlış anlaşıldığı vurgulanarak Sisi‟nin aday olduğu yönündeki iddialara yalanlama
geldi. Ocak ayı sonunda yapılan açıklamalarda Sisi‟nin olası cumhurbaşkanlığına yeşil ışık
yakan ordudaki bu tavır değişikliği farklı yorumların türemesine olanak sağladı.
Mısır Genelkurmay Başkanı Sisi‟nin Rusya ile Mısır arasındaki işbirliğini artırmak ve
hızlandırmak amacıyla düzenlediği Moskova ziyaretine Putin‟in açıklamaları damga vurdu.
Sisi‟nin ve Mısır makamlarının cumhurbaşkanlığı adaylığına dair henüz resmi bir açıklama
yapmadığı bir dönemde Putin “Sayın Savunma Bakanı, sizin Mısır cumhurbaşkanlığına aday
olmaya karar verdiğinizi biliyorum. Hem kendim, hem de Rus halkı adına size şans dileriz”
açıklamasında bulunarak hem Sisi‟ye açık bir destek sunmuş oldu hem de Mısır siyaseti ile ne
denli iletişim halinde olunduğunu ortaya koydu.
Ülke içindeki tartışmaları sonlandıran ve ordu içinde mutabakata varıldığının
işaretlerini gösteren karar 26 Mart‟ta geldi. Tüm resmi görevlerinden istifa eden Sisi, Mısır
cumhurbaşkanlığı için aday olduğunu resmen açıkladı. Gerek ülke içindeki popülaritesi gerek
karşısında güçlü bir adayın bulunmaması neticesinde Abdülfettah el Sisi‟nin cumhurbaşkanı
seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor.
“Meşru Cumhurbaşkanı, Gayr-ı Meşru Yargı”
Serbest seçimlerle iş başına gelen ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi, 3
Temmuz 2013 tarihinde iktidarına karşı düzenlenen darbe ile devrilmiş ve İskenderiye‟de
tutsak hayatına başlamıştı.Tutukluluk süresi boyunca çıktığı her mahkemede mahkemeyi
tanımadığını belirten Mursi, her fırsatta meşru cumhurbaşkanı olduğunu vurguladı. Son olarak
28 Ocak‟ta çıkarıldığı mahkemede mahkeme heyetini ve askeri yönetimi sert sözlerle eleştiren
Mursi‟nin yargılanmasının sağlıklı şartlarda yürütülmediği kaydedildi. Mahkeme salonunda
ses geçirmeyen bir kafes içinde tutulan Mursi ancak mahkeme yönetiminin gerekli ve uygun
görmesi halinde söz alarak konuşabiliyor. Bu konuşmanın içeriğine göre ise mahkeme heyeti
zaman zaman Mursi‟nin mikrofonunu kapatarak kayıt alınmasının önüne geçiyor.
Beynelmilel
56
Mursi‟ye destek vermenin bile açık bir biçimde suç sayıldığı Mısır‟da yargılama
sürecinin hukuki salahiyeti tartışmasız şekilde yara almış durumda.
Mursi‟nin yargılanması sürecinde doğan hukuk krizini genişleten bir gelişme de
Müslüman Kardeşler hareketi üzerinden gözlendi. Müslüman Kardeşlerin Mısır yönetimi
tarafından “terör örgütü” olarak ilan edilmesinin hemen ardından Mısır yargısı 24 Martta
Müslüman Kardeşler üyesi 528 kişi hakkındaki idam cezasını onadı. Mısır yargısının bu
kararının BM, AB ve ABD nezdinde tepki toplamasına rağmen Mısır Başsavcılığının 25
Martta Müslüman Kardeşler hareketinin 919 üyesi hakkında iki yeni dava açması, askeri
yönetimin Müslüman Kardeşlere yönelik başlattığı sürek avının yoğunlaşarak devam
edeceğinin kanıtı oldu.Sisi‟nin devlet başkanı seçilmesinin ardından Müslüman Kardeşlere
yönelik “hukuk” operasyonunun da yoğunlaştırıcı etkisi ile kitlesel gösterilerin artması
bekleniyor.
Grev Baskısı Hükümeti Düşürdü
24 Şubatta Mısır Başbakanı Hazım Beblavi, kamuoyuna yaptığı açıklamada istifa
ettiğini duyurdu. Mısır‟ın ekonomik, siyasi ve güvenlik bağlamında dar bir tünelde olduğunu
vurgulayan Beblavi, hiçbir hükümetin kısa bir sürede halkın taleplerini karşılamada başarılı
olamayacağını belirterek kamu çalışanlarının grev ilan etmelerine göndermede bulundu.
Medya organlarının büyük bir kısmında ise Beblavi‟nin ekonomik sıkıntılar ve bu paralelde
yükselen grev krizini yönetmede başarısız olduğu vurgulanırken Beblavi‟nin açıklamalarının
tam aksi yönde bir portre çizildi.
Ocak ayında ilan edilen yeni anayasa uyarınca Nisan ayı ortalarında seçime gidilmesi
öngörülen Mısır‟da geçici hükümeti kurma görevi Beblavi‟nin kabinesinde de yer alan
İbrahim Mihlib‟e verildi. Hüsnü Mübarek dönemi kabinelerinde de görev alan Mihlib aynı
zamanda Ortadoğu‟nun en büyük inşaat firmalarından biri olan Arab Contractors firmasının
yönetim kurulu başkanı.
Yemen:
Uzlaşı Federatif Yapıda
Ülke çapında farklı siyasi gruplara mensup çak sayıda katılımcının yer aldığı ve iki
hafta süren panelin ardından Yemen resmi haber ajansı SABA tarafından yapılan
bilgilendirmede ülkenin altı bölgeye ayrılarak federatif yapıya geçilmesi kararı alındığı
duyuruldu.
Beynelmilel
57
Yeni federatif yapılanmaya göre ülkenin başkenti Sana herhangi bir federal bölgenin
içinde yer almaksızın ayrı bir federal şehir olarak kalırken Aden bölgesine bağımsız yargı ve
yürütme yetkileri tanınacak.
Panel sonunda varılan anlaşma uyarınca siyasi gruplar iktidar geçişinin sağlanabilmesi
için Devlet Başkanı Mansur el Hadi‟ye bir yıl süre verdi.
Katar:
Körfez’de Dışlanan Ülke
Müslüman Kardeşler başta olmak üzere İslamcı gruplar ile kurduğu ilişkiler nedeniyle
Körfez bölgesinde yalnızlaştırılan Katar‟ın yaşadığı bölgesel kriz, son gelişmeler ışığında
daha da derinleşme trendine girmiş durumda. Katar‟ın 2013 yılında Suudi Arabistan ve
Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ile imzaladığı üçlü güvenlik anlaşmasını uygulamaya
sokmadaki isteksiz tavrı sonrasında Suud ve BAE hükümetleri Doha‟daki büyükelçilerini
çekme kararı aldılar. 5 Martta yapılan yazılı açıklamada söz konusu diplomatik hamlenin
gerekçeleri sıralanırken amacın kriz çıkartmak değil güvenlik ve istikrarı sağlamak adına
önlem almak olduğu vurgulandı.
Suudi Arabistan ve BAE‟nin Katar‟a yönelik diplomatik hamlesinin ziyadesinde pek
çok bölge ülkesi de Katar‟ın Müslüman Kardeşler ısrarından rahatsız durumdalar. Libya,
Bahreyn ve askeri yönetim altındaki Mısır‟ın da Katar karşısındaki duruşlarının netleşmesi ile
Katar-Hamas bağdaşmasının karşısında güçlü ve geniş bir bölgesel blok oluşmuş durumda.
Diplomatik seviyede yoğunlaşan bu krize ek olarak Arap toplumları nezdinde de bir
Katar karşıtlığı oluşmaya başlamış durumda. Özellikle Müslüman Kardeşlerin bölgedeki
yıldızının sönmeye başlaması ile beraber Katar‟ın bölge halkları nezdindeki algılanırlığı
basiret krizi yaşarken en ciddi tepkiyi Katar merkezli el Jeazzera televizyonu topluyor.
Televizyonun yayın politikalarını eleştiren Arap kamuoyu Katar‟ın bölgeye uyumlu bir siyasi
çizgiye çekilmesi için hükümetler üzerindeki baskıyı giderek yoğunlaştırmakta.
BirleĢik Arap Emirlikleri:
“Müslüman Kardeşler Adalet İstiyor”
Müslüman
Kardeşler
hareketinin
uluslararası
kolunu
kurmak
ve
güvenlik
hizmetlerinde gizli belgeleri çalmak suçu ile yargılanan 30 Müslüman Kardeşler hareketi
üyesi Birleşik Arap Emirlikleri‟nin başkenti Abu Dabi‟de çıkarıldıkları mahkemece beş yıl
hapis cezasına çarptırıldılar.
Beynelmilel
58
Uluslararası AF Örgütü hazırladığı raporda yargılamanın “düzensiz ve gelişigüzel”
yapıldığını kaydederek Müslüman Kardeşlere karşı yürütülen kampanyaya yönelik en ciddi
eleştiriyi kurumsallaştırmış oldu. Uluslararası Af Örgütü‟nün raporuna ek olarak BAE
yönetiminin Mursi sonrası Mısır‟da oluşturulan askeri yönetim ile diyalogu ve Müslüman
Kardeşler karşıtı tavrı, mahkemenin verdiği hapis kararının sorgulanmasına yol açtı.
BAE ve Mısır örneklerinde yaşananların oluşturduğu bölgesel tablodaki Müslüman
Kardeşler karşıtı imaj, hiç kuşkusuz sağlıklı bir yargılama sürecinin önündeki en büyük engel
olma özelliği taşıyor. Yargılama sürecinin yoğun bir şaibe barındırması orta vadede
Müslüman Kardeşlerin kitlesel gösteri ve eylemleri yoğunlaştırmasına sebep olacak; bu
yoğunlaşma ise Ortadoğu kazanının altındaki ateşin harlanmasına sebep olabilecek
mahiyettedir.
Tunus:
Tunus Anayasasından Siyasette Kadın Açılımı
Tunus, Ocak 2011‟de Zeynel bin Abidin‟in iktidardan indirilmesi sonrasında içine
girdiği yeniden yapılanma sürecinde hem ülkesel hem de bölgesel bağlamda tarihi bir adım
attı. Bin Abidin döneminde muhalif erkeklerin büyük bir kısmının hapiste olmasından dolayı
direniş sürecinde önemli bir sosyo-politik figür haline gelen kadınlar, yeni anayasa ile şiddete
karşı ekstra koruma altına alınacak ve meclis içinde de erkeklerle her manada eşitliği
garantileyecek.
Anayasa maddesinin mimarı olarak gösterilen Demokratik Forum Partili kurucu
meclis üyesi Lobna Jeribi, “temsiliyette eşitliğin anayasal güvence altına alınmasını sağlayana
bu madde tarihi bir adım; hem de sadece Tunuslu kadınlar için değil.” ifadeleri ile söz konusu
siyasal açılımın bölge için ne denli anlamlı olduğunu vurguladı.
Libya:
Libya kimyasal Silah Noktasında Uyumlulaşıyor
Libya Dışişleri Bakanı Muhammed Abdülaziz 5 Şubat‟ta Kimyasal silahların
Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü Ahmet Üzümcü ile birlikte düzenlediği basın
toplantısında Libya‟daki kimyasal silah stokunun imha edildiğini açıklarken; Ahmet
Üzümcü‟de söz konusu silahların imha edildiği alanları gezdiğini belirterek Libya dışişleri
bakanının açıklamalarını teyit etti.
Söz konusu gelişme Libya‟nın uluslararası camiaya adapte olma sürecinde hayati bir
dönüm noktası olma özelliği taşımaktadır.
Beynelmilel
59
GÜNEYDOĞU ASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)
Hindistan:
Hindistan’da Yaklaşan Genel Seçimler
Hindistan‟nın bağımsızlığını kazanmasının üzerinden geçen 67 senede Hint
demokrasisinin temelleri sağlamlaşmış ve derinleşmiştir. Önümüzdeki günlerde dünyanın en
geniş kapsamlı federal parlamento seçimine ev sahipliği yapacak olan Hindistan‟da 814
milyon seçmenin oy kullanacağı öngörülmektedir.Nisan ve Mayıs ayında 9 aşama halinde
yapılacak olan 16. Genel seçimler dünyanın en kalabalık demokrasisi olan Hindistan‟da
gerginliği arttırmaktadır.
Ülkenin kuzeyindeki Uttar Pradeş eyaletinin başkenti Lucknow‟da rakip siyasi
partilerin destekçileri arasında çatışmalar çıkarken Aam Aadmi Partisi (Halk partisi) üyeleri,
Bharatiya Janata Partisi‟nin başkent Yeni Delhi‟deki bürosuna saldırı düzenlemişlerdir. Öte
yandan Uttar Pradeş eyaletindeki Müslümanlar, bölgede yaşanan şiddet olaylarından dolayı
genel seçimlerde temsil edilmeyecekleri endişesini taşımaktadırlar.
Hindistan'da yaklaşık 200 milyon Müslüman yaşamaktadır ve Müslüman nüfus toplam
nüfusun yaklaşık yüzde 14'üne tekabül etmektedir. Ülkede iktidarı elde etmek isteyen partiler
Müslümanların da oylarını almak istemektedirler. Ne var ki Uttar Pradeş eyaletinin
Muzaffarnagar kentinde Müslümanlarla Hindular arasında 3 hafta süren, 60 kişinin ölümü ve
60 binden fazla kişinin yerlerinden olmasıyla sonuçlanan şiddet olaylarının etkisini
üzerlerinden atamayan Müslümanlar için genel seçimler pek anlam taşımamaktadır.
Müslümanların büyük bölümü, 2002 yılında Gujarat'ta patlak veren ve yaklaşık 2
bin Müslümanın öldüğü şiddet olaylarından sorumlu tuttukları Ulusal Demokratik İttifak'ın
başbakan
adayı
Narendra
Modi‟ye
oy
vermeyeceğini
söylemektedir.
Kamuoyu
yoklamalarında Başbakan adayı Narendra Modi liderliğindeki ana muhalefetteki (Bharatiya
Janata Parti) BJP‟nin birinci parti olması, Kongre Partisi‟nin uzun süren iktidarının sona
ereceğinin
göstergesi
olmaktadır.
İktidarda
bulunan
Kongre
Partisi
liderliğindeki
koalisyon hükümetinin de yolsuzluk skandalları, yüksek enflasyon ve küçülen ekonomi
nedeniyle sert eleştirilere maruz kaldığı bilinmektedir. Bugüne kadar Kongre Partisi ve
Bharatiya Janata Partisi (BJP) mücadelesine sahne olan Hindistan siyasetinin bu dönem yeni
kurulan Aam Admee Partisi (Halk Partisi) (AAP) ile farklı bir yöne evrileceği konusunda
görüşler gündemde yer bulmaktadır.
Beynelmilel
60
Afganistan:
Afganistan’da Cumhurbaşkanlığı Seçimi
Ülke tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinde yapılacak seçimlerde 12 yıldır
görevde olan Hamit Karzai‟nin yerini alabilecek 8 aday nihai listede bulunmaktadır. 2001
yılındaki ABD müdahalesi sonrası 3. kez cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı
Afganistan‟da Cumhurbaşkanı adayları arasında eski Dışişleri Bakanları Abdullah Abdullah
ve Zalmai Resul ile eski Maliye Bakanı Eşreg Ghani de bulunmaktadır. Seçimi sabote etme
tehdidinde bulunan Taliban'a ve güvenlik kaygılarına rağmen, katılımın yüksek olduğu
seçimde ülke genelinde 2001'de Taliban'ın devrilmesinden sonra görülen en büyük güvenlik
operasyonunun yürütülmekte olduğu belirtilmektedir. NATO ve ABD güçleri ise telep
olduğunda devreye gireceklerini bildirmişlerdir. Afgan Anayasası ise iki dönemdir
cumhurbaşkanı olan Karzai'nin arka arkaya üçüncü kez aday olmasına izin vermemektedir.
Pakistan:
Pakistan Eski Askeri Lideri Müşerref Vatan Hainliği ile Suçlandı
Pakistan‟ın asker kökenli eski cumhurbaşkanı Pervez Müşerref‟e, 2007 yılında ilan
ettiği olağanüstü hal sırasında anayasanın altıncı maddesini ihlal ettiği gerekçesi ve vatana
ihanet suçlamasıyla dava açıldı. 1999 yılında Genelkurmay başkanı iken askerî darbeyle başa
geçen Müşerref‟in davası ülkedeki askerî vesayetin yıkılması yolunda sembolik bir adım
olarak görülmektedir. Uzun yıllar askerî yönetimlerle idare edilen Pakistan‟da, devlet
başkanlığı da yapmış yüksek rütbeli bir askerin yargılanması ülke için bir ilk olma özelliği
taşımaktadır. 2001-2008 yılları arasında ülkeyi yöneten Pervez Müşerref Pakistan'ın en uzun
süre iktidarda kalan liderlerinden biri olmuştur ve daha sonra ülkeyi terk etmiştir.
2013 Mart ayında ülkesine dönen Pervez Müşerref, partisinin başında seçimlere
girmeyi ummuştur; ancak daha sonra seçime girmekten men edilmiştir. Yapılan duruşmada
Müşerref suçlamaların hiçbirini kabul etmezken, kendisine nasıl vatan haini denebileceğini
sorgulamıştır ve olağanüstü hal ilanında anayasaya uygun davrandığını öne sürmüştür.
Beynelmilel
61
AVRUPA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)
AVRUPA BĠRLĠĞĠ
Dönem BaĢkanlığı DeğiĢimi
1 Ocak 2014’ ten itibaren AGĠT baĢkanlığı Ukrayna’dan Ġsviçre’ye geçti. Ġsviçre
DıĢiĢleri Bakanı Didier Burkhalter’in baĢkanlığını yapacağı AGĠT’ de yeni dönemde
temel nihai hedefin güvenliğin, istikrarın ve insanların refah düzeyinin artırılması
olarak vurgulandı.
1 Ocak 2014 itibari ile Ukrayna Belarus’tan Bağımsız Devletler topluluğu(BDT)
dönem baĢkanlığını devraldı. Özellikle bölgede ülkeler arasındaki karĢılıklı ticaretin
önündeki setler ve BDT ülkeleri arasındaki çatıĢmalar Ģu anda bölgenin yüz yüze geldiği
konuların baĢında geliyor. Bölgenin karĢılaĢtığı bu ihtilaflı sorunları kendi ülkesinde
sorunlarla boğuĢan Yanukoviç’in nasıl çözeceği merak konusuydu.
Ocak
ayında
AB
dönem
baĢkanlığını
devralan
Yunanistan,
Avrupa
Parlamentosunda 6 ay boyunca neler yapmayı planladığını açıkladı. Avrupa
milletvekillerine seslenen Yunanistan baĢbakanı ülkesinde uygulanan kemer sıkma
önlemlerinin oldukça etkili olduğunu söyledi. Ayrıca Yunanistan’ın öncelikleri arasında
ekonomik büyüme ve istihdam olduğunu belirtti.
Ukrayna:
Ukrayna Yangın Yeri
AB ile ortaklık anlaşması ve ilişkilerin onarılması umudu ile sokağa dökülen halkın
taleplerinin karşılanmaması ve Ocak ayı ortalarında gösteri yasası ve vergi reformu içeren
düzenlemelerin Ukrayna parlamentosunda torba yasası aracılığıyla geçmesi, kasım ayında
başlayan protestoların ocak ayında da şiddetli bir şekilde devam etmesine neden oldu. 20
Ocak 2014 Kiev‟de her taraf yangın yerine döndü. Ukrayna parlamentosunda kabul edilen
yasa tasarılarını protesto etmek amacıyla parlamento binasını işgal etmek isteyen
göstericilerle polis arasında çatışmalar, Yanukoviç yönetiminin muhalefetle müzakerelere
açık olduğunu belirtmesiyle bir nebze durdu. Ancak muhalefetin 24 saat içinde erken seçim
kararı ültimatomuna karşılık Ukrayna Başbakanı Azarov‟un sert bir şekilde karşı çıkmasıyla
ülke hızlı bir şekilde kargaşa ortamına evrildi. Erken seçim ve hükümetin koşulsuz istifasını
isteyen meydanlara akın etmeye devam etti. Böylece 23 Ocak ta Ukrayna‟da protestoların
Beynelmilel
62
şiddetli bir şekilde artması ile büyüyen krizlerin önüne geçmek isteyen hükümet ile muhalefet
arasında gerçekleştirilen diyalog girişimleri sonuçsuz kaldı.
Tam kapısının önünde bir demokratik ve ulusal devrim hareketi ile karşı karşıya olan
doğu bloğunda yer alan Orta Avrupa ülkelerinin kurduğu Visegrad Grubu Budapeşte‟de
Ukrayna krizi İçin acil 30 Ocak‟ta acil toplandı. Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve
Slovakya başbakanları Ukrayna‟daki artan hükümet karşıtı protestolardan ve siyasal krizden
duydukları endişeleri dile getirip krizin çözümü için işbirliği çağrısı yaptılar.
Yanukoviç 21 Şubat tarihinde ülkedeki yüksek tansiyonu düşürme adına Arseni
Yatsenyuk‟a Başbakanlık, Vitali Kliçko‟ya ise Başbakan Yardımcılığı önermişti. Ancak
Ukrayna muhalefetinin çok parçalı yapısı, krizin başından beri etkin olmaya çalışan AB‟nin
Ukrayna-Rusya-AB müzakerelerine karşı çıkması ve Ukrayna'yı sıfır toplamlı bir oyun
içerisine çekmesi söz konusu önerilerin kabul edilmemesine neden oldu. Tüm bu
anlaşmazlıkların ötesinde bir de parlamentonun Yanukoviç'i azletmesi krizi başka bir boyuta
sokmuş, Rusya‟nın meseleyi batılı istihbaratın organize ettiği bir darbe olarak görüp Batı ve
Ukrayna tarafından bir meydan okuma olarak algılamasına sebebiyet vermiştir. Yine Rusya
bu kararların arifesinde ekonomik yardımı askıya aldı ve doğalgaz indirimini gözden
geçireceğini duyurdu.
Tutuklu bulunan Yuliya Timoşenko‟nun serbest bırakılması ve 25 Mayıs 2014‟te erken
seçime gidilmesi Ukrayna parlamentosunun Yanukoviç‟in azledilmesinin ardından almış
olduğu iki diğer önemli karardı. Ukrayna‟da gelişen bu olayların ışığında bir de yeni
hükümetin Kırım bölgesinin Sivastopol kentinde bulunan Rus Karadeniz Filosunun 2042'ye
kadar orada kalmasına ilişkin düzenlemeyi iptal etme girişimi Rusya‟nın sert tepki vermesine
vesile oldu. Rusya 21 Şubat antlaşmasına uyulmadığı gerekçesiyle Rusya yeni yönetimin
meşru olmadığını ve Rus nüfusun güvenliği için askeri müdahalede bulunabileceğini belirtti.
Kırım Üzerinden Bilek Güreşi
Demografik ve kültürel yapısı Rusya ile uyumlu bir görünüm sergileyen Kırımda 27
Şubat 2014 tarihinde silahlı ve üniformalı kişiler başbakanlık ve parlamento binasını ele
geçirdi. Aynı gün içinde 30 Mart‟ta yapılması planlanan(daha sonra Mart 16 ya alındı) ve
Kırımın kaderini belirleyecek olan referandum kararı alındı. 16 Mart 2014'te Kırım'da yapılan
referandum ile oylamaya katılanların %96'sı Rusya'ya bağlanılması
yönünde oy
kullandı.(Kırım Tatarları boykot kararı almışlardı.)17 Mart'ta ise Putin Kırım'ı bağımsız bir
devlet olarak tanıyan kararı onayladı.
Beynelmilel
63
Kırımın Ukrayna‟dan ayrılıp Rusya‟ya katılımı, Brüksel‟de düzenlenen iki günlük AB
liderler zirvesinde Rusya‟ya yönelik yaptırımlar tartışıldı. Liderler zirvesi sonucunda
Rusya‟ya karşı üç aşamalı bir yaptırım kararı çıktığını ifade eden Rompuy, öncelikle uzun
süredir müzakereleri yürütülen AB ve Rusya arasındaki vize muafiyeti görüşmelerinin ve bu
konuda imzalanması planlanan anlaşmanın askıya alındığını açıkladı. Diplomatik açıdan ise
önümüzdeki Haziran ayında Soçi‟de düzenlenmesi planlanan G-8 zirvesine katılım
hazırlıklarını erteleyen AB ülkelerinin kararının desteklendiği bildirildi. Zirvede AB‟nin
Rusya‟ya enerji konusunda bağımlılığın nasıl azaltılacağına yönelik tartışmalar alevlendi.
EnerjideRusya‟ya olan bağımlılıktan endişe duyan AB arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve
enerji verimliliğinin artırılmasını gerektiği üzerinde de duruldu.
Ukrayna Krizi’nin Gölgesinde Rusya ile Brüksel zirvesi
28 Ocak‟ta Sadece 2 saat süren Brüksel zirvesinde AB ile Rusya arasında yaşanan
sorunlar ele alındı. AB‟li liderler Rusya‟nın Ukrayna‟ya baskı uygulamasını doğru
bulmadıklarını belirttikleri zirvede, bir bölge kazandığı zaman diğerinin kaybettiği algısının
değiştirilmesi gerektiğine vurgu yaparak AB‟ nin, blokların diğer bloklara karşı olduğu fikrine
karşı olduklarını belirtti. Vladimir Putin ise, AB‟nin Rusya‟nın etkisi altında bulunan ülkelere
müdahale etmemesi gerektiği mesajını verdi. Ukrayna‟nın ve diğer eski Sovyet
hinterlandındaki doğu Avrupa ülkelerinin Rusya ile olan tarihsel ilişkilerine vurgu yaptığı
konuşmasında Putin; kutuplaşma anlayışından vazgeçip bu ülkelerde ekonomik ve siyasal
istikrarı temin etmeleri gerektiğinin altını çizdi.
AB-Rusya Arasında Söz Dalaşı
Şubat ayında Viktor Yanukoviç‟in kaçması siyasi kaosun sona ermesini sağlamadı.
AB dış ilişkiler yüksek temsilcisi Catherine Ashton Ukrayna‟da serbest bırakılan turuncu
devrimin simgelerinden YuliaTimoşenko ile bir araya geldi. Ukrayna‟ya her türlü yardımda
bulunacaklarını belirten Ashton, Rusya‟nın Ukrayna‟nın seçtiği yolda ilerlemesine izin
vermeleri gerektiğini belirtti. Ukrayna‟nın Rusya ile karşılıklı bağımlılığına vurgu yapan AB,
Rusya‟nında nihai kaygılarının AB tarafından anlaşıldığını, ancak temel kaygının
Ukrayna‟nın toprak bütünlüğünün, birliğinin ve özgürlüğünün sürdürülmesi gerektiği mesajını
verdi. Lüksemburglu mevkidaşı Aselborn ile Lüksemburg da görüşen Lavrov ise AB ve
ABD‟yi Ukrayna‟yı köşeye sıkıştırmakla suçladı. Ukrayna‟yı ya bizimlesiniz ya da değilsiniz
şeklinde zorlamanın oldukça zarar verici ve tehlikeli olduğunu belirten Lavrov, Ukrayna‟nın
küresel Avrupa ailesinin bir parçası olması gerektiğini belirtti.
Beynelmilel
64
AB’ye İngiliz Resti
Ocak ayının önemli gelişmelerinden biri Londra‟nın 2017‟de İngiltere‟nin AB
üyeliğini referanduma götürmeyi planlamasıdır. İngiltere maliye bakanı AB‟ne ültimatom
niteliğinde uyarıda bulundu. AB‟de derin reformların gerçekleştirilmemesi halinde birliği terk
edebileceklerini söyledi. İngiltere özellikle AB‟de serbest dolaşımı kısıtlamak ve ab nin
çöküşünü engellemek amacıyla reformların bir an önce yapılmasını dile getiriyor.
BaĢbakan Erdoğan Brüksel’de
Ocak ayında Brüksel‟de AB‟nin üç ana kurumunun başkanları ile görüşen başbakan
Erdoğan AB‟den Türkiye ile yürütülen tam üyelik müzakerelerini hızlandırmasını istedi.
Toplantı sonrası konuşan AB Konseyi Başkanı VanRompuy Türkiye‟ye reform sürecinde geri
adım atmama çağrısı yaparak tam üyelik müzakerelerini devam ettirme konusunda AB‟nin
isteğini dile getirdi.
İklim Değişikliği
AB Komisyonun iklim değişikliği ile ilgili açıklamaları çevrecileri tatmin etmedi.
2030 yılına kadar ulaşılması gereken hedefler çevrecilere göre yetersiz kalıyor. Ab komisyonu
2030 yılına kadar sera gazı salımının %40 oranında azaltılması ve yenilenebilir enerji payının
da % 27 ye çıkarılmasını hedefliyor. Çevreciler için nihai kaygı alınan önlemlerin doğal
felaketleri önlemek için yeterli olup olmayacağı.
AB Komisyonu Ekonomik Tahminleri Açıklandı
Şubat ayında, AB Komisyonun 2014 kış dönemi ekonomik tahminleri açıklandı.
Kuzey ve güney Avrupa ülkeleri arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. AB‟nin krizden
çıkıp çıkmadığı sorgulanıyor. Açıklamada Almanya ekonomisinin %1,8 oranında büyümesi
bekleniyor. 2014 yılında Euro bölgesinde enflasyonun %1, 2015‟te ise bu oranın %1,3
oranına yükselmesi bekleniyor. Ancak Euro bölgesinin krizden çıktığı söylenemez. AB
ülkeleri içindeki dengeli olmayan büyüme oranları iyileşmeyi yüzeysel kılıyor. AB Son iki yıl
içinde yaşadığı zor dönemleri belki atlatmış gözükse de borç düzeyinin yüksek olması ve
işsizlik oranının tavan yapması göz önünde bulundurulması gereken etkenler olarak AB
ekonomisinin önünde duruyor
İsviçre’de Göç Referandumu
Brüksel İsviçre‟de göçe yönelik yapılan referandumun ardından İsviçre‟ye mesafeli
davranmaya başladı. İsviçre şubat ayından itibaren belirsiz bir tarihe kadar öğrenci değişim
programı olan Erasmus‟tan çıkartıldı. 2014 Eylül ayından itibaren öğrenciler Erasmus
Beynelmilel
65
programından faydalanamayacak. İsviçre‟de yapılan halk oylamasında AB ülkelerinden göçe
kısıtlama kararı çıkmıştı.
AVRASYA HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)
Ukrayna:
Ukrayna Krizi
Yanukoviç liderliğindeki Ukrayna‟nın AB ile sürdürmekte olduğu serbest ticaret
anlaşması görüşmelerinden çekilmesi sonrasında Kiev‟in Moskova ile yakınlaşmasına tepki
olarak başlayan sokak gösterileri ve sonrasında yaşananların bölgedeyarattığı siyasi kriz
devam ediyor. Kremlin yanlısı Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç'in aylar süren
sokak gösterilerinin ardından devrilmesiyle başlayan süreç Rusya‟nın Kırım‟ı ilhak etmesiyle
sonuçlanmıştı.
Cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç‟in devrilmesinin ardından Rusya Ukrayna‟daki
yeni yönetimi tanımadı. Rus Parlamento‟sununUkrayna‟ya asker sevki için Putin‟e yetki
vermesinden sonra Kırım işgal edildi. Ukrayna‟da yönetimi ele geçiren aşırı milliyetçilerin
Rusların çıkarlarını ve Rusça konuşan nüfusun haklarını tehdit ettiğini öne süren Rusya,
askerlerinin ülkenin çıkarlarını ve vatandaşlarını korumak için Ukrayna‟daki siyasi durum
normalleşene kadar ülkede kalacağını açıkladı.
Kırım, Ukrayna'da Rusça konuşanların çoğunlukta olduğu tek bölge. 1954'te Sovyetler
Birliği tarafından Ukrayna'ya verilen bölgede, Rusların yanı sıra Ukraynalılar ve Kırım
Tatarları da yaşıyor. Ukraynalıların çoğu, 1932-33 yıllarında yüz binlerce kişinin öldüğü
kıtlıktan Sovyetler Birliğini sorumlu tutuyor. Kırım Tatarları ise bazı Tatar liderlerin İkinci
Dünya Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle yüz binlerce kişinin Orta
Asya'ya sürülmesinin acıları unutulmuş değil. 1990'larda geri dönüş hakkı elde etmelerine
rağmen Kırım Tatarları özerk bölgede nüfusun sadece yaklaşık yüzde 12'sini oluşturuyor.
Rusya‟nın Ukraynatopraklarındaki askeri hareketliliği nedeniyle G8'deki ortakları,
Rusya‟yı kınadı. G7 ülkelerinin Beyaz Saray tarafından yayınlanan mesajında Rusya'nın,
Ukrayna'nın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü açıkça ihlal ettiği belirtilirken yedi ülke
(ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya ve Kanada) haziran ayında Soçi'de
yapılması planlanan G8 Zirvesi'nin hazırlıklarını da askıya aldı. Ayrıca G7 maliye bakanları
Beynelmilel
66
Ukrayna'ya güçlü mali destek sağlama sözü de verdi. Rusya‟nın G8‟den çıkarılmasıyla ilgili
konuşan Rusya dış işleri bakanı Lavrov, G8‟in resmi olmayan bir kulüp olduğunu, kimsenin
elinde üyelik kartı olmadığını, hiç kimsenin de birilerini buradan kovamayacağını
kaydetti.Batılı ortakların G8 formatında bir zirvenin gerekli olmadığını düşünüyorsa,
Rusya‟nın da buna yapışma gibi bir ısrarı olmadığını belirten Lavrov, “Eğer Batılı
ortaklarımız bu yapının tarihini tamamladığını düşünüyorsa, istedikleri gibi olsun… Birileri
tecrübe için biri olmadan nasıl yaşandığını bir ya da bir buçuk yıl tecrübe edebilir.” eleştirisi
getirdi.
Rusya‟nın Kırım‟ı işgalinden sonra dış işleri bakanları düzeyinde ilk kez toplanan
NATO üyesi ülkeler de Rusya‟nın Kırımı ilhakını kınadı ve Ukrayna yönetiminin itidalli
duruşunu destekledi. Üye ülkeler zorunlu durumlar haricindeki tüm askeri ve sivil işbirliğini
askıya aldığını açıkladılar.
Kırım konusunda ABD ve AB‟nin uyarılarını dikkate almayan Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin, Kırım'da 16 Mart‟ta düzenlenen referandumda "yüzde 97 oranında
Ukrayna'dan ayrılma" kararı çıkmasının ardından, Kırım'ın Ukrayna'dan ayrılarak ülkesine
bağlanmasını onaylayan anlaşmayı imzaladı. Böylece Kırım Özerk Cumhuriyeti, resmen
Rusya'ya bağlanmış oldu. Ukrayna'nın toprağında gözümüz yok" diyen Putin, geçmişte
Tatarların adaletsizlikle karşılaştığını, ancak bundan sonra Kırım Tatarlarının koşullarının
iyileştirilmesi için gerekli adımların atılacağını dile getirdi. Kırım'da artık Rusça, Ukraynaca
ve Tatarca olmak üzere üç dil olacak dedi. ABD ve Avrupa'nın "Referandumu tanımayacağız"
açıklamalarına karşın "Kırım referandumu demokratik ve yasaldır" diyen Putin ayrıca Batılı
müttefiklerin Ukrayna konusunda sorumsuz davrandığını, Soğuk Savaş söylemlerinin bir
kenara bırakılması gerektiğinin altını çizdi. Kırım'da yaşananları Kosova‟da yaşananlarla eş
tutan Putin, Kosova‟dakiArnavutlara tanınan hakların Kırım'daki Ruslara, Ukraynalılara ve
Kırım Tatarlarına tanınmadığını ifade etti.
Putin‟in Kırım politikasındaki ısrarı üzerine ABD ve AB Rusya lideri Vladimir
Putin‟in yakın çevresindeki bazı isimlere ve diğer yetkililere “mal varlıklarının dondurulması
ve seyahat yasağı”nı içeren bir ambargo uygulamaya başladı. Buna karşılık Rusya da ABD'li
politikacılara kendi ambargolarını koyarak yanıt verdi. Bununla birlikte Rusya Devlet Başkanı
Vladimir Putin, ulusal ödeme sistemi kuracaklarını da açıkladı. Kırım'ın Rusya'ya
bağlanmasının ardından ABD yaptırımları yüzünden bazı Rus bankalarının MasterCard ve
Beynelmilel
67
Visa ödeme sistemiyle işlem yapmaları engellenmişti. Rusya parlamentosu üst kanadı
Federasyon Konseyi üyeleriyle bir araya gelen Putin, Japonya ve Çin'de uygulanan
çalışmaları örnek gösterdi ve konuyla ilgili Rusya Merkez Bankası'nın faal olarak çalışma
yaptığını söyledi.
Rusya‟ya konulan ambargonun yanında Batı dünyası Ukrayna‟yı desteklemeyi de
ihmal etmiyor. ABD Kongresi Ukrayna için 1 milyar dolarlık kredi garantisi desteğini
kanunlaştırdı. Ayrıca Uluslararası Para Fonu IMF, Ukrayna'nın geçici hükümeti ile bir yardım
paketi üzerinde anlaştı. Bu anlaşmayla, Ukrayna'ya 14 ila 18 milyar ABD doları tutarında bir
kredi programı uygulanacak. Ukrayna geçici hükümeti, IMF ile yapılan anlaşma çerçevesinde
(devlet desteğinde reforma gidilmesi şartı), doğalgaz fiyatını 1 Mayıs tan itibaren Ukraynalı
kullanıcılar için yüzde 50 artıracağını açıkladı. Ukraynalılar bugüne kadar doğalgazı devlet
desteği nedeniyle çok ucuza alıyorlardı.(Ukrayna, doğalgazın yarısından fazlasını Rus şirketi
Gazprom‟dan alıyor ve halka pazar fiyatının altında bir fiyata satıyor.)
Öte yandan BM Genel Kurulu'nda yüz ülke, 16 Mart Kırım referandumunu yasadışı
ilan eden ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü teyit eden karar lehinde oy kullandı. Ancak
bağlayıcı olmadığı göz önüne alındığında, bu oylamanın Ukrayna‟ya büyük ölçüde sembolik
bir destek olmaktan öteye geçmiyor. Kırımdaki referandum öncesinde, BM Güvenlik
Konseyinde Kırım da gerçekleşecek referandum ve bu referandum sonucunda Kırım‟ın
statüsünde yapılacak değişikliklerin geçersiz olacağını vurgulayan BMGK karar tasarısını ise
Rusya veto etmişti. Karar tasarısına 15 üyeden 13‟ü destekverirken Rusya gibi veto hakkına
sahip beş daimi üyeden biri olan Çin ise oylamada çekimser kaldı. Bununla birlikte Pekin,
Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü desteklediğini açıkladı. Tasarıyla ilgili konuşan ABD'nin
BM Daimi Temsilcisi Samantha Power, "Rusya'nın tasarıyı veto edebileceğini ancak gerçeği
veto etmesinin mümkün olmadığını" söyledi.BMGK tasarısının Rusya'yı uluslararası
toplumdan daha fazla izole edeceğini ifade eden Power, tasarının ayrıca uluslararası toplumun
demokratik ve bağımsız Ukrayna'dan yana birleştiğini ortaya koyduğunu belirtti.
Rus lider Putin
ve ABD Başkanı Obama Kırım‟daki krizin diplomatik yollarla
çözümüne ilişkin bir telefon görüşmesi yaptı. Rusya'nın Ukrayna sınırına yaptığı askeri
yığınağın durdurulması, Kırım'dan asker çekilmesi ve bölgedeki Rus kökenlilerin korunması
konularının ele alındığı bir saatlik görüşmeyle ilgili olarak Putin‟in Kiev'deki "aşırılık
yanlılarının" oluşturduğu tehdidin altını çizdiği, Obama‟nın ise Ukrayna'nın egemenliği ve
toprak bütünlüğünü vurguladığı ve Ukrayna sınırındaki askeri yığınağı durdurması çağrısında
bulunduğu belirtildi.
Beynelmilel
68
Putin Obama görüşmesinin ardından gerçekleşen dış işleri bakanları Kerry- Lavrov
görüşmesinde de bir gelişme sağlanmış görünmüyor. Kerry, Lavrov'a ABD'nin hala Rusya'nın
Kırım'ı almasını "yasa dışı ve gayri meşru" olarak gördüğünü, Ukrayna'nın geleceği
konusunda hiçbir kararın Kiev hükümetinin katılımı olmadan alınamayacağını ilettiğini
söyledi. Lavrov daha önce Ukrayna'da tarafsız ve federal bir yapının oluşturulması konusunda
taleplerini açıklamıştı. Kerry Paris'teki basın toplantısında yaptığı açıklamada, "Ukrayna'nın
meşru hükümetinin masada yer almadığı bir durumda ilerlemeyi kabul etmeyeceğiz.
Prensibimiz bellidir: Ukrayna olmadan Ukrayna hakkında bir karar alınamaz." dedi. Kerry,
Ukrayna sınırında "korku ve gözdağı atmosferi yaratan Rus askeri birliklerine ilişkin
kaygılarını" da ilettiklerini ifade etti.
Kırgızistan:
Kırgızistan’da Siyasi Kriz
Kırgızistan‟da 3 Eylül 2012‟den bu yana iktidardaolan koalisyon hükümetinin
ortaklarından Ömürbek Tekebayev‟in liderliğindeki Sosyalist Ata Meken Partisinin
başbakana güven kaybı gerekçesiyle 20 Mart‟ta koalisyondan çekilmesiyle Cantoro
Satıbaldiyev başkanlığındaki hükümet düşmüş oldu.
Başbakanlık'ta
Satıbaldiyev
başkanlığında
yapılan
son
kabine
toplantısında,
Satıbaldiyev'in başbakanlık görevinden ayrıldığı, Başbakan Birinci Yardımcısı Coomart
Otorbayev'in yeni hükümet kurulana kadar başbakanlık görevini yürüteceği bildirildi.
Başbakanlık görevindeyken vaatlerini yerine getirememenin üzüntüsünü yaşadığını ifade eden
ve bu nedenle halktan özür dileyen Satıbaldiyev, ülkede ekonomiyle ilgili birçok konunun
"siyasallaştırılması" nedeniyle sitemde bulundu. Konuşmasının büyük bölümünü ülkedeki
sosyo-ekonomik duruma ayıran Satıbaldiyev, ekonominin istikrarlı büyümesini koruduklarını
ve tüm ödemelerin zamanında yapıldığını kaydetti.
Satıbaldiyev hükümeti, 7 Nisan 2010'da meydana gelen kanlı halk ayaklanmasının
ardından ülkede en uzun süre iktidarda kalan hükümet olmuştu. Sosyal Demokrat Parti (SDP),
Ar-Namıs (Haysiyet) Partisi ile Sosyalist Ata Meken (Ata Vatan) Partisi'nden oluşan
hükümet, ülkedeki ABD askeri hava üssünün kapatılmasını öngören ve Kumtor altın
madenini işleten Kanadalı Centerra Gold şirketi ile yenilenen anlaşmayı meclisten geçirmeyi
başarmıştı.
Yeni bir koalisyon hükümeti kurulması konusunu görüşmek üzere parlamentodaki beş
partinin grup başkanlarıyla bir araya gelen cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev, hükümeti
kurma görevini Sosyal Demokrat Parti Meclis Grup Başkanı Çınabay Tursunbekov'a verdi.
Beynelmilel
69
Atambayev, hükümeti oluşturacak partilere yolsuzluk konusunu göz önünde bulundurmaları
uyarısında bulundu. Ayrıca hükümeti kurma görevini yürütecek partinin hazırlayacağı
koalisyon anlaşmasında partilerin devletin güçlendirilmesi ve 2013-2017 dönemini kapsayan
Ulusal Kalkınma Stratejisi'ni yerine getirmeye hazır olması gerektiğini belirtti.
Anayasaya göre yeni hükümetin en geç 11 Nisan‟a kadar kurulması gerekli. Ayrıca
120 sandalyeli mecliste hükümeti kuracak partilerin toplam milletvekili sayısının mevcut
milletvekili sayısının yarısından bir fazla olması gerekiyor. Yeni hükümeti kurma çabalarının
sonuçsuz kalması halinde ise parlamento dağılarak erken seçime gidilecek.
Kırgızistan’daki ABDAskeri Hava Üssü Boşaltılıyor
Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te 2001'den bu yana faaliyet gösteren ABD askeri hava
üssü bünyesinde faaliyet gösteren İşbirliği ve Güvenlik Bölümü'nün kapandığı bildirildi.
ABD'nin Transit Sevkiyat Merkezi'ndeki İşbirliği ve Güvenlik Bölümü'nün (askeri hava üssü)
kapanması dolayısıyla Kırgız bakanların ve devlet kurumların yöneticileri yanı sıra ABD'nin
Bişkek Büyükelçisi Pamela Splatlen'in de katıldığı bir tören düzenlendi.
Kapanış töreninde İşbirliği ve Güvenlik Bölümü'nün kapanmasıyla yakıt ikmali
misyonunun da tamamlandığını ifade eden Transit Sevkiyat Merkezi Basın Sözcüsü Maks
Dispeyn, 2001-2014 yılları arasında yakıt ikmali yapan uçakların, 33 bin 500 kez
havalandığını ve 135 bin kez uçaklara havada yakıt ikmali gerçekleştirdiğini, ABD ordusuna
ait Stratotanker KC-135 tipi ikmal uçakların Bişkek'ten Afganistan'a 12 milyar 200 milyon
galon jet yakıtı taşıdığını belirtti. Bişkek Manas Uluslararası Havaalanı'ndaki Transit Sevkiyat
Merkezi'nde bugün itibarıyla sadece kargo uçakların faaliyetlerinin kaldığını hatırlatan
Dispeyn, "Kargo uçakların merkezin tamamen boşaltılmasına kadar kalacağını" söyledi.
Ayrıca ABD askerlerinin, 2005'ten bu yana çeşitli sosyal program çerçevesinde yaklaşık 8
milyon dolar tutarında 39 projeyi hayata geçirdiği ve ABD askerleri ile Kırgızistan
askerlerinin tecrübe paylaşımı için 223 defa bir araya geldiği belirtildi.
ABD ve NATO birliklerinin Afganistan'daki operasyonları için kullandığı Manas üssü,
2001'deki 11 Eylül saldırılarının ardından Aralık ayında kurulmuştu. Yaklaşık bin 500 askerin
görev yaptığı üste 700 kişilik yerli sözleşmeli personel çalışıyordu. Kırgızistan‟ın ABD ve
İran arasında olası bir savaş durumunda Bişkek'teki askeri üssün İran füzelerinin hedefi
Beynelmilel
70
olabileceği yönündeki endişesi nedeniyle, ABD askeri hava üssünün 10 Temmuz 2014 e
kadar tamamen boşaltılması bekleniyordu.
Özbekistan:
Özbekistan’dan Ukrayna’nın Toprak Bütünlüğüne Destek
Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ve Orta Asya ülkelerinden Kırım'ın Rusya'ya
bağlanmasına
ilişkin
referandumu
destekleyen
açıklamalar
yapılmasının
ardından
Ukrayna'nın toprak bütünlüğü ve egemenliğinin dokunulmazlığını destekleyen ilk resmi
açıklama Özbekistan'dan geldi. Özbekistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada,
Özbekistan'ın BM sözleşmesi esas prensipleri ve uluslararası hukuk normlarından yola
çıkarak, "meydana gelen uluslararası sorunların barışçıl yolla halledilmesi, uluslararası
ilişkilerde her bir devletin sınırlarının dokunulmazlığını veya siyasi egemenliğini güçle tehdit
etme" konusundaki tutumunun kati ve değişmez olduğu" belirtildi. Daha önce aralarında
Kazakistan, Kırgızistan, Belarus ve Ermenistan'ın bulunduğu bazı BDT ve Orta Asya ülkeleri,
Kırım'ın Rusya'ya bağlanmasına ilişkin referandumu destekleyen açıklamalarda bulunmuştu.
Şu ana kadar Özbekistan dışında BDT ülkelerinden Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü
destekleyen herhangi bir açıklama gelmedi. Bu yüzden BDT dönem başkanlığından
çekildiğini açıklayan Ukrayna hükümeti, ayrıca BDT üyeliğinden de çıkacağını duyurmuştu.
Ermenistan:
Metzamor Nükleer santrali 10 Yıl daha Kullanımda olacak
Ermenistan hükümeti, teknik ve fiziki olarak ömrünü tamamlayan Türkiye sınırındaki
Metzamor Nükleer Santralini, 10 yıl daha kullanma kararı aldı. Ermenistan basınında yer alan
haberlere göre, Ermenistan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının, ülkenin elektrik ihtiyacını
karşılayan Metzamor Nükleer Santralin kullanım süresinin uzatılmasıyla ilgili teklifi,
hükümet tarafından kabul edildi. Böylece, Ermeni hükümeti Rusya‟dan alacağı krediyle
Metzamor Nükleer Santralini 10 yıl daha kullanabilecek. Santraldeki, 300 milyon dolar
değerindeki modernizasyon projesini Rusya Nükleer Enerji Ajansı (Rosatom) yapacak.
Modernleştirme çalışmaları bittikten sonra, nükleer santralin işletmesini Rosatom yapacak.
Beynelmilel
71
Metzamor Nükleer Santralinin kullanım süresini uzatacak yenileme için Ermenistan ile Rusya
arasında 1 Mayıs 2014′te anlaşma imzalanacağı belirtiliyor.
Iğdır‟a 30 kilometre uzaklıkta bulunan Metzamor Nükleer Santrali 1979′da devreye
alındı.
Santralin teknik ömrü 2005 yılında tamamlandı ancak, dönemin Cumhurbaşkanı
Robert Koçaryan, tesisin 2016′ya kadar faaliyetini sürdüreceğini açıklamıştı. Eski Sovyet
nükleer santral teknolojisiyle inşa edilen ve teknik olanakları yetersiz santral, birinci derece
deprem bölgesinde bulunuyor. Bugün dünyadaki mevcut santraller içerisinde en güvensiz
reaktör olma özelliğini taşıyan Metzamor Nükleer Santrali, bilim adamlarına göre her an
büyük bir kazaya sebep olabilecek potansiyele sahip. Şu ana kadar 100 den fazla kaza
geçirerek tehlike sinyalleri veren santralin bölge için çok tehlikeli olduğunu belirten AB,
sürekli kapatılmasını istedi, ancak Ermenistan artan enerji ihtiyacını ileri sürerek burayı
kapatmadı.
ASYA-PASĠFĠK HABER ANALĠZ (Ocak-Mart 2014)
Japonya:
Çin-Japonya Arasında Adalar Gerginliği
Japonya‟nın Senkaku, Çinlilerin ise Diayou olarak adlandırdığı adalar üzerinde her iki ülke de
hak iddia etmektedir. Adaların tarihi ise bu durumun karmaşıklığını ortaya koyuyor: 1895‟te
Japonya‟nın hâkimiyetini ilan ettiği adalar, İkinci Dünya Savaşı akabinde –Japonya‟nın
teslimiyeti neticesinde- ABD‟nin kontrolüne girdi. 1971 yılına gelindiğinde ABD adaların
kontrolünü Japonya‟ya bırakacağını duyurdu fakat bu deklarasyon Çin‟in tepkisine neden
oldu. Özetle bahsi geçen adalar üzerinde yürütülen tartışmalar 1972‟den bu yana devam
ediyor.
Bu noktada meselenin taraflarının argümanlarına bakıldığı zaman ise Japonya‟nın –ABD‟yi
arkasına alarak- adaların sahipliğine ilişkin bir ihtilafın olmadığı kanısında olduğu fakat
Çin‟in Japonya‟yı pazarlık masasına çekerek adaların sahipliği meselesini tartışmaya açmaya
çalıştığı görülüyor. Bununla birlikte Japonya‟nın 2012‟de adaları millileştirdiğini duyurması,
Çin‟in 2013 Kasım‟ında bölgeyi kapsayan „‟hava sahası kuralları‟‟nı ilan etmesine sebep
oldu. Fakat bu durum ihtilafı derinleştirmekten başka bir işe yaramadı ve en son 29 Aralık
2013‟te Çin‟e ait 3 sahil güvenlik gemisi bölgeye girdi.
Beynelmilel
72
12 Ocak 2014‟te Japonya, Çin gemilerinin Doğu Çin Denizi‟ndeki tartışmalı Senkaku/Diaoyu
adalarının sularına girdiğini duyurdu. Japonya Savunma Bakanlığı, üç geminin bölgeye
girmesi sonrası “ülke topraklarını koruyacaklarını” açıkladı. Sahil güvenlik gemilerinin
yaklaşık 2 saat sonra bölgeyi terk ettiği belirtildi. Japonya Savunma Bakanı Itsunori Onodera
konu üzerine yaptığı açıklamada “Karasularımıza yönelik devamlı gerçekleşen tacizlere asla
göz yumamayız” dedi. Açıklamada “Bir taraftan diplomatik çabalarımızı sürdürürken aynı
zamanda karasularımızı sahil güvenlikle işbirliği halinde çalışan savunma kuvvetlerimizle
koruyacağız” ifadesi kullanıldı.
Çin:
Çin Okyanuslara Açılıyor
Çin, güçlü ekonomisinin yanında siyasi anlamda elini güçlendirecek askeri varlığını
okyanuslarda konsolide etme arayışı içerisine girdi. Özellikle uçak gemisi yapımında ABD
donanmasının sahip olduğu rakamı yakalamaya çalışan Çin; nitelik açısından geri kalmış olsa
da,
ülkenin
denizcilik
alanındaki
"haklarını
korumak
adına"
okyanus
filosunu
güçlendireceğini duyurdu. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Çin Okyanus İdaresi Başkanı
Liu Sıgui, açık sulardaki etkinliğini artırma kararı alan ülkenin, bu yıl 20 yeni keşif gemisinin
yapımını bitirerek kullanıma hazır hale getirileceğini açıkladı. Bununla birlikte yeni devriye
gemileri ve uçakları satın almayı planladıklarını belirten Liu, 10 Ocak'ta yeni bir devriye
botunun Güney Çin Denizi'nde devriye misyonu yapan filoya dahil olduğunu belirttikten
sonra Çin Sahil Güvenliği‟ ne teslim edilen 4 bin tonluk devriye botunun haricinde yeni
takviyeler yapılacağının altı çizildi.
Çin‟in okyanuslara yönelik bu hamlesinin ise özellikle Asya-Pasifik bölgesindeki mevcut
krizleri derinleştireceği ve ABD-Çin kırılgan ilişkilerini sarsacağı yorumları yapılıyor. Zira
hali hazırda -resmi verilere göre- ülkenin gözlem gemileri, geçen yıl açık denizlerde 36 keşif
seferi uygularken, okyanus semalarında 402 devriye uçuşu yapıldı. Açık sularda geçen sene
262 gün geçiren gözlem gemileri, 188 yabancı gemi ve 21 uçağın, Çin deniz güvenliğini ihlal
ettiğini tespit etti. Nihayet Çin‟in bu atılım vasıtasıyla taraf olduğu Çin Denizi odaklı
ihtilaflarda elini güçlendirmeye çalıştığı görülmektedir.
Beynelmilel
73
Kuzey Kore:
Kuzey Kore ve Nükleer Silahlanma Meselesi
Güney Kore-ABD ortak askeri tatbikatının ardından Kuzey Kore kısa menzilli dört
füze denemesi yaptı. Kuzey Kore'nin füze denemesini ülkenin kuzey kıyısında
gerçekleştirdiği belirtildi. Güney Kore Savunma Bakanlığı yetkilileri, füzelerin Scud-C tipi
olduklarını ve Güney Kore'de herhangi bir hedefi vurabilecek menzile sahip olduklarını
söylüyor. Seul'deki yetkililer, Kuzey Kore'nin doğu kıyılarının açıklarına fırlatılan füzelerin
havada 500 km mesafe kat ettiklerini de aktarıyor. Füze denemesi Pyongyang'ın Güney Kore
ve ABD ortak askeri tatbikatına öfkesinin bir göstergesi olarak görülüyor. ABD ve Güney
Kore'nin ortaklaşa düzenlediği tatbikata tepki gösteren Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong
Un, bir günde 30 füze denedi. Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un'un "düşman kardeş"
Güney Kore'nin ABD ile ortaklaşa düzenlediği askeri tatbikata tepki göstermek amacıyla,
füze denemesi emrini verdiği belirtiliyor. Kuzey Kore, 27 Şubat, 3 Mart ve 16 Mart'ta doğu
karasularına kısa menzilli oldukları sanılan 24 füze fırlatmıştı. Güney Kore ve ABD ise,
Kuzey Kore'nin bu hareketin "Japonya, ABD ve Güney Kore arasında Hollanda'da
düzenlenen zirveye yönelik meydan okuma" olarak niteliyor.
Tüm bu gelişmeler neticesinde ABD'nin isteği üzerine toplanan BM Güvenlik Konseyi
üyeleri, Kuzey Kore'yi balistik füze denemelerinden dolayı kınadı. Toplantıda, Kuzey Kore
balistik füze denemesinden dolayı kınanırken, Büyükelçi Slyvie Lucas, Kuzey Kore'nin, BM
kararlarını ihlal eden hareketleri gerekçesiyle ''uygun bir cevap'' niteliğindeki tasarılar
üzerinde görüşmelere devam edileceğini ifade etti. Büyükelçi Lukas, gazetecilere toplantıyla
ilgili yaptığı açıklamada, Kuzey Kore'nin oy birliğiyle kınandığını belirterek, bu konuda
verilecek cevabın hızlı olması konusunda anlaşmaya vardıklarını ifade etti. BM'deki Kuzey
Kore'ye yaptırımlar komitesinde, Kuzey Kore'nin en son füze programına katılanların da dâhil
edilerek, daha önceki ''kara liste''nin genişletilmesinin gündeme getirilme ihtimali olduğu
belirtiliyor. Kuzey Kore'nin birçok defa gerçekleştirdiği nükleer test ve balistik füze
denemesinin ardından BMGK'nın kabul ettiği kararlar, bu tür füzelerin kullanımını
yasaklıyor.
Beynelmilel
74
Güney Kore:
Güney Kore ve ABD’den Gözdağı
Güney Kore ve ABD, yıllık ortak askeri tatbikatına Kuzey Kore‟nin tatbikatın aile
buluşmalarının sonunda başlaması çağrısına rağmen 24 Şubat 2014‟te başladı. 18 Nisan‟a
kadar sürecek olan ve „Key Resolve‟ adlı bilgisayar destekli simülasyon ve „Foal Eagle‟
adıyla havadan, karadan ve denizden yapılacak tatbikatlara 12.500 ABD askeri katılıyor.
Tatbikata Kuzey Kore yönetimi şiddetle karşı çıkmış ve Kore yarımadasında savaşın ayrı
düşürdüğü ailelerin buluşmasını erteleyeceği tehdidinde bulunmuştu. Tatbikatın taraflar için
taşıdığı anlam ise Kore yarımadasındaki gerilimin daha da tırmanacağını gösteriyor. Zira
ABD ve Güney Kore, yıllık askeri tatbikatı „tabiatı itibarıyla savunma amaçlı‟ olduğunu ifade
ederken, Pyongyang ise „savaş tatbikatı‟ olarak tanımlıyor.
Kuzey Kore ise, ABD-Güney Kore tatbikatına füze denemesiyle yanıt verdi. Kuzey
Kore'nin Güney Kore ile ABD'nin düzenledikleri ortak askeri tatbikat sürerken, kısa menzilli
iki füze denemesi gerçekleştirdiği bildirildi. Füze denemesi Pyongyang'ın Güney Kore ve
ABD ortak askeri tatbikatına öfkesinin bir göstergesi olarak görülüyor. ABD ve Güney
Kore'nin ortaklaşa düzenlediği tatbikata tepki gösteren Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong
Un, bir günde 30 füze denedi. Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong Un'un "düşman kardeş"
Güney Kore'nin ABD ile ortaklaşa düzenlediği askeri tatbikata tepki göstermek amacıyla,
füze denemesi emrini verdiği belirtiliyor.
Kore Yarımadası:
Bitmeyen Barış Süreci
Güney ve Kuzey Kore'den üst yetkililer, 2007'den bu yana ilk üst düzey görüşme için
bir araya geldi. Kuzey Kore tarafından talep edildiği belirtilen görüşmelerin, sınır kasabası
Panmunjom'da yapıldığı, görüşmelerin belirli bir gündemi bulunmazken, ele alınacak konular
arasında Kore Savaşı sırasında ayrılan ailelerin yeniden bir araya getirilmesinin yer aldığı
sanılıyor. Geçen yıl Eylül ayında yapılması kararlaştırılan "aile buluşmasını" iki ülke
arasındaki gerginliğin tırmanması üzerine son dakikada iptal eden Kuzey Kore, Güney Kore
ve ABD'nin ortak askeri tatbikatlarını sürdürmesini gerekçe göstererek, bu ay içinde hayata
geçirilmesi planlanan buluşmayı da iptal edebileceği tehdidinde bulunmuştu. Buna rağmen
siyasi yorumcular, Güney Kore ile ilişkileri düzeltmek isteyen Pyongyang'ın "aile
buluşmasını" iptal etmesinin bu kez düşük bir olasılık olduğunu düşünüyor. Kuzey ve Güney
Kore, en son 2007'de bir dizi üst düzey görüşmede bulunmuş, 2011'de de iki ülkeden
temsilciler Endonezya'daki bölgesel güvenlik forumu sırasında nükleer konuları ele almıştı.
Beynelmilel
75
Bununla birlikte Kore meselesinin özellikle Çin ve ABD‟nin arasındaki küresel mücadelenin
yerel tezahürü olduğu şeklindeki yorumlar barış görüşmelerinin bir kez daha istenilen sonucu
vermeyeceği algısını oluşturmuş durumda.
,
Beynelmilel
76
ULUSLARARASI ĠLĠġKĠLERE GĠRĠġ TARĠH, TEORĠ, KAVRAM VE KONULAR
Editörler: ġaban KARDAġ-Ali BALCI, Küre Yayınları, 512 s.
Yusuf ÇINAR
Uluslararası İlişkilere Giriş Tarih Teori, Kavram ve Konular adı ile yayımlanan kitabın
editörlüğünü Şaban Kardaş ve Ali Balcı yapmaktadır. Sunuş kısmında editörlerin belirttiği
gibi kitabın Türkiye Uluslararası İlişkiler çalışmalarında büyük bir eksikliği gidereceği
beklenmektedir. Uluslararası İlişkiler lisans öğrencileri uluslararası ilişkilerin kavramsal
çerçevesini anlama konusunda elinde sınırlı kaynaklar
bulunmaktadır.
Öğrencilerin
birinci
sınıftan
itibaren
çevre üniversitelerde görev
uluslararası ilişkiler disiplinini anlamaktan ziyade ders
hocasının çizmiş olduğu sınırları dışına çıkamamaktadır.
yapan
Bunun en önemli nedeni lisans eğitimine yeni başlayan
editörlüğünde bu denli geniş çaplı
öğrencilerin “uluslararası ilişkiler disiplininin” içeriğini dahi
ve geniş katılımlı bir çalışmanın
ilişkilerin
ile
ortaya çıkartılması Uluslararası
karşılaşmalarıdır. Bu bağlamda Uluslararası İlişkilere Giriş
ilişkilere giriş kitabının Türkiye‟de
kitabı ders kitabı olarak öğrencilerin rahatça anlayabileceği bir
uluslararası ilişkiler çalışmaları
konseptte hazırlanmıştır. Bu bağlamda kitap Tarih, Teori,
yapan akademisyenler açısından
Kavram
çok önemli sembolik bir anlam
bilemeden
uluslararası
ve
Konular
başlığı
ağır
altında
ders
dört
yükü
bölümden
oluşmaktadır. Kitabı Türkçe uluslararası ilişkiler literatüründe
iki
akademisyenin
ifade etmektedir.
yazılmış diğer eserlerden ayıran en önemli özelliği, her biri
kendi alanında öne çıkmış Türkiye ve yurt dışında görev yapan
50‟den fazla akademisyen tarafından yazılmış olmasıdır. Kitabın temel amaçlarından bir
tanesi bugüne kadar yazılmış Uluslararası İlişkiler ders kitaplarının yeterince açık yazılmadığı
ve temel konuları incelemelerde göze çarpan temel eksikliklerini gidermektir.
Bu minvalde kitabın geniş bir konu dağılımı ile uluslararası ilişkiler çalışanlarına öz
bilgi verme konusunda başarılı olduğu söylenebilir. Fakat Uluslararası İlişkilere Giriş
kitabının teorik konulara daha fazla ağırlık verdiği görülmekle birlikte teorilerin pratiğini
yansıtan konulara yeterince yer vermediği söylenebilir. Bölgesel sorunları ( Kosova Sorunu,
Çeçenistan Sorunu, Kıbrıs Sorunu…) ele alacak çalışmaların kitapta olmaması, kitabın en
büyük zaafı olduğu söylenebilir. Kitabın bir diğer eksikliği ise uluslararası örgütler konusunda
sadece Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği dışında başka bir örgütün ele alınmamasıdır.
Günümüzde devlet davranışlarında etkili olan güvenlik (NATO) ve ekonomik (Bretton
Woods Sistemi Sonrası Kurulan Örgütler) kaygılar çerçevesinde oluşan örgütlerin
Beynelmilel
77
Uluslararası İlişkilere Giriş kitabında incelenmemesi içerik bağlamında eserin eksiklikleri
arasındadır.
Kitap 4 bölümden oluşmasına rağmen bölümler arası bütünlüğün sağlanmış olması
kitabın akıcı bir dille okunmasını sağlamaktadır. Buna rağmen makaleler arasında sık sık
tekrarlara rastlanılmaktadır. Eser içerisinde başka bir yazar tarafından kutucuklarla
anlatılmaya çalışılan detay bilgiler üzerine başka bir bölümde başka bir yazar tarafından o
konu hakkında spesifik bir makalenin yazılmış olması eserin kutucuklarla boğulmasına sebep
olmuştur. Bununla birlikte örneğin bir hegemonya, uluslararası sistem gibi kavramlar üzerine
en az dört farklı akademisyen tarafından kutucuk verilmesi kitabın akıcılığını olumsuz
etkilemiştir. Eserin berrak olmasına engel olan bir diğer olumsuz husus ise farklı teori
konularını ele alan birçok yazarın makalelerde aynı örnekleri kullanması okuyucuların sık sık
tekrar ile karşılaşmasına sebep olmaktadır. Özellikle eserin teori kısmında bir çok okur
“Devlet, Sistem ve Kimlik” adlı kitabı okuyor gibi kendisini hissedebilir. Kitapta göze çarpan
bir diğer eksiklik ise bazı kavramların yazılışında yanlışların sıklıkla yapılmış olmasıdır.
Bununla birlikte Afrika‟nın doğusu ile Batısı‟nın karıştırılması ülkelerin yerlerinin yanlış
yazılması okuyucuların hemen gözüne çarpabilecek yanlışlar arasındadır. Sonuç olarak çevre
üniversitelerde görev yapan iki akademisyenin editörlüğünde bu denli geniş çaplı ve geniş
katılımlı bir çalışmanın ortaya çıkartılması Uluslararası ilişkilere giriş kitabının Türkiye‟de
uluslararası ilişkiler çalışmaları yapan akademisyenler açısından çok önemli sembolik bir
anlam ifade etmektedir.
Beynelmilel
78