TÜRSAB KASIM 2014 NOVEMBER 353 DERGİ Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Association Association of of Turkish Turkish Travel Travel Agencies Agencies DENİZLİ 10 KASIM NOVEMBER 10 MOĞOLİSTAN MONGOLIA İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN İŞTAR KAPISI KABARTMALARI Babil Kralı II. Nabukadnezar “Tanrıça İştar” adına yaptığı kapıdan geçti... Marduk Tapınağı’na gitti... Bir efsanenin öyküsü. Ama efsane değil gerçek. Hem de çok yakınınızda! Ana Sponsor İstanbul Arkeoloji Müzeleri TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor İstanbul Arkeoloji Müzeleri Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 520 77 40 - 41 • www.istanbularkeoloji.gov.tr Sayı 353 Kasım 2014 Issue 353 2014 November TÜRSAB TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹ ‹çindekiler Contents taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r Published monthly by ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES ISSN 1300-3364 10 KASIM NOVEMBER 10 Soğuksu Milli Parkı Soğuksu National Park 10 ATATÜRK’ü anmak, ATATÜRK’ü anlamak Commemorating ATATÜRK, understanding ATATÜRK TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB Arzu ÇENG‹L 18 Soğuksu Milli Parkı Soğuksu National Park Yayın Kurulu Editorial Board Başaran ULUSOY, Arzu ÇENGİL, Hümeyra ÖZALP KONYAR, Ayşim ALPMAN, Özgür AÇIKBAŞ, Elif TÜRKÖLMEZ, Gökçen EZBER 24 KAPALIÇARŞI GRAND BAZAAR 36 Beylerbeyi Sarayı ve Müzesi Beylerbeyi Palace and Museum Görsel ve Editoryal Yönetim Visual and Editorial Management Hümeyra ÖZALP KONYAR DENİZLİ MOĞOLİSTAN Mongolia Haber ve Görsel Koordinasyon News and Visual Coordination Özgür AÇIKBAŞ Grafik Uygulama Graphical Implementation Özgür AÇIKBAŞ 44 Nazar Boncuğu The Evil Eye Bead Baskı Printing Müka Matbaa 46 Palamut Tunny Fish 50 Kalem Pen TÜRSAB ad›na Sahibi Owner on behalf of TÜRSAB Başaran ULUSOY Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü Managing Editor Feyyaz YALÇIN 12 Denizli Denizli 30 Moğolistan Mongolia Yerel Süreli Yay›n Local Periodical Kapalıçarşı Palamut Grand Bazaar Tunny Fish 54 DEDEMAN Bostancı DEDEMAN Bostancı 56 TÜRSAB Haberler TÜRSAB News Bask› Tarihi Print Date Kasım/November 2014 TÜRSAB Tel: (0.212) 259 84 04 Faks: (0.212) 259 06 56 Esentepe Mah. Villa Cad. No: 7 Şişli-İstanbul/Türkiye www.tursab.org.tr e-mail: tursab@tursab.org.tr facebook.com/tursabmerkez twitter.com/tursaborgtr twitter.com/ulusoy_basaran 60 EXPO Haberler EXPO News instagram.com/_tursab_ instagram.com/basaranulusoy 62 THY Haberler THY News Kalem Pen Beylerbeyi Sarayı ve Müzesi Beylerbeyi Palace and Museum TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden al›nt› yap›lamaz. TÜRSAB MAGAZINE is a member of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. None of the articles and photographs published in the TÜRSAB MAGAZINE maybe quoted without mentioning of resource. Başaran Ulusoy TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkan› The President of TÜRSAB SAVAŞIN KAZANANI OLMAZ Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki bir yandan çok şanslı, öte yandan epey talihsiziz. Şansımız şu: Denizinden dağına, tarihinden kültürüne her yanı zenginliklerle dolu bir cennet parçasında yaşıyor ve iş yapıyoruz. Sadece turizmci olarak değil bir vatandaş olarak bu toprakların hem doğal güzellikleriyle hem de tarih ve kültürüyle gurur duyuyoruz. Ancak içinde yaşadığımız bölge, yüzlerce yıldır çatışmaların yaşandığı, istikrarlı bir barışın ne yazık ki sağlanamadığı bir bölge. Bu durum dolaylı da olsa ülkemizi etkiliyor. Çünkü savaş, her nerede yaşanırsa yaşansın masumları etkiler, çünkü biliyoruz ki hiçbir savaşın kazananı olmaz. Ülkemiz bölgede yaşanan savaştan ekonomi ve turizm gelirleri açısından etkilenmiş değil. Yıl sonunda ülkemize gelen turist sayısının 42 milyona ulaşmasını umuyoruz. Turizm gelirimiz ise bu yıl 35 milyar doların üzerinde. Yani rakamlara bakarsak, Türkiye turizmi bölgede yaşanan olumsuzluklara rağmen grafiğini yükseltmeyi başarıyor. Türkiye hala, olması gerektiği gibi, güvenli bir ülke. Ancak bizler turizmciler olarak, insanlara dünyanın güzelliklerini göstermek için canla başla çalışan insanlar olarak, ne bölgede ne de dünyanın herhangi başka bir yerinde savaş istiyoruz. Tekrar söylüyorum, savaşın kazananı olmaz. Herkese barış ve huzur dolu günler diliyorum. THERE ARE NO WINNERS IN WAR The geography we live in is a fortune on the one hand and a misfortune on the other. It is a fortune, because we live and work in a heavenly land full of riches from its seas to mountains and from its history to culture. We are proud of the natural riches and the history and culture of this land not only as people working in the tourism industry, but also as citizens. However, the land we live in is a region that has witnessed conflicts without long-lasting peace. This has indirect effects on our country as well. Because regardless of where it takes place, war affects the innocent, and we also know that there are no winners in war. Our country has not been affected by the ongoing war in terms of economy and tourism income. We expect the number of tourists visiting out country to increase up to 42 million at the end of the year. This year’s tourism income is above 35 billion dollars. Looking at figures, we can clearly say that Turkey’s tourism preserves it increasing trend despite the ongoing regional conflicts. Turkey is, as it should, still a safe country. But as people working in the tourism industry, we do not want to have war neither in this region nor in any other part of the world, because we want to show people the beauties of this world. Let me repeat my message: there are no winners in war. I wish you all days full of happiness and peace. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 3 akut.org.tr twitter.com/AKUT_Dernegi facebook.com/AKUT AKUT yaz 2930’a gönder, 5TL bağış yap, bir hayat da sen kurtar! DORUK T Düşük işletme giderleriyle hesaplı, geniş iç hacmiyle konforlu Doruk T, turizm yolcu taşımacılığında liderlerin tercihi. Dünya turizmini İzmir’de keşfedin! Explore the world’s tourism in İzmir! 04-07 Aralık / December 2014 Turizm Fuar ve Konferansı Tourism Fair & Conference İzmir Uluslararası Fuar Alanı, Kültürpark İzmir International Fair Center, Kültürpark www.travelturkey-expo.com T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde Under the patronage of Ministry of Culture & Tourism Organizatörler Organizers Tel / Phone: +90 212 259 84 04 Destekleyenler Supporters Havayolu Sponsoru Airline Sponsor Hannover Fairs Turkey Fuarcılık A.Ş. Tel / Phone: +90 212 334 69 00 Medya Sponsoru Media Sponsor Partner Ülke Partner Country Partner İl Partner City İtalya Italy Adıyaman Açılış Töreni Sponsoru Opening Ceremony Sponsor Üyesi Member Tel / Phone: +90 232 497 10 00 TV Sponsorları TV Sponsors Otel Sponsoru Hotel Sponsor BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) İZNİ İLE DÜZENLENMEKTEDİR. THIS FAIR IS ORGANIZED WITH THE PERMISSION OF THE UNION OF CHAMBERS AND COMMODITY EXCHANGES OF TURKEY IN ACCORDANCE WITH THE LAW NUMBER 5174. Rasim Konyar, prostok& Orhan Cam (Shutterstock) ATATÜRK’ü anmak, ATATÜRK’ü anlamak... 10 Kasım 1938’de kaybetmiştik ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü… 10 Kasım 2014’de onu özlemle anıyoruz. Commemorating ATATÜRK, understanding ATATÜRK… We lost our great leader Mustafa Kemal Atatürk on November 10th 1938… We commemorate him with great yearning. Mustafa Kemal Atatürk’ün çok güzel bir sözü vardır. “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir” der. Galiba ölümünü üzüntüyle andığımız bugünde bizleri avutacak tek düşünce bu. Onu görmeden de onun yolundan ilerleyebilir, onu görmeden de onu anlayabiliriz. Onu ve en büyük eseri olan Cumhuriyet’i anlayarak, Cumhuriyet değerlerini her koşulda koruyarak ve Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşıyarak ona olan özlemimizi de bir nebze olsun giderebiliriz. Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de, Dolmabahçe’deki uzun süredir hasta yattığı yatağında, sabah 09.05’de gözlerini hayata yumdu. Ölüm haberiyle birlikte ülke yasa boğuldu. Bayraklar yarıya indirildi. Naaşı 16 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı tören salonunda katafalka konuldu. Halk, büyük önderin önünden saygı ve kederle geçti. Cenaze namazı ise 19 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı’nda kılındı. Cenaze aynı gün çok büyük bir kalabalıkla önce İzmit’e, oradan da Ankara’ya uğurlandı. Cenaze töreni; halkın, politikacıların, sanatçıların ve pek çok yabancı konuğun katılımıyla 21 Kasım 1938’de Ankara’da düzenlendi. Bu Türkiye’nin gördüğü en kalabalık cenaze töreni oldu. Atatürk önce Ankara Etnografya Müzesi’ne konuldu, yapımı tamamlandıktan sonra 1953’te Anıtkabir’e getirildi. Mustafa Kemal Atatürk yaşarken nasıl sevilen ve örnek alınan bir liderse ölümünden sonra da bu şekilde sevilmeye ve örnek alınmaya devam etti. Türk halkı onu görmeden de onun inkılaplarını benimseyip devam ettirmekte kararlı çıktı. Sadece Türk halkına değil, tüm dünyaya ilham veren, cesaret veren bir lider oldu. Ölümünden sonra dünyanın pek çok yerinden taziye mesajları yağdı Ankara’ya. Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos, “Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu kadar kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir. Bu olağanüstü işleri yapanlar hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir” dedi. Danimarka gazetesi National Tidence “Atatürk yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir” başlığı attı. ABD Başkanı Franklin Roosevelt ise “Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır” dedi. Mustafa Kemal, dünyayı işte böyle derinden etkileyen bir karizmaya sahipti. Türkiye’yi tüm dünyaya; kökleri Doğu’da, yüzü ise Batı’ya dönük bir ülke olarak tanıttı. Mustafa Kemal Atatürk’ü, yokluğunun 76. yılında saygı ve özlemle anıyoruz. ATATÜRK’ÜN SON 300 GÜNÜ Mustafa Kemal’i anarken yapılacak iki iyi şey var belki de… Birincisi, gazeteci Can Dündar’ın Mustafa Kemal’in ömrünün son 300 gününü anlatan Sarı Zeybek adlı belgeseli izlemek. Bu belgesel, ve tabi aynı isimle yayınlanan kitap, Atatürk’ün hastalığının seyri, ölümünde ihmal var mı sorusunun cevabı, tedaviye direnişi, son günlerindeki yalnızlığının öyküsü ve o ölüm döşeğindeyken başlayan iktidar kavgasının bilinmeyen ayrıntılarını anlatıyor. Bir diğeri ise Atatürk’ün kaleme aldığı Nutuk’u okumak tabi. Bu önemli eser ile belgesel, onu daha da iyi anlamamıza yardımcı olacak. ATATÜRK’S LAST 300 DAYS Perhaps there are two things to do when commemorating Mustafa Kemal… The first is to watch Can Dündar’s documentary ‘Sarı Zeybek’ on the last 300 days of Mustafa Kemal’s life. The documentary, and of course the book published with the same title, tell the course of his disease, his resistance against treatment, the story of his loneliness during his last days and the quest for power when he was in his deathbed and discuss whether there was any neglect in his death. Another thing to do is of course to read Atatürk’s Oration. This significant work and the documentary will help us to understand him better. Mustafa Kemal Atatürk has a very great saying: “To see me does not necessarily mean to see my face. To understand my thoughts and my feelings is to have seen me.” It seems this is the only consolation we can have on this day when we sadly remember his death. We can follow his path and understand him without seeing him. By understanding him and his greatest work, the Republic, by protecting the values of the Republic at all times and by running after a bright Turkey, we can at least partially fulfill our longing for him. Mustafa Kemal Atatürk passed away on his sickbed at the Dolmabahçe Palace at 09:05 on November 10 1938. The news of his death put the whole country in grief. The flags were lowered. His body was placed on a catafalque in the ceremonial hall of the Dolmabahçe Palace on November 16th. The public has visited the great leader with great respect and deep grief. The funeral prayer took place at the Dolmabahçe Palace on November 19th. The funeral, with the presence of a huge crowd, was first sent to İzmit and then to Ankara. The funeral ceremony took place in Ankara on November 21st 1938 with the participation of the people, politicians, artists and many foreign guests. This was the most crowded funeral ceremony Turkey had ever witnessed. Atatürk’s coffin was first placed at the Ankara Ethnography Museum and it was later placed at Anıtkabir when its construction was finalised in 1953. Mustafa Kemal was a popular and exemplary person during his life and he continued to be like that even after his death. Turkish people were very determined to keep his revolutions alive even without seeing him. He was an inspiring leader not only for the Turkish people, but for the whole world. Following his death, Ankara received condolence messages from all over the world. The Greek Prime Minister Eleftherios Venizelos stated: ‘It is very rare incident that a nation can go through such tremendous and radical change in such a short span of time. Those who have achieved such extraordinary things have surely deserved to be called as great men. Hence, Turkey can be very proud.’ Danish newspaper National Tidenc’s caption: ‘Atatürk is the greatest miracle of the Twentieth Century.’ The US President Franklin Roosevelt’s statement was: ‘My grief is twofold; firstly, I am, as the whole world, deeply sad for the loss of such a great man. I am sad for a second reason, which is the fact that I no longer have the chance to realize my strong wish to meet this man.’Mustafa Kemal had such a strong charisma which affected the whole world. He introduced Turkey to the world as a country with roots in the East and prospects in the West. We commemorate Mustafa Kemal Atatürk with respect and longing in the 76th anniversary of his death. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 11 DENİZLİ Denizli deyince aklınıza neler geliyor? Dünyaca ünlü Denizli horozu, yumuşacık havlular, bembeyaz Pamukkale, üçlü sazıyla gönüllere taht kuran Türk Halk Müziği sanatçısı Özay Gönlüm… Denizli ülkemizin en “nev’i şahsına münhasır” illerinden biri olarak parlıyor… DENİZLİ What does Denizli bring to your mind? The world-renowned rooster of Denizli, soft towels, snow white Pamukkale, the famous Turkish folk music artist Özay Gönlüm with his lute… Denizli has a sparkle of its own among other Turkish cities… Rasim Konyar 12 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Denizli ili ilk kez, bugünkü merkezden 6 km. dışarıda, bugün Laodikeia Antik Kenti olarak bilinen bölgede kurulmaya başlandı. MÖ 261-245 yılları arasında, Suriye Kralı II. Antiokhos tarafından kurulan kent, II. Antiokhos’un karısı Laodikeia’nin adıyla anıldı. Laodike’nin kenti anlamına gelen Laodikeia peş peşe gelen depremlerle yıkılınca, kent bugünkü Kaleiçi bölgesine taşındı. Laodikeia Türklerin egemenliğine geçtikten sonra Ladik adıyla anıldı. Denizli tarih boyunca Selçuklulardan Roma İmparatorluğu’na, Friglerden Osmanlı İmparatorluğu’na pek çok farklı devlet tarafından yönetildiği için, bugün kent içinde gezerken bütün bu etkileri görmek de mümkün oluyor. Beyaz Cennet, Pamukkale Denizli’nin dünyaca ünlü beldesi Pamukkale, antik adıyla Hierapolis, gerek Türkiyeli turistler gerekse yurtdışından gelen gezginler için olağanüstü ilgi çekici bir yer. Bunun nedenlerinden ilki, insanı görür görmez büyüleyen bembeyaz traverten taşları. Bu taşlar bölgede yüzyıllar süren jeolojik olaylarla meydana gelmiş. Hierapolis deprem kuşağında yer alan bir bölge olduğu için sürekli sallanmış, bu da yeraltı sularının yeryüzüne çıkmasını sağlamış. Pamukkale’de sıcaklıkları 35-100 derece arasında değişen 17 farklı su bulunuyor. Bu suların hepsi, farklı rahatsızlıklara iyi geliyor. Bu yönüyle Pamukkale aynı zamanda sağlık turizmi açısından da önemli bir potansiyel taşıyor. Termal sular kaynağından Sol sayfa: Acıpayam Dodurgalar Ovası (sol başta), travertenler (sağda), Laodikeia (solda), Buldan kumaşları (sol altta) ve Denizli Horozu. Sağ sayfa: Pamukkale Antik Havuz görüntüleri. The city of Denizli was first founded in the region which is known as the Laodicea Ancient City which is 6 km away from the present city centre. The city, founded by the Syriac King Antiochus II between 261 and 245 BC, had been named after Antiochus II’s wife Laodicea. After Laodicea’s city was demolished after recurrent earthquakes, the settlements were rebuilt into the inner fortress area. After the city was conquered by Turks, it was called ‘Ladik’. Since Denizli was ruled by many different states from the Seljuks to the Romans and from the Phrygians to the Ottoman Empire, you can see the traces of all these civilizations in the city. The White Heaven, Pamukkale Denizli’s world-famous town Pamukkale, Hierapolis in the Antiquity, is a tremendously attractive destination both for local tourists and for international tourists. The snow white and strikingly beautiful travertine blocks are the main reason for this attraction. These blocks are built through hundreds of years of geological formations. Since Hierapolis is in an earthquake zone, the recurrent earthquakes have forced the underground waters to come to the surface. In Pamukkale, there are 17 different water sources with temperatures ranging from 35 to 100 degrees. All these waters have many healing qualities for different diseases. Hence, Pamukkale has a significant potential for health tourism as well. After Left page: Acıpayam Dodurgalar Plain (left top), travertines (right), Laodicea (left), Buldan fabrics (left below) and Denizli Rooster. Right page: Pamukkale Ancient Pool. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 13 LAODİKEİA ANTİK KENTİ Laodikeia Antik Kenti, Denizli merkezden Pamukkale’ye doğru giderken solda kalıyor. Denizli’den yaklaşık 6 km. dışarıda bulunan bu görkemli antik kent, son zamanlarda yapılan kazılarla neredeyse tamamen gün yüzüne çıkarılmış durumda. Adını, hemen yanında kurulduğu Lykos Irmağı’ndan aldığı düşünülen kentin geçmişi MÖ 1. yüzyıla uzanıyor. Laodikeia en şaşaalı dönemini ise Roma İmparatorluğu zamanında yaşıyor. Kentin en dikkat çekici yapılarından biri Stadyum. Kentin güneybatısında, doğu-batı doğrultusunda uzanan bu yapının MS 79 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Stadyumun uzunluğu 350 metre, genişliği ise 60 metre. Laodikeia’da bulunan Anıtsal Çeşme ise bir Roma Dönemi yapısı. Stadyumun kuzeyinde bulunan Meclis Binası, sütunlu caddenin güneyinde bulunan Büyük Kilise ve Roma tarzını yansıtan Büyük Tiyatro da antik kentin diğer zenginlikleri. Laodikeia’nın zengin bir Roma kenti olduğu da biliniyor. Bu zenginlik de çoğunlukla, kentte yetiştirilen bol tüylü siyah koyunların satışından elde edilen gelirlerden geliyor. Kentin yıkılışının sebebi ise üst üste gelen depremler. Antik Laodikeia Kenti’ne yolunuzu güneşin batış saatlerine denk getirin. Güneş, kent girişindeki sütunların arkasından çok güzel batıyor. LAODICEIA ANCIENT CITY Laodiceia Ancient City is on the left hand side when going to Pamukkale from the city centre. The glorious ancient city is located 6 kilometers away from Denizli. The recent excavations have unearthed the full glory of the city. The city is assumed to get its name from the Lykos River by which it is founded and the history of the city is dated back to 1st century BC. Laodicea lived its most glorious days during the Roman Empire. The Stadium is one of the most glorious monuments of the city. The building is located on the east-west axis of the city in its southern part. It is estimated that it was built in 79 AD. The stadium is 350 meters in length and 60 meters in width. The Monumental Fountain is another Roman structure. The Parliament Building to the north of the Stadium, The Big Church in the south of the Columned Street and the Roman style Theatre are among other riches of the ancient city. It is also known that Laodicea had been a wealthy Roman city. The city had acquired its wealth from the sales of the black sheep for their wool. The city was destroyed by recurrent earthquakes. You can plan your visit to the ancient city of Laodicea at the sunset. The setting sun creates magnificent views through the columns of the city. çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten başına geliyor ve buradan, 60-70 metrelik kısmı çökelmenin olduğu traverten katmanlarına dökülüyor ve ortalama 240-300 metre yol katediyor. Kalsiyum karbonat, başlangıçta yumuşak bir jel halinde oluyor. Zaman içinde sertleşip “traverten” haline geliyor. Travertenler çok hassas taşlar, bu yüzden üzerlerine basarken dikkatli olmak gerekiyor. the thermal waters come to the surface, they are transported to the travertine blocks through a channel of 320 meters long. Part of it (60 to 70 meters in length) flows into the travertine layers with sedimentation and it flows on for about 240 to 300 meters. The calcium carbonate initially assumes the form of a soft gel. This gel hardens in time and turns into ‘travertine’. Travertines are very fragile stone blocks, so you need to be very careful while walking on them. Antik kentler, kervansaraylar ve doğa Örneğin Denizli merkezde bulunan Akhan Kervansarayı bunlardan biri. Selçuklu yapısı olan bu Kervansaray, 2011 yılında restore edilerek ziyaretçilerin hizmetine açıldı. Cephesi beyaz mermer kaplı olduğu için Akhan adıyla anılan kervansaray, Anadolu’nun güneyinden geçen İpek Yolu üzerinde, batı yönündeki son kervansaray olma özelliği taşıyor. Kentte bunun dışında Acıpayam Yazır Camii, Boğaziçi Camii, Servergazi Türbesi, Goncalı Kilisesi ve St. Philippe Martyrion Kilisesi gibi pek çok tarihi yapı bulunuyor. Denizli tarihi yapılar bakımından olduğu gibi antik kentler bakımından da çok zengin. Bunların başında Pamukkale’de Ancient Cities, Caravanserais and Nature Akhan Caravanserai in the city centre of Denizli is one of them. The caravanserai was first built during the Seljuk Empire and after its restoration in 2011 it was opened for visit. Since its façade is covered with white marble slabs, it is named as Akhan (White Inn). It is the last caravanserai on the western edge of the Silk Road that passes through southern Anatolia. Other than this caravanserai, there are many historical monuments in the city: Acıpayam Yazır Mosque, Boğaziçi Mosque, The Servergazi Tomb, Goncalı Church and St. Philippe Martyrion Church. Apart from its historical buildings, Denizli is also rich in terms of ancient cities. 14 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 yer alan Hierapolis Antik Kenti ve Pamukkale Hierapolis Arkeoloji Müzesi geliyor. Ayrıca Colossae Antik Kenti, Tripolis Antik Kenti, Tabea Antik Kenti ve Laodikeia Antik Kenti de şehirde görebileceğiniz ören yerlerinden. Denizli’ye gittiğinizde görebileceğiniz pek çok doğal güzellik de mevcut. Honaz Dağı Milli Parkı bunlardan biri. Yüzlerce çeşit bitki ve vahşi hayvan türüne ev sahipliği yapan Honaz Tabiat Parkı’nda doğa ile iç içe bir yürüyüş yapabilirsiniz. Yeşildere Şelalesi, Ağlayan Kaya Şelalesi, Güney Şelalesi, Keloğlan Mağarası ve Kaklık Mağarası da Denizli’de göreceğiniz diğer doğal güzellikler. DÜNYANIN EN UZUN ÖTEN HOROZLARI Denizli merkezinden geçerken oldukça büyük bir horoz heykeli göreceksiniz. Bu heykel, kentin sembolü haline gelen uzun ötüşlü, parlak ve gür tüylü Denizli horozuna bir saygı duruşu gibi yükseliyor adeta. Denizli horozu, renk ve vücut yapısı, ahenkli uzun ve güzel ötüşüyle, tüm dünyada tanınan yerli bir horoz ırkı. Denizli horozunun gözleri siyah ve sürmeli oluyor, ağırlıkları ise 3.5 kiloyu buluyor. Horozun sesi, tonuna ve netliğine göre sınıflandırılıyor. Sesler, tonuna göre ince, davudi, kalın ses olmak üzere üçe ayrılıyor. Niteliğine göre ise net ses, hüzünlü ses, cırtlak ses, dalgalı ses (alaycı ses) olmak üzere dörde ayrılıyor. Ötüşleri, ötüş anındaki vücut pozisyonuna göre aslan ötüşü, kurt ötüşü, yiğit ötüşü ve pus ötüşü olmak üzere dörde ayrılıyor. Denizli horozunu diğer horozlardan ayıran en önemli özellik ise uzun ötüşü. Dakikalar boyunca ötebilen bu horozlarla sahipleri tarafından “uzun ötme yarışları” da düzenleniyor. THE WORLD’S LONGEST COOING ROOSTERS While passing through the city centre of Denizli you will come across a very large rooster statue. The status salutes the symbol of Denizli, the long-cooing rooster with shiny and lush feathers. The Denizli Rooster is a local rooster species known all around the world for its vibrant colours, body for and for its harmonious and long cooing. Denizli roosters have black and bolted eyes and they weigh 3.5. kg. The voice of the rooster is classified according to its tonality and clarity. In terms of tonality, there are three types of cooing: high pitch, bass and low pitch. When it comes to clarity, there are four different types of cooing: melancholic, screeching, wavy and clear. The cooing of the rooster can also be named after the position of their bodies during cooing: lionesque cooing, wolfish cooing, heroic cooing and misty cooing. The length of Denizli rooster’s cooing is its most important differentiating characteristic. The owners of these roosters organize competitions of cooing. Kaklık Mağarası, Güney Şelalesi Kaklık Mağarası, Denizli il merkezine 30 km. mesafede bulunuyor. Buranın Küçük Pamukkale diye de anılmasının nedeni sarkıt ve dikitlerinin Pamukkale travertenlerine çok benzemesi. Bu mağaranın suyu da Denizli’deki pek çok su gibi şifalı. Berrak ve kükürt kokulu olan bu su bazı cilt hastalıklarına iyi geliyor. Denizli’ye gittiğinizde görmeniz gereken doğal güzelliklerden biri de Güney ilçesinin yaklaşık 4 km. güneyinden geçen Menderes Nehri’nin kenarında bulunan Güney Şelalesi. 20 metre yükseklikten akan şelalenin suyu kireçli olduğu için, şelale yatağında kalker basamaklar oluşmuş ve bu da şelaleye ayrı bir güzellik katmış. Termal turizm Denizli için önemli bir kaynak. Şifa dolu kaplıcaları ile bu kent, yılın her dönemi turist çekiyor. Sarayköy Kaplıcaları, Karahayıt Kaplıcaları, Çizmeli Kaplıcaları, Tekkeköy Kaplıcası, Gölemezli Kaplıcası ve Kızıldere Kaplıcası kentin en önemli kaplıca merkezleri. Pamukkale (üstte) ve Karahayıt (altta). Pamukkale (top) and Karahayıt (below). TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 15 Tekstil, el sanatları ve mutfak Kentteki en önemli bir diğer ekonomik kaynak da tekstil. Hepimizin sevdiği yumuşacık Denizli havluları, bornozları ve tabi Buldan kumaşının ünü dünyaya yayılmış durumda. “Buldan Bezi” de denilen bu kumaş, Osmanlı İmparatorluğu’nda saray halkının da beğendiği bir kumaş olmuş, asırlar boyunca şehzadelere elbise, hanım sultanlara çeyizlik olarak itibar görmüş. Buldan Bezi’ni biricik kılan özelliklerin başında iplik boyasının doğal olması geliyor. Ceviz yaprağı, meyan kökü, defne, palamut, mazı, soğan kabuğu, kestane ve çehriden yapılan doğal boyalar “yeminli boya” olarak adlandırılıyor ve iplikler bu boyalarla kaynatılmak suretiyle boyanıyor. Boyanan iplikler yine geleneksel yöntemlerle, çıkrıklara sarılıyor ve buradan da dokuma tezgahlarında kumaş olarak dokunuyor. Peki Denizli’ye gittiğimizde ne yemeliyiz? Hemen söyleyelim. Denizli’ye gittiğinizde patlıcan yemeklerini mutlaka tadın. Burada patlıcan çok seviliyor ve pek çok farklı biçimde pişiriliyor. Özellikle kebabı ve dolması pek gözde. Ovmaç çorbası, kumbar (“karın” ya da “mumbar” bazıları “bumbar” da diyor) dolması, sacta işkembe, alaçora, arabaşı ve keşkek de Denizli’de yiyebileceğiniz geleneksel lezzetler arasında. Yemeğin üzerine ise çarşıdaki tatlıcılardan birinde oturup irmik helvası kaşıklayabilirsiniz. Yolunuz bu güzel Ege diyarına düşerse, gezip yorulduktan sonra çarşıdaki geleneksel kahvelerden birine oturup şöyle demli bir çay içmeyi de unutmayın. Ola ki o sırada, fonda Özay Gönlüm’ün “Asmam Çardakdan” türküsü çalıyor, Gönlüm’ün, “Yaren” adını verdiği üçlü sazından yükselen sesler, az ötedeki bakırcıların bakır dövme seslerine karışıyor olacak. 16 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Akhan (enüstte) ve Güney Şelalesi (altta). Buldan’da dokuma ustası (en alt solda), Pamukkale’de yamaç paraşütü (ortada) ve Tandır Kebap (sağ altta). Akhan (top) and Güney Waterfall (below). A weaving master in Buldan (left below), paragliding in Pamukkale (middle) and Tandır Kebab (right below). The Hierapolis Ancient City in Pamukkale and the Pamukkale Hierapolis Archeology Museum are two very important destinations for the tourists. The Colossae, Tripolis, Tabea and Laodicea ancient cities are among other historical destinations you may want to visit. Denizli also boasts of many natural beauties. The Honaz Mountain National Park is one of these natural treasures. The national park hosts hundreds of plants and species of wild animals and you can go for a walk in the very heart of nature. The Yeşildere and Ağlayan Kaya (Crying Rock) waterfalls, Keloğlan and Kaklık caves are among many other natural beauties you can see in Denizli. The Kaklık Cave, Güney (South) Waterfall The Kaklık Cave is located 30 km away from the Denizli city centre. Since the stalactites and stalagmites resemble the travertines in Pamukkale, the cave is also called as the Little Pamukkale. Like many other water springs in Denizli, the cave’s water has healing properties. The clear and sulphuric water heals some skin disorders. Another destination you should add to your itinerary for Denizli is the Güney (south) Waterfall next to the Menderes River flowing 4 km south of the Güney district of the city. The calcareous water flows from a height of 20 meters. The caustic lime in the water formed calcareous steps on the river bed. These steps add an additional beauty to the waterfall. Thermal tourism is a significant source of income for Denizli. The city, rich in healing thermal springs, attracts tourists at every time of the year. Sarayköy, Karahayıt, Çizmeli, Tekkeköy, Gölemezli and Kızıldere thermal springs are amongst the most popular thermal springs in the city. Textiles, handicrafts and cuisine Textiles is another source of income for the city. The popular soft towels, robes of Denizli and the worldrenowned Buldan fabric are the most important TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 17 2 T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Aykut İnce Ankara’nın Yanıbaşındaki Cennet: SOĞUKSU MİLLİ PARKI Doğayla iç içe, sakin bir gün geçirmek, bol oksijen barındıran ormanlarda yürüyüş yapmak isteyenler için Ankara Soğuksu Milli Parkı iyi bir seçenek. Ankara il merkezine 78 km uzaklıkta bulunan park, ülkemizin en önemli kaplıcalarından biri ve sağlık turizmi açısından da önemli bir merkez olan Kızılcahamam ilçesine 2 km mesafede yer alıyor… The Heaven at Ankara’s Elbow: SOĞUKSU NATIONAL PARK The Soğuksu National Park in Ankara is a good alternative for those who would like to spend a day of nature and peace with long refreshing walks in forests rich in oxygen. Situated 78 km away from the Ankara city centre, the park is one of the most important thermal springs of our country and it is only 2km away from the Kızılcahamam province, an important centre for health tourism… 18 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Soğuksu National Park, situated at the transition point between the steppes of Central Anatolia and the lush, green forests of Northern Anatolia, enchants its visitors with its rich flora. The national park area was declared as 1.050 hectares in 1959 and after a change of border in 1997, the park’s area increased up to 1.187 hectares. The Soğuksu National Park area includes many tributary rivers and steppes between valleys. The park has a multilayered geomorphologic structure consisting of rocks like andesite, basalt, tufa and fanglomera. The park and its surroundings enjoy a transitional climate ranging between the continental climate of Central Anatolian steppes and the rain Northern Anatolian climate. Since the forests are situated on an area with volcanic rocks, there are many cold and hot water springs. Although the annual average temperature in the Kızılcahamam province is 9.6 degrees, temperatures may fall down to 4.9 degrees at the highest point of the National Park. İç Anadolu stepinden Kuzey Anadolu’nun gür ve yeşil ormanlık bölgelerine geçiş kuşağında yer alan Soğuksu Milli Parkı, zengin bitki örtüsüyle ziyaretçilerini adeta büyülüyor. 1959 yılında, 1.050 hektar olarak ilan edilen Milli Park alanı, 1997 yılında yapılan sınır değişikliğiyle 1.187 hektar büyüklüğe ulaşmıştı. İki ana vadiye açılan pek çok yan dere ve vadilerarası düzlüklerden meydana gelen jeomorfolojik bir yapıya sahip Soğuksu Milli Parkı’nın jeolojik yapısı ise, andezit, bazalt, tüf ve anglomera türü kayaçlardan oluşuyor. Park ve çevresi, İç Anadolu’nun step karakterli karasal iklimi ile, yağışlı Kuzey Anadolu iklimi arasında geçiş bölgesi özelliği gösteriyor. Bölge ormanlarının bulunduğu sahanın volkanik kayaçlardan oluşması sebebiyle yörede bolca soğuk ve sıcak su kaynakları yer alıyor. Kızılcahamam ilçesinde yıllık ortalama sıcaklık 9.6 derece olmasına rağmen, Milli Park’ın en yüksek noktasında ortalama sıcaklık 4.9 dereceye kadar düşüyor. Botanic Tourism and birds The dominant tree species in the park are black pine, scotch pine, fir and hornbeam. The fossil trees, petrified millions of years ago, are standing in the park as monuments of the ancient flora or the region. The area is also very rich in terms of fungi and geofit species. Visitors and researchers show great interest in the flora of the region. There are for about 160 bird species in the Soğuksu National Park area. The ‘Black Vulture’, taken under preservation globally, is the most important and Botanik turizmi ve kuşlar Flora yönünden hakim ağaç türünü karaçam, sarıçam, göknar, gürgen oluşturuyor. Ayrıca, milyonlarca yıl önce taşlaşmış olan, görkemiyle adeta yıllara meydan okuyan fosil ağaçlar, bölgenin kadim bitki örtüsünün tarihi anıtı olarak milli parkda meraklılarını bekliyor. Bunun yanısıra, bitki inceleme (botanik turizmi) açısından son derece önemli mantar ve geofit TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 19 türleri içeren alan, araştırmacılar tarafından sıklıkla ziyaret edilen bir yer. Soğuksu Milli Parkı’nda 160 civarında kuş türü bulunuyor. Bu kuş türlerinden en önemlisi ve alanın kaynak değerini oluşturan, dünya çapında da koruma altına alınan “Kara Akbaba”dır. Soğuksu Milli Park alanı aynı zamanda dünyada İspanya’dan sonra en çok Kara Akbaba çifti bulunduran bölge olarak da tanınıyor. Artık milli park ile özdeşleşmiş olan bu kuş türünü, Kızılcahamam ilçesinin girişinde Kara Akbaba heykeli ziyaretçilere hatırlatılıyor. Ayrıca milli park gezisi esnasında bazı kartal türleri, ayı, kurt, tilki, sansar gibi yırtıcılar; geyik, yaban domuzu, tavşan, sincap gibi memeliler de her an karşınıza çıkabilir. Tabiat Müzesi ziyaretçileri bekliyor Milli park girişindeki ziyaretçi tanıtım merkezi içinde oluşturulan Tabiat Müzesi ise ziyaretçilerine saha hakkında ilk izlenimleri sunuyor. Burada bulunan hayvan ve bitki örnekleri eğitim maksatlı gelen öğrenciler ve ziyaretçiler için cazip bir merkez. Milli park alanında gazino, büfe, 500 kişilik açık hava tiyatrosu, alanda konaklamak isteyenler için çadırlı kamp alanları ve 800 yatak kapasiteli turistik otel bulunuyor. Günübirlik kullanım alanında yer alan piknik masası, piknik ocağı, çöp bidonu, çeşmeler, tuvaletler ve yağmur barınakları ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturulan diğer birimler. Soğuksu Milli Park’ında bulunan yürüyüş yolları ve üzerinde bulunan kuş gözlem noktaları ise foto safari tutkunları için muhteşem fırsatlar sunuyor. Milli parkta dağcılılık faaliyetleri için de imkan var. Osmandede Tepesi’nin kuzey batısını içeren bölüm dağcılar için çok uygun alanlar saklıyor. Milli park içerisinde yer alan Atatürk Çamı Alanı ise tarihi öneme sahip. Atatürk’ün burada oturup çay içtiği, zaman zaman dinlenmek için uğradığı ve bölgenin eşsiz doğal güzelliklerinden etkilenerek burayı “Ankara’nın akciğerleri” olarak yorumladığı anılarda saklı hala... 20 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 unique bird species in the region. It is also considered to be the main asset of the park. Following Spain, the Soğuksu National Park is accepted as the second most important region with the largest number of black vulture pairs. This specie is now identified with the national park and the statue of a black vulture at the entrance of the Kızılcahamam province reminds visitors the prominence of the bird in the region. During your trip in the national park, you may also come across with some eagle species, some predators like bears, wolves, foxes and weasels and mammals like deer, wild boars, rabbits and squirrels. Nature Museum is waiting for its visitors The Nature Museum opened as part of the information office at the entrance of the park offer the initial impressions of the park to its visitors. The animal and plant samples exhibited at the museum make it an attractive centre for students and visitors. The national park area consists of a large coffee house, a buffet, an open theatre with a capacity of 500 people. The park also offers a camping area with tents and a touristic hotel with 800 beds for those who would like to stay. Daily visitors can make use of the picnic tables, picnic furnaces, trash bins, fountains, toilets and rain shelters in the day trip area. The hiking trails and birdwatching spots offer extraordinary opportunities for photo-safari enthusiasts. The national park offers many facilities for mountaineering as well. The northwestern part of the Osmandede Hill offer very suitable routes for mountaineers. The Atatürk Pine area in the National Park area has a historical significance. It is still part of common memories that Atatürk used to visit the place from time to time to have some tea and rest. It is said that he called the place the ‘lungs of Ankara’... ADVERTORIAL TÜRSAB DERGİ | EKİM 2014 1 ğ P Ø P ı æ q P Äį Ø ´ Ø =D9:įd Ö P Ø ĉ í ı į Q ō P ğ ÃxÃçįÀĉĤÃæÄįdÃğįP SAĞLAYICILARININ ZM Rİ TU LI RK FA İ, EM ST Si BU REZERVASYON OK KAZANIM SAĞLAR RÇ Bİ ZE Sİ E İL Rİ LE EK N ÇE SE FARKLI SATIŞ M-Acenta bir DOMİNANT markasıdır. Dominant Turizm Yazılım ve Destek A.Ş. www.dominant.com.tr www.m-acenta.com destek@dominant.com.tr 0216 326 86 60 İstanbul Denizlerinin Yeni Klasiği: Armada Gezi Teknesi. Boğaz’da yıl boyunca yapacağınız unutulmaz geziler için... Boğaz’ın ve şehrin muhteşem silüetine yaraşır “Armada Gezi Teknesi”, şık tasarımı ve el yapımı olma özelliği ile size en konforlu ve en keyifli gezi deneyimini yaşatıyor. Armada Otel’in seçkin servis kalitesi ve mutfağını da beraberinde sunan bu gerçek İstanbul klasiği ile İstanbul Boğazı, Haliç ya da Adalar yönünde düzenleyeceğiniz VIP, kurumsal etkinlik ve toplantılarınızda misafirlerinize unutulmaz anlar yaşatmaya hazır mısınız? Tekne Kapasitesi 50 kişi Yemekli Düzen 24 kişi - Kokteyl Düzeni 50 kişi Rezervasyon: Funda Dağlı | (+90) 530 381 01 63 | fdagli@armadageziteknesi.com | www.armadageziteknesi.com KAPALIÇARŞI Büyük ustalardan en küçük çırağa kadar uzanmış bir araştırma, geliştirme ve eğitim kurumu; bir tasarım, moda ve finans merkezi, bir sürekli sanayi sergisi, şehre altın tozları saçan bir sihirli ve kapalı mekân, İstanbul’a her gelenin ilk görmek istediği yer... Rasim Konyar & Shutterstock GRAND BAZAAR 24 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 An institution of research, development and education uniting both the greatest masters and the most inexperienced novices; a center for design, fashion and finance, a permanent industrial exhibition, a magical and closed place scattering gold dust to the whole city and the first place visitors in Istanbul want to see... Kapalıçarşı: Niçin Kapalı, Niçin Çarşı? Bu soruyu biz sormuyoruz, ülkemizin önde gelen endüstriyel tasarım ve endüstriyel kültür mirası uzmanı Prof. Dr. Önder Küçükerman soruyor ve yanıtlıyor: “Bu sorunun en kısa yanıtı, Kapalıçarşı sokaklarından herhangi birinde yüz metre yürüyünce hemen anlaşılır!” Ama dilerseniz önce “Kapalıçarşı”nın “Çarşı”sına bakalım! Küçükerman o yüz metre içindeki sırları “Kapalıçarşı” maddesini yazdığı NTV İstanbul Ansiklopedisi’nde, özetle şöyle grupluyor: “Burada 4 katman var: 1. Doğu yaratıcılığının en eski hünerleri; güzel şeyler, 2. Eskiden ‘sanayi’ denilen lonca düzeninin eski ve en seçme eserleri, 3. En yeni teknoloji ve isteklere göre üretilen ‘tasarım’lar, 4. Gelmiş geçmiş tarih boyunca en değerli hammaddeler; altın, gümüş, elmas ve benzerleri”. Peki, şimdi sıra “Kapalı”da! Küçükerman, Bursa ipeklisinden Çin porselenine, Fransız mücevherinden Anadolu takısına, Hint pamuklusundan eski bir saray halısına kadar ne kadar yaratıcı düşünce ürünü varsa hepsine burada rastlanabileceğini söylüyor. Burada asıl önemli olanın ise Kapalıçarşı ustalarının 500 yıllık deneyimle beslenmiş ve üretilmiş eserleri olduğunu, örneğin kuyumcuların, bilinen en küçük ölçüleri kullandıkları halde en değerli eserleri ürettiklerini, bunu yaparken etrafa saçılan altın tozu ya da elmas parçalarını her akşam özenle süpürüp biriktirdikleri için bu çarşının “kapalı” olduğunu vurguluyor. Paraya yön veren Bedesten Osmanlı Dönemi’nde içinde Bedesten de bulunan kapalıçarşılar, sarayın değerli eşyalarının korunduğu hazine olmanın yanısıra ticaret yoluyla sermaye birikimi yapılmasına yol açan birer finans merkezi Covered Bazaar: Why ‘Covered’? Why ‘Bazaar’? This is a question asked not by us, but by Prof. Önder Küçükerman, the leading Turkish expert on industrial design and industrial cultural heritage. Küçükerman’s answer is: ‘The shortest answer to this question could be obtained once you walk for one hundred meters in any of the Grand Bazaar streets!’ But let us first have a look at the ‘Bazaar’ of the ‘Grand Bazaar’! In his entry for the Grand Bazaar in the Istanbul Encyclopedia, this is how Küçükerman sums up and groups the mysteries in this space of one hundred meters: ‘There are four layers here: 1. The most ancient talents of the Eastern creativity; good things, 2. The old and selected works of the guild system of the old days, 3. ‘Design’s produced on demand and by the latest technology, 4. The most precious raw materials: gold, silver, diamond and the like.’ Sol sayfa: Kapalıçarşı’nın havadan görünüşü, Nuruosmaniye kapısındaki Osmanlı arması (Shutterstock, mdgn) ve tavan detayı. Sağ sayfa: Çarşıdan genel bir görünüm (Shutterstock, muratart), Nuruosmaniye ve Mahmutpaşa kapıları ile 1900’lü yılların başında çarşının içi (Shutterstock, prostok). Left page: An aerial view of the Grand Bazaar, the Ottoman crest on the Nuruosmaniye Gate (Shutterstock, mdgn) and detail from the ceiling. Right page: A general view of the bazaar (Shutterstock, muratart), Nuruosmaniye and Mahmutpaşa gates and the interior of the bazaar at the beginning of the 1900. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 25 KAZANÇ DENİLEN ŞEY HAVAYA UÇAN BİR VAHŞİ KUŞTUR... Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı 1461 yılı, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul görmüş. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiş. Evliya Çelebi burayı muazzam güçlü bir kale gibi tanımlamıştı. Çelebi, 1640’lı yıllarda Kapalıçarşı esnafını ise şöyle anlatmış: “...İstanbul’un kalabalık ve seçme yerinde, Osmanoğulları’nın büyük hazinesidir ki gûya kahkaha kalesidir. Bütün sefere gidenlerin, vezirlerin ve âyânın malları buradadır ki yeraltında nice yüz demir kapılı mahzenleri vardır… Doğuya açılan kuyumcular kapısı vardır ki bu kapı üzerinde kanatlarını açmış korkunç bir kuş sureti vardır… Bu sureti kapıya nakşetmekteki amaç şuydu:... Kazanç denilen şey havaya uçan vahşi bir kuştur. Eğer bu kuşu nezaketle avlayabilirsen bu bezistanda kâr edebilirsin!” WHAT YOU CALL PROFIT IS A WILD BIRD FLYING IN THE SKIES... The year 1461, when Sultan Mehmet the Conqueror ordered for the construction of the Grand Bazaar, is accepted as the year of foundation. The bigger main part of the bazaar, which is timber, was built by Sultan Suleiman the Magnificient. Evliya Çelebi defined the place as a gigantic and strong citadel. This is how Çelebi talks about the tradesmen and artisans of the Grand Bazaar: ‘(Old Bedestan) is located in the most crowded and elite place in İstanbul and it is such a big treasure of the Osman family that it seems !ike “Kala-i Kahkaha Belongings of commanders of war, viziers and people stay in hundreds of underground repositories with iron doors. There is the Kuyumcular Gate facing towards east and there is an imposing picture of an eagle with its wings open on this gate; The engraving of this wild bird on the gate gave a message: ... Profit is a wild bird flying in the skies. If you can hunt this bird with delicacy, you can gain profits in the bedestan!’ 26 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 işlevi de taşırdı. Nitekim Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’ya gelir getirmesi amacıyla Cevahir ve Sandal bedestenlerini kurdurmuş, bunların etrafında 250 yıl boyunca İstanbul Kapalıçarşısı gelişmişti. Nitekim bugün Kapalıçarşı 110 bin 868 m2’lik bir alanı kaplıyor, 45 bin m2 kapalı alana, 65 sokak üzerinde 3600 dükkân ve 14 hana sahip. Buradan 100 bin kişi hayatını kazanıyor. Anadolu ve İstanbul’da toplam 117 bedesten vardı. Bedestenli şehirler diğerlerinden daha önemliydi. Evliya Çelebi, “Osmanlı kentleri bedesteni olan ve olmayan yer olarak ikiye ayrılır” dermiş. Prof. Dr. Kenan Mortan, Skylife dergisine verdiği bir demeçte bunlardan dördü olan Bursa, Tire, Edirne ve İstanbul Cevahir bedestenlerinin aynı zamanda dönemin iktisadi yapısına da yön verdiği için öne çıktığına işaret ediyor. 48 m x 36 m alanı, 8 sütun, 15 kubbesiyle boyu- (Shutterstock, muratart) And now let us talk about its being ‘Covered’! Küçükerman says that one could find all sorts of creative ideas in the bazaar, from silky fabrics of Bursa to china ware, French jewellery to Anatolian ornaments, from Indian cotton to an old palace carpet. He also argues that the bazaar was ‘covered’ because the masters of the bazaar had works crafted and moulded with 500-yearold experience and although the goldsmiths used the earliest form of scales, they swept the scattered gold and diamond dust carefully and saved them. The Bedesten (Bazaar) that directs money During the Ottoman Era, the covered bazaars with bedestens (‘bazaar of the clothsellers’) functioned as a finance centre as well as a treasury for the valuable objects of the Court. Hence, Sultan Mehmet the Conqueror had the Cevahir and Sandal bedestens erected so that they would generate income for Hagia Sophia. Following the 250 years, Istanbul’s Grand Bazaar had developed around these two bedestens. Today, the Grand Bazaar covers an area of 110 thousand 868 m2 and it has a covered area of 45 thousand m2 and 3600 stores and 14 hans on 65 streets. 100 thousand people make a living in the bazaar. There were a total of 117 bedestens in Anatolia and Istanbul. Cities with bedestens were deemed more important than others. Evliya Çelebi used to say that ‘Ottoman towns are of two sorts: those that had bedestens and those that did not have them.’ Prof. Kenan Mortan, in his statement to the Skylife magazine, points out that four of these bedestens, the ones in Bursa, Tire, Edirne and the Cevahir Bedesten in Istanbul, have shaped the period’s financial life. With Kapalıçarşı vitrinlerinden görüntüler ve bir kuyumcu ustası. Images from the Grand Bazaar shop windows and a master goldsmith. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 27 BİR KİTAP: ÇARŞI, PAZAR, TİCARET ve KAPALIÇARŞI Prof. Dr. Önder Küçükerman ve Prof. Dr. Kenan Mortan’ın ortak eseri bu kitap İş Bankası Kültür Yayınları İnceleme-Araştırma Dizisi’nden 2010 yılında yayımlanmış. Eser, tarih öncesinden bu yana Eski Dünya’nın ana ticaret yollarının kavşak noktası olmuş Anadolu’nun iktisat tarihini, Kapalıçarşı’nın tarihsel arka planına oturtuyor. Kitap, Kapalıçarşı’nın Osmanlı yaşam kültürü ve başkent İstanbul’daki önemini ve Doğu Akdeniz’in bilinen ilk uygarlıklarından günümüze dek uzanan gelenekler zincirinde nasıl önemli bir halka olduğunu anlatıyor. 382 sayfa tutan çalışmada, Kapalıçarşı’nın tarihi, günümüzdeki çarşı esnafının kaygı ve düşüncelerine de yer verilerek, özgün belge, gravür, fotoğraf, plân ve çizimlerle desteklenmiş. A BOOK: MALL, BAZAAR, TRADE AND THE GRAND BAZAAR Üstte: Çarşı’nın içindeki ünlü Şark Kahvesi ve içi (Shutterstock, rolleiflex). Peştemal ve terlikler (ortada) ve rengarenk taşlarla süslü hançerler (Shutterstock, Viacheslav Lopatin). Above: The famous Şark Kahvesi (Oriental Cafe) and its interior (Shutterstock, rolleiflex). Peshtemals (loin clothes) and slippers (middle) and daggers decorated with colourful stones (Shutterstoc, Viacheslav Lopatin). 28 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Co-authored by Prof. Önder Küçükerman and Prof. Kenan Mortan, the book was published by İş Bankası Kültür Publishers in the Research Series in 2010. With a special focus on the Grand Bazaar’s context, the book sheds light on the financial history of Anatolia, the historical crossroads of the main trade routes of the Old World. The book explains how the Grand Bazaar had a sigificant place in the social and cultural life of Istanbul, the Ottoman capital. It also contextualises the Grand Bazaar within the larger picture of the Eastern Mediterranean and ancient civilizations. A 382-page work, the book also includes information on the history of the Grand Bazaar, the concerns of the present day artisans and tradesmen working there and many original documents, engravings, photographs, plans and drawings. Shutterstock, ihsan Gercelman KAPILAR, HANLAR, SOKAKLAR Günümüzde çoğunun işlevi kaybolmuş ise de Kapalıçarşı’nın sokakları ve hanlarının taşıdığı adlar adeta onun plânını da yansıtır. Adına bakıp, orada -vaktiyle- ne yapıldığını ne satıldığını hemen anlarsınız. Neyse ki şehirlerimizde sıkça yapılan ve hemşehrilerin referans noktalarını bir çırpıda yok ediveren ad değişiklikleri Kapalıçarşı’da yapılmıyor. Bu sayede şimdi sadece o adlara bakmak bile insana zevk veriyor. Bir göz atalım: Kapılar: Beyazıt, Çarşıkapı, Çuhacıhan, Kuyumcular, Mahmutpaşa, Nuruosmaniye, Örücüler, Sepetçihan, Takkeciler, Tavukpazarı ve Zenneciler. Hanlar: Ağa, Alipaşa, Astarcı, Balyacı, Bodrum, Cebeci, Çukur, Çuhacı, Hatipemin, İçcebeci, İmamali, Kalcılar, Kapılar, Kaşıkçı, Kebapçı, Kızlarağası, Mercan, Perdahçı, Rabia, Safran, Sarnıçlı, Sarraf, Sepetçi, Sorguçlu, Varakçı, Yağcı, Yolgeçen, Zincirli ve Evliya. Sokaklar: Acıçeşme, Ağa, Altuncular, Aminçiler, Araracıoğlu, Aynacılar, Basmacılar, Çuhacıhanı, Bitpazarı, Fesçiler, Ganiçelebi, Hacıhasan, Hacıhüsnü, Hacımemiş, Halıcılar, Hazırelbiseciler, İplikçiler, Kahvehane, Kalpakçılar, Karakol, Karamanlıoğlu, Kavaflar, Kazazlar, Keseciler, Kilitçiler, Kolancılar, Koltukçu, Kürkçüler, Lütfullahefendi, Mercançıkmazı, Muhafazacılar, Mühürdaremin, Ortakazazcılar, Örücülerhamamı, Parçacılar, Perdahçılar, Püskülcüler, Reisoğlu, Ressam, Sahaflarbedesteni, Sandal, Sandalbedesteni, Serpuççular, Sıraodalar, Sipahi, Tacirler, Takkeciler, Tavukpazarı, Terlikçiler, Terzibaşı, Terziler, Tuğcular, Varakçıhan, Yağlıkçılar, Yarımtaşhan, Yeşildirek, Yorgancılar, Yüncühasan ve Zenneciler. GATES, CARAVANSERAIS; STREETS Although most of them have lost their functions today, the names of the streets and caravanserais of the Grand Bazaar give us clues about its plan. You can understand the past functions of the places by looking at their names only. Thankfully, unlike our cities where citizens can easily lose their reference points due to frequent changes in the names of places and streets, the names of the streets in the Grand Bazaar are not changed. Even looking at those names gives you a taste of history. Let us have a look: (Shutterstock, Daniel Leppens). Doors: Beyazıt, Çarşıkap, Çuhacıhan, Kuyumcular (Jewellers), Mahmutpaşa, Nuruosmaniye, Örücüler (Knitters), Sepetçihan (Basket Han), Takkeciler (Milliners), Tavukpazarı (Chicken Bazaar) and Zenneciler. Hans: Ağa, Alipaşa, Astarcı, Balyacı, Bodrum, Cebeci, Çukur, Çuhacı, Hatipemin, İçcebeci, İmamali, Kalcılar, Kapılar, Kaşıkçı, Kebapçı, Kızlarağası, Mercan, Perdahçı, Rabia, Safran, Sarnıçlı, Sarraf, Sepetçi, Sorguçlu, Varakçı, Yağcı, Yolgeçen, Zincirli ve Evliya. Streets: Acıçeşme, Ağa, Altuncular, Aminçiler, Araracıoğlu, Aynacılar, Basmacılar, Çuhacıhanı, Bitpazarı, Fesçiler, Ganiçelebi, Hacıhasan, Hacıhüsnü, Hacımemiş, Halıcılar, Hazırelbiseciler, İplikçiler, Kahvehane, Kalpakçılar, Karakol, Karamanlıoğlu, Kavaflar, Kazazlar, Keseciler, Kilitçiler, Kolancılar, Koltukçu, Kürkçüler, Lütfullahefendi, Mercançıkmazı, Muhafazacılar, Mühürdaremin, Ortakazazcılar, Örücülerhamamı, Parçacılar, Perdahçılar, Püskülcüler, Reisoğlu, Ressam, Sahaflarbedesteni, Sandal, Sandalbedesteni, Serpuççular, Sıraodalar, Sipahi, Tacirler, Takkeciler, Tavukpazarı, Terlikçiler, Terzibaşı, Terziler, Tuğcular, Varakçıhan, Yağlıkçılar, Yarımtaşhan, Yeşildirek, Yorgancılar, Yüncühasan ve Zenneciler. tu Sandal Bedesteni’nden bile küçük olmasına rağmen Cevahir Bedesteni’nin üstlendiği önemli işlevlerden bazıları şöyle: Değerli mal borsacılığı, kiralık kasa, para değeri resmi kayıtlarının tutulduğu yer, senetli ödemeler ve mal takas merkezi! Günümüzdeki bedestenler artık işlevlerini yitirmiş durumda. Cevahir Bedesteni altın, gümüş ve değerli taşlardan yapılmış antika mücevher, antika saat ve halıları ile antika tutkunlarını kendine çekerken, bir yolu pamuk bir yolu ipekten dokunan ve Sandal denen bir kumaş satıldığı için Sandal Bedesteni adı verilen bedesten de bir hediyelik eşya satış yeri. Herşeye rağmen, bugün burada oluşan arz ve talep göstergeleriyle Türkiye’deki altın ve döviz fiyatları için “Kapalıçarşı” hâlâ önemli bir merkez! a dimension of 48m X 36m and 8 pillars and 15 domes, which makes it even smaller than the Sandal Bedesteni, the Cevahir Bedesteni had these functions: A stock exchange for valuable goods, safe deposit box, a place where official records were kept, a centre for bills and bartering! Today, the bedestens have lost their functions. Cevahir Bedesteni is place attracting enthusiasts of antique jewellery amde of gold, silver and precious stones and ancient clocks and carpets; the Sandal Bedesten, which used to sell a cotton fabric called ‘sandal’, is now a souvenir shop. Despite all, with its significant supply and deman indicators in the bazaar, the Grand Bazaar is still an important center for gold and foreign exchange prices! TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 29 mongolia ~ mogolistan CENNETE BİR ADIM DAHA YAKIN... Sadece doğa, safari ve fotoğraf tutkunlarını değil, dünya tarihini, insanlık tarihini ve özellikle biz Türklerin tarihini merak edenlere bir ders niteliğinde. Bu ülkeyi keşfetmek isteyenler kendilerini bozkırlara, steplere, uçsuz bucaksız doğaya teslim ettiğinde, cenneti aramaya gerek kalmıyor. ONE STEP CLOSER TO HEAVEN… It is almost like a live lecture not only for those who love nature, safaris and photography, but also for those who might be interested in the history of humanity and especially for those who would like to learn more about the past of Turkish people. Once people who would like to discover this land give themselves into the vast steppes and vast nature, they no longer have to look for heaven. 2 Günnur Özalp Günnur Özalp & Shutterstock Gobi Vadisi’nden bozkır ve çöl görüntüleri ile Orhun nehri. Views of the steppes and the desert from the Gobi Valley and the Orkhon River. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 31 KİMLİK KARTI Başkent: Ulanbatur Resmî Dil: Moğolca, Kiril alfabesi kullanılıyor. Okuma-Yazma Oranı: % 98 Yönetim biçimi: Parlamenter cumhuriyet Cumhurbaşkanı: Tsakhiagiin Elbegdorj Başbakan: Norovyn Altankhuyag Kuruluş: 26 Aralık 1911 (Bağımsızlık ilanı, Qing Hanedanı tarafından) Yüzölçümü: 1.564.115 km2 Nüfus: (2013 sayımı) 2.921.287 (%80’ni Halha Moğolları, %8’i diğer Moğollar, %5’i Kazaklar, kalanı Tuvalar gibi diğer Türk halkları, Ruslar ve Çinliler’den oluşur.) Din: Halkın büyük çoğunluğu Budist ancak Hristiyanlık, İslam ve Şamanizm de kabul görüyor. Türklerin çoğunluğu Müslüman. Para Birimi: Tögrög (MNT) Internet: .mn Telefon kodu: 976 IDENTITY CARD Capital: Ulan Bator Official Language: Mongolian, the Cyrillic Alphabet is used. Rate of Literacy: % 98 System of government: parliamentary republic President: Tsakhiagiin Elbegdorj Prime Minister: Norovyn Altankhuyag Foundation: 26 December 1911 (Declaration of Independence, by the Qing Dynasty) Area: 1.564.115 km2 Population: (2013 census) 2.921.287 (%80 is Halha Mongols, %8’ are other Mongols, %5 Kazakhs and other Turkic peoples like the Tuvas and the Russians and Chinese.) Religion: The majority of the population are Buddhists, but there are also Christians, Muslims and Shamans. Most of the Turks are Muslim. Currency: Tögrög (MNT) Internet: .mn Telephone Code: 976 Genç, dinamik büyükelçimiz Murat Karagöz’ün de yoğun çalışmaları sayesinde Moğolistan Cumhuriyeti bize olduğundan yakın gelmeye başladı. Türk Hava Yolları haftanın dört günü dolu dolu uçuyor. Sadece biz Türkleri değil, uluslararası gezginleri, turistleri de taşıyor uçaklar. Yükselen turizm değeri Moğolistan’ı ilk keşfedenler olmak isteyenler kendilerini Moğol bozkırlarına, steplerine, uçsuz bucaksız doğasına koyverirken cenneti aramaya gerek kalmıyor sanki. Güler yüzlü aydınlık insanları, eşsiz atları, besili sürüleri, tepelerden süzülen kartalları, şahinleri ile birlikte, “her Moğol’un ayrı bir yolu olan“ doğa yolculuğu ülkesi Moğolistan. Dünyanın en bakir ülkelerinden biri Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile komşu bu ülkenin çok geniş toprakları var. 1.566.000 km2 de yaşayan 3 milyon nüfusu ile, dünyanın en bakir ülkelerinden. Nerdeyse bir km2’ye 1.5 insan düşüyor. Başkent Ulanbatur (Ulaanbatoor) tüm ülke nüfusunun ¼’ini barındırmakta. Başkentin hemen birkaç km dışına çıkınca muhteşem bir doğa karşılıyor gezginleri. Moğolistan binlerce yıllık geçmişiyle insanlık tarihine de ışık tutuyor. Sadece doğa, safari ve fotoğraf tutkunlarını değil, dünya tarihini, insanlık tarihini ve özellikle biz Türklerin tarihinin başlangıcını merak edenlere bir giriş dersi niteliğinde. Doğudan batıya tüm tarihi gelişmeleri etkileyen kültürlerini ticaret, savaş ve fetihlerle çevresine, başta Çin olmak üzere tüm Asya’ya ve Avrupa’ya yayan, sivil ve askeri idareyi, şehirlerin kurulması, devletlerin oluşması, ekonominin canlı kalmasını sağlayan imparatorluklar kuranlar bu toprakların insanları olmuş. Atçılık, okçuluk ve güreşin anavatanı Moğolistan Türk boylarının yeşerdiği, dil ve kültürlerini oluşturduğu, devlet olmayı ve yönetmeyi öğrendikleri ilk anakucağı toprakları olmuştur. Doğudan batıya 2400 km, kuzeyden güneye 1255 km uzanan yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle ülke stepler, bozkırlar, sıradağlarla çevrili. Nehirler, göller yanında, ülkenin yüzde 30’unu kaplayan ve dünyanın 2. büyük çölü olan Gobi, milyonlarca yıl önce bir denizken suların çekilmesiyle kumlu ve taşlı topraklarının içinde ilk canlıları, dinazorları barındırıyor. Dünyanın en büyük Dinazor mezarlığı Gobi’de. 250 milyon yıl öncesinden çeşitli dinazor ve yumurtalarını görebilmek ve hatta dokunabilmek mümkün. Yine milyonlarca yıldan bugüne kalan buzullar birdenbire karşınıza çıkabilir, kartallar ve ibeks (yabani keçiler) tüm haşmetiyle sizi tepelerden seyredebilir. Moğolistan’dan bahsederken, belki özellikle Batılı ülkelerin okul kitaplarında pek de konu edilmeyen ama biz Türkler için tarihimizin önemli bir başlangıç noktası Orhun Yazıtları olarak bilinen Göktürk Kitabelerinden söz etmesek olmaz ve hele ki bir Moğolistan gezisinde, her ne olursa olsun, Orhun Nehri, Karakurum ve Göktürk ve Tonyukuk Yazıtları’nı görmeden ayrılmak olmaz. Atalarımıza ziyaret Türklerin tarihinde Orhun Nehri civarı çok önemli yer tutar. Türk boylarına evsahipliği yapmış, Türk kültürü- Başkent Ulanbatur’dan görüntüler Tooykrub/ Shutterstock.com Images from the capital Ulan Bator Tooykrub/ Shutterstock.com 32 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Moğolistan’ın yeni yapılan millet meclisi binası (en üstte), Günnur Özalp Büyükelçi Murat Karagöz’e TÜRSAB Yayınları’ndan çıkan İstanbul Kitabını takdim ediyor (solda). The recently built parliament building of Mongolia (above), Günnur Özalp presents the Istanbul Book published by TÜRSAB to Ambassador Murat Karagöz (left). Moğolistan halkından çeşitli görüntüler (solda) ve “Ger” adını verdikleri çadırlardan biri ile arkasında uzanan Gobi Çölü (altta). Images from Mongolian people (left) and one of the Mongolian tents called ‘Ger’ and the Gobi Desert behind (below). Thanks to our young and dynamic ambassador Murat Karagöz’s endeavors, the Republic of Mongolia is now closer to us. Turkish Airlines has fully booked flights to the country four days a week. These flights carry not only Turkish tourists, but also international travellers and tourists. Mongolia is a rising value in tourism and all those people who embrace the Mongolian steppes and moors and vast nature to be the first to experience the country feel they no longer have to look for the Heaven. Mongolia with its smiling and bright people, its well-fed herds, matchless horses, its hawks and eagles gliding over hills is a country where ‘each Mogul has a separate path’ in a journey of nature. One of the most pristine lands of the world Neighbouring the Russian Federation and the People’s Republic of China, the country has vast lands. It is one of the most pristine lands of the world with a population of 3 million and it covers an area of 1.566.000 km2. It is a sparsely populated land, with 1.5 persons for each km2. One-fourth of the country’s population lives in the capital city Ulan Bator. Just a few kilometers away from the capital, the travellers are greeted by a magnificent landscape. With its history of thousands of years, Mongolia sheds light on the history of humanity. It is almost like an introductory course not only for those who love nature, safaris and photography, but also for those who might be interested in the history of humanity and especially for those who would like to learn more about the past of Turkish people. The people of this land have disseminated their culture to other lands like China, Asia and Europe through trade, war and conquests. They have built cities, states and empires and kept the economy alive. Mongolia is the homeland of horsemanship, archery and wrestling, and it is also the and where the Turkic tribes have flourished and developed their language, culture and learnt about state government. In other words, it has been the first homeland for the Turkish people. Spanning 2400 km from East to West and 1255 km from North to South, the land is rich in underground and surface resources and is covered with moors, steppes and mountain ranges. Other then the rivers, lakes, 30 percent of the Mongolian land is covered with the Gobi Desert, the second largest desert in the world. The desert was formed after the receding of sea water millions of years ago. The sandy and rocky land shelters the remains of the first living creatures and dinosaurs. The world’s largest dinosaur cemetery is in Gobi. You can see various dinosaurs and their eggs dating back to 250 million years ago. Again, you can come across glaciers of millions of years old. Eagles and wild goats can watch you from hills with all their glamour. Talking about Mongolia, one should also mention the Göktürk Inscriptions, also known as the Orkhon Inscriptions. The Western coursebooks on history have no mention of these inscriptions, but they mark the beginning of the history of the Turkish nation. A visit to Mongolia should certainly include visits to the Orkhon River, Karakorum, Göktürk and Tonyukuk Inscriptions. Visit to our ancestors The Orkhon River and its surroundings hold a very crucial place in the history of Turkish people. The area has been a home for Turkic tribes, and it has been the cradle for the birth of Turkish culture. The most noteworthy historical legacy of the Turkish culture and civilization lie in these lands. The Mongolian and Turkish flags will direct you to the archeological site. Looking at the inscriptions, we almost hear the name ‘Turk’ calling to us from these first Turkish texts dating back to 1300 years. We feel we are really visiting our ancestors. Although my dear friend Yıldırım Büktel, with whom we were friends at the Galatasaray High School and during our civil service, feels himself as a ‘world citizen’, in his ‘Mongolia Diary’ he writes: ‘…coming across with the words of our 1300-yearold ancestors is like seeing them in real life. These stones talk to you and tell you stories… It is as if I am in the very presence of our ancestors… ‘When the blue Heaven above and the brown Earth below were created,/ Between the two the child of Man was created, / Above the children of Man were seated my ancestor and my Father,/ Bumin Qaghan and Istemi Qaghan, / Enthroned, they managed and directed the state and law of the Türk people…’ Sentences come one after another… History comes to life… Monuments are discovered The Orkhon Inscriptions belonging to the 8th century Göktürk Empire were TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 33 Cengiz Han anıtı ve detay, Bilge Tonyukuk anıtları (en üstte). Karakurum anıtı ile Orhun anıtlarının levhası (ortada). UNESCO Dünya Mirası listesinde de yer alan Orhun nehri (üstte) ve Göktürk kazılarında bulunmuş ilk Türk sembollerinden Geyik heykeli (sağda). The Genghis Khan monument and detail, Bilge Tonyukuk monuments (above). The plate of the Karakorum and Orkhon monuments (middle). The Orkhon River which is part of UNESCO’s World Heritage list (above) and one of the ancient Turkish symbols, the deer statue found at the Göktürk excavations (right). 34 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 nün doğumuna beşik olmuştur. Doğudan batıya, kuzeyden güneye ilerleyen Türk kültür ve medeniyetinin önemli tarihi mirası burada bulunmaktadır. Bozkırın orta yerinde birdenbire karşınıza çıkan Moğol ve Türk bayrakları sit alanını göstermektedir. Türk adının, Türk ulusunun isminin geçtiği ilk Türkçe metinlerin inci gibi işlenmiş yazıtlarda 1300 yıl öncesinden bizlere seslenmesini duyar gibi oluruz. Atalarımızı ziyarete geldiğimizi hissederiz. Galatasaray Lisesi ve Mülkiye’den can dostum Yıldırım Büktel kendini bir “dünya vatandaşı“ gibi hissetse de “Moğolistan Günlüğü“ kitabında şöyle diyor: ”...1300 yıl önce yaşamış discovered by Russian Archeologists. The text on the inscriptions were deciphered in 1893 by the Danish Vilhelm Thomsen and the Russian Turcologist Vasili Radlof and disclosed to the world of science at the Danish Royal Academy. The inscriptions were written on behalf Kultigin and Bilge Qaghan between 732 and 734. There are other inscriptions, statues, water canals and a road of 4.5 km around the inscriptions. It is thought that these gigantic steles in the form of mausoleums were part of a temple in the old ages. Other than supporting the ongoing excavation, restoration and museum projects so as to own our history, the Republic of Turkey has also built an asphalt road 50 km away from Genghis Khan’s capital Karakorum. Similarly, the Tonyukuk Inscriptions were erected in the name of the Wise Tonyukuk, the head vizier of these great qaghans and the site where these inscriptions are erected has been restored by the Republic of Turkey for visitors. Not many nations in the world can boast with such great monumental works. All of these monuments have been in existence with great pride in the land where they were first erected. As Yıldırım Büktel tells us in his book mentioned above: ‘…I understand how close these lands are to me despite the distance of thousands of kilometers and a separation of a thousand years. Mongolia is the only country where I feel as the grandchild of those ancestors of mine who came to Anatolia at full gallop to make it a land for themselves…’ I myself felt that I could well live with great comfort and happiness in this beautiful, heavenly land, Mongolia… Sources: http://ulanbator.be.mfa.gov.tr, Moğolistan Günlüğü, Yıldırım Büktel, E Yayınları, 1. Baskı, 2012, Mongolia, A Traveller’s Handbook, Battulga Tumurdash, Look Mongolia Ltd., 3.Basım, 2009, http//wikipedia.org atalarımızın sözleri ile karşılaşmak, onları karşımızda hissetmek gibi. Konuşan ve anlatan taşlar bunlar… Kendimi onların huzuruna çıkmış gibi hissediyorum... Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş...” Cümleler alt alta sıralanıyor… Tarih canlanıyor... Anıtlar keşfediliyor 8. yüzyıl Göktürk İmparatorluğu’na ait Orhun Anıtları 1889 yılında Rus arkeologlar tarafından bulunmuştu. Üzerindeki yazılar ise 1893‘de Danimarkalı Vilhelm Thomsen ile Rus Türkolog Vasili Radlof tarafından deşifre edilmiş ve Danimarka Kraliyet Akademisi’nde bilim dünyasına açıklanmıştı. Anıtlar 732-734 yıllarında Kultigin ve Bilge Kağan adına yazılmış. Çevrelerinde başka yazıtlar, heykeller, su kanalları, 4.5 km’lik bir yol bulunuyor. Anıt mezar niteliğinde bu devasa stellerin, geçmiş çağlarda bir tapınak içinde olduğu varsayılıyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihimize sahip çıkarak, kazı, restorasyon ve müze çalışmalarına katkıda bulunmanın ötesinde, 50 km uzaklıktaki Cengiz Han’ın başkenti Karakurum’a bağlanan bir asfalt yol yapmış. Aynı biçimde bu yüce kağanların baş veziri bilge Tonyukuk’un kendi adına diktirerek, Türk tarihine ölümsüz hikayesini bıraktığı Tonyukuk Anıtları da Türkiye Cumhuriyeti katkılarıyla düzenlenmiş bir sit alanında misafirlerini bekliyor. Yeryüzünde çok az ulusa nasip olan bu anıtsal eserler, gururla, doğdukları topraklarda yüzyıllardır var olmaya devam ediyor. Yıldırım Büktel’in aynı adlı kitabında dile getirdiği gibi “...Aradaki binlerce kilometrelik ve 1000 yıllık ayrılığa, daha doğrusu kopukluğa rağmen bu toprakların bize ne kadar yakın olduğunu anlıyorum. Anadolu’yu kendilerine vatan yapmak için dört nala uzak Asya’dan gelenlerin torunu olduğumu her yerde hissedebileceğimden daha fazla hissettiğim ülke Moğolistan ..” Benim de kendimi at üzerinde rahat, mutlu hissettiğim, sanki kalsam yaşamıma zorlanmadan devam edebileceğim hissi uyandırdı bu güzel cennet ülke, Moğolistan... Kaynakça: http://ulanbator.be.mfa.gov.tr, Moğolistan Günlüğü, Yıldırım Büktel, E Yayınları, 1. Baskı, 2012, Mongolia, A Traveller’s Handbook, Battulga Tumurdash, Look Mongolia Ltd., 3.Basım, 2009, http//wikipedia.org Bir Moğol Ger’i (solda), Nadam şenliklerinde geleneksel Moğol güreşi (sol altta) ve Ger’de yaşayan ailelerin süt ürünü (altta). Kısrak, inek, koyun, keçi ve deveden elde edilen bu sütün kaymağı ekmek üzerinde yeniyor, sütü çayla içiliyor, bir kısmı yoğurt oluyor, bir kısmı da tulum içinde ekşitilerek peynir veya ayrak (kımız) yapılıyor. A Mongolian Ger (left), traditional Mongolian wrestling at the Nadam festivities (left below) and dairy products of families living in Ger (below). The milk is produced from mares, cows, sheep, goats and camels. The cream of the milk is consumed with bread, tea and part of its used for yoghurt. The milk is also used to produce tulum cheese and ayrak (kumiss). Şaman inancına göre Gök tanrıya ulaşmak için oluşturulan ve Ovoo (ovo) adı verilen bir adak yeri (solda). Yüksek tepelerde ya da yol kenarlarındaki bu adak yerlerinin çevresinde yerleşim yapılmıyor. Tarihi MÖ 5000’li yıllara giden ve dünyanın en eski inancı olarak da yorumlanan Şamanizm, Moğolistan da hala yaşatılıyor. Budistler de, Müslümanlar da, Hristiyanlar da adak yerlerine büyük saygı gösteriyor. Şamanlar bu adak yerlerinin etrafında 3 kez saat yönünde dönüyor, 3 taş atıyor ve dilekte bulunuyorlar. An offering area called Ovoo (ovo). According the Shamanic belief, these places were used to reach the Sky god (left). There are no human settlements around these offering areas which are generally built on high hills of next to roads. With a history dating back to 5000 BC, shamanism is one of the oldest beliefs of the world and it is still practised in Mongolia. Buddhists, Muslims and Christians have great respect for these offering areas. Shamans circumambulate these areas three times clockwise, throw three stones and make wishes. Geleneksel Moğol müziği icra eden topluluk (solda) ve kutsal kaplumbağa (üstte). A group making traditional Mongolian music (left) and a sacred turtle (above). TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 35 SARAYI ve MÜZESİ içinden tünel geçen, bahçesinde aslan ehlileştirilen, hayvan heykelleri şehirde gezintiye çıkan, hem avrupai, hem doğulu, denizle kucak kucağa, boğaziçi’nin anadolu yakasındaki tek osmanlı sarayı... BEYLERBEYİ PALACE AND MUSEUM The only Ottoman palace where you have tunnels inside, domesticated lions in its gardens, whose animal statues travel around the city, which is both European and Eastern, which embraces the sea and which is the only palace of the Bosphorus on the Asian side... Rasim Konyar & Shutterstock 38 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Once the moving waters of the Bosphorus reach Beylerbeyi, they will surely soak the narrow jetty and the two ornamental pavilions of the palace that looks like a younger sister of the Dolmabahçe Palace. The reason for the 150-year-old Beylerbeyi Palace being so intimate with the sea is the love of sea of the Ottoman Sultan Abdülaziz who sported European tastes. Looked from the sea, you cannot see the backside of the palace. But if you would be looking at the palace from a bird’s eye view from the Bosphorus Bridge above the palace, you can have a glimpse of the gardens, pool and pavilions in the back. However, some of those buildings that served to Abdülaziz’s interest in nature, hunting and wild animals have, unfortunately, not survived to the present day. Like the Lion House (Aslanhane) where the domesticated lions are said to have frightened the guests, the Chicken House (Tavukluk) and the Deer House (Geyiklik). Let us have a Boğaz’ın hareketli suları Beylerbeyi’ne gelince, Dolmabahçe Sarayı’nın küçük kardeşi gibi duran o sarayın daracık rıhtımını ve onun iki ucundaki biblo gibi küçük seyir köşklerini iyice bir ıslatmadan geçmez. 150 yaşındaki Beylerbeyi Sarayı’nın denizle bu kadar içli dışlı olmasının nedeni ise Avrupai padişah Sultan Abdülaziz’in deniz tutkusu. Denizden bakıldığında sarayın arkası görülemez. Ama sarayın tepesindeki Boğaziçi Köprüsü’nden aşağıya, kuş gözüyle bakılırsa arkadaki bahçeler, havuz ve köşkler görülebilir. Ancak, Abdülaziz’in doğa, av ve vahşi hayvan tutkusuna da ev sahipliği yapan o yapıların bazıları maalesef artık ortada yok. Ehlileştirilmiş aslanlarının misafirleri korkuttuğu söylenen Aslanhane, Tavukluk, Geyiklik gibi. Günümüzde müze olarak look at the Beylerbeyi Palace which is now a museum and which is managed by the Turkish Grand National Assembly (National Palaces)... Sultan Abdülaziz II had commissioned a new palace to be built which would function both as a summer residence and as a place to entertain visiting heads of state. This new palace was built where an older palace was burnt in a fire. The construction for the present Beylerbeyi Palace began in 1863. The construction was completed in two years, and it was opened in the spring pf 1865. The building of the palace costed 386 thousand Ottoman liras; together with the decoration materials the total cost increased up to 500 thousand Ottoman liras. The palace was designed by Agop Balyan and it was built by the Court Master Builder Serkis Balyan. The construction officials Mehmet Efendi, Mahmut Efendi and Rıfat Efendi were responsible for the financial and administrative tasks. Hacı Mıgırdıç Kalfa, Yuvan Kalfa and Senekerim Kalfa worked during the construction. Stylistic Features The Baroque and Rococo styles became popular in the Ottoman architecture in the 18th century and during the 19th century these stylistic trends were integrated TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 39 SARAY KAPILARI Deniz köşkleri arasında bahçe cephesi boyunca uzanan, tekrarlanan pencere ve nişleri ritm oluşturan duvarı, iki görkemli kapıyla bölünmüş. Kanatları ajurlu ve demir döküm kapının iki yanında sekizli gruplar halinde, bitkisel süslemeli, Oryantalist tarzda sütunlar yükseliyor. Ajurlu demir kanatların üst kısmında, iki yanda sütunların taşıdığı tablalar arasında konsol dizisi sıralanıyor. Kornişin üzerindeki alan padişahın tuğrası için. Burada iki yanı vazo şeklinde tepeciklerle sonlandırılan okluk, balta gibi savaş aletleri ve çeşitli askeri motifler de yer alıyor ki bunların gruplanarak bir arada sunulması bir Türk Ampiri özelliği... kullanılan ve TBMM Genel Sekreterliği (Milli Saraylar) tarafından yönetilen Beylerbeyi Sarayı’na birlikte göz atalım... Sultan Abdülaziz, II. Mahmut’un yaptırdığı, 1851’de yanan ahşap bir sarayın yerine, hem yazlık hem de yabancı hükümdarların ağırlanacağı bir saray yapılmasını emretmiş. 1863’de bugünkü Beylerbeyi Sarayı’nın inşaatına başlanmış. İki yılda bitirilen saray, 1865 baharında kullanıma açılmış. İnşaat 385 bin Osmanlı Lirası tutarken, dekorasyon harcamaları ile birlikte maliyet 500 bin Osmanlı Lirası’nı bulmuş. Tasarımı Agop Balyan’a ait sarayın inşaatını, Saray Başkalfası Serkis Balyan üstlenirken, mâlî ve idarî işlerden Binâ Eminleri Mehmet Efendi, Mahmut Efendi ve Rıfat Efendi sorumluymuş. Hacı Mıgırdıç Kalfa, Yuvan Kalfa, Senekerim Kalfalar da inşaatta görev almışlar. PALACE GATES The wall between the Sea Pavilions extends along the garden. The wall with repeating and rhythmic windows is divided by two grand gates. There are coloumns with floral and orientalist decorations grouped in eight on both sides of the ajour and iron cast wings of the doors. On the upper part of the ajour iron wings, there is a series of cantilevers between the plates carried by the columns. The are above the cornice is for the sultan’s signature. The archery is bordered with two vase-shaped knobs on both sides and there are some military motifs and war tools like the axe, which form the basis of a Turkish ampiric style... 40 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Üslûp özellikleri 18. yy’da Osmanlı mimarisine giren Barok ve Rokoko üslubu, 19. yy başında yerini Ampir ve Neo-Klasik’e bırakmakla birlikte, tamamen terk edilmediğinden, Neo-Gotik ve Oryantalist özellikler de içeren Eklektisizm yaygınlaşmaya başlamış. Osmanlı’da Abdülmecit Dönemi’yle başlayan eklektik üslûp, dış cephesinde görülen Rönesans, Barok, Ampir, Neo-Klasik ve Oryantalist ögelerle Beylerbeyi Sarayı için de geçerli. 2.500 m2lik bir alan üzerindeki kompleks, saray ve ona bağlı yapılardan oluşuyor. Bu yapılar, teraslar halinde yamaçlara tırmanan arka bahçelerde yer alıyor. Dikdörtgen bir zemine oturtulan ana bina, yüksek bir bodrum kat üzerinde iki katlı ve kâgir inşa edilmiş. Cephede, Rönesans saraylarını andıran yuvarlak kemerli dikdörtgen pencereler ile köşeler arasında tek ve çift sütunlar yer alıyor. with Ampiric and Neo-Classical features. Since all these architectural features were somehow fused, a kind of eclecticism comprising of Neo-Gothic and Orientalist features became prominent. The eclectic style, which became popular during the reign of Abdülmecit in the Ottoman Era, can also be traced in the Beylerbeyi Palace with its Renaissance, Baroque, Ampiric, NeoClassical and Orientalist elements. The palace complex is situated on and area of 2.500 m2 and there are many adjacent buildings. These adjacent buildings are situated on backyards on terraced slopes. The main building in masonry structure is built on an elevated basement floor with a rectangular shape. Reminiscent of the Renaissance style, there are rectangular windows with round arches and vaults and single or Çift sütunlardan ilki kemeri taşırken ikincilerin üzerinde daha geniş yuvarlak kemerler yükseliyor. Çatısı bütün cepheleri dolaşan bir korkuluk ile gizlenen sarayın zemin katı ile üst katı da cephedeki etkili bir silme ile birbirinden ayrılıyor. Cephelerdeki anıtsal ve dengeli görünüm, sütunların bir podyum üzerinde yükselmesi, Korint sütun başlıkları, pilastrlar, üçlü gruplamalar, bezeme ve kabartmaların geometrik formlar içinde bloklanması, yuvarlak biçimlerin ve içi boş panoların kullanılması, gülbezek, zafer simgesi palmiye ve zeytin dalları, simetri ve az süsleme Ampir ve Neo-Klasik yapılara özgü. Duvara gömülü sütunlar, yuvarlak kemerlerden sarkan topuz formları, aslan heykelli görkemli merdivenler ve işlevsel olmayan süsleme amaçlı konsollar, girintili çıkıntılı silmeler, dalgalanmalar, öne doğru taşkınlık, korkuluklar, oval havuzun etrafında bronz ve mermer heykeller, ağaç ve bitki düzenlemeleri, yapının su kenarında olması ise Barok mimariye özgü özellikler. (Kaynak: Lebriz.com) double columns between corners. The first of the double columns carry the first vault, whereas the second columns carry wider and rounded arches. The roof of the palace is hidden by a parapet surrounding all the façades. The basement floor and the upper floor is separated with a pronounced fillet again on the façade. The monumental and balanced look of the façades, the columns situated on a podium, the Corinthian capitals, pilasters, triple groupings, the geometric blocking of the decorations and reliefs, the use of round shapes and empty panels, rosettes, palm and olive branches as symbols of victory, the symmetry and modest decoration are all unique to the Ampiric and Neo-Classical styles. Columns embedded in walls, the rounded bullet forms hanging down the arches, grand staircases with lion statues and non-functional decorative cantilevers, indented fillets, wavy forms, the stooped appearance, railings, the bronze and marble statues around the oval pool, tree and plant decorations and the structure’s being adjacent to a body of water are all characteristics of a Baroque architectural style (Source: Lebriz.com). Sarayın içi İç mekânda Rokoko ve Barok bezemelerin yanı sıra İslam ve Türk sanatı kaynaklı süslemeler de önemli yer tutuyor. Mukarnaslı ve boyalı sütun başlıkları, kemer yüzeyleri ile duvarlarda ve tavanlardaki kalem işleri dikkat çekici. Sarayın eyvanlı, merkezî sofalı Türk evi tipi plânı üç bölümden oluşuyor: Bu bölümler; padişah ve yöneticilerin çalışma alanı olan Mabeyn-i Hümâyûn, alt katlarında görevlilerin durduğu ve yabancı konukların misa- Interior of the Palace Other than the Rococo and Baroque decorations inside, Islamic and Turkish decorations are also foregrounded. The stalactite-shaped and painted capitals, vault surfaces and the hand-drawn ceiling decorations are noteworthy. The palace has a Turkish house plan with iwans and and a central sofa. The three main sections of the palace are: Mabeyn-i Hümâyûn which is the workplace of the sultan and the high officials, Hünkar Dairesi with two floors where officials and foreign guests TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 41 fir edildiği, üst katı padişahın özel yaşam alanı olan Hünkâr Dairesi ve Valide Sultan Dairesi. Ondan sonra gelip, denize paralel ve ana yapıdan ayrılan Harem Dairesi ise günümüze ulaşamamış. İç zeminleri sıcağa ve rutubete karşı Mısır’dan getirilen hasırlarla kaplanan sarayda 6 salon, 24 oda, 1 hamam ve 1 banyo var. Mabeyn-i Hümâyûn ve Valide Sultan Dairesi’ni alt katta Havuzlu Salon birbirinden ayırıyor. Abdülaziz bu salondaki tüm mobilya, duvar ve tavan süslemelerini denizcilik üzerine yaptırmış. Sultan, tavan ve duvarlardaki çerçeve ve kartuşlara kalem işi süslemelerle deniz ve gemi temaları işletmiş, hatta kalemkârlar Abraham ve Mason’a fikir vermesi için kendisi de desenler çizmiş. Talik yazılar Hattat Abdülfettah Efendi’ye ait. Mavi Salon’daki som gümüş 60 kg.’lık saati taşıyan masayı 14. Louis’in saray marangozu Charles Boulle yapmış. Salonlarda değerli vazolar, saatler, porselenler sergilenirken yerler de Hereke, Tebriz, Goblen taban halılarıyla döşeli. Eh, adı üzerinde burası da zaten bir “saray”! Ek yapılar Beylerbeyi Sarayı’nın günümüze ulaşamayan ek yapıları var; Paşa, Ağalar ve Kızlarağası Daireleri, Eczane, Mızıka, Kuşhane, Gazhane, Aslanhane ve Geyiklik gibi. Bugün olmayan Paşa Dairesi, padişah ve Mabeyn-i Hümâyûn korumalarının karargâhı olup, başında bir paşa bulunduğu için böyle anılırmış. Yapı, 1887 yangınından sonra barınak, 1897 Türk- Yunan savaşından sonra da askerler için hastane olarak kullanılmış. Deniz Köşkleri ile birlikte bugüne gelebilen diğerleri ise Sarı Köşk, Tünel, Mermer Köşk ve Has Ahır. Harem’den tarihi Tünel’e açılan kapıdan buraya bir güzergâh olduğu da kayıtlarda var. Hem saray ile bahçeler arasında bağlantı sağlayan hem de 1970’lere kadar Paşalimanı Caddesi’ni de içinden geçirerek işlevini sürdürmesini sağlayan Tünel ise sonradan Galeri olarak kullanılmıştı. HEYKELLERİN MACERASI Abdülaziz 1867’de gittiği Paris Evrensel Sergisi’ndeki iki boğa heykelini çok beğenip, onların heykeltraşı Jules İsidore Bonheur’e boğalar dahil 24 heykel siparişi vermiş. Atlar, boğalar, geyikler ve aslanlar hızla dökülüp yollanmış ve Beylerbeyi Sarayı’na yerleşmişler. 20. yy’da Enver Paşa, onların bir kısmını Bilezikçi Çiftliği’ne taşıtmış. Bazıları Feneryolu’ndaki Ahmet Muhtar Paşa, bir kısmı da Moda’daki Dimitri Veldemi köşküne nakledilmiş. Moda’daki köşk kamulaştırılınca heykeller de açık arttırma ile satışa çıkarılmış. Uzun yıllar Elmadağ Divan Oteli’nin önünde yer alan Geyik Heykeli Vehbi Koç, At Heykeli de Sabancı ailesi tarafından satın alınmış. At, bugün Sakıp Sabancı Müzesi’nin yeraldığı Atlı Köşk’ün üst girişinde duruyor. Heykel grubunun içinde yer alan Kaktüsün Üzerinden Atlayan Aslan Heykeli ise 1950’lere kadar Taksim Gezi Parkı’nda kaldıktan sonra, bugün Saraçhane’deki İstanbul Belediye’sinin önünde boy gösteriyor. Tokuşan Boğa Heykeli ise 1940’larda Harbiye Spor ve Sergi Sarayı’nın önüne, 1950’lerde Hilton Oteli’nin önüne, 1960’larda ise Divan Oteli’nin tam karşısında yer alan kavşağa yerleştirilmiş, böylece otelin önünde yer alan Geyik Heykeli ile Boğa heykeli 60 yıl sonra yine biraraya gelmişler. Ancak bu birliktelik uzun sürmemiş, bu yıl 150’inci yaşını kutlayan Tokuşan Boğa Heykeli 1987 yılında Kadıköy Altıyol’a taşınmış. Tokuşan Boğanın kardeşi Böğüren Boğa ise 150 yıldır Beylerbeyi Sarayı büyük havuz başında duruyor. Bu bilgileri “Kadıköy’ün Boğası Kime Ait?” makalesinden aldığımız Cengiz Özdemir, saraylardaki diğer heykellerin de halkın arasına karışmasından yana olduğunu belirtip, “halkın malı olan heykeller, üzerine çıkıp fotoğraf çektirenlerle yaşar, ancak böyle kamusal görev edinebilirler” diyor. 42 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 THE ADVENTURE OF SCULPTURES During his visit to the Exposition Universelle in Paris in 1867, the Ottoman Sultan Abdülaziz liked the two bull sculptures at the exposition and he commissioned Isıdore Bonheur, the sculpture of the bulls, 24 sculptures, including the bulls. The horses, bulls, deers and lions were speedily cast and sent to the Beylerbeyi Palace. In the 20th Century Enver Paşa placed some of these sculptures to the Bilezikçi Farm. Some others were transported to the Ahmet Muhtar Paşa Mansion in Feneryolu and to the Dimitri Veldemi Mansion in Moda. When the mansion in Moda was expropriated, the sculptures were put on the auction. The deer sculpture, which stayed in front of the Elmadağ Divan Hotel for many long years, was bought by Vehbi Koç, and the horse sculpture was sold to the Sabancı family. The horse is still at the higher entrance of the present Sakıp Sabancı Museum. Another piece from the group, the sculpture of the Lion Leaping Over a Cactus, stood in the Taksim Gezi Park until the 1950s and today it could be seen in front of the Municipal Building in İstanbul Saraçhane. The Knocking Bull sculpture stood in front of the Harbiye Sports and Exhibition Hall until the 1940s. In the 1950s it was in front of the Hilton Hotel and in the 1960s it was placed at the junction in front of the Divan Hotel. Hence, the deer sculpture and the bull sculpture came together after 60 years. However, this unity did not last long. The Knocking Bull sculpture, which is now 150 years old, was placed in Kadıköy Altıyol in 1987. The Boaring Bull, sister of the Knocking Bull, has been staying next to the pool at Beylerbeyi Palace for 150 years. Cengiz Özdemir in his article ‘Whose is the owner of the Bull in Kadıköy?’ states that the other sculptures from the palace should also be made public. He argues that ‘these sculptures belong to people, and they can only live with people touching them and taking photos with them. This is the only way for them to be public.’ are accommodated below and where the sultan’s private living space is located above and the Valide Sultan Hall. The Harem Hall (Women’s Quarters) which used to be an adjacent building parallel to the sea has not survived. The palaces interior floors are covered with straw mats brought from Egypt so that it would be protected against heat and humidity. There are 6 halls, 24 rooms, a hamam and a bathroom in the palace. The Hall with Pool (Havuzlu Salon) on the first floor separates the Mabeyn-i Hümâyûn and Valide Sultan Hall. Abdülaziz commissioned all pieces of furniture, wall and ceiling decorations to be about maritime affairs. The Sultan has ordered hand-drawn sea and ship themes for decorating the walls and the cartridges. He has even drawn some patterns himself to inspire the drawing masters Abraham and Mason. The talik inscriptions belong to the Calligrapher Abdülfettah Efendi. The table in the Blue Hall, on which the 60 kg sterling silver clock stands was made by Charles Boulle, DENİZ KÖŞKLERİ Biri Mabeyn diğeri Valide Sultan’a ait olmak üzere, rıhtımda neredeyse denizle iç içe yapılan Serkis Balyan tasarımı, içi çeşitli hayvan figürlerinden oluşan resimlerle bezeli köşkler sarayın en ilginç ekleri. Afife Batur, bu olguyu Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Yayını (1994) İstanbul Ansiklopedisi’nde şöyle anlatıyor: “...Denize doğru uzanan bir salon ile bahçe tarafında arkadlı bir girişi olan, yanlarda küçük servis hacimleri bulunan çok sade plânlı fakat fantezi doludurlar. Salonun deniz tarafındaki köşeleri pahlanmış ve üstü sekizgen tabanlı ve çadır biçimli bir eğrisel örtüyle örtülmüştür. Ahşap kaburgalı örtü etek kısmında sivri kaş kemerler oluşturarak alt yapıya bağlanır. Her kemerin altında bir daire biçimi bir de dikdörtgen pencere vardır. Her pencere çifti atnalı kemer şeklinde profilli silmelerle çevrilmiştir”. Batur, bu tasarımının oryantalizmin İstanbul’daki en çarpıcı ve tipik uygulamalarından biri olduğunu vurguluyor. Sekizgen çatı örtüsü de olan bu rıhtım köşkleri şimdi Müze satış dükkanları olarak kullanılmakta. the court carpenter of Louis XIV. The valuable vases, clocks, porcelains in the halls are exhibited and the floors are covered with Hereke, Tabriz and gobelin carpets. All these befit a building like this, which is a ‘palace’! Outbuildings There are some outbuildings of the Beylerbeyi Palace which have not survived to the present day: like the Pasha Ağalar and Kızlarağası Halls, the Pharmacy, Mızıka, Kuşhane (Bird House), Gazhane (Gas House), Aslanhane (Lion House) and Geyiklik (Deer House). The Pasha Hall, which has not survived, used to be the headquarters of the sultan and the Mabeyn-i Hümâyûn guards. It was called as the Pasha Hall, because it was managed by a Pasha. After the great fire in 1887 the building was used as a shelter and following the 1897 Turkish-Greek War, it was used as a military hospital. Along with the Sea Pavilions, the Green Mansion, Tummer, Marble Mansion and the Main Stable are among other outbuildings which have survived. Some historical records talk about a passageway from the Harem (women’s quarters)to the Tunnel. The Tunnel, which used to connect the palace and the gardens and which used to go through the Paşalimanı Street until the 1970s, was later used as a gallery. Beylerbeyi Sarayı salonlarından görüntüler. Images from the Beylerbeyi Palace halls. SEA PAVILIONS One is for the Mabeyn and the other is for the Sultana… Nested with the sea on the dock, these sea pavilions designed by Serkis Balyan and decorated with different animal figures are the most interesting outbuildings of the palace. This is what Afife Batur, in the Istanbul Encyclopedia (1994), published by the Ministry of Culture and Histıry Foundation, writes about these pavilions: ‘... including a hall reaching out into the sea and with an arcade in the back on the garden side, these pavilions are very simple, yet full of fantasy. Corners of the hall on the sea side are bevelled and shrouded with octagonal and tent-like cover. The wooden-ribbed cover is connected to the base structure with pointed arched vaults. There are two windows, one round and the other rectangular, below each vault. Each window is surrounded with profiled fillets in the form of arches.’ Batur highlights that this design is the most striking and typical examples of orientalism in Istanbul. These pavilions with octagonal roof covers serve as museum shops. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 43 NOT DEFTERİ notebook NAZAR BONCUĞU... dünü, bugünü.. İster çantanıza atıverin, ister duvarınıza asın! Yeter ki nazar değmesin! Kötülüklerden uzak olmayı istemek insani bir içgüdü. Bilimsel olmasa da türlü simgelerden medet umulması ise çok eskilere dayanıyor. İşte onlardan biri de Nazar ya da Göz Boncuğu. • Oluşumundan bu yana, insanlık, olası kötülüklerden içgüdüsel korunma ihtiyacını farklı biçimler ve araçlarla gidermeye çalışmış. Nazar boncuğu da o araçlardan biri. Çoğu zaman takı, bazen de dekor ögesi kimliğine bürünen nazar boncuğu, binlerce yıllık Anadolu cam sanatlarının yaşayan en popüler ürünlerinden. Kolayca iliştirilebilmesi için genellikle içinde silindirik bir boşluk ya da dış çeperinde bir delik bırakılan nazar boncuğunun temel deseni ise koyu mavi zemin üzerinde, göz akı, iris ve gözbebeğini simgeleyen beyaz, sarı ve mavi 3 yuvarlaktan ibaret. • Göz figürü hemen her kültürde, kıskançlık, haset gibi olumsuz duygulardan doğan yıkıcı enerjilerin yarattığı korkuyu simgelerken, aynı zamanda o kötülükleri savan bir tılsım kabul edilmiş. Bilinen en eskileri, Mezopotamya’daki 5 bin yıllık Sümer kil tabletlerinde görülüyor. Mısır hiyeroglifleriyle duvar resimlerinde de göz baskın bir figür. Taşıyanını, gözden çıkan şeytani enerjileri geri yansıtarak koruduğuna inanılan “göz”, eski kültür ve dinlerin diğer pek çoğunda da yer alıyor. Bu mistik figüre, Musevi, Hristiyan ve İslam kültürlerinin yanı sıra, Budizm ve Hinduizm’de de rastlanıyor. • Nazar; “bakış”, Nazar değmesi ise bakışla zarar vermek demek. İlk Türk 44 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 THE EVIL EYE BEAD... ITS PAST AND PRESENT... You may drop it into your bag or hang it on the wall! As long as you will not be affected by the evil eye, it doesn’t matter! Trying to keep away from evil is a human instinct. Although it doesn’t have a scientific basis, looking to certain symbols for help dates back to very old times. One of those symbols is the Evil Eye Bead. Shutterstock & Rasim Konyar • Since the dawn of civilization human beings have tried to satisfy their instinctual need for protection from possible evils in different ways and by different tools. The evil eye bead is one of these tools. The evil eye, which might sometimes come up as a piece of ornament and sometimes as a decorative component, is one of the most popular products of the Anatolian arts of glassware dating back to thousands of years. The Evil Eye Bead has a cylindirical hole in it or on its side for easy pinning and the main pattern of the bead usually comprises of a dark blue base below three round layers of white, yellow and blue representing the white of the eye, the iris and the pupil. • In almost every culture the eye figure stands for the kind of fear triggered by destructive energies stemming from negative feelings like jealousy and envy; but it has also been seen as a talisman fending off those evil forces. The oldest examples are seen on five thousand years old Sumerian clay tablets in Mesopotamia. The eye is also a dominant figure in Egyptian hieroglyphics and wall paintings. The ‘eye’ figure, which is thought to be protecting its bearer by reflecting back the satanic energies is part of many topluluklarında nazar boncuğuna “boncuk” anlamında munçuk, moncuk, monşak, monçak, monçok, muyınçak gibi adlar verilmiş. En kolay nazar değdiren gözlerin ise açık mavi olduğuna inanılmış. Boncuklar neden koyu mavi? Açık mavi gözlerin kötü nazarını en iyi onun etkisiz hale getirdiğine inanıldığından! İnsanlar, kötülüklerden korumak istedikleri her şeye nazar boncuğu iliştiriyor. Anadolu’da istiflenen ve kurutulan ürünler için nazar boncuklu çuvallar dokunuyor, heybelere, kilimlere, örtülere dokuma sırasında nazar boncuğu da serpiştiriliyor. • Nazar boncuğu bugün İzmir’e bağlı Görece ve Kurudere köylerinde ve Bodrum’da tek tük kalan, bu işe gönül vermiş ustalar tarafından, kadim Arap ustaların eski cam üfleme tekniğiyle yapılıyor. Atölyelerde koyu mavinin eritildiği 1600 derecelik büyük bir fırın ile beyaz, açık mavi ve siyahın bulunduğu 1400 derecelik daha küçük bir fırın olmak üzere iki fırın bulunuyor. Yüksek ısı verdiği, az kül bıraktığı, cama parlaklık ve şeffaflık kazandırdığı için çam odunuyla ancient cultures and religions. One can come across this mystic figure in Judaic, Christian and Islamic cultures and also in Budism and Hinduism. • The Turkish word for ‘evil eye’ is ‘nazar’, which stands for ‘glance’ and if you are affected by the evil eye, you find yourself harmed by that glance. The first Turkic communities named the evil eye bead as munçuk, moncuk, monşak, monçak, monçok and muyınçak, which all mean ‘bead’. It has been believed that light blue eyes are the ‘evilest’ eyes. And why are the beads dark blue? Because it is believed that the dark blue is the best colour that fends off the evil force! People attach an evil eye pendant to everything that they want to protect from evil. In Anatolia people weave sacks with evil eye pendants for packed and dried products and sacks, rugs and covers are simply sprinkled with evil eye beads during the weaving process. • Nowadays the evil eye pendants are made in Görece and Kurudere villages in İzmir and Bodrum by masters who have set their hearts to the manufacturing of evil eye pendants. These masters use the ancient Arabian masters’ glassblowing technique. In the workshops there are two furnaces, one big furnace for melting the dark blue glass and operating at 1600 degrees Celsius and a smaller one for light blue and black and operating at 1400 degrees. The masters place waste glass pieces and special colouring chemicals in the furnace. Pine wood is used for firing the furnace, because it creates a high temperature, leaves less ash and gives the glass a glossy and transparent look. • The dark blue colour is produced by melting a mixture of copper powder, bran and table salt; the green is produced by adding the glass mixture some tin, zinc and lead. Opal produces the white colour. And noone discloses the secret for yellow! • The names of the tools used are also loyal to tradition! The stick around which the main glass body is wrapped is called ‘asabe’, the needle used to place the eyes on the bead is called ‘merdan’ and the flat iron that gives shape to the molten glass is called ‘metleke’. Workers in the workshops use steel bars called ‘fonga’. The molten glass is wrapped around the fongas and swiftly placed on to the previous colourful glass. An average of 1500 to 2000 beads can be produced during each shift. The glass cools and hardens in seconds only. The hang of this procedure is to let the molten glass layers of different colours blend with one another. 21. YÜZYILDA DA İNANILIYOR! yakılan fırına, atık camlar ve özel olarak hazırlanan renklendirici kimyasallar yerleştiriliyor. • Koyu mavi renk; bakır tozu, kepek ve sofra tuzunun camla karıştırılıp eritilmesiyle, yeşil; kalay, çinko, kurşun ve cam karışımına bakır tozu eklenerek elde ediliyor. Cama opal karıştırılarak beyaza ulaşılıyor. Sarının sırrını ise kimse açıklamıyor! • Kullanılan araçların adları da geleneğe sadık! Ana parçayı oluşturan camın sarıldığı çubuğa asabe, boncuğa gözleri konduran şişe merdan, erimiş cama biçim verilen yassı demire de metleke deniyor. Atölyede çalışanlar, fonga denilen çelik çubuklar kullanıyorlar. Erimiş cam, fongaların ucuna sarılarak alınıyor ve hızla bir önceki renkli camın üzerine konuluyor. Her vardiyada ortalama 1500-2000 cam nazarlık yapılabiliyor. Camın soğuyup katılaşması ise saniyeler içinde oluyor. Buradaki püf nokta, farklı renklerdeki erimiş camın, en yüksek ısıda üst üste konularak birbirine geçmesinin sağlanması. Görece Boncuk imalatçısının bahçesi (en üstte) ve boncuk ocağı (üst ortada). The garden of a bead producer in Görece (above) and the bead furnace (top center). Hem dünyada hem Türkiye’de nazar boncuğu hiç de “snobe” edilmiyor! Her ülkede, hemen herkes nazara inanıyor. İşte bir iki örnek: • Nazar boncuğu, Türk Hava Yolları’nın Fly Air serisi uçaklarının kuyruklarına kocaman bir grafik tasarım olarak eklenmiş. • Cevat, Avni ve Faruk Yerli kardeşlerin Almanya’da kurduğu dünya çapındaki video oyunları şirketi Crytek, “CryEngine 3” adlı oyununa logo olarak nazar boncuğunu seçmiş. • 2013 FIFA U-20 Dünya Kupası etkinliklerinde de nazar boncuğunun logo olarak kullanıldığı dikkat çekmişti... (http://www.fifa.com/marketinghighlights/turkey2013/ the-brand/) PEOPLE STILL BELIEVE IT IN THE 21ST CENTURY! Interestingly enough, the evil eye beads are not ‘scorned’ in the world and in Turkey. Almost everyone in all countries believe in the evil eye. Here are a couple of examples: • You can see the evil eye on the tails of the aircraft of the Fly Air series of Turkish Airlines as a huge graphic image. • The global video games company Crytek, established by Avni and Faruk Yerli brothers in Germany, has chosen the evil eye bead as a logo for the ‘CryEngine 3’ game. • The evil eye bead has been used as a logo during the 2013 FIFA U-20 World Cup events… (http://www.fifa.com/marketinghighlights/turkey2013/the-brand/) TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 45 ANADOLU LEZZETLERİ KK LI ÜLTÜR BA tastes of anatolia Ü Rasim Konyar & Shutterstock PALAMUT Aslen Karadenizliyim ama Antik Çağlar’dan beri adım İstanbul’la birlikte anılır, Haliç’i Altın Boynuz yapan benim, Boğaz’ın kralıyım, ben büyüdükçe adım Vanoz, Gaco, Çingene, Kestane, Torik, Sivri, Altıparmak, Zindandelen ya da Peçuta olur! Bilin bakalım ben kimim? TUNNY FISH I actually come from the Blak Sea region, but since the Antiquity I am associated with Istanbul. It’s me who has made Haliç the Golden Horn it is today, I am the king of the Bosphorus, I am given different names as I grow in size: Vanoz, Gaco, Gypsy, Chestnut, Torik, Sivri, Altıparmak, Zindandelen or Peçuta! Guess who I am? Anadolu mutfağında balık kültürümüzün olmadığına dair yaygın ve yanlış bir kanı var. Oysa Antik Çağlar’dan, Osmanlı ve kozmopolit İstanbul mutfağına kadar atalarımızın başta palamut ve lüfer olmak üzere yılanbalığı dahil pek çok balığı yediği gibi ondan çorba, dolma, pilav, turşu yaptığı, seyyar havyarcıların etrafta gezdiği kayıtlarda mevcut. Sadece Karadeniz’in hamsisi bile başlı başına bir kültür. Zincirin halkalarını kopartmayalım, hele Karadeniz şu güzelim “Pelamys Sarda” yani palamutları yollarken... There is a widespread and wrong belief that the Anatolian cuisine does not include fish. On the other hand the records reveal that our ancestors since the Antiquity consumed many fish like tunny fish, bluefish and eel and they used fish in different dishes like soup, stuffed vegetables, rice and pickle and there were peddlers selling caviar. The anchovy of the Black Sea has a culture of its own. Let us not break the chains, especially when the Black Sea sends us the beautiful ‘Pelamys Sarda’, the tunny fish… Palamutun seyahati “Karadeniz’de havaların bozulmasıyla, beslenmek için derin ve karanlık sulara inemeyen balıklar güz başında Boğaz’a doğru yola çıkar. Önce palamutlar gelir, Marmara’yı geçmeleri 1 ay alır. Sonra torikler yola çıkar. Torikler Boğaz’a girdiği sırada onların kıyımından kurtulmuş olan uskumrular da Boğaz girişinde beklerler. Onlar, palamut ve torikler İstanbul’u terk ettikten sonra Boğaz’a girerler ve bahara kadar Marmara sularında yaşarlar. İlkbaharda Sicilya taraflarında doğan torikler gelişmek için Karadeniz’e yönelmeye başlayınca uskumrular önden Karadeniz’e doğru hareket ederler. Bu böyle devam eder gider.” The Journey of the Tunny Fish ‘As the weather gets colder in the Black Sea, the fish that cannot go into deeper and dark waters go on a journey at the beginning of autumn. First come the tunny fish; it takes them a month to cross the sea of Marmara. Then the bonitos come into the Bosphorus and the mackarel which saved themselves from the salughter of the bonitos wait at the entrance of the Bosphorus. The mackerel enters. The Bosphorus once the tunny fish and the bonitos leave Istanbul, and they live in the Sea of Marmara till spring. The bonitos are born in spring near Sicily and they head towards the Black Sea to grow. When they go on this journey, the mackerel takes the first turn to go to the Black Sea. This cycle goes on.’ Karekin Efendi’nin Efsanevi Kitabı Yukarıda özetlediğimiz trafik bilgisinin kaynağı İstanbul Balıkhanesi Mü- The Legendary Book of Karekin Efendi The source of the information on the traffic of fish is from the Istanbul Fishery 46 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 dürü “Türkiye’de Balık ve Balıkçılık”ın yazarı Karekin Efendi Deveciyan. 1915’te Osmanlıca, 1926’da da Fransızca basılan kitabında, kendi yaptığı deniz ve tatlısu balıkları, kabuklular, yumuşakçalar ve av aletlerini temsil eden 207 çizim ile 103 tablo ve İstanbul civarındaki dalyan ve voli yerlerini gösteren harita da var. Hatta edebiyata bile esin kaynağı olmuş. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanının kahramanı Mümtaz, sahaflarda bulduğu Karekin Efendi’nin kitabına dalınca çektiği aşk acısını bile unutmuş. Kitap Erol Üyepazarcı’nın çevirisiyle 2013’de Aras Yayınları tarafından yeniden basılmıştı. Balık seven herkese hatırlatılır! TRABZON USULÜ PALAMUT EKŞİLİSİ Palamutu İstanbul mutfağına gönderen Karadeniz’den, Trabzon’lu bir ev hanımının tarifi. Tuğrul Şavkay’ın “Halk Mutfağımız” kitabından aldık: MALZEME: •1,5 kg temizlenmiş, bir parmak kalınlığında dilimlenmiş palamut, 500 gr (4 orta boy) soğan, 500 gr. (6 orta boy) domates, 3 adet acı sivri biber, 2 limon, 2 bağ ince kıyılmış maydanoz, 1 çorba kaşığı domates salçası, 3 çorba kaşığı tereyağı, tuz. YAPILIŞI: • Soğanların kabuklarını soyup, ortadan ikiye kesin. İnce ince dilimleyerek piyaz doğrayın. • Domateslerin dördünü rendeleyin, kalanını 1/2 cm’lik dilimler halinde kesin. • Sivribiberleri uzunlamasına ikiye kesip, tohumlarını temizleyin. • Limonlardan birinin suyunu sıkın. Diğerinin kabuğunu beyaz kısmını da alarak soyup, yuvarlak dilimler halinde kesin. • Fırınınızı 180 C’ye getirip, ısıtın. • Bir kaba soğan, rendelenmiş domates, ince kıyılmış maydanoz, salça ve tuzu koyup, iyice karıştırın. • Balık dilimlerini bir tepsiye dizin. Üzerlerine hazırladığınız karışımı boşaltın. Domates ve limon dilimlerini sıralayıp, biber yarımlarını yerleştirin. Limon suyunu, 1 su bardağı sıcak su ile karıştırıp, üzerine gezdirin. Tereyağını küçük parçalar halinde tepsiye dağıtın. • Tepsiyi sıcak fırına sürün. Yaklaşık 45-50 dakika pişirin. Fırından alıp, sıcak olarak servis yapın. Manager and the author of ‘Fish and Fishery in Turkey’ Karekin Efendi Deveciyan. The book, published in Ottoman in 1915 and in French in 1926, includes 207 drawings and 103 charts about sea fish and fresh water fish, crustaceans, molluscs and hunting tools. The book also lists the fisheries and fishponds in Istanbul on a map. The book has even inspired some literary works. The main character of Mümtaz in Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel ‘A Mind at Peace’ comes across Karekin Efendi’s book in an antique bookshop, and he ecen forgets his love pain when perusing the book. The book was reprinted with Erol Üyepazarcı’s translation in 2013 by Aras Publishers. This information for fish lovers! SOUR TUNNY FISH COOKED IN TRABZON STYLE Here is a recipe from a housewife from Trabzon, the Black Sea which sent the tunny fish to the Istanbul cuisine. The recipe is from Tuğrul Şavkay’s book ‘Our Cuisine’: INGREDIENTS: •1,5 kg cleaned slices of tunny fish of a finger’s thickness, 500 gr (4 middle sized) onion, 500 gr. (6 middle sized) tomato, 3 bitter green pepper, 2 lemons, 2 bundles of chopped parley, 1 table spoon tomato paste, 3 table spoons of butter, salt. DIRECTIONS: • Peel the onions and cut them into halves. Cut them into thin slices. • Grate four of the tomatoes and cut the remaining ones into slices of 1/2 cm. • Cut the green peppers longways and clean the seeds. • Squueze one of the lemons. Peel the white crust of the other lemon and cut them into round slices. • Heat up your oven to 180 C. • Mix the onion, ground tomatoes, chopped parsley, tomato paste and salt in a cup and mix them well. • Lay the fish slices on a tray. Pour the mixture over the tray. Add the tomato, lemon slices and pepper on the tray as well. Mix the lemon juice with hot water and sprinkle it over the tray. Add small pieces of butter as well. • Insert the tray into the oven. Cook it for 45 to 50 minutes. Take it from the oven and serve it hot. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 47 Zamana Karşı Savunma Yöntemleri: TUZLAMA, TÜTSÜ ve MEZELERİN ŞAHI LAKERDA Bazı balıklar dondurulmuş, tuzlanmış, tütsülenmiş olarak saklanmaya da elverişli oluyor. Palamut ailesi de onlardan biri. Doğu Roma Dönemi’nde Haliç balık işleme tesislerinde tuzlanarak iyi fiyatla Avrupa’ya satılırmış. Eski İstanbul’da buna “Karnıyarık” denirmiş. Balığın karnı ortadaki kılçığa kadar yarılıp yıkanır, fıçı veya sepetlerde bol bol tuzlanır, böylece ömrü bir yıl kadar uzatılırmış. Karadenizli Torik, İstanbul mezelerinin şahı Lakerda için de biçilmiş kaftan. Karekin Efendi’nin kitabındaki lakerda tarifi (s. 56-57) özetle şöyle: Dilimlenmiş balığın tuzlanması (lakerda): Lezzet ve değer bakımından en iyi lakerdalar iri toriklerden yapılanlardır. Büyük boydaki taze toriklerin kafa ve kuyrukları kesildikten sonra vücutları beş parçaya bölünüp, deniz suyu dolu bir fıçının içine atılır. Orada iyice yıkanıp kan ve omuriliğinden temizlenir, sonra parçalar sudan çıkarılır, bir bir tuzlanır ve fıçılara veya kaplara yerleştirilir. Daha sonra üstü yuvarlak bir kapakla kapatılır, onun üstüne de küçük bir taş konulur. Bir hafta sonra lakerda tüketilmeye hazırdır. Lakerda lezzetini en fazla iki ay korur, daha fazla süre geçerse çok tuzlu olduğundan ağız tadını bilenler için hiç çekiciliği kalmaz. Lakerda yapımında balıkların çok taze ve poyraz eserken yakalanmış olmasına dikkat etmek gerekir. Eğer bayat ya da lodos eserken yakalanmış balıktan lakerda yapılırsa gevşek, pörsük olur, ne lezzeti vardır ne de iyi lakerdanın fiyatına satılabilir. Püf noktalar: Karekin Efendi zamanında deniz elbette tertemizdi, şimdi öyle mi? Son yıkama işini su berraklaşana kadar temiz su ile yapalım, temiz bezle kurulayalım. Bıçak çok keskin olsun ki et hırpalanmasın, doğal tuz kullanıp miktarına da dikkat edelim. İki günde bir biriken suyu boşaltalım. Geriye, lakerdaların derisini soyup, kılçıklarını ayıklamak, 1 cm kadar kalınlıkta dilimleyip kırmızı soğanla birlikte tabağa dizmek kalıyor ki en zevkli faslı da bu herhalde. Tütünbalığı ya da Palamut Tütsüsü Karekin Efendi, bir diğer saklama yöntemi tütsülemeyi anlatmış ama nedense ateş ya da isten sözetmiyor: Hazırlama yöntemi çok basittir ve bir tütsüleme cihazına gereksinimi yoktur. Palamutun karnı yarılır, büyük kılçığı çıkarılır ve hayvan çok tuzlu bir salamurada on iki saat bırakılır; daha sonra çıkarılır ve hava akımı olan bir yerde bir hafta süre ile kurutulur. İşte size Tütünbalığı denilen tütsülenmiş palamut. Palamutlar Nerede? Eylül sayımızda balık türlerinin azalışına değinmiştik. İşte olumlu bir proje: “Palamutlar Nerede?” (palamutlarnerede.org) Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın Metro Toptancı Market tarafından desteklenen, 9 Akdeniz ve Karadeniz ülkesini de kapsayan bu projesiyle 4.500 palamutun göç yolları, sırtlarındaki çipli markalarla 3 yıl boyunca izleniyor. Amaç küresel ısınmadan nasıl etkilendiklerini görmek. Bir taraftan da Karadeniz başta olmak üzere kaybolan palamut yemeklerinin tariflerini topluyorlar. Biz de bu vesile ile yasal sınır her ne kadar 25 cm ise de herkese boyu 38 cm’den az olan palamutların satın alınmaması, palamut çaparileri için de tüyü makbuldür diye martı katliamına da göz yumulmaması gerektiğini hatırlatalım... 48 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Defense Methods Against Time: Salting, Smoking and the the King of Appetizers: Lakerda Some fish are more suitable for freezing, salting and smoking. The tunny fish family is one of them. During the Eastern Roman Empire, fish used to be salted in the fisheries and sold to Europe for good prices. In the old Istanbul this was called ‘Karnıyarık’ (eggplants with minced meat). The belly of the fish was ripped along the fishbone and later being wahshed, it was salted in barrels or baskets. In this way, the fish’s shelf life was extended for a year. The bonito from the Black Sea and lakerda (salted bonito) were musts among Istanbul appetizers. This is the lakerda recipe in Karekin Efendi’s book (pg. 56-57): Salting the sliced fish (lakerda): The best lakerdas in terms of taste and value are the ones made of bonitos. After the heads and tails of large and fresh bonitos are cut, their bodies are sliced into five and are thrown into a barrel filled with sea water. The fish is washed thoroughly in the barrel and cleaned of blood and spinal marrow and the slices are then salted and placed in barrels or cups. The lakerdas keep their freshness for two months at most; kept for longer than this the saltiness will be too excessive for gourmets. Bonitos fish should be caught in a north-eastern wind, and they should be very fresh before cooking. If the fish are stale and if they have been caught in a northwestern wind they will be tasteless and shrivelled, still, the could be sold at a good price. Important points: During the times of Karekin Efendi, the sea was of course very clean. But now this is not the case. We should wash it very well until the water is crystal clear and then we should dry it with a clean piece of cloth. The blade of the knife should be very sharp, so that the meat will not be harmed. You should also use natural salts. You should change the accumulated water in every two days. Later you should clean the bonitos by scaling the skin and clearing the fish bones and cut then into slices of 1 cm. Lastly, lay them on a plat with red onions and this is the most enjoyable part. Smoked fish or smoked bonito Karekin Efendi has also talked about smoking the fish, but somehow he does not mention any fire or smoke: The preparation is very simple, and you don’t need a smoking device. The tunny fish is sliced along its belly; the fishbone is extracted and it is left in a salty water for twelve hours. It is then taken out and dried in open air for one week. This is how you prepare a smoked tunny fish. Where are the tunny fish? In our September issue, we had discussed how the fish species were getting scarce. Here is a positive project: ‘Where are the Tunny Fish?’ (palamutlarnerede.org?). The project is supported by the Foundation of Turkish Maritime Research and Metro Wholesale Market and it includes 9 Mediterranean and Black Sea countries. As part of the project, 4500 tunny fish are monitored for three years during their migration with chips placed on their backs. The project aims at understanding how the tunny fish are affected by global warming. The project owners are also collecting recipes of tunny fish from the Black Sea region. With this opportunity on hand let us remind you that although the legal limit is 25 cm, you should not buy tunny fish smaller than 38 cm and we should not tolerate the massacre of sea gulls for their feathers and tunny trotlines… ŞEYLERİN TARİHİ history of things Çocukluğumuzun ilk ciddi oyuncağı, okul yaşamlarının sadık yol arkadaşı, günümüzün hem statü sembolü hem de giderek önemi azalan küskünü... 50 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Yakın geçmişte kalemsiz sokağa çıkılmazken, şimdi masa başında bile ona gittikçe daha az ihtiyaç duyuyoruz. Öte yandan, kimi pahalı ve koleksiyon değeri olan kalemler yazı yazmaktan çok bir yatırım aracı ve statü sembolü olarak muamele görmeye başlayalı çok oldu. “Kalem”, Türkçe’ye Arapça kamıştan yapılmış yazı aracı; “kalam”dan girmiş. Aynı sözcük, Arami ve Süryanice’de kalama, eski Yunanca’da kálamos imiş. Türk Dil Kurumu’na göre “kalem” sözcüğünün 6 anlamı var: Yazma, çizme vb. işlerde kullanılan çeşitli biçimlerdeki araç, resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü yer, yontma işlerinde kullanılan ucu sivri veya keskin araç, çeşit, tür, yazı yazma ve yazar. Hakkını biraz olsun ödeyebilmek için kalemi kalemimize dolayalım, tarihçesini biraz kurcalayalım şimdi... PEN It is the first toy of our childhood, the fellow mate of our school years, the status symbol of the modern day and the offended friend who is now almost forgotten… İnsanoğlu çizgiyi keşfediyor MÖ 4000’ler: Bronz veya kemik parçalarıyla nemli kil yüzeyleri kazıdığında insanoğlu çizgiyi keşfediyor. MÖ 3000’ler: Mısır’da kamış fırça ve kalemlerle papirüs üzerine hiyeroglif yazılıyor. Sümerler, ucu sivriltilmiş çubuklarla resimli yazıyı ve çivi yazısını keşfediyor. Akadlar, Elamlar ve Hititler bunu 3000 yıl kadar kullanıyor. MÖ 1300’ler: Roma’da ince balmumu levhalara metal ve ucu sivriltilmiş Until very recently people would not go out without carrying a pencil, but now we almost don’t need it even when working at our desks. On the other hand, some expensive and collectible pens have long been treated as a symbol of status and investment rather than tools for writing. The word ‘kalem’ (pen) in Turkish comes from the Arabic word ‘kalam’, which stands for a writing tool made of reed. The Aramaic and Syriac languages had the same word, kalamk’ and the Greeks called it kálamos. According to the Turkish Language Association, the word ‘kalem’ has 6 meanings: tool of different shapes used for writing, drawing etc.; the secretariat at official institutions, pointed tools for carving; style, form, writing and writer. Let us have look at the history of pen by using our pen again… Human beings discover the line 4000s BC: Human beings discover the line by carving humid clay surfaces with bronze and bone pieces. 3000s BC: Hieroglyphic writing is produced on papyrus by reed brushes and pens. The Sumerians develop the cuneiform script that they write with pointed rods. The Akkadians, the Elams and Hittites used this script for 3000 years. 1300s BC: The Romans used thin wax sheets and metal tipped rods to write. Once they no longer need it, they could erase the writing with the flat part of the pen. In Asia, people used bronze tipped rods for this. 1st and 2nd Centuries AD: Following the 1st Century AD, the Siberian Turks use graphite pieces, called ‘karataş’ (black stone), to write their texts (the famous brand Carand’Ache takes its name TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 51 from this word). The quill tradition was born in Spain in Sevilla and it was used as a writing device between the years 600s and 1800s. kalemlerle kazılarak yazı yazılıyor. İşi bittiğinde yazıyı kalemin düz kenarıyla siliyorlar. Asya’da bu iş için ucu sivriltilmiş bronz kullanılıyor. MS 1. ve 2. yy: 1. yy’dan itibaren Sibirya Türkleri, “karataş” adını verdikleri grafit parçalarını kalem yerine kullanıyor (ünlü Carand’Ache markası da adını bu sözcükten almış). İlk kez İspanya, Sevil’de keşfedilen tüy kalem geleneği, 600’den 1800’lü yıllara kadar yazı aracı olarak kullanılıyor. En makbul kaz ve kuğu tüyü Avrupalılar, parşömene tüy kalemle yazmanın, yazı stilini de değiştirdiğini farkediyor. Önce herşey büyük harflerle yazılırken küçük harfler sonra gelişiyor. Kaz ve kuğu tüyü en makbulü. 1795: Fransız kimyager Nicholas Jacques Conte, grafit tozuyla kili karıştırarak kurşun kalem yapıyor. 1800-1850: 1803’de metal kalem ucunun patenti alınıyor. 1850’de tüy kalemler terk edilirken çelik uçlara iridyum, rodyum ve osmium eklenerek kalite artırılıyor. ABD’li marangoz William Monroe, kurşun kalemin etrafını silindirik bir tahta ile kaplayacak bir makine icat ediyor. Joseph Dixon, bunu silindirleri kesip içine uç koyduktan sonra tekrar yapıştıracak bir makineye dönüştürüyor. Eberhard Faber, 1861’de NewYork’da ilk kurşun kalem fabrikasını kuruyor. 1879’da Eagel şirketi de ilk mekanik kurşun (versatil) kalemin patentini alıyor. Dolma kalemin icadı 1884: Sigortacı Lewis Edson Waterman, ilk dolma kalemi icat ediyor. 1888-1916: 1888 yılında John J. Loud hayvan derilerini işaretlemeye yarayan tükenmez kalem benzeri bir ürünün patentini almış, ancak ürün ticari olarak uygulamaya sokulmamıştı. 1916’da Van Vechten Riesberg tarafından patenti alınan ilk tükenmez kalemler görülüyor. 1940’lar: Jozef Lazlo ve Georg Biro, tükenmez kalemin modern versiyonunu keşfediyorlar. 1943’de ilk ticari modeller üretilirken İngiliz hükümeti Lazlo’nun patentini satın alıyor. Satışlar, II. Dünya Savaşı sırasında rekor düzeye ulaşıyor. 1945 Ekim: Tükenmezler “su altında yazan ilk kalem” sloganı ile ABD pazarına sunuluyor. 29 Ekim 1945’de, New York’daki Gimbel’s mağazasındaki sunum sırasında 10.000 tükenmez kalem satılıyor! 1953: İlk ucuz ve “BIC” markalı tükenmez kalemler, icadettiği üretim çözümü sayesinde Fransız Baron Bich ile ortaya çıkıyor. O sırada çeşitli boya kalemleri, pastel kalemler de boy göstermeye başlıyor. 52 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 Goose and swan fether are the most favourite The Europeans became aware of the fact that writing with a quill on a parchment changed their writing style as well. Initially everything was written in capital letters, later small caps were developed. Goose and swan feathers were the most favourite ones: 1795: The French chemist Nicholas Jacques Conte mixed graphite powder and clay and produced the first pencil. 1800-1850: The patent for metal tips for pens was taken in 1803. In the 1850s, quill pens were no longer used and the steel tips were strengthened with iridium, rhodium and osmium. The American carpenter William Monroe invents a device that produced the cylindric wooden piece surrounding pencils. Joseph Dixon turns this device into a more developed version which could merge the wooden part and the lead part of the pencil. Eberhard Faber founded the first pencil factory in NewYork in 1879. The Eagel company took the patent for the first mechanic (versatile) pencil in 1879. Invention of the Fountain Pen 1884: The insurer Lewis Edson Waterman invents the first fountain pen. 1888-1916: John J. Loud received a patent for a ballpoint-like pen used for marking animal skin in 1888, but the product was not commercialized. The first patent for ballpoint pens was taken by Van Vechten Riesberg in 1916. 1940’s: Jozef Lazlo and Georg Biro invent a modern version of the ballpoint pen. The first commercial models were produced in 1943, and the British government bought the rights for the patented pen from Lazlo. Sales reached a record level during World War II. 1945 October: The ballpoint pens are launched in the US market with the slogan ‘the first pen to write underwater’. On 29 November 1960’lar: Mimari proje çiziminde kullanılan çelik uçlu “rapidograf” gibi özel uzmanlık kalemleri yaygınlaşıyor. Japonya’da Tokyo Stationary Co., keçe uçlu kalemleri keşfediyor. Bunların başarısı, üreticileri fosforlu işaretleme kalemleri gibi yeni tiplere yöneltiyor. 1980 ve 1990’lar: Bilye uçlu kalemler ortaya çıkıyor. Geleneksel tükenmez kalemde kullanılan mürekkep daha yoğun ve katı iken, ucunda hareketli bir topun bulunduğu bu kalemlerde kullanılan sıvı mürekkeple çok daha ince yazı yazılabiliyor. 1990’larda tutuşu kolaylaştıran kauçuk kaplı kalemler görülüyor. 2000’ler: Ergonomik ve yenilikçi tasarımlar dün- yayı kaplıyor. İşaret parmağına geniş bir yüzük gibi takılan, daha çocuklukta orta parmakta nasır oluşmasını engelleyen tükenmez kalemlerden, yaldızlı, kokulu, fırçalılarına kadar kalemin pek çok çeşidi dünyayı kaplıyor. 1945, 10.000 ballpoint pens were sold at the New York Gimbel’s store during the presentation! 1953: The first inexpensive ballpoint pens were manufactured by the French Baron Bich. Crayons and pastel pencils are manufactured during the same period. 1960s: Special expertise pens like the ‘rapidograph’ with steel tips used in architectural drawings get more popular. The Tokyo Stationery Co. in Japan manufactures the felt tipped pens. The success of these pens encourage producers to manufacture phosphorescent marking pens. 1980s and 1990s: Ballpoint pens with thinner inks are manufactured. The ballpoint pens could be used for a thinner writing. In the 1990s, easy-to-hold rubber covered pens started to dominate the market. All arount the world there are numerous ballpoint models which can be worn on the index finger like a ring, which prevent a callus formation during childhood, ballpoints with fragrances, glitter and brushes. KALEM TUTKUSU ve KOLEKSİYONU Günümüzde dolma kalem kategorisinde, dünyaca tanınan öyle kalemler var ki adeta birer efsane! Sanatla tasarlanıp, titizlik ve mükemmeliyetle mücevher gibi sınırlı sayıda üretiliyorlar. Altın ve değerli taşlarla süslü, at kılıyla örülen, reçineden, boynuzdan, lavlardan yapılan var. Bu yüzden çok pahalılar, onlara kolayca sahip olunamıyor. Öte yandan daha kolay satın alınabilen, hatta tutku yaratıp, sahibini eski yeni tüm modelleri toplamaya iterek bağımlılık yaratanları da çok. Onlar için özel yayınlar çıkarılıyor, özel mağazalar açılıyor, müzayedeler düzenleniyor. Gerçek kalem tutkunları ise sadece kalem değil, mürekkep ve kağıt ile de yakından ilgileniyor. Örneğin 1933’den beri bu alanda üretim yapan İtalyan Campo Marzio, şimdi bütün dünyada şubeler açıyor. Kalem tutkunları, koleksiyonlarını, kendi el yazıları ile yaptıkları denemeleri internet’te de paylaşıyorlar. Türkiye’den “Bana Sıkça Yaz”; “Write to Me Often” (banasikcayaz. com), Erguvan Kalem (erguvankalem.blogspot.com.tr) de onlardan. PASSION FOR PENS AND PEN COLLECTIONS We have some very famous fountain pens which have legendary reputations all around the world! They are designed with artistic taste and manufactured in limited numbers wih the care and diligence of a jeweller’s. They are decorated wih gold and precious stones, wrought with horsehair and made of resin, horns and lavas. Therefore, they are exceedingly expensive and usually not affordable. There are also some pens that are affordable and appeal to those who are passionate about pens. They are usually bought for collections. There are special publications for these pens; they are exhibited at special stores and auctions. Real pen devotees are interested not only in pens, but also in inks and paper. The Italian Campo Marzio, manufacturing since 1933, for example, opens stores and branches all around the world. Enthusiasts share their collections and their handwriting on the Internet. “Bana Sıkça Yaz”; “Write to Me Often” (banasikcayaz.com) and Erguvan Kalem (erguvankalem.blogspot.com.tr) are two of such blogs from Turkey. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 53 GRUBUN YENİ YILDIZI DEDEMANBOSTANCI İstanbul’da açılan 252 odalı otel, Dedeman grubunun 16. tesisi oldu. Dedeman Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rıfat Dedeman, Dedeman Turizm Yönetimi A.Ş. Genel Müdürü Emrullah Akçakaya, Murat Dedeman, Banu Dedeman ve Dedeman Bostancı Genel Müdürü Nadir Kadakal’ın ev sahipliğini yaptığı ve 500’e yakın davetlinin katıldığı Dedeman Bostancı Otel’in açılış gecesi renkli gösterilere sahne oldu. Sunuculuğunu Ece Vahapoğlu’nun yaptığı davette Ritim Grubu’nun Türkiye’de ilk kez otel ekipmanları ve otel üniformaları ile gerçekleştirdikleri sıradışı performansları büyük ilgi topladı. Açılış töreninde Ceren Aksan & Eva String Trio ile Model grubu da sahne aldı. Dedeman Bostancı’nın açılışına gelen misafirlere teşekkür eden Rıfat Dedeman sözlerini şöyle sürdürdü: “50 yıla yakın süredir faaliyetlerini sürdüren, Türkiye’nin ilk uluslararası otel zinciri olan Dedeman markasına yeni bir oteli eklemenin gururunu yaşıyoruz. Ülkemiz için stratejik önem taşıyan turizm sektöründe, yurt içi ve yurt dışındaki projelerimize sağlam adımlarla devam ediyoruz. Toplam 16 otelimizde yılda yaklaşık 1 milyon misafir ağırlıyoruz. Önümüzdeki 10 yıl içinde 20’si Dedeman, 22’si Dedeman Park olmak üzere toplam 42 otel ile hizmet vermeyi hedefliyoruz.” Rıfat Dedeman, projenin yatırımcısı Nuh Çimento Grubu hissedarlarına, Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Bilgin ve ekibine teşekkür etti. Emrullah Akçakaya ise konuşmasında “Önümüzdeki aylarda Dedeman Park Bostancı ve Moskova’da, Dedeman Park İzmailovo otellerimiz hizmete girecek. 2015 yılında İstanbul’da dördüncü otelimiz olacak olan ve Kanyon alışveriş merkezinin yanında inşaatı süren Dedeman Park Levent otelimizde misafirlerimizi ağırlamaya başlayacağız” dedi. Ritim Grubu (üstte). Soldan sağa: Dedeman Turizm Yönetimi A.Ş. Genel Müdürü Emrullah Akçakaya, Dedeman Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rıfat Dedeman, İpek Dedeman, Banu Dedeman, Olga Shylova, Dedeman Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Murat Dedeman, Dedeman Grubu Kurumsal İletişim ve Marka Direktörü Arzu Karacadağ, Dedeman Bostancı Genel Müdürü Nadir Kadakal (sağ üstte). Rhythm Group (above). Dedeman Tourism Management Company General Manager Emrullah Akçakaya, Dedeman Group Vice President of the Board Rıfat Dedeman, İpek Dedeman, Banu Dedeman, Olga Shylova, Dedeman Group President of the Board Murat Dedeman, Dedeman Group Corporate Communication and Brand Manager Arcu Karacadağ, Dedeman Bostancı General Manager Nadir Kadakal (right above). 54 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 NEW STAR OF THE GROUP: DEDEMAN BOSTANCI THE 252-room hotel newly opened in Istanbul is the 16th facility of the Dedeman Group. Dedeman Group Deputy Chairman of the Board Rıfat Dedeman, Dedeman Tourism Management Company General Manager Emrullah Akçakaya, Murat Dedeman, Banu Dedeman and Dedeman Bostancı General Manager Nadir Kadakal have hosted a colourful opening for Dedeman Bostancı Hotel. There were almost 500 participants at the opening ceremony. The event was hosted by Ece Vahapoğlu. Ritim Grubu from Turkey has delivered an extraordinary performance with hotel equipment and uniforms. First of its kind, the performance was received with great interest. Ceran Aksan & Eva String Trio and the Model Group have taken up the stage. Rıfat Dedeman, thanking the guests at the opening ceremony, stated: ‘We are very proud of adding a new hotel to the Dedeman brand which is the first international hotel chain in Turkey and which has been in operation for almost 50 years. Together with our local and international projects, we are taking major steps in the tourism industry which has strategic importance for our country. We host approximately 1 million guests at our 16 hotels. Our target for the next 10 years is to offer our service with 42 hotels; 20 of them will be Dedeman hotels, and 22 of them will be Dedeman Park hotels.’ Rıfat Dedeman extended his thanks to Nuh Cement Group shareholders, to the Chairman of the Board Tevfik Bilgin and his team. Emrullah Akçakaya stated in his speech: ‘In the following months, Dedeman Park Bostancı and Dedeman Park Izmailovo in Moscow will be put into service. In 2015, we will open our fourth hotel in Istanbul, the Dedeman Park Levent Hotel, whose construction is ongoing next to the Kanyon Shopping Centre.’ DEDEMAN BOSTANCI DEDEMAN BOSTANCI Dedeman Bostancı; 178 adet Superior oda, 32 adet Deluxe oda, 32 adet Executive oda, 9 adet Executive Suit ve Kral Dairesi olmak üzere toplam 252 odaya sahip. 30 metrekareden 720 metrekareye kadar değişkenlik gösteren 13 farklı toplantı salonuyla geniş çaplı organizasyonlara ve etkinliklere olanak tanıyan otel, profesyonel ekibi sayesinde de ihtiyaç ve beklentilerin üzerinde bir hizmet sunuyor. Farklı restoran ve bar alternatiflerine sahip Dedeman Bostancı’da, günün her saati keyifli vakit geçirmek mümkün. Türk ve dünya mutfaklarından lezzetlerin sunulduğu zengin menüsü, keyifli ve ferah atmosferi ile otelin lobi katında yer alan Bostancı Restaurant günboyu hizmet veriyor. İstanbul adaları manzaralı Adalar Roof Restaurant, en taze mevsimlik ürünlerle hazırlanan yerel lezzetlerin bulunduğu menüsüyle misafirlerini otelin en üst katında ağırlıyor. Adalar Roof Bar ise eşsiz manzarası ile yemek öncesi aperatifleri iştah açıcı atıştırmalıklarla sunuyor. Lobby Lounge&Bar ferah ortamı ve bahçe kullanımı ile iş görüşmelerine veya arkadaş toplantılarına; gün boyu sunulan sandviçleri, salataları, lezzetli kek ve pastaları ile ev sahipliği yaparken; Life Style sağlık kulübü bünyesinde yer alan Vitamin Bar ise enerji ve sağlık üssü olmaya aday... Dedeman Bostancı, özel günler için sunduğu hizmet, merkezi konum, balo salonu ve farklı dekorasyon seçenekleri ile çağdaş ve şık düğünler için alternatif yaratıyor. Dedeman Bostancı’da bulunan Life Style Health Club; ozon sterilizasyon sistemi kullanılan kapalı yüzme havuzu, çocuk havuzu, Fitness Centre, aletli pilates, masaj, buhar odası, sauna ve Türk Hamamı ile stresli bir iş ortamından kaçış ve yorgunluk gidermek için alternatifler sunuyor. Dedeman Park Bostancı’nın 2015 yılında, 110 oda ile hizmete açılması ile birlikte Dedeman ve Dedeman Park markaları ilk kez Bostancı’da yan yana hizmet vermeye başlayacak. Dedeman Bostancı has a total of 252 rooms; 178 Superior rooms, 32 Deluxe rooms, 32 Executive rooms, 9 Executive Suits and one Royal Suite. The hotel offers meeting rooms of different sizes. There are 13 different meeting halls ranging from 30 m2 to 720 m2 in size. The hotel with its professional team, offers a service quality which is above expectations for big organizations and events. With a wide selection of restaurants and bars, you can enjoy yourself at Dedeman Bostancı at every hour of the day. The Bostancı Restaurant on the lobby floor, with its rich menu of Turkish and world cuisine and with its enjoyable and spacious atmosphere, is open all day. The Adalar Roof Restaurant, with a view of the Istanbul islands, welcomes its guests at the uppermost floor of the hotel with its menu of the freshest seasonal products and local dishes. Adalar Roof Bar offers starters with appetizing snacks with its unique view. With its spacious atmosphere and garden, the Lobby Lounge&Bar offers an ideal atmosphere for business or friend meetings with an all-day-long service of sandwiches, salads, delicious cakes. The Vitamin Bar, part of the Life Style health club, is a strong candidate for being a hub for energy and health... Dedeman Bostance offers many alternatives for modern and elegant wedding ceremonies with its central location, ball room and different decoration alternatives. The Life Style Health Club at Dedeman Bostancı, with the indoor swimming pool with an ozone sterilization system, a children’s swimming pool, Fitness Centre, Pilates with instruments, massage, steam room, sauna and a Turkish hamam, offers alternatives for escaping from a stressful work environment and for relaxation. Together with the opening of Dedeman Park Bostancı with its 110 rooms in 2015, the Dedeman and Dedeman Park brand will be offering their services side by side for the first time. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 55 TÜRSAB Linked2Meda Project Launched h a b e r le r... Linked2Media Projesi tanıtıldı Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programı kapsamında Avrupa Komisyonu tarafından fonlanan “Linked2Media” Projesi 30 Eylül 2014 tarihinde düzenlenen Çalıştay’da tanıtıldı. Kurumsal marka ve pazar imajı analizi yapabilen Linked2Media Platformu, TÜRSAB’ın koordinatörü olduğu projede, 7 farklı AB ülkesinden 13 kurum ile birlikte ortak çalışma yürütüyor. Proje, ileri internet teknolojileri ile geliştirilen, web ve sosyal medya sitelerinde seyahat acentaları hakkında yer alan olumlu-olumsuz tüm verileri toplayabilecek. TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy proje ile ilgili olarak, “Birliğimize ait olan bu yazılım programı acentelerimiz hakkında piyasa araştırması yaparak, kendi şirketleri hakkında istatistiki bilgilere sahip olmalarını sağlayacak” dedi. Projenin temel amacı, belli sektörlerdeki küçük ve orta ölçekli işletmelere müşterilerinin sosyal medyada kendileri ve rakipleri hakkındaki görüş yazılarını derleyip, bunları yorumlamalarına yardımcı olacak bir araç geliştirmek. Platform, itibar analizine odaklanmış, farklı dillerdeki içeriğin duygu analizini yapabilen ve bunlar üzerinde anlambilim teknolojilerini uygulayabilen özelliklere sahip. The ‘Linked2Media’ Project, funded by the European Commission as part of the European Union’s The 7th Framework Programme, was launched and introduced during a Workshop organzied on 30 September 2014. Within the framework of the project coordinated by TÜRSAB, the Lindked2Media Platform, capable of analyzing corporate brands and market image, carries on collaborative work with 13 organizations from 7 different EU member states. The project will be able to collect all sorts of positive or negative pieces of information abou travel agencies on web and social media platforms with cutting-edge technology. TÜRSAB President Başaran Ulusoy made the following statement about the project: ‘The software developed by our association will be doing market research about our agencies and it will also enable them to collect statistical data about their companies.’ The main aim of the project is to develop a tool which will enable small and medium sized enterprises to compile opinions about themselves and their peers on social media. The platform’s main focus is on reputation analysis and it has capabilities like analysing emotions in different languages and applying semantic technologies to this kind of collected data. TÜRSAB Sağlık Turizmi Komitesi tarafından düzenlendi SAĞLIK TURİZMİ BİLGİLENDİRME PANELİ TÜRSAB Sağlık Turizmi Komitesi üyelerinin çalışmaları sonucunda hazırlanan Sağlık Turizmi Bilgilendirme Paneli, 15 Ekim 2014 Çarşamba günü İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi. Toplantıda, sağlık turizminde seyahat acentalarının ve diğer paydaşların rol ve önemi, 1618 sayılı yasanın seyahat acentalarına verdiği yetki ve haklar ile belgesiz acentacılık faaliyetlerine karşılık TÜRSAB tarafından gerçekleştirilmekte olan çalışmalar hakkında da bilgiler verildi. TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy yaptığı açılış konuşmasında şunları söyledi: “Türkiye sadece deniz kum güneş ülkesi değil. Türkiye artık sadece ‘alan’ değil, ‘gönderen’ bir ülke konumunda. Avrupa nüfusunun yüzde 4’ü 80 yaş yukarısı. Pazar 100 milyar euro. Ancak Türkiye ne yazık ki hak ettiği payı alamıyor. Bunun için elimizden gelen tüm gayreti gösteriyoruz. Amacımız, seyahat acentelerinin önünü açmak. Sağlık Bakanlığı ile müşterek çalışmalarımız oldu ve olmaya da devam edecek. Sağlıklı bir turizm yapılmasını diliyorum.” Daha sonra Yönetim Kurulu Üyesi Davut Günaydın, Sağlık Turizmi Komitesi Başkan Yardımcısı Çiğdem Dinç ve Enver Afanyalı “Sağlık Turizmi Komitesi’nin Amaç ve Hedefleri” konusunda, KOSGEB KOBİ Uzman Yardımcısı Erkan Muratoğlu “KOSGEB’in Hibe ve Destekleri” konusunda, T.C. Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı Sedat Erdoğdu Bakanlığın “Sağlık Turizmi Sektörüne Yönelik Destekleri” konusunda, Sağlık Turizmi Komitesi Sekreteri Ali Bilir ise “Sağlık Turizmine Yönelik Devlet Teşvikleri” konusunda birer sunum gerçekleştirdiler. KOSGEB Kobi Uzman Yardımcısı Erkan Muratoğlu konuşmasında sağlık turizmi alanında faaliyet gösteren seyahat acentelerinin yararlanabileceği destekler hakkında bilgi vererek, KOSGEB’e üye olmak gerektiğini, KOSGEB desteklerinden yararlanabilmek için çalışan sayısının 200’den az, cironun ise 40 milyon TL’nin altında olması gerektiğini söyledi. Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı Sedat Erdoğdu ise bakanlığın sağlık turizmine yönelik desteklerine değinerek özetle şu bilgileri verdi: “Desteklerden yararlanabilmek için en az 3 hastaneyle sözleşmenizin bulunması gerekiyor. Yararlanıcı statüsünde olmazsanız fuarlarda bizden destek alamazsınız. Ekonomi Bakanlığı destekleri KOSGEB’e kıyasla daha sınırlı. Desteklerden yararlanabilmek için yurtdışından gelen hastalara sağlık hizmetleri vermek gerekiyor. Yurtdışı tanıtımı için 300 bin TL’ye kadar destek veriyoruz. Organizasyon destekleri 10 defayı geçmemek şartıyla her etkinlik için 15 bin dolara kadar çıkıyor.” Panelde ayrıca Azerbaycan Sağlık ve Termal Turizm Destek Birliği Başkanı Ruslan Guliyev de bir konuşma yaptı. Soru cevap kısmının ardından, panel katılımcılarının görüş ve önerileri ile etkinlik sona erdi. KOSGEB Kobi Uzman Yardımcısı Erkan Muratoğlu, Azerbaycan Sağlık ve Termal Turizm Destek Birliği Başkanı Ruslan Guliyev, Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı Sedat Erdoğdu. KOSGEB SME Assistant Specialist Erkan Muratoğlu, Azerbaijan Health and Thermal Tourism Support Unit President Ruslan Guliyev, Ministry of Economy Foreign Trade Specialist Sedat Erdoğdu. TÜRSAB Health Tourism Committee organizes HEALTH TOURISM INFORMATION PANEL TÜRSAB Health Tourism Committee members organized the Health Tourism Information Panel on 15 October 2014 at the Istanbul Lütfi Kırdar International Congress and Exhibition Center. The main roles and significance of travel agencies and other stakeholders in health tourism; the authority and rights given to trave agencies by the law numbered 1618 and the work done by TÜRSAB against unlicensed agency activities were among the main topics discussed during the meeting. In his opening speech, TÜRSAB President Başaran Ulusoy said: ‘Turkey is not only a country of sea, beaches and sun. Turkey is no longer only a ‘receiving’ country, but also a ‘sending’ country. 4 per cent of the population in Europe is above the age of 80. The market’s value is 100 billion Euros. Unfortunately, Turkey cannot get the share it deserves. We try very hard to make that happen. Our aim is to open the way for travel agencies. We have had some collaborative work with the Ministry of Health and this kind of collaboration will continue. I wish we will have a healthy tourism.’ Later, Board Member Davut Günaydın, Health Tourism Committee Vice President Çiğdem Dinç and Enver Afyanlı delivered a presentation on ‘The Aim and Targets of the Health Tourism Committee’. KOSGEB SME Assistant Specialist Erkan Muratoğlu, Turkish Ministry of Economy Foreign Trade Specialist Sedat Eroğlu, The Health Committee Secretary Ali Bilir have respectively delivered presentations on ‘KOSGEB’s Grants and Support’, the Ministry’s ‘Support for the Health Tourism Industry’ and on the ‘Public Incentives for Health Tourism.’ KOSGEB SME Assistant Specialist Erkan Muratoğlu gave information on different kinds of support that could be used by the travel agencies operating in health tourism and stated that agencies willing to receive support should be KOSGEB members and that they need to have no more than 200 employees and their turnover should not exceed 40 million TL. Turkish Ministry of Economy Foreign Trade Specialist Sedat Eroğlu talked about the ministry’s support for health tourism and offered this information: ‘In order to receive this support you need to have contracts with at least three hospitals. If you are not in a beneficiary position, you cannot receive our support at the fairs. When compared with KOSGEB, the support provided by the Ministry of Economy is more limited. In order to have a beneficiary position, you should be serving for international patients. We offer support up to 300 thousand TL for international promotions. Support for organizations can be as high as 15 thousand dollars for up to ten events.’ Azerbaijan Health and Thermal Tourism Support Unit President Ruslan Guliyev also delivered a speech during the panel. The event ended with the opinions and suggestions of the participants after the Q&A session. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 57 h a b e r le r... TÜRSAB Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim Vakfı önderliğinde HALK OYUNLARIMIZIN YENİ ZAFERİ Ağustos ayında Polonya’da düzenlenen 46. Uluslararası Dağ Folkloru Festivali ve Yarışması’ndan “Altın Balta” ile döndüler. Kültür adına gerçekleştirdiği her çalışma ve organizasyona başarı ile imza atan Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim Vakfı Polonya’nın Zakopane şehrinde gerçekleştirilen 33-39. ve 46. Uluslararası Dağ Folkloru Festivali ve Halk Dansları yarışmalarında üç kez Dünya Birincisi olarak Altın Balta ödülünü ülkemize kazandırdı. 26 yıldır Türk Halk Kültürü’ne hizmet etmekte olan Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim Vakfı genel anlamda, halk kültürünün her alanında bilimsel ve sanatsal faaliyetlerde bulunarak hedeflerine ulaşmak için çalışmalarını devam ettiriyor. İlk olarak, okul öncesi dönemden başlayarak her yaş grubuna, halk oyunları çalışmalarına yönelik eğitim ve uygulama imkânı sunuluyor. Üretkenliği prensip edinmiş gençlerin, Motif çatısı altında bir araya getirilerek halk kültürünün bilinen tüm alanlarında hizmet edebilmeleri için geniş öğretici kadrosu ile eğitim ve öğretimlerine ağırlık veriliyor. Halk oyunları, halk müziği ve halk tiyatrosu çalışmalarına yönelik kurslar açarak, gençlerin bu dallarda teorik ve pratik eğitimleri sağlanıyor ve yıl içerisinde yapılan çalışmalarını sergilemek amacıyla her yıl aralıksız olarak Motiflerle Anadolu Kültür Şölenleri gerçekleştiriliyor. Zengin kültür değerlerimizin uluslararası arenada tanıtılması amacıyla birçok ülkede gerçekleştirilen festival ve yarışmalarda ülkemiz başarıyla temsil ediliyor ve pek çoğundan ödül ile dönüyorlar. İstikrarlı bir yayıncılık anlayışıyla 19 yıldır Uluslararası Hakemli Dergi formatıyla yayın hayatını sürdüren Motif dergisi ise 65. sayısına ulaştı. Ayrıca 2008 yılı itibariyle Motif Folk Dances Education and Training Foundation leads OUR FOLK DANCES IN NEW VICTORY They returned from the 46th International Festival of Highland Folklore organized in Poland in August with the ‘Golden Axe’. Motif Folk Dances Education and Training Foundation, with their praiseworthy work in their projects and organizations, has won a first degree with the Golden Axe Award for three consecutive years at the 33rd, 39th and 46th International Festival of Highland Folklore organized in the Polish town of Zakopane. Motif Folk Dances Education and Training Foundation has been serving in the field of culture for 26 years and they have ongoing work in both scientific and artistic fields and sincere ambition for realizing their targets in these areas. To begin with, they offer opportunities of training and practice for all groups of all ages starting from the pre-school level. Young people focusing on productivity come together under the roof of Motif and they get qualified education and training from a wide and experienced team of trainers. The foundation opens courses on folk dances, folk music and folk theatre and the young people are given both Motif Akademi dergisi yayın hayatına başladı ve Motif’in dünya üniversitelerine açılımı sağlanarak Motif Akademi dergisi içerisinde uluslararası akademisyenler de hakem kuruluna eklenerek uluslararası indexlerde taranan bir dergi olarak halkbilim camiasına kazandırıldı. Vakıf birçok televizyon programında halk oyunları danışmanlığı yapıyor ve halk oyunları ekiplerinin başarılı performansları yurt içinde ve yurt dışında kamuoyunun beğenisine sunuluyor. Her yıl farklı bir üniversitenin işbirliğiyle gerçekleştirilen Uluslararası Motif Halkbilim Sempozyumları ile Türk folklorunun ulusal ve uluslararası akademik platformda araştırmacı, uzman ve bilim adamları tarafından değerlendirilmesine imkân sağlanıyor. Üniversiteler ile işbirliği yapılarak gençlere yönelik kültürel içerikli konferans, panel, söyleşi ve konserler düzenleniyor. Yine üniversite öğrencilerine, eğitim ve öğrenim bursu verilerek gençlerin yükü bir nebze de olsa hafifletilmeye çalışılıyor. Motif Vakfı Yayınları adıyla başlatılan yayın dizisi içerisinde ise her yıl halkbilimi konulu kitaplar yayımlayarak, halk kültürü yayıncılığı adına önemli bir görev üstleniyorlar. Motif Vakfı’nın çalışmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 2010 yılı TBMM Üstün Hizmet Ödülü ile taçlandırılmıştı. 2011 yılında Azerbaycan Milli İlimler Akademisi tarafından Motif Vakfı’na devlet töreni ile sunulan “Azerbaycan Folkloruna Yüksek Hizmet Ödülü” ve 2012 yılında Bosna-Hersek Uluslararası Burch Üniversitesi tarafından verilen “Üstün Başarı Ödülü” vakfın hizmetlerinin dünya çapında hak ettiği yeri aldığının göstergesi oldu. web: www.motifvakfi.com, e-posta: motif@motifvakfi.com theoretical and practical education. They are also given opportunities for exhibiting their work during the Anatolian Cultural Festivals with Motifs, organized continuously every year. During the festivals and competitions organized in many countries to promote our rich cultural values, our country is represented successfully, and they return from these events with prestigious awards. The Motif Magazine, which has been published as an international peer reviewed journal for 19 years with a consistent publishing principle, reached its 65th issue. In addition to this, the Motif Akademi Journal has been published as of 2008. Motif, as a journal, is extending to other universities in the world and as an international peer-reviewed journal, it is continuing to include international academics. It is already turning into a great asset in the area of folklore studies. The foundation is offering consultancy services to many TV shows and presents the successful performances of its folk dance groups to local and international public. The International Motif Folklore Symposia organized every year with the cooperation of a different university enable the Turkish folklore to be evaluated and studied by local and international researchers, experts and academicians. The foundation also collaborates with universities and organize cultural conferences, panels, talks and concerts for young people. University students are given bursaries for further support. As part of the Motif Foundation Publishing House, books on folklore and folk culture are published on a yearly basis. The work of the Motif Foundation was granted an Outsanding Service Award by the Turkish Grand National Assembly in 2010. The ‘Outsanding Service for Azerbaijan Folklore Award’ given by the Azerbaijan National Sciences Academy in 2011 and the ‘Excellence Award’ given by the Bosnia-Herzegovina International Burch University in 2012 have been the main indications of the foundation’s global prestige and reputation. Web: www.motifvakfi.com e-mail: motif@motifvakfi.com TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 59 EXPO EXPO KULESİ onaylandı h a b e r le r... EXPO TOWER APPROVED EXPO 2016 Antalya Ajansı 22. Yönetim Kurulu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker Başkanlığı’nda toplandı ve EXPO Kulesi’nin yapılmasına oy birliği ile karar verildi. Yönetim Kurulu sonrası basına açıklama yapan Eker, ülkemiz için çok önemli olan EXPO 2016 Antalya ile ilgili gündemdeki konuların görüşüldüğünü belirtti. Yönetim Kurulu’nda görüşülen önemli gündemlerden birisinin de EXPO Kulesi olduğunu açıklayan Bakan Eker, “Bir yarışma ile projesi belirlenen kule yönetim kurulumuz tarafından görüşüldü ve firma ile sözleşme imzalandı. Yönetim Kuru- The 22nd Board Meeting of the EXPO 2016 Antalya Agency convened under the chairmanship of Mehdi Eker, Minister of Food, Agriculture and Animal Husbandry. The construction of the EXPO Tower was accepted by the majority of the votes. Following the Board Meeting, Eker answered questions from the press and stated that some important issues about the EXPO 2016 Antalya were discussed during the meeting. Another important issue discussed during the Board Meeting was the EXPO Tower, stated Minister Eker, and he added: “The project of the tower was accepted through a competition and after the project was approved by our committee we signed the contract with the company. The project for the tower was approved by the majority of the votes, and it will be on of the permanent works of the EXPO 2016 Antalya site.” Minister Mehdi Eker extended his thanks to Sebahattin Öztürk, Governor of Antalya, who has been appointed as undersecretary to the Ministry of Interior Affairs. lumuzun oy birliği ile kabul ettiği kule, EXPO 2016 Antalya’nın, şehre bırakacağı kalıcı eserlerden bir tanesi olacak” dedi. Bakan Mehdi Eker, İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı’na atanan Antalya Valisi Sebahattin Öztürk’e bugüne kadar olan katkılarından dolayı teşekkür ederek, bir de armağan sundu. ALTIN PORTAKAL’da EXPO 2016 Antalya Korteji 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin en önemli etkinliklerinden birisi olan, sanatçıların halkla buluştuğu kortejde, EXPO 2016 Antalya da tanıtıldı. Kortejde yer alan 30 dolayında üstü açık araç, EXPO 2016 Antalya’ya dikkat çekmek için süslendi. Araçlarda, EXPO 2016 Antalya’nın temasını yansıtan ve farkındalık yaratma amaçlı sosyal içerikli mesajlar verildi. 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali Direktörü Elif Dağdeviren, festival öncesi EXPO 2016 Antalya Ajansı Genel Sekreteri Selami Gülay’ı ziyaret etmiş ve organizasyon hakkında bilgi alışverişinde bulunmuştu. Expo Arşivi EXPO 2016 Antalya Cortege at GOLDEN ORANGE During the cortege event with artists and the public, one of the most important highlights of the 51st Antalya Golden Orange Film Festival, EXPO 2016 was promoted. For about 30 drophead cars were decorated to ignite interest in EXPO 2016 Antalya. The cars were used to deliver messages with EXPO 2016 Antalya themes, and they were very helpful to raise awareness with their social messages. Elif Dağdeviren, the Director of the 51st Golden Orange Film Festival had paid the EXPO 2016 Antalya Agency General Secretary Selami Gülay and had exchanged information on the organization. İPEĞİN DOĞA İLE DANSI EXPO 2016 Antalya Ajansı Fuaye Alanı’nda, ressam Berna Özbakır’ın ipek tuval üzerine tekstil boyası ve tuval üzerine akrilik boya tekniği ile uyguladığı çalışmalar sergilendi. “İpeğin Doğa İle Dansı” adı verilen serginin açılışını EXPO 2016 Antalya Ajansı Genel Sekreteri Selami Gülay, sanatçılarla birlikte yaptı. SILK’S DANCE WITH NATURE Artist Berna Özbakır’s works on silk canvases painted with textile dyes and acrylics were exhibited in the foyer area of EXPO 2016 Antalya. The exhibition titled as ‘Silk’s Dance with Nature’ was opened with the participation of EXPO 2016 Antalya Agency General Secretary Selami Gülay and a group of artists. Çin, EXPO 2016’ya katılıyor Genel Sekreter Selami Gülay başkanlığındaki EXPO 2016 Antalya heyeti, Çinli yetkililerle görüşerek katılım konusunda son noktayı koydu. Çin Halk Cumhuriyeti’nde düzenlenen Uluslararası Bahçe Bitkileri Üreticileri Birliği (AIPH) Genel Kurulu’na katılan Genel Sekreter Selami Gülay başkanlığındaki EXPO 2016 Antalya heyeti, burada ülke temsilcileri ile katılım konusunda görüşme fırsatı buldu. Yapılan görüşmelerde Çinli yetkililer, Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti’nin Antalya’daki Expo’ya katılmaya karar verdiğini belirtti. Çin Çiçek Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Zhang Yınchao ile görüşen Genel Sekreter Selami Gülay, Çin’in Botanik Expo’larda çok önemli bir ülke olduğunu ve EXPO 2016 Antalya’da Çin bahçesini görmekten mutluluk duyacaklarını belirtti. Gülay, “Geçtiğimiz yıl Antalya’ya 12 milyon turist geldi. EXPO 2016 Antalya alanının, ülke bahçeleri ile birlikte uzun yıllar korunacak olması, katılımcı ülkeler açısından büyük bir avantaj olacaktır” dedi. Çin Çiçek Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Zhang Yınchao da “Türkiye’de ilk kez bir Expo’nun düzenlenecek olması bizleri de heyecanlandırıyor. Olabildiğince büyük ve özel bir bahçe kurmak istiyoruz. Bunun için tüm imkanları zorlayacağız” dedi. CHINA PARTICIPATES IN EXPO 2016 The EXPO 2016 committee has come together with the Chinese authorities and finalised the issue of participation under the presidency of General Secretary Selami Gülay. The General Assembly Meeting of the Ornamental Plants and Products Exporters Union (AIPH) was organized in The People’s Republic of China and the EXPO 2016 committee participated in the meeting with the General Secretary Selami Gülay. Members of the Antalya committee have negotiated with country representatives over the issue of participation. During the negotiations, Chinese authorities stated that the government of the People’s Republic of China has decided to participate in the Expo in Antalya. During their meeting, Deputy General Secretary of the Chinese Flower Union Zhang Yınchao and General Secretary Selami Günay talked about the fact that China is a very important country in Botanic Expos. Günay also stated that they would be more than happy to see a Chinese garden in EXPO 2016 Antalya. Gülay further stated that: ‘Last year we had 12 million tourists in Antalya. The fact that the EXPO 2016 Antalya site will be preserved together with the country gardens for many long years will be a great advantage for the participating countries.’ Deputy General Secretary of the Chinese Flower Union Zhang Yınchao said: ‘We are very much excited for the fact that Turkey will be having its very first Expo. We want to lay out a very big and special garden. We will be doing our best.’ BAMBU Bamboo garden in EXPO 2016 Antalya EXPO 2016 Antalya’ya bambu bahçesi Uluslararası Bambu ve Rattan Topluluğu (INBAR) yetkilileri EXPO 2016 Antalya’ya katılarak, bambu bahçesi kurmak istiyor. Genel Sekreter Selami Gülay, Uluslararası Bambu ve Rattan Topluluğu (INBAR) Genel Müdür Yardımcısı Profesör Li Zhiyong başkanlığındaki heyetle görüştü. Türkiye ve Antalya hakkında INBAR yetkililerine bilgi veren Gülay, “EXPO 2016 Antalya’ya sizin de bir bahçe ile katılmanızı istiyoruz. Böyle bir bahçe EXPO 2016’ya renk katacak ve ilgiyi artıracaktır” dedi. EXPO 2016 Antalya’ya katılmak istediklerini ifade eden Li Zhiyong, “Türkiye’de düzenlenecek bu ilk Expo’da mutlaka bulunmak ve bambuyu EXPO 2016 Antalya’ya katılacak misafirlere tanıtmak istiyoruz” dedi. INBAR’a 40 ülkenin üye olduğunu belirten Li Zhiyong, Türkiye’nin üyeliği konusunda gerekli girişimlere başlamak istediklerini ifade etti. The International Network for Bamboo and Rattan (INBAR) authorities have shown willingness to participate in EXPO 2016 Antalya and build a bamboo garden. General Secretary Selami Gülay have come together with the committee presided by the Deputy General Manager Professor Li Zhiyong from the International Network for Bamboo and Rattan (INBAR). After informing the INBAR committee members about Turkey and Antalya, Gülay stated ‘We would like to have you with a garden at EXPO 2016 Antalya. Such a garden will boost up EXPO 2016 and increase interest.’ Stating that they were more than willing to participate in EXPO 2016 Antalya, Li Zhiyong further stated: ‘We really want to be part of the Expo in Turkey and we want to introduce bamboo to the visitors.’ Li Zhiyong also stated that INBAR had 40 members, and they had intentions to start off the process for Turkey’s membership. Asya, Güney Amerika ve Afrika’ya özgü bir bitki olan bambu, 1200 dolayında çeşidi bulunan, bazılarının boyu 38 metreye kadar çıkabilen çok dayanıklı bir bitki türüdür. Hafif ama çok sağlam bir bitki türü olduğu için eskiden Asya ülkelerinde birçok ev bambu ağacından yapılıyordu. BAMBOO A plant of Asia, South America and Africa, bamboo has for about 1200 species, and it is a very enduring plant with a height of 38 meters at times. Since it is a very lightweight, but strong plant, most of the houses in Asia used to be built with bamboos. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 61 THY ÇOCUKLARA EGLENCE h a b e r le r... DOLU UÇUŞLAR FUN-FILLED FLIGHTS FOR KIDS Turkish Airlines is aiming to make flying on its international routes even more fun for child passengers aged 2 to 12 with new toy sets designed as part of its efforts to please its younger passengers, who occupy a special place in the passenger portfolio. The plan is to monitor passenger flow on the international routes with a view to offering different toys on each leg of the flight to the approximately one million children who travel on flights into and out of Turkey every year. Türk Hava Yolları, yolcu portföyü dâhilinde farklı konumlandırdığı küçük yolcularını mutlu etmek adına gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında tasarladığı yeni oyuncak setleri ile 2014 yılının ikinci yarısından itibaren dış hatlarda seyahat eden 2-12 yaş arası çocuk yolcularını daha çok eğlendirmeyi amaçlıyor. Uluslararası hatlardaki yolcu akışları incelenerek, bölgeler bazında Türkiye’den çıkan ve Türkiye’ye varan uçuşlarda seyahat eden yaklaşık 1.000.000 çocuğa uçuşlarının her bacağında farklı tür oyuncak sunulması hedefleniyor. HAVAYOLLARINDA BİR İLK Türk Hava Yolları’nın, Universal Music ile yaptığı işbirliği, hava yolları arasında bir ilke imza atıyor. MY MUSIC PLANET projesi ile oluşturulan platformda, playlistler ve piyasadaki en yeni albümler yayınlanacak. Her ay farklı uçuş noktaları belirlenip özel playlistler hazırlanacak. Ayrıca yıl boyunca dünyaca ünlü bir sanatçı, ayın uçuş noktasını bir video ile tanıtırken, kendisine ait bir playlist oluşturacak. Böylece Türk Hava Yolları yolcuları sevdikleri sanatçının seçtiği müzikleri dinleyebilecekler. TURKISH CARGO’DAN BİR HAT DAHA ANOTHER NEW ROUTE ON TURKISH CARGO Turkish Cargo kargo uçuş ağına Haydarabad’ı ekleyerek Uzakdoğu’daki varlığını güçlendirmeye devam ediyor. Uçuş ağını genişletmeye yönelik attığı adımlarla önemli kargo havayolu şirketlerinden biri olan Turkish Cargo, Uzakdoğu’da toplam 32 noktaya hizmet veriyor. Firma, kıta içerisinde 17. kargo uçağı servis noktası olarak 28 Ağustos 2014 tarihinde Haydarabad’a başlattığı haftalık kargo uçuş seferleri ile Uzakdoğu genelinde geliştirdiği genişleme planlarını sürdürüyor. Müşterileri için dünyadaki üretim ve ticaret merkezlerine en iyi bağlantıları sağlayan Turkish Cargo’nun kaliteli hizmet anlayışı ile sunduğu olanaklar, müşterilerinin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyor. THY Arşivi ve Shutterstock Turkish Cargo has further strengthened its presence in East Asia by adding Hyderabad to its flight network. One of the world’s leading air cargo companies thanks to steps taken to expand its flight network, Turkish Cargo serves a total of 32 destinations in East Asia. Pursuing its planned expansion in the region as a whole, on August 28 it inaugurated flights to Hyderabad, its 17th cargo destination in Asia. The opportunities and quality service offered by Turkish Cargo, which provides the best connections to the world’s centers of production and trade, continue to meet its customers’ every need. A FIRST IN THE SKIES Turkish Airlines is chalking up another first in the skies in a collaboration with Universal Music. The latest albums on playlists and the market will be available on the platform, which is being created in the MY MUSIC PLANET project. Different destinations will be designated and special playlists compiled each month. Throughout the year, a world-renowned artist will also introduce the destination of the month on a video and create his own playlist, enabling Turkish Airlines passengers to listen to music chosen by the artists they love. İSTANBUL AIRSHOW ZAMANI ISTANBUL AIRSHOW TIME Önceki yıllarda Airex İstanbul adıyla düzenlenen İstanbul Airshow Fuarı, Atatürk Havalimanı Genel Havacılık Apronu'nda ziyaretçilerini ağırladı. 25-28 Eylül tarihleri arasında düzenlenen İstanbul Airshow X. Uluslararası Sivil Havacılık ve Havalimanları Fuarı ve Havacılık Endüstrisi Tedarik Zinciri Platformu’na 200’ün üzerinde firma katıldı. TAI’nin ürettiği HÜRKUŞ’un ilk defa İstanbul semalarında uçuş yaptığı fuarın açılışına katılan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan yaptığı konuşmada, "Avrupa Havacılık Birliği verilerine göre, Avrupa'da bu yıl itibarıyla yolcu sayısında yüzde 4,6'lık artış var. Bu büyümenin yüzde 2'lik bölümü sadece Türk Hava Yolları tarafından gerçekleştirildi. Yani Türk Hava Yolları’nı dışarı çıkardığımızda sektörün büyüme hızı yüzde 2,6'ya düşüyor." vurgusunda bulundu. Açılışa iştirak eden Türk Hava Yolları Genel Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil ise yaptığı konuşmada "Avrupa'da Paris Air Show, Farnborough gibi havacılık fuarları, aynı zamanda o ülkelerin sektördeki güçlerini ortaya koyuyor. İstanbul çok önemli bir marka. Dev yatırımlarla giderek havacılık merkezi haline geliyor. Bu büyümenin yansımalarını İstanbul AirShow'da göreceğiz" dedi. The Airex Istanbul expo previously staged on the Istanbul Ataturk Airport General Aviation Apron hosted visitors under a new name, the Istanbul AirShow. Upwards of 200 firms took part in the 10th International Civil Aviation & Airports Exhibition & Aviation Industry Chain Platform, or Istanbul AirShow as it is known for short. Attending the opening of the expo, where the TAI-manufactured HÜRKUŞ flew in the skies over Istanbul for the first time, Transport, Maritime and Communications Minister Lütfi Elvan said in his talk, “There is a 4.6% increase in passenger numbers in Europe this year according to European Aviation Association figures. Two percent of that growth is down to Turkish Airlines alone. In other words, if we take Turkish Airlines out of the picture, growth in the sector dips to 2.6%.” Also present at the opening, Turkish Airlines' President & CEO, Temel Kotil, Ph.D., said in his talk, “Air shows in Europe like Farnborough and the Paris Air Show at the same time demonstrate those countries’ strength in the industry. Istanbul is a very important brand. It is going forward with giant investments and becoming an aviation hub. We are going to see that growth reflected in the Istanbul AirShow.” MOBİL UYGULAMALARDA DA YENİLİKÇİ iOS, Android ya da Windows işletim sistemli mobil cihazınızdan tüm Türk Hava Yolları işlemlerine erişmek artık çok daha kolay. Yenilikçi bir tasarıma sahip olan Turkish Airlines mobil uygulaması ile hareket halindeyken de uçuş rezervasyonu, check-in ve Miles&Smiles işlemlerini kolaylıkla yapabilirsiniz. Türk Hava Yolları’nın tüm hizmet ve servislerine mobil cihazlar üzerinden kolaylıkla erişim imkânı sunan Turkish Airlines uygulamasını, internet erişimine sahip olduğunuz her yerde rahatlıkla kullanabilirsiniz. İnternet sitesindeki tüm işlemleri yapabilen, kullanıcı dostu ve mobil cihazlar için optimize edilmiş mobil internet sitemize https://m.turkishairlines.com/ adresi üzerinden giriş yapabilirsiniz. İSTANBUL’U KEŞFET DISCOVER ISTANBUL Türk Hava Yolları’nın Avea ana sponsorluğunda, İstanbul’u tanıtan ve dünya çapında şu ana kadar yapılmış en geniş çaplı mobil uygulama olarak hayata geçirdiği Discover Istanbul, sadece yerli ve yabancı turistlerin değil, İstanbul'da yaşayanların da faydalanabileceği bir uygulama olarak tüm iOS ve Android kullanıcıları ile buluştu. Bu uygulamayı kullanan kişiler İstanbul'da gezilecek yerler, alınabilecek hediyeler, yenilecek yemekler, alışveriş yerleri, toplu taşıma araçlarının kullanımına kadar tüm detayların yer aldığı zengin içeriğe bu uygulama ile erişim sağlayabilecekler. Türk Hava Yolları Satıştan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Olmuştur ve Avea Mobil Bağlantı Direktörü Baran Yurdagül. Turkish Airlines Chief Marketing Officer Ahmet Olmuştur and Avea Mobile Connections Director Baran Yurdagül. Launched by Turkish Airlines with principal sponsorship by Avea, Discover Istanbul is the widest ranging mobile app to date on a global scale. Great not just for local and foreign tourists but for the city’s residents as well, it is available now to all iOS and Android users. Users of the app have access to a rich array of content including places to see, gifts to buy, food and shopping venues, and public transportation, all in full detail. INNOVATIVE, TOO, IN MOBILE APPS Accessing all Turkish Airlines transactions is easier than ever now on your iOS, Android or Windows operating system mobile phone. Even when you’re on the move, operations like bookings, check-in and Miles&Smiles access are a breeze with the new Turkish Airlines mobile app and its innovative design. The Turkish Airlines app makes access to all the airline’s services as easy as pie on your mobile device, and you can use it anywhere that you have internet access. Just enter our user-friendly, mobile internet website, https://m.turkishairlines.com/, which has been optimized for mobile phones, and carry out all your transactions over the internet. TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 63
© Copyright 2024 Paperzz