DERGİ - tursab.org.tr

TÜRSAB
KASIM 2014 NOVEMBER 353
DERGİ
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği Association
Association of
of Turkish
Turkish Travel
Travel Agencies
Agencies
DENİZLİ
10 KASIM
NOVEMBER 10
MOĞOLİSTAN
MONGOLIA
İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN
İŞTAR KAPISI
KABARTMALARI
Babil Kralı II. Nabukadnezar
“Tanrıça İştar” adına yaptığı
kapıdan geçti... Marduk
Tapınağı’na gitti...
Bir efsanenin öyküsü.
Ama efsane değil gerçek.
Hem de çok yakınınızda!
Ana Sponsor
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor
İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 520 77 40 - 41 • www.istanbularkeoloji.gov.tr
Sayı 353
Kasım 2014
Issue 353
2014 November
TÜRSAB
TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹
‹çindekiler
Contents
taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r
Published monthly by
ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES
ISSN 1300-3364
10 KASIM
NOVEMBER 10
Soğuksu Milli Parkı
Soğuksu National Park
10
ATATÜRK’ü anmak,
ATATÜRK’ü anlamak
Commemorating ATATÜRK,
understanding ATATÜRK
TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü
Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB
Arzu ÇENG‹L
18
Soğuksu Milli Parkı
Soğuksu National Park
Yayın Kurulu
Editorial Board
Başaran ULUSOY, Arzu ÇENGİL,
Hümeyra ÖZALP KONYAR,
Ayşim ALPMAN, Özgür AÇIKBAŞ,
Elif TÜRKÖLMEZ, Gökçen EZBER
24
KAPALIÇARŞI
GRAND BAZAAR
36
Beylerbeyi Sarayı ve Müzesi
Beylerbeyi Palace and Museum
Görsel ve Editoryal Yönetim
Visual and Editorial Management
Hümeyra ÖZALP KONYAR
DENİZLİ
MOĞOLİSTAN
Mongolia
Haber ve Görsel Koordinasyon
News and Visual Coordination
Özgür AÇIKBAŞ
Grafik Uygulama
Graphical Implementation
Özgür AÇIKBAŞ
44
Nazar Boncuğu
The Evil Eye Bead
Baskı
Printing
Müka Matbaa
46
Palamut
Tunny Fish
50
Kalem
Pen
TÜRSAB ad›na Sahibi
Owner on behalf of TÜRSAB
Başaran ULUSOY
Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü
Managing Editor
Feyyaz YALÇIN
12
Denizli
Denizli
30
Moğolistan
Mongolia
Yerel Süreli Yay›n
Local Periodical
Kapalıçarşı
Palamut
Grand Bazaar
Tunny Fish
54
DEDEMAN Bostancı
DEDEMAN Bostancı
56
TÜRSAB Haberler
TÜRSAB News
Bask› Tarihi
Print Date
Kasım/November 2014
TÜRSAB
Tel: (0.212) 259 84 04
Faks: (0.212) 259 06 56
Esentepe Mah. Villa Cad. No: 7
Şişli-İstanbul/Türkiye
www.tursab.org.tr
e-mail: tursab@tursab.org.tr
facebook.com/tursabmerkez
twitter.com/tursaborgtr
twitter.com/ulusoy_basaran
60
EXPO Haberler
EXPO News
instagram.com/_tursab_
instagram.com/basaranulusoy
62
THY Haberler
THY News
Kalem
Pen
Beylerbeyi Sarayı ve Müzesi
Beylerbeyi Palace and Museum
TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n
Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB
DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan
kaynak
gösterilmeden
al›nt›
yap›lamaz.
TÜRSAB MAGAZINE is a member of the Turkish Press Council
and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. None
of the articles and photographs published in the TÜRSAB
MAGAZINE maybe quoted without mentioning of resource.
Başaran Ulusoy
TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkan›
The President of TÜRSAB
SAVAŞIN KAZANANI
OLMAZ
Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki bir yandan çok
şanslı, öte yandan epey talihsiziz. Şansımız şu:
Denizinden dağına, tarihinden kültürüne her yanı
zenginliklerle dolu bir cennet parçasında yaşıyor
ve iş yapıyoruz. Sadece turizmci olarak değil
bir vatandaş olarak bu toprakların hem doğal
güzellikleriyle hem de tarih ve kültürüyle gurur
duyuyoruz.
Ancak içinde yaşadığımız bölge, yüzlerce yıldır
çatışmaların yaşandığı, istikrarlı bir barışın ne
yazık ki sağlanamadığı bir bölge. Bu durum
dolaylı da olsa ülkemizi etkiliyor. Çünkü savaş,
her nerede yaşanırsa yaşansın masumları etkiler,
çünkü biliyoruz ki hiçbir savaşın kazananı olmaz.
Ülkemiz bölgede yaşanan savaştan ekonomi ve
turizm gelirleri açısından etkilenmiş değil. Yıl sonunda ülkemize gelen turist sayısının 42 milyona
ulaşmasını umuyoruz. Turizm gelirimiz ise bu yıl
35 milyar doların üzerinde.
Yani rakamlara bakarsak, Türkiye turizmi bölgede
yaşanan olumsuzluklara rağmen grafiğini yükseltmeyi başarıyor. Türkiye hala, olması gerektiği
gibi, güvenli bir ülke.
Ancak bizler turizmciler olarak, insanlara dünyanın güzelliklerini göstermek için canla başla çalışan insanlar olarak, ne bölgede ne de dünyanın
herhangi başka bir yerinde savaş istiyoruz. Tekrar
söylüyorum, savaşın kazananı olmaz.
Herkese barış ve huzur dolu günler diliyorum.
THERE ARE NO WINNERS IN
WAR
The geography we live in is a fortune on the
one hand and a misfortune on the other. It is a
fortune, because we live and work in a heavenly
land full of riches from its seas to mountains and
from its history to culture. We are proud of the
natural riches and the history and culture of this
land not only as people working in the tourism
industry, but also as citizens.
However, the land we live in is a region that has
witnessed conflicts without long-lasting peace.
This has indirect effects on our country as well.
Because regardless of where it takes place, war
affects the innocent, and we also know that there
are no winners in war. Our country has not been
affected by the ongoing war in terms of economy
and tourism income. We expect the number of
tourists visiting out country to increase up to 42
million at the end of the year. This year’s tourism
income is above 35 billion dollars.
Looking at figures, we can clearly say that
Turkey’s tourism preserves it increasing trend
despite the ongoing regional conflicts. Turkey is,
as it should, still a safe country.
But as people working in the tourism industry, we
do not want to have war neither in this region nor
in any other part of the world, because we want
to show people the beauties of this world. Let me
repeat my message: there are no winners in war.
I wish you all days full of happiness and peace.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 3
akut.org.tr
twitter.com/AKUT_Dernegi
facebook.com/AKUT
AKUT yaz 2930’a gönder, 5TL bağış yap, bir hayat da sen kurtar!
DORUK T
Düşük işletme giderleriyle hesaplı,
geniş iç hacmiyle konforlu Doruk T,
turizm yolcu taşımacılığında
liderlerin tercihi.
Dünya turizmini İzmir’de keşfedin!
Explore the world’s tourism in İzmir!
04-07 Aralık / December 2014
Turizm Fuar ve Konferansı
Tourism Fair & Conference
İzmir Uluslararası Fuar Alanı, Kültürpark
İzmir International Fair Center, Kültürpark
www.travelturkey-expo.com
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde
Under the patronage of Ministry of Culture & Tourism
Organizatörler
Organizers
Tel / Phone: +90 212 259 84 04
Destekleyenler
Supporters
Havayolu Sponsoru
Airline Sponsor
Hannover Fairs Turkey Fuarcılık A.Ş.
Tel / Phone: +90 212 334 69 00
Medya Sponsoru
Media Sponsor
Partner Ülke
Partner Country
Partner İl
Partner City
İtalya Italy
Adıyaman
Açılış Töreni Sponsoru
Opening Ceremony Sponsor
Üyesi
Member
Tel / Phone: +90 232 497 10 00
TV Sponsorları
TV Sponsors
Otel Sponsoru
Hotel Sponsor
BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) İZNİ İLE DÜZENLENMEKTEDİR.
THIS FAIR IS ORGANIZED WITH THE PERMISSION OF THE UNION OF CHAMBERS AND COMMODITY EXCHANGES
OF TURKEY IN ACCORDANCE WITH THE LAW NUMBER 5174.
 Rasim Konyar, prostok&
Orhan Cam (Shutterstock)
ATATÜRK’ü anmak, ATATÜRK’ü anlamak...
10 Kasım 1938’de kaybetmiştik ulu önder Mustafa Kemal
Atatürk’ü… 10 Kasım 2014’de onu özlemle anıyoruz.
Commemorating ATATÜRK, understanding ATATÜRK…
We lost our great leader Mustafa Kemal Atatürk on November 10th 1938…
We commemorate him with great yearning.
Mustafa Kemal Atatürk’ün çok güzel bir sözü
vardır. “Beni görmek demek mutlaka yüzümü
görmek demek değildir; benim fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir” der. Galiba ölümünü
üzüntüyle andığımız bugünde bizleri avutacak tek düşünce bu. Onu görmeden de onun
yolundan ilerleyebilir, onu görmeden de onu
anlayabiliriz. Onu ve en büyük eseri olan
Cumhuriyet’i anlayarak, Cumhuriyet değerlerini her koşulda koruyarak ve Türkiye’yi aydınlık
yarınlara taşıyarak ona olan özlemimizi de bir
nebze olsun giderebiliriz.
Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938’de,
Dolmabahçe’deki uzun süredir hasta yattığı
yatağında, sabah 09.05’de gözlerini hayata
yumdu. Ölüm haberiyle birlikte ülke yasa boğuldu. Bayraklar yarıya indirildi. Naaşı 16 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı tören salonunda
katafalka konuldu. Halk, büyük önderin önünden saygı ve kederle geçti. Cenaze namazı ise
19 Kasım günü Dolmabahçe Sarayı’nda kılındı.
Cenaze aynı gün çok büyük bir kalabalıkla
önce İzmit’e, oradan da Ankara’ya uğurlandı.
Cenaze töreni; halkın, politikacıların, sanatçıların ve pek çok yabancı konuğun katılımıyla
21 Kasım 1938’de Ankara’da düzenlendi.
Bu Türkiye’nin gördüğü en kalabalık cenaze
töreni oldu. Atatürk önce Ankara Etnografya
Müzesi’ne konuldu, yapımı tamamlandıktan
sonra 1953’te Anıtkabir’e getirildi.
Mustafa Kemal Atatürk yaşarken nasıl sevilen
ve örnek alınan bir liderse ölümünden sonra
da bu şekilde sevilmeye ve örnek alınmaya
devam etti. Türk halkı onu görmeden de onun
inkılaplarını benimseyip devam ettirmekte
kararlı çıktı. Sadece Türk halkına değil, tüm
dünyaya ilham veren, cesaret veren bir lider
oldu. Ölümünden sonra dünyanın pek çok
yerinden taziye mesajları yağdı Ankara’ya.
Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos,
“Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu
kadar kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir.
Bu olağanüstü işleri yapanlar hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine
hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye
övünebilir” dedi. Danimarka gazetesi National
Tidence “Atatürk yirminci yüzyılın en büyük
mucizesidir” başlığı attı. ABD Başkanı Franklin
Roosevelt ise “Benim üzüntüm iki türlüdür;
önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm
ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli
arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır” dedi. Mustafa Kemal, dünyayı
işte böyle derinden etkileyen bir karizmaya
sahipti. Türkiye’yi tüm dünyaya; kökleri
Doğu’da, yüzü ise Batı’ya dönük bir ülke olarak tanıttı. Mustafa Kemal Atatürk’ü, yokluğunun 76. yılında saygı ve özlemle anıyoruz.
ATATÜRK’ÜN SON 300 GÜNÜ
Mustafa Kemal’i anarken yapılacak iki iyi şey var belki
de… Birincisi, gazeteci Can Dündar’ın Mustafa Kemal’in
ömrünün son 300 gününü anlatan Sarı Zeybek adlı belgeseli izlemek. Bu belgesel, ve tabi aynı isimle yayınlanan
kitap, Atatürk’ün hastalığının seyri, ölümünde ihmal var
mı sorusunun cevabı, tedaviye direnişi, son günlerindeki
yalnızlığının öyküsü ve o ölüm döşeğindeyken başlayan
iktidar kavgasının bilinmeyen ayrıntılarını anlatıyor. Bir
diğeri ise Atatürk’ün kaleme aldığı Nutuk’u okumak tabi.
Bu önemli eser ile belgesel, onu daha da iyi anlamamıza
yardımcı olacak.
ATATÜRK’S LAST 300 DAYS
Perhaps there are two things to do when commemorating
Mustafa Kemal… The first is to watch Can Dündar’s
documentary ‘Sarı Zeybek’ on the last 300 days of
Mustafa Kemal’s life. The documentary, and of course the
book published with the same title, tell the course of his
disease, his resistance against treatment, the story of his
loneliness during his last days and the quest for power
when he was in his deathbed and discuss whether there
was any neglect in his death. Another thing to do is of
course to read Atatürk’s Oration. This significant work and
the documentary will help us to understand him better.
Mustafa Kemal Atatürk has a very great saying:
“To see me does not necessarily mean to see
my face. To understand my thoughts and my
feelings is to have seen me.” It seems this is the
only consolation we can have on this day when
we sadly remember his death. We can follow his
path and understand him without seeing him. By
understanding him and his greatest work, the
Republic, by protecting the values of the Republic
at all times and by running after a bright Turkey,
we can at least partially fulfill our longing for
him.
Mustafa Kemal Atatürk passed away on his
sickbed at the Dolmabahçe Palace at 09:05
on November 10 1938. The news of his death
put the whole country in grief. The flags were
lowered. His body was placed on a catafalque
in the ceremonial hall of the Dolmabahçe Palace
on November 16th. The public has visited the
great leader with great respect and deep grief.
The funeral prayer took place at the Dolmabahçe
Palace on November 19th. The funeral, with the
presence of a huge crowd, was first sent to İzmit
and then to Ankara. The funeral ceremony took
place in Ankara on November 21st 1938 with the
participation of the people, politicians, artists and
many foreign guests. This was the most crowded
funeral ceremony Turkey had ever witnessed.
Atatürk’s coffin was first placed at the Ankara
Ethnography Museum and it was later placed
at Anıtkabir when its construction was finalised
in 1953. Mustafa Kemal was a popular and
exemplary person during his life and he continued
to be like that even after his death. Turkish people
were very determined to keep his revolutions alive
even without seeing him. He was an inspiring
leader not only for the Turkish people, but for the
whole world. Following his death, Ankara received
condolence messages from all over the world.
The Greek Prime Minister Eleftherios Venizelos
stated: ‘It is very rare incident that a nation can
go through such tremendous and radical change
in such a short span of time. Those who have
achieved such extraordinary things have surely
deserved to be called as great men. Hence, Turkey
can be very proud.’ Danish newspaper National
Tidenc’s caption: ‘Atatürk is the greatest miracle
of the Twentieth Century.’ The US President
Franklin Roosevelt’s statement was: ‘My grief is
twofold; firstly, I am, as the whole world, deeply
sad for the loss of such a great man. I am sad
for a second reason, which is the fact that I no
longer have the chance to realize my strong wish
to meet this man.’Mustafa Kemal had such a
strong charisma which affected the whole world.
He introduced Turkey to the world as a country
with roots in the East and prospects in the West.
We commemorate Mustafa Kemal Atatürk with
respect and longing in the 76th anniversary of his
death.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 11
DENİZLİ
Denizli deyince aklınıza neler geliyor? Dünyaca ünlü Denizli horozu, yumuşacık
havlular, bembeyaz Pamukkale, üçlü sazıyla gönüllere taht kuran Türk Halk
Müziği sanatçısı Özay Gönlüm… Denizli ülkemizin en “nev’i şahsına münhasır”
illerinden biri olarak parlıyor…
DENİZLİ
What does Denizli bring to your mind? The world-renowned rooster of Denizli, soft towels, snow
white Pamukkale, the famous Turkish folk music artist Özay Gönlüm with his lute… Denizli has a
sparkle of its own among other Turkish cities…
 Rasim Konyar
12 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Denizli ili ilk kez, bugünkü merkezden 6 km. dışarıda,
bugün Laodikeia Antik Kenti olarak bilinen bölgede
kurulmaya başlandı. MÖ 261-245 yılları arasında,
Suriye Kralı II. Antiokhos tarafından kurulan kent,
II. Antiokhos’un karısı Laodikeia’nin adıyla anıldı.
Laodike’nin kenti anlamına gelen Laodikeia peş peşe
gelen depremlerle yıkılınca, kent bugünkü Kaleiçi
bölgesine taşındı. Laodikeia Türklerin egemenliğine
geçtikten sonra Ladik adıyla anıldı.
Denizli tarih boyunca Selçuklulardan Roma
İmparatorluğu’na, Friglerden Osmanlı İmparatorluğu’na
pek çok farklı devlet tarafından yönetildiği için, bugün
kent içinde gezerken bütün bu etkileri görmek de
mümkün oluyor.
Beyaz Cennet, Pamukkale
Denizli’nin dünyaca ünlü beldesi Pamukkale, antik
adıyla Hierapolis, gerek Türkiyeli turistler gerekse
yurtdışından gelen gezginler için olağanüstü ilgi çekici
bir yer. Bunun nedenlerinden ilki, insanı görür görmez
büyüleyen bembeyaz traverten taşları. Bu taşlar bölgede
yüzyıllar süren jeolojik olaylarla meydana gelmiş.
Hierapolis deprem kuşağında yer alan bir bölge olduğu
için sürekli sallanmış, bu da yeraltı sularının yeryüzüne
çıkmasını sağlamış. Pamukkale’de sıcaklıkları 35-100
derece arasında değişen 17 farklı su bulunuyor. Bu
suların hepsi, farklı rahatsızlıklara iyi geliyor. Bu yönüyle
Pamukkale aynı zamanda sağlık turizmi açısından da
önemli bir potansiyel taşıyor. Termal sular kaynağından
Sol sayfa: Acıpayam Dodurgalar Ovası (sol başta), travertenler (sağda),
Laodikeia (solda), Buldan kumaşları (sol altta) ve Denizli Horozu.
Sağ sayfa: Pamukkale Antik Havuz görüntüleri.
The city of Denizli was first founded in the region
which is known as the Laodicea Ancient City which
is 6 km away from the present city centre. The city,
founded by the Syriac King Antiochus II between 261
and 245 BC, had been named after Antiochus II’s
wife Laodicea. After Laodicea’s city was demolished
after recurrent earthquakes, the settlements were
rebuilt into the inner fortress area. After the city was
conquered by Turks, it was called ‘Ladik’.
Since Denizli was ruled by many different states from
the Seljuks to the Romans and from the Phrygians
to the Ottoman Empire, you can see the traces of all
these civilizations in the city.
The White Heaven, Pamukkale
Denizli’s world-famous town Pamukkale, Hierapolis
in the Antiquity, is a tremendously attractive destination both for local tourists and for international
tourists. The snow white and strikingly beautiful
travertine blocks are the main reason for this attraction. These blocks are built through hundreds
of years of geological formations. Since Hierapolis
is in an earthquake zone, the recurrent earthquakes
have forced the underground waters to come to the
surface. In Pamukkale, there are 17 different water
sources with temperatures ranging from 35 to 100
degrees. All these waters have many healing qualities for different diseases. Hence, Pamukkale has a
significant potential for health tourism as well. After
Left page: Acıpayam Dodurgalar Plain (left top), travertines (right), Laodicea (left),
Buldan fabrics (left below) and Denizli Rooster.
Right page: Pamukkale Ancient Pool.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 13
LAODİKEİA ANTİK KENTİ
Laodikeia Antik Kenti, Denizli merkezden Pamukkale’ye
doğru giderken solda kalıyor. Denizli’den yaklaşık
6 km. dışarıda bulunan bu görkemli antik kent, son
zamanlarda yapılan kazılarla neredeyse tamamen gün
yüzüne çıkarılmış durumda. Adını, hemen yanında
kurulduğu Lykos Irmağı’ndan aldığı düşünülen kentin
geçmişi MÖ 1. yüzyıla uzanıyor. Laodikeia en şaşaalı
dönemini ise Roma İmparatorluğu zamanında yaşıyor.
Kentin en dikkat çekici yapılarından biri Stadyum. Kentin
güneybatısında, doğu-batı doğrultusunda uzanan bu
yapının MS 79 yılında yapıldığı tahmin ediliyor. Stadyumun
uzunluğu 350 metre, genişliği ise 60 metre. Laodikeia’da
bulunan Anıtsal Çeşme ise bir Roma Dönemi yapısı.
Stadyumun kuzeyinde bulunan Meclis Binası, sütunlu
caddenin güneyinde bulunan Büyük Kilise ve Roma tarzını
yansıtan Büyük Tiyatro da antik kentin diğer zenginlikleri.
Laodikeia’nın zengin bir Roma kenti olduğu da biliniyor.
Bu zenginlik de çoğunlukla, kentte yetiştirilen bol tüylü
siyah koyunların satışından elde edilen gelirlerden geliyor.
Kentin yıkılışının sebebi ise üst üste gelen depremler.
Antik Laodikeia Kenti’ne yolunuzu güneşin batış saatlerine
denk getirin. Güneş, kent girişindeki sütunların arkasından
çok güzel batıyor.
LAODICEIA ANCIENT CITY
Laodiceia Ancient City is on the left hand side when going to
Pamukkale from the city centre. The glorious ancient city is located 6 kilometers away from Denizli. The recent excavations
have unearthed the full glory of the city. The city is assumed to
get its name from the Lykos River by which it is founded and
the history of the city is dated back to 1st century BC. Laodicea
lived its most glorious days during the Roman Empire. The
Stadium is one of the most glorious monuments of the city.
The building is located on the east-west axis of the city in its
southern part. It is estimated that it was built in 79 AD. The
stadium is 350 meters in length and 60 meters in width. The
Monumental Fountain is another Roman structure. The Parliament Building to the north of the Stadium, The Big Church
in the south of the Columned Street and the Roman style
Theatre are among other riches of the ancient city. It is also
known that Laodicea had been a wealthy Roman city. The city
had acquired its wealth from the sales of the black sheep for
their wool. The city was destroyed by recurrent earthquakes.
You can plan your visit to the ancient city of Laodicea at the
sunset. The setting sun creates magnificent views through the
columns of the city.
çıktıktan sonra, 320 m. uzunluğunda bir kanal ile traverten başına geliyor
ve buradan, 60-70 metrelik kısmı çökelmenin olduğu traverten katmanlarına
dökülüyor ve ortalama 240-300 metre yol katediyor. Kalsiyum karbonat,
başlangıçta yumuşak bir jel halinde oluyor. Zaman içinde sertleşip “traverten”
haline geliyor. Travertenler çok hassas taşlar, bu yüzden üzerlerine basarken
dikkatli olmak gerekiyor.
the thermal waters come to the surface, they are transported to the travertine
blocks through a channel of 320 meters long. Part of it (60 to 70 meters in
length) flows into the travertine layers with sedimentation and it flows on for
about 240 to 300 meters. The calcium carbonate initially assumes the form of
a soft gel. This gel hardens in time and turns into ‘travertine’. Travertines are
very fragile stone blocks, so you need to be very careful while walking on them.
Antik kentler, kervansaraylar ve doğa
Örneğin Denizli merkezde bulunan Akhan Kervansarayı bunlardan biri.
Selçuklu yapısı olan bu Kervansaray, 2011 yılında restore edilerek
ziyaretçilerin hizmetine açıldı. Cephesi beyaz mermer kaplı olduğu için
Akhan adıyla anılan kervansaray, Anadolu’nun güneyinden geçen İpek
Yolu üzerinde, batı yönündeki son kervansaray olma özelliği taşıyor.
Kentte bunun dışında Acıpayam Yazır Camii, Boğaziçi Camii, Servergazi
Türbesi, Goncalı Kilisesi ve St. Philippe Martyrion Kilisesi gibi pek çok
tarihi yapı bulunuyor. Denizli tarihi yapılar bakımından olduğu gibi
antik kentler bakımından da çok zengin. Bunların başında Pamukkale’de
Ancient Cities, Caravanserais and Nature
Akhan Caravanserai in the city centre of Denizli is one of them. The caravanserai was first built during the Seljuk Empire and after its restoration in 2011 it
was opened for visit. Since its façade is covered with white marble slabs, it is
named as Akhan (White Inn). It is the last caravanserai on the western edge of
the Silk Road that passes through southern Anatolia.
Other than this caravanserai, there are many historical monuments in the
city: Acıpayam Yazır Mosque, Boğaziçi Mosque, The Servergazi Tomb, Goncalı
Church and St. Philippe Martyrion Church.
Apart from its historical buildings, Denizli is also rich in terms of ancient cities.
14 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
yer alan Hierapolis Antik
Kenti ve Pamukkale
Hierapolis Arkeoloji Müzesi
geliyor. Ayrıca Colossae
Antik Kenti, Tripolis Antik
Kenti, Tabea Antik Kenti
ve Laodikeia Antik Kenti
de şehirde görebileceğiniz
ören yerlerinden. Denizli’ye
gittiğinizde görebileceğiniz
pek çok doğal güzellik
de mevcut. Honaz Dağı
Milli Parkı bunlardan biri.
Yüzlerce çeşit bitki ve vahşi
hayvan türüne ev sahipliği
yapan Honaz Tabiat
Parkı’nda doğa ile iç içe
bir yürüyüş yapabilirsiniz.
Yeşildere Şelalesi, Ağlayan
Kaya Şelalesi, Güney
Şelalesi, Keloğlan Mağarası
ve Kaklık Mağarası da
Denizli’de göreceğiniz diğer
doğal güzellikler.
DÜNYANIN EN UZUN ÖTEN HOROZLARI
Denizli merkezinden geçerken oldukça büyük bir horoz heykeli göreceksiniz. Bu heykel,
kentin sembolü haline gelen uzun ötüşlü, parlak ve gür tüylü Denizli horozuna bir saygı
duruşu gibi yükseliyor adeta.
Denizli horozu, renk ve vücut yapısı, ahenkli uzun ve güzel ötüşüyle, tüm dünyada
tanınan yerli bir horoz ırkı. Denizli horozunun gözleri siyah ve sürmeli oluyor, ağırlıkları
ise 3.5 kiloyu buluyor. Horozun sesi, tonuna ve netliğine göre sınıflandırılıyor. Sesler,
tonuna göre ince, davudi, kalın ses olmak üzere üçe ayrılıyor. Niteliğine göre ise net
ses, hüzünlü ses, cırtlak ses, dalgalı ses (alaycı ses) olmak üzere dörde ayrılıyor. Ötüşleri,
ötüş anındaki vücut pozisyonuna göre aslan ötüşü, kurt ötüşü, yiğit ötüşü ve pus ötüşü
olmak üzere dörde ayrılıyor. Denizli horozunu diğer horozlardan ayıran en önemli
özellik ise uzun ötüşü. Dakikalar boyunca ötebilen bu horozlarla sahipleri tarafından
“uzun ötme yarışları” da düzenleniyor.
THE WORLD’S LONGEST COOING ROOSTERS
While passing through the city centre of Denizli you will come across a very large rooster
statue. The status salutes the symbol of Denizli, the long-cooing rooster with shiny and lush
feathers. The Denizli Rooster is a local rooster species known all around the world for its
vibrant colours, body for and for its harmonious and long cooing. Denizli roosters have black
and bolted eyes and they weigh 3.5. kg. The voice of the rooster is classified according to its
tonality and clarity. In terms of tonality, there are three types of cooing: high pitch, bass and
low pitch. When it comes to clarity, there are four different types of cooing: melancholic,
screeching, wavy and clear. The cooing of the rooster can also be named after the position
of their bodies during cooing: lionesque cooing, wolfish cooing, heroic cooing and misty cooing. The length of Denizli rooster’s cooing is its most important differentiating characteristic.
The owners of these roosters organize competitions of cooing.
Kaklık Mağarası, Güney Şelalesi
Kaklık Mağarası, Denizli il merkezine 30 km. mesafede bulunuyor. Buranın
Küçük Pamukkale diye de anılmasının nedeni sarkıt ve dikitlerinin Pamukkale
travertenlerine çok benzemesi. Bu mağaranın suyu da Denizli’deki pek çok
su gibi şifalı. Berrak ve kükürt kokulu olan bu su bazı cilt hastalıklarına iyi
geliyor.
Denizli’ye gittiğinizde görmeniz gereken doğal güzelliklerden biri de Güney
ilçesinin yaklaşık 4 km. güneyinden geçen Menderes Nehri’nin kenarında
bulunan Güney Şelalesi. 20 metre yükseklikten akan şelalenin suyu kireçli
olduğu için, şelale yatağında kalker basamaklar oluşmuş ve bu da şelaleye
ayrı bir güzellik katmış.
Termal turizm Denizli için önemli bir kaynak. Şifa dolu kaplıcaları ile bu kent,
yılın her dönemi turist çekiyor. Sarayköy Kaplıcaları, Karahayıt Kaplıcaları,
Çizmeli Kaplıcaları, Tekkeköy Kaplıcası, Gölemezli Kaplıcası ve Kızıldere
Kaplıcası kentin en önemli kaplıca merkezleri.
Pamukkale (üstte) ve Karahayıt (altta).
Pamukkale (top) and Karahayıt (below).
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 15
Tekstil, el sanatları ve mutfak
Kentteki en önemli bir diğer ekonomik kaynak
da tekstil. Hepimizin sevdiği yumuşacık
Denizli havluları, bornozları ve tabi Buldan
kumaşının ünü dünyaya yayılmış durumda.
“Buldan Bezi” de denilen bu kumaş, Osmanlı
İmparatorluğu’nda saray halkının da
beğendiği bir kumaş olmuş, asırlar boyunca
şehzadelere elbise, hanım sultanlara çeyizlik
olarak itibar görmüş. Buldan Bezi’ni biricik
kılan özelliklerin başında iplik boyasının doğal
olması geliyor. Ceviz yaprağı, meyan kökü,
defne, palamut, mazı, soğan kabuğu, kestane
ve çehriden yapılan doğal boyalar “yeminli
boya” olarak adlandırılıyor ve iplikler bu
boyalarla kaynatılmak suretiyle boyanıyor.
Boyanan iplikler yine geleneksel yöntemlerle,
çıkrıklara sarılıyor ve buradan da dokuma
tezgahlarında kumaş olarak dokunuyor.
Peki Denizli’ye gittiğimizde ne yemeliyiz?
Hemen söyleyelim. Denizli’ye gittiğinizde
patlıcan yemeklerini mutlaka tadın. Burada
patlıcan çok seviliyor ve pek çok farklı biçimde
pişiriliyor. Özellikle kebabı ve dolması pek
gözde. Ovmaç çorbası, kumbar (“karın” ya
da “mumbar” bazıları “bumbar” da diyor)
dolması, sacta işkembe, alaçora, arabaşı ve
keşkek de Denizli’de yiyebileceğiniz geleneksel
lezzetler arasında. Yemeğin üzerine ise
çarşıdaki tatlıcılardan birinde oturup irmik
helvası kaşıklayabilirsiniz.
Yolunuz bu güzel Ege diyarına düşerse,
gezip yorulduktan sonra çarşıdaki geleneksel
kahvelerden birine oturup şöyle demli bir çay
içmeyi de unutmayın. Ola ki o sırada, fonda
Özay Gönlüm’ün “Asmam Çardakdan” türküsü
çalıyor, Gönlüm’ün, “Yaren” adını verdiği
üçlü sazından yükselen sesler, az ötedeki
bakırcıların bakır dövme seslerine karışıyor
olacak.
16 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Akhan (enüstte) ve Güney Şelalesi (altta). Buldan’da
dokuma ustası (en alt solda), Pamukkale’de yamaç
paraşütü (ortada) ve Tandır Kebap (sağ altta).
Akhan (top) and Güney Waterfall (below). A weaving
master in Buldan (left below), paragliding in Pamukkale
(middle) and Tandır Kebab (right below).
The Hierapolis Ancient City in Pamukkale and the
Pamukkale Hierapolis Archeology Museum are two
very important destinations for the tourists. The
Colossae, Tripolis, Tabea and Laodicea ancient cities are among other historical destinations you may
want to visit.
Denizli also boasts of many natural beauties. The
Honaz Mountain National Park is one of these natural treasures. The national park hosts hundreds of
plants and species of wild animals and you can go
for a walk in the very heart of nature. The Yeşildere
and Ağlayan Kaya (Crying Rock) waterfalls,
Keloğlan and Kaklık caves are among many other
natural beauties you can see in Denizli.
The Kaklık Cave, Güney (South) Waterfall
The Kaklık Cave is located 30 km away from
the Denizli city centre. Since the stalactites and
stalagmites resemble the travertines in Pamukkale,
the cave is also called as the Little Pamukkale. Like
many other water springs in Denizli, the cave’s water has healing properties. The clear and sulphuric
water heals some skin disorders.
Another destination you should add to your itinerary for Denizli is the Güney (south) Waterfall next to
the Menderes River flowing 4 km south of the Güney
district of the city. The calcareous water flows from
a height of 20 meters. The caustic lime in the water
formed calcareous steps on the river bed. These
steps add an additional beauty to the waterfall.
Thermal tourism is a significant source of income for Denizli. The city, rich in healing thermal
springs, attracts tourists at every time of the year.
Sarayköy, Karahayıt, Çizmeli, Tekkeköy, Gölemezli
and Kızıldere thermal springs are amongst the most
popular thermal springs in the city.
Textiles, handicrafts and cuisine
Textiles is another source of income for the city. The
popular soft towels, robes of Denizli and the worldrenowned Buldan fabric are the most important
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 17
2 T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı
 Aykut İnce
Ankara’nın Yanıbaşındaki Cennet:
SOĞUKSU MİLLİ PARKI
Doğayla iç içe, sakin bir gün geçirmek, bol oksijen barındıran ormanlarda
yürüyüş yapmak isteyenler için Ankara Soğuksu Milli Parkı iyi bir seçenek.
Ankara il merkezine 78 km uzaklıkta bulunan park, ülkemizin en önemli
kaplıcalarından biri ve sağlık turizmi açısından da önemli bir merkez olan
Kızılcahamam ilçesine 2 km mesafede yer alıyor…
The Heaven at Ankara’s Elbow:
SOĞUKSU NATIONAL PARK
The Soğuksu National Park in Ankara is a good alternative for those who would like to spend
a day of nature and peace with long refreshing walks in forests rich in oxygen.
Situated 78 km away from the Ankara city centre, the park is one of the most important
thermal springs of our country and it is only 2km away from the Kızılcahamam province,
an important centre for health tourism…
18 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Soğuksu National Park, situated at the transition point between the steppes of
Central Anatolia and the lush, green forests of Northern Anatolia, enchants its
visitors with its rich flora.
The national park area was declared as 1.050 hectares in 1959 and after a
change of border in 1997, the park’s area increased up to 1.187 hectares.
The Soğuksu National Park area includes many tributary rivers and steppes
between valleys. The park has a multilayered geomorphologic structure
consisting of rocks like andesite, basalt, tufa and fanglomera. The park and
its surroundings enjoy a transitional climate ranging between the continental
climate of Central Anatolian steppes and the rain Northern Anatolian climate.
Since the forests are situated on an area with volcanic rocks, there are many
cold and hot water springs. Although the annual average temperature in the
Kızılcahamam province is 9.6 degrees, temperatures may fall down to 4.9
degrees at the highest point of the National Park.
İç Anadolu stepinden Kuzey
Anadolu’nun gür ve yeşil
ormanlık bölgelerine geçiş
kuşağında yer alan Soğuksu
Milli Parkı, zengin bitki örtüsüyle ziyaretçilerini adeta
büyülüyor.
1959 yılında, 1.050 hektar
olarak ilan edilen Milli Park
alanı, 1997 yılında yapılan
sınır değişikliğiyle 1.187
hektar büyüklüğe ulaşmıştı.
İki ana vadiye açılan pek
çok yan dere ve vadilerarası düzlüklerden meydana
gelen jeomorfolojik bir
yapıya sahip Soğuksu Milli
Parkı’nın jeolojik yapısı ise,
andezit, bazalt, tüf ve anglomera türü kayaçlardan
oluşuyor. Park ve çevresi, İç
Anadolu’nun step karakterli karasal iklimi ile, yağışlı Kuzey Anadolu iklimi arasında geçiş bölgesi
özelliği gösteriyor.
Bölge ormanlarının bulunduğu sahanın volkanik kayaçlardan oluşması
sebebiyle yörede bolca soğuk ve sıcak su kaynakları yer alıyor. Kızılcahamam ilçesinde yıllık ortalama sıcaklık 9.6 derece olmasına rağmen,
Milli Park’ın en yüksek noktasında ortalama sıcaklık 4.9 dereceye kadar
düşüyor.
Botanic Tourism and birds
The dominant tree species in the park are black pine, scotch pine, fir and hornbeam. The fossil trees, petrified millions of years ago, are standing in the park
as monuments of the ancient flora or the region. The area is also very rich in
terms of fungi and geofit species. Visitors and researchers show great interest
in the flora of the region.
There are for about 160 bird species in the Soğuksu National Park area. The
‘Black Vulture’, taken under preservation globally, is the most important and
Botanik turizmi ve kuşlar
Flora yönünden hakim ağaç türünü karaçam, sarıçam, göknar, gürgen
oluşturuyor. Ayrıca, milyonlarca yıl önce taşlaşmış olan, görkemiyle adeta
yıllara meydan okuyan fosil ağaçlar, bölgenin kadim bitki örtüsünün
tarihi anıtı olarak milli parkda meraklılarını bekliyor. Bunun yanısıra, bitki
inceleme (botanik turizmi) açısından son derece önemli mantar ve geofit
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 19
türleri içeren alan, araştırmacılar tarafından sıklıkla ziyaret edilen bir yer.
Soğuksu Milli Parkı’nda 160 civarında kuş türü bulunuyor. Bu kuş türlerinden en önemlisi ve alanın kaynak değerini oluşturan, dünya çapında
da koruma altına alınan “Kara Akbaba”dır. Soğuksu Milli Park alanı aynı
zamanda dünyada İspanya’dan sonra en çok Kara Akbaba çifti bulunduran bölge olarak da tanınıyor. Artık milli park ile özdeşleşmiş olan bu kuş
türünü, Kızılcahamam ilçesinin girişinde Kara Akbaba heykeli ziyaretçilere
hatırlatılıyor. Ayrıca milli park gezisi esnasında bazı kartal türleri, ayı,
kurt, tilki, sansar gibi yırtıcılar; geyik, yaban domuzu, tavşan, sincap gibi
memeliler de her an karşınıza çıkabilir.
Tabiat Müzesi ziyaretçileri bekliyor
Milli park girişindeki ziyaretçi tanıtım merkezi içinde oluşturulan Tabiat
Müzesi ise ziyaretçilerine saha hakkında ilk izlenimleri sunuyor. Burada bulunan hayvan ve bitki örnekleri eğitim maksatlı gelen öğrenciler ve ziyaretçiler için cazip bir merkez. Milli park alanında gazino, büfe, 500 kişilik açık
hava tiyatrosu, alanda konaklamak isteyenler için çadırlı kamp alanları ve
800 yatak kapasiteli turistik otel bulunuyor. Günübirlik kullanım alanında
yer alan piknik masası, piknik ocağı, çöp bidonu, çeşmeler, tuvaletler ve
yağmur barınakları ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturulan diğer birimler. Soğuksu Milli Park’ında bulunan yürüyüş yolları ve
üzerinde bulunan kuş gözlem noktaları ise foto safari tutkunları için muhteşem fırsatlar sunuyor. Milli parkta dağcılılık faaliyetleri için de imkan
var. Osmandede Tepesi’nin kuzey batısını içeren bölüm dağcılar için çok
uygun alanlar saklıyor. Milli park içerisinde yer alan Atatürk Çamı Alanı
ise tarihi öneme sahip. Atatürk’ün burada oturup çay içtiği, zaman zaman
dinlenmek için uğradığı ve bölgenin eşsiz doğal güzelliklerinden etkilenerek burayı “Ankara’nın akciğerleri” olarak yorumladığı anılarda saklı hala...
20 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
unique bird species in the region. It is also considered to be the main asset
of the park. Following Spain, the Soğuksu National Park is accepted as the
second most important region with the largest number of black vulture pairs.
This specie is now identified with the national park and the statue of a black
vulture at the entrance of the Kızılcahamam province reminds visitors the
prominence of the bird in the region. During your trip in the national park, you
may also come across with some eagle species, some predators like bears,
wolves, foxes and weasels and mammals like deer, wild boars, rabbits and
squirrels.
Nature Museum is waiting for its visitors
The Nature Museum opened as part of the information office at the entrance
of the park offer the initial impressions of the park to its visitors. The animal
and plant samples exhibited at the museum make it an attractive centre for
students and visitors. The national park area consists of a large coffee house,
a buffet, an open theatre with a capacity of 500 people. The park also offers
a camping area with tents and a touristic hotel with 800 beds for those who
would like to stay.
Daily visitors can make use of the picnic tables, picnic furnaces, trash bins,
fountains, toilets and rain shelters in the day trip area. The hiking trails and
birdwatching spots offer extraordinary opportunities for photo-safari enthusiasts. The national park offers many facilities for mountaineering as well.
The northwestern part of the Osmandede Hill offer very suitable routes for
mountaineers.
The Atatürk Pine area in the National Park area has a historical significance.
It is still part of common memories that Atatürk used to visit the place from
time to time to have some tea and rest. It is said that he called the place the
‘lungs of Ankara’...
ADVERTORIAL
TÜRSAB DERGİ | EKİM 2014 1
ğ
P
Ø
P
ı
æ
Œ
q
P
Äį
Ø
Œ
´
Ø
=D9:įdŒ
ž
Ö
Š
‚
P
Ø
ĉ
í
ı
į
Q
ō
P
ğ
ÃxÃçįÀŒĉĤÃæÄįdÃğįP
SAĞLAYICILARININ
ZM
Rİ
TU
LI
RK
FA
İ,
EM
ST
Si
BU REZERVASYON
OK KAZANIM SAĞLAR
RÇ
Bİ
ZE
Sİ
E
İL
Rİ
LE
EK
N
ÇE
SE
FARKLI SATIŞ
M-Acenta bir DOMİNANT markasıdır.
Dominant Turizm Yazılım ve Destek A.Ş.
www.dominant.com.tr
www.m-acenta.com
destek@dominant.com.tr
0216 326 86 60
İstanbul Denizlerinin Yeni Klasiği:
Armada Gezi Teknesi.
Boğaz’da yıl boyunca yapacağınız unutulmaz geziler için...
Boğaz’ın ve şehrin muhteşem silüetine yaraşır “Armada Gezi Teknesi”, şık tasarımı ve el yapımı olma özelliği ile size en konforlu
ve en keyifli gezi deneyimini yaşatıyor. Armada Otel’in seçkin servis kalitesi ve mutfağını da beraberinde sunan bu gerçek
İstanbul klasiği ile İstanbul Boğazı, Haliç ya da Adalar yönünde düzenleyeceğiniz VIP, kurumsal etkinlik ve toplantılarınızda
misafirlerinize unutulmaz anlar yaşatmaya hazır mısınız?
Tekne Kapasitesi 50 kişi
Yemekli Düzen 24 kişi - Kokteyl Düzeni 50 kişi
Rezervasyon:
Funda Dağlı | (+90) 530 381 01 63 | fdagli@armadageziteknesi.com | www.armadageziteknesi.com
KAPALIÇARŞI
Büyük ustalardan en küçük çırağa kadar uzanmış bir
araştırma, geliştirme ve eğitim kurumu; bir tasarım, moda
ve finans merkezi, bir sürekli sanayi sergisi, şehre altın
tozları saçan bir sihirli ve kapalı mekân, İstanbul’a her
gelenin ilk görmek istediği yer...
 Rasim Konyar & Shutterstock
GRAND BAZAAR
24 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
An institution of research, development and
education uniting both the greatest masters
and the most inexperienced novices; a center
for design, fashion and finance, a permanent
industrial exhibition, a magical and closed
place scattering gold dust to the whole city
and the first place visitors in Istanbul want
to see...
Kapalıçarşı: Niçin Kapalı, Niçin Çarşı? Bu soruyu biz
sormuyoruz, ülkemizin önde gelen endüstriyel tasarım ve endüstriyel kültür mirası uzmanı Prof. Dr. Önder Küçükerman soruyor ve yanıtlıyor: “Bu sorunun
en kısa yanıtı, Kapalıçarşı sokaklarından herhangi
birinde yüz metre yürüyünce hemen anlaşılır!” Ama
dilerseniz önce “Kapalıçarşı”nın “Çarşı”sına bakalım!
Küçükerman o yüz metre içindeki sırları “Kapalıçarşı”
maddesini yazdığı NTV İstanbul Ansiklopedisi’nde,
özetle şöyle grupluyor: “Burada 4 katman var: 1.
Doğu yaratıcılığının en eski hünerleri; güzel şeyler,
2. Eskiden ‘sanayi’ denilen lonca düzeninin eski ve
en seçme eserleri, 3. En yeni teknoloji ve isteklere
göre üretilen ‘tasarım’lar, 4. Gelmiş geçmiş tarih
boyunca en değerli hammaddeler; altın, gümüş,
elmas ve benzerleri”.
Peki, şimdi sıra “Kapalı”da! Küçükerman, Bursa
ipeklisinden Çin porselenine, Fransız mücevherinden Anadolu takısına, Hint pamuklusundan eski bir
saray halısına kadar ne kadar yaratıcı düşünce ürünü
varsa hepsine burada rastlanabileceğini söylüyor.
Burada asıl önemli olanın ise Kapalıçarşı ustalarının
500 yıllık deneyimle beslenmiş ve üretilmiş eserleri
olduğunu, örneğin kuyumcuların, bilinen en küçük
ölçüleri kullandıkları halde en değerli eserleri
ürettiklerini, bunu yaparken etrafa saçılan altın tozu
ya da elmas parçalarını her akşam özenle süpürüp
biriktirdikleri için bu çarşının “kapalı” olduğunu
vurguluyor.
Paraya yön veren Bedesten
Osmanlı Dönemi’nde içinde Bedesten de bulunan
kapalıçarşılar, sarayın değerli eşyalarının korunduğu hazine olmanın yanısıra ticaret yoluyla sermaye
birikimi yapılmasına yol açan birer finans merkezi
Covered Bazaar: Why ‘Covered’? Why ‘Bazaar’? This is a question asked
not by us, but by Prof. Önder Küçükerman, the leading Turkish expert on
industrial design and industrial cultural heritage. Küçükerman’s answer
is: ‘The shortest answer to this question could be obtained once you walk
for one hundred meters in any of the Grand Bazaar streets!’ But let us first
have a look at the ‘Bazaar’ of the ‘Grand Bazaar’! In his entry for the Grand
Bazaar in the Istanbul Encyclopedia, this is how Küçükerman sums up and
groups the mysteries in this space of one hundred meters: ‘There are four
layers here: 1. The most ancient talents of the Eastern creativity; good
things, 2. The old and selected works of the guild system of the old days,
3. ‘Design’s produced on demand and by the latest technology, 4. The most
precious raw materials: gold, silver, diamond and the like.’
Sol sayfa: Kapalıçarşı’nın havadan görünüşü, Nuruosmaniye kapısındaki Osmanlı arması (Shutterstock, mdgn) ve
tavan detayı. Sağ sayfa: Çarşıdan genel bir görünüm (Shutterstock, muratart), Nuruosmaniye ve Mahmutpaşa
kapıları ile 1900’lü yılların başında çarşının içi (Shutterstock, prostok).
Left page: An aerial view of the Grand Bazaar, the Ottoman crest on the Nuruosmaniye Gate (Shutterstock, mdgn)
and detail from the ceiling. Right page: A general view of the bazaar (Shutterstock, muratart), Nuruosmaniye and
Mahmutpaşa gates and the interior of the bazaar at the beginning of the 1900.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 25
KAZANÇ DENİLEN ŞEY HAVAYA
UÇAN BİR VAHŞİ KUŞTUR...
Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı
1461 yılı, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul görmüş.
Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından
ahşap olarak inşa ettirilmiş. Evliya Çelebi burayı muazzam güçlü bir kale gibi tanımlamıştı. Çelebi, 1640’lı yıllarda Kapalıçarşı esnafını ise şöyle anlatmış: “...İstanbul’un
kalabalık ve seçme yerinde, Osmanoğulları’nın büyük
hazinesidir ki gûya kahkaha kalesidir. Bütün sefere gidenlerin, vezirlerin ve âyânın malları buradadır ki yeraltında
nice yüz demir kapılı mahzenleri vardır… Doğuya açılan
kuyumcular kapısı vardır ki bu kapı üzerinde kanatlarını
açmış korkunç bir kuş sureti vardır… Bu sureti kapıya
nakşetmekteki amaç şuydu:... Kazanç denilen şey havaya
uçan vahşi bir kuştur. Eğer bu kuşu nezaketle avlayabilirsen bu bezistanda kâr edebilirsin!”
WHAT YOU CALL PROFIT IS A WILD
BIRD FLYING IN THE SKIES...
The year 1461, when Sultan Mehmet the Conqueror
ordered for the construction of the Grand Bazaar, is
accepted as the year of foundation. The bigger main
part of the bazaar, which is timber, was built by Sultan
Suleiman the Magnificient. Evliya Çelebi defined the
place as a gigantic and strong citadel. This is how Çelebi
talks about the tradesmen and artisans of the Grand
Bazaar: ‘(Old Bedestan) is located in the most crowded
and elite place in İstanbul and it is such a big treasure
of the Osman family that it seems !ike “Kala-i Kahkaha
Belongings of commanders of war, viziers and people stay
in hundreds of underground repositories with iron doors.
There is the Kuyumcular Gate facing towards east and
there is an imposing picture of an eagle with its wings
open on this gate; The engraving of this wild bird on the
gate gave a message: ... Profit is a wild bird flying in the
skies. If you can hunt this bird with delicacy, you can gain
profits in the bedestan!’
26 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
işlevi de taşırdı. Nitekim Fatih Sultan Mehmet,
Ayasofya’ya gelir getirmesi amacıyla Cevahir
ve Sandal bedestenlerini kurdurmuş, bunların
etrafında 250 yıl boyunca İstanbul Kapalıçarşısı gelişmişti. Nitekim bugün Kapalıçarşı 110
bin 868 m2’lik bir alanı kaplıyor, 45 bin m2
kapalı alana, 65 sokak üzerinde 3600 dükkân
ve 14 hana sahip. Buradan 100 bin kişi hayatını
kazanıyor. Anadolu ve İstanbul’da toplam 117
bedesten vardı. Bedestenli şehirler diğerlerinden
daha önemliydi. Evliya Çelebi, “Osmanlı kentleri
bedesteni olan ve olmayan yer olarak ikiye ayrılır” dermiş. Prof. Dr. Kenan Mortan, Skylife dergisine verdiği bir demeçte bunlardan dördü olan
Bursa, Tire, Edirne ve İstanbul Cevahir bedestenlerinin aynı zamanda dönemin iktisadi yapısına
da yön verdiği için öne çıktığına işaret ediyor. 48
m x 36 m alanı, 8 sütun, 15 kubbesiyle boyu-
(Shutterstock, muratart)
And now let us talk about its being ‘Covered’! Küçükerman says that one could find all sorts
of creative ideas in the bazaar, from silky fabrics of Bursa to china ware, French jewellery to
Anatolian ornaments, from Indian cotton to an old palace carpet. He also argues that the bazaar
was ‘covered’ because the masters of the bazaar had works crafted and moulded with 500-yearold experience and although the goldsmiths used the earliest form of scales, they swept the
scattered gold and diamond dust carefully and saved them.
The Bedesten (Bazaar) that directs money
During the Ottoman Era, the covered bazaars with bedestens (‘bazaar of the clothsellers’) functioned as a finance centre as well as a treasury for the valuable objects
of the Court. Hence, Sultan Mehmet the Conqueror had the Cevahir and Sandal
bedestens erected so that they would generate income for Hagia Sophia. Following the
250 years, Istanbul’s Grand Bazaar had developed around these two bedestens. Today,
the Grand Bazaar covers an area of 110 thousand 868 m2 and it has a covered area
of 45 thousand m2 and 3600 stores and 14 hans on 65 streets. 100 thousand
people make a living in the bazaar. There were a total of 117 bedestens
in Anatolia and Istanbul. Cities with bedestens were deemed more
important than others. Evliya Çelebi used to say that ‘Ottoman
towns are of two sorts: those that had bedestens and
those that did not have them.’ Prof. Kenan Mortan, in
his statement to the Skylife magazine, points out that
four of these bedestens, the ones in Bursa, Tire,
Edirne and the Cevahir Bedesten in Istanbul, have
shaped the period’s financial life. With
Kapalıçarşı vitrinlerinden görüntüler ve bir kuyumcu
ustası.
Images from the Grand Bazaar shop windows and a
master goldsmith.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 27
BİR KİTAP: ÇARŞI, PAZAR, TİCARET ve KAPALIÇARŞI
Prof. Dr. Önder Küçükerman ve Prof. Dr. Kenan Mortan’ın ortak eseri bu kitap İş Bankası Kültür Yayınları İnceleme-Araştırma Dizisi’nden 2010 yılında yayımlanmış. Eser, tarih öncesinden bu yana Eski Dünya’nın ana ticaret yollarının kavşak
noktası olmuş Anadolu’nun iktisat tarihini, Kapalıçarşı’nın tarihsel arka planına oturtuyor. Kitap, Kapalıçarşı’nın Osmanlı
yaşam kültürü ve başkent İstanbul’daki önemini ve Doğu Akdeniz’in bilinen ilk uygarlıklarından günümüze dek uzanan gelenekler zincirinde nasıl önemli bir halka olduğunu anlatıyor. 382 sayfa tutan çalışmada, Kapalıçarşı’nın tarihi, günümüzdeki
çarşı esnafının kaygı ve düşüncelerine de yer verilerek, özgün belge, gravür, fotoğraf, plân ve çizimlerle desteklenmiş.
A BOOK: MALL, BAZAAR, TRADE AND THE GRAND BAZAAR
Üstte: Çarşı’nın içindeki ünlü Şark Kahvesi ve içi
(Shutterstock, rolleiflex). Peştemal ve terlikler (ortada)
ve rengarenk taşlarla süslü hançerler (Shutterstock,
Viacheslav Lopatin).
Above: The famous Şark Kahvesi (Oriental Cafe) and
its interior (Shutterstock, rolleiflex). Peshtemals (loin
clothes) and slippers (middle) and daggers decorated
with colourful stones (Shutterstoc, Viacheslav Lopatin).
28 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Co-authored by Prof. Önder Küçükerman and Prof. Kenan Mortan, the book was published by İş Bankası Kültür Publishers
in the Research Series in 2010. With a special focus on the Grand Bazaar’s context, the book sheds light on the financial
history of Anatolia, the historical crossroads of the main trade routes of the Old World. The book explains how the Grand
Bazaar had a sigificant place in the social and cultural life of Istanbul, the Ottoman capital. It also contextualises the Grand
Bazaar within the larger picture of the Eastern Mediterranean and ancient civilizations. A 382-page work, the book also
includes information on the history of the Grand Bazaar, the concerns of the present day artisans and tradesmen working
there and many original documents, engravings, photographs, plans and drawings.
Shutterstock, ihsan Gercelman
KAPILAR, HANLAR, SOKAKLAR
Günümüzde çoğunun işlevi kaybolmuş ise de Kapalıçarşı’nın
sokakları ve hanlarının taşıdığı adlar adeta onun plânını
da yansıtır. Adına bakıp, orada -vaktiyle- ne yapıldığını ne
satıldığını hemen anlarsınız. Neyse ki şehirlerimizde sıkça
yapılan ve hemşehrilerin referans noktalarını bir çırpıda yok
ediveren ad değişiklikleri Kapalıçarşı’da yapılmıyor. Bu sayede
şimdi sadece o adlara bakmak bile insana zevk veriyor. Bir
göz atalım:
Kapılar: Beyazıt, Çarşıkapı, Çuhacıhan, Kuyumcular, Mahmutpaşa, Nuruosmaniye, Örücüler, Sepetçihan, Takkeciler,
Tavukpazarı ve Zenneciler.
Hanlar: Ağa, Alipaşa, Astarcı, Balyacı, Bodrum, Cebeci,
Çukur, Çuhacı, Hatipemin, İçcebeci, İmamali, Kalcılar, Kapılar,
Kaşıkçı, Kebapçı, Kızlarağası, Mercan, Perdahçı, Rabia, Safran,
Sarnıçlı, Sarraf, Sepetçi, Sorguçlu, Varakçı, Yağcı, Yolgeçen,
Zincirli ve Evliya.
Sokaklar: Acıçeşme, Ağa, Altuncular, Aminçiler, Araracıoğlu, Aynacılar, Basmacılar, Çuhacıhanı, Bitpazarı, Fesçiler,
Ganiçelebi, Hacıhasan, Hacıhüsnü, Hacımemiş, Halıcılar,
Hazırelbiseciler, İplikçiler, Kahvehane, Kalpakçılar, Karakol, Karamanlıoğlu, Kavaflar, Kazazlar, Keseciler, Kilitçiler, Kolancılar,
Koltukçu, Kürkçüler, Lütfullahefendi, Mercançıkmazı, Muhafazacılar, Mühürdaremin, Ortakazazcılar, Örücülerhamamı,
Parçacılar, Perdahçılar, Püskülcüler, Reisoğlu, Ressam, Sahaflarbedesteni, Sandal, Sandalbedesteni, Serpuççular, Sıraodalar,
Sipahi, Tacirler, Takkeciler, Tavukpazarı, Terlikçiler, Terzibaşı, Terziler, Tuğcular, Varakçıhan, Yağlıkçılar, Yarımtaşhan,
Yeşildirek, Yorgancılar, Yüncühasan ve Zenneciler.
GATES, CARAVANSERAIS; STREETS
Although most of them have lost their functions today, the names of the streets and caravanserais of the Grand Bazaar give
us clues about its plan. You can understand the past functions of the places by looking at their names only. Thankfully, unlike
our cities where citizens can easily lose their reference points due to frequent changes in the names of places and streets, the
names of the streets in the Grand Bazaar are not changed. Even looking at those names gives you a taste of history. Let us
have a look:
(Shutterstock, Daniel Leppens).
Doors: Beyazıt, Çarşıkap, Çuhacıhan, Kuyumcular (Jewellers), Mahmutpaşa, Nuruosmaniye, Örücüler (Knitters), Sepetçihan
(Basket Han), Takkeciler (Milliners), Tavukpazarı (Chicken Bazaar) and Zenneciler.
Hans: Ağa, Alipaşa, Astarcı, Balyacı, Bodrum, Cebeci, Çukur, Çuhacı, Hatipemin, İçcebeci, İmamali, Kalcılar, Kapılar, Kaşıkçı,
Kebapçı, Kızlarağası, Mercan, Perdahçı, Rabia, Safran, Sarnıçlı, Sarraf, Sepetçi, Sorguçlu, Varakçı, Yağcı, Yolgeçen, Zincirli ve
Evliya.
Streets: Acıçeşme, Ağa, Altuncular, Aminçiler, Araracıoğlu, Aynacılar, Basmacılar, Çuhacıhanı, Bitpazarı, Fesçiler, Ganiçelebi,
Hacıhasan, Hacıhüsnü, Hacımemiş, Halıcılar, Hazırelbiseciler, İplikçiler, Kahvehane, Kalpakçılar, Karakol, Karamanlıoğlu,
Kavaflar, Kazazlar, Keseciler, Kilitçiler, Kolancılar, Koltukçu, Kürkçüler, Lütfullahefendi, Mercançıkmazı, Muhafazacılar,
Mühürdaremin, Ortakazazcılar, Örücülerhamamı, Parçacılar, Perdahçılar, Püskülcüler, Reisoğlu, Ressam, Sahaflarbedesteni,
Sandal, Sandalbedesteni, Serpuççular, Sıraodalar, Sipahi, Tacirler, Takkeciler, Tavukpazarı, Terlikçiler, Terzibaşı, Terziler, Tuğcular,
Varakçıhan, Yağlıkçılar, Yarımtaşhan, Yeşildirek, Yorgancılar, Yüncühasan ve Zenneciler.
tu Sandal Bedesteni’nden bile küçük olmasına
rağmen Cevahir Bedesteni’nin üstlendiği önemli
işlevlerden bazıları şöyle: Değerli mal borsacılığı,
kiralık kasa, para değeri resmi kayıtlarının tutulduğu yer, senetli ödemeler ve mal takas merkezi!
Günümüzdeki bedestenler artık işlevlerini yitirmiş
durumda. Cevahir Bedesteni altın, gümüş ve değerli taşlardan yapılmış antika mücevher, antika
saat ve halıları ile antika tutkunlarını kendine çekerken, bir yolu pamuk bir yolu ipekten dokunan
ve Sandal denen bir kumaş satıldığı için Sandal
Bedesteni adı verilen bedesten de bir hediyelik
eşya satış yeri. Herşeye rağmen, bugün burada
oluşan arz ve talep göstergeleriyle Türkiye’deki
altın ve döviz fiyatları için “Kapalıçarşı” hâlâ
önemli bir merkez!
a dimension of 48m X 36m and 8 pillars and
15 domes, which makes it even smaller than
the Sandal Bedesteni, the Cevahir Bedesteni
had these functions: A stock exchange for
valuable goods, safe deposit box, a place where
official records were kept, a centre for bills and
bartering! Today, the bedestens have lost their
functions. Cevahir Bedesteni is place attracting
enthusiasts of antique jewellery amde of gold,
silver and precious stones and ancient clocks and
carpets; the Sandal Bedesten, which used to sell
a cotton fabric called ‘sandal’, is now a souvenir
shop. Despite all, with its significant supply
and deman indicators in the bazaar, the Grand
Bazaar is still an important center for gold and
foreign exchange prices!
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 29
mongolia
~
mogolistan
CENNETE BİR ADIM DAHA YAKIN...
Sadece doğa, safari ve fotoğraf tutkunlarını değil,
dünya tarihini, insanlık tarihini ve özellikle biz
Türklerin tarihini merak edenlere bir ders niteliğinde.
Bu ülkeyi keşfetmek isteyenler kendilerini bozkırlara,
steplere, uçsuz bucaksız doğaya teslim ettiğinde,
cenneti aramaya gerek kalmıyor.
ONE STEP CLOSER TO HEAVEN…
It is almost like a live lecture not only for those who love nature,
safaris and photography, but also for those who might be interested
in the history of humanity and especially for those who would like to
learn more about the past of Turkish people. Once people who would
like to discover this land give themselves into the vast steppes and
vast nature, they no longer have to look for heaven.
2 Günnur Özalp
 Günnur Özalp & Shutterstock
Gobi Vadisi’nden bozkır ve çöl görüntüleri ile Orhun nehri.
Views of the steppes and the desert from the Gobi Valley and the Orkhon River.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 31
KİMLİK KARTI
Başkent: Ulanbatur
Resmî Dil: Moğolca, Kiril alfabesi kullanılıyor.
Okuma-Yazma Oranı: % 98
Yönetim biçimi: Parlamenter cumhuriyet
Cumhurbaşkanı: Tsakhiagiin Elbegdorj
Başbakan: Norovyn Altankhuyag
Kuruluş: 26 Aralık 1911 (Bağımsızlık ilanı, Qing
Hanedanı tarafından)
Yüzölçümü: 1.564.115 km2
Nüfus: (2013 sayımı) 2.921.287 (%80’ni Halha
Moğolları, %8’i diğer Moğollar, %5’i Kazaklar, kalanı
Tuvalar gibi diğer Türk halkları, Ruslar ve Çinliler’den
oluşur.)
Din: Halkın büyük çoğunluğu Budist ancak Hristiyanlık,
İslam ve Şamanizm de kabul görüyor. Türklerin çoğunluğu Müslüman.
Para Birimi: Tögrög (MNT)
Internet: .mn
Telefon kodu: 976
IDENTITY CARD
Capital: Ulan Bator
Official Language: Mongolian, the Cyrillic Alphabet is
used.
Rate of Literacy: % 98
System of government: parliamentary republic
President: Tsakhiagiin Elbegdorj
Prime Minister: Norovyn Altankhuyag
Foundation: 26 December 1911 (Declaration of
Independence, by the Qing Dynasty)
Area: 1.564.115 km2
Population: (2013 census) 2.921.287 (%80 is Halha
Mongols, %8’ are other Mongols, %5 Kazakhs and other
Turkic peoples like the Tuvas and the Russians and
Chinese.)
Religion: The majority of the population are Buddhists,
but there are also Christians, Muslims and Shamans.
Most of the Turks are Muslim.
Currency: Tögrög (MNT)
Internet: .mn
Telephone Code: 976
Genç, dinamik büyükelçimiz Murat Karagöz’ün de yoğun çalışmaları
sayesinde Moğolistan Cumhuriyeti bize olduğundan yakın gelmeye
başladı.
Türk Hava Yolları haftanın dört günü dolu dolu uçuyor. Sadece biz Türkleri değil, uluslararası gezginleri, turistleri de taşıyor uçaklar. Yükselen turizm değeri
Moğolistan’ı ilk keşfedenler olmak isteyenler kendilerini Moğol bozkırlarına, steplerine, uçsuz
bucaksız doğasına koyverirken cenneti aramaya gerek kalmıyor sanki. Güler yüzlü aydınlık insanları,
eşsiz atları, besili sürüleri, tepelerden süzülen kartalları, şahinleri ile birlikte, “her Moğol’un ayrı bir
yolu olan“ doğa yolculuğu ülkesi Moğolistan.
Dünyanın en bakir ülkelerinden biri
Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile komşu bu ülkenin çok geniş toprakları var. 1.566.000
km2 de yaşayan 3 milyon nüfusu ile, dünyanın en bakir ülkelerinden. Nerdeyse bir km2’ye 1.5 insan
düşüyor. Başkent Ulanbatur (Ulaanbatoor) tüm ülke nüfusunun ¼’ini barındırmakta. Başkentin hemen birkaç km dışına çıkınca muhteşem bir doğa karşılıyor gezginleri.
Moğolistan binlerce yıllık geçmişiyle insanlık tarihine de ışık tutuyor. Sadece doğa, safari ve fotoğraf tutkunlarını değil, dünya tarihini, insanlık tarihini ve özellikle biz Türklerin tarihinin başlangıcını
merak edenlere bir giriş dersi niteliğinde. Doğudan batıya tüm tarihi gelişmeleri etkileyen kültürlerini
ticaret, savaş ve fetihlerle çevresine, başta Çin olmak üzere tüm Asya’ya ve Avrupa’ya yayan, sivil ve
askeri idareyi, şehirlerin kurulması, devletlerin oluşması, ekonominin canlı kalmasını sağlayan imparatorluklar kuranlar bu toprakların insanları olmuş. Atçılık, okçuluk ve güreşin anavatanı Moğolistan
Türk boylarının yeşerdiği, dil ve kültürlerini oluşturduğu, devlet olmayı ve yönetmeyi öğrendikleri ilk
anakucağı toprakları olmuştur. Doğudan batıya 2400 km, kuzeyden güneye 1255 km uzanan yeraltı
ve yerüstü zenginlikleriyle ülke stepler, bozkırlar, sıradağlarla çevrili. Nehirler, göller yanında, ülkenin yüzde 30’unu kaplayan ve dünyanın 2. büyük çölü olan Gobi, milyonlarca yıl önce bir denizken
suların çekilmesiyle kumlu ve taşlı topraklarının içinde ilk canlıları, dinazorları barındırıyor. Dünyanın
en büyük Dinazor mezarlığı Gobi’de. 250 milyon yıl öncesinden çeşitli dinazor ve yumurtalarını görebilmek ve hatta dokunabilmek mümkün. Yine milyonlarca yıldan bugüne kalan buzullar birdenbire
karşınıza çıkabilir, kartallar ve ibeks (yabani keçiler) tüm
haşmetiyle sizi tepelerden seyredebilir. Moğolistan’dan
bahsederken, belki özellikle Batılı ülkelerin okul kitaplarında pek de konu edilmeyen ama biz Türkler için
tarihimizin önemli bir başlangıç noktası Orhun Yazıtları
olarak bilinen Göktürk Kitabelerinden söz etmesek
olmaz ve hele ki bir Moğolistan gezisinde, her ne olursa
olsun, Orhun Nehri, Karakurum ve Göktürk ve Tonyukuk
Yazıtları’nı görmeden ayrılmak olmaz.
Atalarımıza ziyaret
Türklerin tarihinde Orhun Nehri civarı çok önemli yer
tutar. Türk boylarına evsahipliği yapmış, Türk kültürü-
Başkent Ulanbatur’dan görüntüler Tooykrub/
Shutterstock.com
Images from the capital Ulan Bator Tooykrub/
Shutterstock.com
32 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Moğolistan’ın yeni yapılan millet meclisi binası (en üstte),
Günnur Özalp Büyükelçi Murat Karagöz’e TÜRSAB
Yayınları’ndan çıkan İstanbul Kitabını takdim ediyor (solda).
The recently built parliament building of Mongolia (above),
Günnur Özalp presents the Istanbul Book published by TÜRSAB
to Ambassador Murat Karagöz (left).
Moğolistan
halkından çeşitli
görüntüler
(solda) ve “Ger”
adını verdikleri
çadırlardan biri ile
arkasında uzanan
Gobi Çölü (altta).
Images from
Mongolian people
(left) and one of
the Mongolian
tents called ‘Ger’
and the Gobi
Desert behind
(below).
Thanks to our young and dynamic ambassador Murat Karagöz’s
endeavors, the Republic of Mongolia is now closer to us.
Turkish Airlines has fully booked flights to the country four
days a week. These flights carry not only Turkish tourists,
but also international travellers and tourists. Mongolia is a
rising value in tourism and all those people who embrace the
Mongolian steppes and moors and vast nature to be the first to
experience the country feel they no longer have to look for the
Heaven. Mongolia with its smiling and bright people, its well-fed
herds, matchless horses, its hawks and eagles gliding over hills is
a country where ‘each Mogul has a separate path’ in a journey of
nature.
One of the most pristine lands of the world
Neighbouring the Russian Federation and the People’s Republic of China, the
country has vast lands. It is one of the most pristine lands of the world with a
population of 3 million and it covers an area of 1.566.000 km2. It is a sparsely
populated land, with 1.5 persons for each km2. One-fourth of the country’s
population lives in the capital city Ulan Bator. Just a few kilometers away from
the capital, the travellers are greeted by a magnificent landscape. With its
history of thousands of years, Mongolia sheds light on the history of humanity. It
is almost like an introductory course not only for those who love nature, safaris
and photography, but also for those who might be interested in the history of
humanity and especially for those who would like to learn more about the past
of Turkish people. The people of this land have disseminated their culture to
other lands like China, Asia and Europe through trade, war and conquests. They
have built cities, states and empires and kept the economy alive. Mongolia is the
homeland of horsemanship, archery and wrestling, and it is also the and where
the Turkic tribes have flourished and developed their language, culture and
learnt about state government. In other words, it has been the first homeland for
the Turkish people.
Spanning 2400 km from East to West and 1255 km from North to South, the
land is rich in underground and surface resources and is covered with moors,
steppes and mountain ranges. Other then the rivers, lakes, 30 percent of the
Mongolian land is covered with the Gobi Desert, the second largest desert in
the world. The desert was formed after the receding of sea
water millions of years ago. The sandy and rocky land
shelters the remains of the first living creatures and
dinosaurs. The world’s largest dinosaur cemetery
is in Gobi. You can see various dinosaurs and
their eggs dating back to 250 million years
ago. Again, you can come across glaciers of
millions of years old. Eagles and wild goats can watch you from hills with all
their glamour.
Talking about Mongolia, one should also mention the Göktürk Inscriptions, also
known as the Orkhon Inscriptions. The Western coursebooks on history have no
mention of these inscriptions, but they mark the beginning of the history of the
Turkish nation. A visit to Mongolia should certainly include visits to the Orkhon
River, Karakorum, Göktürk and Tonyukuk Inscriptions.
Visit to our ancestors
The Orkhon River and its surroundings hold a very crucial place in the history of
Turkish people. The area has been a home for Turkic tribes, and it has been the
cradle for the birth of Turkish culture. The most noteworthy historical legacy of
the Turkish culture and civilization lie in these lands. The Mongolian and Turkish
flags will direct you to the archeological site. Looking at the inscriptions, we
almost hear the name ‘Turk’ calling to us from these first Turkish texts dating
back to 1300 years. We feel we are really visiting our ancestors. Although my
dear friend Yıldırım Büktel, with whom we were friends at the Galatasaray High
School and during our civil service, feels himself as a ‘world citizen’, in his
‘Mongolia Diary’ he writes: ‘…coming across with the words of our 1300-yearold ancestors is like seeing them in real life. These stones talk to you and tell you
stories… It is as if I am in the very presence of our ancestors…
‘When the blue Heaven above and the brown Earth below were created,/ Between
the two the child of Man was created, / Above the children of Man were seated
my ancestor and my Father,/ Bumin Qaghan and Istemi Qaghan, / Enthroned,
they managed and directed the state and law of the Türk people…’
Sentences come one after another… History comes to life…
Monuments are discovered
The Orkhon Inscriptions belonging to the 8th century Göktürk Empire were
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 33
Cengiz Han anıtı ve detay, Bilge
Tonyukuk anıtları (en üstte).
Karakurum anıtı ile Orhun
anıtlarının levhası (ortada).
UNESCO Dünya Mirası listesinde
de yer alan Orhun nehri (üstte) ve
Göktürk kazılarında bulunmuş ilk
Türk sembollerinden Geyik heykeli
(sağda).
The Genghis Khan monument
and detail, Bilge Tonyukuk
monuments (above). The plate
of the Karakorum and Orkhon
monuments (middle). The Orkhon
River which is part of UNESCO’s
World Heritage list (above) and one
of the ancient Turkish symbols, the
deer statue found at the Göktürk
excavations (right).
34 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
nün doğumuna beşik olmuştur. Doğudan batıya,
kuzeyden güneye ilerleyen Türk kültür ve medeniyetinin önemli tarihi mirası burada bulunmaktadır. Bozkırın orta yerinde birdenbire karşınıza
çıkan Moğol ve Türk bayrakları sit alanını göstermektedir. Türk adının, Türk ulusunun isminin
geçtiği ilk Türkçe metinlerin inci gibi işlenmiş yazıtlarda 1300 yıl öncesinden bizlere seslenmesini
duyar gibi oluruz. Atalarımızı ziyarete geldiğimizi
hissederiz. Galatasaray Lisesi ve Mülkiye’den
can dostum Yıldırım Büktel kendini bir “dünya
vatandaşı“ gibi hissetse de “Moğolistan Günlüğü“
kitabında şöyle diyor: ”...1300 yıl önce yaşamış
discovered by Russian Archeologists. The text on the
inscriptions were deciphered in 1893 by the Danish
Vilhelm Thomsen and the Russian Turcologist Vasili
Radlof and disclosed to the world of science at the
Danish Royal Academy.
The inscriptions were written on behalf Kultigin and
Bilge Qaghan between 732 and 734. There are other
inscriptions, statues, water canals and a road of 4.5
km around the inscriptions. It is thought that these
gigantic steles in the form of mausoleums were part
of a temple in the old ages. Other than supporting the
ongoing excavation, restoration and museum projects
so as to own our history, the Republic of Turkey has
also built an asphalt road 50 km away from Genghis
Khan’s capital Karakorum. Similarly, the Tonyukuk
Inscriptions were erected in the name of the Wise
Tonyukuk, the head vizier of these great qaghans and
the site where these inscriptions are erected has been
restored by the Republic of Turkey for visitors.
Not many nations in the world can boast with such
great monumental works. All of these monuments
have been in existence with great pride in the land
where they were first erected.
As Yıldırım Büktel tells us in his book mentioned
above: ‘…I understand how close these lands are to
me despite the distance of thousands of kilometers
and a separation of a thousand years. Mongolia is
the only country where I feel as the grandchild of
those ancestors of mine who came to Anatolia at full
gallop to make it a land for themselves…’
I myself felt that I could well live with great comfort
and happiness in this beautiful, heavenly land,
Mongolia…
Sources:
http://ulanbator.be.mfa.gov.tr, Moğolistan Günlüğü,
Yıldırım Büktel, E Yayınları, 1. Baskı, 2012,
Mongolia, A Traveller’s Handbook, Battulga
Tumurdash, Look Mongolia Ltd., 3.Basım, 2009,
http//wikipedia.org
atalarımızın
sözleri ile karşılaşmak, onları
karşımızda hissetmek
gibi. Konuşan ve anlatan
taşlar bunlar… Kendimi onların
huzuruna çıkmış gibi hissediyorum...
Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi
arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun
üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan
oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini
tutuvermiş, düzenleyivermiş...” Cümleler alt
alta sıralanıyor… Tarih canlanıyor...
Anıtlar keşfediliyor
8. yüzyıl Göktürk İmparatorluğu’na ait Orhun
Anıtları 1889 yılında Rus arkeologlar tarafından
bulunmuştu. Üzerindeki yazılar ise 1893‘de
Danimarkalı Vilhelm Thomsen ile Rus Türkolog
Vasili Radlof tarafından deşifre edilmiş ve Danimarka Kraliyet Akademisi’nde bilim dünyasına
açıklanmıştı.
Anıtlar 732-734 yıllarında Kultigin ve Bilge
Kağan adına yazılmış. Çevrelerinde başka
yazıtlar, heykeller, su kanalları, 4.5 km’lik
bir yol bulunuyor. Anıt mezar niteliğinde bu
devasa stellerin, geçmiş çağlarda bir tapınak
içinde olduğu varsayılıyor. Türkiye Cumhuriyeti
tarihimize sahip çıkarak, kazı, restorasyon ve
müze çalışmalarına katkıda bulunmanın ötesinde, 50 km uzaklıktaki Cengiz Han’ın başkenti
Karakurum’a bağlanan bir asfalt yol yapmış.
Aynı biçimde bu yüce kağanların baş veziri
bilge Tonyukuk’un kendi adına diktirerek, Türk
tarihine ölümsüz hikayesini bıraktığı Tonyukuk
Anıtları da Türkiye Cumhuriyeti katkılarıyla
düzenlenmiş bir sit alanında misafirlerini bekliyor. Yeryüzünde çok az ulusa nasip olan bu
anıtsal eserler, gururla, doğdukları topraklarda
yüzyıllardır var olmaya devam ediyor. Yıldırım
Büktel’in aynı adlı kitabında dile getirdiği gibi
“...Aradaki binlerce kilometrelik ve 1000 yıllık
ayrılığa, daha doğrusu kopukluğa rağmen bu
toprakların bize ne kadar yakın olduğunu anlıyorum. Anadolu’yu kendilerine vatan yapmak
için dört nala uzak Asya’dan gelenlerin torunu
olduğumu her yerde hissedebileceğimden daha
fazla hissettiğim ülke Moğolistan ..”
Benim de kendimi at üzerinde rahat, mutlu hissettiğim, sanki kalsam yaşamıma zorlanmadan
devam edebileceğim hissi uyandırdı bu güzel
cennet ülke, Moğolistan...
Kaynakça:
http://ulanbator.be.mfa.gov.tr, Moğolistan
Günlüğü, Yıldırım Büktel, E Yayınları, 1. Baskı,
2012, Mongolia, A Traveller’s Handbook,
Battulga Tumurdash, Look Mongolia Ltd., 3.Basım, 2009, http//wikipedia.org
Bir Moğol Ger’i (solda), Nadam
şenliklerinde geleneksel Moğol güreşi
(sol altta) ve Ger’de yaşayan ailelerin süt
ürünü (altta). Kısrak, inek, koyun, keçi
ve deveden elde edilen bu sütün kaymağı
ekmek üzerinde yeniyor, sütü çayla
içiliyor, bir kısmı yoğurt oluyor, bir kısmı
da tulum içinde ekşitilerek peynir veya
ayrak (kımız) yapılıyor.
A Mongolian Ger (left), traditional
Mongolian wrestling at the Nadam
festivities (left below) and dairy products
of families living in Ger (below). The milk
is produced from mares, cows, sheep,
goats and camels. The cream of the milk is
consumed with bread, tea and part of its
used for yoghurt. The milk is also used to
produce tulum cheese and ayrak (kumiss).
Şaman inancına göre Gök tanrıya
ulaşmak için oluşturulan ve Ovoo (ovo)
adı verilen bir adak yeri (solda). Yüksek
tepelerde ya da yol kenarlarındaki bu
adak yerlerinin çevresinde yerleşim
yapılmıyor. Tarihi MÖ 5000’li yıllara
giden ve dünyanın en eski inancı olarak
da yorumlanan Şamanizm, Moğolistan
da hala yaşatılıyor. Budistler de,
Müslümanlar da, Hristiyanlar da adak
yerlerine büyük saygı gösteriyor.
Şamanlar bu adak yerlerinin etrafında 3
kez saat yönünde dönüyor, 3 taş atıyor
ve dilekte bulunuyorlar.
An offering area called Ovoo (ovo).
According the Shamanic belief, these
places were used to reach the Sky god
(left). There are no human settlements
around these offering areas which are
generally built on high hills of next to
roads. With a history dating back to
5000 BC, shamanism is one of the oldest
beliefs of the world and it is still practised
in Mongolia. Buddhists, Muslims and
Christians have great respect for these
offering areas. Shamans circumambulate
these areas three times clockwise, throw
three stones and make wishes.
Geleneksel Moğol müziği icra eden
topluluk (solda) ve kutsal kaplumbağa
(üstte).
A group making traditional Mongolian
music (left) and a sacred turtle (above).
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 35
SARAYI ve MÜZESİ
içinden tünel geçen, bahçesinde
aslan ehlileştirilen, hayvan
heykelleri şehirde gezintiye çıkan,
hem avrupai, hem doğulu, denizle
kucak kucağa, boğaziçi’nin anadolu
yakasındaki tek osmanlı sarayı...
BEYLERBEYİ PALACE AND MUSEUM
The only Ottoman palace where you have tunnels inside, domesticated
lions in its gardens, whose animal statues travel around the city, which
is both European and Eastern, which embraces the sea and which is the
only palace of the Bosphorus on the Asian side...
 Rasim Konyar & Shutterstock
38 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Once the moving waters of the Bosphorus reach
Beylerbeyi, they will surely soak the narrow jetty and
the two ornamental pavilions of the palace that looks
like a younger sister of the Dolmabahçe Palace. The
reason for the 150-year-old Beylerbeyi Palace being so
intimate with the sea is the love of sea of the Ottoman
Sultan Abdülaziz who sported European tastes. Looked
from the sea, you cannot see the backside of the
palace. But if you would be looking at the palace from
a bird’s eye view from the Bosphorus Bridge above
the palace, you can have a glimpse of the gardens,
pool and pavilions in the back. However, some of
those buildings that served to Abdülaziz’s interest in
nature, hunting and wild animals have, unfortunately,
not survived to the present day. Like the Lion House
(Aslanhane) where the domesticated lions are said
to have frightened the guests, the Chicken House
(Tavukluk) and the Deer House (Geyiklik). Let us have a
Boğaz’ın hareketli suları Beylerbeyi’ne gelince,
Dolmabahçe Sarayı’nın küçük kardeşi gibi duran
o sarayın daracık rıhtımını ve onun iki ucundaki
biblo gibi küçük seyir köşklerini iyice bir ıslatmadan geçmez. 150 yaşındaki Beylerbeyi Sarayı’nın
denizle bu kadar içli dışlı olmasının nedeni
ise Avrupai padişah Sultan Abdülaziz’in deniz
tutkusu. Denizden bakıldığında sarayın arkası
görülemez. Ama sarayın tepesindeki Boğaziçi
Köprüsü’nden aşağıya, kuş gözüyle bakılırsa
arkadaki bahçeler, havuz ve köşkler görülebilir.
Ancak, Abdülaziz’in doğa, av ve vahşi hayvan tutkusuna da ev sahipliği yapan o yapıların bazıları
maalesef artık ortada yok. Ehlileştirilmiş aslanlarının misafirleri korkuttuğu söylenen Aslanhane,
Tavukluk, Geyiklik gibi. Günümüzde müze olarak
look at the Beylerbeyi Palace which is now a museum
and which is managed by the Turkish Grand National
Assembly (National Palaces)... Sultan Abdülaziz II had
commissioned a new palace to be built which would
function both as a summer residence and as a place
to entertain visiting heads of state. This new palace
was built where an older palace was burnt in a fire.
The construction for the present Beylerbeyi Palace
began in 1863. The construction was completed in two
years, and it was opened in the spring pf 1865. The
building of the palace costed 386 thousand Ottoman
liras; together with the decoration materials the total
cost increased up to 500 thousand Ottoman liras.
The palace was designed by Agop Balyan and it was
built by the Court Master Builder Serkis Balyan. The
construction officials Mehmet Efendi, Mahmut Efendi
and Rıfat Efendi were responsible for the financial and
administrative tasks. Hacı Mıgırdıç Kalfa, Yuvan Kalfa
and Senekerim Kalfa worked during the construction.
Stylistic Features
The Baroque and Rococo styles became popular in the
Ottoman architecture in the 18th century and during
the 19th century these stylistic trends were integrated
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 39
SARAY KAPILARI
Deniz köşkleri arasında bahçe cephesi boyunca
uzanan, tekrarlanan pencere ve nişleri ritm oluşturan
duvarı, iki görkemli kapıyla bölünmüş. Kanatları ajurlu
ve demir döküm kapının iki yanında sekizli gruplar
halinde, bitkisel süslemeli, Oryantalist tarzda sütunlar
yükseliyor. Ajurlu demir kanatların üst kısmında, iki
yanda sütunların taşıdığı tablalar arasında konsol
dizisi sıralanıyor. Kornişin üzerindeki alan padişahın
tuğrası için. Burada iki yanı vazo şeklinde tepeciklerle
sonlandırılan okluk, balta gibi savaş aletleri ve çeşitli
askeri motifler de yer alıyor ki bunların gruplanarak
bir arada sunulması bir Türk Ampiri özelliği...
kullanılan ve TBMM Genel Sekreterliği (Milli Saraylar) tarafından yönetilen Beylerbeyi Sarayı’na
birlikte göz atalım...
Sultan Abdülaziz, II. Mahmut’un yaptırdığı,
1851’de yanan ahşap bir sarayın yerine, hem
yazlık hem de yabancı hükümdarların ağırlanacağı bir saray yapılmasını emretmiş. 1863’de
bugünkü Beylerbeyi Sarayı’nın inşaatına başlanmış. İki yılda bitirilen saray, 1865 baharında
kullanıma açılmış. İnşaat 385 bin Osmanlı Lirası
tutarken, dekorasyon harcamaları ile birlikte
maliyet 500 bin Osmanlı Lirası’nı bulmuş. Tasarımı Agop Balyan’a ait sarayın inşaatını, Saray
Başkalfası Serkis Balyan üstlenirken, mâlî ve idarî
işlerden Binâ Eminleri Mehmet Efendi, Mahmut
Efendi ve Rıfat Efendi sorumluymuş. Hacı Mıgırdıç Kalfa, Yuvan Kalfa, Senekerim Kalfalar da
inşaatta görev almışlar.
PALACE GATES
The wall between the Sea
Pavilions extends along
the garden. The wall with
repeating and rhythmic
windows is divided by two
grand gates. There are
coloumns with floral and
orientalist decorations
grouped in eight on both
sides of the ajour and
iron cast wings of the doors. On the upper part of
the ajour iron wings, there is a series of cantilevers
between the plates carried by the columns. The are
above the cornice is for the sultan’s signature. The
archery is bordered with two vase-shaped knobs on
both sides and there are some military motifs and war
tools like the axe, which form the basis of a Turkish
ampiric style...
40 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Üslûp özellikleri
18. yy’da Osmanlı mimarisine giren Barok ve
Rokoko üslubu, 19. yy başında yerini Ampir ve
Neo-Klasik’e bırakmakla birlikte, tamamen terk
edilmediğinden, Neo-Gotik ve Oryantalist özellikler de içeren Eklektisizm yaygınlaşmaya başlamış.
Osmanlı’da Abdülmecit Dönemi’yle başlayan
eklektik üslûp, dış cephesinde görülen Rönesans, Barok, Ampir, Neo-Klasik ve Oryantalist
ögelerle Beylerbeyi Sarayı için de geçerli. 2.500
m2lik bir alan üzerindeki kompleks, saray ve ona
bağlı yapılardan oluşuyor. Bu yapılar, teraslar
halinde yamaçlara tırmanan arka bahçelerde
yer alıyor. Dikdörtgen bir zemine oturtulan ana
bina, yüksek bir bodrum kat üzerinde iki katlı ve
kâgir inşa edilmiş. Cephede, Rönesans saraylarını
andıran yuvarlak kemerli dikdörtgen pencereler
ile köşeler arasında tek ve çift sütunlar yer alıyor.
with Ampiric and Neo-Classical features. Since all these
architectural features were somehow fused, a kind of
eclecticism comprising of Neo-Gothic and Orientalist
features became prominent. The eclectic style, which
became popular during the reign of Abdülmecit in the
Ottoman Era, can also be traced in the Beylerbeyi
Palace with its Renaissance, Baroque, Ampiric, NeoClassical and Orientalist elements. The palace complex
is situated on and area of 2.500 m2 and there are
many adjacent buildings. These adjacent buildings are
situated on backyards on terraced slopes. The main
building in masonry structure is built on an elevated
basement floor with a rectangular shape. Reminiscent
of the Renaissance style, there are rectangular
windows with round arches and vaults and single or
Çift sütunlardan ilki kemeri taşırken ikincilerin üzerinde daha geniş yuvarlak
kemerler yükseliyor. Çatısı bütün cepheleri dolaşan bir korkuluk ile gizlenen
sarayın zemin katı ile üst katı da cephedeki etkili bir silme ile birbirinden
ayrılıyor. Cephelerdeki anıtsal ve dengeli görünüm, sütunların bir podyum
üzerinde yükselmesi, Korint sütun başlıkları, pilastrlar, üçlü gruplamalar,
bezeme ve kabartmaların geometrik formlar içinde bloklanması, yuvarlak
biçimlerin ve içi boş panoların kullanılması, gülbezek, zafer simgesi palmiye ve zeytin dalları, simetri ve az süsleme Ampir ve Neo-Klasik yapılara
özgü. Duvara gömülü sütunlar, yuvarlak kemerlerden sarkan topuz formları, aslan heykelli görkemli merdivenler ve işlevsel olmayan süsleme amaçlı
konsollar, girintili çıkıntılı silmeler, dalgalanmalar, öne doğru taşkınlık,
korkuluklar, oval havuzun etrafında bronz ve mermer heykeller, ağaç ve
bitki düzenlemeleri, yapının su kenarında olması ise Barok mimariye özgü
özellikler. (Kaynak: Lebriz.com)
double columns between corners. The first of the double columns carry the first
vault, whereas the second columns carry wider and rounded arches. The roof of
the palace is hidden by a parapet surrounding all the façades. The basement floor
and the upper floor is separated with a pronounced fillet again on the façade. The
monumental and balanced look of the façades, the columns situated on a podium,
the Corinthian capitals, pilasters, triple groupings, the geometric blocking of the
decorations and reliefs, the use of round shapes and empty panels, rosettes, palm
and olive branches as symbols of victory, the symmetry and modest decoration are
all unique to the Ampiric and Neo-Classical styles. Columns embedded in walls, the
rounded bullet forms hanging down the arches, grand staircases with lion statues
and non-functional decorative cantilevers, indented fillets, wavy forms, the stooped
appearance, railings, the bronze and marble statues around the oval pool, tree
and plant decorations and the structure’s being adjacent to a body of water are all
characteristics of a Baroque architectural style (Source: Lebriz.com).
Sarayın içi
İç mekânda Rokoko ve Barok bezemelerin yanı sıra İslam ve Türk sanatı
kaynaklı süslemeler de önemli yer tutuyor. Mukarnaslı ve boyalı sütun
başlıkları, kemer yüzeyleri ile duvarlarda ve tavanlardaki kalem işleri dikkat
çekici. Sarayın eyvanlı, merkezî sofalı Türk evi tipi plânı üç bölümden oluşuyor: Bu bölümler; padişah ve yöneticilerin çalışma alanı olan Mabeyn-i
Hümâyûn, alt katlarında görevlilerin durduğu ve yabancı konukların misa-
Interior of the Palace
Other than the Rococo and Baroque decorations inside, Islamic and Turkish
decorations are also foregrounded. The stalactite-shaped and painted capitals, vault
surfaces and the hand-drawn ceiling decorations are noteworthy. The palace has
a Turkish house plan with iwans and and a central sofa. The three main sections
of the palace are: Mabeyn-i Hümâyûn which is the workplace of the sultan and the
high officials, Hünkar Dairesi with two floors where officials and foreign guests
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 41
fir edildiği, üst katı padişahın özel yaşam alanı olan Hünkâr Dairesi ve Valide Sultan Dairesi. Ondan sonra gelip, denize paralel ve ana yapıdan ayrılan
Harem Dairesi ise günümüze ulaşamamış. İç zeminleri sıcağa ve rutubete
karşı Mısır’dan getirilen hasırlarla kaplanan sarayda 6 salon, 24 oda, 1
hamam ve 1 banyo var. Mabeyn-i Hümâyûn ve Valide Sultan Dairesi’ni
alt katta Havuzlu Salon birbirinden ayırıyor. Abdülaziz bu salondaki tüm
mobilya, duvar ve tavan süslemelerini denizcilik üzerine yaptırmış. Sultan,
tavan ve duvarlardaki çerçeve ve kartuşlara kalem işi süslemelerle deniz ve
gemi temaları işletmiş, hatta kalemkârlar Abraham ve Mason’a fikir vermesi
için kendisi de desenler çizmiş. Talik yazılar Hattat Abdülfettah Efendi’ye
ait. Mavi Salon’daki som gümüş 60 kg.’lık saati taşıyan masayı 14. Louis’in
saray marangozu Charles Boulle yapmış. Salonlarda değerli vazolar, saatler,
porselenler sergilenirken yerler de Hereke, Tebriz, Goblen taban halılarıyla
döşeli. Eh, adı üzerinde burası da zaten bir “saray”!
Ek yapılar
Beylerbeyi Sarayı’nın günümüze ulaşamayan ek yapıları var; Paşa, Ağalar
ve Kızlarağası Daireleri, Eczane, Mızıka, Kuşhane, Gazhane, Aslanhane ve
Geyiklik gibi. Bugün olmayan Paşa Dairesi, padişah ve Mabeyn-i Hümâyûn
korumalarının karargâhı olup, başında
bir paşa bulunduğu için böyle anılırmış.
Yapı, 1887 yangınından sonra barınak,
1897 Türk- Yunan savaşından sonra
da askerler için hastane olarak kullanılmış. Deniz Köşkleri ile birlikte bugüne
gelebilen diğerleri ise Sarı Köşk, Tünel,
Mermer Köşk ve Has Ahır. Harem’den
tarihi Tünel’e açılan kapıdan buraya
bir güzergâh olduğu da kayıtlarda var.
Hem saray ile bahçeler arasında bağlantı sağlayan hem de 1970’lere kadar Paşalimanı Caddesi’ni de içinden geçirerek
işlevini sürdürmesini sağlayan Tünel ise
sonradan Galeri olarak kullanılmıştı.
HEYKELLERİN MACERASI
Abdülaziz 1867’de gittiği Paris Evrensel Sergisi’ndeki iki boğa heykelini çok beğenip, onların
heykeltraşı Jules İsidore Bonheur’e boğalar dahil 24 heykel siparişi vermiş. Atlar, boğalar,
geyikler ve aslanlar hızla dökülüp yollanmış ve Beylerbeyi Sarayı’na
yerleşmişler. 20. yy’da Enver Paşa, onların bir kısmını Bilezikçi
Çiftliği’ne taşıtmış. Bazıları Feneryolu’ndaki Ahmet Muhtar Paşa,
bir kısmı da Moda’daki Dimitri Veldemi köşküne nakledilmiş.
Moda’daki köşk kamulaştırılınca heykeller de açık arttırma ile satışa
çıkarılmış. Uzun yıllar Elmadağ Divan Oteli’nin önünde yer alan
Geyik Heykeli Vehbi Koç, At Heykeli de Sabancı ailesi tarafından
satın alınmış. At, bugün Sakıp Sabancı Müzesi’nin yeraldığı Atlı
Köşk’ün üst girişinde duruyor. Heykel grubunun içinde yer alan
Kaktüsün Üzerinden Atlayan Aslan Heykeli ise 1950’lere kadar
Taksim Gezi Parkı’nda kaldıktan sonra, bugün Saraçhane’deki İstanbul Belediye’sinin önünde boy gösteriyor. Tokuşan Boğa Heykeli
ise 1940’larda Harbiye Spor ve Sergi Sarayı’nın önüne, 1950’lerde
Hilton Oteli’nin önüne, 1960’larda ise Divan Oteli’nin tam karşısında yer alan kavşağa yerleştirilmiş, böylece otelin önünde yer alan
Geyik Heykeli ile Boğa heykeli
60 yıl sonra yine biraraya gelmişler. Ancak bu birliktelik uzun sürmemiş, bu yıl 150’inci yaşını kutlayan Tokuşan Boğa Heykeli
1987 yılında Kadıköy Altıyol’a taşınmış. Tokuşan Boğanın kardeşi
Böğüren Boğa ise 150 yıldır Beylerbeyi Sarayı büyük havuz başında
duruyor. Bu bilgileri “Kadıköy’ün Boğası Kime Ait?” makalesinden
aldığımız Cengiz Özdemir, saraylardaki diğer heykellerin de halkın
arasına karışmasından yana olduğunu belirtip, “halkın malı olan
heykeller, üzerine çıkıp fotoğraf çektirenlerle yaşar, ancak böyle
kamusal görev edinebilirler” diyor.
42 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
THE ADVENTURE OF SCULPTURES
During his visit to the Exposition Universelle in Paris in 1867, the Ottoman Sultan Abdülaziz
liked the two bull sculptures at the exposition and he commissioned Isıdore Bonheur, the
sculpture of the bulls, 24 sculptures, including the bulls. The horses, bulls,
deers and lions were speedily cast and sent to the Beylerbeyi Palace.
In the 20th Century Enver Paşa placed some of these sculptures to the
Bilezikçi Farm. Some others were transported to the Ahmet Muhtar Paşa
Mansion in Feneryolu and to the Dimitri Veldemi Mansion in Moda.
When the mansion in Moda was expropriated, the sculptures were put
on the auction. The deer sculpture, which stayed in front of the Elmadağ
Divan Hotel for many long years, was bought by Vehbi Koç, and the
horse sculpture was sold to the Sabancı family. The horse is still at the
higher entrance of the present Sakıp Sabancı Museum. Another piece
from the group, the sculpture of the Lion Leaping Over a Cactus, stood
in the Taksim Gezi Park until the 1950s and today it could be seen in
front of the Municipal Building in İstanbul Saraçhane. The Knocking Bull
sculpture stood in front of the Harbiye Sports and Exhibition Hall until
the 1940s. In the 1950s it was in front of the Hilton Hotel and in the
1960s it was placed at the junction in front of the Divan Hotel. Hence,
the deer sculpture and the bull sculpture came together after 60 years.
However, this unity did not last long. The Knocking Bull sculpture, which
is now 150 years old, was placed in Kadıköy Altıyol in 1987. The Boaring
Bull, sister of the Knocking Bull, has been staying next to the pool at
Beylerbeyi Palace for 150 years. Cengiz Özdemir in his article ‘Whose is
the owner of the Bull in Kadıköy?’ states that the other sculptures from
the palace should also be made public. He argues that ‘these sculptures
belong to people, and they can only live with people touching them and
taking photos with them. This is the only way for them to be public.’
are accommodated below and where the sultan’s
private living space is located above and the Valide
Sultan Hall. The Harem Hall (Women’s Quarters)
which used to be an adjacent building parallel
to the sea has not survived. The palaces interior
floors are covered with straw mats brought from
Egypt so that it would be protected against heat
and humidity. There are 6 halls, 24 rooms, a
hamam and a bathroom in the palace. The Hall with
Pool (Havuzlu Salon) on the first floor separates
the Mabeyn-i Hümâyûn and Valide Sultan Hall.
Abdülaziz commissioned all pieces of furniture,
wall and ceiling decorations to be about maritime
affairs. The Sultan has ordered hand-drawn sea
and ship themes for decorating the walls and the cartridges. He has even drawn
some patterns himself to inspire the drawing masters Abraham and Mason. The
talik inscriptions belong to the Calligrapher Abdülfettah Efendi. The table in the Blue
Hall, on which the 60 kg sterling silver clock stands was made by Charles Boulle,
DENİZ KÖŞKLERİ
Biri Mabeyn diğeri Valide Sultan’a ait olmak üzere, rıhtımda neredeyse denizle iç içe
yapılan Serkis Balyan tasarımı, içi çeşitli hayvan figürlerinden oluşan resimlerle bezeli
köşkler sarayın en ilginç ekleri. Afife Batur, bu olguyu Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı
Yayını (1994) İstanbul Ansiklopedisi’nde şöyle anlatıyor: “...Denize doğru uzanan bir
salon ile bahçe tarafında arkadlı bir girişi olan, yanlarda küçük servis hacimleri bulunan
çok sade plânlı fakat fantezi doludurlar. Salonun deniz tarafındaki köşeleri pahlanmış
ve üstü sekizgen tabanlı ve çadır biçimli bir eğrisel örtüyle örtülmüştür. Ahşap kaburgalı örtü etek kısmında sivri kaş kemerler oluşturarak alt yapıya bağlanır. Her kemerin
altında bir daire biçimi bir de dikdörtgen pencere vardır. Her pencere çifti atnalı
kemer şeklinde profilli silmelerle çevrilmiştir”. Batur, bu tasarımının oryantalizmin
İstanbul’daki en çarpıcı ve tipik uygulamalarından biri olduğunu vurguluyor. Sekizgen
çatı örtüsü de olan bu rıhtım köşkleri şimdi Müze satış dükkanları olarak kullanılmakta.
the court carpenter of Louis XIV. The valuable vases, clocks, porcelains in the halls
are exhibited and the floors are covered with Hereke, Tabriz and gobelin carpets. All
these befit a building like this, which is a ‘palace’!
Outbuildings
There are some outbuildings of the Beylerbeyi Palace which have not survived to
the present day: like the Pasha Ağalar and Kızlarağası Halls, the Pharmacy, Mızıka,
Kuşhane (Bird House), Gazhane (Gas House), Aslanhane (Lion House) and Geyiklik
(Deer House). The Pasha Hall, which has not survived, used to be the headquarters
of the sultan and the Mabeyn-i Hümâyûn guards. It was called as the Pasha Hall,
because it was managed by a Pasha. After the great fire in 1887 the building
was used as a shelter and following the
1897 Turkish-Greek War, it was used as
a military hospital. Along with the Sea
Pavilions, the Green Mansion, Tummer,
Marble Mansion and the Main Stable are
among other outbuildings which have
survived. Some historical records talk about
a passageway from the Harem (women’s
quarters)to the Tunnel. The Tunnel,
which used to connect the palace and the
gardens and which used to go through the
Paşalimanı Street until the 1970s, was later
used as a gallery.
Beylerbeyi Sarayı salonlarından görüntüler.
Images from the Beylerbeyi Palace halls.
SEA PAVILIONS
One is for the Mabeyn and the other is for the Sultana… Nested with the sea on the dock,
these sea pavilions designed by Serkis Balyan and decorated with different animal figures
are the most interesting outbuildings of the palace. This is what Afife Batur, in the Istanbul
Encyclopedia (1994), published by the Ministry of Culture and Histıry Foundation, writes
about these pavilions: ‘... including a hall reaching out into the sea and with an arcade in
the back on the garden side, these pavilions are very simple, yet full of fantasy. Corners of
the hall on the sea side are bevelled and shrouded with octagonal and tent-like cover. The
wooden-ribbed cover is connected to the base structure with pointed arched vaults. There
are two windows, one round and the other rectangular, below each vault. Each window is
surrounded with profiled fillets in the form of arches.’ Batur highlights that this design is the
most striking and typical examples of orientalism in Istanbul. These pavilions with octagonal
roof covers serve as museum shops.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 43
NOT DEFTERİ
notebook
NAZAR BONCUĞU... dünü, bugünü..
İster çantanıza atıverin, ister
duvarınıza asın! Yeter ki
nazar değmesin!
Kötülüklerden uzak olmayı
istemek insani bir içgüdü.
Bilimsel olmasa da türlü
simgelerden medet umulması ise çok
eskilere dayanıyor. İşte onlardan biri de
Nazar ya da Göz Boncuğu.
• Oluşumundan bu yana, insanlık, olası kötülüklerden içgüdüsel korunma
ihtiyacını farklı biçimler ve araçlarla gidermeye çalışmış. Nazar boncuğu
da o araçlardan biri. Çoğu zaman takı, bazen de dekor ögesi kimliğine bürünen nazar boncuğu, binlerce yıllık Anadolu cam sanatlarının yaşayan en
popüler ürünlerinden. Kolayca iliştirilebilmesi için genellikle içinde silindirik
bir boşluk ya da dış çeperinde bir delik bırakılan nazar boncuğunun temel
deseni ise koyu mavi zemin üzerinde, göz akı, iris ve gözbebeğini simgeleyen beyaz, sarı ve mavi 3 yuvarlaktan ibaret.
• Göz figürü hemen her kültürde, kıskançlık, haset gibi olumsuz duygulardan doğan yıkıcı enerjilerin yarattığı korkuyu simgelerken, aynı zamanda o
kötülükleri savan bir tılsım kabul edilmiş. Bilinen en eskileri, Mezopotamya’daki 5 bin yıllık Sümer kil tabletlerinde görülüyor. Mısır hiyeroglifleriyle
duvar resimlerinde de göz baskın bir figür. Taşıyanını, gözden çıkan şeytani
enerjileri geri yansıtarak koruduğuna inanılan “göz”, eski kültür ve dinlerin
diğer pek çoğunda da yer alıyor. Bu mistik figüre, Musevi, Hristiyan ve
İslam kültürlerinin yanı sıra, Budizm ve Hinduizm’de de rastlanıyor.
• Nazar; “bakış”, Nazar değmesi ise bakışla zarar vermek demek. İlk Türk
44 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
THE EVIL EYE BEAD... ITS PAST AND
PRESENT...
You may drop it into your bag or hang it on the wall! As long as you
will not be affected by the evil eye, it doesn’t matter!
Trying to keep away from evil is a human instinct. Although it doesn’t
have a scientific basis, looking to certain symbols for help dates back
to very old times. One of those symbols is the Evil Eye Bead.
 Shutterstock & Rasim Konyar
• Since the dawn of civilization human beings have tried to satisfy their
instinctual need for protection from possible evils in different ways and
by different tools. The evil eye bead is one of these tools. The evil eye,
which might sometimes come up as a piece of ornament and sometimes
as a decorative component, is one of the most popular products of the Anatolian arts
of glassware dating back to thousands of years.
The Evil Eye Bead has a cylindirical hole in it or on its side for easy pinning and the
main pattern of the bead usually comprises of a dark blue base below three round
layers of white, yellow and blue representing the white of the eye, the iris and the
pupil.
• In almost every culture the eye figure stands for the kind of fear triggered by
destructive energies stemming from negative feelings like jealousy and envy; but it
has also been seen as a talisman fending off those evil forces. The
oldest examples are seen on five thousand years old Sumerian
clay tablets in Mesopotamia. The eye is also a dominant
figure in Egyptian hieroglyphics and wall paintings. The
‘eye’ figure, which is thought to be protecting its bearer
by reflecting back the satanic energies is part of many
topluluklarında nazar boncuğuna “boncuk” anlamında
munçuk, moncuk, monşak,
monçak, monçok, muyınçak
gibi adlar verilmiş. En kolay
nazar değdiren gözlerin ise
açık mavi olduğuna inanılmış. Boncuklar neden koyu
mavi? Açık mavi gözlerin kötü
nazarını en iyi onun etkisiz
hale getirdiğine inanıldığından! İnsanlar, kötülüklerden
korumak istedikleri her şeye
nazar boncuğu iliştiriyor.
Anadolu’da istiflenen ve
kurutulan ürünler için nazar
boncuklu çuvallar dokunuyor,
heybelere, kilimlere, örtülere
dokuma sırasında nazar boncuğu da serpiştiriliyor.
• Nazar boncuğu bugün
İzmir’e bağlı Görece ve Kurudere köylerinde ve Bodrum’da tek tük kalan, bu işe
gönül vermiş ustalar tarafından, kadim
Arap ustaların eski cam üfleme tekniğiyle yapılıyor. Atölyelerde koyu mavinin
eritildiği 1600 derecelik büyük bir fırın
ile beyaz, açık mavi ve siyahın bulunduğu 1400 derecelik daha küçük bir fırın
olmak üzere iki fırın bulunuyor. Yüksek ısı
verdiği, az kül bıraktığı, cama parlaklık ve
şeffaflık kazandırdığı için çam odunuyla
ancient cultures and religions. One can come across this mystic figure in Judaic,
Christian and Islamic cultures and also in Budism and Hinduism.
• The Turkish word for ‘evil eye’ is ‘nazar’, which stands for ‘glance’ and if you are
affected by the evil eye, you find yourself harmed by that glance. The first Turkic
communities named the evil eye bead as munçuk, moncuk, monşak, monçak, monçok
and muyınçak, which all mean ‘bead’. It has been believed that light blue eyes are the
‘evilest’ eyes. And why are the beads dark blue? Because it is believed that the dark
blue is the best colour that fends off the evil force! People attach an evil eye pendant
to everything that they want to protect from evil. In Anatolia people weave sacks
with evil eye pendants for packed and dried products and sacks, rugs and covers are
simply sprinkled with evil eye beads during the weaving process.
• Nowadays the evil eye pendants are made in Görece and Kurudere villages in İzmir
and Bodrum by masters who have set their hearts to the manufacturing of evil eye
pendants. These masters use the ancient Arabian masters’ glassblowing technique. In
the workshops there are two furnaces, one big furnace for melting the dark blue glass
and operating at 1600 degrees Celsius and a smaller one for light blue and black
and operating at 1400 degrees. The masters place waste glass pieces and special
colouring chemicals in the furnace. Pine wood is used for firing the furnace, because it
creates a high temperature, leaves less ash and gives the glass a glossy and transparent look.
• The dark blue colour is produced by melting a mixture of copper powder, bran and
table salt; the green is produced by adding the glass mixture some tin, zinc and lead.
Opal produces the white colour. And noone discloses the secret for yellow!
• The names of the tools used are also loyal to tradition! The stick around which the
main glass body is wrapped is called ‘asabe’, the needle used to place the eyes on the
bead is called ‘merdan’ and the flat iron that gives shape to the molten glass is called
‘metleke’. Workers in the workshops use steel bars called ‘fonga’. The molten glass is
wrapped around the fongas and swiftly placed on to the previous colourful glass. An
average of 1500 to 2000 beads can be produced during each shift. The glass cools
and hardens in seconds only. The hang of this procedure is to let the molten glass
layers of different colours blend with one another.
21. YÜZYILDA DA İNANILIYOR!
yakılan fırına, atık camlar ve
özel olarak hazırlanan renklendirici kimyasallar yerleştiriliyor.
• Koyu mavi renk; bakır tozu,
kepek ve sofra tuzunun camla
karıştırılıp eritilmesiyle, yeşil;
kalay, çinko, kurşun ve cam
karışımına bakır tozu eklenerek elde ediliyor. Cama opal karıştırılarak beyaza ulaşılıyor. Sarının sırrını
ise kimse açıklamıyor!
• Kullanılan araçların adları da geleneğe sadık! Ana parçayı oluşturan camın sarıldığı çubuğa asabe, boncuğa gözleri konduran şişe merdan, erimiş
cama biçim verilen yassı demire de metleke deniyor. Atölyede çalışanlar,
fonga denilen çelik çubuklar kullanıyorlar. Erimiş cam, fongaların ucuna
sarılarak alınıyor ve hızla bir önceki renkli camın üzerine konuluyor. Her
vardiyada ortalama 1500-2000 cam nazarlık yapılabiliyor. Camın soğuyup
katılaşması ise saniyeler içinde oluyor. Buradaki püf nokta, farklı renklerdeki erimiş camın, en yüksek ısıda üst üste konularak birbirine geçmesinin
sağlanması.
Görece Boncuk imalatçısının bahçesi (en üstte) ve boncuk ocağı (üst ortada).
The garden of a bead producer in Görece (above) and the bead furnace (top center).
Hem dünyada hem Türkiye’de nazar boncuğu hiç de
“snobe” edilmiyor! Her ülkede, hemen herkes nazara
inanıyor. İşte bir iki örnek:
• Nazar boncuğu, Türk Hava Yolları’nın Fly Air serisi
uçaklarının kuyruklarına kocaman bir grafik tasarım
olarak eklenmiş.
• Cevat, Avni ve Faruk Yerli kardeşlerin Almanya’da
kurduğu dünya çapındaki video oyunları şirketi Crytek,
“CryEngine 3” adlı oyununa logo olarak nazar boncuğunu seçmiş.
• 2013 FIFA U-20 Dünya Kupası etkinliklerinde de
nazar boncuğunun logo olarak kullanıldığı dikkat
çekmişti...
(http://www.fifa.com/marketinghighlights/turkey2013/
the-brand/)
PEOPLE STILL BELIEVE IT IN THE 21ST CENTURY!
Interestingly enough, the evil eye beads are not ‘scorned’ in the world and in Turkey. Almost
everyone in all countries believe in the evil eye. Here are a couple of examples:
• You can see the evil eye on the tails of the aircraft of the Fly Air series of Turkish Airlines
as a huge graphic image.
• The global video games company Crytek, established by Avni and Faruk Yerli brothers in
Germany, has chosen the evil eye bead as a logo for the ‘CryEngine 3’ game.
• The evil eye bead has been used as a logo during the 2013 FIFA U-20 World Cup
events…
(http://www.fifa.com/marketinghighlights/turkey2013/the-brand/)
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 45
ANADOLU LEZZETLERİ
KK
LI
ÜLTÜR
BA
tastes of anatolia
Ü
 Rasim Konyar & Shutterstock
PALAMUT
Aslen Karadenizliyim ama
Antik Çağlar’dan beri adım
İstanbul’la birlikte anılır,
Haliç’i Altın Boynuz yapan
benim, Boğaz’ın kralıyım,
ben büyüdükçe adım Vanoz,
Gaco, Çingene, Kestane,
Torik, Sivri, Altıparmak,
Zindandelen ya da Peçuta
olur! Bilin bakalım ben
kimim?
TUNNY FISH
I actually come from the Blak Sea region,
but since the Antiquity I am associated
with Istanbul. It’s me who has made Haliç
the Golden Horn it is today, I am the king
of the Bosphorus, I am given different
names as I grow in size: Vanoz, Gaco,
Gypsy, Chestnut, Torik, Sivri, Altıparmak,
Zindandelen or Peçuta! Guess who I am?
Anadolu mutfağında balık kültürümüzün olmadığına dair yaygın ve yanlış
bir kanı var. Oysa Antik Çağlar’dan, Osmanlı ve kozmopolit İstanbul mutfağına kadar atalarımızın başta palamut ve lüfer olmak üzere yılanbalığı
dahil pek çok balığı yediği gibi ondan çorba, dolma, pilav, turşu yaptığı,
seyyar havyarcıların etrafta gezdiği kayıtlarda mevcut. Sadece Karadeniz’in
hamsisi bile başlı başına bir kültür. Zincirin halkalarını kopartmayalım, hele
Karadeniz şu güzelim “Pelamys Sarda” yani palamutları yollarken...
There is a widespread and wrong belief that the Anatolian cuisine does not
include fish. On the other hand the records reveal that our ancestors since the
Antiquity consumed many fish like tunny fish, bluefish and eel and they used fish
in different dishes like soup, stuffed vegetables, rice and pickle and there were
peddlers selling caviar. The anchovy of the Black Sea has a culture of its own.
Let us not break the chains, especially when the Black Sea sends us the beautiful
‘Pelamys Sarda’, the tunny fish…
Palamutun seyahati
“Karadeniz’de havaların bozulmasıyla, beslenmek için derin ve karanlık
sulara inemeyen balıklar güz başında Boğaz’a doğru yola çıkar. Önce
palamutlar gelir, Marmara’yı geçmeleri 1 ay alır. Sonra torikler yola çıkar.
Torikler Boğaz’a girdiği sırada onların kıyımından kurtulmuş olan uskumrular da Boğaz girişinde beklerler. Onlar, palamut ve torikler İstanbul’u terk
ettikten sonra Boğaz’a girerler ve bahara kadar Marmara sularında yaşarlar. İlkbaharda Sicilya taraflarında doğan torikler gelişmek için Karadeniz’e
yönelmeye başlayınca uskumrular önden Karadeniz’e doğru hareket ederler. Bu böyle devam eder gider.”
The Journey of the Tunny Fish
‘As the weather gets colder in the Black Sea, the fish that cannot go into deeper and
dark waters go on a journey at the beginning of autumn. First come the tunny fish;
it takes them a month to cross the sea of Marmara. Then the bonitos come into
the Bosphorus and the mackarel which saved themselves from the salughter of the
bonitos wait at the entrance of the Bosphorus. The mackerel enters. The Bosphorus
once the tunny fish and the bonitos leave Istanbul, and they live in the Sea of
Marmara till spring. The bonitos are born in spring near Sicily and they head
towards the Black Sea to grow. When they go on this journey, the mackerel takes
the first turn to go to the Black Sea. This cycle goes on.’
Karekin Efendi’nin Efsanevi Kitabı
Yukarıda özetlediğimiz trafik bilgisinin kaynağı İstanbul Balıkhanesi Mü-
The Legendary Book of Karekin Efendi
The source of the information on the traffic of fish is from the Istanbul Fishery
46 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
dürü “Türkiye’de Balık ve Balıkçılık”ın yazarı
Karekin Efendi Deveciyan. 1915’te Osmanlıca,
1926’da da Fransızca basılan kitabında, kendi
yaptığı deniz ve tatlısu balıkları, kabuklular,
yumuşakçalar ve av aletlerini temsil eden 207
çizim ile 103 tablo ve İstanbul civarındaki
dalyan ve voli yerlerini gösteren harita da
var. Hatta edebiyata bile esin kaynağı olmuş.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanının kahramanı Mümtaz, sahaflarda bulduğu
Karekin Efendi’nin kitabına dalınca çektiği aşk
acısını bile unutmuş. Kitap Erol Üyepazarcı’nın
çevirisiyle 2013’de Aras Yayınları tarafından
yeniden basılmıştı. Balık seven herkese hatırlatılır!
TRABZON USULÜ PALAMUT EKŞİLİSİ
Palamutu İstanbul mutfağına gönderen Karadeniz’den, Trabzon’lu bir ev
hanımının tarifi. Tuğrul Şavkay’ın “Halk Mutfağımız” kitabından aldık:
MALZEME:
•1,5 kg temizlenmiş, bir parmak kalınlığında dilimlenmiş palamut, 500
gr (4 orta boy) soğan, 500 gr. (6 orta boy) domates, 3 adet acı sivri
biber, 2 limon, 2 bağ ince kıyılmış maydanoz, 1 çorba kaşığı domates
salçası, 3 çorba kaşığı tereyağı, tuz.
YAPILIŞI:
• Soğanların kabuklarını soyup, ortadan ikiye kesin. İnce ince dilimleyerek piyaz doğrayın.
• Domateslerin dördünü rendeleyin, kalanını 1/2 cm’lik dilimler halinde kesin.
• Sivribiberleri uzunlamasına ikiye kesip, tohumlarını temizleyin.
• Limonlardan birinin suyunu sıkın. Diğerinin kabuğunu beyaz kısmını da alarak soyup,
yuvarlak dilimler halinde kesin.
• Fırınınızı 180 C’ye getirip, ısıtın.
• Bir kaba soğan, rendelenmiş domates, ince kıyılmış maydanoz, salça ve tuzu koyup, iyice
karıştırın.
• Balık dilimlerini bir tepsiye dizin. Üzerlerine hazırladığınız karışımı boşaltın. Domates ve
limon dilimlerini sıralayıp, biber yarımlarını yerleştirin. Limon suyunu, 1 su bardağı sıcak su ile
karıştırıp, üzerine gezdirin. Tereyağını küçük parçalar halinde tepsiye dağıtın.
• Tepsiyi sıcak fırına sürün. Yaklaşık 45-50 dakika pişirin. Fırından alıp, sıcak olarak servis
yapın.
Manager and the author of ‘Fish and Fishery in Turkey’ Karekin Efendi
Deveciyan. The book, published in Ottoman in 1915 and in French in 1926,
includes 207 drawings and 103 charts about sea fish and fresh water fish,
crustaceans, molluscs and hunting tools. The book also lists the fisheries and
fishponds in Istanbul on a map. The book has even inspired some literary works.
The main character of Mümtaz in Ahmet Hamdi Tanpınar’s novel ‘A Mind at
Peace’ comes across Karekin Efendi’s book in an antique bookshop, and he ecen
forgets his
love pain when perusing
the book. The book was
reprinted with Erol
Üyepazarcı’s translation in
2013 by Aras Publishers.
This information for fish
lovers!
SOUR TUNNY FISH COOKED IN TRABZON STYLE
Here is a recipe from a housewife from Trabzon, the Black Sea which
sent the tunny fish to the Istanbul cuisine. The recipe is from Tuğrul
Şavkay’s book ‘Our Cuisine’:
INGREDIENTS:
•1,5 kg cleaned slices of tunny fish of a finger’s thickness, 500 gr
(4 middle sized) onion, 500 gr. (6 middle sized) tomato, 3 bitter green
pepper, 2 lemons, 2 bundles of chopped parley, 1 table spoon tomato
paste, 3 table spoons of butter, salt.
DIRECTIONS:
• Peel the onions and cut them into halves. Cut them into thin slices.
• Grate four of the tomatoes and cut the remaining ones into slices of 1/2 cm.
• Cut the green peppers longways and clean the seeds.
• Squueze one of the lemons. Peel the white crust of the other lemon and cut them into round
slices.
• Heat up your oven to 180 C.
• Mix the onion, ground tomatoes, chopped parsley, tomato paste and salt in a cup and mix
them well.
• Lay the fish slices on a tray. Pour the mixture over the tray. Add the tomato, lemon slices
and pepper on the tray as well. Mix the lemon juice with hot water and sprinkle it over the
tray. Add small pieces of butter as well.
• Insert the tray into the oven. Cook it for 45 to 50 minutes. Take it from the oven and serve
it hot.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 47
Zamana Karşı Savunma Yöntemleri:
TUZLAMA, TÜTSÜ ve
MEZELERİN ŞAHI LAKERDA
Bazı balıklar dondurulmuş, tuzlanmış, tütsülenmiş
olarak saklanmaya da elverişli oluyor. Palamut
ailesi de onlardan biri. Doğu Roma Dönemi’nde
Haliç balık işleme tesislerinde tuzlanarak iyi fiyatla
Avrupa’ya satılırmış. Eski İstanbul’da buna “Karnıyarık” denirmiş. Balığın karnı ortadaki kılçığa kadar yarılıp
yıkanır, fıçı veya sepetlerde bol bol tuzlanır, böylece ömrü bir
yıl kadar uzatılırmış. Karadenizli Torik, İstanbul mezelerinin şahı
Lakerda için de biçilmiş kaftan. Karekin Efendi’nin kitabındaki lakerda
tarifi (s. 56-57) özetle şöyle:
Dilimlenmiş balığın tuzlanması (lakerda):
Lezzet ve değer bakımından en iyi lakerdalar iri toriklerden yapılanlardır. Büyük
boydaki taze toriklerin kafa ve kuyrukları kesildikten sonra vücutları beş parçaya
bölünüp, deniz suyu dolu bir fıçının içine atılır. Orada iyice yıkanıp kan ve omuriliğinden temizlenir, sonra parçalar sudan çıkarılır, bir bir tuzlanır ve fıçılara veya kaplara
yerleştirilir. Daha sonra üstü yuvarlak bir kapakla kapatılır, onun üstüne de küçük bir
taş konulur. Bir hafta sonra lakerda tüketilmeye hazırdır. Lakerda lezzetini en fazla iki ay
korur, daha fazla süre geçerse çok tuzlu olduğundan ağız tadını bilenler için hiç çekiciliği kalmaz.
Lakerda yapımında balıkların çok taze ve poyraz
eserken yakalanmış olmasına dikkat etmek gerekir.
Eğer bayat ya da lodos eserken yakalanmış balıktan lakerda yapılırsa gevşek, pörsük olur, ne lezzeti
vardır ne de iyi lakerdanın fiyatına satılabilir.
Püf noktalar:
Karekin Efendi zamanında deniz elbette tertemizdi,
şimdi öyle mi? Son yıkama işini su berraklaşana
kadar temiz su ile yapalım, temiz bezle kurulayalım.
Bıçak çok keskin olsun ki et hırpalanmasın, doğal
tuz kullanıp miktarına da dikkat edelim. İki günde
bir biriken suyu boşaltalım. Geriye, lakerdaların
derisini soyup, kılçıklarını ayıklamak, 1 cm kadar
kalınlıkta dilimleyip kırmızı soğanla birlikte tabağa
dizmek kalıyor ki en zevkli faslı da bu herhalde.
Tütünbalığı ya da Palamut Tütsüsü
Karekin Efendi, bir diğer saklama yöntemi tütsülemeyi anlatmış ama nedense ateş ya da
isten sözetmiyor: Hazırlama yöntemi çok basittir ve bir tütsüleme cihazına gereksinimi
yoktur. Palamutun karnı yarılır, büyük kılçığı çıkarılır ve hayvan çok tuzlu bir salamurada on
iki saat bırakılır; daha sonra çıkarılır ve hava akımı olan bir yerde bir hafta süre ile kurutulur.
İşte size Tütünbalığı denilen tütsülenmiş palamut.
Palamutlar Nerede?
Eylül sayımızda balık türlerinin azalışına değinmiştik. İşte olumlu bir proje: “Palamutlar Nerede?” (palamutlarnerede.org) Türk Deniz Araştırmaları Vakfı’nın Metro Toptancı Market
tarafından desteklenen, 9 Akdeniz ve Karadeniz ülkesini de kapsayan bu projesiyle 4.500
palamutun göç yolları, sırtlarındaki çipli markalarla 3 yıl boyunca izleniyor. Amaç küresel
ısınmadan nasıl etkilendiklerini görmek.
Bir taraftan da Karadeniz başta olmak
üzere kaybolan palamut yemeklerinin
tariflerini topluyorlar. Biz de bu vesile
ile yasal sınır her ne kadar
25 cm ise de herkese
boyu 38 cm’den az
olan palamutların
satın alınmaması,
palamut çaparileri
için de tüyü makbuldür diye martı
katliamına da göz
yumulmaması gerektiğini hatırlatalım...
48 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Defense Methods
Against Time:
Salting, Smoking and the the
King of Appetizers: Lakerda
Some fish are more suitable for freezing, salting and smoking. The
tunny fish family is one of them. During the Eastern Roman Empire,
fish used to be salted in the fisheries and sold to Europe for good
prices. In the old Istanbul this was called ‘Karnıyarık’ (eggplants
with minced meat). The belly of the fish was ripped along the
fishbone and later being wahshed, it was salted in barrels or
baskets. In this way, the fish’s shelf life was extended for a
year. The bonito from the Black Sea and lakerda (salted
bonito) were musts among Istanbul appetizers. This is
the lakerda recipe in Karekin Efendi’s book (pg. 56-57):
Salting the sliced fish (lakerda):
The best lakerdas in terms of taste and value are the
ones made of bonitos. After the heads and tails of large
and fresh bonitos are cut, their bodies are sliced into five
and are thrown into a barrel filled with sea water. The fish is
washed thoroughly in the barrel and cleaned of blood and spinal
marrow
and the slices are then salted and placed in barrels or cups. The lakerdas keep
their freshness for two months at most; kept for longer than this the saltiness will be too
excessive for gourmets. Bonitos fish should be caught in a north-eastern wind, and they should
be very fresh before cooking. If the fish are stale and if they have been caught in a northwestern wind they will be tasteless and shrivelled, still, the could be sold at a good price.
Important points:
​During the times of Karekin Efendi, the sea was of course very clean. But now this is not the
case. We should wash it very well until the water is crystal clear and then we should dry it
with a clean piece of cloth. The blade of the knife should be very sharp, so that the meat will
not be harmed. You should also use natural salts. You should change the accumulated water
in every two days. Later you should clean the bonitos by scaling the skin and clearing the fish
bones and cut then into slices of 1 cm. Lastly, lay them on a plat with red onions and this is
the most enjoyable part.
Smoked fish or smoked bonito
Karekin Efendi has also talked about
smoking the fish, but somehow he does not
mention any fire or smoke:
The preparation is very simple, and you don’t
need a smoking device. The tunny fish is
sliced along its belly; the fishbone is extracted
and it is left in a salty water for twelve hours.
It is then taken out and dried in open air for
one week. This is how you prepare a smoked
tunny fish.
Where are the tunny fish?
In our September issue, we had discussed
how the fish species were getting scarce.
Here is a positive project: ‘Where are the
Tunny Fish?’ (palamutlarnerede.org?). The
project is supported by the Foundation
of Turkish Maritime Research and Metro
Wholesale Market and it includes 9
Mediterranean and Black Sea countries.
As part of the project, 4500 tunny fish are
monitored for three years during their migration with chips placed on their backs. The project
aims at understanding how the tunny fish are affected by global warming. The project owners
are also collecting recipes of tunny fish from the Black Sea region. With this opportunity on
hand let us remind you that although the legal limit is 25 cm, you should not buy tunny fish
smaller than 38 cm and we should not tolerate the massacre of sea gulls for their feathers
and tunny trotlines…
ŞEYLERİN TARİHİ
history of things
Çocukluğumuzun ilk ciddi
oyuncağı, okul yaşamlarının
sadık yol arkadaşı, günümüzün
hem statü sembolü hem de
giderek önemi azalan küskünü...
50 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Yakın geçmişte kalemsiz sokağa çıkılmazken, şimdi masa
başında bile ona gittikçe daha az ihtiyaç duyuyoruz. Öte
yandan, kimi pahalı ve koleksiyon değeri olan kalemler
yazı yazmaktan çok bir yatırım aracı ve statü sembolü
olarak muamele görmeye başlayalı çok oldu.
“Kalem”, Türkçe’ye Arapça kamıştan yapılmış yazı aracı;
“kalam”dan girmiş. Aynı sözcük, Arami ve Süryanice’de kalama, eski Yunanca’da kálamos imiş. Türk Dil Kurumu’na
göre “kalem” sözcüğünün 6 anlamı var: Yazma, çizme vb.
işlerde kullanılan çeşitli biçimlerdeki araç, resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü yer, yontma işlerinde kullanılan
ucu sivri veya keskin araç, çeşit, tür, yazı yazma ve yazar.
Hakkını biraz olsun ödeyebilmek için kalemi kalemimize dolayalım, tarihçesini biraz kurcalayalım şimdi...
PEN
It is the first toy of our childhood, the fellow mate of our
school years, the status symbol of the modern day and the
offended friend who is now almost forgotten…
İnsanoğlu çizgiyi keşfediyor
MÖ 4000’ler: Bronz veya kemik parçalarıyla nemli kil yüzeyleri kazıdığında
insanoğlu çizgiyi keşfediyor.
MÖ 3000’ler: Mısır’da kamış fırça ve kalemlerle papirüs üzerine hiyeroglif
yazılıyor. Sümerler, ucu sivriltilmiş çubuklarla resimli yazıyı ve çivi yazısını
keşfediyor. Akadlar, Elamlar ve Hititler bunu 3000 yıl kadar kullanıyor.
MÖ 1300’ler: Roma’da ince balmumu levhalara metal ve ucu sivriltilmiş
Until very recently people
would not go out without
carrying a pencil, but now we
almost don’t need it even when
working at our desks. On the
other hand, some expensive
and collectible pens have long
been treated as a symbol of
status and investment rather
than tools for writing. The word
‘kalem’ (pen) in Turkish comes from the Arabic word ‘kalam’, which stands for
a writing tool made of reed. The Aramaic and Syriac languages had the same
word, kalamk’ and the Greeks called it kálamos. According to the Turkish Language Association, the word ‘kalem’ has 6 meanings: tool of different shapes
used for writing, drawing etc.; the secretariat at official institutions, pointed
tools for carving; style, form, writing and writer.
Let us have look at the history of pen by using our pen again…
Human beings discover the line
4000s BC: Human beings discover the line by carving humid clay
surfaces with bronze and bone pieces.
3000s BC: Hieroglyphic writing is produced on papyrus by
reed brushes and pens. The Sumerians develop the
cuneiform script that they write with pointed rods.
The Akkadians, the Elams and Hittites used this
script for 3000 years.
1300s BC: The Romans used thin wax sheets
and metal tipped rods to write. Once they no
longer need it, they could erase the writing with the flat part of the pen. In Asia, people used
bronze tipped rods for this.
1st and 2nd Centuries AD: Following the 1st Century
AD, the Siberian Turks use graphite pieces, called
‘karataş’ (black stone), to write their texts (the
famous brand Carand’Ache takes its name
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 51
from this word). The quill tradition was born in Spain in Sevilla and it was used
as a writing device between the years 600s and 1800s.
kalemlerle kazılarak yazı yazılıyor. İşi bittiğinde yazıyı kalemin düz kenarıyla siliyorlar. Asya’da bu iş için ucu sivriltilmiş bronz kullanılıyor.
MS 1. ve 2. yy: 1. yy’dan itibaren Sibirya Türkleri, “karataş”
adını verdikleri grafit parçalarını kalem yerine kullanıyor (ünlü
Carand’Ache markası da adını bu sözcükten almış). İlk kez İspanya,
Sevil’de keşfedilen tüy kalem geleneği, 600’den 1800’lü yıllara kadar
yazı aracı olarak kullanılıyor.
En makbul kaz ve kuğu tüyü
Avrupalılar, parşömene tüy kalemle yazmanın, yazı stilini
de değiştirdiğini farkediyor. Önce herşey büyük harflerle
yazılırken küçük harfler sonra gelişiyor. Kaz ve kuğu
tüyü en makbulü.
1795: Fransız kimyager Nicholas Jacques Conte, grafit
tozuyla kili karıştırarak kurşun kalem yapıyor.
1800-1850: 1803’de metal kalem ucunun patenti
alınıyor. 1850’de tüy kalemler terk edilirken çelik uçlara
iridyum, rodyum ve osmium eklenerek kalite artırılıyor.
ABD’li marangoz William Monroe, kurşun kalemin etrafını
silindirik bir tahta ile kaplayacak bir makine icat ediyor. Joseph Dixon,
bunu silindirleri kesip içine uç koyduktan sonra tekrar yapıştıracak bir makineye dönüştürüyor. Eberhard Faber, 1861’de NewYork’da ilk kurşun kalem
fabrikasını kuruyor. 1879’da Eagel şirketi de ilk mekanik kurşun (versatil)
kalemin patentini alıyor.
Dolma kalemin icadı
1884: Sigortacı Lewis Edson Waterman, ilk dolma kalemi icat ediyor.
1888-1916: 1888 yılında John J. Loud hayvan derilerini işaretlemeye yarayan tükenmez kalem benzeri bir ürünün patentini almış, ancak ürün ticari
olarak uygulamaya sokulmamıştı. 1916’da Van Vechten Riesberg tarafından patenti alınan ilk tükenmez kalemler görülüyor.
1940’lar: Jozef Lazlo ve Georg Biro, tükenmez kalemin modern versiyonunu keşfediyorlar. 1943’de ilk ticari modeller üretilirken İngiliz hükümeti
Lazlo’nun patentini satın alıyor. Satışlar, II. Dünya
Savaşı sırasında rekor düzeye ulaşıyor.
1945 Ekim: Tükenmezler “su altında yazan ilk
kalem” sloganı ile ABD pazarına sunuluyor. 29
Ekim 1945’de, New York’daki Gimbel’s mağazasındaki sunum sırasında 10.000 tükenmez kalem
satılıyor!
1953: İlk ucuz ve “BIC” markalı tükenmez kalemler, icadettiği üretim çözümü sayesinde Fransız
Baron Bich ile ortaya çıkıyor. O sırada çeşitli boya
kalemleri, pastel kalemler de boy göstermeye
başlıyor.
52 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
Goose and swan fether are the most favourite
The Europeans became aware of the fact that writing with a quill on a parchment changed their writing style as well. Initially everything was written in
capital letters, later small caps were developed. Goose and swan feathers were
the most favourite ones:
1795: The French chemist Nicholas Jacques Conte mixed
graphite powder and clay and produced the first pencil.
1800-1850: The patent for metal tips for pens was taken in
1803. In the 1850s, quill pens were no longer used and the
steel tips were strengthened with iridium, rhodium and
osmium. The American carpenter William Monroe invents
a device that produced the cylindric wooden piece surrounding pencils. Joseph Dixon turns this device into a more developed
version which could merge
the wooden part and the
lead part of the pencil.
Eberhard Faber founded
the first pencil factory in
NewYork in 1879. The Eagel
company took the patent for the first mechanic (versatile) pencil in
1879.
Invention of the Fountain Pen
1884: The insurer Lewis Edson Waterman invents the first
fountain pen.
1888-1916: John J. Loud received a patent
for a ballpoint-like pen used for marking
animal skin in 1888, but the product
was not commercialized. The first
patent for ballpoint pens was taken by
Van Vechten Riesberg in 1916.
1940’s: Jozef Lazlo and Georg Biro
invent a modern version of the ballpoint pen.
The first commercial models were produced in
1943, and the British government bought
the rights for the patented pen from Lazlo. Sales reached a record level during
World War II.
1945 October: The ballpoint pens
are launched in the US market with
the slogan ‘the first pen to write
underwater’. On 29 November
1960’lar: Mimari proje çiziminde kullanılan çelik uçlu “rapidograf” gibi özel
uzmanlık kalemleri yaygınlaşıyor.
Japonya’da Tokyo Stationary Co., keçe
uçlu kalemleri keşfediyor. Bunların başarısı,
üreticileri fosforlu işaretleme kalemleri gibi yeni
tiplere yöneltiyor.
1980 ve 1990’lar: Bilye uçlu kalemler ortaya
çıkıyor. Geleneksel tükenmez kalemde kullanılan mürekkep daha yoğun ve katı iken, ucunda
hareketli bir topun bulunduğu bu kalemlerde
kullanılan sıvı mürekkeple çok daha ince yazı
yazılabiliyor. 1990’larda tutuşu kolaylaştıran
kauçuk kaplı kalemler görülüyor.
2000’ler: Ergonomik ve yenilikçi tasarımlar dün-
yayı kaplıyor. İşaret parmağına geniş bir yüzük
gibi takılan, daha çocuklukta orta parmakta nasır
oluşmasını engelleyen tükenmez kalemlerden,
yaldızlı, kokulu, fırçalılarına kadar kalemin pek
çok çeşidi dünyayı kaplıyor.
1945, 10.000 ballpoint
pens were sold at the New
York Gimbel’s store during
the presentation!
1953: The first inexpensive ballpoint
pens were manufactured by the French Baron
Bich. Crayons and pastel pencils are manufactured during the same period.
1960s: Special expertise pens like
the ‘rapidograph’ with steel tips
used in architectural drawings get
more popular.
The Tokyo Stationery Co. in Japan manufactures
the felt tipped pens.
The success of these pens encourage producers to
manufacture phosphorescent marking pens.
1980s and 1990s: Ballpoint pens with thinner inks
are manufactured. The ballpoint pens could be used
for a thinner writing.
In the 1990s, easy-to-hold rubber covered pens
started to dominate the market. All arount the
world there are numerous ballpoint models which
can be worn on the index finger like a ring, which
prevent a callus formation during childhood, ballpoints with fragrances, glitter and brushes.
KALEM TUTKUSU ve
KOLEKSİYONU
Günümüzde dolma kalem kategorisinde, dünyaca
tanınan öyle kalemler var ki adeta birer efsane! Sanatla
tasarlanıp, titizlik ve mükemmeliyetle mücevher gibi
sınırlı sayıda üretiliyorlar. Altın ve değerli taşlarla süslü,
at kılıyla örülen, reçineden, boynuzdan, lavlardan yapılan
var. Bu yüzden çok pahalılar, onlara kolayca sahip
olunamıyor.
Öte yandan daha kolay satın alınabilen, hatta tutku yaratıp, sahibini eski yeni tüm modelleri toplamaya iterek
bağımlılık yaratanları da çok. Onlar için özel yayınlar
çıkarılıyor, özel mağazalar açılıyor, müzayedeler düzenleniyor. Gerçek kalem tutkunları ise sadece kalem değil,
mürekkep ve kağıt ile de yakından ilgileniyor. Örneğin
1933’den beri bu alanda üretim yapan İtalyan Campo
Marzio, şimdi bütün dünyada şubeler açıyor. Kalem
tutkunları, koleksiyonlarını, kendi el yazıları ile yaptıkları
denemeleri internet’te de paylaşıyorlar. Türkiye’den
“Bana Sıkça Yaz”; “Write to Me Often” (banasikcayaz.
com), Erguvan Kalem (erguvankalem.blogspot.com.tr)
de onlardan.
PASSION FOR PENS AND
PEN COLLECTIONS
We have some very famous fountain pens which have
legendary reputations all around the world! They are
designed with artistic taste and manufactured in limited
numbers wih the care and diligence of a jeweller’s. They
are decorated wih gold and precious stones, wrought with
horsehair and made of resin, horns and lavas. Therefore,
they are exceedingly expensive and usually not affordable.
There are also some pens that are affordable and appeal
to those who are passionate about pens. They are usually
bought for collections. There are special publications
for these pens; they are exhibited at special stores and
auctions.
Real pen devotees are interested not only in pens, but also
in inks and paper. The Italian Campo Marzio, manufacturing since 1933, for example, opens stores and branches
all around the world. Enthusiasts share their collections
and their handwriting on the Internet. “Bana Sıkça Yaz”;
“Write to Me Often” (banasikcayaz.com) and Erguvan
Kalem (erguvankalem.blogspot.com.tr) are two of such
blogs from Turkey.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 53
GRUBUN
YENİ
YILDIZI DEDEMANBOSTANCI
İstanbul’da açılan 252 odalı otel,
Dedeman grubunun 16. tesisi oldu.
Dedeman Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rıfat Dedeman,
Dedeman Turizm Yönetimi A.Ş. Genel Müdürü Emrullah Akçakaya, Murat
Dedeman, Banu Dedeman ve Dedeman Bostancı Genel Müdürü Nadir
Kadakal’ın ev sahipliğini yaptığı ve 500’e yakın davetlinin katıldığı Dedeman Bostancı Otel’in açılış gecesi renkli gösterilere sahne oldu.
Sunuculuğunu Ece Vahapoğlu’nun yaptığı davette Ritim Grubu’nun
Türkiye’de ilk kez otel ekipmanları ve otel üniformaları ile gerçekleştirdikleri sıradışı performansları büyük ilgi topladı. Açılış töreninde Ceren Aksan &
Eva String Trio ile Model grubu da sahne aldı.
Dedeman Bostancı’nın açılışına gelen misafirlere teşekkür eden Rıfat Dedeman sözlerini şöyle sürdürdü:
“50 yıla yakın süredir faaliyetlerini sürdüren, Türkiye’nin ilk uluslararası
otel zinciri olan Dedeman markasına yeni bir oteli eklemenin gururunu
yaşıyoruz. Ülkemiz için stratejik önem taşıyan turizm sektöründe, yurt içi ve
yurt dışındaki projelerimize sağlam adımlarla devam ediyoruz. Toplam 16
otelimizde yılda yaklaşık 1 milyon misafir ağırlıyoruz. Önümüzdeki 10 yıl
içinde 20’si Dedeman, 22’si Dedeman Park olmak üzere toplam 42 otel ile
hizmet vermeyi hedefliyoruz.”
Rıfat Dedeman, projenin yatırımcısı Nuh Çimento Grubu hissedarlarına,
Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Bilgin ve ekibine teşekkür etti.
Emrullah Akçakaya ise konuşmasında “Önümüzdeki aylarda Dedeman Park
Bostancı ve Moskova’da, Dedeman Park İzmailovo otellerimiz hizmete
girecek. 2015 yılında İstanbul’da dördüncü otelimiz olacak olan ve Kanyon
alışveriş merkezinin yanında inşaatı süren Dedeman Park Levent otelimizde
misafirlerimizi ağırlamaya başlayacağız” dedi.
Ritim Grubu (üstte). Soldan sağa: Dedeman Turizm Yönetimi A.Ş. Genel Müdürü
Emrullah Akçakaya, Dedeman Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Rıfat
Dedeman, İpek Dedeman, Banu Dedeman, Olga Shylova, Dedeman Grubu Yönetim
Kurulu Başkanı Murat Dedeman, Dedeman Grubu Kurumsal İletişim ve Marka
Direktörü Arzu Karacadağ, Dedeman Bostancı Genel Müdürü Nadir Kadakal (sağ
üstte).
Rhythm Group (above). Dedeman Tourism Management Company General Manager
Emrullah Akçakaya, Dedeman Group Vice President of the Board Rıfat Dedeman, İpek
Dedeman, Banu Dedeman, Olga Shylova, Dedeman Group President of the Board
Murat Dedeman, Dedeman Group Corporate Communication and Brand Manager Arcu
Karacadağ, Dedeman Bostancı General Manager Nadir Kadakal (right above).
54 TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014
NEW STAR OF THE GROUP: DEDEMAN BOSTANCI
THE 252-room hotel newly opened in Istanbul is the 16th facility of the
Dedeman Group.
Dedeman Group Deputy Chairman of the Board Rıfat Dedeman, Dedeman
Tourism Management Company General Manager Emrullah Akçakaya, Murat
Dedeman, Banu Dedeman and Dedeman Bostancı General Manager Nadir
Kadakal have hosted a colourful opening for Dedeman Bostancı Hotel. There were
almost 500 participants at the opening ceremony.
The event was hosted by Ece Vahapoğlu. Ritim Grubu from Turkey has delivered
an extraordinary performance with hotel equipment and uniforms. First of its
kind, the performance was received with great interest. Ceran Aksan & Eva
String Trio and the Model Group have taken up the stage. Rıfat Dedeman,
thanking the guests at the opening ceremony, stated:
‘We are very proud of adding a new hotel to the Dedeman brand which is the first
international hotel chain in Turkey and which has been in operation for almost
50 years. Together with our local and international projects, we are taking major
steps in the tourism industry which has strategic importance for our country. We
host approximately 1 million guests at our 16 hotels. Our target for the next 10
years is to offer our service with 42 hotels; 20 of them will be Dedeman hotels,
and 22 of them will be Dedeman Park hotels.’
Rıfat Dedeman extended his thanks to Nuh Cement Group shareholders, to the
Chairman of the Board Tevfik Bilgin and his team.
Emrullah Akçakaya stated in his speech:
‘In the following months, Dedeman Park Bostancı and Dedeman Park Izmailovo
in Moscow will be put into service. In 2015, we will open our fourth hotel in
Istanbul, the Dedeman Park Levent Hotel, whose construction is ongoing next to
the Kanyon Shopping Centre.’
DEDEMAN BOSTANCI
DEDEMAN
BOSTANCI
Dedeman Bostancı; 178
adet Superior oda, 32
adet Deluxe oda, 32
adet Executive oda, 9
adet Executive Suit ve
Kral Dairesi olmak üzere
toplam 252 odaya sahip.
30 metrekareden 720 metrekareye kadar değişkenlik gösteren 13 farklı toplantı salonuyla
geniş çaplı organizasyonlara ve etkinliklere olanak tanıyan otel, profesyonel ekibi sayesinde
de ihtiyaç ve beklentilerin üzerinde bir hizmet sunuyor.
Farklı restoran ve bar alternatiflerine sahip Dedeman Bostancı’da, günün her saati keyifli vakit geçirmek mümkün. Türk ve dünya mutfaklarından lezzetlerin sunulduğu zengin menüsü,
keyifli ve ferah atmosferi ile otelin lobi katında yer alan Bostancı Restaurant günboyu hizmet veriyor. İstanbul adaları manzaralı Adalar Roof Restaurant, en taze mevsimlik ürünlerle
hazırlanan yerel lezzetlerin bulunduğu menüsüyle misafirlerini otelin en üst katında ağırlıyor.
Adalar Roof Bar ise eşsiz manzarası ile yemek öncesi aperatifleri iştah açıcı atıştırmalıklarla
sunuyor. Lobby Lounge&Bar ferah ortamı ve bahçe kullanımı ile iş görüşmelerine veya
arkadaş toplantılarına; gün boyu sunulan sandviçleri, salataları, lezzetli kek ve pastaları ile
ev sahipliği yaparken; Life Style sağlık kulübü bünyesinde yer alan Vitamin Bar ise enerji ve
sağlık üssü olmaya aday...
Dedeman Bostancı, özel günler için sunduğu hizmet, merkezi konum, balo salonu ve farklı
dekorasyon seçenekleri ile çağdaş ve şık düğünler için alternatif yaratıyor.
Dedeman Bostancı’da bulunan Life Style Health Club; ozon sterilizasyon sistemi kullanılan
kapalı yüzme havuzu, çocuk havuzu, Fitness Centre, aletli pilates, masaj, buhar odası, sauna
ve Türk Hamamı ile stresli bir iş ortamından kaçış ve yorgunluk gidermek için alternatifler
sunuyor. Dedeman Park Bostancı’nın 2015 yılında, 110 oda ile hizmete açılması ile birlikte
Dedeman ve Dedeman Park markaları ilk kez Bostancı’da yan yana hizmet vermeye
başlayacak.
Dedeman Bostancı has a total of 252 rooms; 178 Superior rooms, 32 Deluxe rooms,
32 Executive rooms, 9 Executive Suits and one Royal Suite. The hotel offers meeting
rooms of different sizes. There are 13 different meeting halls ranging from 30 m2 to 720
m2 in size. The hotel with its professional team, offers a service quality which is above
expectations for big organizations and events.
With a wide selection of restaurants and bars, you can enjoy yourself at Dedeman
Bostancı at every hour of the day. The Bostancı Restaurant on the lobby floor, with its rich
menu of Turkish and world cuisine and with its enjoyable and spacious atmosphere, is
open all day. The Adalar Roof Restaurant, with a view of the Istanbul islands, welcomes
its guests at the uppermost floor of the hotel with its menu of the freshest seasonal
products and local dishes. Adalar Roof Bar offers starters with appetizing snacks with its
unique view. With its spacious atmosphere and garden, the Lobby Lounge&Bar offers
an ideal atmosphere for business or friend meetings with an all-day-long service of
sandwiches, salads, delicious cakes. The Vitamin Bar, part of the Life Style health club, is
a strong candidate for being a hub for energy and health...
Dedeman Bostance offers many alternatives for modern and elegant wedding ceremonies
with its central location, ball room and different decoration alternatives.
The Life Style Health Club at Dedeman Bostancı, with the indoor swimming pool with
an ozone sterilization system, a children’s swimming pool, Fitness Centre, Pilates with
instruments, massage, steam room, sauna and a Turkish hamam, offers alternatives for
escaping from a stressful work environment and for relaxation. Together with the opening
of Dedeman Park Bostancı with its 110 rooms in 2015, the Dedeman and Dedeman
Park brand will be offering their services side by side for the first time.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 55
TÜRSAB
Linked2Meda Project
Launched
h a b e r le r...
Linked2Media Projesi tanıtıldı
Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programı kapsamında Avrupa Komisyonu tarafından fonlanan “Linked2Media” Projesi 30 Eylül 2014 tarihinde düzenlenen Çalıştay’da tanıtıldı.
Kurumsal marka ve pazar imajı analizi yapabilen Linked2Media Platformu, TÜRSAB’ın
koordinatörü olduğu projede, 7 farklı AB ülkesinden 13 kurum ile birlikte ortak çalışma
yürütüyor. Proje, ileri internet teknolojileri ile geliştirilen, web ve sosyal medya sitelerinde seyahat acentaları hakkında yer alan olumlu-olumsuz tüm verileri toplayabilecek.
TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı Başaran Ulusoy proje ile ilgili olarak, “Birliğimize
ait olan bu yazılım programı acentelerimiz hakkında piyasa araştırması yaparak, kendi
şirketleri hakkında istatistiki bilgilere sahip olmalarını sağlayacak” dedi.
Projenin temel amacı, belli sektörlerdeki küçük ve orta ölçekli işletmelere müşterilerinin
sosyal medyada kendileri ve rakipleri hakkındaki görüş yazılarını derleyip, bunları yorumlamalarına yardımcı olacak bir araç geliştirmek. Platform, itibar analizine odaklanmış, farklı dillerdeki içeriğin duygu analizini yapabilen ve bunlar üzerinde anlambilim
teknolojilerini uygulayabilen özelliklere sahip.
The ‘Linked2Media’ Project, funded by
the European Commission as part of the
European Union’s The 7th Framework
Programme, was launched and introduced
during a Workshop organzied on 30
September 2014. Within the framework
of the project coordinated by TÜRSAB,
the Lindked2Media Platform, capable of
analyzing corporate brands and market
image, carries on collaborative work with
13 organizations from 7 different EU
member states. The project will be able
to collect all sorts of positive or negative
pieces of information abou travel agencies
on web and social media platforms with
cutting-edge technology. TÜRSAB President
Başaran Ulusoy made the following
statement about the project: ‘The software
developed by our association will be doing
market research about our agencies and it
will also enable them to collect statistical
data about their companies.’ The main aim
of the project is to develop a tool which will
enable small and medium sized enterprises
to compile opinions about themselves and
their peers on social media. The platform’s
main focus is on reputation analysis and it
has capabilities like analysing emotions in
different languages and applying semantic
technologies to this kind of collected data.
TÜRSAB Sağlık Turizmi Komitesi tarafından düzenlendi
SAĞLIK TURİZMİ
BİLGİLENDİRME PANELİ
TÜRSAB Sağlık Turizmi Komitesi üyelerinin çalışmaları sonucunda hazırlanan
Sağlık Turizmi Bilgilendirme Paneli, 15 Ekim 2014 Çarşamba günü İstanbul Lütfi
Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirildi.
Toplantıda, sağlık turizminde seyahat acentalarının ve diğer paydaşların rol
ve önemi, 1618 sayılı yasanın seyahat acentalarına verdiği yetki ve haklar ile
belgesiz acentacılık faaliyetlerine karşılık TÜRSAB tarafından gerçekleştirilmekte
olan çalışmalar hakkında da bilgiler verildi. TÜRSAB Yönetim Kurulu Başkanı
Başaran Ulusoy yaptığı açılış konuşmasında şunları söyledi: “Türkiye sadece
deniz kum güneş ülkesi değil. Türkiye artık sadece ‘alan’ değil, ‘gönderen’ bir
ülke konumunda. Avrupa nüfusunun yüzde 4’ü 80 yaş yukarısı. Pazar 100 milyar
euro. Ancak Türkiye ne yazık ki hak ettiği payı alamıyor. Bunun için elimizden
gelen tüm gayreti gösteriyoruz. Amacımız, seyahat acentelerinin önünü açmak.
Sağlık Bakanlığı ile müşterek çalışmalarımız oldu ve olmaya da devam edecek.
Sağlıklı bir turizm yapılmasını diliyorum.” Daha sonra Yönetim Kurulu Üyesi
Davut Günaydın, Sağlık Turizmi Komitesi Başkan Yardımcısı Çiğdem Dinç ve
Enver Afanyalı “Sağlık Turizmi Komitesi’nin Amaç ve Hedefleri” konusunda,
KOSGEB KOBİ Uzman Yardımcısı Erkan Muratoğlu “KOSGEB’in Hibe ve Destekleri” konusunda, T.C. Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı Sedat Erdoğdu
Bakanlığın “Sağlık Turizmi Sektörüne Yönelik Destekleri” konusunda, Sağlık
Turizmi Komitesi Sekreteri Ali Bilir ise “Sağlık Turizmine Yönelik Devlet Teşvikleri” konusunda birer sunum gerçekleştirdiler. KOSGEB Kobi Uzman Yardımcısı
Erkan Muratoğlu konuşmasında sağlık turizmi alanında faaliyet gösteren seyahat
acentelerinin yararlanabileceği destekler hakkında bilgi vererek, KOSGEB’e üye
olmak gerektiğini, KOSGEB desteklerinden yararlanabilmek için çalışan sayısının
200’den az, cironun ise 40 milyon TL’nin altında olması gerektiğini söyledi. Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı Sedat Erdoğdu ise bakanlığın sağlık turizmine
yönelik desteklerine değinerek özetle şu bilgileri verdi: “Desteklerden yararlanabilmek için en az 3 hastaneyle sözleşmenizin bulunması gerekiyor. Yararlanıcı
statüsünde olmazsanız fuarlarda bizden destek alamazsınız. Ekonomi Bakanlığı
destekleri KOSGEB’e kıyasla daha sınırlı. Desteklerden yararlanabilmek için
yurtdışından gelen hastalara sağlık hizmetleri vermek gerekiyor. Yurtdışı tanıtımı
için 300 bin TL’ye kadar destek veriyoruz. Organizasyon destekleri 10 defayı
geçmemek şartıyla her etkinlik için 15 bin dolara kadar çıkıyor.” Panelde ayrıca
Azerbaycan Sağlık ve Termal Turizm Destek Birliği Başkanı Ruslan Guliyev de
bir konuşma yaptı. Soru cevap kısmının ardından, panel katılımcılarının görüş ve
önerileri ile etkinlik sona erdi.
KOSGEB Kobi Uzman Yardımcısı Erkan Muratoğlu, Azerbaycan Sağlık ve Termal
Turizm Destek Birliği Başkanı Ruslan Guliyev, Ekonomi Bakanlığı Dış Ticaret Uzmanı
Sedat Erdoğdu.
KOSGEB SME Assistant Specialist Erkan Muratoğlu, Azerbaijan Health and Thermal
Tourism Support Unit President Ruslan Guliyev, Ministry of Economy Foreign Trade
Specialist Sedat Erdoğdu.
TÜRSAB Health Tourism Committee organizes
HEALTH TOURISM INFORMATION PANEL
TÜRSAB Health Tourism Committee members organized the Health Tourism
Information Panel on 15 October 2014 at the Istanbul Lütfi Kırdar International
Congress and Exhibition Center.
The main roles and significance of travel agencies and other stakeholders in
health tourism; the authority and rights given to trave agencies by the law
numbered 1618 and the work done by TÜRSAB against unlicensed agency
activities were among the main topics discussed during the meeting. In his
opening speech, TÜRSAB President Başaran Ulusoy said:
‘Turkey is not only a country of sea, beaches and sun. Turkey is no longer only
a ‘receiving’ country, but also a ‘sending’ country. 4 per cent of the population
in Europe is above the age of 80. The market’s value is 100 billion Euros.
Unfortunately, Turkey cannot get the share it deserves. We try very hard to make
that happen. Our aim is to open the way for travel agencies. We have had some
collaborative work with the Ministry of Health and this kind of collaboration
will continue. I wish we will have a healthy tourism.’ Later, Board Member
Davut Günaydın, Health Tourism Committee Vice President Çiğdem Dinç and
Enver Afyanlı delivered a presentation on ‘The Aim and Targets of the Health
Tourism Committee’. KOSGEB SME Assistant Specialist Erkan Muratoğlu,
Turkish Ministry of Economy Foreign Trade Specialist Sedat Eroğlu, The Health
Committee Secretary Ali Bilir have respectively delivered presentations on
‘KOSGEB’s Grants and Support’, the Ministry’s ‘Support for the Health Tourism
Industry’ and on the ‘Public Incentives for Health Tourism.’
KOSGEB SME Assistant Specialist Erkan Muratoğlu gave information on
different kinds of support that could be used by the travel agencies operating
in health tourism and stated that agencies willing to receive support should be
KOSGEB members and that they need to have no more than 200 employees and
their turnover should not exceed 40 million TL. Turkish Ministry of Economy
Foreign Trade Specialist Sedat Eroğlu talked about the ministry’s support for
health tourism and offered this information: ‘In order to receive this support
you need to have contracts with at least three hospitals. If you are not in a
beneficiary position, you cannot receive our support at the fairs. When compared
with KOSGEB, the support provided by the Ministry of Economy is more limited.
In order to have a beneficiary position, you should be serving for international
patients. We offer support up to 300 thousand TL for international promotions.
Support for organizations can be as high as 15 thousand dollars for up to ten
events.’ Azerbaijan Health and Thermal Tourism Support Unit President Ruslan
Guliyev also delivered a speech during the panel. The event ended with the
opinions and suggestions of the participants after the Q&A session.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 57
h a b e r le r...
TÜRSAB
Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim Vakfı önderliğinde
HALK OYUNLARIMIZIN YENİ ZAFERİ
Ağustos ayında Polonya’da düzenlenen 46. Uluslararası Dağ
Folkloru Festivali ve Yarışması’ndan “Altın Balta” ile döndüler.
Kültür adına gerçekleştirdiği her çalışma
ve organizasyona başarı ile imza atan
Motif Halk Oyunları Eğitim ve Öğretim
Vakfı Polonya’nın Zakopane şehrinde
gerçekleştirilen 33-39. ve 46. Uluslararası
Dağ Folkloru Festivali ve Halk Dansları
yarışmalarında üç kez Dünya Birincisi
olarak Altın Balta ödülünü ülkemize
kazandırdı.
26 yıldır Türk Halk Kültürü’ne hizmet
etmekte olan Motif Halk Oyunları Eğitim
ve Öğretim Vakfı genel anlamda, halk kültürünün her alanında bilimsel ve sanatsal
faaliyetlerde bulunarak hedeflerine ulaşmak için çalışmalarını devam ettiriyor. İlk
olarak, okul öncesi dönemden başlayarak
her yaş grubuna, halk oyunları çalışmalarına yönelik eğitim ve uygulama imkânı
sunuluyor. Üretkenliği prensip edinmiş
gençlerin, Motif çatısı altında bir araya
getirilerek halk kültürünün bilinen tüm
alanlarında hizmet edebilmeleri için geniş
öğretici kadrosu ile eğitim ve öğretimlerine
ağırlık veriliyor.
Halk oyunları, halk müziği ve halk
tiyatrosu çalışmalarına yönelik kurslar
açarak, gençlerin bu dallarda teorik ve
pratik eğitimleri sağlanıyor ve yıl içerisinde
yapılan çalışmalarını sergilemek amacıyla
her yıl aralıksız olarak Motiflerle Anadolu
Kültür Şölenleri gerçekleştiriliyor. Zengin
kültür değerlerimizin uluslararası arenada
tanıtılması amacıyla birçok ülkede gerçekleştirilen festival ve yarışmalarda ülkemiz
başarıyla temsil ediliyor ve pek çoğundan
ödül ile dönüyorlar.
İstikrarlı bir yayıncılık anlayışıyla 19 yıldır
Uluslararası Hakemli Dergi formatıyla yayın hayatını sürdüren Motif dergisi ise 65.
sayısına ulaştı. Ayrıca 2008 yılı itibariyle
Motif Folk Dances Education and
Training Foundation leads
OUR FOLK DANCES IN NEW VICTORY
They returned from the 46th International Festival of Highland Folklore
organized in Poland in August with the ‘Golden Axe’.
Motif Folk Dances Education and Training Foundation, with their praiseworthy work in
their projects and organizations, has won a first degree with the Golden Axe Award for
three consecutive years at the 33rd, 39th and 46th International Festival of Highland Folklore
organized in the Polish town of Zakopane.
Motif Folk Dances Education and Training Foundation has been serving in the field of culture
for 26 years and they have ongoing work in both scientific and artistic fields and sincere
ambition for realizing their targets in these areas. To begin with, they offer opportunities
of training and practice for all groups of all ages starting from the pre-school level. Young
people focusing on productivity come together under the roof of Motif and they get qualified
education and training from a wide and experienced team of trainers. The foundation opens
courses on folk dances, folk music and folk theatre and the young people are given both
Motif Akademi dergisi yayın
hayatına başladı ve Motif’in
dünya üniversitelerine açılımı
sağlanarak Motif Akademi
dergisi içerisinde uluslararası
akademisyenler de hakem
kuruluna eklenerek uluslararası
indexlerde taranan bir dergi
olarak halkbilim camiasına
kazandırıldı.
Vakıf birçok televizyon programında halk oyunları danışmanlığı yapıyor ve halk oyunları ekiplerinin başarılı performansları yurt içinde ve yurt
dışında kamuoyunun beğenisine sunuluyor.
Her yıl farklı bir üniversitenin işbirliğiyle gerçekleştirilen Uluslararası Motif
Halkbilim Sempozyumları ile Türk folklorunun ulusal ve uluslararası akademik
platformda araştırmacı, uzman ve bilim adamları tarafından değerlendirilmesine
imkân sağlanıyor.
Üniversiteler ile işbirliği yapılarak gençlere yönelik kültürel içerikli konferans,
panel, söyleşi ve konserler düzenleniyor. Yine üniversite öğrencilerine, eğitim ve
öğrenim bursu verilerek gençlerin yükü bir nebze de olsa hafifletilmeye çalışılıyor. Motif Vakfı Yayınları adıyla başlatılan yayın dizisi içerisinde ise her yıl
halkbilimi konulu kitaplar yayımlayarak, halk kültürü yayıncılığı adına önemli
bir görev üstleniyorlar. Motif Vakfı’nın çalışmaları, Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından 2010 yılı TBMM Üstün Hizmet Ödülü ile taçlandırılmıştı.
2011 yılında Azerbaycan Milli İlimler Akademisi tarafından Motif Vakfı’na devlet
töreni ile sunulan “Azerbaycan Folkloruna Yüksek Hizmet Ödülü” ve 2012 yılında Bosna-Hersek Uluslararası Burch Üniversitesi tarafından verilen “Üstün Başarı
Ödülü” vakfın hizmetlerinin dünya çapında hak ettiği yeri aldığının göstergesi
oldu.
web: www.motifvakfi.com, e-posta: motif@motifvakfi.com
theoretical and practical education. They are also given opportunities for exhibiting
their work during the Anatolian Cultural Festivals with Motifs, organized continuously
every year. During the festivals and competitions organized in many countries
to promote our rich cultural values, our country is represented successfully, and
they return from these events with prestigious awards. The Motif Magazine, which
has been published as an international peer reviewed journal for 19 years with a
consistent publishing principle, reached its 65th issue. In addition to this, the Motif
Akademi Journal has been published as of 2008. Motif, as a journal, is extending
to other universities in the world and as an international peer-reviewed journal, it
is continuing to include international academics. It is already turning into a great
asset in the area of folklore studies. The foundation is offering consultancy services
to many TV shows and presents the successful performances of its folk dance
groups to local and international public. The International Motif Folklore Symposia
organized every year with the cooperation of a different university enable the Turkish
folklore to be evaluated and studied by local and international researchers, experts
and academicians. The foundation also collaborates with universities and organize
cultural conferences, panels, talks and concerts for young people. University students
are given bursaries for further support. As part of the Motif Foundation Publishing
House, books on folklore and folk culture are published on a yearly basis. The
work of the Motif Foundation was granted an Outsanding Service Award by the
Turkish Grand National Assembly in 2010. The ‘Outsanding Service for Azerbaijan
Folklore Award’ given by the Azerbaijan National Sciences Academy in 2011 and the
‘Excellence Award’ given by the Bosnia-Herzegovina International Burch University
in 2012 have been the main indications of the foundation’s global prestige and
reputation. Web: www.motifvakfi.com e-mail: motif@motifvakfi.com
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 59
EXPO
EXPO KULESİ onaylandı
h a b e r le r...
EXPO TOWER APPROVED
EXPO 2016 Antalya Ajansı 22. Yönetim
Kurulu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker Başkanlığı’nda toplandı ve
EXPO Kulesi’nin yapılmasına oy birliği ile
karar verildi.
Yönetim Kurulu sonrası basına açıklama
yapan Eker, ülkemiz için çok önemli olan
EXPO 2016 Antalya ile ilgili gündemdeki
konuların görüşüldüğünü belirtti.
Yönetim Kurulu’nda görüşülen önemli
gündemlerden birisinin de EXPO Kulesi
olduğunu açıklayan Bakan Eker, “Bir yarışma ile projesi belirlenen kule yönetim
kurulumuz tarafından görüşüldü ve firma
ile sözleşme imzalandı. Yönetim Kuru-
The 22nd Board Meeting of the EXPO 2016
Antalya Agency convened under the chairmanship
of Mehdi Eker, Minister of Food, Agriculture and
Animal Husbandry. The construction of the EXPO
Tower was accepted by the majority of the votes.
Following the Board Meeting, Eker answered
questions from the press and stated that some
important issues about the EXPO 2016 Antalya
were discussed during the meeting.
Another important issue discussed during the
Board Meeting was the EXPO Tower, stated
Minister Eker, and he added: “The project of the
tower was accepted through a competition and
after the project was approved by our committee
we signed the contract with the company. The
project for the tower was approved by the
majority of the votes, and it will be on of the
permanent works of the EXPO 2016 Antalya
site.”
Minister Mehdi Eker extended his thanks to
Sebahattin Öztürk, Governor of Antalya, who has
been appointed as undersecretary to the Ministry
of Interior Affairs.
lumuzun oy birliği ile kabul ettiği kule,
EXPO 2016 Antalya’nın, şehre bırakacağı
kalıcı eserlerden bir tanesi olacak” dedi.
Bakan Mehdi Eker, İçişleri Bakanlığı
Müsteşarlığı’na atanan Antalya Valisi
Sebahattin Öztürk’e bugüne kadar olan
katkılarından dolayı teşekkür ederek, bir
de armağan sundu.
ALTIN PORTAKAL’da
EXPO 2016 Antalya Korteji
51. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin en önemli etkinliklerinden
birisi olan, sanatçıların halkla buluştuğu kortejde, EXPO 2016 Antalya
da tanıtıldı. Kortejde yer alan 30 dolayında üstü açık araç, EXPO
2016 Antalya’ya dikkat çekmek için süslendi. Araçlarda, EXPO 2016
Antalya’nın temasını yansıtan ve farkındalık yaratma amaçlı sosyal
içerikli mesajlar verildi. 51. Antalya Altın Portakal Film Festivali Direktörü Elif Dağdeviren, festival öncesi EXPO 2016 Antalya Ajansı Genel
Sekreteri Selami Gülay’ı ziyaret etmiş ve organizasyon hakkında bilgi
alışverişinde bulunmuştu.
 Expo Arşivi
EXPO 2016 Antalya Cortege at GOLDEN ORANGE
During the cortege event with artists and the public, one of the most important highlights of the 51st
Antalya Golden Orange Film Festival, EXPO 2016 was promoted. For about 30 drophead cars were
decorated to ignite interest in EXPO 2016 Antalya. The cars were used to deliver messages with EXPO
2016 Antalya themes, and they were very helpful to raise awareness with their social messages. Elif
Dağdeviren, the Director of the 51st Golden Orange Film Festival had paid the EXPO 2016 Antalya
Agency General Secretary Selami Gülay and had exchanged information on the organization.
İPEĞİN
DOĞA İLE DANSI
EXPO 2016 Antalya Ajansı Fuaye
Alanı’nda, ressam Berna Özbakır’ın
ipek tuval üzerine tekstil boyası ve
tuval üzerine akrilik boya tekniği
ile uyguladığı çalışmalar sergilendi.
“İpeğin Doğa İle Dansı” adı verilen
serginin açılışını EXPO 2016 Antalya Ajansı Genel Sekreteri Selami
Gülay, sanatçılarla birlikte yaptı.
SILK’S DANCE WITH NATURE
Artist Berna Özbakır’s works on silk
canvases painted with textile dyes and
acrylics were exhibited in the foyer area of
EXPO 2016 Antalya. The exhibition titled
as ‘Silk’s Dance with Nature’ was opened
with the participation of EXPO 2016
Antalya Agency General Secretary Selami
Gülay and a group of artists.
Çin, EXPO 2016’ya katılıyor
Genel Sekreter Selami Gülay başkanlığındaki EXPO 2016 Antalya heyeti, Çinli yetkililerle
görüşerek katılım konusunda son noktayı koydu. Çin Halk Cumhuriyeti’nde düzenlenen
Uluslararası Bahçe Bitkileri Üreticileri Birliği (AIPH) Genel Kurulu’na katılan Genel Sekreter
Selami Gülay başkanlığındaki EXPO 2016 Antalya heyeti, burada ülke temsilcileri ile katılım
konusunda görüşme fırsatı buldu. Yapılan görüşmelerde Çinli yetkililer, Çin Halk Cumhuriyeti Hükümeti’nin Antalya’daki Expo’ya katılmaya karar verdiğini belirtti.
Çin Çiçek Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Zhang Yınchao ile görüşen Genel Sekreter
Selami Gülay, Çin’in Botanik Expo’larda çok önemli bir ülke olduğunu ve EXPO 2016
Antalya’da Çin bahçesini görmekten mutluluk duyacaklarını belirtti. Gülay, “Geçtiğimiz yıl
Antalya’ya 12 milyon turist geldi. EXPO 2016 Antalya alanının, ülke bahçeleri ile birlikte
uzun yıllar korunacak olması, katılımcı ülkeler açısından büyük bir avantaj olacaktır” dedi.
Çin Çiçek Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Zhang Yınchao da “Türkiye’de ilk kez bir
Expo’nun düzenlenecek olması bizleri de heyecanlandırıyor. Olabildiğince büyük ve özel
bir bahçe kurmak istiyoruz. Bunun için tüm imkanları zorlayacağız” dedi.
CHINA PARTICIPATES IN EXPO 2016
The EXPO 2016 committee has come together with the Chinese authorities and finalised the issue of
participation under the presidency of General Secretary Selami Gülay.
The General Assembly Meeting of the Ornamental Plants and Products Exporters Union (AIPH) was
organized in The People’s Republic of China and the EXPO 2016 committee participated in the meeting
with the General Secretary Selami Gülay. Members of the Antalya committee have negotiated with country
representatives over the issue of participation. During the negotiations, Chinese authorities stated that the
government of the People’s Republic of China has decided to participate in the Expo in Antalya.
During their meeting, Deputy General Secretary of the Chinese Flower Union Zhang Yınchao and General
Secretary Selami Günay talked about the fact that China is a very important country in Botanic Expos. Günay
also stated that they would be more than happy to see a Chinese garden in EXPO 2016 Antalya. Gülay
further stated that: ‘Last year we had 12 million tourists in Antalya. The fact that the EXPO 2016 Antalya
site will be preserved together with the country gardens for many long years will be a great advantage for the
participating countries.’ Deputy General Secretary of the Chinese Flower Union Zhang Yınchao said: ‘We are
very much excited for the fact that Turkey will be having its very first Expo. We want to lay out a very big and
special garden. We will be doing our best.’
BAMBU
Bamboo garden in EXPO 2016 Antalya
EXPO 2016 Antalya’ya
bambu bahçesi
Uluslararası Bambu ve Rattan Topluluğu (INBAR)
yetkilileri EXPO 2016 Antalya’ya katılarak, bambu
bahçesi kurmak istiyor.
Genel Sekreter Selami Gülay, Uluslararası Bambu ve
Rattan Topluluğu (INBAR) Genel Müdür Yardımcısı
Profesör Li Zhiyong başkanlığındaki heyetle görüştü.
Türkiye ve Antalya hakkında INBAR yetkililerine bilgi
veren Gülay, “EXPO 2016 Antalya’ya sizin de bir
bahçe ile katılmanızı istiyoruz. Böyle bir bahçe EXPO
2016’ya renk katacak ve ilgiyi artıracaktır” dedi.
EXPO 2016 Antalya’ya katılmak istediklerini ifade
eden Li Zhiyong, “Türkiye’de düzenlenecek bu ilk
Expo’da mutlaka bulunmak ve bambuyu EXPO 2016
Antalya’ya katılacak misafirlere tanıtmak istiyoruz”
dedi. INBAR’a 40 ülkenin üye olduğunu belirten
Li Zhiyong, Türkiye’nin üyeliği konusunda gerekli
girişimlere başlamak istediklerini ifade etti.
The International Network for Bamboo and Rattan (INBAR)
authorities have shown willingness to participate in EXPO 2016
Antalya and build a bamboo garden.
General Secretary Selami Gülay have come together with
the committee presided by the Deputy General Manager
Professor Li Zhiyong from the International Network for Bamboo
and Rattan (INBAR). After informing the INBAR committee
members about Turkey and Antalya, Gülay stated ‘We would
like to have you with a garden at EXPO 2016 Antalya. Such a
garden will boost up EXPO 2016 and increase interest.’
Stating that they were more than willing to participate in EXPO
2016 Antalya, Li Zhiyong further stated: ‘We really want to be
part of the Expo in Turkey and we want to introduce bamboo
to the visitors.’ Li Zhiyong also stated that INBAR had 40
members, and they had intentions to start off the process for
Turkey’s membership.
Asya, Güney Amerika
ve Afrika’ya özgü
bir bitki olan bambu, 1200 dolayında
çeşidi bulunan, bazılarının boyu 38 metreye
kadar çıkabilen çok dayanıklı bir bitki türüdür. Hafif ama çok sağlam
bir bitki türü olduğu için eskiden Asya ülkelerinde birçok ev bambu ağacından yapılıyordu.
BAMBOO
A plant of Asia, South
America and Africa, bamboo
has for about 1200 species,
and it is a very enduring
plant with a height
of
38 meters at
times. Since
it is a very
lightweight,
but strong
plant, most of
the houses in Asia used to
be built with bamboos.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 61
THY
ÇOCUKLARA
EGLENCE
h a b e r le r...
DOLU
UÇUŞLAR
FUN-FILLED FLIGHTS FOR KIDS
Turkish Airlines is aiming to make flying
on its international routes even more fun
for child passengers aged 2 to 12 with
new toy sets designed as part of its efforts
to please its younger passengers, who
occupy a special place in the passenger
portfolio. The plan is to monitor passenger flow on the international routes with
a view to offering different toys on each
leg of the flight to the approximately one
million children who travel on flights into
and out of Turkey every year.
Türk Hava Yolları, yolcu portföyü
dâhilinde farklı konumlandırdığı küçük
yolcularını mutlu etmek adına gerçekleştirilen çalışmalar kapsamında tasarladığı
yeni oyuncak setleri ile 2014 yılının ikinci
yarısından itibaren dış hatlarda seyahat
eden 2-12 yaş arası çocuk yolcularını
daha çok eğlendirmeyi amaçlıyor. Uluslararası hatlardaki yolcu akışları incelenerek, bölgeler bazında Türkiye’den çıkan
ve Türkiye’ye varan uçuşlarda seyahat
eden yaklaşık 1.000.000 çocuğa uçuşlarının her bacağında farklı tür oyuncak
sunulması hedefleniyor.
HAVAYOLLARINDA
BİR İLK
Türk Hava Yolları’nın, Universal Music ile
yaptığı işbirliği, hava yolları arasında bir ilke
imza atıyor. MY MUSIC PLANET projesi
ile oluşturulan platformda, playlistler ve
piyasadaki en yeni albümler yayınlanacak.
Her ay farklı uçuş noktaları belirlenip özel
playlistler hazırlanacak. Ayrıca yıl boyunca
dünyaca ünlü bir sanatçı, ayın uçuş noktasını bir video ile tanıtırken, kendisine ait
bir playlist oluşturacak. Böylece Türk Hava
Yolları yolcuları sevdikleri sanatçının seçtiği
müzikleri dinleyebilecekler.
TURKISH CARGO’DAN BİR HAT DAHA
ANOTHER NEW ROUTE ON TURKISH CARGO
Turkish Cargo kargo uçuş ağına Haydarabad’ı ekleyerek Uzakdoğu’daki varlığını
güçlendirmeye devam ediyor. Uçuş ağını genişletmeye yönelik attığı adımlarla önemli
kargo havayolu şirketlerinden biri olan Turkish Cargo, Uzakdoğu’da toplam 32 noktaya
hizmet veriyor. Firma, kıta içerisinde 17. kargo uçağı servis noktası olarak 28 Ağustos 2014 tarihinde Haydarabad’a başlattığı haftalık kargo uçuş seferleri ile Uzakdoğu
genelinde geliştirdiği genişleme planlarını sürdürüyor. Müşterileri için dünyadaki üretim
ve ticaret merkezlerine en iyi bağlantıları sağlayan Turkish Cargo’nun kaliteli hizmet anlayışı ile sunduğu olanaklar, müşterilerinin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya devam ediyor.
 THY Arşivi ve Shutterstock
Turkish Cargo has further strengthened its presence in East Asia by adding Hyderabad to
its flight network. One of the world’s leading air cargo companies thanks to steps taken
to expand its flight network, Turkish Cargo serves a total of 32 destinations in East Asia.
Pursuing its planned expansion in the region as a whole, on August 28 it inaugurated
flights to Hyderabad, its 17th cargo destination in Asia. The opportunities and quality
service offered by Turkish Cargo, which provides the best connections to the world’s
centers of production and trade, continue to meet its customers’ every need.
A FIRST IN THE SKIES
Turkish Airlines is chalking up another first
in the skies in a collaboration with Universal
Music. The latest albums on playlists and
the market will be available on the platform,
which is being created in the MY MUSIC
PLANET project. Different destinations
will be designated and special playlists
compiled each month. Throughout the year,
a world-renowned artist will also introduce
the destination of the month on a video
and create his own playlist, enabling Turkish
Airlines passengers to listen to music chosen
by the artists they love.
İSTANBUL
AIRSHOW
ZAMANI
ISTANBUL AIRSHOW TIME
Önceki yıllarda Airex İstanbul adıyla düzenlenen
İstanbul Airshow Fuarı, Atatürk Havalimanı Genel
Havacılık Apronu'nda ziyaretçilerini ağırladı.
25-28 Eylül tarihleri arasında düzenlenen İstanbul
Airshow X. Uluslararası Sivil Havacılık ve Havalimanları Fuarı ve Havacılık Endüstrisi Tedarik Zinciri
Platformu’na 200’ün üzerinde firma katıldı. TAI’nin
ürettiği HÜRKUŞ’un ilk defa İstanbul semalarında uçuş yaptığı fuarın açılışına katılan Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan yaptığı
konuşmada, "Avrupa Havacılık Birliği verilerine göre,
Avrupa'da bu yıl itibarıyla yolcu sayısında yüzde
4,6'lık artış var. Bu büyümenin yüzde 2'lik bölümü
sadece Türk Hava Yolları tarafından gerçekleştirildi.
Yani Türk Hava Yolları’nı dışarı çıkardığımızda sektörün büyüme hızı yüzde 2,6'ya düşüyor." vurgusunda bulundu. Açılışa iştirak eden Türk Hava Yolları
Genel Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil ise yaptığı
konuşmada "Avrupa'da Paris Air Show, Farnborough
gibi havacılık fuarları, aynı zamanda o ülkelerin sektördeki güçlerini ortaya koyuyor. İstanbul çok önemli
bir marka. Dev yatırımlarla giderek havacılık merkezi
haline geliyor. Bu büyümenin yansımalarını İstanbul
AirShow'da göreceğiz" dedi.
The Airex Istanbul expo previously staged on the
Istanbul Ataturk Airport General Aviation Apron hosted visitors under a new name, the Istanbul AirShow.
Upwards of 200 firms took part in the 10th International Civil Aviation & Airports Exhibition & Aviation
Industry Chain Platform, or Istanbul AirShow as it is
known for short. Attending the opening of the expo,
where the TAI-manufactured HÜRKUŞ flew in the
skies over Istanbul for the first time, Transport, Maritime and Communications Minister Lütfi Elvan said
in his talk, “There is a 4.6% increase in passenger
numbers in Europe this year according to European
Aviation Association figures. Two percent of that
growth is down to Turkish Airlines alone. In other
words, if we take Turkish Airlines out of the picture,
growth in the sector dips to 2.6%.” Also present
at the opening, Turkish Airlines' President & CEO,
Temel Kotil, Ph.D., said in his talk, “Air shows in Europe like Farnborough and the Paris Air Show at the
same time demonstrate those countries’ strength in
the industry. Istanbul is a very important brand. It is
going forward with giant investments and becoming
an aviation hub. We are going to see that growth
reflected in the Istanbul AirShow.”
MOBİL UYGULAMALARDA DA
YENİLİKÇİ
iOS, Android ya da Windows işletim sistemli mobil cihazınızdan tüm Türk Hava Yolları işlemlerine erişmek artık
çok daha kolay. Yenilikçi bir tasarıma sahip olan Turkish
Airlines mobil uygulaması ile hareket halindeyken de
uçuş rezervasyonu, check-in ve Miles&Smiles işlemlerini
kolaylıkla yapabilirsiniz. Türk Hava Yolları’nın tüm hizmet
ve servislerine mobil cihazlar üzerinden kolaylıkla erişim
imkânı sunan Turkish Airlines uygulamasını, internet erişimine sahip olduğunuz her yerde rahatlıkla kullanabilirsiniz. İnternet sitesindeki tüm işlemleri yapabilen, kullanıcı
dostu ve mobil cihazlar için optimize edilmiş mobil
internet sitemize https://m.turkishairlines.com/ adresi
üzerinden giriş yapabilirsiniz.
İSTANBUL’U KEŞFET DISCOVER ISTANBUL
Türk Hava Yolları’nın Avea ana sponsorluğunda,
İstanbul’u tanıtan ve dünya çapında şu ana kadar yapılmış
en geniş çaplı mobil uygulama olarak hayata geçirdiği
Discover Istanbul, sadece yerli ve yabancı turistlerin değil,
İstanbul'da yaşayanların da faydalanabileceği bir uygulama olarak tüm iOS ve Android kullanıcıları ile buluştu.
Bu uygulamayı kullanan kişiler İstanbul'da gezilecek
yerler, alınabilecek hediyeler, yenilecek yemekler, alışveriş
yerleri, toplu taşıma araçlarının kullanımına kadar tüm
detayların yer aldığı zengin içeriğe bu uygulama ile erişim
sağlayabilecekler.
Türk Hava Yolları Satıştan Sorumlu
Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Olmuştur ve
Avea Mobil Bağlantı Direktörü Baran Yurdagül.
Turkish Airlines Chief Marketing Officer Ahmet
Olmuştur and Avea Mobile Connections Director
Baran Yurdagül.
Launched by Turkish Airlines with principal sponsorship
by Avea, Discover Istanbul is the widest ranging mobile
app to date on a global scale. Great not just for local and
foreign tourists but for the city’s residents as well, it is
available now to all iOS and Android users. Users of the
app have access to a rich array of content including places
to see, gifts to buy, food and shopping venues, and public
transportation, all in full detail.
INNOVATIVE, TOO,
IN MOBILE APPS
Accessing all Turkish Airlines transactions is easier than ever
now on your iOS, Android or Windows operating system
mobile phone. Even when you’re on the move, operations
like bookings, check-in and Miles&Smiles access are a
breeze with the new Turkish Airlines mobile app and its
innovative design. The Turkish Airlines app makes access
to all the airline’s services as easy as pie on your mobile
device, and you can use it anywhere that you have internet
access. Just enter our user-friendly, mobile internet website,
https://m.turkishairlines.com/, which has been optimized for
mobile phones, and carry out all your transactions over the
internet.
TÜRSAB DERGİ | KASIM 2014 63