i Overview of Intellectuals to the Philosophy of History: Western and Eastern Historiography Scope Maarifcilerin Tarih Felsefesine Bakışları: Batı ve Doğu Tarihçiliği Kapsamında Doç. Dr. Qasımova Sevinç Cavid Mövsümlü Bakü Devlet Universitesi Tarih Bölümü E-posta: barish-cavid@mail.ru E-posta: qasimovasevinc@mail.ru çıkanlardan Şellinq ve Şopenhauer en keskinleri idi. Onlar belirtiyordu ki, "tarihi olayların tekrarı mümkün değil" yani her bir tarihi olayın mutlaka bireyselliği mevcuttur, aynı zamanda "tarih kendisinin her sayfasında çeşitli şekilde aynı yazılar yazıyor, sadece isimler ve dönemler değişiyor". Bu konularla ilgili diğer yazarların yani Adolf Keflenin "Sosyal fizik" eserine, John Stuart Mill "Mantık sistemi" eserine, Wilhelm fon Humboltun değerli görüşlerine, Heinrich Ritter'in yaklaşımlarına, Cambatisti Vikonun teorilerine dokunulucak ve bunlar makalede daha geniş yeni yönde aydınlanacaktır. Leon Halkin ise kendi "Tarih eleştirisinin unsurları 'adlı eserinde yazıyor:" Tarihin bilinmesi geleceği düşünmek için gerekir ... insan geçmişini o kadar iyi tanırsa bir o kadar az onun kölesi olur diyordu. Makalede yer alacak tarih felsefesini yazan düşünürlerden biri de Karl Yaspersdir. O, "Tarihi metodoloji" eserinde tarihin konseptini yani felsefesini belirlemiştir. Ortaçağ düşünürleri tarihin sadece Hıristiyan halkına aitliyini söylüyorlardı. Ilahiyatçı Avqustin (354430) tarihi dini - İlahiyat açısından anlamlandırarak dönemlere ayırmıştır. Yer tarihini gökyüzü (ilahi) tarihinden ayırmaya ilk kez İtalyan düşünürü Çambatista Viko (1668-1774) gayret etmiştir. O tarihin anlamını doğal zorunluluk kavramı ile alakalandırırdı. Bu kavram adı altında o "daimi olan ve asla bozulmayan neden - sonuç kuralı"nı anlıyordu. Tarihi bu açıdan tetkiki ile ilgili K.Marks, L.Fever, Mark Blok ve diğer mütefekkir düşünceleri de makalede aydınlanmıştır. Tarihçi tarihi insan bilinci tarafından dünyayı kavramak ve benimsemek imkanları olan, bu imkanları yaşadığı dönemde mevcut kültürün etkisine nasıl maruz kaldığını, insanın kullandığı "düşünce aletlerinin" özelliklerini dikkate alarak öğrenmelidir. Onların temel amacı - dünyanın başlangıcını bulmak idi. Bununla birlikte tarih felsefesinin aşağıdaki temel meseleleri hale tam çözülmemiştir; 1) şimdiye kadar tarih felsefesinin metodu, net hacmi ve içeriği tespit edilmemiştir, 2) tarih felsefesinin kategorileri sonuna kadar tamamlanmayan fikir ve kavramlardan ibarettir, 3) tarih felsefesinin öncülleri Şellinq, Şopenhauer ve Diltey düşünüyorlardı ki, tarihin karakteri şudur, o, kendisinin bilimsel, sistematik felsefesini oluşturamaz. Tarih felsefesi Abstract In this article, the innovations of studying the world history from the past until today is mentioned and it also pays attention to the some philosophy of history’s authorities. It has been said that no one has written the philosophy of history better than Abd - ur - Rahman Ibn Khaldun (13321406) so far. Before him, history was only known as tales and stories and it was just passed only by narration. He was the man who revealed that History is a science and not just some tales and stories. He believed that the purpose of this science is to learn social life .But his ideas were not easily accepted at the time and Saupenhauer and Shelling’s thoughts were against him .Karl Yaspers’s thoughts are one the issues in philosophy of history which is mentioned in this article. He clears the concept of history (philosophy of history) in his book “Methodology of History”. It was believed that history onl belongs to the Christians in the middle centuries. The theologist Auguestin (354-430) divided the history of theology into eras. The difference between world’s history and history of theology was first mentioned by an Italian thinker Chambatista Viko (16681774) Keywords: Philosophy, History, İbn-Khaldun, Özet Makalede geçmişten bugüne kadar dünya tarihçiliğinde olan yeniliklerden bahs edilmekle birlikte, hem de tarih felsefesinin bazı makamlarına da dikkat çekiliyor. Öyle ki, Abd - ür - Rahman İbn-i Halduna (1332-1406) kadar hiç kimse tarih felsefesi yazmamıştır. Ona kadar neredeyse tarih hikaye, masal gibi kabul edilir ve yazılan kaynaklar narratif nitelik taşıyordu. İbn -i Haldun ilk kez tarihin felsefesinin olduğu görüşünü ileri sürerek belirtiyordu ki, "tarih felsefesi tarihin eleştirisine güçlü bir araçtır." Tarihin bir bilim olduğunu ortaya çıkaran onun ilkelerini açıklayan ibn -i Haldun tarihi masal ve hikaye olmaktan çıkarmıştır. O, bu bilimin amacını sosyal hayatı öğrenmek olarak kabul etmiştir. Fakat bu fikir kesin karşılanmamıştır ve ona karşı 207 i kendi yapı ve içeriğine göre sosiolagiyadan daha genel. O tarihi gelişme ilkelerini, genel ilke ve şartlarını öğrenmekte sosyolojinin başarılarına dayanıyor. temelleri” adlı eserinde o tarihi karşılaştırmalı yöntem açısından yaklaşmakla tarihi gelişimin üç büyük aşamasını göstermişdir.Birincisi, ilahlara ait olan ilahi aşamadır.Bu aşamada insanları Allah'ın düşüncelerini gerçekleştiren rahipler yönetir. İkinci aşama - kahramanlar aşamasıdır.Bu aşamada aristokrasi hakimiyeti biçiminde devletin yönetimi gösteriliyordu.Üçüncü aşama - insanlar aşamasıdır. Bu aşamaya Cumhuriyet -demokrasi kontrol yapısı hastır. Bu fikirler Herodot'un fikirleri ile sesleşiyor. Malumdur ki, tarihi fikir tarihi olaydan doğar. İlk tarih kavramlardan birine Polibide rastlıyoruz (m.ö.II yy). Onun dikkat çektiği temel mesele devlet yapısı ve biçimleri hakkında idi. Biz geçmişimizi tarihin bize söylediği kadar biliyoruz. Hem de tarih sübjektiftir, görecelidir, yazanların irade, fikir ve gücüne bağlıdır. Tarih ona göre öğretiliyor ki, ondan ders alınsın, salaflardan kendisine öturulsun. Araştırmacı öyle bir prensibi temel olarak almalıdır ki, salaflarıyla karşılaştırıldığında hangi bilimsel yeniliğe ulaşdığını kanıtlasın. Aynı zamanda tarihe getirdiği yeniliklerden haleflerinin hangi şekilde yararlandığını da kendi varisi ile göstere bilsin. Leon Halkin “Tarih eleştirisnin unsurları” adlı eserinde yazıyor: “Tarihin bilinmesi geleceği düşünmek için gerekir ... insan geçmişini ne kadar iyi tanırsa, bir o kadar az onun kölesi olur”. Tarih felsefesini yazanlardan biri de Karl Yaspersdir. O, “Tarihin metodolojisi” eserinde tarihin konseptini yani felsefesini belirlemiştir. Halk tarihi ve devlet tarihi kavramlarını anlatmıştır. Tarihin felsefesiyle bağlı Öqüst Kontun, Karl Ernst Fon Berin de ilginç fikirleri var. Tarihi gelişmenin belli döneminde oluşan ve halkın çıkarlarına hizmet eden aydınlanma kurulduğu dönemden feodalizm yapısı aleyhine dönüşmüştü. Sosyal felsefenin önemli problemlerinden biri de toplumun gelişiminin tarihi aşamalarının öyrenilmesidir.Tarih felsefesi insanlık tarihini aksi yaptırdığından sosyal felsefede özel bir yer tutar. İnsanlık tarihinin özü ve özelliklerini değerlendiren araştırmacılar bu yolla kendi yaşadıkları dönemin mahiyetini anlaşılmasını çalışmışlardır. Tarihin aşamaları ve özellikleri efsaneyi, sanatsal, dini, ideolojik ve sair yönleri öğrenip değerlendiren birçok filozoflar buna kendi ilişkilerini belirterek, yeni metodolojik yaklaşıma da dikkat etmişler. Henüz antik çağldan felsefede toplumun gelişmekte olduğunu öne sürmüşler.O zaman insanlar böyle bir sonuca geliyorlardı ki, toplum bir yerde durmayıp, sükunet halinde değildir, o daima değişmektedir. Sonraları dünya ülkeleri ve halkları sosyal hayatın çeşitli alanlarında ilişkileri arttıkça böyle bir fikir oluştu ki, insanlığın gelişimi birim tarihi süreci ifade ediyor. Onun birbirliyle ilişkili iki tarafı vardır: birinci, her bir somut ülkenin, halkın gelişmesi; ikinci bir bütün insanlığın inkişafı. Bütövlükte tarihi süreç deyince toplumun ilkelden gelişmişe doğru ilerici yönde gelişmesi anlaşılmaktadır. Tarih felsefesi dünya halklarının etkinliği prensiplerini ve kurallara tarihi yönde öğreniyor, tarihin amaç ve anlamını açmaya çalışıyor. Bu ise insanların pratik etkinliği için çok önemlidir. K. Yaspers yazıyordu: "Biz tarihi komple bir tam olarak anlamaya çalışıyoruz, bununla da kendimizi anlamaya çalışıyoruz. Tarih bizim için öyle bir hafıza ki, hayatımızın kökleri ondadır. Tarih bir kerelik Anahtar Kelimeler: Tarih Felsefesi, Marks, Narratif, Metodoloji, İbn-Haldun 1. Giriş İnsanların ilgi ve çıkarları karmaşık ve çok fazla olduğundan tarih felsefesi çeşitli dünya bakışlarının çarpması ile sonuçlanır. Her sosyal grup geçmişe ait bilgilerini, fikirlerini kendi çıkarları açısından anlatır. Abdür-Rahman ibn-i Halduna (1332-1406) kadar hiç kimse tarih felsefesi yazmamıştır. Ona kadar neredeyse tarihi hikaye olarak kabul ediyorlardı. XIV yüzyılda yaşamış Arap araştırmacı ibn-i Haldun söylüyordu ki, “tarih felsefesi tarihin eleştirisinde güçlü bir araçtır. O ilk kez tarihin felsefesi olduğu görüşünü ileri sürmüştür. “Tarih felsefesi” kavramını ilk kez bilimsel dolaşıma Voltaire getirmiştir. Tarihin bir bilim olduğunu ortaya çıkaran, onun ilkelerini açıklayan ibn-i Haldun tarihi masal ve hikaye olmaktan çıkarmıştır. O, bu bilimin amacını sosyal hayatı öğrenmek olarak kabul etmiştir. Fakat bu fikir kesin karşılanmamıştır ve ona karşı çıkanlardan biri de Şellinq olmuşdur.O, söylüyordu ki, “tarihi olayların tekrarı mümkün değil” yani her bir tarihi olayın mutlaka bireyselliği mevcuttur. Şopenhauer ise yazıyordu ki, “tarih kendisinin her sayfasında çeşitli şekilde aynı yazılar yazıyor, sadece isimler ve dönemler değişiyor. Tarihte bilginin subordinasiyası (karşılıklı bağımlılık) yoktur, tarihte egemenlik bilginin koordinasyonu (mütenasibligi) vardır. O, eski Yunan efsanesinin kahramanlarını susuzluktan muzdarip Danaidanın helbiri ile su taşıyan Tantala benzetiyor. Adolf Keyifle “Sosyal fizik” eserinde ise meseleye başka tarafdan yaklaşıyor ve toplumda cezaevi, katorqa, eşafot gibi vahim olaylar olduğunu ve bunun için çalışıp kamu kuruluşu değişmeyi öneriyordu. Ayrı bireylerin etkinliği düzensiz görünse de toplumun belirtileri amaçlı görünüyordu. John Stuart Mill kendisinin “Mantık sistemi” eserinde gösteriyordu ki, tarihte tamamen benzer iki olaya rastlamak olmuyor. Eğer insan aklı, duyguları ve iradesi belli değişmez yasalara mecburdursa, sosyal yaşamın olayları da insan doğası ile belirlenen değişmez yasalara tabidir. Vilhelm fon Humbolt tarihin en zor görevini herhangi bir olayın olduğu gibi tespit edilmesinde görüyordu. Tarih felsefesi bu tarihi görevin yerine getirilmesini hayli kolaylaştırıyor .Henrix Ritter ise yazıyordu: “Eğer bir tarihin kırıntıları ve tikelerinden bilimsel olarak sağlam olan binayı kurmak istiyorsak, bu işi belli bir plan temelinde yapacağız. Böyle felsefi sorunun çözümü hiç tarih ile meşgul olmayanlar için de yararlıdır. Burada sohbet tarihin yöntemlerinin yani yöntem hakkında öğretinin kurulmasından gidiyor. Metodoloji sorununun hazırlanmasında Sokrat, Platon, Aristonun büyük hizmetleri olmuştur. İtalya burjua ideolojisinin ilk önemli aydınlarından biri olan Cambatisti Viko (1668-1744) ise tarihe insanın hareketlerinin sonsuz dizgini gibi bakıyordu. “Milletlerin genel felsefesi hakkında yeni bilimin 208 i temeli atılmış fondur, eğer biz ona katkıda bulunmak istiyorsak, onunla ilişkiyi kesmemeliyiz ". geçer: Tanrılar asrı (çocukluk), Kahramanlar asrı (gençlik) ve insanlar asrı (ergenlik). Gelişimin ergenlik çağına ulaştıktan sonra, yani insanlar arasında ilişkiler vicdan, zeka ve borç ile tanzim edildiğinde, insanlık kendi yolunun öncesine döner ve eski yolu yeniden tekrarlıyordu. C.Vikoya göre, sosyal formlar bu aşamalar üzere doğar, kendisinin yükselme dönemini geçirir ve sonra mahvolma aşamasına girer. Böylece, Viko o zamana kadar birbirine karşı duran ilerleme ve dolaşım hakkında kavramları ilişkilendirmeye gayret etmiştir. Viko tarafından temeli atılan beşer tarihinin anlamlandırılması sorununu Fransız Aydınları devam ettirmiş ve geliştirmiştiler. Voltaire 1765 yılında ilk kez "tarih felsefesi" kavramını söylemkle felsefi fikri gerçeklik olan tarihi anlam katmaya yöneltmiştir. Bu gerçeği o insanın zeki doğasının evrimi ve gelişimi ile alakalı olduğunu söylemiştir. Tarihe bu yaklaşım girişimini Volterden sonra Russo sürdürmüştür. Genellikle, aydınlar tarihin anlamı ve yönünü insan zekasının yaygınlaştırılmasıyla alakalı olduğunu söylemişler. Bir süre sonra bu bakış Kondorse tarafından geliştirildi. O ilerlemeleri insanlık tarihinin temel eğilimi hesap ediyordu. Gösteriyordu ki, bu eğilimle insanlık dönmeden gerçek ve mutluluğa doğru hareket ediyor. Kondorse insanlığın tarihini on aşamaya ayırıyordu. Bu bölgünün kriterini o insan zekasının gelişimi seviyesinde ve onun özgürlük derecesinde görüyordu. Belirgin nokta burasıdır ki, Kondorse ilerleme fikrini Voltaire ve Monteskye gibi, monarkişleri ve hakimiyet başında duranları eğitmek ile, bireylerin, halkların ve ulusların toplu hareketleri ile alakalı olduğunu söylüyordu. Ona göre tekniğin uygulanması, bilimsel keşifler, ahlakın siyasi ve hukuki kurumların gelişimi sayesinde bu hareketleri yüksek gelişmişlik düzeyine ulaşıyolar. Kondorse gösteriyordu ki, insanlığın gelecek mutlu durumu aşağıdaki üç sorunun çözümü ile ilgilidir: "milletler arasında eşitliğin yok edilmesi; çeşitli sınıflar arasında eşitliğin artması ve insanın gerçek gelişimi ". Onun yüksek optimizmini, insanlığın altın asrının oluşmasında zekanın rolü hakkında görüşlerini sonraki düşünürlerin bir kısmı kabul etmedi. Mesela, Kant bildiriyordu ki, insan neslinin tarihi bizi tepkiyle yüz çevirmeye zorluyor. Biz burada ne kadar tam zekalı amaç bulacağımıza umut etmiyoruz. Ona göre tarih komple bir tam olarak ve tek şekilde denemekle asla belli olmuyor. Bu yüzden de tarihin anlamını ararken önceden yok, tarihin sonundan başlamak gerektir. Dolayısıyla, onu anlatırken tabiatın yüksek amaç öngördüğü sonuçtan çıkış gerektir. Bu yüzden de insan neslinin tarihine doğanın gizemli planının yerine getirilmesi gibi bakmak lazım .Gizemli plan deyince o mükemmel devlet yapısının oluşmasını öngörüyordu. Böyle yapıda insan nesli insanlığın ona vermiş olduğu tüm imkanları tam geliştire bileceyine inanıyordu. (Кант И. Сочинения. В. 6. Т. 6 т., М., 1966 с. 19, 23). Kant tarihi ilerlemenin temelini ahlaki ilkelerde görüyordu. Ona göre tarihin evrimi, doğanın evriminden işte bununla farklanıyordu. O bildiriyordu ki, toplumda özgürlük, adalet ve ahlaki mükemmelliğin sağlayıcısı hukuki devlet olmalıdır. Bu fikir ile de Kant klasik Alman felsefesinin başlıca başarısı olan tarih felsefesinin ilk taşını koymuş oldu.XVIII yüzyılın Alman düşünürü İ. Herder İnsanlar tarihi tek ve bütün süreç olarak benimsemek sırasında kendilerini de derinden anlıyorlar. Böyle bir süreçte tarihi anlamak, hatırlamak ve koruyarakla insanlar öyle bir zirveye yükselirler ki, buradan kendi geçmişini ve şimdiki durumunu, ayrıca bir anlamda geleceğini de görebiliyorlar. İnsanların manevi dünyası zenginleşiyor. Tarihi bilgiye dayanan insan kendini yeni tarzda değerlendirmeyi de bilmelidir. Fakat şu bir gerçektir ki, felsefi görüşte tarihi sürecin anlatılmasına dair her zaman farklı görüş olmuş, toplum geliştikçe bu öğretiler de önemli evrim yolu geçmiştir. Antik dönemin düşünürlerinden sayılan Platon'un, Aristoteles'in eserlerinde insanlığın tarihi hakkında değerli bilgiler ve düşünceler olsa da, onlar tam ve bitkin olmadıklarından bunu tarih felsefesi adlandırmak doğru olmaz. Şöyle ki, tarih felsefesi sonraki dönemin ürünüdür. Yani o zaman eski düşünürler tarihin dünya karakterini anlamaktan uzak idiler. Örneğin, antik dönemin tarihçileri Yunan ve Roma dünyasını tüm kalan dünyadan ayırır ve vahşi dünyaya karşı koyuyorlardı. Ortaçağ'da teologlar bu eksiği ortadan kaldırıp, onu başkası ile ikame ettiler. Onların inançlarına göre tarih ilahi kuvvetin niyetini hayata geçirmesi ve insanın üstünde duran özel bir projenin gerçekleşmesidir. Ayrıca onlar öyle düşünüyorlardı ki, tarih sadece Hıristiyan halkına aittir. Tüm kalan insanlık tarihin dışındadır. Ünlü ilahiyatçı Avqustin (354-430) tarihi dini-ilahiyat açısından anlamlandırarak aşağıdaki altı döneme ayırmıştır: 1) Adem'den su baskınına kadarki dönem; 2) su baskınından İbrahim'e kadarki dönem; 3) İbrahim'den Davut'a kadarki dönem; 4) Davud'dan Babil çarlığına kadarki dönem; 5) Babil çarlığına İsa'ya kadarki dönem; 6) İsa'dan kıyamete kadarki dönem. Bu dönemler insanın geçtiği yaş aşamalarına (bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, erkeklik, yaşlılık) de uyumludur. Avqustin Hıristiyanlık aşamasını tarihin sona ermesi dönemi olarak tanıtıyor. Bu aşamaların birbirini takip etmesinin nedenini o ilahi yürürlükte görüyordu. O gösteriyordu ki, tarih şeytan (karanlık) ile Allah'ın (ışığın) karşılıklı mücadelesini temsil ediyor. Işığın kaçınılmazdan zaferi işte tarihin anlamını belli ediyor. Onun yazdıklarında mistik düşüncelerinin etkisi açıkça görülmektedir. Belirgin olan nokta, toplumun gelişmesinin güya daire üzere gittiği hakkında antik fikirlerikabul etmiyordu. Bu anlamda onu tarihi ilerleme düşüncesinin yaratıcılarından biri olarak düşünülebiliriz. Rönesans dönemi felsefesinde dünya tarih sürecinin yeni anlamı işlenip hazırlandı. Bu dönemde başka konularda olduğu gibi tarihi konularda da hümanist yön önemli idi. Yeni dönemde mekaniğin ve matematiğin gelişmesi böyle bir düşünceye yol açtı ki, toplumun kendisi de mekanik agregadır.Yer tarihini gökyüzü (ilahi) tarihinden ayırmaya ilk kez İtalyan düşünürü Ç. Viko (1668-1774) gayret etmiştir. O tarihin anlamını doğal zorunluluk kavramı ile alakalı vermiştir. Bu kavram adıyla aynı zamanda o "daimi olan ve asla bozulmayan neden-sonuç kuralı" nı anlıyordu. Bu doğal kural tüm halkların ve ulusların ileriye doğru hareketini belirleyen kuraldı. Bu hareket üç aşamadan 209 i tarihi sürecin anlatılmasında ileriye doğru bir adım atmıştı. O dünya tarih konseptini çalışıp hazırlamış bir evrimci idi. Bu yüzden de dünya tarihi anlayışına canlı doğası ve organik alemin evrimini de dahil ediyordu. Ona göre bu evrim sorunsuz şekilde insanlığın tarihine geçmiştir. Sonuncunun amacı ise soyut şekilde alınan hümanizm ve refah elde etmek idi.Herdere göre tüm tarihi olaylar aynı öneme sahiptir, her biri diğeri için değil, kendisi içindir. Bu nedenle insanlığın gelecek altın asrı hakkında eğitim tarihi süreci uygulanmalıdır. Öyle ki, tüm nesillerin sadece son nesil adına yaşadığını düşünmek akılsızlık olurdu. Bu demektir ki, altın yüzyılda yaşayacak nesil önceki nesillerin imha edilmiş mutluluğu üzerinde yükselen tahttacda oturacaktır. farklı olarak, daha çok manevi unsurlara, belirsiz terimlere başvuruyordu (ritim, nabız, akım vb.).Her iki tarihçinin tassarufu odur ki, tarihi Prokrust yatağına (ünlü Yunan efsanesi) yerleştirip sıkıştırmak olamaz. Fevrin yaratıcılığının başlıca gayesi- mentalitet sorundur; tarihçi gerek insan bilinci tarafından dünyayı kavramak ve benimsemek imkanlarını, bu imkanları yaşadığı döneme mevcut kültürün etkisine nasıl maruz kaldığını, insanın kullandığı "düşünce aletlerinin" özelliklerini dikkate alarak öğrensin. Tarihçi, bunun hakkında yazmalıdır ki, insan kendisine miras kalan bilincin faaliyet biçimlerini koşullarına aslı olarak, nasıl kullanılacağını ve nasıl değiştireceyini bilsin. Ve o gerekki unutmasın ki, mentalitet hiç de ideoloji değildir. İnsan fikrinin gelişmesi tarihinde sistemli felsefede böyle bir özellik var: ilk önce, o daha çok dış alemle, sonra insan ruhu ile meşgul oluyor ve nihayet, insan çabalarını kendisinin kaderi ve akıbetinin öğrenilmesinə yöneltiyor. Yunan filozoflarının tarihi sistemleri kozmolojik niteliktedir. Onların temel amacı dünyanın başlangıcını bulmak idi; Sadece Helen kültürünün önemli üyeleri (V yüzyılda sofistlərin çıkışlarından başlayarak) tarafından bir takım felsefi sistemler oluşturulduktan sonra insan zekasının yeni dönemi başladı: insan, onun tefekkürü ve etkinliği tam anlamıyla felsefenin araştırma nesnesine çevrildi. Hele kendi döneminde Sokrat şaşıp kalmışdı ki, bizim için daha önemli olan hayır ve güzellik sorununun önüne fiziksel (kozmolojik) sorunlar nasıl tutuyor? XIV yüzyılda yaşamış Petrarka ise Avqustinin böyle bir ifadesini hatırlıyor: "yıldızların hareketini görüp şaşırandagerek kendimizi önce bilimsel sorunların koşulları ve karakterinde aramamız gerekiyordu . Tarih felsefesi Viko, Bosüet, Herder, Hegel, Comte, Bokl, Marx gibi büyük şahsiyetlerin çabaları sonucunda oluşdu. Buraya tarihi bilimin Makkiaveli, Mişlo, Qizo, Loran gibi temsilcilerini de eklemek gerekir. Ünlü fizyolog Dübua-Raymond, matematikçi Kurno, kültürcü Lıppert de kısmen kendini tarih felsefesine adamış edenlerdendir. Çeşitli kişiler tarih felsefesini sevimli uğraşı biçimi olarak seçip öğrendiler. Tarih felsefi süreçleri genelleştirip doktrin şeklinde bakmaya çalışanlar da az olmamıştır (İngiliz yazarı Flint, Fransız Rujemon, İtalyan yazar Marsilya ve diğerleri). Diğer bir Fransız tarihçisi Lüsyen Fevr (1878-1956), kendi ünlü, temel eseri olan "XVI yüzyılda güvensizlik sorunu: Rablenin dini" monografisinde tarihin öğrenilmesinin yöntemlerini yazarken söylüyordu ki, tarihçi gerek anakronizme yuvarlanmasın. Geçmişin ve indinin insanı aynı değildir. Onlar aynı tür düşünebilemez ve duyamazlar. Onların dünyayı kavramak yöntemi ve araçlarını özel olarak öğrenmek gerekir. Ona göre, herhangi bir olayın objektif ve sübjektif koşulları belirlenmelidir. Bireyin kişisel girişimi ve sosyal zorunlulukların oranı nedir? Hangi koşullarda insanın bu veya diğer amelleri tarihi önem arz etmeye başlar? Fevr bu sorulara cevap ararken onları öncelikle kimlik, onun bakış açısı, toplumun gelişmesinde onun hizmetini öğrenmenin yöntemleri ile alakalı olduğunu söylerdi.Fevr böyle bir tehlikenin de gerçek olduğunu anlıyordu ki, önemli şahsiyetlerin ifadelerini olduğu gibi kabul etmek olmaz. Yani dönemin nasıl olduğunu bu çıkışların içeriği temelinde değerlendirmek doğru değildir. Marks da kaydetmiştir ki, dönemin deyerini, onun öncüllerinin yarattıkları "yanlış bilinç" temelinde vermek olmaz.Fever düşünüyordu ki, tarihçi öğrendiği dönemin insanlarına özgü olan entelektüel işlemleri, şüur alışkanlıklarını, dünyayı kavramak yöntemlerini tespit etmeli, bu özelliklerin oluşumunun gizli yollarını ortaya çıkarmalıdır. Bunun için öncelikle dönemin konuşma ve dil özelliklerini, insanların hareketlerinin anlamını belirten sembolleri (işaretleri) belirlemek ilk iştir.O gösteriyordu ki, "insana özgü olan, ondan kaynaklanan ve aslı olan, onu ifade eden, varlığını tescil eden, faaliyetlerini , zevkini ve faaliyet yöntemlerini gösteren her ne varsa "her şey tarihçinin dikkat merkezinde olmalıdır. Kısacası dönemin yaşam tarzını öğrenmek gerekir. Eğer diğer Fransız tarihçisi Mark Blok, araştırmanın merkezi kategorisini "toplum" gibi görüyordusa , Fevr, bunun "medeniyet" olduğunu yazıyordu. O buraya, insan psikolojisini, ekolojik, coğrafi ve bir takım maddi faktörleri ekliyordu, onların insanların bakış açısına etkisinin öğrenilmesini önemli olduğunu söylüyordu. Bununla birlikte tarih felsefesinin aşağıdaki temel sorunları hala tam çözülmemiştir. 1) şimdiye kadar tarih felsefesinin metodu, net hacmi ve içeriği tespit edilmemiştir; 2) tarih felsefesinin katiqorileri sonuna kadar tamamlanmayan fikirler ve kavramlardan oluşuyor. Böyle durumu gören Helmholts yazıyordu: hiçbir tarihi ve felsefi bilim gerçekte kendisi hakkında net kanunlarıformule etmek gücünde değil; 3) tarih felsefesinin düşünürleri Şellinq, Şopenhauer ve Diltey düşünüyorlardı ki, tarihin karakteri şudur, o, kendisinin bilimsel, sistematik felsefesini yaratma yeteneğine kadir deyil.Diğer ilimlerde olduğu gibi, tarih felsefesinde de, kaotik durum aşaması olmuştur. Tarih felsefesi kendi yapı ve içeriğine göre sosyolojiden daha geneldir. O tarihi gelişim ilkelerini, genel ilke ve şartlarını öğreniyor. M. Blok "Tarihte meddahlık veya tarihçinin sanatı" eserinde daha çok sosyal ilişkileri, sınıfsal yapısı-genellikle üretim, ağalık ve alçalma ilişkilerini, siyasi iktidar tiplerini, bakış açısını (sınıfsal yapı ve yapısal ön planda olmak kaydıyla) öğrenmeyi önemli kabul ediyordu. Fevr, Bloktan 210 i Batı Avrupa'da oluşan aydınlanma Azerbaycan'da XIX yüzyılda teşekkül bularak halkımızın manevi hayatında önemli bir rol oynamıştır. XIX yüzyılda yeni aşamada oluşan Azerbaycan aydınlanması üç temel gelişme aşaması geçirmiştir: birinci ilk oluşum dönemi, ikinci kemal dönemi, üçüncü çöktü dönemi. Birinci dönem 30-40 yılları kapsar. Bu dönemde A.Bakıhanov, İ.Kutqaşınlı, M.Ş.Vazeh gibi düşünürler ilkel de olsa aydınlanmanın ilk tohumlarının getirmişlerdir. İkinci aşama 50-60 yılları kapsayan M.FAhundzadenin şahsında gelişmiştir. Son üçüncü dönem 70-80 yılları kapsar. Bu dönemde H.Melikov (Zerdabi), N.Vəzirov Azerbaycan'da aydınlanmanı geliştirip, yüksek aşamaya ilettiler. Feodalizmin durgunluk, burjuva ilişkilerinin teşekkülü sürecine dahil olan ülkeler arasında olan Azerbaycan'da da yeni bakış açısının temelinde aydınlanma duruyordu. Bu dönemde aydınlanma ülkenin yeni yönde gelişmesine hizmet eden bir ideolojik hareket olmuştur. Bu hareketin temel içeriğini toplumun ekonomik, siyasi, sosyal, etik görüşlerini eleştirmek, yeni modern fikirler ileri sürmek, dünyevi ilimlerin, aklın, zekanın, eğitime dayalı yeni ilişkilerin gelişmesine yol açmak duruyordu. Aydınlar kendi düşüncelerini halk içerisinde yaymak için sanatı edebiyatı ideolojik araç saymışlardır. Aydınların fikrine asasen insanın ahlaki-manevi nitelikleri yaşayıp, ilişkide bulunduğu ortamın ürünüdür. En kötü insan da sağlıklı, güzel ortama düşerse, o olumsuz yönden kendini gösterebilir. Aksine saf bir insan kötü ortamda tahrip edilerek yok olur. Demek, insanların karakter ve ahlaklarındaki düzensizlikleriyle ıslah edip, onların kökünden değiştirmek için feodal toplumunu devirip, yeni bir toplum yaratmak önemliydi. Bunun için yeni edebi ilkeler, stil, yaratıcılık metodunun oluşması gerekliydi. Bu zorunluluk XIX yüzyılın ortalarında yeni yaratıcılık metodunun - realizmin oluşumunu şartlandırdı. XIX yüzyıl Azerbaycan, Rus ve Batı Avrupa edebi ilişkileri edebiyatımızda aydınlanma ideolojisinin, realizmin oluşmasınayol açtı. Başka yerlerde olduğu gibi Azerbaycan'da da aydınlanma tarihi eserlerde daha dolgun şekilde kendini gösteriyordu. Edebiyat gittikçe basit insanların, geniş halk kitlesinin yaşamı ve yaşam tarzını sanatsal şekilde gösteren ifade aracına dönüşüyordu. Halkın ekonomik ve kültürel hayatta oluşan gelişimini duyan, onların bu gelişimine katkıda bulunan M.F.Ahundzade olmuştur. O, eğitimci-realist metodunun edebiyat tarihimizde büyük temsilcisidir. Sosyal fikrimizin M.F.Ahundzade adı ile bağlı olan aydınlanma aşaması halkımızın teşekkülü ile aynı döneme rastlayarak, halkın milli uyanış beşiği başında durmuş ve bu süreci ifade etmiştir. Modernlik, gerçekçilik M.F.Ahundzade yaratıcılığında, dünya bakışında ve siyasi, felsefi, sosyal, ekonomik görüşlerinde temel rol oynamıştır. Onun olumlu özelliklerinden biri, en önemlisi Müslüman doğusunu yakından tanıması, onların gelişmesine engel çıkaran faktörleri açığa çıkarması ve doğru kavraması olmuştur. Mirza Feteliden önce Doğu'da Rumi, Şeyh Mahmud Şebusteri, Abdurrahman Cami, Sadi ve diğer büyük fikirler sahibi olan düşünürler olmuşlardır. Fakat onların kendi görüşlerini açık şekilde halka ulaştırmak istekleri gerçekleşemedi. Halkı sözün nasihetçilik kınamasından kurtarmak, söze, sanata, felsefi düşünceye yeni içerik vermek, cesur düşünceler üretmek M.F.Ahundzadenin üzerine düşmüştür. Milli edebiyatımızda nesr ve dramaturjinin temelini atan şair, filozof, halk adamı, tercüman olarak bilinen M.Feteli komedinin büyük sosyal eğitici rolünü düşünerek kendi yaratıcılığı için bu edebi şekli seçti. XIX yüzyılın 50'li yıllarının ilk yarısında yazdığı altı meşhur komedisi ile yeni Azerbaycan realist dramaturjisinin temelini koydu. Döneminin ilk eğitimcisi, gerçekçi oyun yazarı olan M.F.Ahundzade komedilerinde halkaeğtimsizlikden doğan dezavantajları, fanatizmin, despotizmin temel nedenlerini açık gösteriyordu. Dramaturg emeğe hor bakan, eğri ve kolay yolla para kazanan tüfeyli Hacı Kuyumcu Kerim'i, Doktor Ağa Zamanı, Molla Salmanı, Sefer beyi ve onları ağlara düşüren Molla İbrahim Halil (“Hekayeti-molla İbrahimhalil kimyager”); cahil kadınları - Şehrebanu hanım ve Şerefniseni, (“Hekayeti-mösyö Jordan hekimi - nebatat ve derviş Mesteli - şah - cadukuni – ünlü”); Görevinde kalmak için dalkavukluk eden Mirza Tepe (Sergüzeşti - veziri Xani - Lenkeran), korkak, aptal Tarverdini ve çevresinde cereyan eden cahilliyi(Hekayeti - dumanı quldurbasan ), muhabbet, şefkat hissini paraya düşkünlüyü yüzünden kurban veren Hacı Kara, tüfeyli yaşam tarzı süren beyleri (Sergüzeşti - merdi hasis), yalancı, ziyankar, rüşvethor mahkeme avukatlarını (Mürafiə avukatlarının haberi) tankid ateşine tutmuştur. Dramaturgun bu komedisi şiddet ve istibdad, feodal Doğu hayatının yarattığı eğitimsizliyin aleyhine yönelmiştir. Çünkü böyle bir karanlık ortamda her türlü hiyle, suç, dolandırıcılık ve bugibi olumsuz özellikler gelişme edebilirdi. Mirza Feteli edebi toplantılarında soyut mefhumlara değil, bir eğitimci gibi belli edebi olaylara atıfta bulunurken, hükümlerini her zaman somut yazarların eserleri üzerinde esaslandırarak, edebiyatı toplumun güncel meselelerile kapatmaya çalışırdı. O, gerçek hayattan uzaklaşan her bir esere karşı çıkıyor, modern hikaye, roman ve dram eserleri halk için faydalı sayıyordu. Mirza Feteli toplumun taleplerine cevap vermeyen, içeriği zayıf olan eserleri edebiyatdan uzak hesap ediyordu. M.F.Ahundzade“nazım ve nasr hakkında” adlı makalesinde Vakıf ve Zakir yaratıcılığını takdir edir, onları “ibareperdaz” şairlere karşı koyuyordu. Fakat yanlış olarak Fuzuli gibi dahi sanatkara “Şair değil” - diye onu “Nazimi üstad” adlandırıyordu. O, gazel teklidinin aksine olsa da gerçek şiirin aleyhine değildi. Mirza Feteli hümanist fikirlerin taraftarı olmuş, halkın manevi terbiyesinde beşer ahlaki kaynakların tebliğine geniş yer veriyordu. Ona göre ideal kimlik, iradeli, azimli, cesur vatanseverdir. O, yazıyordu: “Halkın eğitimi yoluyla onun saadeti ve ülkenin durumunun iyileşmesi uğruna bir iş görülse, bu öyle bir hayır iştir ki, hem Allah'ın hoşuna gider, hem de insanlar onu beğenir”. M.F.Ahundzade edebi faaliyete Azerbaycan edebiyatının ve tarihinin böyle bir bileşik döneminde başlamış, kendi yolunu belirleyerek sonuna kadar bu yoldan dönmemiş. Azerbaycan'da, Ortadoğu'da ilk yazar düşünür, filozof, şair, gibi isim kazanan M.F.Ahundzade kendisinden sonra bu sanata gelen büyük ve yetenekli daramaturgların, yazarların hepsini neredeyse bu veya 211 i diğer derecede etkilemiştir. M.F.Ahundzadenin yarattığı fikirleri, görüşleri ve sanatı yeni ortamda yaratıcı biçimde geliştirmişlerdir. Bu sanatçılar içerisinde H.Zardabi, S.E.Şirvani, N.Vazirov, S.S.Ahundof ve b. özellikle farklıdır. Onlar M.F.Ahundzade edebi mektebinin takipçileri, halkın hayatı ile ilgili olan kendi döneminin maarif adamları olmuş, halkın hayatı, yaşamı, milli serveti onların eserlerinde gerçeği ile yansımıştır. MFAhundzadenin bu mücadeleyi geliştirerek sonuna kadar devam etmesi tarihimizi öncü ideyalarla sağlamlaştırmak ve yeniliklerle tanıştırmak isteğinden kaynaklanıyordu. tamın birliğini gören M.F.Ahundzade hareketi deplasman ve sadece nicel değişiklikleri gibi kabul etmiş, zaman içinde miktar değişikliklerinin ise dairesel hareket içinde yer verdiğini söylemiştir. Dolayısıyla, M.F.Ahundzade yükselen hat üzerinde gelişme fikrini kabul etmiyordu. Onun felsefi eserlerinde materyalizm ve rasionalizmin açıklaması ve savunması idealizm, teoloji ve agnostisizm ilkelerinin eleştirileri paralel verilir. M.F.Ahundzade birçok Azerbaycan aydınlarından farklı olarak din ve dini bakış açısı ile seri savaşmıştır. İslam dinine, bu dinle ilgili adet ve geleneklere karşı radikalizmle alkılanan ve çeşitli vesilelerle nesnellikten öte keskin çıkışlarına neden dinin ve dini bakış açısının, Azerbaycan halkı da dahil olmak üzere, İslam bölgesi halklarını ilimden ve Batı gelişmesinden geri koyduğunu kabul etmesidir. M.F.Ahundzadenin Arap alfabesinin basitleştirilmesi veya Latin alfabesi ile değiştirilmesi uğruna verdiği mücadele de bununla ilgiliydi. M.F.Ahundzade tarafından İslam ve İslam'la ilgili yaşam ve düşünce tarzının eleştirilmesinin bir nedeni de değindiği sorunlara ilgiyi artırmak amacı olmuştur. O, özgürlüğün insana ebedi verildiğini kabul ediyor, özgür fikiri tebliğ ediyor, insanlığa özgürlüğü filozof ve bilim adamlarının getireceğine inanıyordu. İnsanların emlak eşitliğinden değil, hukuk eşitliğinden bahseden M.F.Ahundzade kadınlar ve erkekler arasında eşitliğe önem veriyordu. M.F.Ahundzadenin felsefi bakış açısı Doğu'nun kültürel hayatına büyük etki göstermiştir. XIX yüzyılın ünlü aydınlarından biri yaratıcılığı ile Azerbaycan ve Rus kültürünü temsil eden Kazan ve Petersburg üniversitelerinin profesörü M.Kazımbey olmuştur. Birkaç Doğu ve Avrupa dillerini bilen, Rus şarkşunaslığının öncülerinden sayılan M.Kazımbeyin tarihin felsefesine, Doğu siyasi ve felsefi akımlarına, İslam tarihine ve Kuran'ın tefsirine, maneviyat ve epistemoloji sorunlarına, dilin gelişme kanunauygunluklarına adanmış eserleri bilimsel değeri ve orijinalliği ile farklıdır. Mirza Kazımbey dini hurafeye karşı çıkmıştır. O, bilimin ulusal ve bölgesel zeminde olması gerektiğini özelliklevurgulayarak yazıyordu: "Batı kendi politikası ile Asya'da Maarifi restore edemez ... ülkenin reformcuları ülkenin içerisinde doğulmalıdırlar". M.Kazımbeyin "Bab ve babiller" eserinde doğanın birbirinden farklı, kendi kanunlarına tabi üç (maddi, manevi ve ruhani) alemden ibaret olmasından, düşüncenin kökeninin gizli kuvvet, insan maneviyatının ise özgür irade ile bağlılığından bahsedilmektedir. Onun "Firdövsiye göre mitoloji" eserinde çeşitli ulusların mitolojisi, kökenleri ve teşekkülünde edebi ve dini düşünce biçimleri ve psikolojik faktörler incelenmiştir. XIX. yüzyılın Azerbaycan aydınlarından olan doğa bilimci ve düşünürü Hasan Bey Zardabi Rusya hakim çevrelerinin baskı ve takiplerine rağmen halkı eğitmek, ona haklarını anlatmak amacıyla Azerbaycan'da ilk azerbaycandilli gazete ve ilk ulusal tiyatro yaratmış, ülkede ilk Azerbaycan öğretmenleri kurultayının çağırılmasının başlatıcı olmuştur.Bir nazariyeci Hasanbey Zardabi halkın "etnik özünümuhafızas" sorununa önemli dikkat çekmiştir.Onun bu konsepsiyonunda halkın aydınlanmasında dil, kültür ve din fenomenlerine özel dikkat veriliyordu. "Aydınlanmadan izole olmak halkın imhası demektir" gibi fikri söyleyen Zardabi halkın benlik bilincini uyandırmaya, onu hurafeden kurtarmaya çalışıyor, milli katliama tahrik eden Ermeni milliyetçilerini basında keskin eleştiriyordu. Hurafeler ve cehaletin ilim ve maarife haykırı olduğunu gösteren Hasanbey Zardabi dini idealizm pozisyonundan konuşan Lev Tolstoy'un insanın ilahileştirilmesine götüren görüşmelerini de eleştiriyordu. Toplumda sosyal eşitsizliğe insanların bilimsel ve manevi kamilleşmesi ile son konacağına inanan Hasanbey Zardabi maarif zemininde sınıflar arasında ortak bir dil bulmaya sesliyordu. H.Zardabi tüm yaratıcılığı boyu halkın şefaatçısı ve savunucusu olarak hareket ederek eserlerinde sosyal ve ekonomik sorunları koymakla birlikte, onların bilimsel çözümüne özel önem vermiştir. Düşünürün felsefi görüşleri hakkında bilgi sahibi "Toprak, su ve hava" adlı eserinden elde edebiliriz. Burada Yer gezegeninin evriminin bilimsel materyalist açıklama, çeşitli tarihi dönemleri, bitki ve hayvanat aleminin ilişkileri görüntülenir, insanın varoluşu hakkında dine haykırı fikirler ileri sürülüyordu. XIX yüzyılın felsefi mirası XX Azerbaycan'da aydınlanma felsefi düşüncelerinin yayılması ve gelişmesinde eğitimci Mirza Şefi Vazeh, Seyid Azim Şirvani de özel bir yer tutmuşlardır. XIX yüzyılın sosyal-felsefi düşünce tarihi gibi aydınlanma harekatının gelişimi M.F.Ahundzadenin adı ile kendisinin en yüksek aşamasına girmiştir. Onun "Kemalüddövle mektupları", "mollayı Rumi'nin ve onun tesnifinin babında", "Doktoru-İngiliz Yıkama cevap", "Yek kelime hakkında" vb. eserlerinde bu yönler yansır. Mirza Feteli Ahundzadenin bakış açısının kaynağı Azerbaycan, bütün Doğu dünyası, Batı ve Rus kültürleri, öncelikle, felsefi öğretileri ve bilimsel başarıları olmuştur. Onun felsefi mirasının ontolojik yönü materyalist ve ateist, qnoseoloji yönü ise rasyonalist önyargı vardı. M.F.Ahundzadeye göre, Evren - temelinde parçacıklardan (atomlardan) oluşan maddi substansiya duran, başı ve sonu olmayan mükemmel, bütün ve tek varlıktır. Zaman ve mekan onun gerekli nitelikleri. Maddi varlık daima harekette, kanuna uygunluğa dayanıyor ve bunlar olduğunda İlahi gücün varlığı yoktur. Evren hem yaratan, hem yaratılandır. Rasionalizme dayalı M.F.Ahundzade maddi varlığın insan algıları, zihinsel ve çeşitli bilimler aracılığıyla yakalanmasını tasdik ediyordu. Onun bakış açısından diyalektik bakışla mekanistik bakışlar birlikte mevcuttur. Evrende etkileşim, bağımlılık, neden ve sonuç, bölüm ile 212 i yüzyıl liberal aydınlanma felsefesi ile beraber radikal devrimci demokratizm ve marksizm akımlarının teşekkülü için kaynak ve temel olmuştur. XX yüzyılda Azerbaycan felsefi fikri niteliksel farklı birkaç aşamadan geçmiştir: 1920 yılına kadar, 1920-1991 yılları ve 1991 yılından sonraki eski Sovyet dönemi. Azerbaycan'da felsefi düşünce 1905-1907 yıllara kadar, neredeyse tamamen, sonra ise kısmen Aydınlanma akımı çerçevesinde gelişmiştir. Azerbaycan'ın ulusal entelektüel irsindən konuşan Rus, Doğu ve Batı kültürel değerlerine ve felsefi öğretilerine sahiplenmiş aydınlar inanıyorlardı ki, toplumun tüm belaları cehaletten kaynaklanıyor. Onlar Aydınlanma düşüncelerini, bilimsel, siyasi ve hukuki bilgileri yaymakla toplumun sosyal değişimine, halkın mutluluğuna, demokrasi ve hümanizmin kararlaşmasına ulaşmanın oluruna inanıyorlardı. Bazı eserlerde Azerbaycan aydınlanmacılığı sosyal yönümünden bağlı olarak ev sahibi, Müslüman-reformcu, liberal-demokratik, radikaldemokratik ve devrimci-demokratik yönlere ayrılır. Bu akımları birleştiren faktörler Rusya çarizmine negatif tutum ve ulusal fikir ki, kendi tezahürünü milletin egemenliği ve eşitliği taleplerinde buluyordu. Zaman geçtikçe özel mülkiyet konusunda bu ideolojik akımlar arasında parçalanma daha da kesinleşti. Yönlerden her birinin Azerbaycan'ın devlet yapılanması hakkında kendi pozisyonu vardı. Özel mülkiyete tutum Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin ideolojisini temsil eden liberal milli burjuva-demokratik eğilimli düşünürlerin bakış açısını, sosyal-felsefi görüşlerini radikal Marksist-Bolşevik idelojilerinden ayırır ve zamanla onların çatışmasını kesinleştirirdi. Azerbaycan'ın felsefi ve toplumsal fikri karmaşık evrim yolu geçirdi. Çelişkili sosyo-politik süreçler milli aydınların bakış açısını değişiyordu. Örneğin, ülkede ideolojik mücadelenin belli aşamasında önemli düşünür Neriman Nerimanov ve b. liberal aydınlanmadan marksizm cephesine geçmişlerdi. Liberal akımın temsilcileri Ahmet Bey Ağaoğlu (Eroğlu), Ali Bey Hüseyinzade, Mehmet Emin Resulzade ve b. idi. A.Ağaoğlu (1868-1939) Türk ve Müslüman halklarının sosyal sorunlarının çözümünü maarifde görüyordu. Sosyal felsefede C.Efkaninin fikir çizgisini sürdüren A.Ağaoğlunun eserleri Azerbaycan, Türkiye, Rusya, Fransa ve İngiltere'de basılmıştır. Doğu'da ve Avrupa'da felsefe, din ve genel kültür sorunlarını inceleyen A.Ağaoğlu yeni dönemde Buda-brahman ve İslam kültürel değerlerinin Batı kültürel değerlerinden etkilenmesinin ve bu kültürel değerlerin sentezinin Doğu alemi için zorunluluğundan yazıyordu. Onun "Üç kültür", "Devlet ve birey", "İslam'a göre ve islamda kadın", "Serbest insanlar ülkesinde" ve b. eserlerinde felsefe, sosyoloji, din ve etik sorunları inceleniyor, sosyal felsefenin bilimde tartışma doğuran "kültür", "dil", "din", "millet" ve s. kategorilerinin tanımı verilir. A.Ağaoğlu dine saygı etmeye ve ondan toplumun aydınlanması için kullanmaya çağırıyor, fakat dinin devletten ayrılmasını tavsiye ediyordu. Doğusu'nun ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin ideolojisinin felsefi temellerinin kurucularından olmuştur. "Milli Azerbaycan", "İslam bölgesi çapında Rönesans" ve "Turan" kavramlara göre çar yönetimi tarafından takibe maruz kalan A.Hüseyinzade Türkiye'ye göç etmiştir. O, Türk halklarının gelişmesinde Doğu-Batı kültürel sentezine büyük önem vermiş, Türkçülüğün, İslamcılığın ve Avrupalaşmanın labüdlüyünden konuşma yaparak İslam aleminin güncel görevini bilinçlenme yoluyla dünya uygarlığına dahil olmakta görmüştür. A.Hüseyinzade tüm dinlerin hümanist ideyalı olduğunu vurgular ve dinlere sayglı yanaşırdı. Sosyal devrimlere aykırı olan A.Hüseyinzade toplumun gelişiminde yeşil ışığı maarifin simgesi, "kırmızı zulmeti" ise devrimin simgesi olarak kabul ediyordu. A.Hüseyinzade sanatsal-felsefi etik eserlerinde ("atlamak politikası" ve "Füyuzat") soyut şekilde Türkçülük, Türk kültürü, insanlığın saadeti ve bu saadetin temeli olarak felsefi kategori olarak muhabbetten bahsediyor. O, tüm halkların mutluluğunu maarif, ittihat ve hürriyette görüyor, Azerbaycan'a karşı Ermeni milliyetçiliğinin ekspansiyasından bahsederken şovenizm ve Beynelmilelçilik kavramlarının içeriğini açıklıyordu. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin önemli ideologlarından biri ve başkanı M.E.Resulzade (1884-1955), esasen aydınlamanın ve demokratik ideolojik akımların temsilcisi, düşünür, edebiyatçı ve siyaset adamıydı. Onun faaliyetinin temel gayesi "Milletlere istiklal, insanlara hürriyet" sloganına yansıtılır. M.E.Resulzade ilk eserleri ile millilik ve istiklal taraftarı olarak tanındı. O, milli bağımsız Azerbaycan düşüncesi ve devlet konseptinin kurucularındandır. M.E. Resulzade'nin bu kavrama yönlendirdiği teorik mirası, esasen "Azerbaycan Cumhuriyeti", "Asrımızın Siyavuşu", "Ulusal dayanışma", "İstiklal davası ve gençlik", "Çağdaş Azerbaycan Edebiyatı", "Azerbaycan şairi Nizami", "Çağdaş Azerbaycan Tarihi" eserlerinde açıklanmıştır. Ona göre, milli şuur ve milli kimlik milli istiklala götüren yoldur. O, Rusya, İran ve Türkiyeye ilhakın aleyhine olmuş, özgür Azerbaycancılık fikrini tercih etmiştir. M.E.Resulzade "kültür", "milli kültür", "kültürel yaşam", "millilik", "milli dil" kategorik anlamlarını, sosyal felsefenin ve kulturologiyanın önemli teorik sorunlarını incelemiştir. "Asrımızın Siyavuşu" eserinde M.E.Resulzade milli istiklal fikrine dayalı kurulmuş Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin tüm vatandaşlarının mülkiyet, cinsiyet ve kökeninden asılı olmayarak eşit olduğunu kaydetti. Ancak bu hukuk eşitliği özel mülkiyete ait değildir. M.E.Resulzade bu eserde yazıyordu: "Azerbaycanlılar düşünüyorlardı ki, mülkiyeti tamamen ortadan kaldırmak şimdiki durumda insanlarda özel teşebbüs kuvvetini zoraki olarak ortadan kaldırıyor. Bu kuvvet olmadıkça dünya ne düzelir, ne de güzelleşir. Sosyal hayat ilerlemeden düşer, insanlar basit bir ilkeliye doğru dönerler, dünyanın düzeni bozulur ". Yirminci yüzyılın başlarında Azerbaycan'da liberal millidemokratik dava ile birlikte, radikal, demokratik ve marksizm ilkelerini yansıtan fikirler basında, "Molla Nasreddin" dergisinde, "Himmet" vb. gazetelerde Doğu ülkeleri, Rusya ve Avrupa'da eğitim almış matematikçi, hekim, dilbilimci, ressam ve filozof A.Hüseyinzade (1864-1940) yirminci yüzyıl Türk-İslam 213 i yayılıyordu. Dil, milli kültür, eğitim ve maarif, kadın sorunu, yabancı, özellikle Rus, Ermeni ekspansiyası bakımından bu fikir akımlarının genel veya benzer özelliklerine rağmen özel mülkiyet, onun yeniden bölünmesi, emekçilerin mülkiyet haklarının gerçek teminatı, onların parlamento ve iktidar yapılarında katılımı vb. sosyal-sınıfsal çıkarlarla ilgili sorunların anlatılmasında ciddi çelişkiler vardı. Eğer birinci cereyan milleti ve bütün ulusal çıkarları, milletin Türk-İslam bölgesi ile ilişkilerini, hürriyet adına ittihat düşüncelerini ön plana çekiyordusa, radikal akımlar milletin içindeki sınıf ve silklerin karşılıklı tutumundan, işçi, köylü, kapitalist ve mülk sahiplerinin toplumda sosyal durumundan, fanatik din adamlarından, halkın adına konuşma yaparak onun çıkarlarını çiğneyen ve satan milli politikacılardan bahsediyor ve milletin aydınlanması için tüm gerçekleri halkın anlayacağı dilde anlatmaya çalışıyordu. 4. Bulgular Çalışmada ilk kez olaraq maarifcilerin tarih felsefesine bakışları Azərbaycan maarifcilerinin bakışları ile karşılıklı şekilde verilmiştir. 5. Sonuç Görüldüğü gibi tarihi gelişimin çeşitli dönemlerinde her halkın öncülleri halkı ve milleti adına öne sürdükleri amaçlarına ulaşmak için çeşitli araçlara el atmakla Doğu kültürünün dünya kültürüne örnek olacak incilerini ebedileştirmiştir. XX. yüzyılın düşünürleri arasında doktor, edip, devlet adamı N.Nerimanov'un (1870-1925) özel yeri vardır.Önce aydınlanmanın, 1905-1907 yıllarından sonra MarksistLeninist felsefenin konumuna geçen, 1917 yılından itibaren ise seri Marksist filozof olan N.Nerimanov makalelerinde ve Marksist felsefesine dair "Komünizmin idraki yolu" monografisinde (Azerbaycan ve Rusça el yazması şeklindedir) diyalektik ve tarihi materyalizmin esaslarına açıklama yapmış, felsefi terminolojinin Azerbaycan dilinde ilgili anlamlarını vermişti. O, ilimin bilimsel yayılması, dinin devletten ayrılması düşüncelerini esaslandırmış, "sanat sanat için" kavramına eleştiriyle yaklaşmıştır. Demokrasi ve hümanizmin tebliğatçısı, seri beynelmilelci olan N.Nerimanov kendi teorik irsinde ulusal imha ve ulusal eşitsizliği keskin eleştirmiştir. Belli dönem Marksizm'in, özellikle "tüm mazlumların ve insanlığın hocası gördüğü" Lenin'in mirasının Doğu için önemli olacağı fikri N.Nerimanov'un sosyal toplantılarında özel yer tutuyordu. Sovyet hakimiyetinin gerçek politikası N.Nerimanov'un bu iktidara ve onun yöneticilerine güvenini tam kaybediyor ve o, oğluna yazdığı mektuplarında V.İ.Lenin, İ.V.Stalin diktatörlüğünün halka ve beynelmillelciliye vurduğu hasara ve terör politikasına açık itiraz duyuluyor. Marksizm teorisi ile proleterya diktatörlüğü politikası arasında çelişkiyi cesaretle açıklayan N.Nerimanov "Ucgarlarda devrimimizin tarihine dair" eserinde Sovyet hükümetinin Doğu ve Azerbaycan'ı "baştan başa yağma etmesi, insanları toplu şekilde kurşunlaması" hakkında yazmaktan çekinmiyordu. 2. Araştırmanın Amacı Makalede tarihin felsefesine maarifcilerin bakışlarını hem Doğu, hem de Batı tarihçiliyi kapsamında açıklamaktan ibaretdir 3. Yöntem Çalışmada tarihi-mukayıseli tahlil metodundan istifade edilmiştir. 214 i Qasımzade F. (1962) yaradıcılığı, Azərnəşr Kaynakça H.Hüseynov. (2007) XIX esrdə Azerbaycanda ictimai ve fəlsefi fikir tarihinden. Bakı M.F.Axundovun heyat ve Яасперс К. (1994) Смысл и назначение истории. Мoskva Azerbaycan felsefesi tarixi. (1994); Bakı Ракитов А. (1982) Историческое познание. Мoskva 18. Кант И. (1966)Сочинения. Т. 6 Мoskva Геюшев З. (1979);Философская мысль в Сoветском Азербайджане. Краткий очерк. Бaky Resulzade M.E. (1991) Esrimizin Seyavuşu. Bakı Гердер И. (1977) Идеи к философии истории человечества. Мoskva История азербайджанской философии. (2002);T.1, Baky Ahundzade M.F. (2004). Sanatsal ve edebi eleştirel eserleri. Çaşıoğlu, История азербайджанской философии. 2008.Т.2. Бaky Ahundov M.F. (1988) Eserleri. 3 c.Bakı Axundzadə M.F. (2004).Bedii və edebi təankidieserleri. Çaşıoğlu, Bakı Azerbaycan Edebiyatı Tarihi. (1960)2 c., Azerb. EA Yayınları, Bakı Axundov M.F. (1988) .Eseürleri. 3 c. Bakı Efendiyev P. (1987)"Büyük edip ve halk yazarı". "Edebiyat ve sanat" qez., 12 Haziran Azerbaycan edebiyatı tarihi. (1960) 2 c., AEA neşriyatı, Bakı Memmedzade H. (1971) M.F.Axundov ve Doğu. Bakı Efendiyev P. (1987)"Böyük edib ve Halk yazıçısı". "Edebiyat ve incasenet" qez., 12 iyun Yıldız H. (1978). M.F.Axundovun gerçekçilik. Bilim, Bakı Köçerli F. (1999). M.F.Axundovun bakış açısı. Bilim,Bakı Memmedzade H. M.(1971) F.Axundov ve Şarq. Bakı Gasımzade F. (1956) XIX yüzyıl Azerbaycan Edebiyatı Tarihi Bakı Memmedov H. (1978) M.F.Axundovun realizmi. Elm, Bakı Gasımzade F(1962) Azerneşr,Bakı Köçerli F. M.F.(1999) Axundovun dünyagörüşü. Elm, Bakı Qasımzade F. (1956) XIX əsr Azerbaycan edebiyyatı tarihi Bakı, 215 M.F.Axundovun biyografisi,
© Copyright 2024 Paperzz