Kitaptan Bölümler- PDF

Genel: 2
Halk Ayaklanmaları: 1
Arap Baharı’ndan Kesitler: Yeni Ortadoğu’yu Anlamak
Paul Amar ve Vijay Prashad
Dispatches from the Arab Spring: Understanding the New Middle East
Edited by Paul Amar & Vijay Prashad
Copyright © LeftWord Books
Bu kitabın Türkçe yayın hakları AnatoliaLit Ajansı aracılığıyla alınmıştır.
Çevirenler:
Ömer Can Furtun
Seyit Ümmetoğlu
Yankı Deniz Tan
Editör:
Harun Özgür Turgan
Redaksiyon:
Burcu Ballıktaş Bingöllü
Serap Güneş
Son Okuma:
Nihal Boztekin
Kapak Tasarımı ve Grafik:
Meltem Ulusoy
Kapak Fotoğrafı:
Mısırlı eylemci, 1 Şubat 2012’de Port Said stadında Tahrir ayaklanmasının öncülerinden
el-Ehli taraftar grubu Ultralar’dan 74 kişinin öldürüldüğü katliamı protesto ediyordu.
(6 Şubat 2012, Kahire) © Mohammed Salem/Reuters
Birinci Basım: Aralık 2014, İstanbul
Baskı ve Cilt:
Pasifik Ofset Ltd. Şti.
Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok K:2 34310
Haramidere-İstanbul Tel: 0212 412 17 77
Matbaa Sertifika No: 12027
ISBN: 978-605-85156-1-1
İntifada Yayınları
Halil Rifat Paşa Mah. Yüzer Havuz Sok. No:1/A-566, 34384 Şişli-İstanbul
Yayınevi Sertifika No: 30264
W: www.intifadayayinlari.com E: iletisim@intifadayayinlari.com
T: twitter.com/intifadayayin F: facebook.com/intifadayayinlari
Paul Amar ve Vijay Prashad
Arap Baharı’ndan Kesitler
Yeni Ortadoğu’yu Anlamak
Çevirenler:
Ömer Can Furtun
Seyit Ümmetoğlu
Yankı Deniz Tan
İçindekiler
GİRİŞ: ORTADOĞU’DA DEVRİM YAPMAK Paul Amar ve Vijay Prashad
9
TUNUS Nouri Gana .......................................................................... 19
MISIR Paul Amar .............................................................................. 49
Tahrir ve Özgürleşme ................................................................
Baskıcılar ve Gericiler ..............................................................
Devrime Dair Kuşkular .............................................................
Yerel Özyönetim İçin Alternatif Hareketler .................................
Yenilikçi Seçim Hareketleri ......................................................
Yaratıcı Emekçi Eylemleri ........................................................
Sınır Tanımayan Toplumsal Cinsiyet Dayanışmaları ....................
Sonuç .......................................................................................
50
57
66
71
75
80
84
88
BAHREYN Adam Hanieh ................................................................... 99
Bahreyn: Sömürgeciliğin İzleri .................................................. 101
Petrol Çağı ............................................................................... 104
1990’lar İntifadası ................................................................... 107
Ulusal Eylem Sözleşmesi .......................................................... 110
Bahreyn’in Önemi ..................................................................... 112
2011 Ayaklanması ................................................................... 117
SUUDİ ARABİSTAN Toby C. Jones .................................................. 133
Baskı Politikası ........................................................................ 134
Suudi Güvenlik Devleti ............................................................. 137
Ulemanın ve Sivil Toplumun Manipüle Edilmesi ........................ 140
Şii Karşıtlığı ve İran ................................................................ 144
................................................................. 149
Eylemlilik Kabarışları ve Kamusal Alanlar ............................... 154
Protestonun Coğrafyaları .......................................................... 159
Karşıdevrimci Güçler ............................................................. 165
Sonuçlar .................................................................................. 170
YEMEN Sheila Carapico
CEZAYİR Susan Slyomovics ............................................................. 175
Hareketlenen Cezayir .............................................................. 177
Ordunun Gizli İktidarı ............................................................. 182
................................................................... 191
İktidarı Sağlamlaştırmanın Geleneksel Stratejileri .................... 192
İktidarı Sağlamlaştırmanın Yeni Stratejileri ............................ 197
Fas ve Arap Baharı ................................................................. 200
Zorluklar ................................................................................ 207
FAS Merouan Mekouar
LİBYA Anjali Kamat ve Ahmad Shokr ............................................. 217
Kaddafi Yönetimindeki Libya .................................................. 220
2011 İsyanı ............................................................................ 228
Yeni Libya ............................................................................. 245
Sonuç ..................................................................................... 259
.................................................. 279
Protesto Gelenekleri ve Otoriter Baas Rejiminin Yeniden
Yapılandırılması
.................................................................... 285
İsyanın Dinamikleri ................................................................ 292
Baskının ve Toplumsal Parçalanmanın Dinamikleri .................. 304
Sınıf ve Bölgecilik .................................................................. 309
SURİYE Paulo Gabriel Hilu Pinto
................................................................ 327
Protestolara (Daha) Uzun Bir Bakış
...................................... 331
Protestoların Siyasi Coğrafyası
.............................................. 339
2011 Protestoları ................................................................... 345
Yeni ve Eski İttifaklar ............................................................ 349
ÜRDÜN Jilian Schwedler
.............................................................. 355
Tarihsel Miraslar ................................................................... 357
Savaş Hayaleti ...................................................................... 361
Devrimci Bir Arap Dünyasında Lübnan’ın İstikrarı ................... 363
Makropolitikanın Ötesinde: Tarihin Ağırlığı .............................. 370
LÜBNAN Maya Mikdashi
................................................................ 375
İstisna Olarak Filistin ............................................................. 378
Bastırılmış Bir Anlatı ve Tarih ................................................ 380
Arap Kolektif Bilincinin Merkezindeki Filistin ......................... 382
Tarih ve Strateji ..................................................................... 384
Koşar Adım Arap Baharı’na .................................................... 388
Devrim Serpiliyor ................................................................... 391
Diaspora
............................................................................... 393
Filistin İç Cephesi
................................................................. 394
FİLİSTİN Toufic Haddad
İsrail’deki Filistinliler
........................................................... 399
Sonuç
................................................................................... 401
IRAK Haifa Zangana
...................................................................... 407
Niçin Tahrir Meydanı? ........................................................... 408
Felluce’nin Barışçıl Protestosu
............................................... 410
Tahrir Meydanı’nda ................................................................ 413
Kimdi Onlar? ......................................................................... 414
Zorluklar ve Tepkiler .............................................................. 416
Yüz Gün Daha
...................................................................... 417
Neler Başarıldı? .................................................................... 418
Beklentiler
............................................................................ 421
SUDAN Khalid Mustafa Medani
...................................................... 429
Arap Ayaklanmaları Bağlamında Sudan .................................. 431
Sudan’da Otoriteryenizm: Ne Kadar Dayanıklı? ......................... 435
Ayrılma ve İç Çatışmanın Yinelenmesi ...................................... 440
Sudan’ın Antidemokratik İslamcıları ....................................... 444
Sudan’ın Bölünmesinde Dış Aktörlerin Rolü .............................. 448
Siyasal Dışlama, İç Çatışma ve Petrol Zenginliği İçin Mücadele.... 454
Sudan’da Çatışma mı Demokratikleşme mi? Ortadoğu ve Afrika
İçin Ne Söz Konusu? ............................................................... 457
YAZARLAR ...................................................................................... 465
Türkçe Çevriyazı
Kitapta geçen Arapça özel adların Türkçe çevriyazıları kullanılmış,
kaynakçalarda Batı dillerindeki yazımın yanı sıra köşeli ayraç içinde
Türkçe çevriyazı verilmiş, Batı dillerindeki yazımıyla tanınmış adlar
olduğu gibi aktarılmıştır.
9
GİRİŞ:
ORTADOĞU’DA DEVRİM YAPMAK
Paul Amar ve Vijay Prashad
Mağrur zorba, kavgada küstah,
Yıkımın sevgilisi, hayata düşman!
Gülüyorsun acısına âciz bir ülkenin
Halkının kanıyla lekelenmiş müstebit elin,
Kirletiyorsun büyüsünü bu dünyanın,
Ekerek dikenlerini, doğuma yeis getirmek için.
Ebu’l-Kasım eş-Şâbbi, İla Tuğat el-Âlem
Hepimiz için Arap dünyasını nasıl kavradığımızı yeniden
düşünmenin zamanıdır. “Arap Baharı”nın sayısız ayaklanma ve
devrimi, görülmemiş bir hız, kuvvet ve coşkuyla bölgeyi kat
eden özgürleşme güçlerini ve sosyal adalet ruhunu zincirlerinden çözdü. Bu çağ açıcı hareketler, şiddetli gerilemeler ve umut
kırıcı sapmalarla karşılaştıkça dönüşümün ufku şüphe konusu
olarak kaldı. Ama ister bölgede ister dünyanın herhangi bir
başka yerinde olalım, Arap halkları hakkındaki bilgi edinme,
bilgi verme ve değerlendirme biçimlerimizde tam bir devrim
10
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
olduğu şüphesiz. Bunun ışığında, bu kitap dünya okur çevrelerine Arap dünyasını yeni bir biçimde tanıtıyor ve eski anlayış
çerçevelerinden kaçınıyor. Yönetimleri su sızdırmaz yekpare
bloklar olarak resmeden “otoriteryenizm araştırmaları”nı bir
kenara bırakıyoruz. Halk hareketlerini hiçbir düşüncesi olmayan tepkici güruhlar olarak gösteren “Arap Sokağı’nın politik
sosyolojisi”nden uzak duruyoruz. Ve onyıllar boyu bölgeyi demokratik siyaset ya da sosyal adalet taleplerinin gelişmesine
kültürel olarak elverişsiz gören “Arap ayrıksılığı” anlayışına yer
vermiyoruz. Onca Arap ülkesinin diktatörleri gibi bu algı rejimleri de yıkılmıştır. Onların yerine yeni başlangıçlar öneriyoruz.
İsyan yöntembiliminden esinlenen bağlanım ve çözümleme
biçimleri öneriyoruz. Bölümlerimiz de yazdıklarının nabzı isyanın ritmiyle atan eylemci akademisyenler tarafından kaleme
alınmıştır. Yalnızca medyanın ilgisini en çok çekmiş olan ülke
ve sahneler için değil, bütün bölge için kapsayıcı bir yeniden
giriş sunuyoruz. Yeni egemenlik ve direniş biçimlerine ilişkin
kavrayışı toplumsal tarih, siyasi coğrafya, kültürel yaratıcılık,
küresel ekonomi politik ve iktidar politikasıyla dokunan kumaşın bütününe işlemek amacındayız. Artık Arap dünyasını
incelemenin iflah olmaz emperyal, sömürgeci ya da savaşçı
geçmişleri kavramakla sınırlı olmadığında ısrar ediyoruz: Arap
dünyasını incelemek, heyecan verici biçimde yaklaşan küresel
gelecekleri fark etmeye yönelmektir.
İsyanın ilk kibriti Aralık 2010’da Tunus’ta çakıldıktan sonra
alevler hızla Kuzey Afrika’dan Körfez ülkelerine, oradan Batı
Asya’ya sıçradı. Mısır, Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye’nin
kent merkezleri ve kırsal yerleşimleri kaderini değiştirmek
için yaşamını feda etmeye gönüllü sıradan insanlarla doldu.
Olagelmiş ve onlara göre hep olması gereken dünya halini
yitirmek istemeyen rejimlerin silahları hızla ortaya çıktı. Her
yönetici seçkinler zümresi, sonsuza dek var olacağına ve laik
bile olsa, yerinde tanrının tanıdığı hakla bulunduğuna inanır.
GİRİŞ
11
Her yönetici seçkinler zümresi aynı zamanda ayaklananların
kandırılmış ya da afyonlanmış olduğuna, akıllarının ermediği bir küresel satranç oyununun piyonları olduklarına inanır.
Ama Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla korku duvarı
aşıldı ve açılan ateşe ve göz yaşartıcı gaza rağmen kalabalıklar
yöneticilerini kıpırdayamaz hale getirerek bölge için yeni bir
tarihsel dönemi başlattılar.
Bu harikulade olaylar kümesine her yıl kışın karların erimesinden sonra doğanın yeniden doğuşu onuruna “Arap Baharı”
adı verildi. Oysa bu protestoların ne döngüyle ne de doğayla
ilgisi var. Onlar yerel siyasi hoşnutsuzluklara ve küresel yapısal güçlere dayalı bir dizi benzersiz olay ile insan cesareti ve
yaratıcılığının ürünü. Kitabımız Arap Baharı deyiminin genel
kabul gördüğünü teslim ediyor, ancak bu dönüşümleri daha
çok 1916-18 ve 1936-39’daki büyük ayaklanmaları da kuşkusuz selamlama tonu taşıyan yeni bir Arap Ayaklanması, esSavra el-Arabiye, ve bugün bölgedeki halkların ve partilerin
söz ettiği gibi yeni bir Arap Devrimi terimleriyle adlandırıyor.
Devrim terimi 1952-67’deki Nâsır dönemine dayanıyor ama
aynı zamanda bugün Arap dünyasındaki çeşitli hareketliliklerin anlaşmazlıklara ve çelişkilere konu olan biçimlerde 1979
İran Devrimi’ne, Doğu Avrupa’nın 1989-92’deki yurttaş devrimlerine, Güney Amerika’nın 1980’lerdeki askeri rejim karşıtı
ayaklanmalarına, 1990’ların yeni sol popülizmlerine (“Pembe
Dalga”) ve 2000’lerin Bolivarcı devrimlerine atıfta bulunduğunu da yansıtıyor.
Terimlerden -bahar, ayaklanma, devrim- her birini savunanlar ve yerenler var. Arap teriminin de yetersizlikleri var,
özellikle İsyan’ın Libya’da ve baştan başa Mağrib’de yer edinmesinden sonra. Orada Arap olmayan, (küçümseyici biçimde
Berberi adıyla bilinen) İmazigen/Emâziğ halkı ayaklanmanın
hayati bir parçasının gerçekleşmesini sağladı. Şikâyetlerinden
12
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
biri de Araplar tarafından ayrımcılığa uğratılmalarıydı.
Her şeye rağmen Arap Baharı terimi, Arapça konuşan halkların bulunduğu coğrafyanın bir ucundan diğerine, Mağrib’den
Maşrık’a dek hüküm süren despotik rejimlere karşı baskı altındaki toplumsal sınıfların coşku verici güç gösterisi için kullanılan bir kısa ada dönüştü. Peki onları harekete geçirmiş olan
nedir? İsyanları neden bir gelgit dalgası gibi gerçekleşmiştir?
2010-11’deki başlangıç anını ve ardından gelen dönemi nasıl
anlayabiliriz? Yerel dinamikleri, o kadar uzun süre (Kaddafi 42
yıl, Mübarek 30 yıl, Bin Ali 23 yıl) yerinde kalmış liderlerin hızla uzaklaştırılmasını, kendi güvenlik devletlerinin büyük ölçüde şiddete başvurmayan protestocularla karşı karşıya gelince
liderlerden vazgeçmeye dünden razı olmasını nasıl kavrarız?
Bu protestolar karşısındaki emperyal çekilme manevrasına ve
Arap halklarının düşlerini çılgınca bir şiddetle boğan, Atlantik
dünyası ve onun Körfez’deki Arap emirlerinden oluşan emperyal iktidar blokuna nasıl bir anlam verebiliriz? Kuzey Afrika
ve Batı Asya’ya giriş yolları açmak üzere Truva atı olarak IMF
ve insani müdahaleden yararlanan eski emperyal iktidar blokunun, Körfez’deki Arap uyduları ve İsrail’le birlikte Atlantik
dünyasının restorasyonuna nasıl bir anlam verebiliriz?
Geri çekilme 2011’in başlarında anlık olarak gerçekleşti,
ardından karşıdevrim Arap Yarımadası’nda ve sonra Libya ve
Suriye’de kendini (inanıyoruz ki sadece geçici olarak) yeniden
dayatma yolları buldu. Yeni meşruluk kazanmış İslamcı liderler, Mısır’da ve bölgenin her yanında Batılı diplomatlar, İsrail
güvenlik yetkilileri, Körfez yatırımcıları ve IMF bankacılarıyla
çabucak ve sıkıntı çekmeden sarmaş dolaş olarak birçok gözlemciyi şaşırttı. Ama bizim için Arap Baharı bu anlamlı tahkimat anlarını aşan bir özgürlük ve adalet dinamiğidir. Her zaman için tepedeki adamları devirmenin ötesinde, aynı zamanda baskıcı yapıları ortaya çıkaran ve iktidar bloklarını kartlarını
GİRİŞ
13
göstermek zorunda bırakan bir süreç olmuştur Arap Baharı.
İsyan’ın hasımları yalnızca sürülen ya da öldürülen liderler
(Bin Ali, Mübarek, Kaddafi) değil, aynı zamanda geçen altmış
yıl boyunca pekişmiş bir iktidar blokunun üyeleriydi: ABD ve
Avrupalılar, Arap Körfez monarşileri ve tabii İsrail. Dostlarını
(Bin Ali ve Mübarek) koruyamayınca, gitmelerine razı olmak
zorunda kaldılar. Gene de pes etmediler. IMF çıkageldi, Washington siyasi İslamcılara ulaşabilmek için Riyad’ın aracılık
yapmasına izin verdi: İğreti baş sallama ve gülümsemeler, eski
iktidar seçkinlerinde eski âdetlerin belki de sürdürülebileceği
güvenini uyandırdı. Arap Baharı, düşmanları görünür, seçenekleri elle tutulur kılarak, uzun erimli etkileri olacak dayanışma, örgütlenme, bilinçlenme ve kurumsal dönüşüm süreçlerini
harekete geçirerek gerçekten de siyasetin donmuş toprağının
buzlarını çözdü.
Bölgesel aktörler de kendilerini oyuna soktu. Türkiye ve
İran kendi tutkuları uğruna ayaklanmaların hamiliğine soyunmaya çalışıyordu. Körfez Arapları ve yeniden uyanan Mısır da
öyle. Başlangıçta amaçları kendilerini yeni toplumsal güçlere
model olarak sunmaktı. Türkler modern İslamcılıklarının örnek alınmasını, İranlılar tarihsel 1979 atılımlarının yolundan
gidilmesini öneriyor, Körfez Arapları da paralarını ve İslamcılığın (o kadar esnek olmayan Suudilerden o kadar katı olmayan Katarlılara uzanan bir yelpazede) daha tutucu biçimlerine
bağlılıklarını sunuyordu. Kendini Arap dünyasının merkezi
olarak tanımlayan Mısır’ın kendi hevesleri vardı ve Suriye’deki çatışma çözülmeyecek gibi göründüğünde birbiriyle ilişkisi
olmayan (İran ve Suudi Arabistan gibi) bölgesel aktörlere önderliğini kabul ettirmeye çalıştı. Arap İsyanı ve onun buzları
çözen baharı, demek ki sadece ulusal devletler içinde yeni
toplumsal güçlerin kendini göstermesi değildi. Aynı zamanda eski Büyük Güçler Birleşik Devletler, Avrupa ve Rusya’nın
yokluğunda çevrede etkili olmak isteyen bölgesel oluşumların
14
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
ortaya çıkmasıydı.
Bizim açımızdan Arap Baharı’nın geniş yayının en az üç
uğrağı vardır. Bunlar birinciden üçüncüye kronolojik olarak
sınırları çizilebilecek aşamalar değil, biri ilerlerken diğeri gerileyen, derken sıraları değişen, farklı zamansallıkları olan
uğraklardır. Bu uğraklar, bölgede henüz hiçbir toplumsal güç
kümesinin egemenlik konumunda olmadığı politik akışa işaret
ediyor. Dolayısıyla devrim sürmektedir.
1. Uğrak: Arap Baharı, Tunus ve Mısır halklarının sevinçli
kalkışması, Atlas dağlarından Kandil dağlarına dek despotik
rejimlerin hızla yıkılacağı beklentisi. Bin Ali ve Mübarek’in gidişi simgeseldir. Ama Yemen’in Salih’inin istifası da öyle. Bu
otoriter yöneticilerin ve ailelerinin uzaklaştırılacağını pek az
kimse bekliyordu. Rejimler son bulmadı ama kleptokrasinin
doruğu kesin olarak saf dışı edildi. Bu Arap Baharı, Ürdün’ün
başkenti Amman’daki ve Filistinlilerin İşgal Altındaki Topraklar’ındaki göstericiler -2011 baharının iyimserliğiyle bağlantılı
sona ermemiş uğraşlar- arasında umut bayrakları açarak sürüyor.
2. Uğrak: Arap Kışı. Körfez İşbirliği Konseyi’nin (en başta
Suudi birlikleri) Bahreyn’e girişi ve Libya göklerinde (öncelikle Katar tarafından finanse edilen) NATO uçuşları, Suriye’de
dizginlenemeyen baskı ve İsrail’in Batı Şeria’da toprak gasp
ederken Gazze’yi bombalaması. Rönesans beklentileri, daha
Libya’da Kaddafi rejiminin devrilmesinin ardından sönümlendi. İç savaş ve intikam korkuları her dönemeçte pusudaydı.
Bunlar Bin Ali ve Mübarek’in devrilmesi sonrasında var olmayan duygulardı. Toplumsal değişimin duraklaması eski
düşmanlıklara yaradı: Mezhepçilik kendini gösterdi ve Arap
Baharı’nın ilerlemesini durdurma tehdidi oluşturdu. Suriye’de
kan dökülmesi ve İsrail’in Filistinlilere karşı savaşları eski düzenin canlandırılması tehlikesini gösteriyordu.
GİRİŞ
15
3. Uğrak: Arap Dirilişi. Yeni rejimlerin (duraksamalı ve katı
biçimde sınırlanmış seçimlerle) demokrasiyi kurma ve aman
vermeyen bir IMF ile (şimdi Libya maceraları ve Suriye’deki
kan gölü üstünde retorikleriyle yükselmeleri sonucunda cesareti artmış) Atlantik güçleri tarafından kendilerine dayatılan neoliberal tüketimcilik politikalarını savuşturma çabaları.
Grevler ve gösteriler bütün yoğunluğuyla geri gelerek Mısır’da
ve Tunus’ta, Yemen’de ve Bahreyn’de olağanlaştı. Siyasi İslamcılar rejimle aralarındaki uzlaşmaz karşıtlık ilişkisinin yerine
anlaşmazlık konusu olan yönetişim programlarını koymaya
başladı. Alternatif bir gündemleri ve sağlam bir siyasi hareket
çizgileri olmadığından bu yeni İslamcı rejimler bocaladı. Liberal oluşumlar yavaş yavaş ilerleme sağladı, ancak birçoğu kitle tabanı oluşturamayacaklarını ve bayraklarını ileriye taşıma
umudunun popülist kişiliklere bağlı olduğunu kabullendi. İşçi
sınıfı grevleriyle ve kendini gösteren antiemperyalist jestlerle
olduğu kadar aile ve cinsellik gibi konularda yeni bir toplumsal çevrenin habercisi olan yeni toplumsal güçlerin varlığıyla
beslenen yeni bir sol doğdu. Bu uğrakta gördüğümüz, yıkmaya uğraştıkları bürokratik despotizmler döneminde askıya
alınan etkin ve canlı siyasi tartışma ve pratikler için toplumlarında rekor kıracak bir hızla yer açmaya çalışan siyasi güçlerdi.
Arap Baharı’ndan Kesitler: Yeni Ortadoğu’yu Anlamak
bölgeyi öğrencilere, genel okur kitlesine ve akademisyenlere tanıtmaya yönelik kabataslak bir karşılaştırmalı gündemden
hareketle, gelecek için yeni eylem öznelerinin, yapısal ekonomik oluşumların ve politik olanakların izlenebileceği geçici bir
harita sunuyor. Kitap dünyanın en saygı uyandıran düşünce
insanlarından, ilgisini bölgeye yöneltmiş olan bir bölümünün
yazılarını bir araya getiriyor. Bu kişiler şeytanın, ama aynı zamanda iyimserlik ve umudun saklandığı ayrıntı dünyasında
yetişmiş olarak ulusal ve yerel dinamikleri derinlemesine algılıyorlar. Çözümleyici bakışları yalnızca başkentlerdeki protesto
16
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
sahnelerine değil, bu esin verici mücadelelerin ortasında farklı
toplumsal sınıflar arasındaki çatışmaları ve yeni toplumsal kimliklerin doğuşunu görmeye çalışarak Sidi Buzid ve Mahalletu’lKûbra’daki, Kerzekân ve Misrata’daki yürekli kalkışmalara da
odaklanıyor. Bu kitaba katkısı olan bilim insanları ve gazeteciler, Paris ve Londra ve tabii Washington ve Moskova salonlarında tartışılanların tamamen farkındadır. Kuzey Afrika ve Batı
Asya kentlerinde ufku sınırlayan emperyal mantığın da farkındadırlar. Makaleler ülke ülke yazılmıştır, çünkü anayasalarında
ve tevarüs ettikleri ulusal birlikte adalet arayan birçok insanın
özlemlerini içinde tutan mahfazanın temelde hâlâ ulusal devlet
olduğu görüşündeyiz. Demokrasiyle eşitlik arasında bir yerde
geleceğe giden yol uzanıyor. Çünkü yeni bir kültür, yeni bir
radikal tahayyül ufkunu taşıyan, siyasi ve sosyoekonomik haklara yönelik atılımdır.
Arap Baharı’ndan Kesitler, adındaki -den halini son derece ciddiye almaktadır. Sosyal medyanın (Facebook, Twitter) ve
Başkan Obama’nın 2009 Kahire konuşmasının tetikleyici rolüne
fazlasıyla anlam yüklenmektedir. Gelgelelim bunlar, bölgedeki
uzun başkaldırı tarihi ve neoliberal tüketim toplumu politikalarına yönelik protestoların çok daha yakın olan tarihi dikkate
alındığında önemini hayli yitiriyor. Bu ayaklanmalar bölgeden
doğan ayaklanmalardır ve dolayısıyla, yabancı güçlerin (neoliberal politikalar yönünde IMF’nin, Teröre Karşı Savaş yürütme
yönünde ABD’nin baskısı) etkileri birçoklarının hayatını kaplayacak boyutlara varırken bile, dışarıdan birilerinin çekiştirmesiyle gerçekleşmiş ayaklanmalar değildir. Yazarlarımız bize
konjonktür içinde birbirini ileri iten ama her toplumu ve her ülkeyi farklı biçimde etkileyen yapısal güçler tarafından harekete
geçirilen bu ayaklanmaların nereden çıktığı hakkında fikir veren aşağıdan öyküler sunuyor. Bu farkları dile getirebilmek için
isyanların sosyolojisini daha iyi anlamamıza yardımcı olmak
üzere yazarlarımız bizi ülkelerin tarihinde bir geziye çıkarıyor.
GİRİŞ
17
Arap Baharı bir açılıştı, uzun süreli bir mücadelenin bir
aşamasıydı. Despotlarını başlarından atan devletlerde varılan
anlaşma, bir liberal demokrasi kurmaktır: Ne din devleti ne
askeri devlet. İstihbarat aygıtı dağıtılmış değil. Neoliberal ekonomi politikası taahhütlerine henüz meydan okunmuş değil.
İşbaşına geçen siyasi İslamcıların uygun bir ekonomi programı
yok ve ellerinde başka bir şey olmadığı için neoliberal ekonomik programı büyük ölçüde benimsemiş durumdalar. İslamcılar ya da liberaller, yoksullara mütevazı popülist transfer ödemeleri dışında (ki bu bile çok muhtemel görünmüyor) başka
bir siyasi doğrultu için, örneğin daha güçlü bir sosyal ücret ve
kapsayıcı bir sağlık ve eğitim sistemi kurmak için, özgürlük
ve adalet amaçlarına bağlı bir toplumsal düzen ve güvenlik
sistemi kurmak için, demokrasiyi birtakım seçim oyunları oynanmasından ibaret olmaktan çıkarıp esas meselelere ilişkin
ve katılımcı kılmak için, toplumsal cinsiyetler, etnisiteler ve
kültürler arasında “böl ve yönet” modellerine uygun kimlik
politikalarından ve inanç topluluklarının kantonlaşmasından
uzak bir adaletin sağlanması için, nihayet onurlu bir yaşam
hakkının gerçeklik kazanması için IMF ve bankalara meydan
okumaya gönüllü olacağa benzemiyor.
Bu dönem yepyeni gelişmelere ve beklenmedik yeni oluşumlara da, devasa yapısal zorluklara ve geriletici güçlere de
tanıklık etti. İşte bu ikisi arasındaki uçurumda, yeni hareketlenmeler, dayanışmalar, dirençler, diriltilen tarihler ve devletleri dönüştürücü süreçler, Arap Baharı’nın zihniyet ve yapılarının isyan ve devrime hayat vermeye devam edeceği vaadiyle
ortaya çıkmıştır.
19
TUNUS
Nouri Gana
4 Şubat 2011’de, İngiliz sunucu ve gazeteci Piers Morgan,
CNN’de yayınlanan Piers Morgan Tonight1 adlı televizyon
programında, Tunus eski başbakanı Muhammed Gannuşi ile
bir röportaj yaptı. İşte bu kısa röportajdan bir alıntı:
PIERS MORGAN: Sorabilir miyim, Sayın Başbakan, Mısır’daki
olaylar sizi şaşkınlığa uğrattı mı ve Başkan Mübarek’in artık
bir an önce gitmesi gerektiğine inanıyor musunuz?
MUHAMMED GANNUŞİ: Biz kendi ülkemiz için kaygılanıyoruz. Bizim devrimimiz benzersizdir. Devrime gençler ön
ayak oldu. Facebook ve Twitter kaldıraçtı. Devrim barışçıl
bir şekilde yürütüldü. Bugün DNA’mız sayesinde geçmişten
kopmayı başardık. Bildiğiniz üzere Tunus ihracatçı bir ülke,
ama biz devrim ihraç edermiş gibi davranmıyoruz. Biz herkesle dostça ilişkiler içerisindeyiz, hangi bölgede yaşadıklarının bir önemi yok.
Gannuşi, Mübarek’e karşı öfkeden köpüren milyonlarca göstericinin Tahrir Meydanı’na akın ettiği ve Tunus’un da
kendi kitlesel ayaklanmasına kapıldığı bir sırada, incelikli bir
şekilde, bir tutam da mizahı esirgemeksizin, Mısır’ın içişleri konusunda yorum yapmaktan kaçınmış olabilir. Elbette diplomasi bunu zorunlu kılar. Ancak belki de, Başkan Zeynel Abidin
Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de devrilmesinin ardından seçilen ilk
20
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
başbakan ve gururlu bir Tunuslu olarak şöyle diyebilirdi: “Tunus, zeytinyağı ve deglet nur* ihraç etmesiyle tanınır; lakin artık
devrimin de temel ihraç ürünlerimiz arasında sayılabileceğini
söylemekten mutluluk duyarız.” Şüphesiz, devrimin 2011 yılında Tunus’un her an bulunabilen, mevcudu hiç tükenmeyen ve
masrafsız, emsalinden üstün tek ihraç ürünü haline geldiği ileri
sürülebilirdi. Abartmaksızın Tunus’taki devrimin, barışçıl bir
demokratikleşme vaadi taşıyan -esasen yerli malı bir demokrasinin Arap dünyasında teşvik edilmesine yönelik bir Marshall
Planı’ndan aşağı kalmayan- bir örnek olduğu da bir o kadar
ileri sürülebilirdi.
Arap dünyasının çağdaş tarihi boyunca, Bin Ali kadar çaplı
ve köklü bir diktatörün, Arap dünyası için gerçek bir demokrasinin ondan başka ebesi olamayacağı söylenip duran hiçbir
yerleşik ideolojiye, toplumsal harekete, siyasi partiye veya dış
müdahaleye başvurmaksızın bir halk ayaklanmasıyla devrildiği
daha önce hiç görülmemişti. Tunus halkının uzun süredir elinden alınmış ya da çiğnenip aşağılanmış iradesi imkânsızlıkla
kur yapma konusunda sakladığı potansiyeli ilk kez ortaya koydu ve yalnızca Tunus’u değil, bütün bölgeyi kapsayacak devrimsel değişimin yolunu açtı. Mesela, yaygın kanının aksine
Hüsnü Mübarek’in devrilmesi süreci 25 Ocak 2011’de değil;
Muhammed Buazizi adlı Tunuslu genç bir sokak satıcısının,
17 Aralık 2010’da, Sidi Buzid’deki belediye binasının önünde
kendini ateşe vermesi ve Bin Ali rejimine karşı hemen başkent
Tunus’a ulaşan, buradan da Arap dünyasına sıçrayan bir dizi
gösteriyi alevlendirmesi ile başladı.
Bu demek değildir ki Tunus, bir halk devrimi için Mısır,
Libya, Yemen, Suriye veya başka herhangi bir Arap ülkesinden
daha olgun şartlara sahipti. Ancak takiben Arap dünyasının
başka yerlerinde ortaya çıkan halk ayaklanmalarının çoğu,
*Mağrib (Kuzey Afrika) bölgesine özgü, yarı saydam bir hurma çeşidi (ç.n.)
Nouri Gana
TUNUS
21
öncü rolü nedeniyle Tunus’a bir teşekkür borçlu olduğu için,
belki de Tunus devriminin özüne ilişkin sorular sormaya değecektir. Ne de olsa, özellikle 1947’de Birleşmiş Milletler’in
(tarihsel Filistin’in neredeyse tamamını Yahudi yerleşimcilere
veren) Filistin’i bölme planını Arapların da kabul etmesi gerektiğini savunduğu için birçok düşman edinmiş ve ağza alınmaz hakaretlere maruz kalmış olan ilk Tunus devlet başkanı
Habib Burgiba’nın ödünsüz laiklik ve tedrici gelişme yanlısı
felsefesinden ötürü Tunus’un, Arapların dünyasında ne denli
kenara itildiği düşünüldüğünde, Arap dünyasını kasıp kavuran
devrimci ve demokratikleştirici akımda öncü bir rol oynamış
olması hafife alınmamalıdır. Ülke, Arap dünyasında o denli
kenara itilmiş bir role sahipti ki, artık Arapların hayal gücünde
frankofonluğun* bağrına düşmüş garip bir diyara tekabül eder
olmuştu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) idari merkezi
1982’de, Sabra ve Şatila katliamının ardından Tunus’a taşındığında bu durumun, Tunus’un fevkalade bir sürgün yeri timsali
olmasından dolayı, haşin bir ceza olarak algılanmış olmasına
şaşmamak gerek.
Tunus kadar ufak, Arap siyasetinin uç noktalarına itilmiş
bir ülkenin -tam da bu marjinal konumdan taşarak- Arap çağdaşlığını bu denli derin bir dönüşüme uğratması, belki de tarih
yazımına bir ironi olarak geçecektir. Tunus’un eski başbakanı
ve Bin Ali’nin adamı Muhammed Gannuşi’ye göre, zorbalığa
karşı ayaklanmak Tunusluların DNA’sında bulunuyordu. Yine
de, Tunus’taki hadisenin cidden olacağı vardı mıydı? Tunusluları, muazzam boyutlara varan işsizliğe, yüksek gıda ve yakıt
fiyatlarına, devletin baskısına ve yolsuzluğuna, kısacası Bin Ali
*Frankofon: Sözlük anlamı, “Fransızca konuşan kimse”dir; ancak frankofonluk
kavramı bu sözlük tanımının ötesinde bir anlam taşır. Coğrafi ve etnik farklar
gözetilmeksizin, kültürel altyapısı özsel olarak Fransızcadan etkilenmiş kimseleri
tanımlar. Avrupa dışında görülen frankofonluk, Fransız ve Belçikalı sömürge
imparatorluklarının bir kalıtıdır. (ç.n.)
49
MISIR
Paul Amar
2011’de Tahrir Meydanı ve Mısır’ın genelindeki kitlesel
ayaklanmalar ile bunları takip eden iki yıl boyunca devam
eden eylem dalgaları, ne tür büyük ölçekli siyasi ve toplumsal
değişimler başlattı? Ayaklanmaların sonrasında, baskı ve dışlama çeşitleri ile sosyopolitik felcin devam ettiğini göz önünde
bulundurursak, buna başarısız olmuş bir devrim mi demeli,
çalınmış bir devrim mi, devam etmekte olan bir devrim mi?
Yoksa acaba devrim bile değil miydi?
Kalabalık nüfusunun yanı sıra kültürel ve coğrafi bir merkeziliğe de sahip olan Mısır, Arap bölgesinde demokrasi ve
sosyal adalet yönündeki eğilimlerin kaderini belirleyebilecek
konumdadır. Öyleyse Mısır, “Arap Baharı” ve bölgede gerçekleşebilecek diğer demokrasiye geçişler için bir dayanak noktası olarak düşünülebilir. Peki, yenilikçi ve korkusuz bir halk
eylemliliğinin beşiği olarak 2011’de dünyaya ilham kaynağı
olmuş bu ülke için gelecek neler getirmekte?
Bu bölümde, yukarıdaki sorulara deneme kabilinden cevaplar sunuyorum. Öncelikle, kısaca ülkenin kalkınmasının
ekonomi politik tarihinin, zor yoluyla “kalkınmanın terse çevrilmesi” tecrübesinin ve çağdaş tarihinde birbirini izleyen devrimlerin ve sahte devrimlerin bir profilini çizeceğim. Ardından dört devrim tipi tanımlayarak, Mısır tecrübesi için hangi
50
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
kavramları kullanmanın daha isabetli olduğunu saptayacağım.
Daha sonra, 2011’den beri yaşanmış en önemli ayaklanma ve
bastırılma anlarının bir zaman çizelgesini çıkartarak, bunları üç
safha oluşturacak şekilde sınıflandıracağım: Birincisi, 2011’in
Ocak ve Şubat aylarında Tahrir Meydanı eylemlerinin gerçekleştiği ve Başkan Mübarek’in devrilmesinin başarıldığı dönem;
ikincisi, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin Şubat 2011’den
Haziran 2012’ye kadar süren askeri yönetimi; üçüncüsüyse
bunu takip eden Müslüman Kardeşler yetkililerinin ve seçimle
devlet başkanlığına gelen Muhammed Mursi’nin yönetimi.
Bu üç safhada somutlaşmış olan siyasi olayların ve iktidar
biçimlerinin sağlam, yapısal birer analizini sunabilmek adına
makalenin ikinci yarısında, ülkede süregelen tahakkümün belli
başlı altyapılarını birbirinden ayıracak bir çözümleme sunacağım. En heyecan verici ilerleme anlarına olanak veren bu altyapılar arasındaki çatlakları tespit edeceğim. Ayrıca, ilerici hareketlerin her kritik dönemeçte güçlü ters rüzgârlarla karşılaşmasına sebep olan, baskın gruplaşmalar arasındaki birtakım moral
bozucu anlaşmalara ve uzlaşılara da dikkat çekeceğim. Sonra,
devrimsel derinleşmenin en umut verici göstergelerini inceleyeceğim: yeni özyönetim çeşitleri ve topluluklarca oluşturulan
katılımcı yönetim tarzları, ilerici işçi ve öğrenci hareketleri, siyasi parti örgütlenmelerinin heyecan verici dinamik tipleri ve
geniş görüşlü birtakım sınıf ve toplumsal cinsiyet dayanışması
biçimleri. Bu derinleşen süreçlerin, bir arada düşünüldüğünde,
Mısır’daki ayaklanmaların uzun vadede devrimci bir dinamik
teşkil ettiğinin görülmesini sağlayacağını öne süreceğim.
TAHRİR VE ÖZGÜRLEŞME
Mısır 2011’de dünyayı büyüsü altına aldı. 25 Ocak’ta sokağa çıkan milyonlarca yurttaş, kendilerine işkence eden polis
Paul Amar
MISIR
51
güçleriyle çatışarak ve iki kuşaktan uzun zamandır hareketlerini ve tüm umutlarını ezen, (kalabalık, paramiliter bir toplum
polisi olan) gaddar Merkezi Güvenlik Güçleri’yle başa çıkarak,
Kahire’nin göbeğindeki Tahrir Meydanı’na akın etti. Tunus’un
önceki ay başkaldırmasından ilham alan -ama aynı zamanda
2000 yılı civarında filizlenmeye başlamış, Mısır’ın kendi kitlesel
emekçi, feminist, yurttaşlık odaklı ve polis karşıtı hareketlilik
dalgasından da güç alan-1 göstericiler, eşi görülmemiş bir kudretle, bir araya gelmiş haykırıyorlardı: “Halk rejimin yıkılmasını
istiyor!” ve “Ekmek, özgürlük ve sosyal adalet.” Uzun zamandır
özlemi duyulan, halkın önderliğinde halk için yapılacak devrim yoksa sonunda gerçekleşmiş miydi?
Elli dokuz yıl önce 1952’de Mısır’da yapılan “Hür Subaylar”
askeri darbesi, İngiliz sömürgeciliğinin “himaye”sine son vermişti. 1954’ten sonraysa Hür Subaylar’ın saflarından çıkan bir
subay olan Devlet Başkanı Cemal Abdunnâsır’ın pan-Arap milliyetçi görüşü ve Üçüncü Dünya sosyalizmi politikaları, Soğuk
Savaş’ın kuşatma politikasının hapishane duvarlarını yıkmaya,
Osmanlıların ve Britanya’nın asırlarca süren emperyal egemenliğinin bıraktığı mirasın kökünü kurutmaya çalıştı (Shokr
2012b). Ancak (1970-1981 yılları arasında görevde bulunan)
Başkan Enver Sedat’ın dışlama ve kemer sıkma politikaları ile
infitah (açık kapı) politikasının yanı sıra Muhammed Hüsnü
Mübarek rejiminin (1981-2011) yolsuzluğu ve elitizmi, o kuşağın devrimci çabalarını tersine çevirdi.
Arapların “Dünya’nın Anası” dediği ülke, Mısır, uzun insanlık tarihinin büyük bir kısmında gezegendeki başlıca okyanus, çöl ve nehir bazlı ticari rotaların merkezinde serpilen,
halkların, kültürlerin, yaratıcılıkların ve inançların çağdan çağa
değişmeyen kavşağı işlevini gören, bereketli enerji ve tarım
kaynaklarına sahip, dünyanın en zengin ve gelişmiş ülkesi olarak hüküm sürmüştür. Öyle ki, bazı değerlendirmelere göre
19. yüzyılın ortalarında altyapısı, kurumları ve sivil toplum
99
BAHREYN
Adam Hanieh
19 Nisan 2011’de Washington Times’ın serbest kürsü sayfasında yayımlanan bir yazıda, Bahreyn hükümdarı Kral Hamad,
Şubat ayında bütün ülkeye yayılan gösterilere hükümetinin
vermiş olduğu yanıtı gururla anlatıyordu (Khalifa 2011). “Bahreynlilerin sivil ve siyasi hakları konusundaki şikâyetlerinin
meşru” olduğuna dikkat çeken Kral, “yüksek maaşlı iş, iktisadi
meselelerde şeffaflık ve daha iyi sosyal hizmetlere erişim taleplerini iyi niyetle karşıladıklarını” ileri sürüyor, bu taleplere
yanıt olarak, “reform istemlerini değerlendirmek ve istikrarı
korumak adına muhalefetle koşulsuz bir diyalog” önermiş olduğunu belirtiyordu. Sürecin “radikal unsurlar” tarafından baltalanmaya çalışıldığına dikkat çeken Kral Hamad, yine de bu
konudaki iyimserliği ve halkına olan inancı konusunda ısrar
ediyordu: “İstikrar ile aşamalı reform arasında, evrensel insan
hakları değerlerine, ifade özgürlüğüne ve dini hoşgörüye her
daim bağlı kalmak suretiyle bir denge kurma zamanının artık
geldiği konusunda hepimiz hemfikiriz.”
Bu sözleri okuyan kayıtsız bir gözlemci pekâlâ Bahreyn
yönetiminin, 2011’in birinci yarısı boyunca Kuzey Afrika ile
birlikte ülkenin birçok komşusunu da vuran halk ayaklanmalarının bir tekrarının önüne geçmeyi başardığını düşünebilir.
Ancak gerçeklik -Ortadoğu rejimlerinin öne sürdüğü savlarda
100
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
sıklıkla karşılaşıldığı üzere- Kral’ın tatlı diliyle tamamen çelişmekteydi. Sadece bu yazının yayımlanmasından önceki hafta
içerisinde, hapisteki dört Bahreynli siyasi tutsak hayatını kaybetmişti. Öldürülenlerden biri, ülkenin tek bağımsız gazetesi
olan el-Vasat’ın kurucularından Kerim Fahravi’ydi ve ailesine
teslim edildiğinde bedeni kesik ve yaralar içerisindeydi. Bir
BBC muhabiri, öldürülen bir diğer tutuklunun bedenini şöyle
tasvir ediyordu: “Evire çevire dövülmekten yırtıklar içinde kalan sırtı, kanlı bir zebrayı andırıyordu; görünüşe göre elleri ve
ayakları kelepçelenerek ağır kablolarla kırbaçlanmıştı” (Gardner 2011). Kral, rejiminin “iyi niyetinden” bahsederken, yirmi
yedi yaşındaki Bahreynli bir kadın, Zeyneb el-Havace, tanınmış bir insan hakları savunucusu olan babası Abdulhadi elHavace’nin tutuklanmasına, işkence görmesine ve tecavüz girişimine maruz kalmasına tepki olarak başlattığı açlık grevinin
ikinci haftasına giriyordu. İşkencecilerinin paramparça ettiği
çene kemiği yüzünden dört saat süren bir ameliyat olan Havace, askeri bir mahkeme tarafından ömür boyu hapse mahkûm
edilmişti. Bu göz önündeki vakaların haricinde, Kral yazısını
kaleme aldığı sıralarda daha yüzlerce Bahreynli tutuklanmakta, işkence görmekteydi.
Ortadoğu’nun diğer köşelerindeki ayaklanmalarla karşılaştırıldığında bu baskı, Batı medyasında sınırlı yer bulmuştu. Yaygın söylemlerde Bahreyn’in tarihi ve son zamanlardaki
protestolar hakkında bilgi temelli tartışmaların yokluğu barizdi ve Bahreyn’deki olaylardan bahsedilmesi de 2011’in daha
çok gündeme gelen diğer mücadelelerine basit bir ilave olarak
kalıyordu. Ne var ki, Bahreyn’in ayaklanması en az diğer isyanlar kadar kayda değerdi. 2011’in başlarında ortaya çıkan
halk hareketi, siyasi ve sosyoekonomik haklar için Bahreyn’de
onlarca yıldır sürdürülen mücadelenin en yeni tezahürüydü.
Basının sessizliği ve uluslararası kınamaların yokluğu ise, Bahreynli yöneticilerin uzun süredir ABD’li ve Avrupalı liderler-
Adam Hanieh
BAHREYN
101
den açıkça destek aldığı savını doğrulamaktaydı. Bu destek,
Batı’nın Ortadoğu’daki çıkarları açısından, Bahreyn’in asli bir
önem taşıdığına işaret etmektedir. Bu aynı zamanda, 2011’de
Arap dünyasında yaşanan ayaklanmaların tam bir değerlendirmesinin yapılabilmesi için Bahreyn’in öyküsünün uluslararası
haberlerin arka sayfalarından kurtarılması gerektiği anlamına
da geliyor.
Bu bölümdeki ana sav, Bahreyn siyasetini Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki dini çatışmaların yüzeysel ve büyük oranda
hatalı betimlerinin merceğinden yansıtan egemen bir anlatıyla
ters düşmektedir. Aksine bu bölümde Bahreyn’in iki yönlü bir
analitik çerçeveye oturtulması hedeflenmektedir: Ortadoğu’da
ABD tarafından yön verilen bölgesel düzenin oluşturduğu geniş bağlam ve ülkede tarihsel olarak gelişen ekonomi politiğin
belirli özellikleri. Bu bakış açısından hareketle, bu bölümün
ilk kısmı ülkenin uzun sömürgelik tecrübesi, bunun toplumsal
yapılar üzerinde bıraktığı etkiler ve postkolonyal petrol çağında emek ve siyaset alanlarında beliren mücadeleleri kapsayan kısa bir Bahreyn tarihi sunmaktadır. İkinci kısım, Bahreyn
ekonomi politiğinin kilit özellikleri ile Ortadoğu’daki yabancı
egemenlik örüntüleri açısından ülkenin önemini ele almaktadır. Son kısım ise, eylemcilerle yapılan görüşmelerden, haber
bültenlerinden ve diğer çözümlemelerden beslenerek ayaklanmanın kendisini anlatmakta ve ülkenin gelecekte izlemesi
muhtemel güzergâhlar üzerine bir değerlendirmeyle sonuca
varmaktadır.
BAHREYN: SÖMÜRGECİLİĞİN İZLERİ
Yüzlerce yıl boyunca, birbiri ardına gelen sömürgeci ve
bölgesel güçler Bahreyn’i Körfez ile Ortadoğu boyunca yayılan daha geniş bir denetim ağının kilit noktalarından biri
133
SUUDİ ARABİSTAN
Toby C. Jones
Suudi Arabistan’ın kocamış liderleri, 2011 yılı başlarında
Ortadoğu’ya hızla yayılan devrimci mayalanmayla derinden
sarsıldılar. Mısır ve Tunus toplumları epeydir iktidarda olan
diktatörlerini devirirken onlar hüsranla izlediler. Muhalefet hareketleri ülkenin daha yakınında, özellikle de küçük krallık
Bahreyn’de harekete geçince kaygı korkuya dönüştü. Orada,
Suudi Arabistan’ın doğu kıyısının hemen burnunun dibinde,
on binlerce demokrasi yanlısı protestocu, uzun zamandır esSuud’un vasallarından olan bir devlette otoriter yönetimi sona
erdirmek için Şubat ayında talihsiz bir seferberlik başlattı. Krallığın, göstericilerin gaddarca bastırılmasına bir kılıf hazırlamak
için Bahreyn’in başkenti Manama’ya askeri güç sevk ettiği Mart
ayı ortasına gelindiğinde Riyad’ın bölgesel alt üst oluş karşısındaki sıkışmışlığı tamamen gözler önündeydi.
Bu askeri müdahale, Suudi Arabistan’daki siyasi seçkinlerin
Arap Baharı’nın bölgesel yansımalarını sınırlamak isteyişinin
en görünür işaretiydi. Bu yıl boyunca Suudi Arabistan bölgenin en güçlü ve kararlı karşıdevrimci gücü olarak açıkça
belirdi (Jones 2011b).1 Krallığın liderleri, Libya’da Muammer
Kaddafi’nin ve Suriye’de ölümlerle ve kararsızlıkla geçen aylardan sonra Ağustos’ta Beşar el-Esad’ın devrilmesinden yana tavır alırken, gerçekte buralardaki demokrasi güçlerini destekle-
134
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
miyorlardı (Jones 2011c). Bilakis, kendi çıkarlarına hizmet edecek, siyasi statükoyu az çok muhafaza edecek ve en önemlisi,
başlıca rakipleri İran’ın ihtirasını gemleme mücadelelerinde
onlara yardımcı olacak neticeler umuyorlardı. Bununla birlikte
bölge siyaseti ve Arap Ortadoğu’daki demokratik değişimin
jeopolitik sonuçlarına ilişkin kaygıları bir yana, içerideki siyasi
değişim hayaleti de krallık seçkinlerini ürkütüyordu. Doğrusu,
bölge genelinde otokratlar devrilirken ya da basınç altındayken kaygılanmaları için neden çoktu.
Her ne kadar krallık, petrol gelirleriyle dolup taşsa da,
petrol zenginliğinin kayda değer bir kısmını kendi vatandaşlarını yatıştırmak için yeniden üleştirse de başka yerlerdeki
devrimcilerin harekete geçmesine yardımcı olan birçok sosyal ve siyasal özelliği paylaşıyordu. Petrol bolluğu diyarında
-Suudi Arabistan 2009’dan beri 500 milyar dolardan fazla petrol kazancı elde etmişti- birçokları ezici yoksulluğa katlanıyor,
birkaç milyon insan krallığın kendi yoksulluk standartlarının
altında yaşıyordu.
BASKI POLİTİKASI
Riyad, sosyal alandaki çaresizliğin ve bunun yarattığı her
türlü hayal kırıklığının oldukça farkındaydı. Resmi makamlar,
vatandaşları bu sorunları su yüzüne çıkarmaktan alıkoymak
için aşırı tedbirler aldı. Ekim 2011’de Suudi makamları film yapımcısı Firas Bukne ve ekibini Riyad’da yoksulluk üzerine bir
belgesel yapıp yayınlamaktan dolayı tutukladı (Hill 2011). Başka potansiyel muhalefet dinamikleri de vardı. Suudi Arabistan,
kalabalık, huzursuz ve gizli işsiz bir genç erkek ve kadın kuşağının yurdu. Bu, eğitimli ve kavrayışlı ve sadece daha fazla
ekonomik olanak değil, aynı zamanda daha fazla siyasi olanak
beklentileri içinde olan bir kuşak. Geçen on yıl, bu kuşaktan
149
YEMEN
Sheila Carapico
2011 Şubat’ında Tevekkul Kerman, Sana Üniversitesi önündeki platforma çıktı. Bir elinde mikrofon, diğeri sımsıkı sıkılmış
havada, bir talep listesi okuyor, barışçıl siyasi değişim çağrısı
yapan, slogan atan, bayrak dalgalandıran binlerce göstericiye öncülük ediyordu. Yemen ayaklanmasının lideri olmasa da
sembol ismi olacaktı. Başka günlerde ve başka şehirlerde başka yurttaşlar sloganlara öncülük etti: erkekler ve kadınlar, bazen de etki yaratmak için küçük çocuklar. Bu kitlesel gösteriler
yoksulluğun vurduğu, önceki eylemlilik dalgalarının bir türlü
demokrasiye geçişle sonuçlanmadığı ama gene de ulusal tarihi
şekillendirdiği bir ülkede hakiki bir yurttaşlık devrimine can
verdi. Tunus ve Mısır’ın verdiği esinin yanı sıra ülkenin kendi
protesto geleneklerinden de güç alan Yemenliler, 2011 yılında
kamusal alanları daha önce görülmemiş bir şekilde işgal ettiler.
Özlemleri karşılanmış olsun olmasın ülkenin demografik çoğunluğunu oluşturan gençler toplumsal bir yurttaş rönesansına
hayat vermişti. Kadınların böylesi kitlesel katılımı, sarsıcı bir
sosyokültürel değişime dair güçlü bir işaretti.
Demokrasi yanlısı gencecik eylemciler, kır saçlı sosyalistler, YouTube videoları, silah taşıyan çobanlar, Kuzeyli fırsatçı politikacılar, isyankâr subaylar, Şii asiler, yüzlerini boyayan
çocuklar, göz yaşartıcı gaz kapsülleri, Wikileaks belgeleri,
150
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
gösteri sanatları, yabancı cihatçılar, muhalif aşiret şeyhleri ve
Nobel Barış Ödülü sahibi bir kadın: Yemen’in ayaklanması,
adeta Azrail ile dans eden şatafatlı, hareketli, çokkatmanlı bir
devrim sahnesinde Mısır ve Tunus isyanlarından slogan ve
motifleri, Libya ve Suriye’ye özenen baskı unsurlarıyla ve tam
anlamıyla gündelik pratiklerle birleştirdi. En önemli hareket
hattı, ülke genelindeki kent ve kasabalarda erkek, kadın ve
çocukların diktatörlüğe ve şiddet siyasetine karşı coşkusunun
günden güne, ama cuma tatillerinde özel bir enerjiyle kabarmasıydı. Halkın elitler arası sokak savaşlarıyla hırpalanmış ve
el-Kaide’nin yerel koluna karşı yapılan Amerikan operasyonlarıyla çetrefilleşmiş bu intifadası, ister zaferle ister trajediyle
sonuçlansın paha biçilmeyecek bir sosyal, psikolojik ve siyasi
önem taşıyordu. Kısa vadedeki sonucu ne olursa olsun, Yemenliler ve diğer Araplarla dayanışma içinde “tabandan” kolektif mücadeleci eylem deneyimi, genç kadın ve erkekler için
Tunus ve Mısır’daki gibi dönüştürücü olmuştu. Toplumsal eyleme geçişin gücünü tatmışlardı.
2011 Nobel Barış Ödülü, ülkelerinin amansız ve acımasız
iç savaş cehenneminden çıkmasına yardım eden iki Liberyalı
kadın ile ülkesinin insan hakları savunucularının sözcülüğünü yapan bir Yemenli arasında paylaştırıldı. Geçici gözaltıdan
serbest bırakılmasından kısa bir süre sonra Ocak 2011’de aday
gösterilen ve halkın bütün Arap coğrafyasında özgürlük ve
adalet haykırışını temsil ettiği için Oslo’daki komite tarafından
onurlandırılan Tevekkul Kerman, ödülünü o yılın devrimci kabarışlarındaki tüm Arap göstericilere ve şehitlere adadı. “Çok
mutluyum” diyordu New York Times’a, “ve bu ödülü Arap dünyası, Mısır ve Tunus’taki tüm gençlere ve kadınlara adıyorum”
(Cowell, Kasinof ve Nossiter 2011)
7 Ekim’de ödül açıklandığında Yemen’in barışçıl gençliği
(şebab es-silmiyye) sekiz aydır sokaklardaydı, otuz yıllık diktatörlüğün sona ermesini talep ediyordu. Katılımı dayanma güç-
175
CEZAYİR
Susan Slyomovics
Bağımsızlık sonrası Cezayir, yiğit bir devrimci ulusal kurtuluş mücadelesi tarihini militerleşmiş bir otoriter yapıyla birleştirir. Siyasi dönüşüm vaat eden bir bağımsızlık savaşı (195462) ile kurulmuş olmasına rağmen Cezayir, askeri idare altında
bir siyasi başarısızlığa dönüştü, askeri başarılarıysa iç silahlı
müdahaleler, polis eylemleri ve ülkenin kendi nüfusuna yönelen saldırgan kampanyalar alanındaydı. Cezayir, Fransa’nın
bölgeyi işgal ettiği ve bir denizaşırı mülk olarak bünyesine
kattığı 1830 yılından başlayarak, Fransız askeri ve sömürgeci
idaresinden devraldığı yapıyı ve bürokrasileri bağımsızlıktan
sonra bile muhafaza ediyordu. 1848’ten başlayarak bu sömürge, Fransa’nın bütünlüğü içinde idari olarak ayrılmaz, ancak
hukuken muğlak bir parçası olarak sınıflandırıldı. Öyle ki çoğunluğu oluşturan Cezayirli Müslüman nüfus, çeşitli kılıflar altında, büyük ölçüde Fransız askeri emperyal idaresinin tebaası
olarak kaldı. Yerli nüfusun en az üçte birinin öldürüldüğü,
yaralandığı yahut yerinden edildiği söylenen 1954-62 yıllarındaki acımasız sömürgesizleştirme savaşının ardından Cezayir,
emperyalizmin zulmünü alaşağı edecek tek araç olarak silahlı
mücadeleyi gören, başarılı, radikal Üçüncü Dünya devriminin
1960’lardaki somut örneğini oluşturarak Fransız sömürgeci iktidarını ülkeden attı (Fanon 1967). O zamandan beri de Cezayirliler, ister yerli ister sömürgecilik ürünü olsun, birbirini
176
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
izleyen askeri yönetimler altında yaşamaya devam etmektedir.
1980’lerde “Berberi Baharı” hareketi, halk gösterileri ve
grevlerin ilk dalgasının müjdecisi oldu. Cezayirlilerin ancak bir
azınlığının, tahminen yüzde 15’inin Berberi dilleri konuştuğu
kabul edilmekteyse de Cezayir’in Berberi/Amazig kimliğinin
tanınmasının ötesine geçerek tek parti idaresine ve tüm Cezayirlilerin temel hak ve özgürlüklerden yoksunluğuna son verilmesi talebini ulusal çapta kapsayan canlı bir yurttaş hareketi
başgösterdi. Berberi Baharı hareketi, hükümetin askeri kuvvetleri tarafından şiddetle bastırıldı. Aralık 1991’e gelindiğinde,
o zamanki devlet başkanı Şadli Bincedid, ülkenin ilk serbest,
çokpartili seçimlerini düzenledi. İslami Selamet Cephesi seçimlerin ilk turunda oyların çoğunu kazanınca, ordunun meşrulaştırıcı güç rolü, Bincedid’i görevden alan ve on dokuz yıllık bir “olağanüstü hal” ilanını getiren 1992 darbesine dayanak
oluşturdu. Cezayir, 150 bin ile 200 bin cana mal olan on yıllık
bir silahlı çatışmaya ve iç savaşa boğuldu.
1990’ların iç savaşları boyunca Cezayir, kamu işletmelerini
ve kamu sektörü işçilerini kilit iktisadi aktörler olarak muhafaza eden sınırlı bir neoliberal ekonomik yeniden yapılanma
modeli izledi. Devlet yurtiçi doğal kaynakların denetimini elinde tuttuğu ve dış yardım ve yatırımları yönlendirdiği için, başlattığı her idari reform kısmiydi; hidrokarbon sektörü dışında
büyümeyi teşvik etmeksizin, rant peşinde koşan bir otoriter
rejim profilini güçlendiriyordu sadece. 1962 yılındaki bağımsızlıktan beri nüfus üç katına, 11 milyondan 35 milyona çıkıp,
Cezayir’i Afrika’nın en büyük nüfuslu ülkelerinden biri yapınca, kendisini tarihsel olarak devrimci diye konumlandıran bu
rejim, Arap Baharı olarak bilinen 21. yüzyıl siyasi devrimlerinin sembolü olan dalga dalga barışçıl demokratik hareketlerin
meydan okumalarıyla karşı karşıya kaldı.
191
FAS
Merouan Mekouar
Aralık 2011’de, ailesi başkentin en yoksul varoşlarından birinde yaşayan Faslı demokrasi yanlısı genç eylemci Kenza, şaşkınlığını benle paylaştı: “Etrafına bak” dedi, “biz Faslıların isyan
etmesi için her sebep var, ama hiçbir şey olmuyor!” (kişisel görüşme 2011a). 29 yaşındaki hastane işçisi Kenza, 20 Şubat hareketinin (2011 yılının başlarındaki Tunus ve Mısır devrimlerinin
ardından daha fazla özgürlük, onur ve sosyal adalet çağrısıyla
ülkede bir araya gelen, geniş bir demokrasi eylemcileri koalisyonu) halkın yaygın hayal kırıklıklarından Fas rejimine karşı
kitlesel eylemler başlatmak için yararlanamamasına atıfta bulunuyordu.1 Otuzlu yaşlarının başındaki bir diğer genç Faslı Nuvbi de kişisel blogunda yurttaşlarının harekete geçmekte niçin
bu kadar isteksiz olduğunu merak ediyordu: “Buazizi benzeri
bir senaryo için her malzeme mevcut. Ve… Hiçbir şey olmuyor! Faslılar aynı yolu izlemiyor... Amerikan çizgi filmlerindeki
gibi, fitil ta dinamit lokumuna kadar yanıyor ve sonra sessizlik,
beklenen patlama gerçekleşmiyor.” Aslında Kenza ve Nuvbi’nin
şaşkınlığını anlamak mümkün. Tunuslu ve Mısırlı komşularının kendi liderlerini devirmelerine yol açan sıkıntıların çoğunu
paylaşmakla birlikte, Fas nüfusunun geneli, anlamlı siyasi reformlar için baskı yapmaya ya da monarşinin mutlak yönetimini sorgulamaya pek niyetli görünmüyordu. Bu görünüşteki
kayıtsızlık, Fas’ın ekonomik ve sosyal göstergelerinin devrim
192
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
öncesi Tunus’unkilerden de kötü olması göz önüne alındığında
daha da kafa karıştırıcıdır. Yaygın yoksulluğa, ekonomik eşitsizliklerin gözle görülür artışına ve yerel ekonomiyi kemiren yerli
ahbap çavuş zümresi karşısında büyüyen engellenme duygusuna karşın Kral VI. Muhammed, bölgenin neredeyse başka
hiçbir yerinde görülmemiş düzeyde bir popülerliği sürdürdü.2
Bu makalede, 2011’in başından itibaren Arap dünyasına
hızla yayılan siyasi dönüşümlerin, elverişli ekonomik ve siyasi
koşullara karşın, hükümetin farklı tarihsel muhaliflerini ülkenin bağımsızlığından beri uygulanan bir dizi denenip sınanmış
stratejiyi kullanarak zayıflatma becerisi nedeniyle Fas’a ulaşamadığı ileri sürülecek. VI. Muhammed, 1956’dan beri ülkeyi
yönetmiş çeşitli kralların adım adım incelik kazandırdığı bu
stratejileri, kendi meşruluğunu güçlendirmek ve ülkenin değişen siyasi, ekonomik ve sosyal koşullarına uyarlamak üzere güncellemişti. Ancak, bu makale, monarşi 2011’in fırtınalı
olaylarını böyle jestlerle atlatabilmişse de yapısal ekonomik
sıkıntıların, evrimleşen bir sınıfsal yapının ve nüfusun bazı
kesimlerinin (dijital iletişim araçlarına erişimin demokratikleşmesinden kısmen beslenen) artan cüretinin monarşinin güç
üstünlüğünü çok geçmeden sınava sokabileceğini gösterecek.
Makalenin ilk iki bölümü, Saray’ın ülkedeki hâkimiyetini muhafaza etmek için kullandığı farklı stratejileri inceleyecek. Bu
tartışmayı Fas’ın Arap Baharı sırasında izlediği benzersiz yolun
detaylı bir analizi izleyecek. Son bölümse ülkenin gelecekte
karşılaşabileceği zorluklara ışık tutacak.
İKTİDARI SAĞLAMLAŞTIRMANIN GELENEKSEL
STRATEJİLERİ
Fas’ın bağımsızlığından beri ülkeyi yöneten kralların üçü
de, bir yandan muhalefetin parçalanmasına (ve aşama aşama
217
LİBYA
Anjali Kamat ve Ahmad Shokr
Aradan geçen yaklaşık otuz yıldan sonra Ebu Salim’in kapıları ardına kadar açıktı. Bu hapishanenin adı bile Libyalılara
hâlâ insanın geri dönemeyebileceği bir arafın kâbuslarını, imgelerini çağrıştırıyor. Muammer Kaddafi’nin kırk iki yıllık yönetimini tanımlayan bir korku öğesi olan Ebu Salim, rejimin
en ılımlı muhaliflerinin bile, şikâyetlerini fazla yüksek sesle ya
da yanlış kişiye dillendirecek olurlarsa kendilerini bulmaktan
korktukları bir yerdi. Eylül 2011’deyse bu korkunç yerleşke
ziyaretçilerle dolup taşıyordu: hayatlarının onca yılını yitirdikleri küçük penceresiz hücrelerin içini ailelerine göstermek isteyen tutsaklar, Kaddafi terörünün bu sembolünü merak eden
mahalle sakinleri ve ülkelerine geri dönmüş, rejimin geçmiş
kötülüklerinin izlerini arayan sürgünler…
Biz hapishanede gezinirken, Cenevre merkezli insan hakları grubu Libya İnsan Hakları Dayanışması’nın kurucusu, Bingazi doğumlu bir sürgün olan Halid el-Aceyl bize etrafı gösterdi.
El-Aceyl’in örgütü, ülkenin sömürge sonrası döneminin en feci
katliamını aydınlatmak amacıyla gösterilen uluslararası çabaların başını çekmişti. Halid bize, Libya’da çok iyi bilinen bu
hikâyenin nasıl ortaya çıktığını anlattı (kişisel görüşme 2011a).
28 Haziran 1996’da, daha iyi hapishane şartları, aile ziyaretlerinin arttırılması ve adil yargılama isteyen küçük bir İslamcı
218
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
tutsak grubu tarafından isyan başlatılmıştı. Libya güvenlik şefi
Abdullah Senusi olay mahalline gelmiş, adil bir çözüm sözü
vermiş, ancak ertesi gün silahlı güvenlik güçleri tahminen bin
iki yüz siyasi tutsağı üç saat içinde infaz etmişti.1
Bundan on beş yıl sonra kapsamlı bir soruşturma hâlâ açılmamıştı. Ancak, ülkeyi dönüştürecek olan, bu katliamın kurbanlarının isyan etmeye başlayan aileleriydi. 15 Şubat 2011
günü ağır silahlarla donatılmış güvenlik güçleri, mahkemeler
yoluyla adalet arayan aileleri temsil eden Bingazili bir avukatı
tutukladı. Fethi Tirbil, rejim tarafından uzunca bir süredir inkâr
edilen bir katliamın kurbanlarını savunduğu için hapsedilmenin ya da işkence görmenin yabancısı değildi. Ancak Tirbil’in
bu seferki alınışı üzerine destekçileri günbatımından hemen
sonra kendiliğinden bir eyleme başladı. Öfkeli kitleler gitgide
daha da kalabalıklaşarak hükümet binalarına yürümeye başladı. Sloganları Tirbil’in serbest bırakılması talebinden Mısır’da
ve Tunus’ta baştan başa duyulan şu nakarata dönüştü: “Eş-şeab
yurid iskat en-nizam” (Halk rejimin yıkılmasını istiyor). Vahim
bir hesap hatası yaptığını hisseden Senusi, ertesi gün Tirbil’i
serbest bıraktı ve ondan eylemleri sonlandırmasını istedi.
Ama artık çok geçti; kıvılcım çakılmıştı. Ve artık doğmakta olan ayaklanmanın çatısı çatılmıştı: Şubat’ın ilk günlerinde,
komşu Mısır ve Tunus’u kasıp kavurmakta olan değişimlerden
ilham almış eylemci ve aydınlardan oluşan bir yeraltı ağı, 17
Şubat’ta ulusal çapta bir gösteri düzenlenmesi için çağrıda bulunmuştu. O sırada neler beklemeleri gerektiğini bilmiyorlardı,
Kaddafi’nin güvenlik ve istihbarat ajanları belli ki muhtemel
bir isyanı bastırma çabası içinde ülke çapında onlarca tanınmış
yazar, sanatçı ve eylemciyi içeri aldı. Ancak Tirbil’in tutuklanmasıyla tetiklenen eylemler daha da büyüdü. İki gün sonra, 17
Şubat günü binlerce insan Kaddafi’nin güvenlik güçlerinin zalimce engellemelerine göğüs gererek Bingazi’nin, Trablus’un,
Mısrata’nın ve ülke çapında pek çok şehrin sokaklarına aktı.
Anjali Kamat ve Ahmad Shokr
LİBYA
219
Kanlı çatışmalarla geçen ve birkaç yüz göstericinin ölümüyle sonuçlanan bir haftanın sonucunda Mısrata, Bingazi ve
doğu şehirleri el-Bayda, Derne ve Tobruk ansızın kendilerini
Kaddafi’nin demir yumruğundan kurtulmuş buldular.
Libya devrimi, Arap dünyası genelinde gerçekleşmekte
olan isyanların ruhuna sıkı sıkıya sarılı bir halk ayaklanması
olarak başladı. Ancak ayaklanma, hızlı bir şekilde askerileşip
NATO da işin içine girince Libya diğerlerinden farklı görülmeye başladı. Libya’nın Arap Baharı’nın şiddet dolu ve karman
çorman bir istisnası olarak resmedilmesiyle ülkenin içinde
bulunduğu siyasal çalkantı fazlasıyla açık ve kesin formüllere
indirgeniyordu: köklü aşiretçilik, emperyal tahakküm, iç savaş ya da İslamcıların iktidarı ele geçirmesi. Bu bölüm, Libya
ayaklanmasıyla ilgili bu pek rağbet gören hatalı kavrayışlara
değinecek, Kaddafi yönetimine karşı yaygın bir hoşnutsuzluğa sebep olan onlarca yıllık cezalandırıcı güvenlik politikalarını ve sosyoekonomik politikaları göz önüne alan bir isyan
anlatısı ortaya koyacak ve Kaddafi’nin yönetim kurumlarının
neredeyse tamamen çökmesiyle ortaya çıkan iktidar boşluğu
bağlamında açığa çıkan devrim sonrası ihtilafları inceleyecek.
NATO ittifakının sağladığı hayati askeri ve mali destekle,
isyancı güçlerin verdiği uzun bir savaşın ardından Kaddafi rejimi sonuçta devrildi. Kaddafi karşıtı güçlerin zaferinde uluslararası müdahale hayati bir rol oynamış olsa da, bu asla isyanın
halka dayalı yönünü zayıflatmadı. Komşu ülkeler Tunus ve
Mısır’daki başarılar, Libya’daki yaygın hoşnutsuzluğa bir umut
ve imkân duygusu aşıladı ve nüfusun büyük bir çoğunluğunu
Kaddafi rejimini devirmek için verilen sekiz aylık meşakkatli
mücadeleye katılma yönünde harekete geçirdi.
279
SURİYE
Paulo Gabriel Hilu Pinto
Suriye’de Beşar Esad yönetimine karşı protestolar, Bin Ali
diktatörlüğünün Tunus devrimiyle yıkılması sonucunda başladı. Kendini yakma eylemlerini de içeren sivil itaatsizlik ve Baas
rejiminden hoşnutsuzluk gösterileri, Ocak 2011’de Suriye’nin
kamusal alanında yer etmeye başladı.1 Huzursuzluğun bu erken işaretlerine karşın Esad, Wall Street Journal’a (2011) verdiği röportajda Suriye’nin Arap dünyası genelinde yayılmakta
olan protesto ve isyan dalgasından etkilenmediğini ve etkilenmeyeceğini ileri sürdü. Olaya ilişkin görüşlerini açıklarken,
durumu şöyle anlattı:
Durum şu anlama geliyor, eğer durgun bir suyunuz varsa,
orada kirlilik ve mikrop da vardır ve bu durgunluk onyıllardır
sürdüğünden dolayı, şöyle diyelim, özellikle de son on yılda
dünya çapında ve Irak, Filistin, Afganistan da dahil olmak
üzere Ortadoğu’daki kimi bölgelerde büyük değişiklikler
meydana gelmesine rağmen, bu durgunluk sebebiyle mikroplardan mustaribiz. Yani bölgede gördükleriniz bir tür hastalık. Biz bunu böyle görüyoruz… Pek çok Arap ülkesinden
daha zorlu koşullar altındayız, ancak buna rağmen Suriye’de
istikrar sürüyor. Peki nasıl? Çünkü halkın düşünceleriyle çok
yakından bağlarınız olmalı. Meselenin özü bu. Eğer politikalarınızla halkın düşünceleri ve çıkarları arasında uyuşmazlık
olursa, kargaşa yaratan bir hava boşluğu oluşacaktır.
280
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
Bütün bunlara rağmen Şubat ayı itibariyle kitle eylemleri, Tunus ve Mısır devrimlerine damga vuran ulusal ölçekteki
ayaklanmalardan daha parçalı ve daha yerel bir yapıya sahip
olsalar da Suriye’nin siyasi görünümünün bir parçası haline
gelmişti. Polis ve güvenlik güçlerinin, çoğu Suriyeli tarafından
genellikle toplumsal yapısal bir sorunla bireysel talihsizliklerinin bir karışımı kabilinden katlanılan tacizleri infial yaratmaya
başlamış ve halk eyleme geçmişti. Şubat 2011’de trafik polislerinin Harîka bölgesinde bir tüccarın oğluna saldırması üzerine
Şam’da yüzlerce insan gösteri düzenledi. Göstericiler bir yandan hâlâ Suriye’nin başkanı olarak Esad’a bağlılıklarını bildirirken, bir yandan da “Suriye halkı aşağılanamaz” diye slogan
atıyorlardı (Al Arabiya News 2011). Esad’ın Baas rejimine karşı
açık bir isyana varan olayları başlatan, onun kendinden emin
serinkanlılık retoriğine karşın, ironik bir şekilde, güvenlik güçleri gerçekliğinin ta kendisiydi. Esad yönetimine muhalefetin,
hatta başka Arap ülkelerindeki protestoculara desteğin tüm
olası dışavurumlarını bastırmak üzere vur denince öldürüyorlardı. Şubat ayı boyunca Mısır Devrimi’yle ya da Libyalı isyancılarla dayanışma eylemleri, Suriye güvenlik güçlerinin şiddetli
baskısıyla karşılaştı. Şam’daki Libya büyükelçiliği önünde, pek
çoğu dövülüp gözaltına alınarak polis tarafından sert bir şekilde dağıtılıncaya dek ellerinde “Halka Özgürlük” ve “Hainler
kendi halkını dövenlerdir” yazılı dövizler taşıyan yaklaşık iki
yüz kişi toplanmıştı (All4Syria 2011).
Baas rejimine karşı ülke genelinde isyanı tetikleyen olay,
Suriye-Ürdün sınırına yakın orta büyüklükte bir şehir olan
Dera’da yaşandı. Şam’ın güneyindeki verimli tarım bölgesi Havran’ın en önemli şehri olan Dera, kuraklık yıllarından
doğrudan etkilenmiş, devlet yatırımlarının yetersizliği ve devlet yetkililerinin kaynakları kötü yönetmesi, kuraklığın olumsuz etkilerini büyütmüştü. Bunun sonucunda şehir, işsizlik
ve yoksullukta keskin bir yükseliş yaşamıştı. Buna ek olarak,
Paulo Gabriel Hilu Pinto
SURİYE
281
Dera’nın sınır bölgesinde bulunması, rejimin güvenlik aygıtının yoğun bir şekilde bölgede bulunması demekti ve şehir sakinleri Esad’ın yönetimde olduğu on yıl boyunca baskının ve
hükümet yetkililerinin talancı yolsuzluklarının artışını yoğun
bir şekilde hissediyordu. Dera’nın coğrafi ve sosyolojik özellikleri Suriye ayaklanmasının arkasındaki temel nedensel unsurları oluşturuyordu: artan yoksulluk, kırsal bölgelerde azalan
devlet hizmet ve yatırımları, şiddetli baskı ortamı ve kaynakları
kurutan yolsuzluk. Dolayısıyla Dera’nın ayaklanmanın ilk patlama noktası olması şaşırtıcı değildi.
6 Mart 2011 günü, yaşları on ile on beş arasında değişen
on beş kişilik bir çocuk grubu okullarının duvarına Tunus devriminin sloganını (“Eş-şeab yurid iskat en-nizam”-“Halk rejimin yıkılmasını istiyor”) yazdıkları için tutuklandı. Çocuklar
sorguya çekildi ve hatta gözaltında işkence gördü. Bu olay
sadece onların aile ve akrabaları tarafından değil, aile onurunu ve güvenliğini koruma yeterliği güvenlik güçlerince sınanıp
yadsınan Dera nüfusunun büyük bölümü tarafından da “ahlaki
bir aşağılama” olarak algılandı.2 Olayların hızlı akışı içinde,
tutuklamalardan etkilenen ailelerle yerel dayanışma, devlete
karşı kişisel şikâyetleri, rejimi hedef alan siyasi bir infiale dönüştürdü. Günler içerisinde Dera halkı sokaklara çıktı.
25 Mart’a gelindiğinde şehrin merkezi bölgesinin tamamı
göstericilerin denetimi altındaydı. Kısa zaman içerisinde gösteriler Duma, Harasta, Hama, Humus, Baniyas, Lazkiye, Qamişlo
(Kamişli), Deyr ez-Zor ve Tel Kalah gibi şehir ve kasabalara
sıçradı. Bütün bu şehirlerde göstericiler, “Allah, Suriye, hurriye
ve bes” (Allah, Suriye, özgürlük ve o kadar) sloganını attı, “Herkes için özgürlük istiyoruz” ve rejime karşı barışçıl mücadele
seçiminin göstergesi olan “silmiyye” (barışçıl) yazılı dövizler
taşıdı. Her ne kadar Şam ve Halep’te kimi gösteriler olduysa
da bu iki şehir gösterilerden pek etkilenmedi. Bunun istisnaları, Şam’daki Meydan ve Halep’teki Sağur gibi ayaklanmaya
282
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
katılan bazı işçi sınıfı mahalleleriydi. Göstericiler çoğunlukla
Esad’ın liberal ekonomik reformlarıyla siyasi ve ekonomik olarak önemsizleşen bölgelerden ve toplumsal katmanlardan gelen köylü ve işçi kökenli insanlardı. Buna karşılık, reformlardan
fayda gören Şam ve Halep’in ticaret ve sanayi burjuvazisi, Baas
karşıtı protestolara duyarsız kaldı. Hatta bu iki şehirde çeşitli
vesilelerle Esad’ın hâlâ bir dereceye kadar halk desteğinin olduğunu ya da en azından Şam ve Halep halkının kayda değer
bir kesimi tarafından değişimin belirsizliğinden iyi sayıldığını
gösteren çok geniş katılımlı hükümet yanlısı eylemler düzenlendi. Şam’daki Esad yanlısı bir gösteride insanlar, “Allah, Suriye, Beşar ve bes” (Allah, Suriye, Beşar ve o kadar) sloganını attı
ve yabancı medya organları tarafından ortaya atılan “yalanları”
ve Suriye’ye karşı dış “komploları” kınadı. Ayrıca göstericiler
“Kulna maak ya Beşar” (Hepimiz seninleyiz Beşar) ve “Mnuhibbak” (Seni seviyoruz [Beşar]) yazılı dövizler taşıdı.3
Baas rejimine karşı gelişen Suriye ayaklanması medyada
ilk olarak Tunus ve Mısır devrimlerinin -yani, otoriter siyasi
düzene karşı geniş çapta bir isyanın- devamı olarak yansıtıldı.
Ancak protestolar ülke çapında genel bir hareketlenme yaratmayı başaramayıp da Suriye toplumundaki dini gruplar arasındaki fay hatları daha da derinleşerek, gitgide askerileşen
çatışmalardan kendini kurtaramayan hükümet yanlısı ve hükümet karşıtı konumlanmalarla politikleşince, medyanın büyük
bir bölümü ayaklanmayı iç savaş başlangıcı olarak sunmaya
başladı. Medyadaki bu temsil biçimleri, ayaklanma sırasında
gerçekten de mevcut olan eğilimleri yansıtmakla birlikte, daha
büyük ve karmaşık bir toplumsal ve siyasi durumun oldukça
kısmi bir tablosunu sunmaktadır. Bu sebeple ben burada Suriye ayaklanmasının dinamiklerini anlamak için otoriter Baas
rejiminin Esad yönetiminde yeniden yapılandırılışına ve sanayi
ve ticaret burjuvazilerini bünyesine katarken işçileri ve köylüleri dışlayarak rejimin toplumsal temelini nasıl yeniden şekil-
Paulo Gabriel Hilu Pinto
SURİYE
283
lendirdiğine bakmak zorunda olduğumuzu savunuyorum. Bu
süreç, “liberal” ekonomik reformlar ilerledikçe daha da talancı
bir hal alan yolsuzluk ağlarıyla dolu olduğu kadar, pek çok
açıdan daha da baskıcı bir yönetim sisteminin oluşmasıyla beraber gerçekleşmiştir. Bu tahlilde ayrıca Baas karşıtı gösterilere
yakınlığın ya da kayıtsızlığın toplumsal bağlamına da odaklanacağım. Medyadaki tipik bir analizde olacağı gibi aktörlerin
siyasi ideolojilerinin ve çıkarlarının altını çizmek yerine, sınıf,
bölgesel ve yerel kimlikler, dini kimlik ve duyarlılıkların mezhepçi hareketlilikleri gibi, ayaklanmayı kuşatan siyasi mücadele içerisinde Suriyelilerin o ya da bu tarafa yönelmelerine şekil
ve düzen veren toplumsal sebepleri ve güçleri ele alacağım.
Protestolar siyasi reform, adalet ve hükümet yolsuzluklarına
karşı mücadele talepleriyle başlamıştı, ancak büyüyüp gözle
görülür bir ivme kazandıkça hızla özgürlük çağrılarına ve Baas
rejimine son verilmesi çağrısına dönüştü. İlk hamle olarak Esad,
siyasi reformu ilerletme istekliliğinin göstergesi olabilecek kademeli ödünler vererek ya da Kürtler ve mütedeyyin Sünni
Müslümanlar gibi belirli toplumsal grupların taleplerine değinerek ayaklanmayla başa çıkmaya çalıştı. Mart ayında zorunlu
askerlik hizmeti süresi yirmi bir aydan on sekiz aya indirildi;
Dera’da tutuklanan on beş genç serbest bırakıldı; Dera valisi
görevden alındı; kamu sektörü çalışanlarının maaşları artırıldı;
basına daha fazla özgürlük sağlanması, yolsuzlukla mücadele
ve yeni istihdam alanları oluşturulması tasarıları açıklandı; siyasi tutuklular serbest bırakıldı ve başkanın kabinesi istifa etti.
Bu tavizler Nisan ayında daha da çarpıcı bir şekilde devam
etti. Öğretmenlerin nikab (peçe) takmalarını yasaklayan yasa
kaldırıldı ve Suriye’nin tek kumarhanesi mütedeyyin Müslümanları memnun etmek amacıyla kapatıldı (Bayoumy 2011).
1962 nüfus sayımında acânib (yabancılar) olarak kaydedilen
ve o zamandan bu yana devletsizleştirilmiş Cezire’deki (Cizîrê)
binlerce Kürde Suriye vatandaşlığı verildi (Al Jazeera 2011a).
327
ÜRDÜN
Jilian Schwedler
24 Mart 2011’de kendilerini 24 Mart Gençliği olarak adlandıran yüzlerce Ürdünlü, başkent Amman’da İçişleri Bakanlığı’nın
önünde süresiz bir oturma eylemi olarak niyetlendikleri eyleme başladılar. Eylemden önce bir üyelerinin ifade ettiği üzere:
Bizler, reform vaatlerinden ve gecikmelerinden yorulan, yolsuzluğun başını alıp gittiğini, ekonomik durumun bozulduğunu, siyasi hayatın gerilediğini, özgürlüklerin eridiğini ve
sosyal dokunun dağıldığını gören özgür Ürdünlü genç erkek
ve kadınlarız. (Jadaliyya 2011)
İlk gün polis daha ziyade barışçıldı, Dahili göbekli kavşağını trafiğe kapattı, göstericileri izleyip aralarında dolaştı ve
tansiyonu düşürmeye çalıştı. Gençlik, Ürdün bayrakları dalgalandırıyordu ve Ürdün ulusal kimliğini gösteren kırmızı-beyaz kefiyelerini giymişlerdi, yurtseverliklerini ifade etmenin
rejimden gelecek bir baskıcı tepkiyi kıracağını umuyorlardı.1
Asıl protestocular dışında kavşağa erişebilen, yalnızca Sadakat Yürüyüşü’ydü. Bu yürüyüşe katılanların kavşağa (birkaç
arabayla birlikte) girip 24 Mart Gençliği’nin karşısında konumlanmalarına müsaade edildi.2 Bu grup, Kral Abdullah’ı öven
sloganlar attı ve 24 Mart Gençliği’ne hakaretlere başladı, fakat
oturma eyleminin ilk günü büyük ölçüde sakindi, o akşam da
pek az olayla geçti (Jadaliyya 2011). Polis esas olarak yansız
328
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
görünüyor, iki taraf şarkı ve sloganlarıyla “en yurtsever” payesi
için rekabet eder görünümündeyken gerilimin artmasını önlemeye çalışıyordu.3 Bir görgü tanığının anlattığına göre:
Köprünün alt tarafında epeyce iyi örgütlenmiş yirmili yaşlarında bir grup genç vardı. Arapça ve İngilizce dövizleri
vardı. Ses sistemi olan bir kamyonları vardı. Etrafta dolaşıp
grubu kaldırımda tutmaya çalışan megafonlu alt düzey örgütçüleri vardı. Süpürge ve çöp poşetleri ve bulundukları
alanı temiz tutmakla görevli insanları vardı. Çadırları, besinleri, laptopları, internet bağlantıları, dijital kameraları, kayıt
kameraları, canlı yayınları, yanı sıra dondurucu havada gürül gürül yanan bir ateşleri vardı. Grubun üyeleri kaldırımın
kenarında, kavşağa dönük olarak sıralanmıştı, karşılarında
bir başka grup, ikisinin arasında da iki sıra polis vardı. (Tarawnah 2011)
Sabahleyin Gençlik namaza dururken, Sadakat Yürüyüşü
kabul edilmez sayılan bir davranışla yüksek sesli müziğe başladı. Sayıları artan Sadakat Yürüyüşçüleri 24 Mart Gençliği’ne
taş atmaya başlayınca çatışma büyüdü.
Ürdünlülerin çoğu, umumi polise Darak toplum polisine
beslediği kadar husumet beslemezdi. Darak toplum polisi,
ikinci gün öğlen meydana girince 24 Mart Gençliği durumun
şiddete evrileceğini fark etti; Darak onları taş atan karşı protestoculardan korumak için orada değildi. Darak, kamplarını
dağıtmak için Gençliğe yüklenmeye başladı. Onlarcası tutuklandı ve yüzden fazlası yaralandı; güvenlik güçlerinin ve silahsız çetelerin (o tarihe kadar kötü ünü yayılmış olan baltaciyye) göstericileri kovaladığı, cop ve diğer aletlerle dövdüğü
bu saldırganlığı belgeleyen videolar kısa sürede YouTube’a
yüklendi.4 Birçok protestocu, kendilerini sıkıştırmak için hızla
kurulmuş barikatların etrafından ve çitlerin üzerinde kaçmaya
çabaladı. Bu arbedede bir Ürdünlü öldürüldü (Bouziane ve
Lenner 2011; Tobin 2012).
355
LÜBNAN
Maya Mikdashi
Lübnan’ın siyasi sistemini değiştirmek için çalışan bir grup
Lübnanlı vatandaş, “Lübnan’da mezhepçi sistemin devrilmesi
için: Laik, sivil ve demokratik bir rejime doğru” sloganı altında
27 Şubat 2011’de bir araya geldi. Coşkuları kısa sürede hareketin Facebook sayfasına ve Beyrut sokaklarına taştı. Binlerce
kişi, Lübnan’daki siyasi mezhepçiliğin elden geçirilmesini ve
yerini liyakate dayalı (meritokratik) ve sivil bir devletin almasını talep ederek şehir genelinde yürüyüş yaptı (Ya Libnan
2011). Siyasi mezhepçilik sisteminin yozlaşmaya, cinsiyetçiliğe
ve zayıf devlet kurumlarına yol açtığına kani olan eylemciler,
değişim arzularında sivil reformları laikleşme ile bir araya getirdiler. Arap dünyası genelinde meydana gelen halk ayaklanmalarından esinlenen tüm yaşlardan, cinsiyetlerden, sınıflardan
ve bölgelerden Lübnanlılar, ülkelerinin siyasi sistemi hakkında bir tartışma açmak çabasıyla bir araya geldiler. Kahire’de,
Tunus’ta ve Arap dünyasının genelinde ünlenmiş sözleri haykırdılar: Eş-şeab yurid iskat en-nizam (Halk rejimin yıkılmasını
istiyor). Yüzlerce vatandaş, yeni ve farklı bir Lübnan arzularını
ifade ederek yağmur altında yürüdü. Tunus ya da Kahire’dekinin aksine protestocular hiçbir direnişle karşılaşmadı ve onları
durdurmak için ordu ya da polis personeli sevk edilmedi (Meguerditchian ve Monzer 2011). Birçok eylemci, sivil/laik bir
devlet için olan bu ayaklanmanın, Lübnan’ın Arap Baharı’nın
356
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
başlangıcı olmasını umuyordu. Peki, öyle miydi?
Lübnan’daki mezhepçi sistemi devirme hareketi, 2011 yılının Arap ayaklanmalarından ilham aldı, fakat protestocular
Tunus ve Kahire’deki halk ayaklanmalarını tekrarlayamadılar,
çünkü hareketlerinin ölümcül bir kusuru vardı: Geniş bir koalisyonu muhafaza etmek adına grup, bugünün Lübnan’ında en
dikkat çekici ve tartışmalı iki siyasi mesele hakkında tartışmayı
yasakladı. Bu kararla, siyasi mezhepçilik sistemine içkin siyasi
ve iktisadi adaletsizliklere dikkat çekmeye ve bunları değiştirmeye adanmış bir grup, Başbakan Refik el-Hariri’nin 2005
yılında uğradığı suikast hakkında Birleşmiş Milletler Lübnan
Özel Mahkemesi’nin yürüttüğü soruşturma ve Güney Lübnan’ı
etkin bir biçimde denetimi altında tutan silahlı direniş grubu
Hizbullah’ın silahsızlandırılıp silahsızlandırılmaması konularındaki tartışmaya sansür uyguladı.1
Bu konuların tartışılmasının, grubu, Refik Hariri’nin oğlunun liderliğindeki 14 Mart siyasi hareketi ile Hizbullah liderliğindeki muadili 8 Mart hareketinin kutuplaşmış ve alenen
mezhepçi kamplarına bölebileceği söylendi. Bu felç edici otosansür uygulamasının yanında devrimcilik heveslilerinin çoğu
Lübnan tarihinin belki de en büyük dersini göz ardı etti: Birey
kendi kimliğini yaratmaz. Tersine, siyasi kimlikler, karmaşık
siyasi, sosyal ve iktisadi güçler arasındaki etkileşimler aracılığıyla şekillenir. Ne tarihin dışında olunabilir ne de sosyal ve
siyasal kurumların kimlik inşasında oynadıkları rol inkâr edilebilir. Eylemciler, mezhepçiliğin ve şiddetin mirasını, kirlenmiş
giysilermişçesine üstlerinden atabileceklerini hayal etse de bu
ikisi, gerçeklikte Lübnan’da yurttaş öznelliğinin kurucu ve kaçınılmaz veçheleri olmuştur.
375
FİLİSTİN
Toufic Haddad
15 Mayıs, Filistinliler için özel bir gündür, çünkü 1948 Savaşı
ve İsrail’in bağımsızlığının ilanı sırasında Siyonist milisler tarafından 800 bin ülke insanının yerinden yurdundan edilmesi ile
anılır. Arap dünyası genelinde Nakba (Arapça “felaket”) olarak
bilinen bu olayların geçen altmış yılın ardından önemini kaybetmesi beklenebilirdi. Öyle ki, İsrail’in ilk başbakanı David
Ben-Gurion, “İhtiyar [mülteci kuşağı] ölecek ve genç unutacak”
diyerek böyle bir beklentiyi açıkça dile getirdi. Fakat tarih aksini gösterdi. Filistinliler 194 sayılı Birleşmiş Milletler Kararı’nda
açık bir şekilde ifade edilen ve Genel Kurul’dan 110 defa geçen “geri dönüş haklarının” uygulanmasını talep etmeyi sürdürürken, yurdundan edilmenin anısını kuşaktan kuşağa canlı
tutuyorlar. Birleşmiş Milletler Filistin diasporasına dağılmış 58
mülteci kampını* yönetmeye devam etmekle kalmıyor, İsrail’in
daha yakın tarihlerde yaşattığı baskı, mülksüzleştirme, devletsizlik ve ayrımcılık deneyimleri genç Filistinli kuşakları eski kuşaklara bağlarken Nakba’nın tarihsel anısı yıldan yıla aktarılıyor.
Arapça konuşmayanlar için büyük ölçüde görünmez olan
* Kamplar, 1949’da kurulan Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu
(UNRWA) tarafından yönetilmektedir. Batı Şeria, Gazze, Lübnan, Suriye ve Ürdün’e
dağılmış bu kamplarda 1,5 milyon Filistinli mülteci yaşamaktadır. Ayrıntılı bilgi için
bkz. www.unrwa.org. (ç.n.) 376
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
bu derin kimlik duygusu ve bilinç, Filistin’in kendi kaderini
tayin ve geri dönüş mücadelesinin onyılları boyunca sürekli taşınmıştır. Yıllar geçtikçe Nakba Günü gösterileri, milliyetçi örgütlenme çalışmasının rutin demirbaşı haline geliyor, İsrail bütün Batı Şeria ve Gazze’de, bilinen “sürtüşme noktaları”ndaki
güvenlik güçlerinin sayısını devamlı olarak yükseltiyordu.
Ancak Arap dünyası genelinde meydana gelen devrimci süreçler bağlamında 2011’deki Nakba anması, niteliksel olarak
farklı bir anmaydı ve özellikle bu cüretkâr doğasıyla hatırlanacaktır. İsrail, İşgal Altındaki Filistin Toprakları (İAFT) içerisinde güçlerini toplamışken, asıl harekete geçen Filistin diasporasıydı. Daha iki ay önce Hüsnü Mübarek’i yerinden eden
Mısır Devrimi’nde tezahür eden “halkın gücü”nün ateşlediği
dört farklı ülkedeki Filistinli mülteci toplulukları, sembolik ve
hukuki haklarını pratiğe dökmeye çalışarak Filistin sınırlarına
“geri dönüş yürüyüşleri” düzenledi.
Bu olayların en dramatik tezahürlerinden birinde binlerce
gösterici, Suriye’nin İsrail işgali altındaki Culan (Golan) Tepeleri sınırındaki dağlık bölgeden inerek sınırın iki yakasını
ayıran faal bir mayın tarlasına yaklaştılar. “İsrail” tarafındaki
yerli Suriyeli Dürzi cemaati üyelerinin cep telefonlarıyla yaptığı çekimler, tel örgülere yaklaşan, Filistin bayrakları taşıyan
ve cüretkâr bir şekilde “Halk, Filistin’in kurtuluşunu istiyor”
sloganını atan gösterici kortejini yansıtıyordu. Göstericiler tel
örgülere yakınlaşınca, çekim yapanların etrafındakiler mayınların tetiklenmesinden korkarak göstericilere daha öteye
geçmemeleri için umutsuzca yalvardılar. Fakat nafileydi. Göstericiler sonunda tel örgüye vardı, sloganlarına devam ettiler
ve yeterli sayıya ulaştıktan sonra tel örgüye tırmanıp sökmeye
başladılar. Sınırın diğer tarafındaki Suriyeli yerli halk göstericileri sıcak bir şekilde karşıladı, onları kadınların zılgıtları arasında bağırlarına basıp öptüler. Çekim yapanlardan biri, kendisini
Culan Tepeleri’nden bir Suriyeli mülteci olarak tanıtan ve aynı
407
IRAK
Haifa Zangana
Arap başkentlerinin çoğunun merkezinde bir Tahrir Meydanı vardır. Bağdat da istisna değildir. 25 Şubat 2011 tarihinden
itibaren gösteriler ve sessiz nöbet eylemleri Bağdat’ın Tahrir
Meydanı’nda, yanı sıra diğer Irak şehirlerindeki -güneyde Basra, Kut ve Kerbela, kuzeyde Musul ve batıda Ramadi- benzer
meydanlarda gerçekleşiyordu. Kürdistan bölgesindeki Erbil ve
Süleymaniye’de gerçekleşenler, Arap Baharı tanımını genişletti, çünkü bu eylemlere Arapların yanı sıra Kürtler de katılıyordu. Mısır, Libya, Bahreyn, Yemen ve Suriye’deki protestolara
özgü özelliklerin Arap ülkeleri arasında belli benzersiz yönleri
olan Irak için geçerli olup olmadığı tartışma konusuydu. Arap
Baharı döneminde Irak, mezhebi ve etnik çatlakları kullanıp
derinleştiren parlamenter-başkanlık karması bir sistemi arkasında bırakan askeri işgalden çıkıyordu. Bu bölümde Irak protestolarının özgül özelliklerini inceleyeceğim. Bağdat’ın Tahrir
Meydanı’nın sembolik önemine, göstericilerin sosyal yapısına
ve siyasi iddialarına, karşılaştıkları zorluklara ve bu şiddet içermeyen protestolarla silahlı direniş ve isyan arasındaki ilişkiye
göz atacağım. Ayrıca protestocuların neleri başardığını ve geleceklerini nasıl gördüklerini inceleyeceğim.
408
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
NİÇİN TAHRİR MEYDANI?
Sahet et-Tahrir, Tahrir Meydanı, yani Kurtuluş Meydanı,
Bağdat’taki merkezi meydandır; Bab eş-Şarki, Doğu Kapısı diye
de bilinirdi.1 Adını, ünlü Iraklı ressam ve heykeltıraş Cevad Selim (1920-61) tarafından yapılan, Bağdat’ın en tanınan simgelerinden biri olan ünlü Nasb el-Hurriye’den (Özgürlük Anıtı) aldı.
1958’deki 14 Temmuz Devrimi’nden sonra dikilen anıt, Irak
halkının Britanya sömürgeci idaresinden kurtuluş mücadelesinden sahneleri betimler ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anıtlaştırır.
Anıt (50’ye 10 metre alanında ve 6 metre yüksekliğinde) Irak’ın
Sümer, Babil ve Asur köklerinden İslami döneme uzanan bir
ülke olarak tarihsel sürekliliğini tasvir eden 14 bronz rölyeften
oluşur. Bu rölyefler, mimar Rifat el-Çadırcı tarafından tasarlanmış bir fonda yükselir ve Britanya sömürgeciliğinin sona ermesini talep eden halkın -en meşhurları 1920 Devrimi’ndekilerle
1941’deki ve Portsmouth Anlaşması’nın geri çekilmesi ve hükümetin istifasını sağlayan 1948’deki gösteriler olmak üzere- protesto ve gösterilerinin pankartlarından esinlenmiştir. Özgürlük
Anıtı, Irak kolektif belleğinin bir parçası ve ulusal kimliğin bir
ifadesi olmuştur. Ulusal birliğin ve yabancı hegemonyasına karşı mücadelelerden miras kalan kültürün sembolüdür. “Iraklılığı”, müteakip rejimlerin ulusal sembolleri kendi ideolojilerine
göre yeniden tanımlama girişimlerine karşı koymuştur.
Sıradan insanların (bir şehidi bağrına basan kadın, bir siyasi tutsak, işçiler ve askerler, geleceği işaret eden bir çocuk)
temsiline ilaveten meydanı çevreleyen yerlerin adları, anıtın
önemine ilişkin algılamaların şekillendirilmesine katkıda bulunur. Sahet et-Tahrir, Cumhuriye (Cumhuriyet) Köprüsü, Kifâh
(Mücadele) Sokağı ve Nasr (Zafer) Meydanı’nı birbirine bağlayan meydandır. Anıtın kendisi, 1970’lerde bahçelerin pınarının
estirdiği serin meltemin tadını çıkartmak için genç Bağdatlı-
429
SUDAN
Khalid Mustafa Medani
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da 2010 yılında başlayan protestolar, Ortadoğulu ve İslami toplumların çoktandır devam
eden tarihdışı kavranışının ve Batı merkezli yanıltmacaların
örtbas ettiği bir dizi meseleyi öne çıkardı. Özel olarak, hem
ekonomipolitiği hem de kimlik odaklı siyasetleri kilit bir analiz
çerçevesindeki eski konumlarına getirmenin hayati önemini
gösterdiler. Bölgede “dayanıklı otoriteryenizm” (Schlumberger
2007) fikrine öncelik tanıyan geleneksel tez, uluslararası sermaye, iç ticari çıkarlar ve devletin ürkütücü güvenlik aygıtının
birleşik güçlerinin iktidarına meydan okuyan bölge çapında
bir sivil toplum tarafından çürütülmüştü. Bu olayların aynı zamanda önemli biçimlerde yeni bir analitik gündeme zemin
hazırlanmasına katkısı oldu. Sosyal bilimlerde, uzun zamandır
sosyal ve ekonomik sıkıntıların analizi merkezinde tabandan
gelen siyasi eylemliliklere odaklanan araştırmacılık, genellikle
disiplinler arasındaki sınırları kesen yan uğraşlar konumuna
itilmiştir. Bu protestoların gösterdiğiyse, yerel düzeydeki direnişin aslında genel ve devrimci siyasetin mekânı olduğudur.
Daha da spesifik olarak sosyal ağların, sınıf ve etnik tabanlı
eylemliliklerin gerçekten de devlet düzeyinde devrimci potansiyeli olan sonuçlar doğurabileceğini gösterdiler; her ikisi
de Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki sözüm ona kalıcı otoriter
rejimlerin siyasi tekelini sarsabilecek olan demokratikleşme ve
430
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
ayrılma da bu sonuçlar arasındadır.
Bu devrimci hareketler, çalışma alanının ve entelektüel dikkatin yereli, yanı sıra uluslararası düzeyi kapsaması gerektiğini
de bir kere daha teyit etti. Ekonomik küreselleşmeyi ve dış
güçlerin petrol zenginliği üzerine çekişmesini eleştirenlerin,
bölgede geniş tabanlı bir siyasi ittifaktan ziyade küçük ve elit
merkezli bir ideolojik topluluğu temsil ettiği görüşünün itibarı, onlarca yılın ekonomik kemer sıkma tedbirleri konusunda
“yaşanmış” deneyimlerini dile getirerek sokaklara çıkan binler
tarafından sarsıldı. Tunus’ta genç erkekler ve kadınlar, sadece
Avrupa pazarlarına ayarlanmış ve imalatta bölgesel merkezli
düşük vasıflı emeğe dayanan bir ekonomik modele karşı harekete geçtiler. Mısır’da hem hizmet sektörünün enformel işçileri
hem de formel emek, azgın kemer sıkma politikalarına karşı
örgütlendiler. Yemen ve Sudan’da da protestocular, antiterör
kampanyalarının farklı sosyal gruplardan insanları kapsayan
geniş bir toplum kesitinin yaşam olanaklarının ve siyasi özlemlerinin yıkıma uğramasına yol açmış olan istismarına karşı
başkaldırdılar.
“Marjinal” bir vaka olmak şöyle dursun, Sudan bu tarihi
protestoların periferisinde değil, tam merkezindeydi. Ülkenin
bölünmesi ve komşularındaki daha önce örneği görülmemiş
protestolar bağlamında hem Kuzey hem de Güney Sudan hükümetlerinin kendi iktidar partilerini dönüştürememeleri ve
muhalif grupları kapsayamamaları, bölünme ve çatışmaları
şiddetlendirmekte ve Kuzey Sudan’daki Darfur gibi ücra alanları ve yeni Güney Sudan ülkesine komşu Mavi Nil ve petrol
zengini Güney Kordofan eyaletleri gibi bölgeleri yabancılaştırmaktaydı. Bu gelişmeler birlikte düşünüldüğünde hem Kuzey
hem de Güney Sudan için parçalanma tehdidi oluşturuyorlardı. Devlet Başkanı Ömer Beşir’in Ulusal Kongre Partisi (UKP)
ve Güney Sudan’ın Salva Kir liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SHKH), kendi ülkelerindeki çatışmaların ana
Khalid Mustafa Medani
SUDAN
431
sebeplerine eğilmemişlerdi. Bunun yerine, Sudan’ın çeşitliliği
ve kimliği üzerine tartışmayı boğarak iktidara sımsıkı sarıldılar, bunun sonucu da yekpare bir otoriter devletin değil, iç
huzursuzluk ve çatışma tehdidi altındaki iki zayıf devletin kalıcılaşması ve hizipleşme oldu. Sudan örneğinde gelecekteki
siyasi gelişmelere ilişkin her analiz, ülkenin eşzamanlı olarak
köklü siyasi değişimler yaşamakta olan diğer Arap ülkeleriyle
benzerliklerini de zıtlıklarını da ele almak zorundaydı. Üstelik Tunus ve Mısır’da tanık olunanlara benzer bir demokratik
dönüşümün zorluklarını ve olanaklarını anlamak için ülkenin
tarihsel bölünmesinin kökenlerini ve sonuçlarını incelemek
hayati önemdedir.
ARAP AYAKLANMALARI BAĞLAMINDA SUDAN
Batı ve Arap medyasının dikkati Mısır’da Müslüman
Kardeşler’in devlet başkanı adayının tarihi zaferine odaklanmışken, 2012 yazında Hartum ve diğer başlıca Sudan kentlerinde yirmi yıldır tanık olunmamış çapta sokak protestoları
patlak verdi. Başlangıcında Hartum Üniversitesi öğrencilerinin başını çektiği hükümet karşıtı protestolar, el-Ubeyd, Kosti, el-Gadaref, Port Sudan, Ved Medani, ve Atbara’da ulusal
çaplı gösterilere esin kaynağı oldu. Protestolar 26 Haziran
2012’de Hartum Üniversitesi’nin şehir merkezindeki kampüsünden kadın öğrencilerin sokaklara çıkarak “Zamlara hayır”
ve “Özgürlük, özgürlük” sloganları atmasıyla başladı. Bu öğrenciler başlangıçta yüzde 35’lik toplu taşıma zammını protesto ettiler ve kampüsün her zaman hazır ve nazır Ulusal
İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı’nın (UİGT) varlığından “kurtarılması” çağrısında bulundular. Akabinde Hartum ve diğer
şehirlerde genişleyen bir siyasi gündemin sürüklediği günlük
protestolara tanık olundu. Tunus, Mısır ve Suriye’deki ayak-
465
YAZARLAR
Paul Amar, Santa Barbara California Üniversitesi Küresel
ve Uluslararası Çalışmalar Programı’nda doçenttir. Uzmanlık
alanları karşılaştırmalı siyaset, uluslararası güvenlik çalışmaları,
siyaset sosyolojisi, küresel etnografi, devlet teorileri ve cinsiyet, ırk ve postkolonyal siyaset teorileridir. Ortadoğu ve Latin Amerika’daki demokratik değişimlere odaklanarak Küresel
Güney’in megakentlerindeki yeni polis militarizasyonu, güvenlik yönetişimi, insani müdahale ve devletin yeniden yapılandırılması örüntülerinin köken ve kesişimlerinin izlerini sürmektedir. Radyo ve televizyonlarda düzenli röportajları yayınlanan
Amar’ın Jadaliyya, Al Jazeera Online, Courrier International,
Cairo Times, Frankfurter Allgemeine Zeitung ve diğer uluslararası haber yayınlarında yedi dilde yazıları çıkmaktadır. Yayımlanmış kitapları: The Security Archipelago: Human-Security
States, Sexuality Politics, and the End of Neoliberalism; Cairo
Cosmopolitan: Politics, Culture, and Urban Space in the New
Globalized Middle East (Diane Singerman ile birlikte); New Racial Missions of Policing: International Perspectives on Evolving
Law-Enforcement Politics; Global South to the Rescue: Emerging
Humanitarian Superpowers and Globalizing Rescue Industries
ve The Middle East and Brazil.
Shelia Carapico, Richmond Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası çalışmalar profesörü ve Kahire Amerikan
Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesidir. Middle East Report
dergisi yazarlarından, Political Aid: Paradoxes of Democracy
Promotion in the Middle East ve Civil Society in Yemen: The
466
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
Political Economy of Activism in Modern Arabia kitaplarının
yazarıdır. Amerikan Yemen Çalışmaları Enstitüsü’nün (American Institute for Yemeni Studies) başkanı olan Carapico, Yemen
siyaseti ve toplumu, Arap eylemciliği ve Ortadoğu siyaseti üzerine kapsamlı olarak yazmaktadır.
Nouri Gana, Los Angeles California Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat ve Yakın Doğu dilleri ve kültürleri bölümlerinde öğretim görevlisidir. Kanada Sosyal Bilimler ve Beşeri
Bilimler Araştırma Konseyi Doktora Sonrası Bursu ve Michigan
Üniversitesi (Ann Arbor) Rackham Lisansüstü Okulu Fakülte
Araştırma Bursu’nun yanısıra birçok ödül almıştır. Halen Arap
çağdaşlığının duygu politikası üzerine bir kitap yazmakta ve
Arap romanının düşünce tarihi ve çağdaş önemi konulu bir
İngilizce makale derlemesini yayıma hazırlamaktadır.
Toufic Haddad, Between the Lines: Readings in Israel, the
Palestinians, and the U.S. “War on Terror” ve Towards a New
Internationalism: Readings in Globalization, the Global Justice
Movement, and Palestinian Liberation kitaplarının ortak yazar
ve editörüdür. Filistin-İsrail çatışması üzerine yazıları The National, Al Jazeera English, Journal of Palestine Studies, Monthly
Review Zine, Znet, CounterPunch, Jadaliyya, Al Akhbar, International Socialist Review ve Socialist Worker gibi çok sayıda
basılı yayın ve çevrimiçi haber sitesinde yayımlanmıştır. Halen Londra Üniversitesi Şark ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda
(School for Oriental and African Studies - SOAS) kalkınma çalışmaları alanında doktora yapmaktadır.
Adam Hanieh, Londra Üniversitesi Şark ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) kalkınma çalışmaları alanında ders
vermektedir. Araştırmaları, Ortadoğu’nun ekonomi politiği ve
bölgede devlet ve sınıf oluşumu süreçlerine yoğunlaşmıştır. Ca-
YAZARLAR
467
pitalism and Class in the Gulf Arab States [Körfez Ülkelerinde
Kapitalizm ve Sınıf, Nota Bene Yayınları, 2012] ve Lineages of
Revolt: Issues of Contemporary Capitalism in the Middle East
kitaplarının yazarıdır. Ortadoğu üzerine araştırma ve yorumları
Journal of Palestine Studies, Capital & Class, Historical Materialism, Studies in Political Economy, Monthly Review, Middle East
Report, Jadaliyya, Znet ve birçok çevrimiçi ve basılı yayında
yayımlanmıştır. Historical Materialism dergisinin yayın kurulu
üyesidir.
Toby C. Jones, Rutgers Üniversitesi’nde tarih doçentidir. Suudi Arabistan ve Bahreyn’de birkaç yıl olmak üzere
Ortadoğu’da yaşamış ve Ortadoğu üzerine kapsamlı olarak çalışmıştır. 2008-2009 yıllarında Princeton Üniversitesi’nin Petrol,
Enerji ve Ortadoğu projesinde yer aldı. 2004 ile 2006 yılları
arasında Uluslararası Kriz Grubu’nun (International Crisis Group) Basra Körfezi siyasi analisti olarak çalıştı. Çalışma alanları
çevre, enerji ve bilim ve teknoloji tarihine yoğunlaşmıştır. Desert Kingdom: How Oil and Water Forged Modern Saudi Arabia
kitabının yazarıdır ve şimdilerde America’s Oil Wars adlı yeni
kitabı üzerinde çalışmaktadır. International Journal of Middle
East Studies, Journal of American History, Middle East Report,
Raritan Quarterly Review, The Nation, The Atlantic, Arab Reform Bulletin ve New York Times gibi çeşitli yayınlar için yazılar
yazmıştır. Middle East Report dergisinin yayın kurulu üyesidir.
Anjali Kamat, Al Jazeera English kanalında yayınlanan
güncel gelişmeler belgesel programı Fault Lines’ın yapımcı ve
muhabiridir. Filmleri arasında Punishment and Profits: Immigration Detention ve Battle for the Sinai yer alır. 2007’den 2011’e
kadar bağımsız televizyon ve radyo programı Democracy Now!
için yapımcı/muhabir olarak çalıştı ve ayaklanma sırasında birçok kez Libya’ya gitti. Yazıları Huffington Post, Jadaliyya, The
468
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
Progressive, OPEN Magazine, The Hindu ve Economic and Political Weekly gibi çeşitli yayınlarda çıktı.
Khalid Mustafa Medani, McGill Üniversitesi’nde siyaset
bilimi ve İslam araştırmaları doçentidir. Son yayınları arasında
“The Horn of Africa in the Shadow of the Cold War: Understanding the Partition of Sudan from a Regional Perspective”
(Journal of North African Studies), “Strife and Secession in Sudan” (Journal of Democracy) ve “Informal Networks, Economic
Livelihoods and the Politics of Social Welfare: Understanding
the Political Consequences of the War on Terrorist Finance”
(UCLA Journal of Islamic and Near Eastern Law) bulunuyor.
Middle East Report dergisinin yayın kurulunda yer almaktadır.
Joining Jihad: Black Markets, Militants, and Clans adlı kitabı
yayımlanmak üzeredir.
Merouan Mekouar, York Üniversitesi sosyal bilimler fakültesinde doçenttir. Foreign Policy, Open Democracy ve Les Cahiers
du Cérium (Université de Montréal) dergilerine yazmaktadır ve
Beyond the Arab Spring: Authoritarianism and Democratization
in the Arab World kitabındaki bir makalenin Prof. Rex Brynen
ile birlikte ortak yazarıdır. Halen “Why Small Things Matter? The
Micro-dynamics of Informational Cascades in North Africa” adıyla yayımlanacak bir monografi üzerinde çalışmaktadır.
Maya Mikdashi, New York Üniversitesi Hagop Kevorkian Yakın Doğu Çalışmaları Merkezi’nde yüksek lisans çalışmaları yöneticisi ve öğretim üyesidir. About Baghdad belgeselinin yönetmenlerinden ve Jadaliyya sitesinin editörlerindendir.
Jadaliyya’da yayımlanan makalelerinin yanı sıra “Queering Citizenship, Queering Middle East Studies” (International Journal
of Middle East Studies özel sayısı) ve “What Is Settler Colonialism?” (American Indian Culture and Research Journal özel
YAZARLAR
469
sayısı) yayınlarının yazarıdır. Da‘wa Secularism and Religious
Conversion: Practicing Citizenship in Contemporary Lebanon
adlı kitabı üzerinde çalışmaktadır.
Paulo Gabriel Hilu Pinto, Boston Üniversitesi’nde antropoloji doktorası yaptı. Brezilya’nın Fluminense Federal
Üniversitesi’nde antropoloji profesörü ve üniversitenin Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin yöneticisidir. 1999’dan beri Suriye’de
ve 2003’ten beri Brezilya’daki Müslüman cemaatleri ile ilgili
saha çalışmaları yürütmektedir. Günümüz Suriye’sinde Sufilik
ve diğer İslam biçimleri ve Brezilya’daki Arap etnisitesi ve Müslüman cemaatler hakkında çeşitli makale ve kitapların yazarıdır.
Vijay Prashad, Lübnan’da Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde
Edward Said Kürsüsü’nde misafir öğretim üyesidir. En son The
Poorer Nations: A Possible History of the Global South (LeftWord, 2013) kitabı yayımlanmıştır. (Prashad’ın Türkçeye çevrilen ilk kitabı Arap Baharı, Libya Kışı 2012’de Yordam Kitap
tarafından yayımlanmıştır – y.n.)
Jillian Schwedler, Faith in Moderation: Islamist Parties in
Jordan and Yemen ve baskıya hazırlanan Protesting Jordan:
Space, Law, Dissent kitaplarının yazarı ve Policing and Prisons
in the Middle East kitabının (Laleh Khalili birlikte) editörüdür.
Makaleleri World Politics, Comparative Politics, Middle East Policy, Middle East Report, Journal of Democracy ve Social Movement Studies’de yayımlanmıştır. Middle East Report, Jadaliyya, Al Jazeera English ve Middle East Channel’a düzenli olarak
yazmaktadır. Middle East Report dergisini yayımlayan Middle
East Research and Information Project’in (MERIP) eski yayın
kurulu üyesi ve yönetim kurulu başkanı olan Schwedler Ürdün,
Yemen ve Mısır’da araştırmalar yürütmüş ve bölgenin birçok
yerine seyahat etmiştir.
470
ARAP BAHARI’NDAN KESİTLER
Ahmad Shokr, New York Üniversitesi’nde Ortadoğu tarihi üzerine doktora yapmaktadır. Arap Studies Journal’ın kitap
eleştirisi editörü ve Egypt Independent’ın eski editörüdür. Yazıları Middle East Report, Jadaliyya ve Economic and Political
Weekly’de çıkmaktadır. 2011 ayaklanması sırasında Libya’ya çeşitli defalar seyahat etmiştir.
Susan Slyomovics, Los Angeles California Üniversitesi’nde
antropoloji ve Yakın Doğu dilleri ve kültürleri profesörüdür.
Kitapları arasında The Object of Memory: Arab and Jew Narrate
the Palestinian Village; The Performance of Human Rights in
Morocco; Waging War and Making Peace: The Anthropology of
“Reparations” ve Clifford Geertz in Morocco bulunuyor.
Haifa Zangana, Iraklı yazar ve eylemci. Uluslararası Çağdaş Irak Araştırmaları Derneği (International Association of
Contemporary Iraqi Studies -IACIS) kurucu üyesi ve Irak Kadın
Dayanışması kurucularındandır. Birleşmiş Milletler Batı Asya
Ekonomik ve Sosyal Komisyonu’nda toplumsal cinsiyet ve
sosyal meseleler konusunda danışmandır. El-Kuds el-Arabi’ye
haftada bir köşe yazısı yazmakta ve Irak edebiyatı ile kadın
meseleleri üzerine ders vermektedir. Üç romanı ve kısa öykü
kitapları yayımlanmış, Irak çalışmalarından Arap edebiyatı, sineması ve kültürüne kadar değişen konularda çeşitli deneme,
makale ve kitap eleştirileri yazmıştır. Yayınları arasında Torturer in the Mirror; Women on a Journey: Between Baghdad
and London; City of Widows: An Iraqi Woman’s Account of
War and Resistance ve Dreaming of Baghdad bulunmaktadır.
(Bağımsız Birleşik Irak İçin Kadın Dayanışması hakkında daha
fazla bilgi için bkz. http://solidarityiraq.blogspot.com)
471
TEŞEKKÜRLER
Adanmış akademisyen ve siyasi çözümlemecilerden oluşan
bu üstün nitelikli ekibi bir araya getirerek bu kapsamda bir
derleme yayımlamak için birlikte çalıştığımız süre son derece
heyecan verici ve aydınlatıcı oldu.
İlk olarak bizi, kitabın iki editörünü 2010’da Amerikan
Araştırmalar Derneği toplantısında buluşturduğu ve 2011’de
Arap ayaklanmaları dalgası başladığında “behemehal” birlikte
bir kitap yapmamızı önerdiği için New York Üniversitesi’nden
Lisa Duggan’a teşekkür ederiz. Adını vermediğimiz çok sayıda
okur ve eleştirmene, taslağın bütününü ya da bölümlerini okumaya zaman ayırarak kitapta önemli düzeltmeler yapılmasını
sağlayan çok değerli yorumlar getirdikleri için teşekkür ederiz. Fawwaz Trabulsi, Haider Abdul, Amr Abdelrahman, Mozn
Hassan, Ahmed Shukr, Hesham Sallam, Bassam Haddad, Omar
Dahi, Mayssun Sukarieh gibi adlarını verdiğimiz başka okurlara
kitabın belli bölümlerini didik didik ederek hayati katkılarda
bulundukları için borçluyuz. Mısır’da müzik ve milliyetçiliğin
toplumsal tarihi konusundaki zevkli ve sezgili tezini yazarken
bu kitabın düzeltisini, redaksiyonunu, kaynakça düzenlemesini
gözünü kırpmadan üstlenen ve uzman işi bir araştırma asistanlığı sunan Tess Popper’a özel teşekkürlerimizi iletiyoruz. Son
olarak dostluk dolu, parıltılı, verimli çalışmaları için yayıncılarımıza, LeftWord Books’tan Sudhanva Deshpande (Delhi) ile
University of Minnesota Press’ten Richard Morrison’a (Minneapolis) derin şükranlarımızı sunuyoruz.