SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ ALAN BİLİM, TEKNOLOJİ TOPLUMSAL DEĞİŞME Konu Anlatımı 0 [MURAT CİVELEK] [İletişim: civelek.murat@gmail.com & http://www.rehberlik.biz.tr] BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 1. ÜNİTE – TOPLUMSAL DEĞİŞİME GİRİŞ Bu tür bir küreselleşme çağımıza özgü olup, tarih içinde Roma, Moğol ve Osmanlı gibi imparatorlukların öncülüğünde yaşanan kısmı küreselleşmeden çok farklıdır ve günümüz de buna büyük şirketler öncülük etmektedir. 1. ÜNİTE - BİLİM VE TEKNOLOJİNİN SOSYAL DEĞİŞİME ETKİSİ 1.1.Değişme: Önceki durumdan farklılaşmayı veya başkalaşmayı ifade eder. Değişme, bilimsel ve nesnel bir kavram olarak, hiçbir yön ifade etmez ve iyilik, kötülük gibi değer yargısı taşımaz. Değişme kavramı, iyiye ya da kötüye doğru bir farklılaşmayı içermez. Bugün küreselleşme, dünya çapında sosyal değişmeleri tetikleyerek, bir yandan benzer yapı ve ilişkilerin kurulmasına yol açarken, diğer yandan her ülkeyi hafıza mekânlarını yeniden saptama ve bir sonraki kuşağa aktarma çalışmalarına teşvik etmektedir. Önümüzdeki on yıllarda pek çok ulusdevletin dili ve kültürünün müzelerde çiplerde saklanacağı ve ölü bir kültür muamelesi göreceği düşünülürse, bu telaş daha iyi anlaşılabilir. Değişmede, hem büyüme, gelişme, ilerleme hem de gerileme, bozulma, çözülme gibi doğrultu (yön) ifade eden değer yargıları yoktur. Bu yönüyle değişme sosyal bilimlerin en temel nötr kavramlarındandır. Buna karşılık ilerleme, gelişme, gerileme, modernleşme, evrim kavramları iyiye veya kötüye doğru yön belirttiklerinden bir değer yargısı içerirler. Sosyal bilimlerde “Hafıza Mekânları” kavramını ilk kullanan kişi Fransız tarihçi Pierre Nora’dır. Nora’ya (2006) göre hafıza mekânı, “herhangi bir toplulukta, insanların iradesiyle ya da zamanla, ortak hafıza malına eklenerek, simgesel öğe haline getirilen maddi ya da fikri düzeydeki her anlamlı birim” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, hafıza mekânları düşüncesi; coğrafi yerleri, önemli kişileri ve onların cenaze törenlerini, önemli tarihi günleri, anıtsal binaları, tarihsel olayları, anıtları, kitapları ve ansiklopedileri, savaşları, bayramları, güzel sanatlar eserlerini, anma programlarını, amblem ve sembolleri, görüntüleri içermektedir. Görüldüğü gibi, Nora, bu kavramı sadece “yer” ifadesinin çok ötesine taşımaktadır. Bir ülkenin hafıza mekânlarının, sosyal değişmeye bağlı olarak yeniden üretilen unsurlar kadar, hem de sürekli bir varlığa sahip unsurlardan oluştuğuna dikkat edilmelidir. Mesela; nüfus artışı kimine göre gelişme kimine göre gerilemedir; ama bu artış herkese göre bir değişmedir. Hiçbir toplum statik, hareketsiz ve durağan değildir. İnsanlığın, dünya üzerindeki uzun yürüyüşleri göz önüne getirildiğinde M.Ö. 10 bin yıllarında "Neolitik Devrim" ile hızlı bir değişme dönemi yaşandığı ve ondan sonra toplumsal yapılarda uzun süre yavaş bir değişme sürecine girildiği anlaşılmaktadır. Ancak hastalıklar, depremler, savaşlar ve göçlere bağlı olarak demografik yapının sürekli değiştiği ve kültürlerin alışveriş içinde olduğu bir gerçektir. Son dört yüz yıl içinde Haçlı Seferleri, Rönesans, Reform, Coğrafi Keşifler, Aydınlama Çağı, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi gibi olayların yol açtığı sanayileşme ve kentleşme ile birlikte Avrupa kıtası, dünya tarihinde etkin bir konuma geldi. 1750'lerden sonra yaşanan birinci dalga Sanayi Devrimi ile Batı Avrupa, hızlı değişim sürecine girmiş, ham madde ve pazar arayışı içinde dünya siyasetinde daha aktif bir rol almıştır. I. ve II. Dünya Savaşları askeri teknolojinin gelişmesine yol açtı. II. Dünya Savaşı'nın arkasından yorgun düşen Avrupa devletleri ve özellikle İngiltere, dünya tarihindeki etkin rolünü yitirmiş, siyasi, ekonomik ve askeri güç Amerika Birleşik Devletlerine geçti. Almanya'nın yenilgisinin ardından ABD'ye ve Sovyet Rusya'ya giden Alman bilim insanları, uzay çalışmalarını ilerletmişler, V-1 ve V-2 füzeleri daha da geliştirerek, uydu teknolojisinin alt yapısını attılar. 1.2.Toplumsal değişme: Toplumsal ilişkilerde, kurumlarda ve tabakalaşma biçimlerinde kısacası toplumsal yapılarda meydana gelen değişimdir. Yani bir toplumsal yapıdan başka bir toplumsal yapıya geçiştir. Toplum yapısı, kültürel yapı özellikleri ile (nüfus, sosyal tabakalaşma) fiziki yapı unsurlarının (yerleşim tarzı gibi.) birleşiminden oluşur. Mesela; geniş aile yapısından çekirdek aile yapısına geçiş, sosyalist ekonomik sistemden kapitalist ekonomik sisteme geçiş birer toplumsal değişmedir. Sosyologların incelediği temel sosyo-kültürel değişmeler şunlardır: toplumsal rol ve statülerdeki değişimler, ekonomi ve üretim ilişkilerindeki değişimler, nüfus artış hızındaki değişimler, eğitim, din, sanat kurumlarındaki değişimler, aile ve akrabalık ilişkilerindeki değişimler, gelenek ve göreneklerdeki değişimler, teknolojik değişmeler, dilde değişimler, kişilik yapılarındaki değişimler, tutum ve değerlerdeki değişimler vb. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının arkasından, askeri amaçlara hizmet eden bu uydu ve internet teknolojilerinin demokratikleşmesine yani sivil amaçlarla kullanılmasına bağlı olarak insanoğlu, tarih boyunca görülmemiş hızlı bir iletişim devrimi yaşamış ve sosyal bilimler "küreselleşme" denen bir olgu ve kavram ile karşı karşıya gelmiştir. 1 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 1. ÜNİTE – TOPLUMSAL DEĞİŞİME GİRİŞ 1.3.1. Toplumsal Değişmeyi Etkileyen Faktörler 1) Fiziki çevre faktörü: İklim özellikleri (kuraklık, soğuk, sıcak olması), doğa ve afet olayları (deprem, tsunami, su baskınları), yeryüzü şekilleri (arazinin dağlık, engebeli, düz olması), toprağın özelliği (verimli olup olmaması), yeraltı ve yer üstü zenginliklere sahip olup olmaması vb. insanların yaşantıları üzerinde birçok etkide bulunurlar. Mesela; Eskimoların tüm hayatını, iklim şartlarına göre düzenlemesi. Uyarı: Belli bir zaman ve mekândaki toplumda sosyal değişimi incelerken, her biri tek tek ele alınmalı ve aralarındaki etkileşime de bakılmalıdır. Toplumsal değişme, toplum yapısının temel alanlarında var olan ilişkilerde ortaya çıkan farklılıklardır. Sosyologlar, toplumsal değişmeye yol açabilen diğer faktörlerle etkileşim içinde birden çok faktörün varlığını kabul ederler. Buna göre, toplumsal değişmeyle ilgili aşağıda verilen ifadelerden hangisi yanlıştır? 2) Ekonomi: Benimsenen ekonomik sistemler, üretim, tüketim ilişkileri ve işbölümünün niteliği, enflasyon, deflasyon gibi yapısal bozukluklar toplumsal değişmeyi etkiler. Mesela; ekonomik krizler işsizliğin artmasına, bilim ve teknolojide durgunluklara, sosyal patlamalara, göç olgusunun ortaya çıkmasına veya artmasına neden olmaktadır. 3) Bilim ve Teknoloji faktörü: Teknoloji, insanların doğa üzerindeki egemenliğini arttırarak işbölümü, otomasyon, şehirleşme vb. sağlayarak büyük değişmelere neden olmuştur. İnsan ilişkilerini, normları, kurumları, değerleri, düşünüş biçimlerini ciddi düzeyde etkileyerek değiştirmiştir. Mesela; makineleşmenin kentleşmeye, kentleşmenin de kadının iş hayatına atılmasında etkili olması gibi. A) Doğal çevre bir toplumun ve kültürün karakterine etki ederek değişime yol açar. B) Nüfusun büyüklüğü, toplumsal ilişkiler üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğundan değişmeye yön verir. C) Düşünceler, ideolojiler ve inanç sistemleri toplumsal ihtiyaçların belirlenmesi ve onların karşılanmasında rol oynayarak değişmeyi hızlandırır. D) Toplumsal değişmeyi hedefleyen kolektif hareketler, toplumsal değişmenin itici güçleri arasındadır. E) Köy, kabile ve din gibi yaygın yapılara yönelik duygusal ve değerlendirici yönelimlerin güçlü ve olumlu olması, toplumsal ve kültürel değişmeyi hızlandırır. 4) Demografi faktörü: Nüfusun miktarındaki, yapısındaki ve niteliğindeki (eğitim seviyesi, çalışanların sayısı, cinsiyet dağılımı vb.) değişmeler toplumsal değişmeden bağımsız değildir. Mesela; hızlı nüfus artışı, ekonomik büyümeyi engellemekte, insanların milli gelirden daha az pay almalarına neden olabilmektedir. 5) Demokratikleşme: Demokrasinin egemen olduğu toplumlarda toplumsal değişim daha sağlıklı ve planlı bir şekilde gerçekleşir. 1.3. Sosyal değişme, Genel Kuramlar ve Faktörler Bazı düşünürler, sosyal değişimi bir takım kuramlarla açıklamaya çalışmışlardır. Tarih içinde oluşan sosyal değişmeleri açıklamak için pek çok kuram ileri sürülmüştür. Bunlardan bazıları şunlardır; 1) 2) 3) 4) 5) 6) 6) Kültür faktörü: Toplumların değerleri, normları, örf ve adetleri, alışkanlıkları, inançları vb. birer kültür unsuru olarak değişmeyi etkiler. Özellikle evrensel maddi kültür unsurları, toplumların kültürünü olumlu ya da olumsuz değiştirmektedir. Orijinal durumdan çöküş kuramı Döngüsel değişim kuramı Sürekli sosyal ilerleme kuramı Marx'ın tarihsel materyalizmi Evrim kuramları (Sosyal Darvinizm) Sosyo-biyolojik kuramlar 7) Kitle iletişim araçları: Teknolojik boyutu yüksek olan kitle iletişim araçları bilgi akışını hızlandırarak, bilgi çağına geçişte etkili olmuştur ve insanlar arasındaki etkileşimi artırmıştır. Kitle iletişim araçları sayesinde toplumların yapıları birbirlerine benzemeye başlamıştır. Tüketim alışkanlıklarının oluşturulması, beğenilerin, ilgilerin oluşturulması kitle iletişim araçları sayesinde olmaktadır. Kongar, bunları, büyük boy kuramlar (organizmacı, evrimci, diyalektik), orta boy kuramlar (yapısalfonksiyonel modeller, çatışma kuramları), küçük boy kuramlar (sosyal psikolojik ve psikolojik kuramlar) olarak sınıflandırmaktadır. Tezcan’da bunları evrimci kuramlar ve çatışmacı kuramlar başlığı altında incelemektedir. 8) İnsan faktörü: İnsanları yönlendirebilen insanlar (özellikle liderler, askerler) toplumsal değişimde etkilidirler. Mesela; Atatürk, Gandhi. 2 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 1. ÜNİTE – TOPLUMSAL DEĞİŞİME GİRİŞ 9) Modernleşme: Modernleşme geniş kapsamlı bir değişim sürecidir. Modernleşme; toplumların yaşadıkları çağın niteliklerine ve gerekliliklerine sahip olabilmeleri adına tüm yapılarında değişim göstermesidir. Bazı bilim adamları (Antropolog Margaret Mead, arkeolog Gordon Childe, sosyolog William Ogburn) toplumsal değişimi açıklamada teknolojiye büyük önem verirken, bunun tersi görüşler de (Weber) vardır. Weber değişimi ve teknolojiyi başlatanın ideoloji ve fikir olduğunu ileri sürerek toplumsal değişmede kültür faktörünü ön plana çıkarmıştır. Kültürü maddi ve manevi kültür olarak ikiye ayırarak, maddi kültürün manevi kültürün yaratıcılığıyla doğduğu savunulmuştur. Yani teknik, belirli bir kültürün ürünü sayılmıştır. Bu nedenle tekniği (dolayısıyla teknolojiyi) yaratan kültürü göz önüne almadan temel belirleyici faktör olarak ele almak yanlış ve eksik olarak sayılmıştır. Modernleşme; azgelişmiş ülkelerin, sosyal, siyasal, ekonomik, bilimsel, kültürel vb. bakımdan kendilerinden daha ileri derecede olan ülkelerin modelini benimsemeleri ve onlara benzeme sürecidir. Modernleşmede; bilim, teknoloji, ekonomi vb. alanlarda daha ileri kabul edilen ülkelerin etkisi çok fazladır. Modernleşme özellikle gelişmiş ülkelerdeki yeniliklerin taklit edilmesi ya da benimsenmesi esasına dayanır. Daha çok yönetici elitler tarafından gerekli görülen planlı bir toplumsal değişmedir. Günümüzde toplumsal değişmede teknolojinin önemini vurgulayanlardan biri de Jared Diamond’tur. Ona göre sosyal unsurların en önemlilerinden biri teknolojik ilerlemedir. Yeni bir teknolojinin benimsenmesi ekonomik ilişkilerde dengesizliğe yol açmaktadır. Bu da iktidarın sosyal dengesini değiştirmekte, böylece sosyal değişme olmaktadır. Son yıllarda iletişim sektöründeki teknolojik gelişmelerle dünya adeta küçük bir köye dönüşmüştür. 10) Küreselleşme (Globalleşme): Ulusal düzeydeki bütün faaliyetlerin dünya düzeyine aktarılması (uluslararası) bir niteliğe kavuşmasıdır. Küreselleşme; ülkelerin sahip oldukları milli ve manevi değerlerin dünya ölçeğinde yayılması, farklılıkların bir bütünlük ve uyum içinde ortadan kalkması ve dünyanın “küresel bir köy” haline gelmesidir. Küreselleşme, bir toplumun dünyaya açılması ve dünya ile bütünleşmesi olarak da tanımlanmaktadır. 1.5. Toplumsal Değişme Tipleri 1) Serbest toplumsal değişme: Herhangi bir müdahale olmadan kendiliğinden meydana gelen değişmedir. Planlı, programlı olarak oluşturulmazlar. Bu değişimler, nüfus artışı, bilim ve teknoloji alanındaki yenilikler, kitle-iletişim araçlarının gelişmesi, üretim artışı, turizm, yabancı bir kültürle yapılan temaslar gibi etkenlerle ortaya çıkar. Özellikle bilginin küresel düzeyde paylaşılması ve yayılması küreselleşme olgusunun ortaya çıkmasında temel etkenlerden biridir. Toplumsal kimliğin, aidiyet bağının çözülmesi gibi olumsuz etkilerinin yanında; nitelikli insan yetiştirilmesi, mevcut uygarlığın yeniden şekillendirilmesi, başta eğitim ve sağlık olmak üzere toplumlar arası paylaşımın artması gibi olumlu etkileri de vardır. 2) Müdahale yoluyla toplumsal değişme: Değişmeye belli yönlerde ve belli şekillerde müdahale edilen sosyal değişmelerdir. Bu demokratik planlı bir müdahale olabileceği gibi, baskı yoluyla değiştirme de olabilir. Bu değişim iki türlüdür: 11) Çatışma: Karl Marx’a göre toplumsal değişmede en önemli faktör üretim araçlarının ve buna bağlı olarak üretim ilişkilerinin değişmesidir. Marx’a göre, toplumsal değişmenin nedeni toplumu oluşturan sınıflar arasındaki çatışmadır. Toplum, sınıflar çatışırken çeşitli aşamalardan geçer. Her aşamada çatışan sınıflar değişir. Sonuçta sınıfların ve çatışmanın ortadan kalkmasıyla toplum dengeye ulaşır. a) Demokratik planlı değişme: Bir program çerçevesinde toplumsal hayata müdahale edilerek yapılan değişmelerdir. Değişmenin istenilen yönde ve belirli bir sürede gerçekleştirilmesi planlı ve programlar aracılığıyla yapılır. Demokratik yollarla değişme, şiddeti ve terörü içermez. Mesela; beş yıllık kalkınma planı, nüfus planlaması. 1.4. Bilim ve Teknoloji Faktörü Bütün toplumsal değişme kuramlarında teknoloji önemli bir faktör sayılmıştır. Bilim doğa kanunlarının araştırılması, teknoloji de hayatı kolaylaştırmak için bu kanunları maddi hayata uygulamak olarak tanımladığımız da bilim ve teknoloji ancak 19.yy’da yan yana gelebilmiştir. Bu nedenle bu yüzyılda insanoğlu, tarihin hiçbir döneminde şimdiye kadar olmamış bir icat ve patent yoğunluğu yaşamıştır. b) Baskı yoluyla değişme: Değişmenin zorla sağlanmaya çalışıldığı değişimlerdir. Bir takım kısıtlanmalar getirilir. Baskı yoluyla değişme tek bir karar mekanizmasının (bir liderin, grubun veya bir devlet organının) hazırladığı planlı ve programların uygulanması ile gerçekleşir. Mesela; Bulgaristan’daki Türk vatandaşlarının ana dillerini konuşmalarının yasaklanması. 3 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 2. ÜNİTE – PALEOLİTİK, NEOLİTİK VE İLKÇAĞ Kısacası ateş “ısınma, aydınlanma, yiyecekleri pişirme, madenlerin işlenmesi, haberleşme, çanak çömlek yapımı ve yırtıcı hayvanlardan korunma aracı” olarak kullanılmıştır. 2. ÜNİTE – PALEOLİTİK, NEOLİTİK, İLKÇAĞDA BİLİM, TEKNOLOJİ VE SOSYAL DEĞİŞİM 2.1. Paleolitik Dönem (Eski Taş Çağı, Kaba Taş) İnsanlık tarihinin bilinen en eski ve uzun çağıdır. Teknik ve kültürel özellikler açısından 3 bölümde incelenebilir. 2.2. Mezolitik (Yontma Taş) Çağ Paleolitik Çağ ile Neolitik Çağ arasında bir geçiş dönemidir. Bazı bilim adamları Mezolitik dönem ayrımını yapmayarak doğrudan doğruya Paleolitik dönem tanımını kullanırlar. Alt Paleolitik: Çakıl taşından yapılan aletlerin kullanıldığı dönemdir. Homo Habilis (ilk insan türü), Homo Erectus, Homo Heidelbergensis insanların yaşadığı dönemdir. Orta Paleolitik: Kazıyıcı ve sivri uçlu aletler, ağaç, sap ve çubuklara takılabilecek şekilde geliştirilmiştir. Homo Neandertal insan bu dönemde yaşamıştır. Üst Paleolitik: Zıpkınlar geliştirilmiş, fildişi kemik ve boynuz gibi nesneler alet yapımında kullanılmış, heykelcik yapımı ve mağara sanatı gelişme göstermiştir. Homo Sapiens insan dönemidir. Bu dönemin teknolojisini üçgen, trapez, dikdörtgen, kare biçimli çakmak taşından yapılmış minik mikrolit aletler temsil etmektedir. Bunlar ok uçları olarak veya yabani tahılları kesmek için orak yapımında kullanılmıştır. Alet yapımında kullanılan ham madde genellikle çakmak taşı ve obsidyendir (Obsidyen Lav veya cam taşıdır). 2.3. Neolitik Dönem (Yeni Taş Çağı, Cilalı Taş) Neolitik dönem, insanların yerleşik hayata geçişlerini ve buna bağlı olarak da hayvan evcilleştirmeyi ve yetiştirmeyi sembolize eder. Bu dönemde yeryüzü buzullarla kaplıdır ve insanlar tamamen doğaya bağlıdır. Bu nedenle insanlar daha çok temel ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatta kalmak için mücadele vermiştir. İnsanların geliştirmeye çalıştığı şeyler avcılık ile ilgili araç-gereçlerdi. Bu dönemde kullanılan araç-gereçler genellikle basit düzeyde av aletleriydi. Paleolitik dönemde de insanların tohum ekme ve yetiştirme konusunda bilgi sahibi olmalarına karşın uzun süre bunu kullanmamışlar ve göçebe yaşamışlardır. Bu dönemin en önemli keşfi ise ateşin bulunmasıdır. Ateşin bulunması insanlık tarihi açısından dönüm noktalarından biri olarak sayılmaktadır. M.Ö. 10.000’li yıllardan itibaren insan tarafından yetiştirilmiş ve evcilleştirilmiş bitki ve hayvanlara dayalı toplumlar dünyanın farklı yerlerinde birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmışlardır. 2.1.1. Ateşin keşfi İnsanın ateşle tanışması ve ateşi kullanmaya başlaması M.Ö. 500.000’li yıllara kadar temellendirilebilir. Ateş’in keşfedilmesiyle insan hayatında şu değişiklikler oldu: Paleolitik dönemden çıkış iki yolla sağlanmıştır. Toplayıcılıktan tarıma geçmek Avcılıktan sürü besiciliğine geçmek Bu geçiş toplumlarda coğrafi koşulların durumuna göre farklılık göstermiştir. İnsanoğlu çevreye tutsaklıktan kurtulmuştur. Ateşin bulunmasıyla araç-gereç yapmak iyice kolaylaşmış, avcılıkta silah aracı olarak kullanılmaya başlanmış ve doğada özellikle yırtıcı hayvanların saldırılarından korunmak isteyen insanlar için bir koruma aracı haline gelmiştir. Böylece insanların diğer canlılara karşı üstünlüğü gerçekleşmeye başlamıştır. Yakılan kamp ateşi sayesinde sosyalleşmenin boyutu değişmiştir. İnsanların iletişim becerileri (dil) gelişmiştir. Barınma ve ısınma olanakları gelişmiştir. Geceleri hareket imkânı sağlanmış ve geceleri de insanlar avlanmaya başlamışlardır. Ateş, zamanla çanak çömlek yapımında önemli aşamalar kaydedilmesini sağlamış, ilerleyen dönemlerde madenlerin eritilip şekil verilebilmesinin önünü açmıştır. Beslenme alışkanlıkları değişmiş ve insanlar yiyeceklerini pişirerek yemeye başlamışlardır. 2.3.1. Neolitik Dönem’de Tarım ve Ticaret Neolitik dönemin en önemli özelliği yerleşik hayata geçiştir. Yerleşik hayata geçişin temel sebebi ise tarımsal üretim ilişkilerin yoğunlaşmasıdır. Tarımla uğraşan topluluklar kaçınılmaz olarak toprağa bağlanarak yerleşik hayata geçmek zorunda kalmışlardır. Buğday, arpa ve yulaf gibi yabani tohumlar ekilerek ürün alınmıştır. Tarımsal üretimi kolay yapabilmek için de su kaynaklarına yakın olunmaya çalışılmıştır. Bu nedenle Neolitik dönemdeki yerleşimler genellikle suya yakın bölgelerde kurulmuştur. Yerleşik hayata geçişle beraber insan üretici durumuna ulaşmış ve kendi besinini üretmeye başlamıştır. Tarım faaliyetleri, sürekli yerleşme merkezleri kurulmasına yol açmıştır. İhtiyaç fazlası üretimin ortaya çıkması ile de ticaret başlamıştır. 4 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 2. ÜNİTE – PALEOLİTİK, NEOLİTİK VE İLKÇAĞ 2.3.2. Neolitik Dönem’de Hayvancılık Yerleşik hayata geçilmesiyle beraber, avcılık terk edilmeye başlanarak bunun yerine hayvancılık uğraşı ortaya çıkmıştır. 2.3.5. Neolitik Dönem’de Giyim Yine yerleşik hayatın bir getirisi olarak insanlar bu dönemde giyim tarzlarını değiştirmişlerdir. Önceleri birbirine eklenmiş hayvan derilerinden giysiler giyen insanlar yün eğirme ve örme faaliyetlerini geliştirdikten sonra örülmüş giysiler kullanmaya başlamışlardır. Hayvanların evcilleştirilmesiyle (inek, öküz, at, koyun) hayvan yetiştiriciliği başlamış, bu durum da avlanma ihtiyacında azalmaya sebep olmuştur. Bu sayede insanlar hem tarım için bu hayvanları kullanmış hem de et ihtiyacını bu şekilde karşılamaya başlamışlardır. 2.3.6. Neolitik Dönem’de Toplumsal Değişim Toplum içinde kadın ve erkek arasında iş bölümü ortaya çıkmıştır. Kadın ve erkeğin rolü de şekillenmeye başlamış; erkekler evin dışında, kadınlar ise ev içindeki işlerle ilgilenir anlayışı oldukça belirgin hale gelmiştir. 2.3.3. Neolitik Dönem’de Ulaşım Neolitik dönem ulaştırma teknolojisi açısından da önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. İnsanların ilk kullandıkları taşıtlardan olan “sal”, karalarda kızaklı sistemler kullanılmaya başlanmıştır. Çok geçmeden insanlar kızağın sadece buz ve karda değil çayır-bataklık gibi yumuşak zeminlerde de işe yaradığını fark edeceklerdir. Erkekler; hayvancılık, avcılık ve inşaat gibi işlerle ilgilenirken, Kadınlar; çiftçilik, dokumacılık, çömlekçilik gibi işlerle ilgilenmişlerdir. Neolitik dönemin sonlarında tekerleğin bulunması da son önemli gelişmedir. Tekerleğin bulunması tarım ve ulaşım da büyük kolaylıklar sağlamışlardır. İlk yerleşim birimi köyler ortaya çıktı. Neolitik dönemin en önemli sonucu “Kentleşme” ve “Kent Kültürü” ’nün ortaya çıkması olmuştur. Kentleşme sürecinin ortaya çıkmasıyla birlikte ticaret ve alışveriş hayatı oluşacak ve gelişecektir. 2.3.4. Neolitik Dönem’de Alet ve Araçlar Neolitik çağda, insanlar taştan yaptıkları araçları cilalamaya ve parlatmaya başlamışlardır. Bu dönem bu nedenle “Cilalı Taş Devri” olarak ta isimlendirilmektedir. Yerleşik hayata geçişle, yerleşik hayatı düzenleyici kuralların gerekliliği ortaya çıkarmış ve ilk kez yöneten-yönetilen sınıfı ortaya çıkarak toplumsal farklılıklar oluşmaya başlamıştır. Oluşan toplumsal farklılıklar ise genel yapısıyla şöyledir: Bu dönemde balta, keser, ok ve yay gibi yeni aletler eskilerine eklenmiştir. Özellikle ok ve yay kullanımı ile uzun menzilli avlanma tekniği ortaya çıkmış ve bu da avlanmayı kolay hale getirmiştir. Neolitik dönemde ilk üretilen ve kullanılan maden bakır olmuştur. Madenler silah, süs eşyası ve alet yapımında kullanılmıştır. Ayrıca bu dönemde ilk kez mülkiyet kavramı ortaya çıkmıştır. Uzun süre kap-kacak olarak ağaç kabuklarını ve örme sepetleri kullanan insanoğlu sonrasında killi toprağın suyu geçirmediğini fark ederek bu dönemde mutfak gereçlerini topraktan üretmiş, ateş ve killi toprağı kullanarak seramik elde etmiştir. 2.4. İlkçağ Medeniyetlerinde Sosyal Değişme 2.4.1. Mezopotamya Medeniyetleri Mezopotamya; İki nehir arası (Fırat ve Dicle) bölge. Dicle’den başlayarak batıya doğru Suriye kıyıları, Lübnan ve İsrail’i içine alan bir bölgede çizilen yay ile “bereketli hilal” olarak adlandırılan bölge. Seramiğin dayanıklı olması ve yiyeceklerin korunmasını sağlaması özellikleri sebebiyle ticaret ortaya çıkmıştır. Yöneten ve yönetilen (Devlet – Halk) Varlıklı – yoksul (Sınıflar) Kentli – köylü (Taşralı) Tüketici – üretici Yerleşik hayata geçen insanlar Mezopotamya’da ilk şehirleri ve site şehir devletlerini (Ur, Uruk, Kiş, Lagaş) kurmaya başlamışlardır. İlk su kanallarını inşa etmişlerdir. 2 – 7 katlı tapınaklar (Ziggurat) inşa etmişlerdir. Tapınakların son katını gözlemevi olarak kullanmışlar ve Modern Astronomi’nin temelini atmışlardır. Tekerleği icat etmişlerdir (Sümerler MÖ 3500). Yazıyı icat etmişlerdir (Sümerler MÖ 3200). Seramik kullanımı yiyeceklerin saklanması ve tüketilmesinde çok önemli bir nokta olduğu gibi seramik eşyalar üzerine yapılan motif ve çizimler çağın insanı hakkında birçok bilginin günümüze ulaşmasını sağlamıştır. 5 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 2. ÜNİTE – PALEOLİTİK, NEOLİTİK VE İLKÇAĞ Alan hesaplama ve zaman ölçme gibi konularda ilerlemişlerdir. Ay takvimi (bir yıl 354 gün) ve 60 tabanlı ve konumsal rakam sistemini geliştirmişlerdir. Daireyi 360 dereceye bölmüşlerdir. Günü gece ve gündüz olarak 12 saate bölmüşlerdir. Haftayı 7 güne bölmüşlerdir. Tarım ve hayvancılık ilerlemiş ve bu ürün miktarı artmıştır. Değiş – tokuş ile ticari faaliyetlere başlamışlardır. İlk yazılı kanunları yapmışlardır (Lagaş kralı Urgakina) (ilk hukuk devletidir). İlk anayasa (Hammurabi kanunları) yapılmıştır. Türkler tarafından evcilleştirilen at belli bir süre sonra Çinlilerce kullanılmaya başlanmıştır. Çin, matematik konusunda Hint uygarlığından etkilenmiştir. On tabanlı sayı sistemini kullanmışlardır. Abaküs ve çarpım cetveli gibi bazı basit aletlerden faydalanmışlardır. Astronomi konusunda yıldızları esas alarak çalışmalar yapmışlardır. Tıp konusunda da çalışmalar yapılan Çinliler tarafından geliştirilen akupunktur (M.Ö. 500) günümüz tıp dünyası tarafından hala kullanılır. İpekböceği yetiştiriciliği ve ipekli dokumacılık konusunda oldukça başarılıdırlar. Dünyanın en uzun savunma duvarı olan Çin Seddi’nin M.Ö. 403 yılında yapımına başlanmış, temeli 20’den fazla krallık tarafından atılmış ve yapımı M.S. 1700’lü yıllara kadar devam etmiştir. 2.4.2. Eski Mısır Medeniyeti Mısır Medeniyeti, M.Ö. 4000’li yıllardan itibaren Nil nehri çevresinde var olmuştur. Bölgede hayati anlamda büyük önem taşıyan su Nil Nehri’nden sağlanıyordu. Nil Nehri’nin sene içerisinde taşarak etrafındaki topraklara alüvyonları taşıması neticesinde topraklar tarıma elverişli hale gelmekteydi. Nil Nehri’nin sene içerisindeki taşma tarihlerini tespit için insanlar astronomiyle ilgilenmiş ve Güneş takvimini bulmuşlardır. Nil Nehri için yapılan bu hesaplamalar Matematik ve Geometri konusunda ilerlemelerini sağlamıştır. Mısır Medeniyeti, M.Ö. 2700 yıllarından itibaren matematik, astronomi ve tıp konusunda yapılan etkinliklerle parlamıştır. 10 tabanlı sayı sistemini geliştirmişlerdir. Matematikte ki ilerleyişleri mimarinin gelişiminde de kendini göstermiştir. Mısır medeniyetinde inanç sistemi tıp (mumyalama) ve mimari (piramitler) alanlarını tetikleyici ve gelişimini hızlandırıcı rol üstlenmiştir. Piramit denilen firavun mezarları vardır. Nil Nehri’ni kullanarak Mısır topraklarında fazla bulunmayan odun ve keresteyi Suriye ve Lübnan’dan sağlamışlardır. Nil Nehri kenarında bulunan sazlıklardan elde ettikleri bitkilerle Papirüs isimli kâğıt türünü geliştirmişlerdir. Kendi yazılarını (Resim yazısı: Hiyeroglif) geliştirmişlerdir. 2.4.4. Eski Hint Medeniyeti Eski Hint uygarlığı, Pakistan ve Kuzeybatı Hindistan’ın her yerine yayılmış olan yüzlerce köylerin toplandığı yerleşim birimlerinden oluşmaktaydı. Kast sistemi vardır. Astronomiyle ilgilenmişlerdir. Eski Hindistan’da bilim ilk zamanlarda özellikle tüccar, seyyah ve askerler tarafından ileriki zamanlarda ise doğrudan bilginler ve mütercimler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kullanılan sayı sistemi 10 tabanlıdır. “0” rakamını ilk kez Hintli matematikçiler kullanmışlardır. 2.4.5. Eski Türk Medeniyeti (Orta Asya) Tarih öncesi dönemde Türklerin ilk ortaya çıktığı bölge olarak Orta Asya (Türkistan) olarak kabul edilmektedir. Bu bölgedeki Türk tarihi M.Ö. 8000’lere hatta daha da eskilere uzanmaktadır. Bölgede yapılan araştırmalarda Neolitik döneme tarihlenen çanak-çömleklere, çakmak taşından yapılan topuz, kargı gibi silahlara ve buğday-arpa yetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanılmıştır. Eski Türk Medeniyetinde dokumacılık ön plandadır. Türklerin kendilerine has dokuma ve motifleriyle kendi dokuma tekniklerine sahip oldukları görülmektedir. Maden işleme konusunda da oldukça başarılı olan Türkler uzun süre bakır ve kurşun kullanarak çeşitli eşyalar üretmiş sonrasında ise alaşım olarak ilk defa bronzu kullanan insanlar olmuşlardır. Göktürkler döneminde demir ve çeliği işleyen Türkler çelikten ok ucu, kılıç ve mızrak gibi silahlar yapmışlardır. Atı ve besi hayvanlarını evcilleştiren Türkler M.Ö. 2800’lü yıllarda arabayı kullanmışlardır. 2.4.3. Eski Çin Medeniyeti Eski Çin Medeniyetindeki gelişmeler erken devirlerde komşuları olan Türkler ve Hintlilerden etkilenmesi neticesinde daha çok gerçekleşmiştir. Maden az bulunduğu için; Çinicilik, porselen, seramik gibi sanatlar gelişmiştir. Matbaa, kâğıt, pusula, çini mürekkep ilk kez Çin’de bulunmuştur. Benzer şekilde takvim konusunda da Türkler’den etkilendikleri ve “On İki Hayvanlı Türk Takvimi” ni kullandıkları görülmektedir. 6 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 2. ÜNİTE – PALEOLİTİK, NEOLİTİK VE İLKÇAĞ Göktürk döneminde üretilmiş olan pulluk ve kürek gibi tarım aletleri, tarım ve sulama konusunda da oldukça ileri düzeydeydiler. Genel anlamda devlet olarak ilk yerleşik hayata geçen Türk devleti olan Uygurlar bulundukları konum sayesinde ticari anlamda ciddi gelişmeler kaydetmişler, bu gelişmeler ise toplumsal ve teknik anlamda gelişim olarak devlet hayatına yansımıştır. Göktürkler On İki Hayvanlı Türk takvimini kullanmışlardır. Bu takvim temelde bir yıldız takvimidir. Bir gün 12 eşit parçaya ayrılmış ve her birine “çağ” denmiştir. Bu çağlara da 12 hayvanın adı verilmiştir. Bir yıl 60 günlük 6 haftadan oluşmaktaydı. 4 mevsim vardı. Türklerin İslam öncesinde kullandıkları ilk alfabe Göktürk alfabesi olarak kabul edilir. Eski Türkler dünya medeniyetine önemli katkılar getirmişlerdir. Fakat genel olarak bakıldığında bu katkıların diğer uygarlıklara nazaran daha yavaş ve kısmen eksik olduğunu söylemek mümkündür. Bunda yerleşik hayata geçişin gecikmesi oldukça etkilidir. Bu medeniyetin kaynaklarından biri kabul edilen Girit’te M.Ö. 3000 – 2000 yılları arasında bakır, gümüş ve altın gibi madenleri işleyerek güçlü bir uygarlık kurulmuştur. Yunan medeniyetinde bilim ve teknolojiden ziyade felsefenin geliştiği görülür. Bunun sebebi köleliğin yaygın olmasıydı. Solon yasasıyla kölelik kaldırılmıştır. 2.4.8. Roma Medeniyeti Roma, Eski Yunan’da dikkate alınmayan bilim ve teknik için bir yaşam ve gelişim alanı olmuştur. Özellikle mimarlık ve mühendislik anlamında ciddi gelişmeler kaydedilmiştir. Romalılar çimentoyu bulmuşlar ve bu maddeyi inşa ve şantiye işlerinde sıkça kullanmışlardır. Yunanlılardan aldıkları alfabeyi düzenleyerek “Latin Alfabesi” ni meydana getirdiler. Roma toplumundaki Patrici (soylular) ve Pleb (halk) arasındaki sınıf mücadelesi sonucu MÖ. 451-449 yılları arasında “Oniki Levha kanunları” hazırlanmıştır. Bu kanunlar AVRUPA HUKUKU’nun temeli sayılır. 2.4.6. Eski Anadolu Medeniyetleri Anadolu M.Ö. 1700’lü yıllarda ortaya çıkan Hitit Devleti ile ilk altın çağlarını yaşamıştır. Hititler Anadolu’da ilk siyasi birliği kurmuşlardır. Hititlere ait verilerin büyük kısmı kil tabletlerden elde edilmiştir. Hititler 2 çeşit yazı tipi (Çivi ve Hiyeroglif yazısı) kullanmışlardır. Hitler aile ve ceza (medeni) hukuk geliştirmiştir. Urartular sulama tekniğinde çok ilerlemişlerdir. Urartu Kralı Menua tarafından Gürpınar’dan Van’a su getirmek için 2700 yıl önce “Şamram Su Kanalı”nı yaptırmıştır. Günümüzde de kısmen kullanılabilen kanal 51 km uzunluğundadır. Frigyalılar bölgelerinin zengin doğal yapısı sayesinde keresteden ev, mezar ve mobilya yapımı konusunda ilerlemişlerdir. Lidyalılar’ın teknik ve toplumsal anlamda en büyük katkıyı parayı (sikke) icat ederek yapmışlardır. İyonlular ilk demokrasinin örneğini teşkil etmiştir ve felsefe bilimi burada ortaya çıkmıştır. 2.4.7. Eski Yunan Medeniyeti Yunan Medeniyeti ve bilimi bugünkü Batı Anadolu kıyılarında başlamış daha sonra Yunan anakarasına ve Girit’e taşınmıştır. Mısır, Mezopotamya ve Anadolu medeniyetleriyle komşu olması nedeniyle bölgedeki gelişmelerden yakından etkilenmiştir. Şehir devletleri (polis) kurmuşlardır. Şehir devletleri özgür ve bağımsızdı. Yeni inşa teknikleri geliştirmiş, çömlekçilik, madencilik ve zanaatçılık gelişmiştir. 7 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 3. ÜNİTE – ORTAÇAĞ AVRUPA’DA SOSYAL DEĞİŞİM Tıp eğitimi İtalya’nın Salerno prensliğinde ortaya çıkmasına rağmen, 1000 yılında Bologna’da, hukuk öğrenmek isteyen öğrenciler, kendilerine bir çeşit öğrenci loncası kurdular ve bu loncaya Universitas adını verdiler. Bunu Oxford, Cambridge, Padua, Ravenna ve Paris Üniversiteleri izledi. 3. ÜNİTE – ORTAÇAĞ’DA TOPLUMSAL DEĞİŞİM 3.1. Ortaçağ Avrupa’da Bilim ve Sosyal Değişme Ortaçağ Avrupa’sında Bilim 3 dönemde incelenir. a) Erken Ortaçağ (Karanlık Ortaçağ) b) Yüksek Ortaçağ (Skolâstik Dönem) c) Geç Ortaçağ Her üniversite ilahiyat, kilise hukuku, tıp ve genel meslekler olmak üzere dört bölümden oluşuyordu ve öğretim üyeleri yine din adamlarıydı. Hemen tüm programlarda dersler iki ana guruba ayrılmıştı. Birinci gurup Trivium (üçlü) adlandırılıyor ve gramer, retorik (Hitabet) ve diyalektikten oluşuyordu. İkinci gurup ise Quadrivium (dörtlü) olarak isimlendiriliyor ve aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşuyordu. a) Erken Ortaçağ: Hıristiyanlığın temel çıkış noktası, bu dünyanın değil öbür dünyanın önemli olduğu görüşünden kaynaklandığı için, gizemcilik gelişmiştir. Amaç, insanın özgür düşüncelerini tartışabilmesi ve mutlu yaşaması değil, dünyanın aldatıcı, saptırıcı ve nimetlerinden arınmış ruhun öbür dünyada ödüllendirilmesi olmuştu. Akıl, inancın sağlamlığından sapmaya yol açan bir tuzak olarak görülüyor, Kilise’nin takvim düzenlemesine yetecek kadar astronomi bilgisi bu dünya için yeterli kabul ediliyordu. Doğaya yönelik araştırmalarında, akıl ve bilimin rehberliği yerine Kutsal Kitap’ın rehberliğine sığındılar. Yunan ve Roma medeniyetlerinin bilimsel bilgi birikimini bir yana iterek, yeryüzünün bir tepsi gibi düz olduğuna ve yarımküre veya çadır biçimindeki evren ile çevrelendiğine inanmaya başladılar. Tedavi amacıyla hastaneler açmışlardı; ancak bilimsel tedavi unutulmuş ve bunun yerini dini tedavi almıştı. Din adamları, kutsal bir güce sahip olduklarını ve dua yoluyla hastalıkları iyileştirebileceklerini savunuyorlardı. Batı Roma’nın yıkılması sonrasında gücünü arttırarak koruyan kilise, M.S. 527 sonrasında içindeki Pagan kültürü nedeniyle Roma öğretim geleneğini sonlandırmış ve manastır okulları kurma kararı almıştır. Bundan sonra manastırlar yayılmaya başlamış ve metin kopyalama odaları ve kitaplıklarıyla küçük öğrenim merkezleri şeklinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. XIII. yüzyıl sonunda Avrupa’nın çeşitli köşelerinde toplam 24 üniversite vardı. Bu dönemde, üniversitelerin yanısıra, bilimin gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan iki manastır düzeninin, yani tarikatın da ortaya çıktığı gözlenmektedir. 1209’da Fransisken Tarikatı (Gri Kardeşler), 1215’de ise Dominiken Tarikatı (Siyah Kardeşler) kurulmuştur. Başlangıçta her iki tarikat da dinsel amaçlara sahiptir, ancak giderek birincisi bilime, ikincisi ise felsefeye yönelmiştir. Bilimin gelişmesinde özellikle Gri Kardeşlerin büyük bir rolü olmuştur. Bunlardan Robert Grosseteste ve John Peckham daha çok fizikle ilgilenmişler ve büyük Müslüman optikçisi İbnü’l Heysem’i izleyerek optik üzerine çeşitli yazılar yazmışlardır Dominiken Tarikatı (Siyah Kardeşler) ise çok sıkı kurallar içinde ve yoksul bir yaşamla dini yaşayarak sapkınlığı yok etme amacındaydı. Dominikenler bilgi gücüyle silahlanma ve bunun için eğitim kurumlarında yuvalanma gereğini duymuşlardır. b) Yüksek Ortaçağ (Skolâstik Dönem): Bu dönemin bilim tarihi açısından en önemli gelişmeleri üniversitelerin, bilim ve felsefe ile yakından ilgilenen tarikatların kurulmuş olmasıdır. Ancak, tarikatın kuralcı ve bağnazlığa yatkın yapısı giderek bilimsellikten uzaklaşıp tam tersine özgür düşünce düşmanı “Engizisyon” örgütünü oluşturacak kadar katılaşmalarına neden olmuştur. 9-12. yüzyıllar arasında yüksek eğitim ve öğretim, katedral okullarında yapılıyor ve papazlar tarafından yürütülüyordu. Skolâstik düşünce bu okullarda üretilmişti. XII. yüzyıl sonralarında üniversiteler ortaya çıkıncaya kadar bu okullar, Batı’daki en önemli kültür merkezi konumundaydılar. İslam-Doğu uygarlığının son temsilcileri, Endülüs Emevi Devleti’nin Kurtuba ve Toledo kentlerindeki medrese, kütüphane ve hastanelerinde çalışmışlardı. Bu merkezlerdeki bilgi birikimleri, Latince çeviriler aracılığıyla Batı düşüncesine girmiştir. Büyük Müslüman kenti Toledo 1085 yılında Hıristiyanların eline geçmiş ve kent çeviri ekiplerinin klasik bilimsel ve felsefi metinleri Arapçadan Latinceye aktarma merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde Sicilya, Salerno’da bir tıp okulunun kurulması yönünden önem kazanıyordu. Bu okulun dört efsanevi kişi (Latin, Müslüman, Yunan ve Yahudi) tarafından kurulduğu rivayet edilir. 8 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 3. ÜNİTE – ORTAÇAĞ AVRUPA’DA SOSYAL DEĞİŞİM XII. yüzyıl aslında bir geçiş çağıdır ve bu çağda Akdeniz’i çevreleyen İslam, Hıristiyan ve Yahudi Dünyaları önceki yüzyıllara oranla çok daha sıkı bir bağ kurmuşlar ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilemişlerdir. Ancak bu dünyalar arasında en belirleyici ve en etkileyici olanı kuşkusuz ki İslam dünyasıdır. 3.2. Bizans’ta Bilim ve Teknoloji Bizans eski yüksek öğrenim kurumlarının çoğunu koruyup desteklemiştir. Antik düşüncenin son kalesi olan Atina Akademisi 529 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Diğer yandan Herakleios döneminde Grekçenin resmi dil olmasıyla düşünce hayatı yeni bir değişikliğe uğramıştır. c) Geç Ortaçağ: XII. ve XIII. yüzyıllarda yapılmış olan çeviriler olmasaydı, Ortaçağ zihniyeti aşılamaz ve XVII. yüzyıldaki Bilim Devrimi gerçekleştirilemezdi. Ancak, bu çeviriler sonucunda aktarılan bilimsel bilgi birikimi o denli büyüktü ki ilkin özümsenmesi gerekiyordu ve bu özümseme işlemi bütün 13. ve 14.yüzyıllar boyunca sürmüştü. Mısır, Suriye ve Filistin’in Müslümanlar tarafından fethi bütün bilim ve kültür hayatının İstanbul’da toplanmasına yol açmıştır. Bizanslı bilim adamları, fen bilimleri alanında İlkçağların Yunan biliminin çoğunu devralmış ve Aristo, Öklid ve Ptolemaios’u tanımışlardır. Bizansta takvim çalışmalarına ek olarak, astroloji öğesi de Bizans astronomisinin özellikleri arasına girmiştir. Özümleme sürecinin önemli bir bölümü geleneksel Hıristiyan dünya görüşü ile Aristo ve diğer Pagan Yunan gelenekleri arasında uyum sağlama girişimleriyle geçmiştir. Bu özümseme sürecine Tomas Aquinas’ın önemli katkıları olmuştur. Aynı şekilde uzmanlar müzik ve matematiksel müzik kuramı konularında daha çok ayinsel amaçlarla araştırmalar yapmıştır. Aquinas, Aristo’nun ve Batlamyus’un Evren anlayışı ile Hıristiyanlığın Evren anlayışını bağdaştırmış ve böylece bir anlamda Yermerkezli Evren Kuramı’nı Hıristiyanların kolayca anlayabilecekleri bir kuram biçimine dönüştürmüştür. Bu dönemde ortaya çıkan Dünyanın Evrenin merkezinde bulunduğu görüşüne, Kopernik gelinceye kadar ciddi bir karşı çıkış yapılmamıştır. 3.2.1. Ticaret Tüccar ve esnaflar, lonca teşkilatları kurmuşlardı. Mamul eşyalarda devlet kontrolü vardı. Bu bakımdan kaliteye önem veriliyordu. Kumaş ve halı dokumacılığı, işlemecilik, dokuma boyacılığı, kuyumculuk, camcılık, sanayinin önemli kollarındandı. Jean Buridan (1297–1358) ve Nichole Oresme (1320–1382) dünyanın her gün kendi ekseni çevresinde dönüş olasılığını incelemiş ve böyle hareketlerin doğada olduğunu kabul etmek için inandırıcı ve akılcı tezler ortaya atmışlardır. Bu düşünürler yine de geleneksel görüşten ayrılmamışlar ve Hıristiyanlık öğretisinin etkisiyle sonuçta Yer’in dönmediğini söylemişlerdir. Akdeniz, Bizans gölü durumunda olduğundan Asya, Avrupa ve Afrika’ya üretilen sanayi mallarının satışı deniz yoluyla yapılırdı. Bizans doğuda Asya ve Rusya ile kuzeyde İskandinavya’ya doğru geniş bir ticaret ağı geliştirmişti. İpek üretimi ve ipekli kıyafetlerin imalatı Bizans’ın ekonomik hayatında temel endüstri olmuştur. İpek böceği ve ipek üretim teknikleri Persliler vasıtasıyla Bizans’a geçmişti. Ham ipek ve aynı zamanda dokuma tekniği mükemmel denebilecek ipekli kıyafetlerin üretimi, Bizans İmparatorluğu’nu büyük bir zenginliğe kavuşturdu ve İstanbul şehrini o dönemde dünyanın en güzel şehri yaptı. Tıp alanındaki gelişmelere baktığımızda ise Geç Ortaçağ öncelikle Kara ölüm, Veba salgınıyla uğraşmıştır. Veba, Avrupa’ya Asya’dan gelmiş ve tüm kıtaya yayılmıştır. XIV. yüzyıldaki veba salgını birçok yoldan yeni bir dönem açmıştır. XII. yüzyıla gelinceye kadar tıp eğitimi Batı Avrupa’da Salerno’daki okullarla sınırlı kalmıştır. Bu tarihten sonra bu dal üniversite kentlerine yerleşmeye başlamıştır. 3.2.2. Denizcilik VII. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar Bizans İmparatorluğu’nun tipik ticaret gemileri, küçük gemilerdi. Tıptan bağımsız olarak, hastaların bakımı için hastane yapılması da XII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da artmaya başlamıştır. Ortaçağ boyunca, XVI. yüzyılın sonuna kadar Akdeniz’de yarışan güçlerin başlıca saldırı silahı, hafif savaş kadırgası olmuştur. 9 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 3. ÜNİTE – ORTAÇAĞ AVRUPA’DA SOSYAL DEĞİŞİM Önceleri düşman gemilerini batırmak olan deniz muharebelerinin hedefi, zaman içinde onları aborda ederek (Aborda: Bir teknenin diğerine veya bir iskeleye yanaşması) ele geçirmeye dönüşmüştür. Bu durum, Akdeniz’de kürekli gemilere dayanan savaşlar dönemi bitinceye kadar sürmüştür. 3.2.4. Tıp ve Eğitim Yatakta tıbbi tedavi kuruluşu olarak gerçek hastane, kayda değer bir Bizans yeniliğiydi. Bizans İmparatorluğu içinde hükümetin, kilisenin ve destekleyici asil sınıfların cömertliğiyle ortaya çıkan hastaneler bilimin değil ama bir ölçüye kadar tıbbi araştırmaların da merkezi olmuştur. VII. yüzyılda İstanbul’daki imparatorluk donanmasının başlıca silahı, bileşimi çok tartışılan, bir tür yanıcı sıvı olan, geminin baş tarafından dökülen “Rum ateşi” idi. Genellikle Rum ateşinin petrol, sönmemiş kireç ve sülfür karışımından oluştuğu söylenmektedir. Bizanslı doktorlar kalabalık şehirlerde büyük sorunlara yol açan çiçek, difteri gibi bulaşıcı hastalıklara karşı sürekli mücadele etmişlerdir. Ortaçağ Bizans devletinin geliştirdiği karantina teknikleri batı Avrupa’nın yükselişte olan şehirleri tarafından kopya edilmiştir 3.2.3. Eğitim Bizans’taki yüksek sınıflar arasındaki herkes vatandaşlık için iyi bir eğitimin vazgeçilmez olduğuna inanıyorlardı. Cahillik şiddetle küçümseniyordu. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Bizans’ta tıp çalışmaları tümüyle kesintiye uğramıştır. Tıp, Yahudi doktorlara bırakılmış ve insanlar batıl inançlara yönelmiştir. Bizans’ta öğretim 6–8 yaşlarında başlar ve genellikle kasabalar ve bazen de köylerde yapılırdı. Varlıklı aileler çocuklarına özel öğretmen tutarlardı. Bu dönemde çocuğa okuyup yazma öğretilirdi. Bu dönemde, bu alandaki çalışmalar bir tıbbi ansiklopedi ile temiz kan ile hasta kan arasında nasıl bir ayrım yapılabileceğini açıklayan, bir tek yapraktan oluşan bir yazıdır. Yükseköğretim ise tarihçiler tarafından genellikle iki döneme ayrılarak incelenmiştir: İmparatorluğun kuruluşundan Haçlı istilasına kadar, Paleolog Hanedan’ın 1261’de ikinci kez Bizans İmparatorluğunu kurmalarından 1453 yılına kadar olan dönem. Birinci dönemde yükseköğretimle ilgili uluslararası karakterde akademileri vardı, Atina, İskenderiye, Beyrut, Antakya, Gaza, Efes, Edessa akademileri gibi. Öğrenciler için uygulama okulları kurulmuştu, 1045’te üniversite oluşturuldu. Yükseköğretimde felsefe ve hukukun yanında tıp, aritmetik, geometri astronomi, müzik öğretimi de yer alıyordu. Batı Avrupa’da 1200 yılından önce buna benzer hiçbir şey yoktu. Dini öğretim ise bunlara yan yana gidiyordu. Hristiyanlığın egemen olmaya başlamasıyla Antik kültür yenilgiye uğrayıp, bilimsel düşünce kaybolup gitti. Özellikle VI. yüzyıl bilim tarihi yönünden en karanlık yüzyıl olarak nitelendirilir. Bu yüzyılda Justinian’nın emriyle 529 yılında ünlü Atina Akademisi kapatılmıştı. Bu Hristiyanlığın başka bir zaferini, Monte Cassino manastırının kuruluşunu da saptıyordu. Bir ölçüde manastırlar eski yapıtların korunmasında önemli rol oynamışlardır. 10 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 4. ÜNİTE-ORTAÇAĞ’DA TÜRK-İSLAM SOSYAL DEĞİŞİMİ 4.ÜNİTEORTAÇAĞ’DA TÜRK-İSLAM DÜNYASINDA BİLİM, TEKNOLOJİ VE SOSYAL DEĞİŞİM 4.1. Türk-İslam Dünyası’nda Bilimin Gelişmesinde Rol Oynayan Etkenler Türk-İslam Dünyası’nda bilimin gelişmesinde birçok etken rol oynamıştır. Bunlar ise şunlardır; İslâmiyet’in bilime bakışı, tercüme yoluyla gelen bilimsel miras, devlet adamlarının desteği ve İslam eğitim sistemi ve kurumlar. 4.1.4. İslam Eğitim Sistemi ve Kurumlar Eğitim sistemi de geleneksel İslami bilgi ve öğrenim anlayışına dayanmaktaydı. İslam, bilgiyi (ilmi) kutsal görmekteydi. Çünkü netice olarak bütün bilgiler Allah’ın bir tecellisini konu edinmekteydi. İslam biliminin kurumsal yoğunluğu, onun bazı başarılarını ve niteliklerini açıklamaktadır. Cami, medrese, kitaplık, hastane ve özellikle astronom ve matematikçi ekipleriyle gözlemevleri, bilginlerin ve bilim adamlarının çalışma yerleri olmuştur. Başlangıçtan beri cami Müslümanların dini, sosyal ve öğrenim merkezi olmuştur. 4.1.1. İslamiyet’in Bilime Bakışı Müslümanlar Kur’an-ı Kerim ile Hz. Muhammed (S.AV)’in yinelenmiş emir ve öğütlerini izlemesi İslam Dünyasında bilim gelişmesini sağlayan ilk unsurdu. Kuran- Kerim’deki birçok ayette inananlara doğayı incelemeleri öğütlenmekte; aklın en iyi kullanımı ve toplumsal yaşamın bütüncül yapısı bilimsel yatırıma dönüştürülmek üzere desteklenmektedir. Tarih içinde medrese olarak anılan ve camiyle yan yana gelişip onunla yakın irtibatı bulunan farklı bir müessese olarak gelişti. Bazı bilim adamlarınca, dünyanın ilk resmi üniversitesi olarak nitelendirilen Bağdat’taki Nizamiye Medresesi 1067 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan tarafından kurulmuştur. İslam’da bilgiye ve bilginlere verilen değer çok fazlaydı. Kur’an-ı Kerim, bilginlerin üstünlüğünü vurgulamaktaydı. Hz. Muhammed (S.AV) şöyle demekteydi: “Bilgi ve bilimin araştırılması, kadın ve erkek, her Müslüman’a farzdır”. Her caminin bir kitaplığı vardı. Her hastanede ziyaretçiler, geniş kitap raflarında cilt cilt kitapların sıralandığı büyük bir sofaya alınırlardı. Hastaneler, İslam tarihi boyunca hastaların tedavisiyle, tıp, eczacılık ve ilgili konulara dair kapsamlı bir eğitimi bünyesinde birleştiren büyük ilim müesseseleriydi. İlk hastane ve ona bağlı medrese, Emevî halifelerinden Velid ibni Abdülmelik tarafından 707’de Şam’da kurulmuştu. İslam’ın bilimsel atılımdaki başarısı olarak O’nun uluslararası karakteridir. İslam dünyası, bilimsel uğraşıda ulus ve ırk ayrımı gütmemiş, başka düşünce de olanlara hoşgörülü davranmıştır. 4.1.2. Tercüme Yoluyla Gelen Bilimsel Miras İslam bilimsel kültürü daha köklü uygarlıklardaki bilimde uzmanlaşma çabalarıyla başlamış, bu çaba ise belgelerin önce Arapçaya çevrilmesini gerektirmiştir. Yunan uygarlığından çok Pers ve Hint uygarlıklarıyla karşılaşılması, İslam uygarlığının ilk evrelerinde (7. yy) etkili olmuştur. Dünyada ilk gözlem evi 9. yüzyıl başlarında İslam dünyasında kuruldu. İslam’dan önce ne Yunan ne de Çin’de gözlemevi yoktu. 9. yüzyıl başlarında kurulan ilk gözlemevi, Bağdat’ta Şemmasiye ve Şam’da Kâriyûn gözlemevleridir. 4.2. Türk-İslam Bilginlerinin Bilime Katkıları Cebir ve El Harezmî (780-850): Sayı sistemini geliştiren Harezmî, bugün matematiğin temeli haline gelen "cebirin aksiyomatik temellerini" atar. Yani Harezmî, aynı zamanda, "cebir ilmi"nin de kurucusudur. Sıfırı ilk kullanan kişidir. Ayrıca "hesap usulü" ile beraber, "hesap sanatı"nın da kurucusu olan Harezmî, uzun yıllar Batı'da "Algorithmus" olarak tanınan bir bilgindi. Çeviri hareketi Yunan bilimsel çalışmalarına odaklanmaya başlamıştır. Bağdat’ta hüküm süren halife Memun, M.S. 832’de yabancı laik bilimler için bir çeviri ve ustalaşma merkezi olarak Bilgelik Evini (Beytel-hikme) kurmuştur. Yunan doğa biliminin, matematiğinin ve tıbbının hemen hemen tümü Arapçaya çevrilmiştir. Arapça uygarlığın ve bilimin uluslararası dili olmuştur. Astronomi ve Beni Musa Kardeşler (9. Yüzyıl): Abbasi Halifesi Me'mun devrinde yetişen üç büyük matematik ve fen âlimi. İsimleri, Ahmed, Hasan ve Muhammed'dir. 800’lü yıllarda yaptıkları çalışmalar sonucunda, dünyanın çevresini eşit parçalara bölerek tul hattı (boylam) uzaklığını ölçmüş ve dünyanın çevresini yaklaşık 39.000 km olarak bulmuşlardır. Bu çalışmayla Dünyanın çevresini ölçen ilk insanlar oldu. Bugün son derece net ölçümlerle bu oranın 40.075 km olduğu bilinmektedir. 4.1.3. Devlet Adamlarının Desteği Ortaçağ İslam dünyasında bilimsel çalışmaların süregelmesinde ve gelişmesinde hükümdarlar ve vezirler gibi yüksek mevki sahibi kişilerin olumlu rolleri büyük önem taşır. Görev başında bulunan hükümdar veya benzeri devlet adamları, bilim ve sanatla uğraşanları teşvik ve takdir ederek, kendilerine imkân ve ortam hazırlamışlar ve sık sık maddi ve manevi bakımdan desteklemişlerdir. 11 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 4. ÜNİTE-ORTAÇAĞ’DA TÜRK-İSLAM SOSYAL DEĞİŞİMİ Optik ve İbnü-l-Heysem (965-1038/1040): Optik biliminin öncüsüdür. Batı'da Alhazen olarak bilinir. Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur. Birçok bilim adamı, Historiyografi’nin (tarih yazıcılığı) ve sosyolojinin çağdaş anlamda birer bilim olarak ortaya çıkmasını İbni Haldun’la başlatmışlardır. Mukaddime adlı eserinde şehirleri inceler ve şehir hayatı üzerinde analiz yapar. Ayrıca bu eserinde yeni bir bilim kurmak istediğini ve bunda başarılı olduğunu ifade eder. Bu bilime “medeniyet bilimi” adını vermiştir. Bu yeni bilimin ele alacağı konu “ümran” yani toplumsal hayat ve örgütlenmedir. Simya, Kimya ve Ebu Musa Câbir bin Hayyan (721-815): Ünlü Müslüman Türk bilim adamıdır. Kimya biliminin kurucusudur. Batıda Geber olarak bilinir. Eserlerinden 12. yüzyılında Latince'ye çevrilmiş olan Kitab al-Kimya adlı eseri, Simya ve Kimya kelimelerinin kökeni olmuştur. El Gazali (İmam Gazali) (1058-1111): Fıkıh, kelam, tasavvuf ve felsefe dâhil birçok ilim dalında eserler vermiştir. Hüccetü’l-İslâm (İslam’ın delili) ve Zeynü’d-din sıfatlarıyla tanınır. Büyük Selçuklu Devleti’nin veziri Nizamülmülk’ün yanına gider ve bir süre sonra Bağdat’taki Nizamiye Medresesi'nin Baş Müderrisliği’ne (rektörlüğüne) tayin edilir. Maddelerin altına dönüştürülmesi için metotlar geliştirmeyi hedefleyen simya ilminin babası olarak bilinen Cabir bin Hayyan, geliştirdiği element anlayışı, denge teorisi yaklaşımı, tatbikatları, icat ettiği âlet ve düzeneklerle kimyanın babası kabul edilmektedir. Dünyada ilk kimya laboratuvarını kuran âlim olarak tarihe geçti. Kendi kurduğu laboratuvarda ilk sunî hücreyi yaptı. Atomun bölünebileceğini ilk kez ileri sürdü. İbn-i Sina (980-1037): Tıpçı, yazar, filozof ve bilim adamıdır. Batı'da Avicenna adıyla tanınır. Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. Ayrıca mantık, matematik, fizik, kimya, ilahiyat konularını içeren 10 ciltlik çok geniş bir çalışma olan Kitabü'şŞifa (İyileşme Kitabı)’yı yazmıştır. Mekanik çalışmaları çağının çok ötesindedir ve Newton’un İkinci Kanunu’na öncülük etmiştir. Kimya, Tıp ve Ebubekir El Razi (865-925): Ünlü Müslüman Türk bilim adamıdır. Batıda Rhases olarak bilinir. İlk kez çiçek ve kızamık hastalıklarını tedavisini sağlayarak kimyayı tıbba uygulamıştır. Tıp alanında yazdığı El-Havi adlı ansiklopedi 17. yüzyıla kadar en önemli başvuru kaynağı olmuştur. El Biruni (973-1048): Tıp, matematik, astronomi, fizik, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır. Batıda Alberuni olarak tanınır. Yaşadığı çağa damgasını vurup “Biruni Asrı” denmesine sebep olmuştur. Astronomi alanındaki çalışmalarına 995 yılında Güneşin ve gezegenlerin eğimini saptayarak başlamıştır. Dünya’nın yarıçapını gerçeğe çok yakın bir şekilde hesaplamamıştır (42.500 km). El-Kânun el-Mesudi (Mesudi’nin Kânunu) adlı astronomi eseri İslam Dünyasındaki en kapsamlı eserdir. Farabi (870-951): Felsefe, mantık, metafizik, psikoloji, müzik ve siyaset alanında birçok eser yazmıştır. Farabi Ortaçağ İslam aydınları arasında Muallim-i Sânî (İkinci Üstat) olarak bilinir. El Cezeri (1136-1206): Türk-İslam dünyasında teknoloji dendiği zaman akla gelen ilk isim ElCezerî (Ebû’l-İzz)’dir. Otomasyon teknolojisinin, başka bir ifadeyle sibernetiğin mucidi sayılan ElCezerî, Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanmasından sonra ortaya çıkan Türk devletlerinden Artuklular zamanında Diyarbakır’da yaşamıştır. Dünyanın yuvarlak ve dönmekte olduğunu, yer çekiminin varlığını Newton’da asırlarca önce ortaya koymuştur. Çağımızda henüz sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9 asır önce dile getirmiştir. Ümit Burnunun varlığından ilk bahsetmiş, ayrıca Kristof Kolombdan 5 asır önce Amerika kıtasından ve Japonya’dan söz etmiştir. El-Cezeri, “Kitab el-Hıyel” adlı eserinde, birçok otomatın resimlerini ve işleyiş esaslarını açıklamıştır. Artuklu Türklerinin sarayları için yaptığı, otomatik makineler ve robotlar insan gibi yürür, misafirleri karşılar ve misafirlere şerbet ikram ederdi. İbn-i Haldun (1332–1406): Özgün bir tarih kuramcısı, kültür, siyaset, felsefecisi ve toplumbilimci olan İbni Haldun, tarihsel olayları toplumsal, etnik, kültürel, siyasal, ekonomik, hatta coğrafi ve biyolojik koşullarla bağlantıları içinde değerlendiren ilk düşünürdür. 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu’l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime'yi yazmıştır. İcatları arasında çok dikkat çekici olan düzenekler vardır. Bunlardan biri “kan alma düzeneği”dir. Bu düzenekte hastadan alınan kan miktarı belirlenmektedir. Burada alınacak kan miktarı doktor tarafından, istenilen ölçüde, ayarlanabilirdi. 12 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 4. ÜNİTE-ORTAÇAĞ’DA TÜRK-İSLAM SOSYAL DEĞİŞİMİ Kaşgarlı Mahmud (1008-1074?): Türk dilbilimci. Ünlü Divânu Lugâti’t Türk (Türk Dili Sözlüğü) adlı eseri, Arapçaya karşın Türkçe’nin gücünü göstermek amacıyla yazılmış olmakla birlikte önemli coğrafi bilgiler de içerir. Esere eklenmiş olan harita, dairevi bir Dünya haritası olup renklidir. Bu harita, Türkler tarafından çizilen ilk dünya haritasıdır. İslam Dünya’sında Bilimin Gerileme Nedenleri 1) Ekonomik ve sosyal yapıdaki gerileme 2) Doğudaki steplerden gelen Moğol ve Türk istilaları 3) Eğitim alanındaki giderek artan bir şekilde din ve felsefenin çatıştırılması 4) Bilimsel gelenek yetersizliği 5) Bilimin kurumsallaşamamış olması 6) Özel çabaların usta – çırak ilişkisini aşamaması 7) Dinsel ağırlıklı (teolojik) öğretime, doğa bilimleri ve matematik eğitimden daha çok önem verilmesi. Türk-İslam dünyasında teknoloji alanında önemli gelişmelerin meydana gelmediği görülmektedir. Bunun nedeni ile ilgili olarak iki farklı görüş ortaya konulabilir. Bu görüşlerden biri Nasr’a aittir: “İslam medeniyeti karmaşık makineler yapacak vasıtalara ve onları İslam ümmetinin günlük problemlerine uygulama imkânına sahipti. Fakat barutu elinde bulunduran fakat asla ateşli silahlar yapmayan Çinliler gibi Müslümanlar da tabii çevrenin uyumunu bozacak bir teknoloji üretme anlamına gelebilecek adımı asla atmadılar. Onların makineler hakkındaki eserleri, günlük hayat içinde fiilen kullanılan tarım ve ulaşım araçlarından başlayıp halife ve emirlerin eğlencesi olan karmaşık saatlere uzanan, oradan en uç örnekleri büyüyle ve büyü teknikleriyle birleştirilmiş karmaşık aygıt ve araçlara kadar varan çok çeşitli alanları konu ediniyordu… ” Teknoloji alanında önemli gelişmelerin kaydedilememesi konusundaki bir diğer görüş ise deneysel yönteme geçilememesi ile ilgilidir. İslam bilim ve uygarlığında 14. yüzyıldan sonra görülen durgunluğun nedenini, bazı Avrupalı bilim tarihçileri, doğuda deneysel yöntemin geliştirilmemiş olmasına yormuşlardır. Deneysel yönteme geçilememesinin olumsuz sonuçları en çok teknoloji alanında kendini göstermiştir. Teorik anlamda çok önemli gelişmeler kaydedilmiş ancak deneysel yönteme geçilemediği için teknoloji alanında önemli gelişmelere imza atılamamıştır. 13 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 5. ÜNİTE-YENİÇAĞ VE YAKINÇAĞ’DA SOSYAL DEĞİŞİMİ 5. ÜNİTE – YENİÇAĞ VE YAKINÇAĞ’DA DÜNYADA BİLİM, TEKNOLOJİ VE SOSYAL DEĞİŞİM Yeniçağ (1453-1789) İstanbul’un fethinden, Fransız İhtilali’ne kadar geçen süreçtir. 5.2. 16. ve 17. Yüzyıl’da Bilim, Teknoloji ve Sosyal Değişme 16. yüzyıl modern bilimin şahlanıp parladığı dönemdir. Aristoteles evreninin son kalıntıları da tamamen yok oldu. Matematik, gittikçe daha fazla fizik bilimlerinin temel aracı oldu. Sonuçlar sayılarla ifade edildi ve nitel değerlendirmeler reddedildi. Yakınçağ (1789- ?) ise Fransız İhtilali’nden günümüze kadar devam eden süreci ifade etmektedir. 17. yüzyıl, deneysel bilimin doğuşuna ve yayılmasına tanık olmuştur. Gilbert mıknatıslarla oynamış, Galileo eğik düzlemlerden top yuvarlamış, Torricelli hava basıncı ilkelerini bulmak için cıvalı tüplerle uğraşmış, Pascal atmosferin büyük bir hava denizinden oluştuğu varsayımını doğrulamak için bir dağın tepesine barometre göndermiş, William Harvey kalbi anlamak için sayısız hayvanı canlı olarak kesip parçalara ayırmış, Newton prizma ve mercekler içinden ışık demetleri geçirmiştir. 17. yy’da deneylere duyulan ve farklı derecelerde de olsa artan ilgi sonucunda, bilimsel girişimler doğal olarak daha çok alet temelli ve teknoloji bağımlı hale gelmiştir. Örneğin Newton’un ışığın kırılması üzerine yaptığı deneyler ve optiğin, merceklerin geliştirilmesi gibi. 5.1. Rönesans Dönemi’nde Bilim, Teknoloji ve Sosyal Değişme Rönesans deyimi XIV. yüzyılda İtalya'da başlayıp diğer Avrupa şehirlerine yayılan bir kültür hareketinin adıdır. Özellikle edebiyatta başlayan bu uyanış, zamanla diğer alanlara da yayılmış ve daha o dönemde yeni bir çağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. XIX. yüzyılda ise bazı Fransız yazarlar, XIV. yüzyıldan itibaren edebiyat, güzel sanatlar, felsefe ve daha sonra bilim başta olmak üzere politika, ekonomi, ticaret ve öğretim gibi çeşitli alanlarda yapılan çalışmaları ve yenilikleri "rönesans" yani "yeniden doğuş" kavramıyla karşılamışlardır. Yenileşmenin çıkış noktası Antikçağ düşüncesi, karşısında olduğu anlayış ise Ortaçağ düşüncesidir. Fakat zamanla ilginç bir sonuç ortaya çıkmıştır; çünkü "yeniden doğuş" Antikçağ kaynaklarına geri dönmek suretiyle gerçekleşmiş olmakla birlikte, edebiyat ve felsefede, özellikle de bilimde Antikçağ'ın dışında, hatta karşısında birtakım sonuçlara ulaşılmıştır. Dönemin Newton önemli isimleri; Galileo, Descartes, 5.3. Aydınlanma Çağı’nda Bilim, Teknoloji ve Sosyal Değişme 18. yüzyıl "Aydınlanma çağı" veya "Akıl çağı" olarak bilinir. Buradaki "aydınlanma" deyimi, aydınlatan ya da aydınlanan insan veya insanlara değil, dayanaklarını önceki çağlardan alan entelektüel alandaki çeşitli etkinliklere, fakat özellikle zihniyet ve fikir değişimine işaret etmektedir. 5.1.1. Keşifler 1454 yılında Americus Vespucius Kuzey ve Güney Amerika sahillerine ulaşmıştır. 1460 yılında Juan Sebastian del Cano, Magellan'ın öldürülmesiyle yarım kalan dünyanın etrafını dolaşma girişimini tamamlamıştır. Columbus, 1492 yılında Amerika kıyılarına ulaşmıştır. 1498 yılında Vasco da Gama Hindistan'a ulaşabilmiştir. Bu çağ aynı zamanda önemli sosyal ve ekonomik olayların meydana geldiği bir dönemdir. Bu olayların başında ise Fransız İhtilali ve Amerika'nın bağımsızlığını kazanması, yeni makinelerin geliştirilmesiyle ağır sanayinin kurulmaya başlaması ve ticaret hayatındaki canlanma gelmektedir. Bu seyahatler sadece coğrafya bilgilerini ve dünya hakkında eski bilgileri değiştirmekle kalmamış, ticaret hayatında ve dolayısıyla sosyal hayatta da değişikliklere yol açmıştır. Dönemin önemli isimleri; Kant Kültür, bilim veya kısaca düşünce hayatı bakımından son derece önemli diğer bir hadise, muhtemelen 1454 yılında Johann Gutenberg’in matbaayı icat etmesidir. 5.4. Endüstri Devrimi’nde Bilim, Teknoloji ve Sosyal Değişme Son iki ya da üç yüz yıl içinde modern dünyanın oluşturulmasında birçok etken rol oynamış ama özellikle 18. yüzyılda başlayan, 19. yüzyılda devam eden ve insanın var oluşu için tümüyle yeni bir biçim olarak Endüstri Uygarlığını doğuran çağ açıcı teknolojik dönüşümün yani Endüstri Devrimi’nin merkezinde teknolojideki değişiklikler yer almıştır. Gutenberg'in bu keşfi ile Çinlilerin bu alandaki çalışmaları arasında bir devamlılıktan söz etmek mümkündür. Dönemin önemli isimleri; Leonardo Da Vinci, Kopernik 14 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 5. ÜNİTE-YENİÇAĞ VE YAKINÇAĞ’DA SOSYAL DEĞİŞİMİ Endüstri Devrimi, geleneksel tarım ve ticaretten uzaklaşılarak üretimin mekanizasyonu, fabrika düzeninin karmaşıklaşması ve endüstriyel üretimi desteklemek için küresel pazarlama sistemlerinin geliştirilmesi yönünde bir nüfus hareketi getirmiştir. Devrimi simgeleyen kaynaklar demir, kömür ve buhardı. Dokuma, 1785'ten sonra buhar makinesinin bağımsız bir güç kaynağı olarak uygulandığı mekanik güçlü bir dokuma tezgâhıyla en sonunda makineleştirilmiştir. Bu nedenle, 1712 ve 1812 arasında pamuk endüstrisindeki işçi verimliliği 200 kat artmıştır. 19. yüzyılın yeni akım elektriği bilimi, en iyi örneği telgraf olan yeni bazı uygulamalı bilim endüstrilerini ortaya çıkarmıştır. Bilim adamı Charles Wheatstone ve bir çalışma arkadaşı, Michael Faraday'ın 1831'de elektromanyetik indüksiyonu bulmasının ardından 1837'de ilk elektrikli telgrafı icat etmiştir. Endüstrileşme, teknolojik yenilik ve ekonomik büyümenin yanında köklü toplumsal değişim süreçleri de başlatmıştır. İnsanlar kırsal yörelerden kentlere göç ederek fabrikalardaki düşük ücretli işçi nüfusunu büyütmüş, Fabrika işçiliğinin artmasıyla sınıf kavgaları yoğunlaşmış, Toplumsal denetim araçları olarak kamuya açık okullar ve iyi düzenlenmiş ceza evleri yapılmış, Aileler üretim merkezleri olmaktan çıkmış ve yeni bir iş bölümü oluşmuştur. Fabrikalarda tipik olarak erkekler iş bulurken, kadınlar ise esas olarak ev işleri yapmakla sınırlandırılmıştır. Telgraf kullanımının iki önemli sonucu vardı; ilk olarak mesajların insanlardan daha hızlı iletilmesi, ikincisi ise geniş organizasyonların, daha önceleri hiç olmadığı kadar merkezi bir yönetim tarafından kontrol edilebilmeleriydi. Bilimin ve en son kuramın teknoloji ve endüstriye uygulanmasının ilk örneklerinden bir başkası radyo iletişimidir. Maxwell'in elektromanyetik kuramını doğrulamaya çalışan Heinrich Hertz, 1887 yılında elektromanyetik dalgaların varlığını kanıtlamıştır. Hertz, tümüyle 19. yüzyılın kuramsal ve deneysel fiziğinin soyut geleneği çerçevesinde çalışmış ama genç İtalyan Guglielmo Marconi (1874-1937) Hertz dalgalarını 1894'te ilk kez öğrendiğinde hemen pratik bir telsiz telgraf için kullanmaya başlamış ve ertesi yıl bir iki kilometre uzaklıktan iletişim yapabilecek bir teknoloji üretmiştir. Bu dönemde; Thomas Newcoman ilk pratik buhar makinesini icat etmiştir. Buhar makinesi, endüstriyel gelişmenin akışını değiştiren teknolojik bir yenilik olmuştur. Newcomen ve yardımcısı sıhhi tesisatçı John Cawley atmosfer basıncının bir pistonu itebilmesi için buharı bir silindir içinde yoğunlaştırıp kısmi bir boşluk yaratma yöntemini bulmuştur. Uygulamalı bilimin 19. yüzyılda gelişmesi fizikle ya da yalnızca fizik bilimleriyle ilişkili endüstrilerle sınırlı olmamıştır. Örneğin, hastalıklarla ilgili olarak ortaya çıkmakta olan mikrop kuramı ve 1850'li yıllarda mikroplar hakkındaki düşünceler büyük Fransız bilim adamı Louis Pasteur'ün (1822-95) mayalanmayla ilgili çalışmalarına yol açmıştır. Bu süreçte demiryolu da büyük bir gelişim göstermiştir. İngiltere dünyanın atölyesi haline geliyor ve büyük miktarlarda mal taşıma gereksinimi hızla artıyordu. Geliştirilmiş "otoyollar" yapmak için çağdaş çabalara rağmen, ilkel yol sistemi üzerinde hayvan gücüyle çekilen vagonlar büyük miktarlarda kömür taşımak için yetersiz kalmıştır. Yüksek basınçlı buhar makinesi ise demiryolunu olası yaparak taşıma ekonomisini değiştirmiştir. Bunların sonucu olan pastörizasyon süreci süt ürünleri, şarap, sirke ve bira üretimini de kapsayan çeşitli endüstriler için pratik ve ekonomik açıdan önemli sonuçlar doğurmuştur. 1814'te Britanyalı mühendis George Stephenson ilk buharlı lokomotifini tanıtmıştır. Demiryolları başlangıçta madenlerden kısa uzaklıklara kömür taşımakta kullanılıyordu. Ancak gerçek demiryolu çağı Liverpool ve Manchester arasında 1830'da açılan ilk kamu hattıyla başlamıştır. Bunu bir demiryolu çılgınlığı izlemiş ve dünyayı yoğun bir demiryolu ağı kaplamaya başlamıştır. İpekböceği hastalıklarıyla ilişkili çalışması ipek endüstrisinde benzer etkiler yapmış ve Pasteur'ün daha sonra şarbon, kuduz ve diğer hastalıklara karşı aşı geliştirmek için yaptığı tıbbi deneyler gerçek bir bilimsel tıbbın ortaya çıktığını göstermiştir. Charles Darwin Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı kitabını 1859'da yayımlamıştı. Bu tarih ve bu kitap Avrupa bilim tarihinde başka bir ayırımı göstermektedir. Türlerin Kökeni, evrim teorisini, sayı ve çeşit bakımından bol olgusal kanıtlara dayanan sağlam bir muhakeme ile ortaya koymaktadır. Demiryolu ulaşımı geliştikçe demir endüstrisi ile etkileşmiştir: Demiryollarının hızlı büyümesi ucuz demir sayesinde olmuş, buna karşılık demiryolu taşımacılığı da demir üretiminin daha fazla büyümesini sağlamış ve aslında buna yol açmıştır. 15 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 6. ÜNİTE-I ve II. DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA DEĞİŞİM Tank ve Uçak: Tank ve uçağın icat edilmesi Birinci Dünya Savaşı’nı karakterize eden savunmaya yönelik siper savaşından kopuşu getirdi. 6. ÜNİTE - I ve II. DÜNYA SAVAŞLARINDA BİLİM, TEKNOLOJİ VE SOSYAL DEĞİŞİM 6.1. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA BİLİM VE TEKNOLOJİ 19. yüzyıl boyunca hızla gelişen bilim, 20. yüzyılda çok daha hızlı ilerlemiştir. Bilimsel keşifler sayıca arttığı gibi, daha önce hiç görülmemiş sayıdaki bilim adamı, daha etkin ve daha gelişmiş bir donanım kullanarak çok kez şaşırtıcı sonuçlara ulaşmıştır. Mekanize savaşı mümkün kılan esas yenilik tank teknolojisindeki yenilikler olmuştur. Bu gelişme orduların mekanize unsurlarının günde yüzlerce mil gidebilmelerine olanak sağlamıştır. Geçmişte ordular yaya veya at sırtında günde ancak onlarca mil gidebilirlerdi 20. yüzyıl, bilim ve toplum arasındaki ilişkide de kaçınılmaz bir değişime tanık olmuştur. Bilim adamları, Birinci Dünya Savaşında askere alınıp siperlerde ölmüş, İkinci Dünya Savaşında ise ulusal hazine kabul edilerek askerlikten bağışık tutulup savaş alanının gerisinde yer almıştır. Savaşta belki de en büyük değişim havada gerçekleşti. Uçaklar hükümetlerin güçlerini ölçülmeyecek derecede artırmıştır. Hava kuvvetleri sadece hükümetlerin güçlerini artırmakla kalmayıp büyük ve küçük güçler arasındaki oransızlığı da artırdı. Hükümetler, kuramsal araştırmaların endüstri, tarım ve tıpta pratik anlamda gelişmelere yol açabileceğine inanmıştı. Bu inanç, antibiyotiklerin bulunması ve çekirdek fiziğinin atom silahlarının üretiminde uygulanması gibi gelişmelerle güçlenmiştir. Modern havacılığın, Wilbur ve Orville Wright'ın insanlı ilk uçuşu başarmalarıyla 1903'te Birleşik Devletlerde başladığı söylenebilir. Wright kardeşler daha sonra ordu haberleşme birliği için askeri bir uçak tasarımı geliştirdiler ve Eugene Ely 1910'da U.S.S Birmingham'la, ertesi yıl da U.S.S Pennsylvania'yla uçuş denemeleri yaptı. 1. Dünya Savaşı, bilim ve teknolojik gelişmelerin askeri amaçlarla uygulamaya geçilen ilk büyük dünya savaşıydı. Savunma ihtiyaçlarının zorladığı “ileri teknoloji” devletlerin birbirlerine karşı üstünlük kurma emellerine hizmet etmekteydi. Savaşta uçak ilk kez, İtalya ile Türkiye arasında Libya yüzünden çıkan savaşta, 1911–12 yıllarında kullanıldı. Bu uçakların çoğu silahsızdı ve esas olarak gözetleme amacıyla kullanılıyordu. 1. Dünya Savaşı boyunca ordular çok sağlam savunma stratejileri uygulamıştır. Bu da karşı tarafta bulunan orduları çok zor durumda bırakmış ve yeni uygulamalara yöneltmiştir. Bu uygulamaların başında savaş makinelerinin kullanılması gelmektedir. Yani işin içine tanklar, toplar, ağır makineli tüfekler, denizaltılar v.b. birçok savaş makinesi girmiştir. 1914'te generaller ve amiraller hâlâ uçağın esas olarak keşif ve gözetleme açısından kullanışlı olduğunu düşünüyorlardı. Daha sonraları çok geçmeden makineli tüfek de uçaktaki yerini aldı. Makineli tüfek hava savaşının en önemli silahı haline geldi. Bombardıman uçakları savaş uçaklarından daha hızlı gelişti. Aynı zamanda zeplinlerde kullanılıyordu. Almanlar zeplinleri hem havadan keşif yapmak için hem de bombardıman amaçlı kullanıyorlardı. Zeplin aslında ilk stratejik bombardıman aracıydı. Çünkü uçaklardan daha fazla bomba taşıyabiliyordu. Yani yavaş yavaş savaşların galibini insan gücü değil, bunun yerine silah teknolojisi belirlemeye başlamıştır. Denizlerdeki savaş beklenenden farklı gelişti. Savaş öncesi yıllarda Almanya dünyanın en büyük ikinci donanmasını inşa etmişti. Ancak bu donanma, gene de Britanya'nın denizlerdeki üstünlüğüne meydan okuyacak büyüklükte değildi. Zehirli Gaz: Yeni ve öldürücü bir diğer silah zehirli gazdı. İlk kez Birinci Dünya Savaşında Fransızlara karşı klor gazı olarak kullanılan bu silahlar fakir adamın atomu olarak da adlandırılabilirler. Çünkü bunları üretmek daha ucuzdur. Savaş sırasında silahlarda tank, denizaltı, savaş uçağı ve zehirli gazı kapsayan önemli değişiklikler oldu. Denizde zırh ile ağır toplar arasında süren geleneksel yarış, çelik zırhlı gemiler ve namlu kuyruğundan doldurulan yeni ve daha güçlü toplar üretmişti. Birinci Dünya Savaşı'nda kullanılan gazlar başlıca üç kategoriye ayrılıyordu: klorin, akciğerlere saldırarak sıvıyla dolmasını sağlayan ve kurbanı tam anlamıyla boğan fosgen ve hardal gazı. 1917'de kullanılmaya başlanan hardal gazı, vücutta yanmalar ve kabarmalar oluşturuyor, büyük acı veriyor ve bazı vakalarda geçici körlük yaratıyordu. Taraflar gaz maskeleri geliştirdiler. 1916'da gaz maskesi standart uygulama haline getirilmiş ve bir pat durumu oluşmuştu. Denizaltı: Bu arada modern denizaltı da yerini almıştı. Önceleri sadece keşif amacıyla kullanılması düşünülen denizaltılar, Birinci Dünya Savaşı'nda kendilerini kanıtladılar. Denizaltı hedefe kendi kendine giden torpidolar için ideal bir platform oluşturuyordu ve etkisini daha önce, bir Alman denizaltısı bir öğle vakti üç eski İngiliz kruvazörünü batırdığında kanıtlamıştı. 16 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 6. ÜNİTE-I ve II. DÜNYA SAVAŞLARI ARASINDA DEĞİŞİM Televizyon, sosyal kimliğin şekillenmesinde de önemli bir rol oynamaktadır. Bugün televizyon aracılığı ile yayılan popüler kültür, bir yandan geleneksel kültürü unuttururken, diğer yandan da dünyayı kültürsüzleştirme görevini kusursuzca yerine getirmektedir. 6.2. İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA BİLİM VE TEKNOLOJİ II. Dünya Savaşı dünyayı değiştirdi. Günümüzde halen geliştirilmeye devam eden silahların pek çoğu bize 2. Dünya Savaşı’ndan miras kalmıştır. 2 Dünya Savaşı süresince oluşan teknolojik gelişmeler devletlerarasındaki güç ve üstünlük kurma yarışına hizmet etmiştir. Dünyaya bilimsel açıdan en çok katkı sağlayan savaş, hiç kuşkusuz, 2. Dünya Savaşı olmuştur. Bu açıdan bakıldığında 2.Dünya Savaşı'na bilim adamlarının savaşı demek yanlış olmaz. Fotokopi Makinesi: 1903'te George C. Beidler tarafından icat edilen ilk fotokopi makinesi aslında çoğaltılacak belgelerin fotoğraflarını çekiyordu ama sürecin yavaş ve uzun olmasından ötürü rağbet görmedi. Çağdaş elektrostatik fotokopi makinesini ise 8 Eylül 1938'de patent başvurusunu yaptığı, "elektron fotoğrafçılığı" adını verdiği yöntem ile Chester F. Carlson (ABD) tarafından icat edildi. Radar: II. Dünya Savaşı, yoğun hava saldırılarından dolayı radarın da keşfedilip kullanılmasına neden olmuştur. 1940–1941 arasında Almanların İngiltere'ye düzenledikleri hava akınları sonrasında Winston Churchill, radarın savunmada ne derece etkin bir aygıt olduğunu gördü ve Bilimsel Danışmanlık Komitesi'ni kurup başına Profesör L.A. Lindemann'ı getirdi. Yapılan çalışmalar sonucunda İngiltere, düşman uçaklarından korunmak için, “Radio Detection and Ranging” ağıyla donatıldı. Faks: İlk faks makinesi 1843'te ortaya çıktı. Bu makine, kabartma harfleri tarayarak elektrik sinyalleri gönderen bir sarkaçtan oluşuyordu. 1922'de Alman fizikçi Arthur Korn, radyo dalgaları yardımıyla Avrupa'dan Amerika'ya fotoğraf göndermiştir. İlk faks hizmetiyse 1926'da verilmiştir. 6.4. DİĞER TEKNOLOJİK GELİŞMELER Helikopter: Igor Sikorsky, Rusya'dan Amerika'ya iltica eden bir mühendisti. Sikorsky, 1939'da VS-300 adlı ilk modern helikopteri yapar. Sikorsky’nin helikopteride bugünün helikopterleri gibi hareket edebiliyordu. V1 ve V2 Roketler: Nazi Almanya’sının 1942’nin sonlarından itibaren hava hâkimiyetini kaybetmeye başlamasıyla beraber, Alman toprakları Müttefik hava bombardımanlarının hedefi haline gelmiştir. Buna karşılık Adolf Hitler’in “İntikam Silahı” adını verdiği V1 ve V2 roketleri kullanılmıştır. Roket: 1633’de ünlü Türk mühendisi Lagari Hasan Çelebi tarafından ilk insanlı roket denemesi yapıldı. İlk sıvı yakıtlı roket 1926'da Amerikalı Robert Goddard tarafından fırlatıldı. 1932’ye kadar sivil alanda geliştirilmeye çalışılan sıvı yakıtlı roketler bu tarihten sonra askeri sahada yerini almaya başlamıştır. Atom Bombası: II. Dünya Savaşı sırasında, Manhattan Projesi adıyla, ilk çalışmalar başladı. 6 Ağustos 1945 sabahı ilk atom bombası Enola Gay isimli bir bombardıman uçağı ile Hiroşima’ya atıldı. 3 gün sonra 9 Ağustos 1945'te Nagazaki'ye atıldı. Amerikalılarca Japonya’ya atılan iki atom bombası zihniyet dünyasının değiştiğinin de göstergesiydi. Radar: Radar adı verilen sistem 1935 yılında İskoçyalı fizikçi Robert Watson-Watt tarafından geliştirmiştir. Bu sistem radyo dalgaları gönderir ve bu dalgaların, çarptıkları cisimlerden geri gönderilen yansımalarını algılar. Yansımaların oluşturduğu desen, cismin uzaklığıyla hızını ve yönünü de verir. Penisilinin Keşfi: Alexander Fleming penisilini 1928 yılında bulmuştur. Howart Florey, Ernest Boris Chain adlı bilginler kendisine yardımda bulundular ve beraberce penisilinin formolojik ve klinik çalışmalarını Oxford Okulunda bitirdiler. Böylece sınaî olarak penisilinin üretimi Amerika’da başladı. Çamaşır Makinesi: Dünyanın ilk elektrikli çamaşır makinesini 1906'da Alva John Fisher adlı bir Amerikalı yaptı. İlk kurutuculu çamaşır makinesiyse 1924'te ABD'deki Savage Arms Company şirketi tarafından üretildi. 1937 yılında Bendix Corporation adlı şirket ilk tam otomatik çamaşır makinesini üretti. 6.3. İLETİŞİM TEKNOLOJİSİ ALANINDAKİ GELİŞMELER Radyo: İki Dünya Savaşı arasındaki dönem radyonun bulunuşuna tanıklık etmiştir. Radyonun doğurduğu rekabet ortamı ve radyonun II. Dünya Savaşı’nda kamuoyunu yönlendirmede kullanılması iletişim araçlarının savaşlarda ne kadar tehlikeli bir silah olabileceğini göstermiştir. Buzdolabı: Serin yerde saklanan yiyecekler, oda sıcaklığında tutulanlardan daha uzun süre bozulmadan kalır. Alman mucit Karl Linde 1877 yılında ilk buzdolabını icat edene kadar, yiyecekleri serin tutmak için genellikle buz kullanılıyordu. Televizyon: 1926'da İskoç mucit John Logie Baird, ilk kez bir insan yüzünün görüntüsünü televizyonda elde etti. BBC 1936'da Londra'dan siyah beyaz televizyon yayını yapmaya başladı. 1953'te ABD'de ilk başarılı renkli televizyon yayını yapıldı. Tükenmez Kalem: 1938’de Macar Lazlo Biro ile kardeşi George ilk tükenmez kalemi icat etmişlerdir. Tükenmez kalemlerde kullanılmak üzere, havayla temas eder etmez kuruyan özel bir mürekkep üretildi. 17 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DEĞİŞİM 17. yüzyılda büyük Türk mekanikçilerden Hezarfen Ahmed Çelebi bugünkü füzelerin ilk örneği sayılabilecek barut reaktörlü bir roket kullanarak planörcülüğünde ilk önderi olmuştur. 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DÜNYA’DA BİLİM, TEKNOLOJİ ve SOSYAL DEĞİŞME İkinci Dünya Savaşı sırasında savaş alanlarında yaşanan teknolojik üstünlük yarışı savaş sonrasında da artan bir hızla devam etmiştir. 1633 yılında bugün roket mühendisi olarak isimlendirebileceğimiz Lagari Hasan Çelebi kendi geliştirdiği yedi kollu bir fişekle havaya uçarak kartal kanatlarını andıran kanatlarla denize iniş yaparak ilk insanlı roket denemesini yaptı. Savaş sonrası dünyanın iki süper gücü olarak ortaya çıkan ABD ve SSCB bu yarışın lokomotifi olmuş, iki devletin birbirine bilim ve teknoloji alanlarında üstünlük sağlama girişimleri bilim adına yapılan büyük yatırımları beraberinde getirmiş, yapılan bu yatırımlar ise kısa zamanda insanlık adına büyük adımların atılmasını sağlamıştır. Bu gelişmeleri takiben yapılan çalışmalar meyvesini vermiş 1900’lü yılların başlarında Wright Kardeşler (Orville Wright, Wilbur Wright) tarafından ilk motorlu uçak uçurulmuştur. 7.1. Nükleer Enerji ve Nükleer Güç Dünya, “Nükleer Güç” ile ilk kez 6 Ağustos 1945 tarihinde tanıştı. Savaşı kısa sürede bitirmek, Amerikan menfaati adına daha az kayıp vermek ve “Nükleer (Atom) Çağı”’nı ABD’nin yeni gücüne uygun bir biçimde açmak isteyen ABD, ilk atom bombasını Hiroşima’ya 6 Ağustos 1945 yılında attı. Hemen ardından 9 Ağustos tarihinde başka bir Japon kenti Nagazaki kentine ikinci atom bombası atıldı. Savaş sonrasında filolarda eskiyen uçakların insan ve eşya taşıma amaçlı olarak kullanılmaya başlanmasıyla Ticari Havacılık sektörü ortaya çıkmıştır. Kısa süre içerisinde büyüyen sektörde eski büyük bombardıman uçaklarını kullanarak Kuzey Amerika ve Avrupa’da belli başlı noktalara seferler düzenleyen birçok şirket ortaya çıkmıştır. Ve bu şirketlerin ortaya çıkışını yolcu uçaklarının geliştirilmesi izlemiştir. Gerçek anlamda yolcu taşıma amacıyla üretilen ilk jet 20 Aralık 1957’de ilk uçuşunu yapan Boeing 707’dir. İnsanlık çağın en büyük en büyük buluşlarından biriyle bu şekilde tanışmış oldu. Savaş sonrasında aynı teknolojiyi SSCB’nin de üretmesinin ardından Soğuk Savaş döneminin iki büyük aktörü ABD ve SSCB nükleer silah kozlarını sürekli olarak masada tutmuş ve tüm insanoğlu nükleer silahların tedirginliğinde ikinci bir Hiroşima-Nagazaki felaketinin gerçekleşmemesi temennisiyle yaşamıştır. 7.3. Uzay Araştırmaları II. Dünya Savaşı ile büyük bir ivme kazanan teknolojik gelişmeler savaş sonrası ABD ve SSCB arasında başlayan “Soğuk Savaş” döneminde iki devlet arasında bir rekabet konusu olmuştur. Hiroşima ve Nagazaki’de kullandığı atom bombası sonrasında dünyanın teknolojik alanda da en büyük gücü olma iddiasındaki ABD, SSCB’nin başarılı uzay çalışmaları ile bu rüyasından uyanacak ve insanoğluna yeni ufuklar açacak olan yeni bir yarış başlayacaktır. Nükleer enerji, atom çekirdeğinde oluşturulan nükleer tepkimeler neticesinde elde edilmektedir. Nükleer tepkime ve bu işlem sonrasında ortaya yüksek miktarda enerji çıkabileceğine dair ilk öngörü Einstein tarafından 1905 yılında “E=mc2” formülü ile yapılmıştır. Sputnik I ve Uzay Yarışı: Savaştan kaçan Alman bilim adamlarının yardımıyla roket teknolojisine kavuşan ABD ve SSCB mevcut teknolojiyi daha da geliştirmek üzere çalışmalar başlattılar. Dünyadaki ilk insan yapısı nükleer reaktör 1942 yılında Enrico Fermi’nin yürüttüğü bir projeyle ABD’nin Chicago, Illinois kentinde kuruldu. Bu reaktörde fizyon (atomun parçalanması) yöntemiyle ısı üretilmiştir. 1954'te ABD ve SSCB hükümetleri, 1957–58 Uluslararası Jeofizik Yılı'nda, uzaya yapma uydular fırlatacaklarını açıkladılar. Elektrik üreten ilk ticari nükleer güç santrali Shippingport, Pennsylvania'da (ABD) kurulmuş ve 1957'de işletmeye girmiştir. İnsanlığın uzayı fethetme düşünün ilk somut adımını SSCB, Korolev’in tasarladığı Sputnik-1’in 4 Ekim 1957’de uzaya gönderilmesi ve dünya yörüngesine oturtulmasıyla atmış oldu. 1 ay sonrada Sputnik-2’yi yollamıştır. Sputnik-2 uzaya gidecek ilk canlı olacak LAYKA adlı bir köpeği yörüngeye götürdü. 7.2. Havacılık Çalışmaları Basit uçma düzeni ile ilgili ilk teşebbüsler 9. yüzyıl sonlarında Endülüs’lü İbn-i Fırnas yapılmış ve kısa mesafeli uçuşlar gerçekleştirilmiştir. Bu teşebbüsleri takiben bir Türk bilgini olan İsmail Cevheri bilim tarihinde ilk defa uçma girişiminde bulunan mekanist olarak tarihteki yerini almıştır. 1957’de Sputnik-1’in fırlatılması ardından ABD’de 1958 yılında NASA (Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) kuruldu. 18 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DEĞİŞİM 1990 yılında NASA’nın Venüs’le ilgili son büyük projesi “Magellan” gezegenin eliptik yörüngesine girdi. 2 yılda gezegenin yüzeyinin %98 haritasını çıkardı. 1994 yılında Karadeliklerin varlığına ilişkin kanıtlar bulundu. 1998 – 2004 tarihleri arasında insanın uzayda uzun süre kalabilmesinin yolları öğrenildi. Bu çalışmaların ardından iki jumbo jet büyüklüğünde uluslararası bir istasyon yapıldı. Uluslararası Uzay İstasyonu 2004 yılında tam anlamıyla çalışmaya başladı. Sputnik-1‘in ardından ABD’de hemen uzaya bir uydu göndermek istemiş fakat ilk denemelerinde başarısız olmuştur. Daha sonra ABD ilk roketi Explorer I’i fırlatmayı başardı. Dr. James Van Allen tarafından Iowa Eyalet Üniversitesi’nde tasarlanıp yapılan “Explorer I” 1 Şubat 1958 tarihinde, Florida’da bulunan Cape Canaveral (şuan ki adı Cape Kennedy) Üssü’nden fırlatılmıştır. 1971’de ilk uzay istasyonu olan Salyut-1 Ruslar tarafından dünya yörüngesine oturtuldu. Sputnik I’in fırlatılışı dünyayı yeni politik, askeri, teknolojik ve bilimsel gelişmelere götürmüştür. Fırlatılmasının en önemli sonucu uzay çağını ve ABD-SSCB arasında ki uzay yarışını başlatmasıdır. 7.5. İletişim ve Haberleşme Teknolojileri Uydu Teknolojileri: Gelişen uzay teknolojisi ve gönderilen uyduların çeşitli amaçlara hizmet etmesi zaman içerisinde uyduların iletişim amaçlı olarak ta kullanılması fikrini doğurmuştur. Uzaya İnsanlı Uçuşlar: 1950'li yıllarda başlayan uzay yarışı 1960'larda hızla devam etmiş ve nihayetinde 12 Nisan 1961 tarihinde SSCB Kozmonotu Yuri Gagarin uzaya çıkarak dünya yörüngesinde dolaşan ilk insan unvanını almıştır. Uydu yayıncılığı başlangıçta geleneksel yayın sistemlerinin aksaması durumunda yedek araç olarak düşünülmüştür. Ancak günümüzde uydu sisteminin yayıncılık alanındaki üstünlüğü tartışılamaz bir boyut kazanmıştır. 7.4. Uzay Yarışında Diğer Gelişmeler 1960 yılında ilk meteoroloji uydusu “Tiros” gönderildi. 16 Haziran 1963 tarihinde SSCB'nin Vostok isimli uzay aracıyla Valentina Tereshkova çıktı. Tereshkova ilk kez uzaya çıkan kadın unvanını aldı. 18 Mart 1965 tarihinde Rus Kozmonot Aleksei Leonov uzayda yürüyen ilk insan oldu. 3 Şubat 1966 tarihinde SSCB “Luna 9” uzay aracı Ay'a başarıyla inen ilk araç oldu. 18 Ekim 1967 tarihinde Sovyet yapımı uzay aracı Venera 4 aracı Venüs'e inen ilk uzay aracı oldu. 1968 yılında “Apollo 8” yerçekiminin tamamen dışına çıkan ve insanı ayın yörüngesine taşıyan ilk uzay aracı oldu. 20 Temmuz 1969 tarihinde “Apollo 11” astronotları Neil Armstrong ve Edwin Aldrin Ay'a ilk ayak basan insanlar oldular. 1971 yılında Sovyet yapımı “Mars 2” Mars'a çarpıp parçalandı fakat Mars'a ulaşan ilk uzay aracı oldu. Onu izleyen “Mars 3” gezegene yumuşak iniş yaptı ve bir robot aracı yüzeye indirdi. 5 Aralık 1973 tarihinde Nasa'nın “Pioner 10” ve “Pioner 11” isimli araçları, Jüpiter'in yakınına ulaşan ilk uzay araçları oldular. 1976’da Uzay sondaları Voyager-1 ve Voyager-2 fırlatıldı. Bunlar güneş sisteminin dış bölümündeki gezegenleri gözlemleyen ve bu bilgileri dünyaya yollayan uzay araçlarıdır. 28 Ocak 1986 tarihinde Amerikan Uzay Mekiği “Challanger” fırlatıldıktan sonra havada infilak etti. 7 Amerikalı mürettebatın tamamı öldü. 24 Nisan 1990 tarihinde “Hubble Uzay Teleskobu” Discovery mekiği ile gönderildi. İlk yayın uydusu ABD’nin Florida Eyaleti’nden 30 Mayıs 1974 tarihinde fırlatılmış ve dünyanın 36 bin kilometre yükseklikteki duruk (statik) yörüngesine oturtulmuştur. Uydu teknolojileri radyo, televizyon, fax vb. haberleşme fonksiyonlarının yanında özel haberleşme sistemleri ve acil yardım servisleri gibi alanlarda da büyük kolaylıklar sağlamaktadır. İlk zamanlar özellikle askeri maksatlı kullanılan bu sistemler artık sivil amaçlı olarak da kullanılabilmekte ve herkesin bu olanaklardan faydalanması sağlanmaktadır. Bu konuda en güzel örnek GPS yani “Küresel Yer Belirleme Sistemleri” dir. Telefon, Telsiz Telefon ve Cep Telefonu: İlk telefon 1876 yılında Graham Bell tarafından icat edildi. Türkiye’de ise ilk kez kullanımı 1908 yılında oldu. Telsiz telefon (ya da radyo telefon), telefon kablolarına gerek göstermeyen bir tür telefondur. İkinci Dünya savaşı sırasında, uçaklarla, gemilerle ve kara taşıtlarıyla haberleşme, büyük önem kazandı. Bu nedenle, kilometrelerce öteye yayın yapabilen, düşük güçlü, çok yüksek frekanslı (VHF) telsiz telefon sistemleri geliştirildi. Cep telefonu ilk 1973 yılında Amerikalı Martin Cooper tarafından icat edildi. 19 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DEĞİŞİM Bilgisayar: Bilgisayarın atası olarak kabul edilen icat, abaküstür. Abaküs, Çinliler tarafından 1800’lü yıllarda bulundu. Bu icadı araştıran filozof Hebiniz Pascal “4 işlemi” yapan aritmetre adlı bir makine icat etti. 7.6. Tıp Alanında Önemli Gelişmeler Organ ve Doku Nakli: Organ Nakli, (Transplantasyon) günümüzde başka hiçbir tıbbi çözüm olmadığı için, bir insanın organ ya da dokularının ihtiyacı olan başka bir insana, tedavi amacıyla nakledilmesi işlemidir. Nakil ameliyatla ya da çeşitli tıbbi yöntemlerle yapılır. 1837 yılında Charles Babbage, adını Analytical Engine (Çözümlemeli veya analitik makine) koyduğu, ilk tam yazılımlanabilir makinesel bilgisayarı kavramsallaştırıp tasarladı. Böbrek, karaciğer, kalp, akciğer, pankreas organ nakillerine, gözün saydam tabakası olan kornea, kan, kemik iliği ve pankreasın insülin salgılayan hücreleri de doku nakline örneklerdir. İlk analog bilgisayar 1931 yılında Vannevar Bush tarafından gerçekleştirildi. Buna karşılık, ilk sayısal bilgisayarı George Stibiz 1939′da New York’taki Bell Laboratuvarında üretti. Organ nakli, dünyada modern anlamda ilk kez Macar Dr. Ullman tarafından Viyana’da 1902 yılında hayvanlar üzerinde böbrek nakli ile denenmişti. Konrad Zuse'nin "Z makineleri". Z3 (1941) ikili sayı tabanına dayalı işleyip, gerçel sayılar ile işlem yapabilen ilk makinedir. Türkiye’de ilk başarılı organ nakli ise 3 Kasım 1975 yılında Dr. Haberal ve ekibince Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde bir anneden oğluna yapılan canlıdan canlıya böbrek nakli olmuştur. 1946 yılında Mark 1 adında gelişmiş bir bilgisayar yapıldı ve bilgisayar Amerika’daki nüfus sayımında kullanıldı 1905: Eduard Zirm tarafından ilk başarılı kornea nakli 1954: Joseph Murray tarafından ilk başarılı böbrek nakli (Boston) 1966: Richard Lillehei ve William Kelly tarafından ilk başarılı pankreas nakli (Minnesota) 1967: Thomas Starzl tarafından ilk başarılı karaciğer nakli (Pittsburgh) 1967: Christiaan Barnard tarafından ilk başarılı kalp nakli (Cape Town, Güney Afrika) 1981: Bruce Reitz tarafından ilk başarılı kalp/akciğer nakli (Stanford) 1987: Joel Cooper tarafından ilk başarılı tüm akciğer nakli (St. Louis) 1998: David Sutherland tarafından ilk başarılı canlı donör kısmi pankreas nakli (Minnesota) 1998: İlk Başarılı el nakli (Fransa) 2005: İlk Başarılı kısmi yüz nakli (Fransa) ABD Ordusu tarafından geliştirilen ENIAC (1946), onluk sayı tabanına dayalı olup ilk genel kullanım amaçlı elektronik bilgisayar unvanına sahiptir. Ticari amaçlarla kullanılabilen ve seri halde üretimi yapılan ilk bilgisayar UNIVAC I oldu. 1975′te 8800 isimli bir bilgisayar devresi icat edildi. 1977 yılında ise monitörlü ve klavyeli bilgisayarlar piyasaya sürüldü. 1981 yılında IBM şirketi ilk kişisel bilgisayarı üretti. İnternet: Amerikan ordusu tarafından 1969'da Arpanet isimli internet benzeri geniş bir yerel ağ kurulmuştu. ARPANET, çoğu uzmana göre İnternetin babası olarak kabul ediliyor. Bu sistem o zamanlar tamamen güvenlik amaçlıydı. Dr. Vinton Cerf araştırmalarında bu sistemi ilham kaynağı olarak kullanmıştı. Eşinin diğer insanlarla iletişim kurmasını sağlamak için bu sistemi yaymaya başladı. 1970 yılında resmen kullanılmaya başlandı, 1973-1978 yılları arasında TCP/IP protokolünün geliştirme sürecinde yer aldı. Gen Teknolojisi:1950 yılların başında Francis Crick ve James Watson tarafından DNA molekülünün tanımlanmasıyla, gen teknolojisi ilk kez başladı. Gen teknolojisi, tıp, tarım, hayvancılık, gıda, kimya ve enerji sektörlerinde yoğun olarak kullanılmaktadır. Tıp alanındaki gen teknolojisi uygulamaları öncelikle genetik tanı ile başlamıştır. Gen dizilerinde olabilecek hataların genetik hastalıklara neden olmaları genetik tanı uygulamalarını hızla artırmıştır. Başta Kanser, Alzheimer, Parkinson gibi hastalıkların erken dönemde daha belirtiler ortaya çıkmadan gen düzeyinde tanılarının gerçekleştirilmesi ve sonrasında sağlıklı genlerin aktarılmasıyla gerçekleştirilecek gen tedavisi hastalığın daha başlangıçta kesin olarak ortadan kalkmasını sağlayabilecektir. 1993'te “İsviçre Parça Fiziği Avrupa Labaratuarı”ından Tim Berners-Lee tarafından geliştirilen “www” (World Wide Web), kullandığı “http” (Hypertext Transfer Protocol) sayesinde interneti bugünkü görünümüne soktu. Aynı yıllarda Netscape firması tarafından geliştirilen “Netscape Navigator” (İnternet Tarayıcı) interneti her kesimden insana hitap eder duruma getirdi. 20 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DEĞİŞİM Gen teknolojisinin en önemli katkılarından biri de ilaç endüstrisinde görülmektedir. Gen teknolojisi bir yandan tıp alanında çok önemli tedavi imkânları sağlarken diğer yandan özellikle tarım, hayvancılık ve gıda sektörlerinde insan sağlığını tehdit edebilecek şekilde kullanılmaktadır. 7.7. Nanoteknoloji Nanoteknoloji maddeyi atomik seviyede kontrol etme bilimidir. ve moleküler 29 Aralık 1959'da Amerikan Fizik Cemiyetinde Richard Feynman “Aşağıda Daha Çok Yer Var” adlı bir konuşma yaptı. Feynman her ne kadar konuşmasında nanoteknoloji kelimesini kullanmamış olsa da sonradan nanoteknolojiyi anlattığı anlaşılmış ve nanoteknolojinin fikir babası olarak sayılmıştır. Klonlama: 1952-Robert Briggs ve T.J. King ilk klonlama deneyini gerçekleştirdiler. Bir organizmanın (kurbağa) kopyalanması ilk defa 1972 yılında İngiliz bilim adamları tarafından yapılmıştır. Nanoteknoloji terimi ilk kez 1974 yılında Norio Taniguchi tarafından “Temel Nano-Teknoloji Konseptleri” adlı makalede dile getirildi. 1996 yılında dünyanın ilk memeli genetik kopyalaması koyun “Dolly” İskoç bilim adamları (Dr Willmut ve arkadaşları) tarafından gerçekleştirildi. Nanoteknoloji alanındaki bir başka fikir adamı ise Eric Drexler‘dır. İlk nanoteknoloji derecesini alan, ilk nanoteknoloji kitabını yazan (1986: Yaratma Makineleri), ilk nanoteknoloji okul kitabını yazan, ilk nanoteknoloji dersini veren (1988) kişidir. Türkiye'nin ilk kopyalanan (klonlanan) canlısı ise Oyalı adlı koyun, 2007 yılında klonlandı. Nanoteknolojinin gerçekten gelişmesini tetikleyen buluş ise 1981’de IBM şirketi çalışanları Gerd Binnig ve Gerhard Rohrer tarafından üretilen Tarama Tünelleme Mikroskopları’dır. Kök Hücreler ve Kök Hücre Tedavisi: Kök hücreler, gerektiğinde kendini yenileyebilme ve farklılaşabilme yeteneğine sahip hücrelerdir. Vücudumuzda bütün dokuları ve organları oluşturan ana hücrelerdir. Henüz farklılaşmamış olan bu kök hücreler, sınırsız bölünebilme ve kendini yenileme, organ ve dokulara dönüşebilme yeteneğine sahip olmaları nedeniyle kanser, sinir sistemi hastalıkları (Alzheimer) ve hasarları, metabolik hastalıklar (diyabet), organ yetmezlikleri, romatizmal hastalıklar, kalp ve kemik hastalıkları gibi birçok alanda kullanıma sahiptirler. 1999 yılında ABD Başkanı Clinton ABD’de ilk resmi hükümet programını Ulusal Nanoteknoloji Girişimi başlattı. 2001 yılında Avrupa Birliği, Çerçeve Programına Nanoteknoloji çalışmalarını öncelikli alan olarak dâhil etti. Türkiye’de 2006 yılında Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi (UNAM), Devlet Planlama Teşkilatı'nın desteğiyle Bilkent Üniversitesi dâhilinde faaliyet göstermeye başladı. Günümüzde bu hastalıkların bazılarında doku ve organ nakli tedavisi kullanılmaktadır. Ancak, bazen gerekli ve uygun, organ ve dokunun her zaman bulunamaması, organ ve doku nakli gerektiren hastaların çokluğu gibi sebeplerle, kök hücrelerin bu alanda kullanılması gündeme gelmiştir. 2010 yılı itibari ile 3. nesili yaşıyoruz. 2020-2025 yılı itibari ile de 4. nesil nanoteknolojik ürünlerin çıkması bekleniyor. Tekstilde Nanoteknoloji Kullanımı 19. yüzyıl başlarında gelişmeye başlayan tekstil endüstrisi, nanoteknoloji sayesinde yeni bir döneme girmeye başlamıştır. Tekstilde kullanılan malzemelere nanometre boyutlarında farklı özellikler kazandırılması çok önemli gelişmelere yol açacaktır. Dünyada ilk kök hücre nakli Osgood ve arkadaşları tarafından 1939 yılında aplastik anemisi olan bir hastaya yapılmış, ancak başarısız olunmuştur. Dünyada ilk başarılı allojenik kemik iliği transplantasyonu (kit) 1968’de Gatti ve arkadaşları tarafından otolog kit ise, appelboum ve arkadaşları tarafından 1978’de yapılmıştır. Türkiye' de ilk allo kit 1985’de, otolog kit ise 1984’de yapılmıştır. Örnek olarak, çorap ipliğinin gümüş nano parçacıkları ile katkılandırılması, çorap içerisinde bakteri ve mikrop barınmasını engelleyeceğinden koku oluşumunu önlemiş olacaktır. Suyu sevmeyen (iten) kumaşlardan üretilmiş tekstil ürünlerinde kirlenme engellenmiş, dolayısıyla yıkama ve tekrar ütüleme ihtiyacı en aza indirilmiş olacaktır. Böylece su sarfiyatı azalacak, hatta belirli bir süre sonra çamaşır makinelerine bile gereksinim kalmayacaktır. Tüp Bebek: İlk kez İngiltere’de 1978 yılında tüp bebek yöntemiyle Loise Brown isimli bir kız bebek dünyaya gelmiştir. Türkiye’nin ilk tüp bebeği olan Dilek Katrancı ise Samsun’da özel bir klinikte 22 Aralık 1988 yılında dünyaya gelmiştir. 21 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DEĞİŞİM Nano malzemelerle çok çeşitli fonksiyonlara sahip kumaşlar elde edilmektedir. Yakın bir gelecekte, giydiğimiz tişört, üzerindeki nanosensörler sayesinde kalp atışlarımızı, vücut ısımızı ve kan şekerimizi düzenli kontrol ederek, istenmeyen bir durum olduğunda bizleri veya kablosuz bir hatla doktorumuzu haberdar edebilecektir. Bilim adamları ayrıca nanoparçacıkları virüsleri yok etmek içinde kullanmaktadır. Nanoparçacıklar her ne kadar virüs moleküllerini yok edemeseler de, virüslerin üremesini engelleyecek enzim taşıyabilmektedir. Nanoparçacıklar dışında nanorobotlar kullanılarak da hücre tedavisi ve kanserle mücadele sağlanabilecektir. Her ne kadar şu an nanorobotlar araştırma düzeyinde olsa da gelecekte programlanmış nanorobotlar kanımızın içinde dolaşarak antijenlerin, kanser hücrelerinin, virüslerin ve zararlı bakterilerin vücudumuz içinde imha edilmesini sağlayacaktır. Savunma Sanayi ve Nanoteknoloji Nanoteknolojinin en önemli askeri uygulamalardan birisi asker kayıplarının azaltılması için akıllı üniformaların tasarlanıp üretilmesidir. Günümüzde, bir askerin, ihtiyacı olacak bütün donanımı yanına alması durumda yükü 50 kilograma yaklaşmaktadır. Bu yük askerin hareket kabiliyetini ciddi bir şekilde azaltmaktadır. Yapılan çalışmalarla akıllı elbise üretilmesinde ümit verici sonuçlar elde edilmiştir. 7.8. TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ (TPE) TPE Ülke içinde serbest rekabet ortamının oluşmasını ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinin gelişmesini sağlamak üzere sınaî mülkiyet haklarının tesisi ile korunmasını sağlanmak, sınaî mülkiyet haklarına ilişkin yurt içi ve yurt dışında var olan bilgi ve dokümantasyonu kamunun istifadesine sunmak görevlerini yürüten Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı, idari ve mali özerkliğe sahip bir kurumdur. Esnek ve yıkanabilen nanosensörlerin ve aygıtların kumaş içerisine entegre edilmesiyle, üniformalar yeni boyutlar kazanacaktır; üniforma artık görecek, duyacak, hissedecek, komut verecek, ve enerji üretecek hale gelecektir. Kimyasal ve biyolojik ajanları tespit edebilecek bu akıllı üniforma, aynı zamanda kalbi duran askere kalp masaj yaparak onu hayata geri döndürebilecektir. Savaş meydanında yaralanan askere ait bütün bilgileri kablosuz hatla merkeze bildirebilecek, gerektiğinde kısa süre içerisinde gerekli müdahalenin yapılmasına olanak sağlayacaktır. Üniforma gerektiğinde çok sert bir zırha dönüşebileceği gibi, askerin ihtiyacı olacak enerjiyi güneşten sağlayacaktır. Türk Patent Enstitüsü'nün Görevleri 1) Kanunlarla koruma altına alınmış sınaî mülkiyet haklarının tescilini ve bu hakların korunması ile ilgili işlemleri yapmak, 2) Lisans işlemlerinde arabuluculuk faaliyetlerinde bulunmak ve mahkemelerde bilirkişilik yapmak, 3) Lisans ve devir anlaşmalarını tescil etmek, 4) Buluşların kullanımını takip etmek, yeni teknolojilerin değerlendirilmesi ile teknoloji transferinin yönlendirilmesi ve arşivlenmesi işlemlerini yapmak, 5) Yurtdışında benzer kuruluşlar ve uluslararası kuruluşlarla işbirliğinde bulunmak, 6) Türkiye'yi sınaî mülkiyet hakları konusunda uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil etmek. 7) Sınaî mülkiyet hakları ile ilgili uluslararası anlaşmaların hazırlanmasına ülke çıkarlarını koruyarak katkıda bulunmak ve bu anlaşmaların Türkiye'de uygulanmasını sağlamak, 8) Yurtiçi ve yurtdışında teknoloji ve araştırmageliştirme ile ilgili kurum ve kuruluşlarla ve bilgi bankalarıyla işbirliği yapmak, dokümantasyon merkezleri kurmak, bu bilgileri kamunun istifadesine sunmak, 9) Sınaî mülkiyet hakları ile ilgili olarak çeşitli yayınlar yapmak ve Türk Sınaî Mülkiyet Gazetesini periyodik olarak yayınlamak, 10) Sınaî Mülkiyet Hakları konularında yurtiçinde kişi ve kuruluşların bilgilendirilmesi ve yönlendirilmesi için gerekli çalışmaları yapmaktır. Sağlıkta Nanoteknoloji Sağlık alanında nanoteknolojinin uygulama alanı konusunda nanoparçacıklar ve nanorobotlar üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Bu sayede hücresel ve moleküler seviyede onarım yapılması planlanmaktadır. Doğrudan kanserli hücrelerin veya vücuda zarar verecek bakteri ve mikropların nano robotlar tarafından imha edilmesi insanoğlu için önemli bir aşamadır. Nanoteknolojinin sağlık alanında uygulamalarından birini nanoparçacıklar oluşturmaktadır. Nanoparçacıklar kullanılarak istenilen hücreler arasında madde taşınımı olanaklı hale gelecektir. Örneğin kanser tedavisinde nanoparçacıklar kullanılarak sadece hasarlı hücrelerine imha edilmesine olanak sağlanarak, sağlıklı hücrelere herhangi bir zarar verilmeyecektir. Nanoparçacıkların kanserli hücrelere bağlanması dışında geliştirilen diğer bir yöntemse kanserli hücrelerin ısıtılarak yok edilmesidir. Altın “nanorod”lar vücut içine giren kızıl ötesi ışığı absorbe ederek, içlerindeki enerjiyi sadece kanserli hücreleri ısıtarak yok etmekte kullanılır. 22 BİLİM, TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞME 7. ÜNİTE - II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA DEĞİŞİM Patent: Buluş sahibinin buluş konusu ürünü belirli bir süre üretme, kullanma, satma veya ithal etme hakkıdır. Bu hakkı gösteren belgeye de “Patent” denir. Türkiye'de patent verme yetkisi, Türk Patent Enstitüsü'ne aittir. Tarihçesi Ülkemiz, sınaî haklar alanında dünyada ilk düzenleme yapan ülkelerdendir. Ülkemizde sınaî mülkiyete ilişkin düzenlemeler, ilk olarak başlangıcı 13-14. yüzyıllara dayanan “ahilik müessesesi” içinde yer almaktadır. Ahilik sistemi Batıdaki lonca sisteminden farklı olarak buluşa dayanmakta, böylece yenilikçilik teşvik edilmektedir. Ahilik sistemine göre esnaf birliği kurmak için yeni bir ürün geliştirmek ya da teknolojide bir yenilik ortaya koymak gerekmekteydi. Geliştirilen yenilik için günümüzde patentlerde olduğu gibi bir tekel hakkı verilmekteydi. Yeni tekniği geliştiren ve uygulayan esnaf birliğinin başına “Pir” denilmekteydi. “Pir'e” verilen fikri hak, sadece sınırlı bir bölgede geçerliydi ve yeni ustalar yetiştirmesi şartıyla verilirdi. Farklı bölgede o ürünü/tekniği kullanmak ise mümkündü. Buluşu yapılan neredeyse her şey patent koruması kapsamına dâhildir. Buluşu yapılan bir ürün ya da sistemin bütün hakları patent sahibine ait olur ve ondan izinsiz kullanılamaz. Patent, ürün veya buluş sahibine, icat ettiği ürünün satışı, pazarlanması, çoğaltılması, bir benzerinin üretilmesi gibi alanlarda ayrıcalıklar getiren resmi bir belge ve unvandır. Patent Yasalarının amacı; buluş yapmayı, yenilikleri ve yaratıcı fikri faaliyetleri teşvik etmek için gerekli olan korumayı ve buluşlarla elde edilen teknik çözümlerin sanayide uygulanmasını sağlamaktır. 1871 tarihli “Eşya-i Ticariyeye Mahsus Alamet-i Farikalara Dair Nizamname” ve 1879 tarihli “İhtira Beratı Kanunu” marka ve patent konularında ülkemizdeki yasal korumanın temelini teşkil etmektedir. Telif: Bir fikri ya da sanat yapıtını ortaya koyan kişinin, bu yapıttan doğan haklarının tümüne denir. Telif hakkı, herhangi bir bilgi veya düşünce ürününün kullanılması ve yayılması ile ilgili hakların, yasalarla belirli kişilere verilmesidir. 1965 yılında 551 sayılı “Marka Kanunu"nun yürürlüğe girmesi ve 1976 yılında "Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) Kuruluş Anlaşması”na katılım, Türkiye'de sınaî mülkiyet hakları koruması alanındaki önemli adımlar arasında yer almaktadır. Telif hakkı, genellikle belirli bir süre için geçerlidir. Sembolü çember içinde bir "©" harfidir, © harfi üzerinde bulunduğu yapanın telif haklarının korunduğunu belirtir ve İngilizce "copyright" kelimesini ifade eder. 24 Haziran 1994 tarihinde, 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı, idari ve mali özerkliğe sahip Türk Patent Enstitüsü'nün (TPE) kurulması, sınaî mülkiyet hakları alanında bir dönüm noktası olmuştur. 544 Sayılı KHK'nın günümüz koşullarına uyumlu hale getirilmesi ve kanunlaştırılması amacıyla 19 Kasım 2003 tarihinde “5000 Sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Türkiye’de 1857 yılında ilk telif haklarıyla ilgili olan düzenleme Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (Hakkı Telif Nizamnamesi) ile başlamış daha sonra 1871’de Markalar Kanunu (Alameti Farika Nizamnamesi), 1879’da Patent Kanunu kabul edilmiştir. Gerçek anlamda ilk fikir ve sanat eserleri kanunu olan “Hakkı Telif Kanunu” 8 Mayıs 1910 tarihinde çıkarılmıştır. Türkiye'nin, “Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Kuruluş Anlaşması” ve eki “Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Antlaşmasından” (TRIPS) ve Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği'nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi amacıyla, TPE öncülüğünde patent, marka, endüstriyel tasarım ve coğrafi işaretler alanlarında reform niteliğinde kanun hükmünde kararnameler oluşturulmuştur. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ise Prof. Ernst Hirsch tarafından hazırlanmış ve 1952 yılında yürürlüğe girmiştir. 5846 sayılı kanun, 1983, 1995, 2001, 2004, 2007 ve 2008 yıllarında değişikliğe uğramıştır. Türkiye’de fikri mülkiyet haklarının gerçek manada korunması 1995 yılında kabul edilen ve 1999 yılında yürürlüğe giren Patent Yasası ile başlamıştır. 1994'ten günümüze kadar geçen dönem içinde 11 uluslararası anlaşmaya taraf olunmuştur. Ülke çapında güçlü bir sınaî mülkiyet sistemi oluşturulması amacıyla ihtisas mahkemeleri kurulmuş, sistemin kullanıcılarına yönelik verilen eğitim ve düzenlenen tanıtım faaliyetleriyle kamunun bilinçlendirilmesine yönelik önemli çalışmalar yürütülmüştür. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nda 2001 yılında 4630 ve 2004 yılında 5101 sayılı kanunlarla “Dünya Fikri Mülkiyet Hakları Örgütü (WIPO) Telif Hakları Anlaşması” çerçevesinde yapılan değişiklikler ile de söz konusu anlaşma hükümlerine uyum sağlanmıştır. 23
© Copyright 2024 Paperzz