Mehmet Akif ERSOY Şiir Kitapçığı Kazım Karabekir Anadolu İmam Hatip Lisesi Hazırlayan Editör Tashih Kapak Baskı Tarihi : Abdulkadir IŞIK : Erol EREN : Recep TOPÇU – Zeliha ÖZGENÇ - Esra ŞARIŞAHİN : Aynur BAKOĞLU : Şubat 2014 Kazım Karabekir Anadolu İmam Hatip Lisesi Karadeniz Mah. Mehmet Akif Cad: No:163 Gaziosmanpaşa / İST Telefon: 0 212 535 30 30 Faks: 0 212 538 78 15 Web: http://kkaihl.meb.k12.tr/ 1 “Âsım'ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek; İmam Hatip Liseleri arasında “ÂSIM’IN NESLİ” başlıklı bir yarışma düzenlemek istedik. Bu yarışmayla öğrencilerimizin “Mehmet Akif Ersoy’u Anlama/Tanıma”ya özendirilmesi ve öğrencilerimize Büyük İstiklal Marşı şairinin sevdirilmesini amaçladık. İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.” Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Savaşı sonrası yazmış olduğu bu şiiri, birçoğumuz tarafından ezbere bilinir. Şair yukarıda belirttiğim mısralarda bir nesilden bahseder. Milli mücadeleyi kazanmamızı sağlayan o güzel özellikleri içinde barındıran bu nesle de 'Asım'ın Nesli' adını vermiştir. Kanaatimce Tevfik Fikret'in Haluk isimli çocuğunda bütünleştirdiği nesil projesine bir nevi cevaptır Asım. Akif’e göre Asım, bir semboldür. Müslüman Türk gençliğini temsil eder. İnancı tamdır. Ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla, gücüyle mücadele eder ve bu mücadeleyi kazanır. Bunun en canlı örneği Çanakkale Savaşı'dır. Çanakkale'de yedi düvele karşı mücadele vermiştir. Çanakkale Savaşı’nda büyük bir destana imza atan Asım’ın neslini gelecek için ideal bir gençlik olarak görmesi, Akif’i daha da ümitlendirir. Asım’ın nesli, Çanakkale Harbi’nde muazzam bir başarı göstermiş ve kendisine olan güveni boşa çıkarmamıştır. Elinizdeki kitapçıkta ele aldığımız şiirlerde-beyitlerde kısaca bunlara değindik. Şüphesiz bu mevzûlara dair söylenecek daha çok söz var. Fakat önemli olan Asım’ın Nesli üzerinde lâyıkıyla tefekkür ederek halimizi o yüce neslin hâliyle mizan etmek ve onların güzelliklerini imkan nisbetinde hâl ve hareketlerimize aksettirmeye çalışmaktır. Yüce Mevlâmızdan, bu mütevâzı çalışmayı ve yarışmayı teselsül bereketi etmesini temennî ederim. Yine bu yarışmada emeği geçen tüm idareci, öğretmen ve öğrencilerimizin samimi gayretlerinin bir sadaka-i câriye olmasını dilerim. Rabbimiz hâlis niyet ve teşebbüslerimizi ve bu çalışmamızı katında kabul buyursun; gönderilen kitapçık hükmündeki bu gayretimizi, maddî-manevî buhranlarla bunalan bütün ruhlara, yorgun gönüllere teneffüs ve huzur imkanı oluşturacak Asım’ın Nesli’ne mânevî pencere kılsın. Kur’an’ı hakkıyla yaşamakla birlikte İslam kültürüne sahip çıkan bu nesil, bilim ve teknoloji alanında da elde edeceği kazanım ile tarihteki ihtişamlı günlere yeniden dönüşün müjdecisidir. Asım’ın nesli, hem İslam kültürünün birikimine sahip çıkacak, aynı zamanda bilim ve teknoloji alanında yol kat etmiş olan Avrupa’nın bu alanlardaki donanımından uzak durmayacaktır. Asım, bir bakıma Mehmet Akif'in kendisidir. Vefakârdır. Sözüne sadıktır. Asım ve neslinin temel vazifesi, ümitsizliğe kapılmadan azimle çalışmak, milli ve manevi değerlere sımsıkı sarılıp hakkıyla yaşamak ve ilim yolunda gayret göstermektir. Özetle Mehmet Akif, Asım’ın nesli ile iman, ilim ve irfan yolunda kendini inşa etmiş, kişilikli, ahlaklı, dinine ve milletine sımsıkı bağlı ve bunların kalkınması için tüm imkanlarını seferber eden bir gençliğin hayalini kurmaktadır. Asım’ın Nesli olabilme çabasıyla bir kez daha ifade ediyorum ki, bütün kalbimle Üstadı saygı, sevgi ve derin bir hürmetle anıyorum. Bu vesileyle yarışmaya katılan/katılacak olan okullarımıza ve öğrencilerine teşekkürü bir borç biliyorum… Muvaffakiyet, Allah’tandır. Erdoğan SÖYLEMEZ Kazım Karabekir Anadolu İmam Hatip Lisesi Müdürü Bizler biliyoruz ki, İmam Hatip Lisesi mensupları olarak bize düşen vazife milli ve manevi değerlerine bağlı Müslüman Türk Milletini ve onun geleceği olan gençliğini korumaktır. Bu vazifenin başlıca hedefi de eğitim olmalıdır. Milli manevi değerlerini bilen ve bu değerlere sahip çıkan Mehmet Akif'in dile getirdiği o yüce nesli 'Asım'ın Nesli’ni' yetiştirebilmektir. İşte bizler de bu düşüncelerden yola çıkarak, okulumuz Kazım Karabekir Anadolu İmam Hatip Lisesi olarak, Mehmet Akif Ersoy’u anma ve tanıma çerçevesinde İstanbul ili sınırları içinde 2 İçindekiler “Durmayalım” ............................................................................................... 4 “Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?” .................................................... 7 “Gitme Ey Yolcu”........................................................................................... 9 “Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak”..................................................... 12 “Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?” .......................................... 14 ‘’Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu?’’ ................................................. 17 “Bir Zamanlar Biz De Millet, Hem Nasıl Milletmişiz” .................................. 19 “Uyan” ........................................................................................................ 21 “Müslümanlık Nerede?” ............................................................................. 23 “Şehâmet Dîni, Gayret Dîni; Ancak Müslümanlık'tır”..................................... 25 “Korkma” .................................................................................................... 27 “Yâ Nebî” .................................................................................................... 28 “Zulmü Alkışlayamam” ............................................................................... 30 “Çanakkale Şehitlerine” .............................................................................. 31 “Bülbül” ...................................................................................................... 35 “Bir Gece” ................................................................................................... 38 Yarışma Şartnamesi: ................................................................................... 40 Dikkat: Yarışmada sadece şiirlerin aslından ve kelime anlamlarından sorumlu olunacaktır. Açıklama kısmı ve hikayecikler bilgi amaçlı verilmiştir. 3 “Durmayalım” 1 “Durmayalım” 2 Sa’dî diyor ki: “Bir gece biz kârbân ile Âheste3-seyr iken yolumuz düştü bir çöle Sa’dî diyor ki: “Bir gece biz kervan ile’ Aheste seyretmekte iken yolumuz düştü bir çöle. Sür’atle tayyiçin4 o beyâbân-ı vahşeti,5 Hep yolcular fedâ ederek istirâhati, Süratle geçmek için o çöldeki vahşeti, Hep yolcular feda ederek istirahatı, Gitmektelerdi. Bir aralık bende meyşe6 tâb,7 Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık zebûn-i hâb8. Gitmektelerdi. Bir aralık bende yürümeye güç, Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık uykuya yenik. Âvâre9 bir piyâdeyi10 bekler mi kafile? Nâçâr11 şedd-i rahl12 edecek tâ be-merhale.13 Avare bir yolcuyu bekler mi kafile? Çaresiz yola devam edecek ta konak yerine. Durmuş, diyordu, bir de uyandım ki, sârban:14 “Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kârban!" Durmuş, diyordu, bir de uyandım ki, deveci: “Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı kervan!" Uykum benim de yok değil amma bu deşt-zâr,15 Arâmgâh16 olur mu ki bin türlü korku var? Uykum benim de yok değil ama bu çöl, İstirahat yeri olur mu ki bin türlü korku var? Ser-menzil-i merâma varır durmayıp giden; Yoktur necât17 ümîdi bu çöller geçilmeden. Vermek istediği yere varır, durmayıp giden; Yoktur kurtuluş ümidi bu çöller geçilmeden. Heyhât, yolda böyle düşen uyku derdine, Hep yolcular gider de kalır kendi kendine!” Yazık ki yolda böyle düşen uyku derdine, Hep yolcular gider de kalır kendi kendine!” Vak’a hiç bir şey değildir; haklısın, lâkin düşün. Başka bir düstûr-i hikmet18 var mı, insâf et, bugün? Gerçi olayın kendisi önemsizdir, bunda haklısın, ancak düşün. İnsaflı ol, bundan başka hikmet dolu prensip var mı bugün? 1 Sa’di: 1213-1292 yılları arasında yaşamış, Bostan ve Gülistan adlı şaheserleriyle tanınmış ve Mehmet Akif’in çok etkilediğini ifade ettiği İranlı şair Şeyh Sa’di Şirâzî. 2 Kârbân : Kervan 3 Âheste: Yavaş 4 Tayy: Geçmek 5 Beyâbân-ı vahşet: Vahşet çölü 6 Meyşe: Sallana sallana yürümek 7 Tâb: Güç 8 Zebûn-ı hâb: Zayıf uyku 9 Avâre: Boş 10 Piyâde: Yolcu 11 Nâçâr: Çaresiz 12 Şedd-i rahl: Gitmek, göçmek 13 Be-merhal: Konak yeri 14 Sârbân: Deveci 15 Deşt-zâr: Çöl 16 Arâmgâh: Ebedi istirahat yeri, mezarlık 17 Necât: Kurtuluş 18 4 Düstûr-i hikmet: Kanun, prensip Varmak istersen -diyor Sa’dî- eğer bir maksada? Tuttuğun yollar tükenmekten muarrâ19 olsa da; Varmak istersen -diyor Sa’di eğer maksada Tuttuğun yollar hiç bitmeyecek gibi olsa da; Şedd-i rahl20 et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın! Merd-i sâhib21-azm için neymiş uzak, neymiş yakın? Yola devam et,’ durmayıp git, yolda kalmaktan sakın! Mert azim sahibi için neymiş uzak, neymiş yakın? Hangi müşkildir22 ki himmet olsun, âsân23 olmasın? Hangi dehşettir ki insandan hirâsân24 olmasın? Hangi güçlüktür ki gayrete gelince kolaylaşmasın? Hangi korkunç şey var ki insandan korkmasın? İbret al erbâb-ı ikdâmın25 bakıp âsârına:26 Dağ dayanmaz erlerin dağlar söken ısrârına. İbret al gayret sahiplerinin bakıp eserlerine: Dağ dayanmaz erlerin dağlar söken azmine. Bir münevvim27 ses değil yer yer hurûşan28 velvele: Fevc fevc29 akmakta insanlar bütün müstakbele. Bir uyuklayan ses değil zaman zaman coşan gürültüler: Akın akın yürümekte geleceğe bütün insanlar. Nehr-i feyzâfeyz-i insâniyyetin30 âhengine, Uymadan, kabil31 değildir düşmemek bir engine. Bereketli insanlık nehrinin ahengine uymayan insanın, Bir enginde kaybolup gitmemesi mümkün mü? Menzil-i maksûda32 varmazsın uyanmazsan eğer… Var mı bak, yollarda hiç bîdâr33 olanlardan eser? Amaçladığın yere varmazsın uyanmazsan eğer… Var mı bak, yollarda hiç uyanık olanlardan eser? İşte âtîdir o ser-menzil34 denen ârâmgâh; Kârbân akvâm; çöl mâzî, atâlet35 sedd-i râh İşte gelecek, en son varıp rahata kavuşacağın yer demektir; Kervan kavimler, çöl geçmiş, tembellik de yoldaki engeldir. Durma, mâzî36 bir mugaylanzâr-ı dehşetnâktir;37 Git ki, âtî38 korkusuzdur, hem de kudsî39 hâktir!40 Durma, geçmiş bir korkulu dikenliktir; Git ki, gelecek korkusuzdur, hem de kutsal topraktır. 19 Muarrâ: Uzak Şedd-i rahl: Gitmek, göçmek 21 Merd-i sâhib-azm: Mert, azim sahibi 22 Müşkil: Zorluk, güçlük 23 Âsân: Kolay 24 Hirâsân: Korkan 25 Erbâb-ı ikdâmın: Gayret sahibi 26 Âsâr: Eserler 27 Münevvim: Sakinleştiren, uyutan 28 Hurûşan: Coşan engin: deniz 29 Fevc fevc: Akın akın 30 Nehr-i feyzâfeyz-i insâniyyet: İnsanlığın feyizle coşan nehri 31 Kabil: Olabilir, kabul eden 32 Menzîl-i maksûda: Hedef edilen yer 33 Bidâr: Uyanık 34 Ser-menzil: Son yer 35 Atâlet: Tembellik 36 Mâzî: Geçmiş 37 Mugaylanzâr-ı dehşetnâk: Korkulu dikenlik 20 38 Âtî: Gelecek Kudsî: Kutsal 40 Hâk: Toprak 39 5 Çok şedâid41 iktihâm42 etmek gerektir, doğrudur… Vehleten43 âvâre bir seyyâhı44 yollar korkutur; Çok sıkıntılara katlanmak gerektir, doğrudur… Başıboş bir yolcuyu yollar ilk bakışta korkutur; Korku, lâkin, azmi te’yîd45 eylemek îcâb eder: Kurtulursun şedd-i rahl etmiş de gitmişsen eğer: Korku, ama yine de azmi kuvvetlendirmek icap eder: Kurtulursun, yükünü bağlayıp da ilerlemişsen eğer: Çünkü düşmüşsün hâyatın -ezkazâ46- feyfâsına,47 Gitmen îcâb eyliyor tâ menzil-i aksâsına. Çünkü düşmüşsün Allah’ın takdiriyle hayat çölüne, Gitmekten başka çare yok onun ta en son noktasına. Düşmemek mâdem elinden gelmemiş evvel senin, Ölmeden olsun mu ey miskin, bu çöller medfenin?48 Mademki düşmemek elinden gelmemiş evvel senin, Ölmeden olsun mu, ey miskin, bu çöller mezarın? İntihâr etmek değilse yolda durmak, gitmemek, Âsumandan49 refref50 indirsin demektir bir melek! İntihar etmek değilse yolda durmak, gitmemek, Gökyüzünden refref indirsin demektir bir melek! “Leyse li’l-insâni illâ mâ seâ”51 derken Huda;52 Anlamam hiç meskenetten53 sen ne beklersin daha? “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” derken Huda; Anlamam hiç miskinlikten sen ne beklersin daha? Davran artık kârbânın arkasından durma, koş! Mahvolursun bir dakîkan geçse hattâ böyle boş. Davran artık kervanın arkasından durma, koş! Mahvolursun bir dakikan geçse hatta böyle boş. Menzil almışlar da yorgun, belki senden bîmecâl!54 Belki yok, elbette öyle! Sen ne etmiştin hayâl? İlerleyenler de yorgun belki senden kuvvetsiz! Belki yok, elbette öyledir! Sen ne etmişsin hayal? Şöyle gözden geçse bir hilkat55 temâşâ-hânesi:56 Çıkmıyor bir zerre fa’âliyyetin bîgânesi.57 Bir temaşa yeri olan yaratılmışlar dünyası şöyle bir gözden geçirilirse, Bulunmaz faaliyetten uzak bir zerre. 41 Şedâid: Şiddetli musibetler, sıkıntılar İktihâm: Dayanmak 43 Vehleten: Ansızın 44 Seyyâh: Yolcu 45 Te’yîd: Kuvvetlendirmek 46 Ezkazâ: Tevafuk, Allah’ın takdiri 47 Feyfâ: Çöl 48 Medfen: Mezar 49 Âsuman: Gök 50 Refref: Hz.Muhammed(s.a.v.)’in Mi’râç gecesinde üzerinde oturup gittiği yeşil yaygı veya manevi bir binek 51 Kur'an-ı Kerim, Necm Sûresi 39.ayet 52 Hudâ: Allah 53 Meskenet: Miskinlik 54 Bîmecâl: Kuvvetsiz 55 Hilkat: Yaratılmış 56 Temâşâ-hâne: Dünya 57 Bîgâne: Yabancı, dünyayla alakayı kesmiş olan 42 İttihatçılardan birisi I.TBMM’de Akif'in mecliste dini hamiyet ve gayrete yönelik konuşmalarından rahatsız olur ve ona yaklaşarak kinayeli bir şekilde sorar: -Affedersiniz, siz baytar değil miydiniz? Akif hiç istifini bozmadan cevap verir: -Evet, yoksa bir tarafınız mı ağrıyordu? Bu sözden bozulan ittihatçı sesini çıkarmadan çekip gider.... 6 Âsumânî, hâkdânî58 cümle mevcûdât59 için Kurtuluş yok sa’y-i dâimden,60 terakkîden61 bugün. Gökteki ve yerdeki bütün varlıklar için Kurtuluş yok sürekli çalışmaktan, ilerlemekten bugün. Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur! Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı?Dur! Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur! Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mı? Dur! Mâsivâ62 bir şey midir, boş durmuyor Hâlik63 bile: Bak tecellî eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn64 ile. Yaratılmışlar da bir şey mi? Boş durmuyor Yaradan bile: Bak tecellî ediyor türlü türlü bin hadise ile. Ey, bütün dünya ve mâfihâ65 ayaktayken, yatan! Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan. Ey, bütün dünya ve dünyadakiler ayaktayken, yatan! Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah’tan utan! Safahat – Birinci Kitap Sahife 60-65 “Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?” “Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?” Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam, Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlıyamam, Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam Bağlamak gerekirken, anlamadım, anlayamam. Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti66 şeytan mı sokan zihninize? Ayrılık duygusu nasıl girdi sizin aranıza? Irkçılık fikrini şeytan mı soktu aklınıza? Birbirinden müteferrik67 bu kadar akvâmı,68 Aynı milliyyetin altında tutan İslâm’ı, Birbirinden farklı bu kadar kavmi(ırkı), Aynı milliyetin altında tutan İslamı, Temelinden yıkacak zelzele,69 kavmiyyettir. Bunu bir lâhza70 unutmak ebedi haybettir…71 Irkçılıktır temelinden yıkacak zelzele. Her şey yiter gider, bunu unutsak bir an bile. 58 Hâkdânî: Yer Mevcûdât: Varlık 60 Sa’y-i dâim: Sürekli 61 Terakkî: İlerleme, yükselme 62 Masiva: Yaratılmışlar dünyası 63 Hâlik: Yaradan 64 Gûnâgûn: Hadise 65 Mâfihâ: Dünyadakiler 66 Fikr-i kavmiyet: Irkçılık fikri 67 Müteferrik: Farklı, ayrı ayrı, dağınık 68 Akvâm: Milletler, uluslar 69 Zelzele: Sarsma, yer sarsıntısı 70 Lâhza: Göz ucu ile bir kere bakıncaya kadar geçen zaman 71 Haybet: Mahrum ve mey’us olma 59 7 Sizi bir âile efrâdı72 yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbâbını73 artık aradan. Sizi bir ailenin fertleri gibi yaratmış yaradan; Kaldırın ayrılık sebeplerini aradan. Siz bu da’vâda iken yoksa, iyâzen-billah,74 Ecnebîler olacak sâhibi mülkün75 nâgâh.76 Yoksa siz bu davaları güderken, Allah korusun, Yabancılar olacak sahibi ülkenin ansızın. Diye dursun atalar: “Kal’a77 içinden alınır.” Yok ki hiçbir işiten… Millet-i merhûme78 sağır! Diye dursun atalar: “Kale, içinden alınır.” Yok ki hiçbir işiten… zavallı millet sağır! Bir değil mahvedilen devlet-i İslâmiyye… Girdiler aynı siyâsetle bütün makbereye.79 Mahvedilen İslâm devleti bir tane değil ki… Hep aynı siyasetle mezara girdiler sanki. Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez. Son siyâsetse bu, hiç böyle siyâset yürümez! Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez… Son siyasette bu, hiç böyle siyaset yürümez! Girmeden tefrika80 bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. Girmeden ayrılık bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. Bırakın eski hükûmetleri meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. Bırakın eski hükümetleri meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. İşte Fas, işte Tunus, işte Cezâyir, gitti. İşte Îran’ı da taksim ediyorlar 81 şimdi. İşte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti. İşte İran’ı paylaşıyorlar şimdi. Safahat – İkinci Kitap Sahife 356-357 Demir Hafız Eve döner dönmez hemen entarisini giyer, abdest alır, namaz vakti ise namazını kılardı. İnziva hayatı senelerce Kuran tercümesiyle meşguliyet, onu takva sahibi yapmıştı. Kuran’ı su gibi ezber okurdu. “– Allah’a hamdolsun, demir hafız oldum, derdi. Şimdi Ramazanları teravihi hatimle kıldırıyorum.” 72 Efrâd: Tek olanlar, bireyle Esbâb: Sebepler 74 Iyâzen-b’illah: Allah korusun 75 Mülk: Ülke 76 Nâgâh: Vakitsiz, ansızın 77 Kal’a: Kale 78 Millet-i merhûme: Zavallı millet 79 Makber: Kabir, mezar 80 Tefrika: Ayrılma, bozuşma 81 Taksim etmek: Kısımlara ayırmak, paylaşmak 73 “– Hangi camide?” “– Camide değil, evde. Bizim oğlan cemaat oluyor, ben imam. Beraber kılıyoruz. Birkaç rekat sonra, bakıyorum, Tahir arkamda yok. O kadar dayanabilmiş. Artık ben hem imam, hem cemaat oluyorum. 8 “Gitme Ey Yolcu” “Gitme Ey Yolcu” Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım: Elemim82 bir yüreğin kârı değil, paylaşalım: Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım Elemim bir yüreğin kaldıracağı yük değil, paylaşalım: Ne yapıp ye'simi83 kahreyliyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhîtimde84 dönen mâtem85 ki!.. Ne yapıp da ümitsizliğimi yok edeyim bilmem ki? Öyle korkunç çevremde dönen matem ki… Ah! Karşımda vatan nâmına86 bir kabristan Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan? Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan? Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu! Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu!, Bu ne hicrân-ı müebbed,87 bu ne hüsrân-ı mübin…88 Ezilir rûh-i semâ,89 parçalanır kalb-i zemin! Bu ne sonsuz ayrılık, bu ne kahredici acıdır… Ezilir göğün ruhu, parçalanır yerin kalbi! Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar: Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar! Azıcık kurcala toprakları, bak ne çıkar: Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar! Bereden reng-i hüviyetleri90 uçmuş yüzler! Kim bilir hangi şenâatle91 oyulmuş gözler! Yara bereden tanınmaz hale gelmiş yüzler!! Kim bilir nasıl bir vahşetle oyulmuş gözler! “Medeniyyet” denilen vahşete la’netler eder, Nice yekpâre92 kesilmiş de sırıtmış dişler! “Medeniyet” denilen vahşete lanetler eder, Bir bütün olmuş, sırıtır gibi duran nice dişler! Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden! Nice başlar, nice kollar ki cüdâ93 cisminden! Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerce beden! Nice başlar, nice kollar ki ayrılmış bedeninden! Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât;94 Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat! Beşiğinden alınıp parçalanan çocuklar, Sonra, namusu uğruna kurban edilen bunca can! 82 Elem: Acı, üzüntü, dert, keder Ye's: Umutsuzluktan doğan karamsarlık, üzüntü 84 Muhît: Çevre, yöre, etraf 85 Mâtem: Yas 86 Nâm: Ad 87 Hicrân-ı müebbed: Sonsuz ayrılık 88 Hüsrân-ı mübîn: Apaçık yenilgi 89 Ruh-i semâ: Göğün ruhu 90 Reng-i hüviyet: Kimliğin rengi 91 Şenâat: İğrençlik, kötülük, alçaklık 92 Yekpâre: Bir parçadan oluşan, tek parça, bütün 93 Cüdâ: Yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden ayrılmış olan, uzak kalmış olan 94 Mahlûkât: Yaratıklar 83 9 Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler! Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! Göğsü baltayla kesilmiş memesiz anneler! Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler: Saç, kulak, el, çene, parmak… Bütün enkâz-ı beşer!95 Teki binlerce kesik gövdeye ait kümeler: Saç, kulak, el, çene, parmak… Yığın yığın cesetler. Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından, Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can! Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından, Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can! İşte bunlar o felâket-zedelerdir96 ki, düşün, Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! İşte bunlar o felakete uğramışlardı ki düşün, Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! Müslümanlıkları bîçârelerin97 öyle büyük Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük! Zavallıların Müslümanlıkları öyle büyük Bir cinayet ki: Cezalar ona nispetle küçük! Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perîşan98 bırakıp, Yükselen, mevkib-i ervâh!99 Sakın arza bakıp; Ey, bu toprakta birer parçalanmış ceset bırakıp, Yükselen ruhlar kafilesi! Sakın yeryüzüne bakıp; Sanmayın: Şevk-i şehâdetle100 coşan bir kan var … Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var! Sanmayın: Şehitlik aşkıyla coşan kan var… Bizde leşten daha duygusuz, daha kokmuş can var! Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!101 Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!102 Bakmayın, hem tükürün murdar çehremize! Tükürün: Belki biraz can gelir utanma duygumuza! Tükürün cebhe-i lâkaydına103 Şark'ın104, tükürün! Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! Tükürün kaygısız yüzüne Doğu’nun, tükürün! Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere! Tükürün Ehl-i Salîb'in105 o hayâsız yüzüne! Tükürün onların asla güvenilmez sözüne! Tükürün Haçlıların o utanmaz yüzüne! Tükürün onların asla güvenilmez sözüne! 95 Enkâz-ı beşer: İnsan yıkıntıları Felâket-zede: Felakete uğramış (kimse) 97 Bîçâre: Çaresiz, zavallı kimse 98 Na’ş-ı perîşan: Perişan ölüler, cesetler 99 Mevkib-i ervâh: Ruhların kafilesi 100 Şevk-i şehâdet: Şahitlik şevki, isteği 101 Çehre-i murdâr: Kirli yüz 102 Âr: Utanma, utanç duyma 103 Cebhe-i lâkayd: İlgisiz yüz 104 Şark: Doğu 105 Ehl-i Salîb: Hac ehli 96 10 Medeniyet denilen maskara mahlûku görün: Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün! Medeniyet denilen maskara mahluku görün: Tükürün maskeli vicdanına yirminci yüzyılın, tükürün! Hele i'lânı zamanında şu mel'un106 harbin, "Bize efkâr-ı umûmiyesi lâzım Garb'in;107 Hele ilanı zamanında şu lanet olası savaşın, “Bize kamuoyu desteği lazımdır Batı’nın O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini,108 Halka iman gibi telkîn ile, dinin sesini O da Allah’ı bırakmakla olur” safsatasını, Halka iman gibi aşılayarak, dinin sesini Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!... Yine hicrân109 ile çılgınlığım üstümde bu gün… Susturan aptalın anlayışına bol bol tükürün!.. Yine ayrılık acısıyla çılgınlığın üstüme bugün… Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lâzım! Artık ey yolcu bırak… Ben, yalınız ağlıyayım! Bana vahdet gibi ruhuma uygun bir dost lazım! Artık ey yolcu bırak… Ben yalnız ağlayayım! Safahat- Üçüncü Kitap Sahife 392 30 Ocak 1913 Akif Türk Olarak Yaşadı Evet, ona tam bir İslam şairi diyebiliriz. Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslam şairi! Fakat, Türk daima başta kalmak şartıyla. Dört lisanı edebiyatıyla bilen Akif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihayet Türk olarak öldü. Akif'in bir vak'asını hatırlarım: İlk milli kaynaşma ve savaşlarda üstat Balıkesir'e gelmişti. Onun samimi arkadaşlarından biri Gönen'e teşkilat kurmaya gitmişti. Dönüşünde o arkadaş dedi ki: - ( )'ler Türklere cefa ediyorlar. Milli teşkilatı boğmaya çalışıyorlar. Akif'in o zaman hiç düşünmeden, kükreyerek verdiği cevap şudur: - Orada bir Türk Ocağı açınız ve mücadele ediniz! Akif'in beraberinde bulunan İstanbul'dan gelen bir kişi, “Üstat, sizi Türkçü görüyorum.” demek istedi. Akif'in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı: - “Ya ne zannediyorsun? Türk'e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem!” 106 Mel'un: Tanrı tarafından lanetlenmiş olan, lanetli Garp: Batı 108 Herze: Safsata 109 Hicrân: Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık 107 11 “Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak” “Atiyi Karanlık Görerek Azmi Bırakmak” ِ الرِح يم َّ الر ْح َم ِن َّ بِ ْسـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ِـم اﷲ Oğullarım! Gidiniz de Yûsuf’la kardeşini araştırınız; hem sakın ِ ِ َ سسوا ِمن يوس ِ َسوا ِمن َرْو ِح اللَّ ِه ُ ف َوأَخيه َوالَ تَـ ْيأ ُ ُ ُ َّ يَا بَن َّي ا ْذ َهبُوا فَـتَ َحY Allah´ın inâyetinden ümîdinizi kesmeyiniz. Zîrâ, kâfirlerden ِ َس ِمن َرْو ِح اللَّ ِه إِالَّ الْ َق ْو ُم الْ َكافِ ُرو َن ُ إنَّهُ الَ يَـ ْيأ başkası Allah´ın inâyetinden ümîdini kesmez."117 Âtîyi110 karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak. Geleceği karanlık görerek azmi bırakmak... Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak. Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle: İmânı olan kimse gebermez bu ölümle: Dünyada inanmam, hani, görsem de gözümle; İmanı olan kimse gebermez bu ölümle. Ey dipdiri meyyit!111, “İki el bir baş içindir.” Davransana... Eller de senin, baş da senindir! Ey dipdiri ölü! "İki el bir baş içindir" Davransana... Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin. Duygu yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz? Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın! Esbâbı112 elinden atarak ye'se113 yapıştın! Geleceği karanlık görüvermekle apıştın! Kurtulma çarelerini bıraktın, ümitsizliğe yapıştın! Karşında ziyâ114 yoksa, sağından, ya solundan Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan. Karşında ışık yoksa, sağından, ya solundan, Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan. Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! Dünyada ışık kalmasa, sen onu icat etmelisin! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! Herkes gibi dünyâda henüz hakk-ı hayâtın115 Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?116 Herkes gibi dünyada henüz hayat hakkın Varken, hani nerde onlar gibi azme sarılışın? 110 Âtî: Gelecek Meyyit: Ölü 112 Esbâb: Sebepler 113 Ye’s: Ümitsizlik 114 Ziyâ: Işık 115 Hakk-ı hayât: Hayat hakkı 116 Sebât: Direniş 111 117 12 Kur’an-ı Kerim, Yusuf Suresi 87.ayet Ye's öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun. Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Ümitsizlik öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun. Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar; Me'yûs118 olanın rûhunu, vicdânını bağlar. Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Ümitsiz olanın ruhunu, vicdanını bağlar. Lânetleme bir ukde-i hatır119 ki: Çözülmez... En korkulu câni gibi ye'sin yüzü gülmez! Gönle atılmış öyle lanetli bir düğüm ki: Çözülmez, En korkulu cani gibi ümitsizin yüzü gülmez! Mâdâm ki alçaklığı bir, ye's ile şirkin; Mâdâm ki ondan daha mel'un,120 daha çirkin Mademki alçaklığı aynı, ümitsizlik ile küfrün; Mademki ondan daha lanetli, daha çirkin Bir seyyie121 yoktur sana; ey unsur-i îman, Nevmid122 olarak rahmet-i mev'ûd-i Hudâ'dan,123 Bir kötülük yoktur sana, ey imanlı toplum, Allah'ın vaad ettiği rahmetten ümitsiz olarak, Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma! Ziyana razı olma... Çalış... Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evladını yakma! Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş... Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!” Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş... Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!” Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da “Yapışsam…” demiyor bir tarafından! Lakin, hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da yapışsam demiyor bir taraftan! Sahipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmıyacaktır. Sahipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var. Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... Uğraş ki: Telafi edecek bunca zarar var. Feryâd ile kurtulması me'mûl124 ise haykır! Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! Feryat ile kurtulma ümidi varsa haykır! Yok, yok! Hele azmini bağlayan zincirleri bir kır! “İş bitti... Sebâtın125 sonu yoktur!” deme; yılma. Ey millet-i merhûme126, sakın ye'se kapılma. “İş bitti... Direnmenin yararı yoktur!” deme, yılma. Ey zavallı millet, sakın ümitsizliğe kapılma. Safahat – Üçüncü Kitap Sahife 404-407 118 14 Mart 1913 Me’yûs: Ümitsizliğe düşmüş Ukde-i hatır: Zihin düğümü 120 Mel’ûn: Lanetli 121 Seyyie: Kötülük 122 Nevmid: Ümitsiz 123 Rahmet-i mev'ûd-i Hudâ: Allah’ın vaad ettiği rahmet 124 Me’mûl: Umulan 125 Sebât: Direnme 126 Millet-i merhûme: Rahmete layık millet 119 13 “Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?” “Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?” الرِحيم َّ الر ْح َم ِن َّ بِ ْسـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ِـم اﷲ “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, الس َف َهاءُ ِمنَّا ُّ أَتُـ ْهلِ ُكنَا بِ َما فَـ َع َل bizi helâk eder misin Allah’ım?”143 Yâ Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin127, yoksa felâhı!128 Yâ Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı? Mahşere mi kaldı yoksa çaresiz insanların kurtulması! Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! “Yandık!”'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun! Nur istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun! “Yandık!” diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun! Esmezse eğer bir ezelî nefha129, yakında Yâ Rab, o cehennemle bu tûfân arasında, Esmezse eğer bir ezeli esinti, yakında, Yâ Rab, o cehennemle bu tufan arasında, Toprak kesilip, kum kesilip âlem-i İslâm; Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!130 Toprak kesilip, kum kesilip İslam alemi; Hep fışkıracak yerlerin altındaki putlar! Bîzâr131 edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,132 En sonra, salîb133 ormanı görmek Harameyn'i!..134 Korkarım Hüseyin’in dedesini incitecektir, Sonunda, haç ormanı görmek Harameyn’i. Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicâz'ın, Âteşli muhîtindeki135 sûzişli136 niyâzın, Bin üç yüz otuz beş senedir, Hicaz toprağının Ateşli çevresindeki yanık yakarışın, Emvâcı hurûş-âver137 olurken melekûta 138 Çan sesleri boğsun da, gömülsün mü sükûta?139 Dalgaları taşıp çıkarırken melekler alemine; Çan sesleri boğsun da, gömülsün mü sessizliğe? Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet 140 Teslîs141 ile çöksün mü bütün âleme zulmet?142 Sönsün de, Allah’ım, şu yanan birlik meşalesi, Teslis ile çöksün mü bütün aleme karanlık? 127 Bîçâre: Çaresiz Felâh: Kurtuluş 129 Nefha: Esinti 130 Esnam: Putlar 131 Bîzâr: Tedirgin 132 Cedd-i Hüseyn: Hz. Muhammed(s.a.v.) kastedilmektedir. 133 Salîb: Haç 134 Harameyn: Kâbe’nin bulunduğu Mekke ve Hz. Peygamber’in kabrinin bulunduğu Medine şehirleri. 135 Muhit: Çevre 136 Sûziş: Yakma, yanma 137 Emvâc-ı hurûş-âver: Dalgaların taşıp çıkması 138 Melekut: Melekler 139 Sükût: Sessizlik 140 Meş'al-i vahdet: Birlik meşalesi 128 141 Teslis: Üçleme. Hristiyanlığın, Allah’ın Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olmak üzere üç kişiliği bulunduğu şeklindeki, birlik fikrini yok eden temel inancı. 142 Zulmet: Karanlık 143 Kur'an-ı Kerim, Araf suresi,155.ayet’in bir bölümü 14 Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman, Olsun mu beş on sersemin ilhâdına144 kurban? Üç yüz kadar milyonu canlandıran iman, Olsun mu beş on sersemin dinsizliğine kurban? Enfâs-ı habîsiyle145 beş on rûh-i leîmin,146 Solsun mu o parlak yüzü Kur'ân-ı Hakîm'in? Pis nefesleriyle beş on aşağılık ruhun, Solsun mu o parlak yüzlü hikmetli Kur’an’ın? İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet? İslam ayakaltında sürünsün mü sonunda? Yâ Rab, bu ne büyük acıdır, Allah’ım bu ne kötü alçalma? Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede ma’nâ? Zâlimleri adlin, hani, öldürmedi hâlâ! Mazlumu nedir ezmede, ezdirmede mana? Hani adaletin zalimleri öldürmedi hâlâ! Câni geziyor dipdiri... Can vermede ma’sûm! Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm? Katil geziyor dipdiri… Suçsuz can vermektedir! Suç başkasınındır da niçin başkası mahkum edilir? Lâ- yüs'el’e147 binlerce suâl olsa da kurban; İnsan bu muammâlara148 dehşetle nigeh-ban!149 “Lâ-yüs’el”emrine binlerce soru olsa da kurban, Bütün bu bilmecelere dehşetle bakmakta insan. Eyvah! Beş on kâfirin îmânına kandık; Bir uykuya daldık ki: Cehennemde uyandık! Eyvah! Beş on kafirin inancına kandık; Bir uykuya daldık ki: Cehennemde uyandık! Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi, yakacaktın... Yaksaydın a mel'unları...150 Tuttun bizi yaktın! Mademki, ey İlahî adalet, yakacaktın… Yaksaydın o lanetlileri… Tuttun bizi yaktın! Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâmi'151 yıkılıp hâke152 serildi! Küfrün o alçak elleri ayetleri sildi: Binlerce cami yıkılıp toprağa serildi! Kalmışsa eğer bir iki ma’bed, o da mürted:153 Göğsündeki haç küfrüne fetvâ-yı müeyyed!154 Kalmışsa eğer bir iki mabet, o da din değiştirdi: Göğsündeki haç, küfrün sağlam delili! Dul kaldı kadınlar; babasız kaldı çocuklar; Bir giryede155 bin âilenin mâtemi çağlar! Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir gözyaşında bin ailenin matemi çağlar! 144 İlhâd: Dinsizlik Enfas-ı habis: Kötü nefisler 146 Ruh-i leim: Alçak ruh 147 Lâ-yüs’el: Enbiyâ Suresinin 23. ayetine işaret edilmektedir. Ayetin meali: “O (Allah) yaptığından sorumlu değildir, onlar ise sorumlu tutulacaklardır.” 148 Muamma: Bilmece 149 Nigeh-ban: Gözcü, bekçi 150 Mel’un: Lanetli 151 Cevami: Cami 152 Hâk: Toprak 153 Mürted: Din değiştiren 154 Fetva-yı müeyyed: Sağlam delil 155 Girye: Gözyaşı 145 Doğru Bildiğinden Dönmeyen Adam Akif Üstat bildiğini iyi bilirdi, bilmediği şeye de hiç karışmazdı. Hilvan’da Darülfünun müderrislerinden Abdülvehhab Azzam’ın evine gitmiştik. Ezher hocalarından da birkaç zat vardı. Lügata dair bir bahis açıldı. Ezherlilerin nokta-i nazarına Üstat itiraz etti. “O kelimenin manası şöyle olsa gerek?” dedi. Ezherliler fikirlerinde ısrar ettiler. Abdülvehhab Azzam, Kamus’u getirdi. Kelime Üstat’ın dediği veçhile olduğu anlaşıldı. 15 En kanlı şenâ’atle156 kovulmuş vatanından, Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan! En kanlı vahşilikle kovulmuş vatanından, Milyonlarca hayatın yüreğinden gidiyor kan! İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak157 yere feryâd ediyor: Âcize hak yok! İslam’ı elinden tutacak, kaldıracak yok… Boş yere feryat ediyor: Güçsüze hak yok! Yetmez mi musâb158 olduğumuz bunca devâhi?159 Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!160 Yetmez mi başımıza gelen bunca felaket? Ağzım kurusun… Yok musun ey İlahî adalet! Safahat Üçüncü Kitap Sahife 408-411 10 Nisan 1913 Söz Vermek Ne Demektir? Ben Vaniköyü’nde oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün öğle yemeğini bende yemeyi kararlaştırmıştık. Öğleden bir saat evvel bana gelecekti. O gün öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sel kesildi. Merhum yürümeyi severdi. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Miaddan biraz evvelki vapurdan çıkmadı, diğer vapur bir buçuk saat sonra gelecekti. Yakın komşulardan birine gittim. Vapur gelmeden döneceğimi de hizmetçiye söyledim. Yağmur devam ediyordu. Vaktinde evime döndüm, bir de ne işiteyim, bu arada sırılsıklam bir halde gelmiş, beni evde bulamayınca, hizmetçi ne kadar ısrar ettiyse de durmamış, “Selam söyle” demiş, o yağmurda dönmüş gitmiş! Ertesi gün kendini gördüm. Vaziyeti anlatarak özür dilemek istedim, dinlemedi. “Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir.” dedi. Benimle tam altı ay dargın kaldı. 156 Şenâ’at: Vahşilik Nâ-hak: Haksız 158 Musâb: Musibete uğramış 159 Devahi: Felaket 160 Adl-i İlâhi: İlahi adalet 157 16 ‘’Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu?’’ "Hiç Bilenlerle Bilmeyenler Bir Olur Mu?’’ ِ الرِح يم َّ الر ْح َم ِن َّ ِبِ ْسـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ِـم اﷲ Rahim ve Rahman Olan Allah'ın Adıyla ِ َّ ِ َّ ين َال يَـ ْعلَ ُمو َن َ ين يَـ ْعلَ ُمو َن َوالذ َ َه ْل يَ ْستَ ِوي الذ “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”168 Olmaz ya… Tabî’î… Biri insan, biri hayvan! Öyleyse "cehâlet" denilen yüz karasından, Olmaz ya … Elbette… Biri insan, biri hayvan! Öyleyse , ‘’cahillik ‘’ denilen yüz karasından, Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet. Kâfi mi değil yoksa, bu son ders-i felâket? Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet. Yeterli değil mi yoksa bu son ibretli felaket? Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen: Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden! Son felaket dersi neye mal oldu? Düşünsen: Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden! “Son-ders-i felâket” ne demektir? Şu demektir: Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir! ‘’Son felaket dersi’’ ne demektir? Şu demektir: Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir! Zîrâ,161 yeni bir sadmeye162 artık dayanılmaz; Zîrâ, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz! Çünkü, yeni bir darbeye artık dayanılmaz; Çünkü, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz! Coşkun, koca bir sel gibi, dâim,163 beşeriyyet,164 Müstakbele165 koşmakta verip seyrine şiddet. Coşkun, koca bir sel gibi, insanlık sürekli, Geleceğe koşmakta hızlandırarak akışını. Dağlar, uçurumlar ona yol vermemek ister… Lâkin, o, ne yüksek, ne de alçak demez örter! Dağlar, uçurumlar ona yol vermemek ister… Ancak, o,ne yüksek, ne de alçak demez örter! Akvâm166 o büyük nehre katılmış birer ırmak… Elbet katılır… Hangisi ister geri kalmak! Milletler o büyük nehre katılmış birer ırmak… Elbet katılır… Hangisi ister geri kalmak! Bizler ki bu müdhiş, bu muazzam cereyanla,167 Uğraşmadayız… Bak, ne kadar çılgınız anla! Bizler ki bu müthiş, bu muazzam akışla, Uğraşıyoruz… Bak, ne kadar çılgınız, anla! Uğraş bakalım, yoksa işin, hey gidi şaşkın! Kurşun gibi sür'atli, denizler gibi taşkın, Uğraş bakalım, yoksa işin, hey gidi şaşkın! Kurşun gibi süratli, denizler gibi taşkın, 161 Zîrâ: Çünkü Sadme: Darbe 163 Dâim: Sürekli 164 Beşeriyet: İnsanlık 165 Müstakbel: Gelecek 166 Akvâm: Milletler 167 Cereyan: Akış 162 168 17 Kur'ân-ı Kerim, Zümer Suresi 9.ayet Bir çağlayanın menba’-ı dehhâşına169 doğru, Tırmanmaya benzer, yüzerek, başka değil bu! Bir çağlayanın korkunç kaynağına doğru, Tırmanmaya benzer, yüzerek başka değil bu! Ey katre-i âvâre170, bu cûşun171, bu hurûşun,172 Âhengine uymazsan, emîn ol, boğulursun! Ey başıboş damla, bu coşkunun, bu taşkınlığın, Ahengine uymazsan emin ol, boğulursun! Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık, Silkin de: Muhîtindeki173 zulmetleri174 yak, yık! Yıllarca, yüzyıllarca süren uykudan artık, Silkin de: Çevrendeki karanlıkları yak, yık! Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır! Bir baksana: Gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır! Eyvâh! Bu zilletlere175 sensin yine illet… Ey derd-i cehâlet, sana düşmekle bu millet, Eyvah! Bu alçaklıklara sebep sensin yine… Ey cahillik derdi, bu millet sana yakalanınca, Bir hâle getirdin ki: Ne din kaldı, ne nâmûs! Ey sîne-i İslâm'a176 çöken kapkara kâbûs, Onu bir hale getirdin ki: Ne din kaldı, ne namus! Ey İslam’ın göğsüne çöken kapkara kabus, Ey hasm-ı hakîkî, seni öldürmeli evvel: Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el! Ey gerçekten düşman seni öldürmeli evvel: Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el! Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun! İslam'ı da "batsın!" diye tutmuş, yediyorsun! Ey millet uyan! Cahilliğine kurban gidiyorsun! İslam’ı ‘’batsın’’ diye tutmuş götürüyorsun! Allah'tan utan! Bâri bırak dîni elinden… Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen! Allah’tan utan! Bari bırak dini elinden… Gir leş gibi topraklara kendin gireceksen! Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?177 Allah'tan utanmak da olur ilim ile… Heyhât!178 Ancak, Allah’tan bahsederek susturmaya çalışma bizi. Allah’tan utanmak da ilim ile olur… Ne yazık ki! Safahat - Üçüncü Kitap Sahife 412-415 24 Nisan 1913 169 Menba-i dehhâş: Korkunç kaynak Katre-i âvâre: Başıboş damla 171 Cûş: Coşku 172 Hurûş: Taşkınlık, gürültü şamata 173 Muhit: Çevre 174 Zulmet: Karanlık 175 Zillet: Alçaklık 176 Sîne- İslam: İslam’ın göğsü 177 İskât: Susturmak 170 178 ِِ ِ ِ اء َ “ إِنَّ َما يَ ْخAllah’ın kullarından ancak alim olanlar Allah’tan korkar.” Fatır Suresi, َ شى اللَّهَ م ْن عبَاده ال ُْعل ُ َم ayet 28’in bir bölümü 18 “Bir Zamanlar Biz De Millet, Hem Nasıl Milletmişiz” “Bir Zamanlar Biz De Millet, Hem Nasıl Milletmişiz” Rahim ve Rahmân Olan Allah’ın Adıyla الرِحيم َّ الر ْح َم ِن َّ ِبِ ْسـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ِـم اﷲ ِ َّاس تَأْمرو َن بِالْمعر ِ ْ ُكنتم َخيـر أ َُّم ٍة أُ ْخ ِرج وف َوتَـ ْنـ َه ْو َن َع ِن ال ُْمن َك ِر َوتُـ ْؤِمنُو َن بِالل ِّه َ ُْ َ ُ ُ ِ ت ل لن َْ ُْ ‘’Siz iyiliği emr eyler kötülükten nehy eder, Allah’a inanır olduğunuzdan insanların hayrı için meydana çıkarılmış en hayırlı milletsiniz…’’200 Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyâya milliyet nedir öğretmişiz! Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz: Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz! Kapkaranlıkken bütün âfâkı179 insâniyetin, Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden180 zulmetin;181 Kapkaranlıkken bütün ufukları insanlığın, Nur olup fışkırmışız ta göğsünden karanlığın; Yarmışız edvâr-ı fetretten182 kalan yeldâları;183 Fikr-i ferdâ184 doğmadan yağdırmışız ferdâları!185 Yarmışız karmaşa devirlerinden kalan uzun geceleri; Gelecek düşüncesi doğmadan yağdırmışız yarınları! Öyle ferdâlar ki: Kaldırmış serâpâ186 âlemi; Dîdeler187 bir câvidânî188 fecrin189 olmuş mahremi.190 Öyle yarınlar ki: Kaldırmış baştan başa cihanı; Gözler yakından seyretmiş sürekli bir tan vaktini Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyâz191 imiş! Bak ne ani bir tekâmül!192 Bak ki: Hâlâ mündehiş193 Yirmi beş yıl, verimli imiş yirmi beş bin yıl kadar! Bak ne hızlı bir gelişme! Bak ki: Hala şaşar… Yâd-ı fevka'l-i'tiyâdından194 onun târihler; Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer.195 O olağanüstü gelişmeyi anarken tarihler; Görmemiş insanlık bir ilerleme buna benzer. Bir taraftan dînimiz, ahlâkımız, irfânımız; Bir taraftan seyfe196 makrun197 adlimiz,198 ihsânımız;199 Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız; Bir taraftan kılıca bağlı adaletimiz, cömert yanımız; 179 Âfak: Ufuklar Sine: Göğüs 181 Zulmet: Karanlık 182 Edvâr-ı fetret: Karmaşa karışık devirler 183 Yelda: Uzun gece 184 Fikr-i ferdâ: Gelecek düşüncesi 185 Ferdâ: Yarınlar, gelecek günler 186 Serâpâ: Baştan başa, bütün olarak 187 Dîde: Gözler 188 Câvidân: Sonrasız sürekli 189 Fecir: Tan vakti (güneşin doğmasından önce beliren ağarma) 190 Mahrem: Yakın 191 Feyyâz: Ok verimli 192 Tekâmül: Gelişme, olgunlaşma 193 Mündehiş: Dehşet içinde kalmış şaşmış 194 Yâd-ı fevka'l-i'tiyâd: Olağanüstü gelişmeyi (adeti huyu durumu) anarken 195 Beşer: İnsan 196 Seyf: Kılıç 180 197 Makrun: Yakın kavuşmuş Adl: Adalet 199 İhsan: İyilik cömertlik 200 Kur'an-ı Kerim, Al-i İmran Suresi 110.ayetin bir bölümü 198 19 Yükselip akvâmı201 almış fevcfevc202 âgûşuna;203 Hepsi dalmış vahdetin204 âheng-i cûşâcûşuna.205 Yükselip milletleri almış bölük bölük kucağına Dalıvermiş hepsi birliğin coşkulu uyumuna Emr-i bi'l-mâ'rûf206 imiş ihvân-ı İslam'ın işi; Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi. İyiliği bildirmekmiş Müslüman kardeşlerin işi; Engel olmakmış, bir kötülük görse kardeş kardeşi. Kimse haksızlıktan etmezmiş tegâfül207 ihtiyar;208 Ferde râci'209 sadmeden210 efrâd211 olurmuş lerzedâr.212 Bilerek göz yummazmış hiç kimse, Bir kişiye vurulsa vurulmuş gibi olurmuş herkese. Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz? Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz! Bir bak ki şimdi biz neyiz, bir de düşün neymişiz? Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz! Nehy-i ma'rûf213 emri münkerdir gezen meydanda bak! En metin214 ahlakımız, yahud, görüp aldırmamak! Kötülüğü emretmek, iyiliği yasaklamaktır gezen meydanda bak! Yahut en sağlam ahlakımız, görüp de aldırmamak! Yıktı bin mel'un215 kalem nâmûsu, bizler uymadık; "Susmak evlâdır" deyip sustuk... Sanırsın duymadık! Yıktı bin lanetli kalem namusu, bizler tınmadık; ‘’Susmak daha iyidir’’deyip sustuk… Sanırsın duymadık Kustu bin murdar216 ağız Şer'in bütün ahkâmına; Âh, bir ses bari yükselseydi nefret nâmına! Kustu binlerce pis ağız şeriatın bütün hükümlerine; Ah, bari bir ses yükselseydi nefret namına! Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir; Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir! Altı yüz bin can gider; milyonlarca iman eksilir; Kimseler görmez! Gören sersem de Allah’tan bilir. Sonra, şâyet şahsının incinse, hattâ, bir tüyü: Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü! Sonra, şayet şahsının incinse, hatta bir tüyü: Yer yıkılmış zanneder seyreden gümbürtüyü! Kırkın aylıktan biraz, yâhud geciksin vermeyin; Fodla217 çiy kalsın, "pilâv bitmiş" deyin, göstermeyin; Kırkın aylıktan biraz, ya da geciksin vermeyin; Ekmek çiğ kalsın ‘’pilav bitmiş’’ deyin, göstermeyin; 201 Şehir Onu Bunaltıyordu 202 Şehirde dolaşmaktan, kalabalıktan, insanlardan çok sıkılırdı.1932'de ilk kez Mısır'a gittiğim zaman Kahire'nin görülecek yerlerini bana göstermek için birkaç saat şehirde kalışı onu adeta bunaltmıştı. Büyük bir izaz olmak üzere, birlikte Ezher'i, müzeyi, Darülfünunu, hayvanat bahçesini, büyük camileri gezdik, ehramları gördük. Bir cuma günü de Mısır'ın, belki de İslam aleminin en mümtaz, en güzel okuyan hafızı, Şeyh Muhammed Rıfat'ı dinledik: - Bir de buranın en meşhur muganniyesi Ümmü Gülsüm var, onu da bir gece sen gider, dinlersin, dedi. Görüyordum ki üstat şehirde bunalıyordu. Kahire'de biraz fazla kaldık mı, çok sıkılıyordu. Geçirdiği münzevi hayat onu büsbütün şehirden uzaklaştırmıştı. Akvâm: Kavimler, milletler Fevcfevc : Bölükbölük akın akın 203 Âgûş: Kucak 204 Vahdet: Birlik 205 Aheng-i cûşâcûş: Coşkulu uyum 206 Emr-i münker: Kötülüğü emretmek 207 Tegâfül: Göz yummak, anlamazlıktan gelme 208 İhtiyâri: Kasıtsız 209 Râci: Dokunma dayanma 210 Sadme: Çarpışma 211 Efrâd: Herkes 212 Lerze: Titreme titreyiş sallantı 213 Nehy-i ma’rûf: İyiliği yasaklamak 214 Metin: Sağlam 215 Melûn: Lanetlenmiş 216 Murdâr: Pis 217 20 Fod: Ekmek Fes, külâh, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele; Mi'delerden fışkırır tâ Arş'a aç bir velvele!218 Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele; Midelerden fışkırır ta göğe aç bir velvele! Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani, Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni! Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani, Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni! Göster, Allah'ım, bu millet kurtulur, tek mu'cize: Bir "utanmak hissi" ver gâib219 hazînenden bize! Allah’ım bu millet kurtulur, yeter ki göster tek mucize: Bir ‘utanma duygusu’’ver gizli hazinenden bize! Safahat - Üçüncü Kitap Sahife 416-419. / 29 Mayıs 1913 “Uyan” “Uyan” Baksana kim boynu bükük ağlayan? Hakk-ı hayâtın220 senin ey Müslüman! Kurtar o bîçâreyi Allah için, Artık ölüm uykularından uyan! Baksana kim boynu bükük ağlayan? Senin yaşama hakkın senin ey Müslüman! Kurtar artık o zavallıyı Allah için, Artık ölüm uykularından uyan! Bunca zamandır uyudun, kanmadın; Çekmediğin kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştan başa, Sen yine bir kerre kımıldanmadın! Bunca zamandır uyudun, kanmadın, Çekmediğin kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştan başa, Sen yine bir kez olsun kımıldanmadın! Ninni değil dinlediğin velvele…221 Kükreyerek akmada müstakbele,222 Bir ebedî223 sel ki zamandır adı; Haydi katıl sen de o coşkun sele. Ninni değil dinlediğin velvele… Kükreyerek akıyor geleceğe, Bir sonsuz sel ki zamandır adı; Haydi katıl sen de o coşkun sele. Karşı durulmaz, cereyan224 sîne-çâk...225 Varsa duranlar olur elbet helâk. Dalgaların anlamadan seyrini, Göz göre girdâba226 nedir inhimâk?227 Karşı durulmaz, akıyor yürek paralayarak… Varsa duranlar elbet yok olacak, Dalgaların anlamadan akış yönünü, Akıl kârı mı göre göre girdaba atılmak? 218 Velvele: Gereksiz telaş gürültü, kargaşa Gâib: Gizli 220 Hakk-ı hayât: Yaşama hakkı 221 Velvele: Gereksiz telaş, gürültü ve heyecan 222 Müstakbel: Gelecek 223 Ebedi: Sonsuz 224 Cereyan: Akmak bir yönde devamlı yol almak 225 Sine-çâk: Yürek parçalanması 226 Girdâb: Göl veya deniz gibi yerlerde birdenbire oluşan ani derinleşmenin meydana getirdiği çevrinti 227 İnhimâk: Bir şeyin üzerine fazlaca düşme , büyük istekle teşebbüs etmek atılmak 219 21 Dehşet-i mâziyi getir yâdına; Kimse yetişmez yarın imdâdına. Merhametin yok diyelim nefsine;228 Merhamet etmez misin evlâdına? Geçmişteki felaketleri getir aklına; Kimse yetişmez yarın yardımına. Merhametin yok diyelim kendine; Merhamet etmez misin çocuklarına? “Ben onu dünyaya getirdim…” diye, Kalkışacaksın demek öldürmeye! Sevk ediyormuş meğer insanları, Hakkı-ı übüvvet229 de bu cânîliğe! ‘’Ben onu dünyaya getirdim…’’ diye , Kalkışacaksın demek öldürmeye! Sevk ediyormuş meğer insanları, Babalık hakkı da bu caniliğe! Doğru mudur ye’s230 ile olmak tebâh?231 Yok mu gelip gayrete bir intibâh?232 Beklediğin subh-i kıyâmet233 midir? Gün batıyor, sen arıyorsun sabâh! Doğru mudur ümitsizliğe kapılıp yok olmak? Yok mu gayrete gelip de uyanmak? Beklediğin kıyamet sabahı mıdır? Sen sabahı arıyorsun ama gün batıyor, bak! Gözleri mâzîye bakan milletin, Ömrü temâdîsi234 olur nekbetin.235 Karşına müstakbeli dikmiş Hudâ,236 Görmeye, lâkin daha yok niyyetin! Gözleri geçmişe bakan bir milletin Hayatında sonu gelmez felaketin. Karşına geleceği dikmiş Allah, Görmeye, fakat daha yok niyetin! Ey koca Şark,237 ey ebedî meskenet!238 Sen de kımıldanmaya bir niyyet et. Korkuyorum, Garb’ın239 elinden yarın, Kalmayacak çekmediğin mel’anet.240 Ey koca Doğu, ey bitmeyen miskinlik! Sen de kımıldanmaya bir niyet et. Korkuyorum, Batı’nın elinden yarın, Kalmayacak çekmediğin kötülük. Hakk-ı hayâtın daha çiğnenmeden, Kan dökerek almalısın merd isen. Çünkü bugün ortada hak sahibi, Bir kişidir: "Hakkımı vermem!" diyen. Yaşama hakkın daha çiğnenmeden, Onu kan dökerek almalısın yiğitsen. Çünkü bugün ortada hak sahibi, Bir kişidir:’’Hakkımı vermem!’’diyen. Safahat - Beşinci Kitap 228 Nefs: Kendi 229 Hakkı-ı übüvvet: Babalık hakkı 230 Yeis: Ümitsizlik 231 Tebâh: Mahvolma,harap olma, yok olma 232 İntibâh: Uyanma, uyanıklık 233 Subh-i kıyamet: Kıyamet sabahı 234 Temâdi: Uzama, sürme, devam edip gitme, sona gitme 235 Nekbet: Talihsizlik, şanssızlık, felakete düşme 236 Hüda: Allah 237 Şark: Doğu 238 Meskenet: Miskinlik 239 Garb: Batı 240 Melanet: Kötülük Sahife 576-579. 22 “Müslümanlık Nerede?” “Müslümanlık Nerede?” Rahim ve Rahmân Olan Allah'ın Adıyla ِ بِس ِم ِ الرِح يم َّ الر ْحم ِن َّ اﷲ ْ ِ ِ ِ ِ س م ْنـ ُه ْم ْ ََوَم ْن ا َ صبَ َح الَ يَـ ْهتَ ُّم بال ُْم ْسلم َ ين فَـلَْي “Kim Müslümanların derdini kendine mal etmezse onlardan değildir.”256 Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile… Dünyayı aldatmaksa maksat, aldanan yok, boşuna! Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile... Âlem241 aldatmaksa maksad, aldanan yok, nâfile!242 Kaç hakîkî müslüman gördümse: Hep makberdedir;243 Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir! İstemem, dursun o pâyansız mefâhir244 bir yana... Gösterin ecdâda245 az çok benziyen bir kan bana! İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr, Çok değil, ancak, necîb246 evlâda lâyık tek şiâr.247 Varsa şâyed, söyleyin, bir parçacık insâfınız: Böyle kansız mıydı - hâşâ - kahraman eslâfınız?248 Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına? Benzeyip şîrâzesiz249 bir mushafın250 eczâsına,251 Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet252 târumâr?253 Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedâr?254 Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi? Böyle âdet miydi, bî -pervâ255, yemek insan leşi? Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan! Hey sıkılmaz ağlamazsan, bâri gülmekten utan! Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep kabirdedir; Müslümanlık, bilmem ama, galiba göklerdedir! İstemem, dursun o bitmez tükenmez övünülecek şey bir yana… Gösterin atalarınkine az çok benzeyen bir kan bana! Keşke sizlerde ırkınızdan yadigar kalmış, Soylu evlatlara yakışır, çok değil tek bir iz görseydim. Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafınız: Böyle kansız mıydı - haşa – kahraman atalarınız? Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına? Benzeyip şirazesiz bir kitabın yapraklarına, Birlik bağının darmadağın olduğu hiç görülmüş müydü? Millet böylesine can evinden hiç yaralanmış mıydı? Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi? Böyle adet miydi, hiç çekinmeden, yemek insan leşi? Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan! Hey sıkılmaz ağlamazsan, bari gülmekten utan! 241 Âlem: Dünya Nâfile: Faydasız, boş 243 Makber: Mezar, mezarlık 244 Mefâhir: İftihar edilecek, övünülecek şeyler 245 Ecdâd: Ata 246 Necîb: Soylu, nesli pak olan kimse 247 Şiâr: İz, işaret 248 Eslâf: Memurluk ya da hizmette birinden önce bulunmuş olanlar, geçmişler. 249 Şirâze: Kitap yapraklarını düzgün tutmaya yarayan ince örülmüş şerit 250 Mushaf: Sahife haline getirilmiş şey, kitap 251 Eczâ: Parçalar, kısımlar 252 Kayd-ı vahdet: Birlik bağı 253 Târumâr: Darmadağın 254 Rahnedâr: 1. Eksiği bozuğu olan. 2. zarara uğramış 255 Bî-pervâ: Korkusuz 242 256 23 Hadîs-i Şerif "His" denen devletliden257 olsaydı halkın behresi:258 Pâyitahtından259 bugün taşmazdı sarhoş na'resi!260 “Duyarlılık” denen o yüksek değerden olsaydı halkın nasibi: Başkentinden bugün taşmazdı sarhoş narası! Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,261 Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş eşeği, Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. Lâkin aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek, Sanki tavşanmış gelen, yâhud kılıksız köstebek! Fakat aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek, Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek! Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı... Hasmı262, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!.. Kar sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı… Düşmanı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!.. Bir hakîkattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok: Hâlimiz merkeble kurdun aynı, aslâ farkı yok. Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üsluba sok: Halimiz eşekle kurdun aynı, asla farkı yok. Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız! Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras263 ardındayız! Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz derdindeyiz! Bir bakın: Hala mı hala hırslarımızın peşindeyiz! Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın: Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın! Saygısızlık yeter… Bir parça olsun utanın: Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir utanmanın! Davranın haykırmadan nâkus-i izmihlâliniz...264 Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zîrâ, hâliniz: Tehlike çanlarınız çalmadan bir davranınız! Zira ağır bir krize dönüşmüştür durumunuz; Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme! Davranın zîrâ gülünç olduk bütün bir âleme. Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok yas tutmaya! Davranın, zira gülünç olduk bütün bir dünyaya. Bekleşirken gökte yüz binlerce ervâh265 intikam; Yerde kalmış, na'şa266 benzer kavm267 için durmak haram! Bekleşirken gökte yüz binlerce ruhlar, intikam; Yerde kalmış, cesede benzer bir kavim için durmak haram! Kahraman ecdâdınızdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur! Kahraman atalarınızdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa: Geleceğinizden korkulur, pek korkulur! Safahat - Beşinci Kitap Sahife 584-587 26 Haziran 1913 257 Devletli: Saadet, refah sahibi, vezir gibi büyük rütbe sahiplerine verilen unvan Behre: Hisse, pay, nasip 259 Pâyitaht: Başkent 260 Na’re: Nara 261 Merkeb: Binek, eşek 262 Hasım: Düşman 263 İhtiras: Hırs 264 Nâkus-i izmihlâl: Tehlike çanları 265 Ervâh: Canlar, ruhlar 266 Na’ş: Ceset 267 Kavm: Kavim 258 24 “Şehâmet Dîni, Gayret Dîni; Ancak Müslümanlık'tır” “Şehâmet Dîni, Gayret Dîni Ancak Müslümanlık'tır” الرِحيم َّ الر ْح َم ِن َّ ِبِ ْسـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ـ ِـم اﷲ Rahim ve Rahman Olan Allah'ın Adıyla ِ َّ ِ ال ل َُهم الن يماناً َوقَالُوا َ َّاس قَ ْد َج َمعُوا لَ ُك ْم فَا ْخ َ ِش ْو ُه ْم فَـ َزا َد ُه ْم إ َ الذ َ َّاس إ َّن الن ُ ُ َ َين ق Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler.286 ِ ِ يل ُ َح ْسبُـنَا اللّهُ َون ْع َم ال َْوك Şuurlu cesaret dini, gayret dini ancak Müslümanlık'tır; Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır. Şehâmet268dîni, gayret dîni ancak Müslümanlık'tır; Hakîkî269 Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır. Korkaklık, miskinlik, dünyada, sığmaz İslam'ın ruhuna... Allah'ın kitabını şahit tuttum - gördün ya - da'vama. Cebânet,270 meskenet,271 dünyâda, sığmaz rûh-i İslâm'a...272 Kitâbullâh'ı273 işhâd274 eyledim - gördün ya - da'vâma. Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla imanın: Ne müthiş bir kahramanlık çarpıyor göğsünde Kur'an'ın! Görürsün, hissedersin varsa vicdânınla îmânın: Ne müdhiş bir hamâset275 çarpıyor göğsünde Kur'ân'ın! O vicdan nerdedir, lakin? O iman kimde var? Yazık! Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi duygular! O vicdan nerdedir, lâkin? O îman kimde var? Heyhât!276 Ne olmuş, ben de bilmem, pek karanlık şimdi hissiyyât!277 O imandan çok az bile olsaydı millette, Şu üç yüz elli milyon halkı görmezdim böyle horlanmış halde! O îmandan velev pek az nasîb olsaydı millette, Şu üç yüz elli milyon halkı görmezdin bu zillette!278 O iman birleşme isterdi bizden, birlik isterdi... Nasıl "perçinlenmiş yekpare bir bina" olmamız lazımsa gösterdi. O îman ittihâd279 isterdi bizden, vahdet280 isterdi... Nasıl "bünyân-ı mersûs"281 olmamız lâzımsa gösterdi. Peki! Bizler ne yaptık? Kol kol olduk, darmadağın olduk... Sonunda alçakça bir vuruşla düştük, yerle bir olduk! Peki! Bizler ne yaptık? Kol kol olduk, târumâr282 olduk... Nihayet bir denî283 sadmeyle284 düştük, hâk-sâr285 olduk! 268 Şehâmet: Cesaret Hakiki: Gerçek 270 Cebânet: Korkaklık 271 Meskenet: Miskinlik 272 Ruh-i İslam: İslam ruhu 273 Kitâbullâh: Allah’ın Kitabı 274 İşhâd: Şahit 275 Hamâset: Kahramanlık 276 Heyhât: Yazık 277 Hissiyât: Duygular 278 Zillet: Horlanmış 279 İttihâd: Birleşme 280 Vahdet: Birlik 281 Bünyân-ı mersûs: Perçinleşmiş yekpare bina 282 Târumâr: Darmadağın 283 Denî: Alçakça Müderris İhsan Efendi anlatıyor: 269 Bazı Ramazan geceleri biz de Üstat’a cemaat oluyorduk. Yanlışsız okuyordu. “– Üstat, hakikaten siz demir hafız olmuşsunuz.” derdik. “– Evet, derdi, ben bunu hocama da yazdım. Dedim ki: Ben Kuran’ı himmetinizle takviye ettim, şimdi hatimle teravih kıldırıyorum. Bana dayanıklı Müslüman gönder.” 284 Sadme: Saldırı Hâksâr: Yerle bir 286 Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran, ayet 173 285 25 O îman kuvvet ihzâriyle287 emretmişti... Lâkin, biz " Tevekkelnâ"288 deyip yattık da kaldık böyle en âciz! O iman kuvvet toplamayı emretmişti... Lakin, biz "Allah'a sığındık" deyip yattık da kaldık böyle en aciz! O îman, farz-ı kat’îdir diyor tahsîli irfânın... Ne câhil kavmiyiz biz müslümanlar, şimdi, dünyânın! İrfan tahsili kesin bir farzdır diyor o iman... Ne cahil milletiyiz biz müslümanlar, şimdi, dünyanın! O îman hüsn-i hulkun289 en büyük hâmîsi290 olmuşken... Nemiz vardır fezâilden,291 nemiz eksik rezâilden?292 O iman ahlak güzelliğinin en büyük koruyucusu olmuşken... Faziletlerden neyimiz var, hangisi eksik rezilliklerden? Demek: İslâm'ın ancak nâmı293 kalmış müslümanlarda; Bu yüzdenmiş, demek, hüsrân-ı millî294 son zamanlarda. Demek: İslam'ın ancak adı kalmış müslümanlarda; Bu yüzdenmiş, demek milletçe kayıplarımız son zamanlarda. Eğer çiğnenmemek isterseler seylâb-ı eyyâma;295 Rücû'296 etsinler artık müslümanlar Sadr-ı İslâm 'a.297 Eğer çiğnenmemek isterseler zamanımızın sellerinde; Yeniden dönsünler artık müslümanlar İslam'ın ilk devresine. O devrin yâd-ı nûrânûru298 bî-pâyan299 şehâmettir;300 Mefâhir301 onların târihidir; ümmet o ümmettir. O devrin nurlu hatırası sayısız yiğitlikle doludur; Övünülecek tarih odur; ümmet, o ümmettir. Ki bir yandan celâdetler302 saçıp dünyâyı titretmiş; Öbür yandan da insanlık nedir dünyâya öğretmiş. Ki bir yandan kahramanlıklar gösterip dünyayı titretmiş; Öbür yandan da insanlık nedir dünyaya öğretmiş. Değilmiş böyle mahkûmiyyetin timsâl-i pâmâli!303 Şevâhikten304 tenezzül305 eylemezmiş arş-ı iclâli.306 Onlar böyle ayaklar altında mahkum olmanın sembolü değilmiş, Yüceldikleri makam zirvelerden hiç aşağı düşmezmiş. Fransızca Bir Makale 287 İhzâr: Toplama Tevekkelnâ: Allah’a sığındık 289 Hüsn-ü hulk: Ahlâk güzelliği 290 Hâmî: Koruyucu 291 Fezâîl: Faziletler 292 Rezâil: Rezillikler 293 Nâm: Ad 294 Hüsrân-ı millî: Milli kaybedilmişlikler 295 Seylâb-ı eyyâm: Zamanımızın selleri 296 Rücû: Dönmek 297 Sadr-ı İslam: İslamın kalbi 298 Yâd-ı nûrânûr: Nurlu hatıra 299 Bî-pâyân: Sayısız 300 Şehâmet: Yiğitlik 301 Mefâhir: Övünülen 302 Celâdet: Kahramanlık 303 Mahkûmiyetin timsâl-i pâmâli: Ayaklar altında mahkum olmanın sembolü 304 Şevâhik: Zirve 305 Tenezzül: Düşme 306 Arş-ı iclâl: Yücelinen makam Hüsnü Açıksöz anlatıyor: “Bir gün idarehanede oturuyoruz. O vakit ki İstiklal Mahkemesi azalarından iki zat ellerinde Fransızca Tan gazetesi olduğu halde geldiler. Bu nüshada Kuva-yi Milliye hakkında sitayişkâr yazılar vardı. Fransızca makaleyi cümle cümle okuyarak tercüme etmeye, bana da Türkçesini yazdırmaya başladılar. Fakat aralarında kelime ve cümle tercümeleri hakkında ihtilaf baş gösterdi. O zamana kadar pencereden dışarıyı seyreden Üstat, bu münakaşa üzerine döndü: “– Müsaade ederseniz ben söyleyeyim de yazsın.” dedi. Gazeteyi aldı. Fransızcasını hiç söylemeden doğrudan doğruya Türkçesini yazdırdı. Tercümeye savaşan arkadaşlar bunu görünce: “– Affedersiniz üstat, biz sizi zahmete sokmak istemezdik.” dediler. Halbuki Üstat’ın Fransızca bildiğini zannetmediklerini sonradan bana söylediler. 288 26 " Tevekkül" vasfı,307 ancak onların hakkında ma'nîdâr:308 Ki etmiş hepsi dünyâlar kadar âlâmı309 istihkar.310 " Tevekkül" niteliğinin gerçek manası ancak onlarda imiş, Ki hepsi de acıları dünyalar kadar küçümsemiş. Çekinmezmiş şedâid311 yağsa, asla, iktihâmından;312 Zeminlerden ölüm fışkırsa dönmezmiş merâmından.313 Onlar bela yağsa katlanmaktan asla çekinmezmiş; Yerlerden ölüm fışkırsa istediğinden dönmezmiş. "Hakîkî Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır" Demiştim... İşte da'vâm314 onların hakkında sâdıktır.315 "Hakiki Müslümanlık en büyük bir kahramanlıktır" Demiştim... İddiamın doğruluğu işte onlar hakkındadır. Safahat - Beşinci Kitap Sahife 596-599 / 29 Ekim 1914 “Korkma” -Korkma! “Korkma” Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki Hak316 yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz! Korkma! Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki Allah yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz! 317 Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i nâmûsun? Meğer ki harbe giren son nefer318 şehîd olsun. Düşer mi tek taşı sandın namus ocağının? Meğer ki savaşa giren son er şehit olsun. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa; Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa; Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa; Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa; Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar, Taşıp da kaplasa âfâkı319 bir kızıl sarsar;320 Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar, Taşıp da kaplasa ufukları bir kızıl kasırga; 321 Değil mi cebhemizin sînesinde îman bir; Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir; Değil mi cephemizin göğsünde iman bir; Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; Değil mi sînede birdir vuran yürek… Yılmaz! Cihan yıkılsa, emîn ol, bu cebhe sarsılmaz! Değil mi göğüste birdir vuran yürek… Yılmaz! Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz! 307 Vasıf: Nitelik Ma’nidâr: Gerçek manası 309 Âlâm: Elemler acılar 310 İstihkâr: Küçük görme 311 Şedâid: Bela 312 İktihâm: Katlanma 313 Merâm: İstek 314 Dâvâ: İddia 315 Sâdık: Doğru 316 Hak: Allah 317 Harîm-i nâmus: Namus ocağı 318 Nefer: Asker 319 Âfâk: Ufuklar 320 Sarsar: Kasırga 321 Sîne: Göğüs Safahat – Beşinci Kitap 308 Sahife 658-661 27 “Yâ Nebî” “Yâ Nebî” 322 -Yâ Nebî , şu hâlime bak! Nasıl ki bağrı yanar, gün kızınca, sahrânın;323 Benim de rûhumu yaktıkça yaktı hicrânın!324 -Ey Nebî, şu halime bak! Nasıl ki gün kızınca bağrı yanar çölün; Benim de ruhumu yaktıkça yaktı ayrılığın! Harîm-i pâkine325 can atmak istedim durdum; Gerildi karşıma yıllarca âilem, yurdum. Temiz ocağına can atmak istedim durdum; Gerildi karşıma yıllarca ailem, yurdum. "Tahammül et!" dediler... Hangi bir zamana kadar? Ne bitmez olsa tahammül,326 onun da bir sonu var! “Tahammül et!” dediler… Hangi bir zamana kadar? Tahammül ne kadar uzasa da onun da bir sonu var! Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak; Önümde durmadı artık, ne hânumân,327 ne ocak... Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak; Önümde durmadı artık ne ev-bark, ne ocak... Yıkıldı hepsi... Ben aştım diyâr-ı Sûdân´ı,328 Üç ay "Tihâme!"329 deyip çiğnedim beyâbânı.330 Yıkıldı hepsi… Ben aştım Sudan ülkesini, Üç ay “Mekke” deyip çiğnedim çölü. Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrâda; Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdâda: Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada; Yetişmeseydin eğer, yâ Muhammed, imdada: Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin; Akar sular gibi çağlardı her tarafta sesin! Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin; Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin! İrâdem olduğu gündür senin irâdene râm,331 Bir ân için bana yollarda durmak oldu harâm. İradem, iradene boyun eğdiği günden beri Bana yollarda bir an bile durmak haram oldu. Bütün heyâkil-i hilkatle332 hasbihâl333 ettim; Leyâle334 derdimi döktüm, cibâli335 söylettim! Yaratılışın bütün ihtişamlı eserleriyle dertleştim; Gecelere derdimi döktüm, dağları söylettim! Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü... Nücûma336 sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü? Aylarca yanıp tutuşmaktan yummadım gözümü… Yıldızlara sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü? 322 Nebî: Peygamber Sahrâ: Büyük çöl 324 Hicrân: Ayrılık acısı 325 Harîm-i pâk: Temiz aile, temiz eş, temiz ocak 326 Tahammül: Katlanmak 327 Hânumân: Ev bark, yuva 328 Diyâr-ı Sûdan: Sudan ülkesi 329 Tihâme: Mekke-i mükerreme 330 Beyâbân: Çöl 331 Râm: Boyun eğmek, tabi olmak 332 Heyâkil-i hilkat: Yaradılış heykelleri 333 Hasbihâl: Sohbet, dertleşmek 334 Leyâl: Geceler 335 Cibâl: Dağ 323 336 28 Nücûm: Yıldızlar Azâb-ı hecrine337 katlandım elli üç senedir... Sonunda alnıma çarpan bu zâlim örtü nedir? Ayrılık eziyetine katlandım elli üç senedir… Sonunda alnıma çarpan bu zalim örtü nedir? Beş altı sîneyi338 hicrân339 içinde inleterek, Çıkan yüreklere hüsran340 mı, merhamet mi gerek? 341 Beş altı sineyi ayrılık acısıyla bırakarak, Sana gelen yüreklere mahrumiyet mi yoksa merhamet mi gerek? 342 Demir nikabını kaldır mezâr-ı pâkinden; Bu hasta rûhumu artık ayırma hâkinden!343 Demirden örtünü kaldır tertemiz mezarından; Bu hasta ruhumu artık ayırma toprağından! Nedir o meş´âle? Nûrun mu? Yâ Resûlallâh!... Nedir o meş’ale? Nurun mu? Yâ Resûlallah!... Safahat – Beşinci Kitap Sahife 674-677 Söz Verdim Bir Kere Akif sözüne son derece bağlı bir kimse idi. Bir kere söz, ya ölüm ya da ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse insan ancak o zaman mazur görülebilir derdi. M. Cemal anlatıyor: ”Meşrutiyetin ilk seneleri bir Cuma günü adam boyu kar yağdı. Çapa’daki bizim eve o gün sütçü, ekmekçi gibi adamlar bile gelmediler. Öğlen yemeğinden biraz sonra biz hala ekmekçiyi beklerken kapı çaldı, fakat... Akif Bey gelmişti! Bıyığının yarısı donmuştu. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim: Beylerbeyi’nden nasılsa Beşiktaş’a bir vapur işlemişti. “Bu kadar mı?" dedim. Tabi ki bu kadardı. Ve tabi ki Beşiktaş’tan Çapa’ya işleyen bir şey yoktu. Ancak bunu sormaya da lüzum yoktu. Çünkü Beşiktaş’tan Çapa’ya insanlar yürüyerek de gelirdi. Bu karda, tipide yaya yürünülen mesafeye ben şaştıkça Akif’te benim hayretime şaşıyordu. 337 Azâb-ı hecr: Ayrılık azabı, eziyeti Sîne: Bağır, göğüs 339 Hicrân: Ayrılık 340 Hüsrân: Hayal kırıklığı, mahrum olma 341 Nikab: Elbise 342 Mezâr-ı pâk: Temiz mezar 343 Hâk: Toprak 338 “Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.” 29 “Zulmü Alkışlayamam” “Zulmü Alkışlayamam” Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdâdıma344 saldırdı mı, hattâ, boğarım!... Biri atalarıma saldırdı mı, hatta boğarım… Boğamazsın ki! -Boğamazsın ki! Hiç olmazsa yanımdan kovarım. -Hiç olmazsa yanımdan koğarım. Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık345 yapamam; Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. Bağımsızlığa aşığım doğduğum günden beri Bana hiç tasmalık etmiş değil altın zincir! Doğduğumdan beridir, âşığım istiklâle;346 Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.347 Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... Gericiliğin şu sizin lehçede anlamı bu mu? Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu... İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu? Safahat – Altıncı Bölüm Sahife 768-769 344 Ecdâd: Atalar Zağarlık yapmak: Av köpeği gibi iz sürme 346 İstiklal: kurtuluş Bağımsızlık 347 Lâle: Sözlükteki anlamlarından biri ağır hapis mahkûmlarının boynuna geçirilen demir halka zincirdir. Şiirde kastedilen anlamı kişinin hürriyetini yok sayarak bazı cazip çıkarlar için esaret zincirinin boynuna takması birilerine kul köle olmayı kabul etmesidir. 345 30 “Çanakkale Şehitlerine” “Çanakkale Şehitlerine” 348 Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesîf349 orduların yükleniyor dördü beşi, Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi? En kalabalık orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’yaKaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd350 ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle-“bu: bir Avrupalı!" Ne yüzsüzce bir yığınak ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!" Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi,351 yâhud kafesi! Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp hapishanesi, yahut kafesi! Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,352 Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer. Eski Dünya, Yeni Dünya, insanoğlunun bütün kavimleri, Kaynıyor kum gibi... tufan gibi, mahşer mahşer… Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Cihanın yedi iklim dikiliyor karşısına da, Avustralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk; Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna353 da züldür354 bu rezîl istîlâ! Kimi Hintli, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela... Hani, veba mikrobunu bile utandırır bu rezil istila! Ah, o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,355 Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, Ah, o yirminci yüzyıl yok mu, o soylu yaratık, Ne kadar gözdesi varsa ise, hakkıyla alçak, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı356 hayâsızcasına. Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü içinde gizlediği şeyleri utanmazcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti357 o yüz… Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Maske yırtılmasa hala bize çok güzel bir yüzdü o yüz… Medeniyet denilen kahpe, gerçekten, yüzsüz. 348 Harp: Savaş Kesif: Yoğun, saydam olmayan, sık, kalın. 350 Tehaşşüd: Toplanmak, bir araya gelmek. 351 Mahpes: Hapishane 352 Akvâm-ı beşer: İnsan kavimleri 353 Tâ'ûn: Veba 354 Zul: Rezillik, insana yakışmayan hayat 355 Mahlûk-i asîl: Soylu yaratık 356 Esrâr: Gizler, sırlar 357 Âfet: Güzelliği ile insanı şaşkına çeviren, aklını başından alan kadın. Bela, felaket. 349 31 Sonra mel'undaki358 tahrîbe müvekkel359 esbâb,360 Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Sonra lanet olasının yakıp yıkmak için kullandığı araçlar, Öyle korkunç ki: Eder her biri bir ülkeyi harap. Öteden sâikalar361 parçalıyor âfâkı;362 Beriden zelzeleler363 kaldırıyor â'mâkı;364 Öteden yıldırımlar parçalıyor ufukları; Beriden zelzeleler kaldırıyor derinlikleri; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;365 Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.366 Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,367 Atılan her lâğamın yaktığı: Yüzlerce adam. Yerin altında cehennem gibi binlerce ateş, Atılan her ateşin yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...368 Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer, O ne korkunç tipidir: Savrulur insan parçaları... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak Boşanır sırtlara, vadilere, sağanak sağanak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd369 eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar,370 alevden seller. Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller, Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.371 Veriyor yangını, durmuş da açık göğüslere, Sürü halinde gezerken sayısız uçak. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar372 ister, ne siner hasmından;373 Alınır kal'a374 mı göğsündeki kat kat iman? Ne çelik siperler ister, ne siner düşmanından; Alınır kale mi göğsündeki kat kat iman? 358 Mel'un: Tanrı tarafından lanetlenmiş olan, lanetli, nefretle karşılanan, kötü Müvekkel: Vekil tâyin olunmuş olan, vekil edilmiş olan 360 Esbâp: Sebepler 361 Sâika: Sürükleyen, sevkeden, götüren hal, yıldırım 362 Âfâk: Ufuklar 363 Zelzele: Deprem 364 Â'mâk: Derinlikler 365 Siper: Korunulacak, arkasına, altına veya içine girerek saklanılacak yer 366 Nefer: Er 367 Lâğam: Düşmanın kale duvarlarını yıkmak veya düşman ordugâhına zarar vermek amacıyla, düşman siperlerine doğru yer altından açılan dar yol 368 Enkâz-ı beşer: İnsan yıkıntıları 369 Nâmert: Korkak, alçak, mert olmayan 370 Tûfan: Çok yoğun veya şiddetli şey 371 Tayyâre: Uçak 372 Tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen yapı 359 373 374 32 Hasım: Düşman, yağı Kal'a: Kale Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?375 Çünkü te'sîs-i İlâhî376 o metîn istihkâm.377 Hangi kuvvet ona, haşa, boyun eğdirebilir ki? Çünkü o sağlam istihkam Allah'ın eseri. Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,378 Beşerin azmini tevkîf379 edemez sun'-i beşer; Güçlü yapılmış yerler bile sarılıp indirilir, Ama insanın azminin yolunu kesemez insan yapısı eserler; Bu göğüslerse Hudâ'nın380 ebedî serhaddi;381 "O benim sun'-i bedî'im,382 onu çiğnetme" dedi. Bu göğüslerse İlahi yapının sonsuz sınırı; Allah 'o benim en güzel eserim, onu çiğnetme dedi Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmiyecek. Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ383 gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar… O, rükû384 olmasa, dünyâda eğilmez başlar... Şehitlerin gövdesinden oluşmuş bir baksana dağlar taşlar O, namazdaki rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar... Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor Bir bayrak uğruna, ey Rabbim, ne askerler şehit oluyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd385 inerek öpse o pâk386 alnı değer. Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten atalar inerek öpse o temiz anlı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...387 Bedr'in arslanları388 ancak, bu kadar şanlı idi. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor İslam'ı... Bedr'in arslan gibi askerleri ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın. Sana dar gelmeyecek mezarı kimler kazsın? “Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın. Herc ü merc389 ettiğin edvâra390 da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler391 eder istîâb.392 O tarih kitabı altüst ettiğin çağlara da yetmez. Seni ancak sonsuzluklar kapsayabilir. 375 Râm: Boyun eğen, kendini başkasının buyruğuna bırakan Te'sîs-i İlâhî: Allah’ın eseri 377 İstihkâm: Düşman saldırısını durdurmak, düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş yer 378 Mevki'-i müstahkem: Sağlam, kuvvetlendirilmiş yer 379 Tevkif: Durdurma, bir suç dolayısıyla birini tutuklama 380 Hudâ: Allah 381 Serhat: Sınır boyu 382 Sun'-i bedî'i: Yeni, eşi benzeri olmayan yapı 383 Şûhedâ: Şehitler 384 Rükû: Öne doğru eğilme 385 Ecdât: Geçmişteki büyükler, atalar 386 Pâk: Temiz 387 Tevhit: Din, Allah'ın birliğine inanma, bir sayma, bir olarak bakma 388 Bedr’in arslanları: Bedir Savaşı’na katılan sahabeler 389 Herc ü merc: Altüst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak, yıkıntı 390 Edvâr: Çağlar, devirler 376 391 392 33 Ebediyet: Sonsuzluk İstiâb: İçine alma, içine sığdırma “Bu, taşındır” diyerek Kâ’be'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 'Bu, taşındır' diyerek Kabe’yi diksem başına Ruhumun İlahi ilhamını duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ393 namıyle, Kanayan lâhdine394 çeksem bütün ecrâmıyle;395 Sonra gök kubbeyi alsam da örtü diye, Kanayan kabrine sersem bütün yıldızlarıyla; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Mor bulutlarla açık türbene bir tavan çatsam, Yedi kandilli Ülker Yıldızı'nı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına; Uzanırken, gece ay ışığını getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem; Türbenin bekçisi gibi ta güneşin doğuşuna dek bekletsem; Gündüzün avizeni güneşin taze ışıklarıyla silme doldursam Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana Tüllenen gurubu, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,396 Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,397 Sen ki, son Haçlı Ordusu'nun hamlesini kırarak, Doğunun en sevgili sultanı Salahaddin'i, Kılıç Arslan398 gibi iclâline399 ettin hayran... Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,400 Kılıç Arslan gibi büyüklüğüne hayran ettin... Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran etmek üzereyken, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın; O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, cisimlerde dolaşır ruhun ve adın; Sen ki, a'sâra401 gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Sen ki, bütün yüzyıllara gömülsen taşacaksın... Yazık! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu savaş... Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu402 açmış duruyor Peygamber. Ey şehit oğlu şehit, isteme benden mezar, Sana kucağını açmış duruyor Peygamber. Safahat – Altıncı Kitap Sahife 824-831 393 Ridâ: Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal Lâhit: Duvarları taş veya tuğladan, üstü taş bir kapakla örtülü mezar 395 Ecrâm: Ruhsuz büyük varlıklar. Cirmler. Yıldızlar 396 Savlet: Hücum, akın 397 Salâhaddin Eyyûbi(1138-1193):Eyyubiler Devleti’nin kurucusu. Haçlılara karşı İslam dünyasını korumuş, Kudüs’ü haçlı işgalinden kurtarmış büyük bir İslam kahramanıdır 398 II. Kılıç Arslan(1155-1192):Anadolu Selçuklu Sultanı 399 İclâl: Büyüklük, ululuk. Saygı gösterme, ağırlama, ikram 400 Hüsran: Beklenilen şeyin elde edilememesi yüzünden duyulan acı 401 A'sâr: Eserler 402 Âgûş: Kucak 394 34 “Bülbül” 403 -Basri Bey “Bülbül” Basri Bey oğlumuza oğlumuza Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım; Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım: Sonunda bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı, Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı. Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştı; Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hılkat404 kesilmiş lâl...405 Bu istiğrâkı406 tek bir nefha407 olsun etmiyor ihlâl Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün varlıklar suskun… Bu derin suskunluğu bozmuyor, tek bir esinti olsun, Muhîtin408 hâli "insâniyyet"in timsâlidir,409 sandım; Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar,410 neden andım! Ortamın durumunu “insanlığın” sembolüdür, sandım; Dönüp geçmişe tırmandım, ne ayrılık acıları neler andım. Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel411 yâd,412 Zalâmın413 sinesinden fışkıran memdûd414 bir feryâd, Toplanıp beynimden taşarken artık bin zincirleme hatıra, Karanlığın bağrından fışkıran uzun bir feryat, O müstağrak,415 o durgun vecdi416 nâgâh417 öyle coşturdu Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler418 çağlayıp durdu. O suskun, o durgun vecdi birden öyle coşturdu. Ki bütün vadi, yer yer, iniltilerle çağlayıp durdu. Ne muhrik419 nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc420 demlerdi; Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi! Ne yanık nağmeler, ey Allah’ım ne dalga dalga ahenklerdi Ağaçlar, taşlar ürpermişti, sanki Mahşer’de üflenecek Sûr idi. Bu Çanakkale Ne Olacak? 403 Hasan Basri Çağatay: (1887-1964) Mehmet Akif’in çok samimi bir arkadaşıdır. Birinci TBMM’de Akif’le birlikte milletvekilliğinde bulunmuş ve onunla ilgili fikir ve hatıralarını Akifnâme adlı eserinde(İst.1966) toplamıştır. 404 Hilkât: Varlıklar 405 Lal: Dilsiz 406 İstiğrâk: Her şeyi kavrama, gömülme 407 Nefha: Esinti 408 Muhît: Ortam, çevre 409 Timsâl: Sembol 410 Hicrân: Ayrılık 411 Müselsel: Zincir halkaları 412 Yâd: Hatıra 413 Zalam: Karanlık 414 Memdûd: Uzun 415 Müstağrak: Dalgın 416 Vecd: Kendinden geçecek kadar coşmak 417 Nâgâh: Ansızın 418 Enîn: İniltiler 419 Muhrik: Yanık, yakıcı 420 Mevcâmevc: Çok dalgalı Ömer Lutfi Bey anlatıyor: Berlin’de merhumun en büyük endişesi Çanakkale idi. Gece gündüz Çanakkale cephesini düşünürdü. Her sabah tekrar ederdi: “– Ömer Bey, bu Çanakkale ne olacak?” “– Allah bilir amma vaziyet tehlikelidir. Askerlik noktasından düşünülünce ümit yok. Ancak fen kaidelerinin haricinde, fevkalbeşer bir şey olmalı ki dayanabilsin.” Ben böyle dedikçe: “– Eyvah, son istinatgahımız da yıkılırsa ne olur?” Diyerek çocuk gibi gözlerinden yaşlar dökülmeye başlardı. Çanakkale için ağlamadığı gün yoktu. Ben kavaid-i harbiyeden bahsettikçe canı sıkılırdı. Onun böyle askeri muhakemelere tahammülü yoktu. O, daima kati bir kelime isterdi. “– Bütün dünya toplanıp hücum etse yine Çanakkale sukùt etmez!” Onun büyük imanı başka bir ihtimale müsait değildi. Onun için tehlikeden bahsettikçe havsalası yanardı. O zaman ben de kavaid-i harbiyeyi bir tarafa bırakır, kendisini teselli ederdim. Ne dersiniz bu sözlerim karşısında çocuk gibi sevinmez miydi? 35 Benim onda gördüğüm yurt sevgisi, o kadar yüksekti ki onu tasvir mümkün değildir. -Eşin var, âşiyanın421 var, bahârın var, ki beklerdin; Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? Eşin var, yuvan var, baharın var, ki beklerdin: Kıyametler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? O zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun, O zümrüt tahta kondun, göklerde bir saltanat kurdun; Bütün yurtlar hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun. Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânümânın422 şen, için şen, kâinatın şen. Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl gül bahçesi Gezersin, yuvan şen, için şen, evrenin şen Hazansız423 bir zemîn isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,424 Ufuklar, bu'd-i mutlaklar425 bütün mahkûm-i pervâzın.426 Sonbaharsız bir mekan isterse, eğer pervasız ruhun, Ufuklar, sonsuz mesafeler kanatlarının hükmü altında bütün. Değil bir kayda, sığmazsın - kanatlandım mı - eb'âda;427 Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra428 dünyâda, Sınırlı yerler bir yana, sığmazsın- kanatlandın mı- mesafelere, Hayatın dünyada en yüksek idealdir, hürriyet aşıklarına. Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın429 perîşandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?430 Neden öyle matemlerle günlerin perişan geçmekte? Niçin bir damlacık göğsünde bir okyanus çağlamakta? Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!431 Hayır, matem senin hakkın değil... Matem benim hakkım Yüzyıllar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez ufuklarım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; Bugün bir hânümansız serseriyim öz diyârımda! Teselliden nasibim yok, sonbahar ağlar baharımda, Bugün evsiz barksız bir serseriyim öz vatanımda! Ne hüsrandır ki: Şark'ın432 ben vefâsız, kansız evlâdı, Serâpâ433 Garb’a434 çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!435 Ne acıdır ki Doğu’nun ben vefasız, kansız evladı, Baştan sona Batı’ya çiğnettim de ata yadigarı toprakları! Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc436 oldu, Salâhaddîn-i Eyyûbî 'lerin, Fâtih'lerin yurdu. Hayalimden geçerken şimdi, fikrim altüst oldu, Salâhaddîn-i Eyyûbî437 'lerin, Fâtih'lerin yurdu. 421 Aşiyan: Yuva Hânümân: Yuva 423 Hazan: Sonbahar 424 Rûh-i ser-bâzın: Pervasız ruh 425 Bu'd-i mutlaklar: Sonsuz mesafeler 426 Mahkûm-i pervâzın: Kanatlarının hükmü 427 Eb'âd: Mesafeler 428 Ahrâr: Hürriyetçiler 429 Eyyâm: Günler 430 Hurûşan: Coşmak 431 Âfak: Ufuklar 432 Şark: Doğu 433 Serâpâ: Baştan sona 434 Garb: Batı 435 Hâk-i ecdâd: Ata toprağı 436 Herc ü merc: Alt üst olmak 422 437 Selahaddin Eyyûbî(1138-1193): Eyyubi Devleti’nin kurucusu. Haçlılara karşı savaşan ve Kudüs’ü haçlı işgalinden kurtaran İslam ordularının komutanı. 36 Ne zillettir438 ki: Nâkus439 inlesin beyninde Osman’ın; Ezan sussun, fezâlardan440 silinsin yâdı Mevlâ'nın! Ne kötü alçalıştır ki: Çan sesleri inlesin beyninde Osman’ın Ezan sussun, göklerden silinsin hatırası Mevlâ’nın Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun; O kudretler, o satvetler441 harâb olsun, türâb442 olsun! Ne acıdır ki: En büyük ve şanlı bir geçmiş serap olsun, O kuvvetler, o ezici güçler yerle bir olsun. Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden443 Yıldırım Hân'ın; Şenâ’atlerle444 çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın! Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım Han'ın450 En çirkin şekilde çiğnensin büyük kabri Orhan'ın!451 Ne heybettir ki: vahdet-gâhı445 dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız446 kalan dindaş! Ne yoksunluktur ki dinin hilafet merkezi yıkılıp taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca sığınaksız kalan dindaş! Yıkılmış hânümanlar447 yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Yıkılmış yuvalar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında448 nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!449 Dolaşsın, sonra, İslam’ın kutsal yerlerinde yabancılar... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil matem! Safahat – Yedinci Kitap Sahife 914-919 7 Mayıs 1921 Kuru Fasulye Akif Bey hayatında eğilmedi, gerek istibdat devrinde, gerek Meşrutiyet senelerinde açlığa rıza gösterdi, kimseye eyvallah etmedi. Umumi seferberlik zamanı idi, Akif bir arkadaşı ile birlikte oturmuş, fasulye aşı yiyordu. Nezaret erkanından biri çıkageldi. Selam tebliğ etti. Yazılarında o derecede ileri gitmemesini nazikçe söylemek istedi. Akif pür-hiddet dedi ki: 438 Zillet: Kötülük, alçaklık 439 Nâkûs: Çan 440 Fezâ: Gök 441 Satvet: Ezici kuvvetler, zorluklar 442 Türâb: Toprak 443 Ma'bed: Camii 444 Şenâ’at: Fenalık, kötülük 445 Vahdet-gâh: Halifelik merkezi 446 Me'vâ: Sığınak 447 Hânümân: Yuva 448 Harem-gâh: Kutsal yer 449 Bu şiir yazılırken Yunan istilası altındaki topraklarımıza, özellikle Bursa’ya dair acı haberler geliyordu; bunların doğruluğunu veya yanlışlığını da araştırmanın da imkânı yoktu. “Nazırına söyle, kendilerini düzeltsinler! Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulye aşı yemeye razı olduktan sonra kimseden korkmam!” 450 451 37 Yıldırım Bayezid (1360-1403): Sultan I. Bayezid, Osmanlı padişahı Orhan Gazi (1281-1362): İkinci Osmanlı sultanı “Bir Gece” “Bir Gece” Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi, Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi! On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi, Kumdan, ayın on dördü, bir öksüz çıkıverdi! Lâkin, o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler, Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi! Fakat ne acı bir durum ki: Onu görmedi gözler; Kaç bin senedir, halbuki bekleşmekteydiler! Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî ’ î; Bir kerre, zuhûr ettiği452 çöl en sapa yerdi; Nerden görecekler? Göremezlerdi tabii: Bir kere ortaya çıktığı çöl en sapa yerdi; Bir kerre de, ma’mûre-i dünyâ,453 o zamanlar, Buhranlar454 içindeydi, bugünden de beterdi. Bir kere de, dünyanın mamur yerleri, o zamanlar, Bunalımlar içindeydi, bugünden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer455 yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Sırtlanları geçmişti insanlar yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Fevzâ456 bütün âfâkını457 sarmıştı zemînin, Salgındı, bugün Şark’ı458 yıkan, tefrika459 derdi. Kargaşa bütün ufuklarını sarmıştı yeryüzünün, Salgındı, bugün Doğu’yu yıkan bölücülük derdi. Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Bir nefhada460 insanlığı kurtardı o ma'sûm, Bir hamlede kayserleri,461 kisrâları462 serdi! Bir solukta insanlığı kurtardı o masum. Bir hamlede Bizans ve İran hükümdarlarını yere serdi! Aczin463 ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi; Zulmün ki, zevâl464 aklına gelmezdi, geberdi! Güçsüzlüğün bütün hakkı ezilmekti, dirildi; Zalimlik ki yok olmayı aklına getirmezdi, geberdi. Âlemlere, rahmetti, evet Şer’-i mübîni,465 Şehbâlini466 adl isteyenin yurduna gerdi. Evet, alemlere rahmetti apaçık şeriatı, Kanatlarını adalet isteyenin yurduna gerdi. 452 Zuhur etmek: Görünme, ortaya çıkma Ma’mûre-i dünyâ: Dünyanın bayındır yerleri 454 Buhran: 1.Nöbet, kriz. 2. mec. bir işin tehlikeli, karışık bir hal alması 455 Beşer: İnsan 456 Fevzâ: Kargaşalık, anarşi 457 Âfâk: Ufuklar, gökle yerin birleşir gibi göründüğü yer 458 Şark: Doğu 459 Tefrika: 1. Ayrılma. 2. bozuşma. 3. gazete ve dergilerde kısım kısım çıkarılan uzun yazı 460 Nefha: Üfürük, nefes üfürme 461 Kayser: Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı 462 Kisrâ: İran hükümdarlarının lakabı 463 Acz: Güçsüzlük, zayıflık 464 Zevâl: 1. Ayrılıp gitme. 2. sona erme. 3. öğle vakti 465 Şer’-i mübîn: Açık ve belli olan din kaideleri 466 Şehbâl: Kuşkanadının en uzun tüyü 453 38 Dünyâ neye sâhipse, onun vergisidir hep; Medyûn467 ona cem’iyyeti,468 medyûn ona ferdi. Dünya neye sahipse, onun verdikleridir hep: Toplumu da ferdi de hep ona borçlu. Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet…469 Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr470 ile haşret.471 Borçludur o masuma bütün bir insanlık… Yâ Rab, bizi kıyamet gününde bu inanışla dirilt. Safahat -Yedinci Kitap Sahife 986-989 28 Ağustos 1928 Biz Söz Verdik, Siz Oturun! Bir gün Çengelköyü’nde oturduğu Fıstıklı Köşk’te birleştik. Oradan bir yere gidecektik. Vapurun hareketine de pek az kalmıştı. Bir de baktık, Hüseyin Kazım, Fatin Hoca, daha bir iki kişi çıkageldiler. Üstat onlara buyurun dedi, her birine ayrı ayrı iltifattan sonra: “Müsaadenizi rica ederim. Biz Asım’la bir yere gidiyoruz. Söz verdik. Mazur görünüz. Siz buyurun, istirahat edin. Başka gün yine görüşürüz inşallah...” Dedi. Çıktık. Misafirler evde kaldı. Süratle yokuşu indik, vapura yetiştik. Bu hareketi benim havsalam pek almadı. “Üstat, dedim, bu tuhaf bir iş oldu!” “Hayır, hiç de tuhaf değil. Söz verdik, bizi bekliyorlar. Her medeni insanın bunu kabul etmesi tabiidir. Hele Hüseyin Kazım böyle şeyleri pekala bilir, tabii görür.” Hakikaten birkaç gün sonra Hüseyin Kazım Bey’i gördüğüm zaman Üstat’ın bu hareketini pek tabii gördüğünü, hatta takdir ettiğini anladım. 467 Medyûn: Borçlu Cemiyyet: Toplum, topluluk 469 Beşeriyyet: İnsanlık 470 İkrâr: Söyleme, bildirme 471 Haşr: 1.Toplama. 2.ölüleri diriltip mahşere çıkarma 468 39 Yarışma Şartnamesi: 1. T.C. İSTANBUL VALİLİĞİ 2013-2014 ÖĞRETİM YILI İSTANBUL İLİ İMAM HATİP /ANADOLU İMAM HATİP LİSELERİ ARASI MEHMET AKİF ERSOY ŞİİRLERİNİ EZBERLEME YARIŞMASI ŞARTNAMESİ YARIŞMAYI DÜZENLEYEN KURUM / KURULUŞ İSTANBUL VALİLİĞİ YARIŞMANIN KONUSU Mehmet Akif Ersoy’un Safahat isimli eserinden 16 şiiri yazma ve ezbere okuma YARIŞMANIN AMACI Okulumuz Kazım Karabekir Anadolu İmam Hatip Lisesi tarafından başlatılan Mehmet Akif Ersoy’u anma ve tanıma çerçevesinde İstanbul ili sınırları içinde İmam Hatip Liseleri arasında düzenlenen ÂSIM’IN NESLİ başlıklı yarışmayla öğrencilerin “Mehmet Akif Ersoy’u Anlama/Tanıma” ya özendirilmesi ve Büyük İstiklal Marşı şairinin sevdirilmesi. KATILIM ve BAŞVURU ŞARTLARI 2. Başvurular 1 – 18 Nisan 2014 tarihleri arasında gerçekleşecektir. Başvurular 18 Nisan 2014 Cuma günü saat 17:00’a kadar okulumuzun internet adresinden (http://kkaihl.meb.k12.tr) yapılacaktır. Bu tarihten sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir. YARIŞMA ŞARTLARI 1. Yarışma yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamadan oluşmaktadır. 2. Yazılı Aşaması, (Yarışma başlama saatinden en fazla 30 dakika sonrasına kadar gelmeyen öğrenci organizasyona girme hakkını kaybeder. Yarışmanın başlangıcından itibaren ilk 30 dakika içerisinde öğrencilerin sınıftan ayrılmasına izin verilmeyecektir.) 3. Yazılı aşaması değerlendirmesinden sonra Sözlü Sınav aşamasına puan sıralamasına göre, ilk 30 öğrenci seçilecektir. Seçilen öğrencilerden 22 Mayıs 2014 Perşembe günü saat 11.00’de okulumuzda kendisinden, daha önceden belirlenen Mehmet Akif Ersoy şiirlerini ezberden okuma ve kelime anlamlarını ifade etmesi istenecektir. Okunacak şiirler, önceden belirlenip 30 adet soru zarfı oluşturulacaktır. Şaibeye yol açmayacak şekilde her öğrenci kendi sorularını seçecek ve bu sorulardan sınav olacaktır. 4. Ezberlenecek şiirler okulumuz WEB sitesinde yayınlanacağı gibi okulların e-mail adreslerine de gönderilecektir. GAZİOSMANPAŞA KAYMAKAMLIĞI KAZIM KARABEKİR ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ 1. Yazılı sınavda 100 puan üzerinden 50 adet soru (beyit) olacaktır. Sorular (beyitler) seçilen bölümlerden mısraların ilk birkaç kelimesi verilecek, sadece o beytin devamının yazılması istenecektir. MEB Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği 22/C maddesi YARIŞMANIN DAYANAĞI Yarışmalar, sınıf içi, okul içi, okullar arası ve yurt içi düzenlenebileceği gibi uluslararasında da düzenlenebilir. TÜRÜ Şiir Okuma / Yazma Yarışması HEDEF KİTLE 1. 2013-2014 eğitim öğretim yılında İmam Hatip / Anadolu İmam Hatip Liselerinde (9,10,11,12. sınıf) okuyan öğrenciler katılabilirler.. 1. YARIŞMA TAKVİMİ Bir okul 10 asil öğrenci ile yarışmaya katılır. 2. DEĞERLENDİRME Harf hatasından 1, kelime hatasından 2 puan düşülecektir. 3. Yazılı sınav neticesinde puan sıralamasına göre ilk 30 (OTUZ)a giren öğrenciler sözlü aşamasına kalacaklardır. Bu öğrenciler sitemizde ilan edilecektir. 4. Sözlü bölümde, 100 puan üzerinden 5 soru sorulacak, mısranın ilk birkaç kelimesi verilecek ve devamı istenecektir. Değerlendirmede ezber, telaffuz, jest ve mimik, kelime vurguları, kelime anlamları ile şiirsel üslupla okuma gibi ölçütler esas alınacaktır. Son Müracaat Tarihi: 18 Nisan 2014 Cuma günü saat 17.00'a kadar. 2. 1.Aşama Yazılı Sınav’a 06 Mayıs 2014 Salı günü 13:30-15:00 saatleri arasında Kazım Karabekir Anadolu İmam Hatip Lisesinde gireceklerdir. Yarışmacıların hangi sınav salonunda girecekleri sınav günü okulumuzun girişinde kendilerine ilan edilecektir. 3. 2.Aşama Sözlü Sınav ise 22 Mayıs 2014 Perşembe saat 11.00’de gerçekleşecektir. SONUÇLARA İTİRAZ 4. Ödül Töreni: Sözlü sınavdan sonra jürinin sonucu açıklamasından sonra yapılacaktır. 40 1. İtirazlar yazılı sınav sonuçlarının açıklandığı günden itibaren bir gün içinde mesai bitimine kadar Yarışma Organize ve Yürütme Kurulu’na yazılı olarak yapılacaktır. İtirazlar, iki gün içerisinde değerlendirilecektir. Yazılı olmayan itirazlar dikkate alınmayacaktır. Yarışma Organize ve Yürütme Kurulu’nun itiraz üzerine verdiği kararlar kesindir. 2. Sözlü sınava itirazlar jüri kararını açıkladıktan sonra sözlü olarak itiraz edebileceklerdir. İtirazlar o anda değerlendirilecektir. Jürinin son kararı kesin ve bağlayıcıdır. KAZIM KARABEKİR ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ Karadeniz Mah. Mehmet Akif Cad. No: 163 GOP / İSTANBUL Telefon: 0 212 535 30 30 Fax: 0 212 538 78 15 İLETİŞİM BİLGİLERİ Müdür Yardımcısı Abdulkadir IŞIK muallimkadir@gmail.com 505 627 06 23 Edebiyat Zümre Başkanı: Erol EREN 505 546 93 19 Web: http://kkaihl.meb.k12.tr/ Başkan : Erdoğan SÖYLEMEZ (Okul Müdürü) Yarışma Koordinatörü: Abdulkadir IŞIK(Müdür Yardımcısı) ORGANİZE VE YÜRÜTME KURULU Edebiyat Zümresi : Erol EREN (Edebiyat Zümre Başkanı), Esra BAŞARAN (Edebiyat Zümre Üyesi), Recep TOPÇU (Edebiyat Zümre Üyesi), Sema SÖZEN (Edebiyat Zümre Üyesi), SÖZLÜ SINAV JÜRİSİ Aziz ERDOĞAN : Eğitimci Yazar, (Bağcılar MEM Şube Md.) Bayram KUNDAKÇI : Gaziosmanpaşa MEM Şube Müdürü) Hasibe ÇERKO : Eğitimci Yazar, Harun KARAKUŞ : DKAB Öğretmeni, Eğitim Koordinatörü Ahmet Zeki YUNUSOĞLU : Meslek Dersleri Öğretmeni Recep TOPÇU : Edebiyat Öğretmeni 41
© Copyright 2024 Paperzz