Yasam KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 2 ve EYLÜL / EKİM / KASIM 2014 3 AYDA BİR YAYINLANIR SAYI 67 Gizemli Uygarlıkların Mirası Peru Timur ÖZKAN Doğru Bildiği Yolda Yalnız Yürüdü Olkan ÖZYURT Türkiye’nin Yaşayan İnsan Hazineleri Esra AÇIKGÖZ KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 3 Yaşam MESA ve MESA DOSTLARINA ÜCRETSİZ GÖNDERİLİR. Mesa dostlarına merhaba Türkiye’nin Yaşayan TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ İnsan Hazineleri Yine gönlümüz sonbahar MESA Mesken Sanayii A.Ş. adına sahibi Erhan Boysanoğlu Yazı İşleri Yönetmeni Aslı Tokatlı Yayın Kurulu Ayşe Kandar, Aslı Tokatlı, Uğur Büke Yayın Hazırlığı: Büke Yayıncılık Altıevler Mah. Kumsal Sok. No: 120 Narlıdere / İzmir Tel: 0232 238 22 29 e-mail: buke1942@gmail.com Tasarım Hazan Koltuk Yazışma Adresi: MESA Mesken Sanayii A.Ş. MESA Plaza, Koru Sitesi Ihlamur Cad. No:2 Çayyolu 06810 Ankara Tel: (0312) 291 50 00 Faks: (0312) 240 09 99 Tatiller bitti, soğuk su sürahileri buzdolabından çıktı, sıcaklar azaldı, okullar açıldı, her şey rutine döndü değil mi? Olur mu öyle şey! Ne rutini! Önümüzde nefis bir sonbahar var: Dinlenmiş ve yenilenmiş olarak, sarının güzelim tonlarının her birini göreceğimiz günler başladı. Yere dökülmüş yaprakların üzerinde söyle bir yürüyün, sesini duyun. Akşamları sırtınıza bir hırka aldığınızdaki sıcak mutluluğu hele bir hatırlayın, hemen arkasından da bir bardak nefis demli çayınızı içiniz yanmadan yudumladığınızı düşünün. Açık havada hafiften esen rüzgarın altında bir konserde olduğunuzu düşleyin. Hava aydınlıkken girdiğiniz sinemadan gece çıktığınızdaki hissi hatırlayın. Bir de sevdiğinizin elinden tutup püfür püfür esen Boğaz’da güzel bir yürüyüş sonrası içilen Türk kahvesinin insanı ne kadar mutlu ettiğini tasavvur edin. Yaptınız mı hepsini! Peki, hâlâ sonbahar kötü mü? O yüzden hoş gelsin sonbahar ve herkese huzurlu bir mutluluk getirsin. Ve elbette bütün bu güzelliklere biz de bir parça hoşluk katacaktık değil mi? Alın şimdi elinize derginizi, Bürokrat, Siyasetçi, Araştırmacı, şöyle bir karıştırın önce, açık Tarihçi, Mizah Yazarı, Öykücü… havadaysanız sayfaların hafif hafif Cahit Kayra uçuşmasına bir bakın, kapalı alandaysanız da kendinize bir İ kahve söyleyin, biz hesabı öderiz! Siz okumaya başlayın yeter ki! CAHİT KAYRA Cahit Kayra’yı “bürokratlığının en mutlu dört yılını yaşadığı” elli yaşlarının başında tanıdım, saygı duydum. Yıllar bu saygıyı hayranlığa dönüştürdü. Çalışma disiplini ve heyecanı örnek alınması gereken yanlarından sadece ikisi. deal bir sekreter olan” Sevim Hanım kapıda karşılamıştı. Odaya girdik, kıdemli Kurul üyesi Nazif Oker, “Yeni gençlerimiz…” dedi. Teker teker önünden geçip elini sıktık, masanın çevresinde gösterdiği yerlere oturduk. 1971 yılı Kasım ayının ortalarıydı. Odanın ışıkları loş, mobilyalar cevizdi. Biraz sonra pos bıyıklı Bayram Efendi’nin getirdiği çayları yudumlarken karşımızdaki 50 yaşlarında gözlüklü, güngörmüş bürokratın bize yönettiği sorularını yanıtlıyorduk. Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanı’nın odasında ne kadar süre kaldık tam Kendi anlatımıyla, “bürokratlığının en mutlu dört yılını yaşadığı Maliye Tetkik Kurulu’nun” Başkanı Cahit Kayra’nın elini ilk sıktığım gün böylesine uzun soluklu hayranlığa ilk adımı attığımın bilincinde değildim. Hakkında bildiklerimiz, saygın bürokratlığı, öğreticiliği, esnek çalışma anlayışı, araştırmacılığı ve tabii Mülkiye mezunu oluşu idi. Birkaç kez Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konser salonunda uzaktan görmüş olmak birkaçımızın unutulmaz anıları arasındaydı. 1972 yılının başlarında Maliye Teftiş Kurulu’na yeni girmiş okul arkadaşımın evliliğe adım attığı gün, nikâh memurunun Cahit Bey’e yönelttiği “Mesleğiniz?” sorusuna “Memur” diye yanıt vermesine çok şaşırmıştım. Sonraki yıllarda “Ben maliyeciyim” diye başladığı cümlesini “maliyeden anlamam, bütçeden anlamam, vergiden anlamam…” diye tamamlaması yazılara konu olacak türdendi. 1859’da İstanbul’da kurulan Mekteb-i Mülkiye’ye Ablası Mediha’nın zorlamasıyla 1934 yılında katıldığı sınavda dördüncü gelerek girmişti. “Yıldız’ın tatlı ve romantik rüzgârlar esen türlü renklerle çevrili doğasında” Yıldız Sarayı Yaveran Dairesi’nde başlayan eğitimini, Ankara’da “sarı, çorak ve ruhsuz bir sahranın ortasında, gerçek dışı resimlerdeki gibi tek 4 MESA VE YAŞAM Bürokrat, Siyasetçi, Araştırmacı, Tarihçi, Mizah Yazarı, Öykücü… Cahit Kayra Bu sayımız da ilk okuyacağınız yazı, Vecdi Seviğ’in lezzetli mi lezzetli portresi. Elbette Seviğ’in eline sağlık ama lezzete lezzet katan şey, portresi yazılan kişi: Bürokrat, siyasetçi, araştırmacı, tarihçi, mizah yazarı ve öykücü Cahit Kayra. Yazıyı okuduktan sonra Kayra’nın kitaplarına da koşacaksınız belli ki. Bu sayıda çok önemli bir dosya konumuz var. Adını bile unuttuğumuz meslekler. Büyük ihtimal şu anda elinde cep telefonu ve tabletle bir olmuş gençlerin adını duyduğunda “Yaa bu ne yaaa, böyle bir şey mi varmış ki?” diyeceği meslekler. Ama hepsi kaybolmak Vecdi SEVİĞ üzere olan birer hazine. Çinicilik, S4 Karagöz ustalığı, hattatlık, çam düdükçülüğü, nazar boncuğu ustalığı, yazmacılık, ebru ve dokumacılık... Aslında bir yandan da yok oluyorlar. Ama Esra Açıkgöz’ün de dediği gibi “UNESCO'nun ‘Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi’ buna engel olmak için var. Türkiye de bu sözleşmeye taraf ve bir kısmı çoktan aramızdan ayrılmış olsa da bu listede 20 kişi bulunuyor.” Açıkgöz, bu nadir meslekleri yapan ustalarla bizi tek tek tanıştırıyor. Ömürlerine bereket diyoruz biz de. . İvedik Organize Sanayi Bölgesi Matbaacılar Sitesi 1341.Cad. (Eski 35. Cad.) No: 36-38 06370 Yenimahalle-ANKARA Tel : (0312) 395 21 12 Faks: (0312) 394 11 09 devam ettirmek için nefeslerini tüketmeye devam ediyorlar. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından 2003'te kabul edilen “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” işte bu zanaatkârlara sahip çıkıyor. “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi”ne girmek için bazı şartlar var tabi ki: Kişinin ustalığını 10 yıldır icra ediyor olması, sanatını usta-çırak ilişkisiyle öğrenmesi, bilgi ve becerisini uygulamadaki üstünlüğü, konusunda ender bulunan bilgiye sahip olması, kişi veya grubun yaptığı işe kendini adamışlığı, sanatının toplumla buluşmasını sağlayacak yenilikler içermesi, bilgi ve becerilerini çırağa aktarma becerisi gibi... Türkiye'nin 2006'da taraf olduğu bu sözleşme kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008'den beri yaşayan insan hazineleri Türkiye ulusal envanteri çalışmaları gerçekleştiriyor. Şimdilik yaşayan insan hazinesi sayısı 20. Ama ne yazık ki bir kısmı aramızdan ayrıldı bile; çini ustası Sıtkı Olçar, abdallık geleneğihalk şairi Neşet Ertaş, bağlama yapımcısı Bekir Tekeli, Karagöz ustası Tacettin Diker. Ama gelin biz yaşayanlarından birkaçıyla çok geç olmadan tanışalım... MESA VE YAŞAM 7 Türkiye’nin Yaşayan İnsan Hazineleri Esra AÇIKGÖZ S.7 anımsamıyorum. Odadan çıktığımızda Başkan’dan etkilendiğimiz açıktı. Okulumuzu bitirdikten sonra birkaçımız onun ününü duyduğumuz için kalıcı bir seçim olarak burada işe başlamıştık, kimilerimiz de girecekleri sınava hazırlık yeri olarak seçmişlerdi Tetkik Kurulu’nu. İleriki yıllarda, Kadıköy’de Söğütlüçeşme Caddesi’ni, Karadut ve Vişne Sokaklarının kestiği bölgede dört katlı pembe taştan yapılmış evde 11 Mart 1917’de sabah saatlerinde ebe Münevver Hanım’ın yardımlarıyla bu dünyaya ilk adımını attığını okuyarak öğrenecektim. Baskı C am boncuk, Karagöz ustası, çini sanatı, ebru, tezhip, dokumacılık, kispet ve sipsi yapımcılığı, bağlama, yazma sanatı, çam düdüğü yapımcılığı... Bir zamanlar şehir merkezlerindeki küçük dükkânlarda şehre ruh katan bu meslekler icra edilirdi. Ancak o zamanların üzerinden çok geçti. O dükkânlar çoktan yerini fabrika imalatı, tek tip, ruhu olmayan ürünler satan süslü mağazalara bıraktı. Bu meslekler de tek tük hayatta kalmış ustalarıyla bir bir elimizden kaymak üzere. Her şeye rağmen son zanaatkârlar mesleklerini Vecdi SEVİĞ “ e-mail: info@mesa.com.tr www.mesa.com.tr Y O R U M BASIN YAYIN SAN. LTD. ŞTİ. Çam düdüğü, kispet, nazar boncuğu, ebru, dokumacılık, yazmacılık... Türkiye geleneksel el sanatları açısından zengin ülkelerden biri. Ya da belki de biriydi demek daha doğru, zira artık birer birer yok oluyorlar. İşte UNESCO'nun “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi” listesi buna engel olmak için var. Türkiye de bu sözleşmeye taraf ve bir kısmı çoktan aramızdan ayrılmış olsa da bu listede 20 kişi bulunuyor. Biz de geç olmadan yaşayanların bir kısmıyla sizi tanıştıralım istedik. Esra AÇIKGÖZ Gizemli Uygarlıkların Mirası GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU Peru Yazıyı bilmedikleri için yazılı tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden sonra tarihten silinen İnka Uygarlığı hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden çok fazla. İspanyollar bu görkemli uygarlığın izlerini silerken dinlerini değiştirmişler, kutsal güneş tapınaklarının üzerine kiliseler inşa etmişler ve kıymetli hazinelerini İspanya’ya götürmüşler. Timur ÖZKAN O rta ve Güney Amerika, tarihte üç büyük uygarlığa ev sahipliği yapmış, Aztekler Meksika’da, Mayalar Guatemala ve Belize’de, İnkalar ise bugünkü Bolivya, Peru, Ekvator ile Arjantin ve Şili’nin bir kısmında yaşamışlar. 12 ve 16. yüzyıllar arasında egemen olan İnkalar kendilerinden önce uygarlık kuran Nazca ve de Titikaka yerlilerinin mirasçıları olarak kabul ediliyorlar. Yazıyı bilmedikleri için yazılı tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden sonra tarihten silinen İnka Uygarlığı hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden çok fazla. İspanyollar bu görkemli uygarlığın izlerini silerken dinlerini değiştirmişler, kutsal güneş 1 2 Kralların Kenti: Lima doğru büyüyerek önce San Isidro, sonra okyanus kıyısındaki Miraflores ve daha sonra da Barranco’yla birleşmiş. Gelişmekte olan diğer ülkelerin metropol kentleri gibi zengin ve yoksul kesimleri arasında büyük uçurumlar bulunan kent ahalisinin çoğunluğunu, İspanyol-yerli melezi Mestizolar oluşturuyor. Yaklaşık 30 milyonluk ülkenin başkenti Lima, 8 milyon civarında nüfusuyla büyük bir metropol. Lima önce Rimac Irmağı kıyısında kurulmuş ve adını; buradaki eski kentin yerel Keçua dilinde “vaiz” anlamına gelen Rimac şeklindeki söylenişini yanlışlıkla Limac olarak anlayan İspanyollardan almış. Kendine turistik bir unvan olarak “Krallar Kenti”ni seçen Lima zamanla Pasifik Okyanusu’na Lima’nın gezilecek yerleri daha çok eski kentte yer alıyor, burada iyi korunmuş tarihi meydanlar ve dar sokaklardaki kolonyal mimarinin güzel örnekleri görülüyor. 1991 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen Lima’nın tarihi kent merkezinin en güzel meydanları Plaza San Martin ve Plaza Mayor. Eski kentin merkezi ve son derece iyi korunmuş bir meydan olan Plaza tapınaklarının üzerine kiliseler inşa etmişler ve kıymetli hazinelerini İspanya’ya götürmüşler. Bu arada başkentlerini de değiştirmişler. Bugünkü Peru’nun başkenti Lima böylece kurulmuş. MESA VE YAŞAM Gizemli Uygarlıkların Mirası Peru Timur ÖZKAN S.12 Tatil bitti dedik ama bu yeni tatil planı yapmak için elbette engel değil. Hatta şimdiden yaparsanız, çok daha uygun olur. İşte size bizden bir öneri. Timur Özkan, gizemli uygarlıkların mirası olan Peru’yu yazmış. Machu Pichu’yu görebilme fikri bile insanı heyecanlandırmaya yetmiyor mu? O zaman yanına bir de sınır kenti Puno’yu verelim. Zaten fotoğraflara bakınca, içiniz gidecek! Bizim içimiz de aklımız da gitti çünkü! KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 4 really adds flavor to this piece is the person depicted in the portrait: The bureaucrat, politician, researcher, historian, humorist, and short story writer Cahit Kayra. After reading the article you will evidently go looking for Kayra’s books. “UNESCO’s ‘List of Living Human Treasures’ Our hearts once more in autumn The holidays are over, the pitchers of cold water no longer in the fridge, the weather has cooled down, schools have opened, everything has settled back into its old routine, hasn’t it? No way! What do you mean, “routine”?! We still have a beautiful autumn ahead of us: Now that we are all rested and refreshed, we will be able to enjoy every shade of yellow around us. Walk among the leaves on the ground and listen to their sound. Just remember the cozy warmth you feel when you throw on a cardigan in the evening; and right afterward, picture yourself sipping a delicious cup of strong tea without the burning sensation. Imagine that you are at a concert in the open air under a light breeze. Remember the feeling of coming out at night from a movie theater you entered in bright daylight. And again, imagine how happy it feels to take your sweetheart by the hand for a nice stroll along the breezy Bosphorus, followed by a cup of Turkish coffee. Well? Have you done it all? Okay, then do you still think autumn is a bad season? So, let us welcome autumn and may it bring a peaceful happiness to all. And of course we’ve added a few touches of our own to all this beauty. Now pick up your magazine and first leaf through it; if you are outdoors look at how the pages gently flutter, or if you are indoors, order yourself a cup of coffee; we’ll pay the bill! As long as you start reading! The bureaucrat, politician, researcher, historian, humorist, and short story writer... Cahit Kayra The first article you will read in this issue is a delectable portrait by Vecdi Seviğ. Our compliments to Seviğ, but what In this issue we have a very important feature story: Longforgotten professions. If young people fiddling with their cell phones or tablets heard about them, they would probably say “what the hell is that, is there even such a thing?” But these professions are all treasures on the verge of extinction. Tileworking, Karagöz masters, Turkish ‘hat’ calligraphy, makers of pine flutes, of evil-eye beads, of hand-painted scarves, marbling, weaving... They are all disappearing but, as indicated by Esra Açıkgöz, “UNESCO’s ‘List of Living Human Treasures’ is there to prevent this. Turkey is also party to this convention with 20 names on the list, though some have long passed away.” Açıkgöz introduces us to each of the masters of these rare professions. Long may they live. Taksiyarhis Church... It’s absolutely delightful, especially when it gets less crowded; we promise we won’t be jealous of those who go! Books Right after the Ayvalık pages, Cem Erciyes has written what book to take along. One of the best this year: Deliduman. You will of course recognize the author Emrah Serbes from Behzat Ç. And Erken Kaybedenler. But his new book is even better. Serbes has blended the life of an adolescent with last year’s Gezi Events, producing a book that flows very smoothly yet engraves itself in the memory. Though it’s possible that you’ve already read it, since it is one of the bestsellers in this article, you need not worry, we have two more books to recommend. They’re both first books but great ones nevertheless. Hayalname by Harun Candan and Bil ki Hayat Virane by Ilyas Barut. The choice is yours. Peru We said vacation was over but of course this does not prevent us from making new vacation plans. In fact, it’s better if you start planning in advance. Here’s a suggestion: Timur Özkan has written about Peru; a legacy of mysterious civilizations. Isn’t the mere idea of seeing Machu Picchu exciting enough? Then let’s add the border city of Puno to that. In any case, once you look at the photos, you’ll wish you were already there! Because that’s exactly what happened to us! Here’s our suggestion: Ayvalık! However, we’re not so inconsiderate as to not recommend a place to those who cannot go to faraway lands. Here’s our suggestion: Ayvalık! The narrow streets, the stone pavement, the old Greek houses, the Şeytan (or “Devil’s”) Hill, the Yalnız Island, Kerbela and Tokmaklar, the red corals, Taş Kahve, the Grapes “What is a cluster of grapes in terms of its sight, nourishment, and flavor; have you ever given it a thought? Had humanity not discovered wheat and grapes, civilization would not have begun. The grape is the supreme king among fruits; just as the lion is the king of beasts...” writes Refik Halit Karay. So, Gökhan Akçura pursued this idea and wrote us all about grapes, which you will feel like you are tasting as you read. “Bird Paradise” During the beautiful autumn days, all that denizens of Ankara need to do to make their weekend even nicer is read Timur Özkan’s article. What say you to learning about wildlife? In other words, how about beginning with the “Bird Paradise” Nallıhan Kuş Cenneti. The ideal season for birdwatching here is between April and July, says the author; but that’s ok, nature is nature. Watching the birds from the two-story observatory, which was recently built by the roadside, as well as taking in the magnificent view, or capturing beautiful pictures could make for quite a weekend! Nuri Bilge Ceylan Mesagenda Of course there’s no way we could forget to include Nuri Bilge Ceylan, who on the last evening of the Cannes Film Festival had us all waiting with bated breath, breaking out in a cold sweat, and finally leaping with joy. After Yılmaz Güney, Nuri Bilge Ceylan won the Palme d’Or at the 2014 Cannes Film Festival. Olkan Özyurt has penned Ceylan’s beautiful and solitary adventure in film. You will see that you have before you a man who owes his success in film to his life choices. And what’s left for us to do is to bow respectfully before him. Of course this is not the only activity available. Mesagenda is abounding with events. For example, the wonderful Buena Vista Social Club will be at Congresium Ankara on October 23 and at Black Box Istanbul on October 24. Let us remind you that this is a farewell tour. The Akbank Jazz Festival, Istanbul Filmekimi, the Istanbul Book Fair, Cafe Aman’s Izmir concert, Lady Gaga’s concert, the Miro exhibition… We’ve done our part and now it’s up to you to go and enjoy yourselves. Have a fun and peaceful autumn 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 3 TUTKUNUN GÖTÜRDÜĞÜ YER Tutkunun Götürdüğü Yer Ayvalık Güzellik çekicidir, evet ya onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri, size seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç sarsıntısı geçirsem, yalnızlaşsam, ayrılık olsa, hüzüne düşsem, çağırır Ayvalık kıyıları. Serdar KIZIK M aviye tutkunum ama denize bir başka. Öyle düz kıyıları, uzayıp giden plajları değil, dantel kıvrımlarının gizeminde saklanan koyları, vadilerin kucağına sığınan suları severim mavide. Sürpriz karşılaşmaları.... Önünüze serilmiş çırılçıplak bir güzelliğin etkisi elbet önemlidir, ama ya onu adım adım keşfetmenin cazibesi? Farklı dönemeçlerde, seyirlerde şaşkınlığa sürüklendiğiniz, karşılaştığınız, keşfettiğiniz güzelliklerin anlamı? Kuzey Ege'de sarılıp sarmalaştığım iki coğrafya, benim için özeldir bundan ötürü. Önce Ayvalık, diğeri Bademli... Bazı coğrafyalar ortak çağrışımlar yaratır. Yine de aynı coğrafyanın adamına göre etkisi farklıdır. Güzellik çekicidir, evet ya onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri, size seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç sarsıntısı geçirsem, yalnızlaşsam, ayrılık olsa, hüzüne düşsem, çağırır Ayvalık kıyıları. Giderim... Acımı, hüznümü kucaklar, sarar sarmalar, farklı bir terapi. Şeytan Tepesi'nin ufkunda adaları seyreylerim. 24'ünden en çok Yalnız Ada, Kerbela ve Tokmaklar'a dalmışlığım vardır, kırmızı mercanları hayran hayran izlemişliğim, tavsiye ederim... Şeytan Sofrası, Ayvalık MESA VE YAŞAM 1 7 Tutkunun Götürdüğü Yer Ayvalık Serdar KIZIK S.17 ANKARA’NIN KUŞ CENNETİ Ankara’nın Kuş Cenneti... Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek için ideal sezon Nisan - Temmuz arasıdır. Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi ve gözlem evinden kuşları izlemek kadar karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek, herkes için mutlaka yaşanması gereken unutulmaz bir deneyimdir. Timur ÖZKAN A nkara’dan Beypazarı, Nallıhan yönünde yolculuk yapanları Beypazarı’na yaklaşırken karşılayan ilginç jeolojik oluşumlar, Çayırhan’dan sonra olağanüstü bir görselliğe dönüşür. Hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı, arabasını durdurup seyretmeden geçemeyeceği bu görsellik Kız Tepesi olarak adlandırılan olağanüstü bir coğrafik yapı ile önündeki sulak alanın kusursuz düetidir. Ankara’nın Kuş Cenneti’ne de ev sahipliği yapan bu sulak alan, mevsimine göre mavi veya yeşil bir renge bürünürken Kız Tepesi her mevsim, yeşil, kırmızı kahverengi, sarı renkli katmanlarıyla ve bunların sudaki yansımalarıyla görenleri büyüler. İç Anadolu Bölgesi’nin en önemli yaban hayatı koruma alanlarından biri kabul edilen bu sulak alan Nallıhan’a bağlı 3 0 Çayırhan’ın Davutoğlan köyünde, Sakarya’nın kollarından Aladağ Çayı’nın havzasında yer almaktadır. Bazı kaynaklara göre 200 bazılarına göre 425 hektar genişliğindeki alan 1994 yılında koruma altına alınarak “yaban hayatı geliştirme sahası” ilan edilmiştir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan gelen göçmen kuşların bahar ve güz mevsimlerinde konakladıkları sulak alanın sürekli yaşayan sakinleri de az değildir. Sulak çamur düzlüklerle birlikte ağaçlık, bozkır ve kayalıklardan oluşan jeolojik yapı, farklı kuş türlerinin beslenip barınmasına olanak vermektedir. Sembolü Karaleylek Sembolü karaleylek olan Nallıhan Davutoğlan Kuş Cenneti’nde geçiş yapan, kışlayan veya üreyen 168’den fazla yerli veya göçmen kuş türü belirlenmiştir. Soyu tehlikede bulunan bir tür olan karaleylek Davutoğlan Kuş Cenneti’nde üremektedir. Türkiye’de yaşayan altı balıkçıl türünden beşi burada yaşamakta ve bunların da üçü burada üremektedir. Bir yıl boyunca Davutoğlan Kuş Cenneti’nde; aralarında kara çaylak, akkuyruklu kartal, gökdoğan, kuzgun, kırmızı gagalı ve dar karpasının da bulunduğu on yırtıcı kuş, beş baykuş, 35 su kuşu ve 80 ötücü kuş cinsi görülebilir. 150’si karaleylek olmak üzere Haziran’daki leylek nüfusu 3 bin, kış aylarındaki angıtların sayısı ise 3 bin civarındadır. Yaz ve kış aylarında suyu azalan, ilkbaharda artan havzada, balıkçıl çeşitleri (akbalıkçıl, gece balıkçılı, gri balıkçıl) başta olmak üzere küçük akbaba, bıyıklı doğan, kara çaylak ve gökdoğan kuşları kuluçkaya yatmaktadırlar. MESA VE YAŞAM Ankara’nın Kuş Cenneti Timur ÖZKAN S.30 Amma velakin, çok uzaklara gidemeyeceklere bir öneri sunmayacak kadar da düşüncesiz değiliz. İşte önerimiz; Ayvalık! Dar sokaklar, taş kaldırımlar, eski Rum evleri, Şeytan Tepesi, Yalnız Ada, Kerbela ve Tokmaklar, kırmızı mercanlar, Taş Kahve, Taksiyarhis Kilisesi… Hele iyice tenhalaştığında tadından yenmez, söz gideni kıskanmayacağız! Yanınıza alacağınız kitabı da hemen akabinde Cem Erciyes yazmış. Bu senenin en iyilerinden Deliduman. Yazarı Emrah Serbes’i Behzat Ç. ce Erken Kaybedenler kitaplarından tanıyorsunuz elbette. Ama bu kitabı daha da iyi. Bir ergenin hayatı, geçen yıla damgasını vuran Gezi Olaylarıyla birleştirmiş Serbes ve su gibi okunan, ama hafızaya da kazınan bir kitap çıkarmış ortaya. Bu yazın en çok satanlarından olduğu için velev ki bu kitabı okudunuz, üzülmeyin, iki kitap önerimiz daha var. İkisi de ilk kitap ama sıkı ilk kitaplar. Harun Candan’ın Hayalname’si ve İlyas Barut’tun Bil ki Hayat Virâne’si. Seçim artık sizin. Cannes Film Festivali’nin son gecesinden hepimizin yüreklerini ağzına getirmiş, beklerken kurdeşen döktürmüş ve sonuçta sevinçten havalara fırlamamıza sebep olmuş Nuri Bilge Ceylan’ı da unutamazdık elbette. 2014 Cannes Film Festivali'nde Yılmaz Güney’den sonra Altın Palmiye’yi kazanan Nuri Bilge Ceylan’ın güzel ve yalnız sinema yolculuğunu Olkan Özyurt yazmış. Görüyoruz ki, filmlerindeki başarısı, hayatındaki seçimlerden gelen bir adam var karşımızda. Bize de önümüzü ilikleyip okumak kalıyor elbet. ÜZÜM “Üzüm meyvaların buğdayıdır” “Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ? Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi. Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı olduğu gibi…” Refik Halit Karay Gökhan AKÇURA Ü zümün tarihin derinliklerine gelen bir meyva olduğu kesin. Örneğin İsa’dan 3 bin yıl kadar öncesine tarihlenen Mısır hiyerogliflerinde üzüm ve şarap üretimine dair ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Kutsal Kitap’da da Nuh’un üzüm bağlarından bahsedilir. Anadolu tarihinde ise Hititlerden bu yana üzümün kutsanmadığı bir uygarlık olmamıştır. Hatta bazı arkeolojik bulgulardan hareket edersek, üzümün vatanının Anadolu olduğu bile söylenebilir. Çünkü bu bulgular İ.Ö. 40003500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Şarap tanrısı Dionysos’un da bu topraklarda yeşermesine şaşmamalı. Evliya Çelebi sadece üzümlerin adlarını ve nerede yetiştiklerini söylemekle kalmaz, küçük küçük bilgiler de verir bize. Örneğin Tavşanlı’da “deve yükü üzüm kurusunun getirilip pekmez yapıldığı”nı öğreniriz. Urla’daki asmaları anlatışı ise bir rüya tasviri gibidir: “Çarşının ortasında bir üzüm asması var ki, iki adam ancak kucaklayabilir. Dalları bütün çarşıyı kaplamıştır. Yüzlerce salkım üzümü yol üzerine sarkar. Her bağ sahibi bu asmaya yeni aşı yaparak üzerinde çeşitli üzümler hasıl olmuştur. (…) Piri Beşe’nin 120 yaşındaki pederi ‘ben 120 senedir bu ağacı böyle bilirim, babam da 120 sene yaşamış olup, o da bu ağacı böyle bildiğini söylerdi” dedi. Osmanlı döneminde üzümün imparatorluğun dört bir yanında sersebil yetiştirildiğinin en büyük tanığı Evliya Çelebi. Seyahatnâme’sinde Balkanlar’dan Arabistan’a kadar yüzlerce şehirde üretilen üzümlerden söz eder. Adlarını sıralarsak karşımıza çıkacak çeşitlilik gözlerimizi yaşartır: Ağırbinik üzümü, alaca üzüm, aveng üzümü, Cem üzümü, dölderesi üzümü, dürbili üzümü, engür şiresi, Frenk üzümü, füruşka üzümü, Halilülrahman üzümü, ham üzüm, Hanya üzümü, hora üzümü, Hüsami üzümü, keşmekeş üzümü, kıradına 2 6 Hoca Ali Rıza’nın çizgileriyle bir üzüm salkımı MESA VE YAŞAM “Üzüm meyvaların buğdayıdır” Gökhan AKÇURA S.26 “Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ? Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi. Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı olduğu gibi…” demiş Refik Halit Karay. Bunun peşine düşen Gökhan Akçura da bize üzümle ilgili her şeyi, yerken hissettiğiniz lezzette yazmış. Ankaralılar’ın güzel güz günlerinde haftasonunu daha da güzelleştirmek için Timur Özkan’ın yazısına bakmak yeterli. Yaban hayatını tanımaya, yanı başımızdaki Nallıhan Kuş Cenneti’nden başlamaya ne dersiniz? Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek için ideal sezon Nisan – Temmuz arasıdır diyor yazar ama olsun, doğa doğadır. Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi ve Gözlemevi’nden kuşları izlemek kadar karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek ya da nefis fotoğraflar çekmek, hiç de yabana atılacak bir haftasonu etkinliği sayılmaz! Elbette bir tek etkinlik bu değil. Mesajanda’da yok yok. Mesela şahane Buena Vista Social Club 23 Ekim’de Congresium Ankara’da, 24 Ekim’de ise İstanbul Black Box’da. Hatırlatalım, bu veda turnesi. Akbank Caz Festivali, İstanbul Filmekimi, İstanbul Kitap Fuarı, Cafe Aman’ın İzmir konseri, Lady Gaga’nın konseri, Miro’nun sergisi… Yazması bizden, gitmesi ve eğlenmesi sizden. Eğlenceli ve huzurlu bir güz olsun. üzümü, Kudsi üzümü, kumla üzümü, kuş üzümü, melikî üzümü, misket üzümü, Namık üzümü, razaki üzümü, sarı ve yeşil ve kırmızı kış üzümü, Semendire üzümü, Sirgi üzümü, siyah üzüm, Şam üzümü, ter gömlek üzümü, Urla’nın çarsû üzümü, tilki kuyruğu üzümü, yaban üzümü, yediveren üzümü, zeynî üzümü. MESAJANDA MesAjanda 21 tırla Lady Gaga şov 16 EYLÜL İlk kez 16 Eylül’deki konseriyle Türkiyeli izleyiciyle buluşacak olan Lady Gaga, “Lady Gaga’s artRAVE: the ARTPOP Ball” turnesi kapsamında İstanbul’da İTÜ Stadyumu’nda olacak. 21 tırla İstanbul’a gelecek olan sanatçı, performansını 14 dansçı ve 5 grup üyesi ile birlikte sergileyecek. Biletix: 0216 556 98 00 26-28 EYLÜL Uluslararası bir sanat fuarı İstanbul'un yeni çağdaş sanat fuarı ArtInternational ikinci yılında, 26-28 Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek. Amerika'dan Çin'e, Suudi Arabistan'dan Finlandiya'ya, 24 ülkeden 80 seçkin galeriyi bir araya getirecek fuar, “İnisiyatifler” bölümünde ise Türkiye'nin en yenilikçi ve alternatif sanat kurumlarının en yeni çalışmalarını izleme fırsatı sunacak. ArtInternational ayrıca, Spot tarafından düzenlenecek “Konuşma Programı”, Başak Şenova'nın küratörlüğünde hazırlanan “Video Sanatı” bölümü, sürpriz enstalasyonlar ve performanslardan oluşan programıyla da çağdaş sanat dünyasındaki son gelişmeleri takip etmek açısından önemli. Tel: 0212 311 11 11 Bir Ayrılık Şarkısı: Mübadele 16 EYLÜL Mübadelenin 90. yılında iki yakanın unutulmaz şarkıları, Anadolu ve Rumeli ezgileri, 16 Eylül’de saat 21.00’de İzmir Fuar Açıkhava Tiyatrosu'nda bir araya geliyor. İlk kez İzmir’e konuk olacak Cafe Aman İstanbul konserde; İzmir rembetikoları, Girit ezgileri, TrabzonKaradeniz şarkıları, Selanik-Rumeli ezgilerini özgün dönem dansları eşliğinde sahneye taşıyacak. Biletix: 0216 556 98 00 Cazlı sonbahar 23 EKİM-2 KASIM Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden Akbank Caz Festivali bu yıl 23 Ekim - 2 Kasım tarihleri arasında İstanbul’u cazın farklı renkleriyle kucaklayacak. 24. kez düzenlenen festivalin öne çıkan isimleri arasında Jamie Cullum, Christian McBride Trio ve Kenny Barron & Dave Holland yer alıyor. Caz, pop ve rock’ı özgün bir yaklaşımla buluşturan Jamie Cullum, 30 Ekim’de saat 20.30’da Zorlu Center’da konser verecek. Kontrbasın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden Grammy ödüllü Christian McBride 24 Ekim’de saat 20.30’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda piyanist Christian Sands ve Grammy ödüllü davul sanatçısı Ulysees Owens Jr ile birlikte caz tutkunlarıyla buluşacak. Dizzy Gillespie ve Miles Davis gibi caz efsaneleri tarafından keşfedilen piyanist Kenny Barron ve kontrbascı Dave Holland ise 31 Ekim’de saat 21.00’de Zorlu Center’da dinleyicileriyle bir araya gelecek. Biletix: 0216 556 98 00 3 2 Başka türlü bir trompetçi 24 EKİM Lübnan asıllı Fransız trompetçi İbrahim Maalouf, 24 Ekim'de saat 20.30’da Ankara MEB Şura Salonu'nda olacak. Geleneksel üç sübaplı trompet yerine babası Nassim Maalouf'un 1960'larda icat ettiği dört sübaplı trompeti çalan Maalouf, Sting, Vanessa Paradis, Vincent Delerm gibi pek çok isme albümlerinde eşlik etti. Yazar Amin Maalouf'un da yeğeni olan müzisyen, son albümüyle aynı adı taşıyan "Illusions" projesiyle karşımızda olacak. Biletix: 0216 556 98 00 MESA VE YAŞAM MesAjanda Esra AÇIKGÖZ S.32 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 4 CAHİT KAYRA Bürokrat, Siyasetçi, Araştırmacı, Tarihçi, Mizah Yazarı, Öykücü… Cahit Kayra Cahit Kayra’yı “bürokratlığının en mutlu dört yılını yaşadığı” elli yaşlarının başında tanıdım, saygı duydum. Yıllar bu saygıyı hayranlığa dönüştürdü. Çalışma disiplini ve heyecanı örnek alınması gereken yanlarından sadece ikisi. Vecdi SEVİĞ “ İ deal bir sekreter olan” Sevim Hanım kapıda karşılamıştı. Odaya girdik, kıdemli Kurul üyesi Nazif Oker, “Yeni gençlerimiz…” dedi. Teker teker önünden geçip elini sıktık, masanın çevresinde gösterdiği yerlere oturduk. 1971 yılı Kasım ayının ortalarıydı. Odanın ışıkları loş, mobilyalar cevizdi. Biraz sonra pos bıyıklı Bayram Efendi’nin getirdiği çayları yudumlarken karşımızdaki 50 yaşlarında gözlüklü, güngörmüş bürokratın bize yönettiği sorularını yanıtlıyorduk. Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanı’nın odasında ne kadar süre kaldık tam anımsamıyorum. Odadan çıktığımızda Başkan’dan etkilendiğimiz açıktı. Okulumuzu bitirdikten sonra birkaçımız onun ününü duyduğumuz için kalıcı bir seçim olarak burada işe başlamıştık, kimilerimiz de girecekleri sınava hazırlık yeri olarak seçmişlerdi Tetkik Kurulu’nu. Kendi anlatımıyla, “bürokratlığının en mutlu dört yılını yaşadığı Maliye Tetkik Kurulu’nun” Başkanı Cahit Kayra’nın elini ilk sıktığım gün böylesine uzun soluklu hayranlığa ilk adımı attığımın bilincinde değildim. Hakkında bildiklerimiz, saygın bürokratlığı, öğreticiliği, esnek çalışma anlayışı, araştırmacılığı ve tabii Mülkiye mezunu oluşu idi. Birkaç kez Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konser salonunda uzaktan görmüş olmak birkaçımızın unutulmaz anıları arasındaydı. 1972 yılının başlarında Maliye Teftiş Kurulu’na yeni girmiş okul arkadaşımın evliliğe adım attığı gün, nikâh memurunun Cahit Bey’e yönelttiği “Mesleğiniz?” sorusuna “Memur” diye yanıt vermesine çok şaşırmıştım. Sonraki yıllarda “Ben maliyeciyim” diye başladığı cümlesini “maliyeden anlamam, bütçeden anlamam, vergiden anlamam…” diye tamamlaması yazılara konu olacak türdendi. İleriki yıllarda, Kadıköy’de Söğütlüçeşme Caddesi’ni, Karadut ve Vişne Sokaklarının kestiği bölgede dört katlı pembe taştan yapılmış evde 11 Mart 1917’de sabah saatlerinde ebe Münevver Hanım’ın yardımlarıyla bu dünyaya ilk adımını attığını okuyarak öğrenecektim. 1859’da İstanbul’da kurulan Mekteb-i Mülkiye’ye Ablası Mediha’nın zorlamasıyla 1934 yılında katıldığı sınavda dördüncü gelerek girmişti. “Yıldız’ın tatlı ve romantik rüzgârlar esen türlü renklerle çevrili doğasında” Yıldız Sarayı Yaveran Dairesi’nde başlayan eğitimini, Ankara’da “sarı, çorak ve ruhsuz bir sahranın ortasında, gerçek dışı resimlerdeki gibi tek 4 MESA VE YAŞAM 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 5 başına ve sert çizgilerle dikilmiş yeni, modern bir yapıda” tamamladı. 6 Kasım 1936’da Haydarpaşa Garı’ndan kalkan tren, okulun tüm öğrencilerini Ankara Cebeci’de Avusturyalı Mimar Ernst Egli’nin imzasını taşıyan binada eğitime götürüyordu. Kayra’nın yaşamındaki önemli merkezden biri olan Ankara’daki günler başlamıştı. Okulunu tamamladığında kendi ifadesiyle, “güçlü bir cahil” olarak Maliye Bakanlığı’nda önce memur, sonra Maliye Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başladı. “Yetişmesinde devletçilik ve milliyetçilik” çok büyük rol oynamış, solu öğrenmek için kırk yaşını geçmesi gerekmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık yıllarında Maliye Müfettişi olarak Anadolu’nun birçok kentinde denetimler yaptı. Görevli bulunduğu Trabzon’dan İstanbul’a giderken, fasulye, pirinç, nohut gibi gıda maddelerini kendisi gibi Maliye Müfettişi olan okul arkadaşı Memduh Aytür’ün annesi Azize Hanım’a götürdü. Oysa gıda maddelerinin kent dışına çıkarılması yasaktı. Kayra bu olayı, hayatında bilmeden yasalara karşı gelişinin anısı olarak belleğinden hiç çıkartmadı, anlattı, yazdı. Yıllar sonra Moda’da evinde konuşurken, bu olayı anımsattığımda Kayra’dan aldığım yanıt toplumsal değişimimizin yönünü de özetler nitelikteydi: “Bizim kafamızda, birkaç kilo hububatın kent değiştirmesi büyük suçtu. Bugün akıl almaz şeyler var, görevi kötüye kullanma anlamında. Toplum, o kadar titiz değil, ilişkilere tepkisiz kalıyor.” Piyanosunun başında Chopin Impromoptlu’leri çalan Gönül Çanga ile tanıştığında Demokrat Parti iktidara yeni gelmişti. Cahit Bey’in sanat yoğun “Gönül”lü günleri başlıyordu. Gönül Hanım, piyanosuna ilgisini evde icra ederek, konser salonlarında dinleyerek sürdürecekti. Moda, Atifet Sokak’taki evinden son yolculuğuna uğurlandığında vasiyetine uyularak, Cenevre’deki Yaeger Mağazası’ndan 1960’ların başında Piyanist Ömer Refik Yaltkaya’nın yol göstericiliğiyle alınan piyano da Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı’na gönderilecekti. Gönül Hanım’ın “küçük yaşlardan beri tanıdığı” İdil Biret, Ayvalık’ta bu piyanonun başında genç sanatçılarla birlikte çalışmalar yürütüyor. Cahit Bey, Gönül Hanım ile evlendiğinde müfettişlik yıllarını geride bırakmıştı. Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nde sabit göreve gelmiş, evine, konserlere, tiyatrolara daha fazla zaman ayırmaya başlamıştı. Cüneyt Gökçer, Macide Tanır, Mahir Canova, Muazzez Kurtoğlu, Yıldız Kenter ve daha niceleri genç evlilerin gittikleri mekânlardan ortak tanıdıklar arasına katılmışlardı. Bu mekânlardan biri Ankara, Mithatpaşa Caddesi 25 numaradaki Helikon Derneği Sanat Galerisi idi. Derneğin kurucu üyesi Bülent Ecevit, eşi Rahşan Hanım ile birçok akşamını burada geçiriyordu. Bürokrasinin en üst kademelerinde çalıştığı günlerde nikâh masasında tanıklık yaparken, mesleği sorulduğunda, “memur” karşılığını verebilen, Bakanlık görevi sona erince evine yürüyerek dönen ve “Yaşam kitabından bir bölümü daha kapattık” diyebilen Kayra’nın her kitabı okurlarına yeni bir ufuk açıyor. O tarihlerde, kendi anlatımıyla, “kültür kitaplarına yeterince ilgili göstermeyen” Cahit Kayra, yine de Melih Cevdet’in, Metin Eloğlu’nun Cahit Külebi’nin dizelerinden uzak kalmıyordu. Cemal Süreyya Seber, Maliye Bakanlığı binasının kapısından henüz girebilmiş, zemin katta sol koridor ucundaki Maliye Teftiş Kurulu odalarından birinde katıldığı müfettişlik sınavını kazanmıştı. Süreyya’nın bir “y”si gittikten, Seber soyadı sadece resmi yazışmalarda görülmeye başladıktan sonra Tetkik Kurulu’nda birlikte çalışma yılları ve ardından Kadıköy’de perçinleşen yoğun ilişkiler dönemi başlayacaktı. Kayra, artık Cemal Süreya’nın adıyla anılan sokaktaki evin kiralanmasında şairin kefili olacaktı. Evlilik ve sanat çevreleriyle gelişen ilişkilerin sürdüğü 1952 yılında dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın talimatıyla Bağdat’a gitti. Görevi, Musul petrollerinden Türkiye’nin alacağı paya ilişkin 1932 yılında yapılan anlaşmanın uygulama biçimi hakkında görüşmelerde bulunmaktı. Bu görevin getirdiği bilgi birikimi “Yakın Doğu ve Irak Petrolleri” kitabının yayımını sağladı. Paris’te OECD Daimi Temsilciliği döneminde, örgüt üyesi ülkelerden bir bölümünün temsilcilerinin çağrıldığı, petrol konulu gizli toplantıların katılımcısı oldu. O günlerde yolu Paris’e düşen gazeteci Müşerref Hekimoğlu’nun “OECD’deki Türk Heyeti ve Heyet Başkanı petrol kokuyor” diye yazması 1974 yılında kurulacak hükümetin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın kim olacağının ilk işareti gibiydi. OECD Heyet Başkanlığı’na giden yoldaki uluslararası deneyimler Bağdat görüşmeleri ile sınırlı değildi. Okul arkadaşı Hayrettin Erkmen, Kayra’yı 40’lı yaşların başında, günümüz Dış Ticaret Müsteşarlığı makamına karşılık gelen Dış Ticaret Dairesi Başkanlığı görevine getirdi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından Bakan, yargılanmak üzere Yassıada’ya; Daire Başkanı da görevli olarak Cenevre’ye gidecekti. Cenevre’de günümüzdeki Dünya Ticaret Örgütü’nün o dönemdeki karşılığı olan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması, GATT’ın sekretaryası vardı. Türkiye de bu çalışmanın içinde ekip oluşturacaktı. Kayra, “sürgün” olarak gördüğü görevi üstlendi. Bu yurtdışı görevi, Türkiye’ye çok önemli bir kanun kazandırdı: 474 Sayılı Gümrük Tarifeleri Kanunu. 14 Mayıs 1964’te TBMM’de kabul edilen kanun, halen yürürlükte ve Türkiye’nin dış ticaretine konu bütün ürünler bu kanuna göre gümrük kapılarında işlem görüyor. Kanunun hazırlanması ve Meclis’te MESA VE YAŞAM 5 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 6 CAHİT KAYRA kabulü sırasında Başbakan olan İsmet İnönü, 1971 yılında Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in evinde, kanun çalışmaları sırasındaki görüşmeleri anımsatarak Kayra’ya, “Sen o değil misin?” diye soracak, ardından da ekonomik durum hakkında bilgi alacaktı. 1964 yılı Mayıs ayında, Türkiye’nin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün Paris’teki merkezine temsilci olarak atanınca, kıdemli arkadaşları bile, “Demokrat Parti ve Adalet Partisi iktidarına yakın olarak bilinen” nitelemesinde bulunacaklardı. Türkiye’nin dış borçlarının ertelenmesi ve yeni kaynak bulunması çabalarının yoğun olduğu Paris yılları 1967’de Maliye Tetkik Kurulu’na dönüşle tamamlandı. 12 Mart 1971 darbesi ardından kurulan hükümetler döneminde, Kayra’nın Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanlığı görevine paralel bir uğraşısı daha başlıyordu; siyaset. 1972 sonbaharında Maliye Bakanlığı’ndan emekli oldu, Cumhuriyet Halk Partisi’ni temsilen Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği görevine başladı. Banka genel müdürlüğü Ankara Ulus’ta olduğu için, memuriyet alışkanlıkları ve yaşam biçiminde kayda değer değişiklik olmamıştı. 14 Ekim 1973 sabahı CHP Ankara Milletvekili idi. 26 Ocak 1974’te Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. Her zaman “tarihsel yanılgı” olarak gördüğü Ecevit liderliğinde CHP ile Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin oluşturduğu koalisyon hükümetinde görev almama direncini Rahşan Ecevit kırdı. İlk Bakanlar Kurulu toplantısının ardından İdil Biret konserinden eve dönerken, bakanlıkta görev yapacağı dönemde “belki ilk ve son kez bu işe giriştiği için mutlu olduğunu düşündüğünü” 1995 yılında 1938 Kuşağı kitabında yazılı olarak “itiraf etti”. Eski arkadaşları ve gençlerden kurulu yakın bir çalışma ekibi oluşturduğu bakanlık, o tarihlerde Türkiye’nin en önemli yatırımcı birimlerini bünyesinde toplamıştı. Orta Anadolu Rafinerisi’nin kuruluşuna uzanan çalışmaları başlattı, Keban Barajı’nın açılışını yaparken, koalisyon ortaklarının nasıl birbirine zıt iki dünyanın insanları olduğunu gördü. 20 Temmuz 1974’te Türk askerlerinin Kıbrıs çıkartmasının heyecanının ardından koalisyon krizi istifayla sonuçlandı. Yeni bakan, arkadaşı Erhan Işıl’a görevi teslim etti. Bakanlıklar semtinde, bugün Yargıtay Başkanlığı olarak kullanılan binanın kapısından çıktı, sağa döndü ve yaklaşık bir 6 MESA VE YAŞAM Güngör Uras, onun “büyük birikimi ve derin kültürü, en ciddi konuları tatlı tatlı anlatma yeteneği” olduğunu anımsatır. Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Kayra için, “ölçülü ve titiz bir tarih yazarı” olarak nitelemesini yapar. O ise, yaptıklarını fazla önemsemez ifadeyi tercih eder: “Yazmak içimden geliyor, bu bir tür üretme isteğidir.” kilometre uzakta, Şimşek Sokağındaki evine yürüyerek gitti, Gönül Hanım’ın demlediği bergamotlu çayını yudumladı ve “Yaşam kitabından bir bölümü daha kapattık” dedi. Tarih 18 Kasım 1974. Asıl bölüm kapatma, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gerçekleşecekti. Siyaset günleri yerini, sanat edebiyat, yazarlık günlerine bırakacaktı. Kayra 65 yaşında yeniden Kadıköy’e dönüyordu, 1982 baharında, İstanbul’a taşındılar. Dönemin yazarlarıyla Cuma akşam buluşmalarında en az miktarda alkol tüketicisi olarak tek kadehle yetinen Kayra, kitaplarına Yakın Doğu ve Irak Petrolleri, Türkiye’nin İthalât Politikası, Türkiye’nin Gerçek Ödemeler Dengesi gibi adlar koyma dönemini de kapatmıştı. Zaten, artık bu “eski” kitaplarının bir bölümünü başarısız buluyor, bir bölümünden nerede ise utanıyordu. Kayra’nın kimi zaman Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın ifadesiyle, “ölçülü ve titiz bir tarih yazarı” olarak karşımıza çıkacağı, “berrak hafızalı, geniş bilgili, titiz yazar” olarak anılma dönemi başlamıştı. Kadıköy Hatay Meyhanesi’nde, Cemal Süreya, Mehmet Kemal, Arif Damar, Edip Cansever, Cihat Burak, Behzat Ay ile paylaştığı masadan 1983’te Bodrum Üzerine Çeşitlemeler kitabı doğdu, sonra ardı geldi. Romantik Bir Karga mizah dünyasında tartışılırken yeni çalışmalar birbiri izledi. Kayra soranlara, “Yazmak içimden geliyor. Bir şeyler yazmak istiyorum. Bu bir tür üretmek isteği” diyordu. Onun için yazmak “doğal” davranıştı. Milliyet ve Güneş gazetelerinde “Trenin son vagonuna asılmış gidiyor” hissini duyduğu haftalık mizah yazıları yayımlandı. Kadıköy’deki cuma akşamı buluşmalarına çarşamba öğle yemeklerinde Beşiktaş’ta Turgut’un yerinde biraya geldiği farklı dostları eklendi. Sonraki yıllarda Moda’da Koço’ya taşınan Beşiktaş buluşmaları rafine mizah ürünü Bilgeler ve Balıklar öykü kitabını okurlarına kazandırdı. Kayra’nın Bilgeler ve Balıklar’daki öykülerle, ilişkisi olmadığını vurguladığı kişiler listesinde bulunan kültür insanı, yazar Murat Katoğlu, onu anlatırken “Cahit Bey yemek yemez, beslenir…” diye başlar ve sürdürür: “Onun için bir kayısı az, iki tanesi fazladır. Bir dilim ekmeği kenarından kemirdiği, bir tabak patlıcanlı pilavdan iki çatal aldığı görülmüştür. Eğer lokantada önüne zorunlu olarak bir porsiyon köfte konmuşsa, beşte dördünü sizin tabağınıza aktaracağından emin olun. İçkiye gelince dayanamaz: akşamları kadehinin dibindeki tam iki santimetre viskiyi devirir. İki buçuk santime çıkmaz…” İlk 1995’te yayımlanan anılarının yer aldığı 1938 Kuşağı, 2002’de ikinci baskısını yaparken Kayra, kitaba, “Merdivenin Son Basamakları” bölümünü eklemişti. Bir süre sonra, Hasan Pulur’un naklettiği ifadeyle “mutat ve mukaddes” akşam dolaşmasından eve dönüp eşi Gönül Hanımı gözü yaşlı, elinde eski telefon defteriyle bulduğu an, yeni bir kitap hazırlamasının başlangıcı oldu. Güngör Uras’ın ifadesiyle, “büyük birikimi ve derin kültürü, en ciddi konuları tatlı tatlı anlatma yeteneği” evdeki eski Telefon Defteri’ni kitaplaştırmıştı: Kitap piyasaya çıktığında hemen aldım, sayfaları karıştırırken telefon numaram ve karşısında “gazeteci” notunu gördüm. Aradan yıllar geçmiş, Cahit Bey’in Başkanlığı’nı yaptığı Maliye Tetkik Kurulu’ndaki “Birinci Mümeyyiz” unvanım “gazeteci” olarak değişmişti. Yıllar, benim Cahit Beye ilk günden duyduğum saygıyı, gün geçtikçe büyüyen hayranlığa dönüştürdü. Her yeni kitabını, söyleşisini büyük heyecanla bekliyorum, yayımlandığında herkese öneriyorum. Sayıları kırka yaklaşan kitabıyla çoğumuza “ne kadar tembelsiniz” der gibi çalışmalarını sürdürüyor. n 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 7 TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ Türkiye’nin Yaşayan İnsan Hazineleri Çam düdüğü, kispet, nazar boncuğu, ebru, dokumacılık, yazmacılık... Türkiye geleneksel el sanatları açısından zengin ülkelerden biri. Ya da belki de biriydi demek daha doğru, zira artık birer birer yok oluyorlar. İşte UNESCO'nun “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi” listesi buna engel olmak için var. Türkiye de bu sözleşmeye taraf ve bir kısmı çoktan aramızdan ayrılmış olsa da bu listede 20 kişi bulunuyor. Biz de geç olmadan yaşayanların bir kısmıyla sizi tanıştıralım istedik. Esra AÇIKGÖZ C am boncuk, Karagöz ustası, çini sanatı, ebru, tezhip, dokumacılık, kispet ve sipsi yapımcılığı, bağlama, yazma sanatı, çam düdüğü yapımcılığı... Bir zamanlar şehir merkezlerindeki küçük dükkânlarda şehre ruh katan bu meslekler icra edilirdi. Ancak o zamanların üzerinden çok geçti. O dükkânlar çoktan yerini fabrika imalatı, tek tip, ruhu olmayan ürünler satan süslü mağazalara bıraktı. Bu meslekler de tek tük hayatta kalmış ustalarıyla bir bir elimizden kaymak üzere. Her şeye rağmen son zanaatkârlar mesleklerini devam ettirmek için nefeslerini tüketmeye devam ediyorlar. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından 2003'te kabul edilen “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” işte bu zanaatkârlara sahip çıkıyor. “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi”ne girmek için bazı şartlar var tabi ki: Kişinin ustalığını 10 yıldır icra ediyor olması, sanatını usta-çırak ilişkisiyle öğrenmesi, bilgi ve becerisini uygulamadaki üstünlüğü, konusunda ender bulunan bilgiye sahip olması, kişi veya grubun yaptığı işe kendini adamışlığı, sanatının toplumla buluşmasını sağlayacak yenilikler içermesi, bilgi ve becerilerini çırağa aktarma becerisi gibi... Türkiye'nin 2006'da taraf olduğu bu sözleşme kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008'den beri yaşayan insan hazineleri Türkiye ulusal envanteri çalışmaları gerçekleştiriyor. Şimdilik yaşayan insan hazinesi sayısı 20. Ama ne yazık ki bir kısmı aramızdan ayrıldı bile; çini ustası Sıtkı Olçar, abdallık geleneğihalk şairi Neşet Ertaş, bağlama yapımcısı Bekir Tekeli, Karagöz ustası Tacettin Diker. Ama gelin biz yaşayanlarından birkaçıyla çok geç olmadan tanışalım... MESA VE YAŞAM 7 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 8 TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ Çam Düdüğünü Bilir misiniz? Ş imdi sesi nasıldı pek bilen olmasa da, çam düdüğü yüzyıllık bir gelenek. 1933'te Denizli Çameli'nde doğan Hayri Dev, büyüklerinden görerek, öğrenerek yapmaya ve çalmaya başladığı çam düdüğüne sahip çıkıyor. Karagöz Ustası 1 930'da İstanbul’da dünyaya gözlerini açıyor Orhan Kurt. İnşaat mühendisliği eğitimi alıyor. Topkapı Sarayı, Galata Kulesi, Rumeli Hisarı, Edirnekapı Surları gibi İstanbul’daki birçok tarihi yapıyı restore eden ekibin içinde yer alıyor. Bunların yanında müzikle, sporla ilgileniyor. Hem de öyle kıyısından köşesinden değil, Milli Güreş Hakemliği ve Güreş Antreörlüğü yapıyor! Ancak ilgi alanları içinde biri var ki, onu UNESCO'nun “Yaşayan İnsan Hazineleri Listesi”ne Değerleri listesine sokan da o; Karagöz yapımı ve oynatması. Karagöz sanatının inceliklerini ve tasvir yapımını ustası Ragıp Tuğtekin’den öğreniyor. Kendi anlatımıyla Tuğtekin’e 23 yıl çömezlik yapıyor. Bakın Karagöz ustası olma seramonisini nasıl anlatıyor: “Karagözcüler, üç bilemedin beş yıl eğitim aldıktan sonra Karagöz komisyonu kurulur ve Karagözcü adayı perde arkasına geçer. Komisyonun önünde yapılan bu sınavdan geçebilen Karagözcü peştamalle kuşandırılır”. O peştamali kuşandıktan sonra, onlarca yıldır Karagöz'ü elinden hiç bırakmamış. Bırakmayacak da. O yıllara sığdırdıklarını soracak olursanız, öyle çok ki, anlatmakta zorlanıyor. Ama birini hiç unutmuyor: 1970’lerde Alman Kültür Merkezin’de Karagöz oynatmak üzere davet edildiğinde, oyun öncesinde sahneye Haldun Taner çıkıp Karagöz’ü anlatıyor ustalıkla. Onun ardından perde açmayı büyük bir gurur sayıyor Kurt. Hele de oyunu sonrası, Haldun Taner’in gözleri dolarak yanına gelip “Çok güzel bir oyundu, tebrik ederim” laflarını anlatırken hâlâ eski heyecanı taşıyor. Kurt, sayısız plaket ve ödül sahibi. Aynı zamanda müzisyen, Karagöz Musikisi’nin günümüze aktarılmasında önemli rol üstleniyor. 8 MESA VE YAŞAM Halen bu geleneği gelecek kuşaklara aktarıyor. Dev'in yeteneği bu kadar da değil, icra ettiği üç telli sazın namı Fransa'lara kadar ulaşmış bir sanatçı aynı zamanda O. Yürümeye başladıktan kısa süre sonra ailenin en önemli mal varlığı birkaç keçinin peşine düşen Dev'in hayatına müzik dağlarda giriyor; yanık kaval sesine, düğünlerde dinlediği üç telli saza gönül veriyor. Bunda kalbine dokunan bir aşkın da payı var. Cura denilen üç telli çalgıyı öğrenip, söylemeye o yıllarda başlıyor. Aşkı da onu besteler yapmaya itiyor. Ama ne yazık ki o hikâyenin sonu mutlu bitmiyor, başkasıyla evleniyor sevdiği kadın. Ama curadan, çam düdüğünden hiç ayrılmıyor Dev. Düğünlerde, ormanlarda, dağlarda çalıp söylüyor, 1992'de Fransız Jerome Cler duyduğu bir bağlama sesinin büyüsüne kapılarak Türkiye'ye gelinceye kadar. Dinlediği ses, Dev'in elindeki üç telli saza ait. Bir Fransız ekibi Dev'in hayatını “Ormanlar Arkası” adlı belgesele çekiyor. Fransız müzikologlar ülkelerine konser verdirtmek için çağırıyor “Koca Usta” dedikleri Dev'i. O ise kendine “Ben çobanım ve müzisyenim” diyor ve ekliyor: “Çalgıcılıktan çok aç kaldığım oldu, ama hiçbir zaman ondan ayrılmadım.” diye anlatıyor. Keçeyi Kültürle Yoğuran Usta... 1 953 Konya doğumlu Mehmet Girgiç, keçe sanatının en yetkin isimlerinden. Anadolu’nun binlerce yıllık birikiminden süzülen motifleri yarım asırdır dedesinden öğrendiği yöntemlerle keçeye işliyor. Keçecilik Girgiçler’in aile mesleği; dedesinin de, babasının da yaptığı zanaata o daha 13 yaşındayken başlıyor. “İşi öğrenince, dedem arkadaşlarını topladı” diyerek anlatıyor o günleri, “Bana kepenek (çoban kıyafeti) yaptırdılar, ben desturu aldım. O önemliydi benim için. Bana bir hava verdiler, ben hâlâ o havayla gidiyorum.” O hava Girgiç'i İngiltere'de, Amerika'da, Avrupa'da atölye vermeye kadar götürüyor. Yurtiçi ve yurtdışında pek çok sergi açıyor. O yine de “Ben 47 yıldır bu işi yapıyorum ve hâlâ öğreniyorum” diyecek kadar mütevazi. 1986'da Konya'da Mevlevi Müzesi'nde sandukaların üstündeki derviş sikkelerini, Yenikapı ve Galata Mevlevihanesi'ndeki keçeleri o tamir etmiş. Çocuklarına da bu işi öğretmiş. Japonya’dan Kanada’ya iki binden fazla öğrenci yetiştirmiş. ABD, Avrupa ve Avustralya’daki saygın üniversitelerde keçe yapımı konusunda dersler veriyor. Bu zanaatın geleceğe taşınması için çırak yetiştirmeyi çok önemsediğinden Sultanahmet ve Konya'daki dükkânının kapısından girene zamanı varsa hemen öğretmeye başlıyor, ama bir uyarısı var: “İnsanlar bunu kolay yoldan öğrenmek isteyince 'Bunun kolay yolu yok,' diyorum. Terlemeden keçe kıvama gelmez. Çocukluğumun Konya’sında keçeci hamamları vardı. Sabah namazından hemen sonra başlayan yoğurma işi akşam ezanına kadar sürerdi.” 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 9 S u yüzeyindeki kağıtta birbiri ardına çıkan şekiller başka bir dünyayı seriyor insanın önüne. Köklü Kültür Hüsn-ü Hat H attat Hasan Çelebi, 1937 Erzurum doğumlu. 1964'ten beri hat sanatıyla ilgileniyor. Sultanahmet Camii’nin restore edilen kubbe yazıları, Beyazıt ve Hırka-i Şerif Camii kubbe yazısı, Bursa'da Cem Sultan Türbesi başta olmak üzere 53, yurtdışında da Medine'deki Kuba Mescidi'nin kûfî ve celi sülüs yazıları, yine Medine'deki Cuma ve Kıbleteyn mescidi başta olmak üzere 24 camide yazıları; birçok yerli ve yabancı koleksiyonda eserleri bulunuyor. Osmanlı devrinde yetişen son hattatlardan Hamid Aytaç'ın çok değer verdiği öğrencilerinden biri Çelebi. Hatta, onun ilk öğrencisi. Aytaç, Çelebi ile karşılaşana kadar başka birini öğrenci olarak kabul etmemiş. “Hat hayatımın bir parçası” diyor, “Bıraksam ne yaparım diye düşünüyorum bazen, hiçbir şey yapamam. Havasız yaşayamayacağım gibi hatsız da yaşayamam”. 1976’dan beri verdiği hat dersleriyle yurt içinden ve yurtdışından toplam 44 talebesine icazet verdi Çelebi. Hat sanatı onun uğraşlarıyla yaşamaya devam ediyor. Dünyayı Çiniyle Süsleyen Adam Ç inicilik, kökleri yüzlerce yıl öncesine uzanan sanatlarımızdan. Ancak şimdi tek tük kalmış çini ustaları onu hâlâ yaşatmak için uğraşıyor. Mehmet Gürsoy da Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli çini sanatkârlarından. 1950’de dünyaya gelen Gürsoy’un Çini sanatıyla profesyonel olarak ilgilenmeye başlaması Kütahya yakınlarında küçük bir köyde ilkokul öğretmeni olarak çalıştığı 1975’te gerçekleşiyor. İznik çiniciliğinin yeniden keşfedilmesinde önemli bir rol oynama ve 16. yüzyıldan beri bilinen çini sanatının günümüzdeki haleflerinden biri olma hikâyesi böyle başlıyor. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nden Prof. Dr. Muhsin Demironat’tan özel öğrenci olarak eğitim alıyor. Yurtiçinde onlarca; ABD, İngiltere, Almanya, Avusturya, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Japonya gibi ülkelerde elliden fazla sergi açan, eserleri dünyanın dört bir tarafındaki ülkelerde, Türk elçiliklerinde, özel koleksiyonlarda ve Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi de dahil dünyanın en değerli müzelerinde sergilenen Gürsoy, yüzden fazla çırak ve öğrenci yetiştirdi. Huzurlu, neşeli, her çizginin derin bir anlam ifade ettiği bir dünya bu. Ebru sanatının dünyasından bahsediyoruz. İşte onun usta sanatçılarından biri Fuat Başar. 1953 Erzurum’da doğan Başar, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeyken hasbelkader ebru ve hat sanatıyla tanıştığında yıl 1976. Bakın o yılı nasıl anlatıyor: “Ondan sonra mesleğim ve bir anda niyetim değişti. Bu işlere ağırlık verdim. Çünkü o yıllarda bu iki sanat kaybolmak, unutulmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Tıp mesleğini bu işe feda ettik. Biraz delilik denebilecek cesaret ama çok isabetli davrandığımı şimdi anlıyorum. Ülkemizin ata-dede sanatı! Onları kurtarmak için epeyce çırpındık”. Hamit Aytaç’tan hat, Mustafa Düzünman’dan ebru icazeti alıyor. Dünya çapında birçok hattat ve ebru ustası yetiştirdiğini, yurtiçi ve yurtdışında birçok kişisel ve karma sergide yer aldığını, yerli ve yabancı çok sayıda koleksiyonda ve müzelerde eserleri bulunduğunu söylemeye gerek var mı? “Şimdi el sanatları malum hepsi zordur” diyerek anlatıyor, “Yani insandan bir ömür istiyor. Ebru Farsça’dır. Bunun aslı ebridir. Türkçe’mize ebru olarak dönüştürmüşüz. Bulut manasına veya buluta benzeyen şekiller manasına gelir. İsmiyle sanatın kendisi arasında çok enteresan bir bağ var”. Dokumacılık Hayatımızın Parçası Su Yüzeyindeki Bulutumsu Şekiller E mine Karadayı, dokumacılık ve doğal boyamacılık ustası. 1965'te Gülnar'da bir Yörük obasında dünyaya geliyor. Dokumacılık konusunda bildiği her şeyi annesinden öğreniyor. Ailesiyle birlikte Mersin sahilleri ve Konya yaylaları arasında konar-göçer hayvancılığa devam ediyor. MESA VE YAŞAM 9 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 10 TÜRKİYE’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ Yani, Türk yörük geleneğinin Anadolu'daki son temsilcileri Sarıkeçililer kültürünün de bir temsilcisi O. Sarıkeçililerin yaşam biçiminde dokumacılık ve doğal boyamacılığın önemli bir yeri var. Neden mi? “Günlük hayatımızda kullandığımız kıl çadırı, yer çulu, kilim, torba, heybe, un çuvalı, develere yükümüzü sardığımız ala çuval ve ipleri kendimiz dokuyup, üzerine nakış işlemekteyiz. Sarıkeçililer'de herkes dokuma yapıyor. Atalarımızdan öğrendiğimiz sanatımızı çocuklarımıza aktarmaktayız. Ben çocukluğumda dokuma yapmaya başladım. Bizde annem dokumayı çok iyi yaparken, nakışı ise babam çok iyi yapıyor. Babam nakış işlemeyi ablasından öğrenmiş ve bana öğretti. Bende kızıma dokuma ve nakışı öğretiyorum.” Istar adını verdikleri tezgahlarda, Toroslardan elde ettikleri kök boyayla dokumaya can veriyorlar. Karadayı'nın en büyük korkusu, Sarıkeçililer üzerindeki baskı devam ederse önümüzdeki yıllarda Orta Asya'dan getirdikleri Türk kültürünün yok olma aşamasına gelmesi. “Sarıkeçili kültürü birkaç yıl içinde sona erebilir” diyor, “Bizler son temsilcileriz. Biz hayatımızdan memnunuz, göçer yaşama ve bu kültürü yaşatmaya devam etmek istiyoruz. Ancak baskı devam ederse, yerleşik hayata geçmeye mecbur bırakılırsak bu Türk kültürünün de yok olacağı unutulmasın. Dokumacılıkta nakış işi 6 ayı bulurken, orman memurları bir yerde 20 gün durmamıza izin vermiyor. Göç olunca nakış da işlenmiyor. Sarıkeçililer, göçer yaşamını bırakacaksa, baskılar devam edecekse UNESCO'dan aldığım belgenin hiçbir değeri yoktur. Çünkü yok olan bir kültürün belgesi de olmaz”. en iyi usta. Tokat Niksar'da doğan Güç, “İlkokulu bitirdikten sonra, 12 yaşımdayken iyi bir kaval ustası olan babamın yanında çırak olarak kaval yapmaya başladım. Bu meslek ailem açısından 70 yıllık bir kültürü temsil ediyor” diyor. Horlatma kaval diğer kavallara göre daha zor bir üfleme ve çalım özelliğine sahip, her bölgede çalınmayan, yapılamayan bu çalgı, bize özgü olmasıyla diğer kavallardan ayrı bir yerde duruyor. Güç, iki oğlunu da bu konuda yetiştiriyor. Taşa Motif Elle Verilebilir Y ağlı güreşle ilişkisi olan herkesin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu biri İrfan Şahin. Çoban Çalgısı Kaval K aval insanlığın ilk üflemeli çalgılarından. Halk arasında çoban çalgısı olarak da bilinen kavalın Türkiye'deki yeriyse ayrı kuşkusuz. Hortlatma kaval, dilli, dilsiz kaval yapımcısı ve icracısı Yaşar Güç, bu önem devam etsin diye çabalıyor. Bu alandaki 1 0 MESA VE YAŞAM Ata Sporunu Yaşatıyoruz Ya Zanaatkarını? T aş ustalığı Türkiye için önemli bir zanaat. Zira Anadolu-Türk mimarisi büyük ölçüde taşa dayalı. Tahsin Kalender, Ahlat'ta taş ustalığı denilince akla gelen ilk isim. İlçede onun dışında kümbet inşa eden usta kalmamış. 1928 Ahlât doğumlu. 17 yaşında taş ustalığına gönül veren Kalender, 500’ü aşkın yapı inşa etmiş. “Ben ömrümü taş işçiliğine adadım” diyor, “Bizim zamanımızda taş bin bir güçlükle işlenirdi. Artık ne kümbet yapan ve yaptıran kaldı, ne de eskisi gibi taş ustası. Taş artık hızarlarla kesiliyor. Bizim dönemde tek tek elle yontulurdu. Tüm şekilleri ve motifleri el yordamıyla yapardık. Makineler bu motifleri yapacak kapasitede değil. Ahlat taşına motif ancak elle verilebilir. Taş işçiliğinin gün geçtikçe kaybolmaya yüz tutmasından büyük üzüntü duyuyorum”. Ata sporu güreşin olmazsa olmazı kispeti geleneksel yöntemlerle yapan ender kişilerden biri. 1942'de Çanakkale Eğridere’de doğuyor. Bir arkadaşının aracılığıyla Mustafa Turabi ustanın yanında işe başlayınca hayatı değişiyor. “13 yaşında başladığım meslekte, ustalarımın ani ölümüyle tek başıma kaldım. Türkiye'de kispet dikim işinin sadece bana kalacağını hiç tahmin etmiyordum” diye anlatıyor. Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri başta olmak üzere Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yapılan güreşlerdeki pehlivanlar onun kispetleriyle meydanlara çıkıyor. Şimdi sadece öğretici bir usta olarak çalışıyor Şahin. Yurtdışı, yurtiçi ve belediyelerin el sanatları sergilerine istenen kispetlerle hediyelik minyatür kispetler dikiyor. Bilgisini genç kuşaklara aktararak bu geleneğin sürmesine katkı sağlıyor. “Bu oldukça meşakkatli bir iş” diyor, “Çünkü kispette kesinlikle hile ve yalan olmaz. Kispeti iyi deriden yapmak gerekiyor. Çünkü kispet yırtılırsa veya çıkarsa, pehlivan yenik sayılır. Bu yüzden en iyisini, en güzel şekilde yapmaya gayret ediyorum. Güreş olmazsa kispet, kispet olmazsa güreş olmaz”. Bir Meslek Daha Ölmesin Diye... C emil Kızılkaya yazmacılığın önemli ustalarından biri. 1949'da Kastamonu Çoroğlu köyünde doğuyor. Yazma sanatı ile 1971'de ilgilenmeye başlıyor ve kısa sürede tüm inceliklerini 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 11 öğreniyor. “Ben başladığımda Kastamonu’da baskı işiyle uğraşan 135 kişi vardı” diyerek anlatıyor o yılları, “Şu anda kala kala bir tek ben varım. Diğerleri maddi ve manevi destek görmediğinden bıraktı”. O, ceviz kabuğu, ıhlamur ve şeftali yaprağından ürettiği doğal yazma boyasını kullanmaya devam eden son ustalardan. Baskı işlemi sırasında kullandığı kalıpların oymasını da kendisi yapıyor. Koleksiyonunda Selçuklu, Osmanlı dönemlerine kadar uzanan çeşitlilikte dört yüzü aşkın kalıp var. Ancak artık bunları satmak istiyor. Niye mi? “Kastamonu'da 136 kalem sanat vardı. Sahip çıkılmadığından bu sanatlar, Osmanlı'dan bu yana yok olmuş ve sadece taş baskı sanatı bugüne kadar gelmiş. Eşimle yapıyordum. Eşim, göğüs kanseri olunca mesleği bırakmadım ama bırakmış gibi oldum. Devlet büyüklerimiz bize yardımcı olursa, bu mesleği yapmaya devam edeceğim. Yardım edilmediği taktirde kalıpları satmak zorundayım. Taş baskı kalıplarının çürümesindense, belki bir vatandaş bunlardan bir ekmek yer. Bu sanat yaşar. Kurs açılmasını istiyorum.” 14'ünde dayılarının yanında boncuk sanatına adım atıyor. Bir dönem çalıştığı Paşabahçe Cam Fabrikası'nda cam sanatına dair bilgilerini daha da genişletiyor. Ancak fabrika kapanınca 40 yaşında işsiz kalıyor. “İnsanın işini kaybetmesi kötü bir şey” diyor, “Okutmak istediğim bir kızım vardı. Köydeki ustalar bu işten para kazanamıyorlardı, parayı tüccarlar kazanıyordu. Ben de bu işi yapacağım ve nazar boncuğunu ayağa kaldıracağım, dedim. Kendime hedefler koydum; kaliteli yapacağım, kimseyi kandırmayacağım, diye. 2002'de atölyemi açtım. 2004-2005'te altın yılımı yaşadım, 3-4 rengi 12 renge çıkardım. Eskiden sadece düz mavi boncuk yapılırken, ben eskitme boncuk yapıyorum şimdi. 2005'te Türkiye'ye konteynırlarla Çin malı getirdi tüccarlar. Köydeki ocak sayısı 12'den 2'ye düştü. Atölyemi kapatmadım, birikimimi işçiye yedirdim, göz boncuğu stoku yaptım. 2006-2007 gibi tekrar düzelmeye başladı işler. Köy adına bir kooperatif kurduk bir arkadaşımla. Kooperatif hâlâ açık ama, ikna edemedik diğer boncukçuları ve hala tüccarlar köyümüzü sömürmekte. Bu arada keşfedilmeye başlandım. Elinde lokumla, baklavayla gelen turistler oldu, dürüst bir Türk'le karşılaştık, diye. Bu beni duygulandırdı. Dükkânımda asla Çin malı satmadım. Boncuk renklerini ve çeşitlerimi daha da arttırdım. Kaliteyi arttırdım. Bu meslek biter diye korkuyorum”. Sür, bu sanatla ilgili yeni arayışlar ve tasarımlar peşinde hep. Yeni boncuk ustaları yetiştirmek için de çalışıyor. Ayrıca boncuğun kalitesini belirleyen boncuk ocaklarını mükemmel inşa etmesiyle de nam salıyor. n Yaptıklarıyla Nazardan Sakınıyor... N azar boncuğu Türkiye kültüründe önemli bir yere sahip. Ancak şimdi pek çok yerde satılan cam olmayan ya da fabrikasyon çeşitlerine aldırmayın, bu toprakların önemli bir el sanatı aslında. Boncuk yapımcısı Mahmut Sür, bu sanatın önemli isimlerinden. 1962'de İzmir Nazarköy’de dünyaya geliyor. MESA VE YAŞAM 1 1 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 12 GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU Gizemli Uygarlıkların Mirası Peru Yazıyı bilmedikleri için yazılı tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden sonra tarihten silinen İnka Uygarlığı hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden çok fazla. İspanyollar bu görkemli uygarlığın izlerini silerken dinlerini değiştirmişler, kutsal güneş tapınaklarının üzerine kiliseler inşa etmişler ve kıymetli hazinelerini İspanya’ya götürmüşler. Timur ÖZKAN O rta ve Güney Amerika, tarihte üç büyük uygarlığa ev sahipliği yapmış, Aztekler Meksika’da, Mayalar Guatemala ve Belize’de, İnkalar ise bugünkü Bolivya, Peru, Ekvator ile Arjantin ve Şili’nin bir kısmında yaşamışlar. 12 ve 16. yüzyıllar arasında egemen olan İnkalar kendilerinden önce uygarlık kuran Nazca ve de Titikaka yerlilerinin mirasçıları olarak kabul ediliyorlar. Yazıyı bilmedikleri için yazılı tarih bırakmayan ve İspanyol işgalinden sonra tarihten silinen İnka Uygarlığı hakkında bilinmeyenler, bilinenlerden çok fazla. İspanyollar bu görkemli uygarlığın izlerini silerken dinlerini değiştirmişler, kutsal güneş 1 2 MESA VE YAŞAM Kralların Kenti: Lima doğru büyüyerek önce San Isidro, sonra okyanus kıyısındaki Miraflores ve daha sonra da Barranco’yla birleşmiş. Gelişmekte olan diğer ülkelerin metropol kentleri gibi zengin ve yoksul kesimleri arasında büyük uçurumlar bulunan kent ahalisinin çoğunluğunu, İspanyol-yerli melezi Mestizolar oluşturuyor. Yaklaşık 30 milyonluk ülkenin başkenti Lima, 8 milyon civarında nüfusuyla büyük bir metropol. Lima önce Rimac Irmağı kıyısında kurulmuş ve adını; buradaki eski kentin yerel Keçua dilinde “vaiz” anlamına gelen Rimac şeklindeki söylenişini yanlışlıkla Limac olarak anlayan İspanyollardan almış. Kendine turistik bir unvan olarak “Krallar Kenti”ni seçen Lima zamanla Pasifik Okyanusu’na Lima’nın gezilecek yerleri daha çok eski kentte yer alıyor, burada iyi korunmuş tarihi meydanlar ve dar sokaklardaki kolonyal mimarinin güzel örnekleri görülüyor. 1991 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen Lima’nın tarihi kent merkezinin en güzel meydanları Plaza San Martin ve Plaza Mayor. Eski kentin merkezi ve son derece iyi korunmuş bir meydan olan Plaza tapınaklarının üzerine kiliseler inşa etmişler ve kıymetli hazinelerini İspanya’ya götürmüşler. Bu arada başkentlerini de değiştirmişler. Bugünkü Peru’nun başkenti Lima böylece kurulmuş. 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 13 Mayor etrafında Başkanlık Sarayı ve Katedral bulunuyor. Bu meydanın önemli bir özelliği daha var. Peru halkı 1821’de İspanyollara karşı bağımsızlığını Plaza Mayor’da ilan etmiş. Gerek bu meydandaki gerekse meydana açılan sokaklardaki kolonyal binalar karakteristik mimarileriyle ve özellikle ahşap cumba ve balkonlarıyla dikkat çekiyorlar. Eski kentteki San Francisco Kilisesi’nin birinci katında bulunan tarihi eser niteliğindeki 25 binden fazla kitabın saklandığı kütüphane ile uzun dehlizlerden geçilerek ulaşılabilen ve 25 bin civarında kişiye ait tasnif edilmiş vaziyette binlerce insan kemiğinin sergilendiği yeraltı mezarlığı da görülmeli... Yeni kentte ise; daha çok zenginlerin yaşadığı ve aynı zamanda turistlere yönelik konaklama ve yeme-içme yerlerinin bulunduğu bir mahalle olan Pasifik Okyanusu kıyısındaki Miraflores gezilebilir. Av. Jose Larco ile okyanus kıyısındaki Aşk Parkı’nı birleştiren Av. Benavides yeni kentin en hareketli yerleri. Lima’nın pek çok müzesi arasında; Antropolji ve Arkeoloji Müzesi, Ulusal Müze, Altın Müzesi ve seramik, mumya, tekstil ve erotik bölümleriyle ünlü Rafael Larco Herrara Müzesi en çok tavsiye edilenler. Lima Nazca Çizgileri Gizini Koruyor... Başkent Lima’dan sonra, Peru’da ilk durağımız Nazca. Ülkenin güneybatısında küçük bir kasaba olan Nazca yakınlarında bulunan ve ne zaman, ne amaçla ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen yer resimlerinin dünyada başka bir örneği yok. Bazıları insan veya hayvan figürleri bazıları ise geometrik formlarda yapılan yer resimlerinin MÖ 200-900 yılları arasında çizildiği sanılıyor. Nazca Çizgileri’nin astronomik bir takvim veya bir çeşit yıldız falı olabileceği şeklindeki tahminlere karşılık daha yaygın görüş İnkaların da ataları olan Machu Pichu MESA VE YAŞAM 1 3 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 14 GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU Nazca Nazcalılar tarafından dinsel amaçlı olarak çizildiği şeklinde. Nazca Çizgileri’ni dünyaya tanıtan Alman araştırmacı Maria Reiche 1946 yılında Nazca’ya yerleşerek ömrünü bu çizgilerin sırrını çözmeye adamış. Bu çabalar 1983 yılında Nazca Çizgileri’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilmesiyle sonuçlanmış ancak Nazcalıların şükran borcu olarak bir caddeye adını verdikleri ve heykelini diktikleri Reiche bile bu resimlerin gizini çözememiş... Nazca Çizgileri 30 metreden 300 metreye kadar değişen farklı büyüklüklerde ve çöle çizilmiş. Çizgilerin bulunduğu 50 km uzunluğunda ve 15 km genişliğindeki alan genellikle küçük uçaklarla geziliyor ama bazılarını karadan da görmek mümkün. 3-6 kişilik Cessna tipi uçaklarla ve 500-600 metre yüksekten gerçekleştirilen uçuşlar, pilotun kısa bir açıklamasıyla başlıyor. Havalandıktan beş altı dakika sonra ilk çizgilere ulaşıyoruz. İlk önce 63 metrelik “Balina”yı görüyoruz. Sonra diğerlerini... İnişten önce pilotumuz birer sertifika vererek bu ilginç uçuşumuzu belgeliyor. Uçuşlarda korkulacak bir şey yok; pilotlar şekilleri tam olarak gösterebilmek için uçağı sık sık sağa sola yatırıyor ama dayanılmayacak gibi değil, yarım saat çok çabuk geçiyor ve indiğimizde hafif bir baş dönmesi oluyor. Gene de uçuş korkusu olanlar veya küçük uçakların ani yükseliş veya dönüşlerinden çekinenler için Nazca çizgilerini görmenin bir alternatifi daha var. Pan American 1 4 MESA VE YAŞAM Otoyolu üzerinde ve Nazca’ya 15 km uzaklıkta bulanan seyir kulesinden “Ağaç” ve “El” resimleri (hem de daha yakından) görülebilir. Nazca köy merkezinde yapılacak bir şey yok, genellikle herkes çizgileri gördükten sonra gece otobüsleriyle Lima’ya ve Cusco’ya doğru yola devam ediyor. Lima’dan otobüsle yedi saatte geldiğimiz Nazca’dan, Cusco’ya yolculuğumuz 15 saat sürecek. Peru’da otobüs sistemi oldukça gelişmiş, yemekli lüks servislerden başka bazı otobüslerin alt katı biraz farklı bir fiyatla VIP olarak satılıyor. Otobüslere binerken tüm yolcuların videoya kaydedilmesi Peru’ya özgü farklı bir güvenlik önlemi olarak dikkat çekiyor. Yolculuk boyunca Nazca Çizgileri’nin sırrını düşünmeye ve aramızda tartışmaya devam ediyoruz. Uzaylılar mı yapmış Nazcalılar mı? Diyelim ki geometrik şekiller bir havaalanı, peki hayvan resimleri ne oluyor? O devirde bir astronot resmini kim hayal edebilirdi? Ve yanıtı olmayan daha birçok soru... Nazca Çizgileri büyük gizini korumaya devam ediyor. İnkaların Saklı Kenti: Machu Pichu Peru gibi önemli bir kısmı And Dağları’nın yüksek bölgelerinde kurulmuş bir ülkeyi gezerken uzaklık bilgileri kadar rakım bilgileri de önemli oluyor. Deniz yüksekliğindeki Lima’dan itibaren iç kesimlere doğru yükselmeye başlıyoruz. Nazca’nın 500 metrelik yüksekliği fazla değildi, bundan sonra sürekli yükselerek Cusco’da 3400 metreye ulaştık. Karayoluyla yavaş yavaş yükselerek çıktığımız için bu durumdan fazla etkilenmedik ama gene de havadaki oksijen azlığı artık iyiden iyiye hissediliyor. Antik İnka Uygarlığı’nın Machu Pichu 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 15 başkenti ve Peru´nun en popüler kenti. Cusco’nun nüfusu 350 bin. Gezilecek görülecek yerler açısından zengin bir kent olan Cusco kent ölçeğinde UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor. Ayrıca hem dünyanın yeni yedi harikasından biri kabul edilen hem de Peru’nun UNESCO listesindeki diğer önemli bir yeri olan Machu Pichu´nun yolu da Cusco’dan geçiyor. Convento Santo Domingo Kilisesi Cusco’nun sözcük anlamı “Göbek Deliği” (yerel Keçua dilinde). Çevresindeki dağlar yıldız sistemine benzetildiği için “Evrene Açılan Kapı” olarak da tanımlanıyor. Kent merkezi Plaza de Armas’ın kenarındaki Katedral ve La Compania de Jessu Kilisesi öncelikle görülecek yerler. Her zaman kalabalık büyük bir park şeklindeki meydanın diğer kenarlarını da kolonyal binalar çevreliyor. Merkezde görülmesi gereken diğer önemli bir yapı; eski güneş tapınağı Koricancha’nın (Altın Kale) yerine yapılan Convente de Santa Domingo Kilisesi. Cusco’nun yakın çevresinde ise; kenti yüksekten gören Sacsayhuman Arkeolojik Alanı, İnka döneminde kurban törenlerinin yapıldığı Quengo, suya adanan tapınak Tambomachay görülebilir. Cuso’ya gelen herkes gibi biz de Macuhu Pichu’yu görmek için sabırsızlanıyoruz. Buraya gelmeden önce tren biletlerimizi aldığımızdan tren bileti telaşına düşmeden, bizi Machu Pichu Town’a (Aguas Caliantes’e) götürecek Peru Rail trenine binmek için önce Ollanta’ya gidiyoruz. Cusco’dan itibaren 68110.km’ler arasında kalan Ollanta - Machu Pichu Town hattındaki yolculuğumuz 1,5 saat sürüyor. Bu kısa ama keyifli yolculuk belgesellerdeki tren seferlerine pek benzemiyor, Peru Rail trenleri, And Dağları’nı tırmanan, vagonların üzerinde de yolculuk yapılan trenlerden değil, gene de Urubamba nehir yatağı boyunca kıvrılarak ve yeşil bir coğrafyada devam eden yolculuk çabuk bitiyor. Küçük ve turistik bir kasaba olan Aguas Caliantes’de bir hostelde geceledikten sonra sabah 5.30’da kalkan ilk servisle Machu Pichu’ya çıkıyoruz. İnkaların saklı kenti Machu Pichu Eski veya Yaşlı dağ olarak adlandırılıyor. 100’den fazla konutta bin kadar nüfusun yaşadığı kentin çatıları zamana dayanamamış ama duvarları olduğu gibi duruyor. Etrafında daha da yüksek tepelerin yer aldığı 2360 metre yükseklikte kurulan kent, doğu batı kesimleri ve tarım terasları olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Machu Pichu’nun en iyi göründüğü yer tarım teraslarının üzerindeki muhafız evi. Antik kentin doğu kesimindeki beli başlı yerler; Kule, Akbaba Tapınağı, Kraliyet Bölümü, Üç Kapılar ve Seremoni Kayası olarak özetlenebilir. Asıl görülecek yerler ise nispeten daha düzlük bir alan olan batı kesimde yer alıyor; Ana Giriş Kapısı, Tapınaklar Bölgesi, Üç Pencereli Tapınak ve Ana Meydan. Yazıyı bilmedikleri ve bu nedenle yazılı belge bırakmadıkları için İnka Uygarlığı hakkındaki bilgiler biraz da tahminlere dayanıyor. Machu Pichu’nun krallar için inşa edilen bir tapınma veya gerektiğinde sığınabilecekleri güvenli bir yaşama yeri olduğu veya sadece dinsel amaçlı olarak kullanıldığı düşünülüyor. İnşaatın elli yıl, buradaki yaşamın yüz yıl kadar sürdüğü tahmin edilen Machu Pichu 500 yıl saklı kalmış. İlginç olan İspanyol işgali döneminde de bulunamamış olması. Machu Pichu, 1911’de başka bir İnka kentini arayan Amerikalı mimar, tarihçi ve araştırmacı Hiram Birgham tarafından tesadüfen keşfedilmiş. Machu Pichu’nun hemen yanında yer alan Wayna Pichu (Yeni veya Genç Dağ) ile Wayna Pichu yolundaki Huchu Pichu (Küçük Tepe) hem Machu Pichu’nun hem de çevrenin yukardan görülebileceği yerler. Sınırlı sayıda ziyaretçiye izin verilen bu tepelere çıkmak bayağı zor, tamamı yokuş yürüyüş yolu için bir saat gidiş bir saat geliş öngörülüyor. Bugün Machu Pichu’nun, turistlerin işgali altındaki taş sokaklarında şaşkın şaşkın dolaşan lamalar, kentin görkemli geçmişinden habersiz görünüyorlar. Fotoğraf çekme telaşındaki turistler de öyle. Ama her şeye rağmen İnkaların saklı kenti Machu Pichu dünyanın her tarafından binlerce turisti buraya çekmeye devam ediyor... MESA VE YAŞAM 1 5 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 16 GİZEMLİ UYGARLIKLARIN MİRASI PERU Peru’nun sınır kenti Puno Uros’ların Sazdan Dünyası Peru’nun sınır kenti Puno’nun fazla bir özelliği yok. Buraya Titikaka Gölü’nde sazlardan yaptıkları adalarda yaşayan Uros kabilesini görmek için geldik ama daha kente gelir gelmez karşılaştığımız bir karnaval, gezimizin en ilginç bölümlerinden biri oldu. Her yıl 18 Eylül’de düzenlenen ve çeşitli okullardan grupların yerel kıyafetleriyle dans ederek katıldıkları geçitten sonra Puno’nun ana meydanı Plaza de Armas’taki yarışma gösterileri “sözcüğün tam anlamıyla” çok renkliydi... Plaza de Armas Meydanı’nın etrafındaki tarihi binalar arasında en önemlisi 17.yüzyılda, Perulu mimarlar tarafından İspanyol Barok tarzda yapılan katedral. Burada ayrıca Balcon del Conde de Limas olarak anılan tarihi binadaki Puna Kültür Enstitüsü ve katedralin hemen arkasındaki Kent Müzesi (Carlos Dreyer Müzesi) de görülebilir. Plaza de Armas’dan trafiğe kapalı Independencia Caddesi boyunca yürünerek kentin diğer bir tarihi meydanı olan Parque Pino’ya ulaşılıyor. Titikaka Gölü, Puno’nun doğusunda, kent merkezine 2 km, arabayla 15 dakika kadar uzaklıkta. Limana giden Puno Del Puerto Bulvarı’nın sonunda parklar ve turistik pazarlar bulunuyor. Limandan hem yüzen adalara, hem de en önemlileri Amantani ve Taquile olan diğer bazı doğal adalara tekne seferleri düzenleniyor. (Bir zamanlar İspanyollar tarafından politik hapishane olarak 1 6 MESA VE YAŞAM kullanılan üç saat uzaklıktaki Taquile’da, İnka öncesi dönemlere ait kalıntılar görülebilir. Puno’ya dört saat uzaklıktaki Amantani’nin daha doğal ortamında ise yerlilerin yaşamları izlenebilir...) Tekneyle yarım saat kadar uzaklıktaki yüzen adalar, gölde bol miktarda bulunan sazların yerel Uros halkı tarafından üst üste yığılmasıyla oluşturulmuş. Zamanla alttaki sazlar çürüdükçe üste yenileri eklenerek bu yapay adaların varlıkları korunuyor. Bölgedeki küçüklü büyüklü 60 kadar adada 3 bin civarında Uros halkının yaşadığı, genellikle balıkçılık ve turizm ile geçinen Uros halkının buraları terk etmemesi için devlet tarafından desteklendiği ifade ediliyor. Elektrik ve suyun olmadığı adalar bugün için neredeyse tam bir turistik objeye dönüşmüş durumda. İlk durağımız Wınay Pacha Adası. Rehberimiz Roy burada kısa bir bilgi verdikten sonra beş kişilik grubumuzu serbest bıraktı. Bir süre sazlardan zemin üzerinde gezindikten ve ada halkının sattığı el işlerini inceledikten sonra biraz zorlama bir müzik gösterisiyle uğurlandık. Ve yine sazlardan yapılmış bir tekneyle gittiğimiz ikinci durağımız Utama Adası’nda da her şey turistlere birkaç parça el işi satma üzerine kurgulanmış. % 60’ı Peru ve % 40’ı Bolivya tarafında olmak üzere iki ülke arasında paylaşılan Titikaka Gölü’nün iki önemli özelliği söz konusu. Deniz düzeyinden 3827 metre yükseklikteki Titikaka dünyanın üzerinde yaşam olan en yüksekteki gölü. Sözcük anlamı yerel Aymara dilinde “Büyük Kedi Kayası”, Keçua dilinde ise “Kurşun Renkli Kaya” anlamına geliyormuş. Titikaka Gölü çevresiyle birlikte barındırdığı zengin fauna ve florasının korunması amacıyla 1978 yılında ulusal park ilan edilmiş. Titikaka’nın diğer özelliği ise yerliler tarafından kutsal kabul edilmesi. Mitolojiye göre; Güneş Tanrısı dünyayı adam etmesi için oğlu Manco Capac’ı, Ay Tanrısı da onunla evlenmesi için kızı Mama Ocllo’yu Titikaka Gölü’ndeki Güneş ve Ay adalarına bırakmışlar. Daha sonra İnka kralı ve kraliçesi olacak ikili buradan yola çıkarak başkenti Cusco olan büyük imparatorluklarını kurmuşlar. (Güneş ve Ay adaları Titikaka’nın Bolivya tarafında ve buralara Copacabana’dan düzenlenen günübirlik veya Güneş Adası konaklamalı turlarla gidilebilir.) Nasıl Gidilir? Peru ile Türkiye arasında (-) 8 saat farkı bulunuyor. Türkiye’den Lima’ya doğrudan uçak seferleri bulunmadığı için Madrid, Paris veya Amsterdam gibi bazı Avrupa kentleri üzerinden düzenlenen uçak seferleriyle veya THY ile Sao Paula veya Buenos Aires aktarmalı olarak ulaşılabiliyor. Peru, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına vize uygulamıyor. Güney Amerika’da yaygın dil İspanyolca olmakla birlikte turistik bölgelerde İngilizce de yaygın şekilde kullanılıyor. n 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 17 TUTKUNUN GÖTÜRDÜĞÜ YER Tutkunun Götürdüğü Yer Ayvalık Güzellik çekicidir, evet ya onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri, size seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç sarsıntısı geçirsem, yalnızlaşsam, ayrılık olsa, hüzüne düşsem, çağırır Ayvalık kıyıları. Serdar KIZIK M aviye tutkunum ama denize bir başka. Öyle düz kıyıları, uzayıp giden plajları değil, dantel kıvrımlarının gizeminde saklanan koyları, vadilerin kucağına sığınan suları severim mavide. Sürpriz karşılaşmaları.... Önünüze serilmiş çırılçıplak bir güzelliğin etkisi elbet önemlidir, ama ya onu adım adım keşfetmenin cazibesi? Farklı dönemeçlerde, seyirlerde şaşkınlığa sürüklendiğiniz, karşılaştığınız, keşfettiğiniz güzelliklerin anlamı? Kuzey Ege'de sarılıp sarmalaştığım iki coğrafya, benim için özeldir bundan ötürü. Önce Ayvalık, diğeri Bademli... Bazı coğrafyalar ortak çağrışımlar yaratır. Yine de aynı coğrafyanın adamına göre etkisi farklıdır. Güzellik çekicidir, evet ya onun çağrısı, içinizdeki izdüşümleri, size seslenişi. Bu yüzden ne zaman derin bir iç sarsıntısı geçirsem, yalnızlaşsam, ayrılık olsa, hüzüne düşsem, çağırır Ayvalık kıyıları. Giderim... Acımı, hüznümü kucaklar, sarar sarmalar, farklı bir terapi. Şeytan Tepesi'nin ufkunda adaları seyreylerim. 24'ünden en çok Yalnız Ada, Kerbela ve Tokmaklar'a dalmışlığım vardır, kırmızı mercanları hayran hayran izlemişliğim, tavsiye ederim... Şeytan Sofrası, Ayvalık MESA VE YAŞAM 1 7 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 18 TUTKUNUN GÖTÜRDÜĞÜ YER bitkilerden ötürü Moshonisi'dir... Yani Kokulu Ada. ''Alibey''e gelince, önemli bir tarihsel gerekçesi var: Ayvalık'ta işgalci Yunan'a karşı ilk direniş ateşinden ötürü Komutan Ali Çetinkaya'nın anısına konmuş Alibey adı... Ada diyoruz aslında karayla bir bağlantı söz konusu. Hem de Türkiye'nin ilk ''boğaz köprüsü'' olarak 1960'lı yılların ortasında tamamlanmış, 54 metre uzunluğunda... *** Bana mı öyle geliyor, yoksa bilmem neden, burada “büyülü bir halin” altını çizmeliyim. Çılgın bir doğa parçasının koynunda olağanüstü bir kentsel doku. Hele şöyle bir el atılıp derlense, toparlansa nasıl olacak kimbilir? Kaş yapalım derken göz çıkarmadan tabii... Sessizliğin sesi, işte tam bu adada... Başka bir kucaklıyor insanı, alıyor içine. Dingin, ayakların yerden kesildiği düşsel bir zaman-mekân buluşmasında, başımı döndürür Cunda. Bundandır belki de, Arnavut taşlı dar sokakların götürdüğü Taksiyarhis Kilisesi'nin yakınındaki küçük pansiyon, hep bekler durur beni? Bilirim, ne zaman gitsem bir odacık bulurum... Aklıma düştü! Neredeyse harabeye dönüşen Taksiyarhis Kilisesi’ni, Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı onardı, müze olarak kullanılıyor. Aşıklar Tepesi’ndeki yel değirmenini de restore edildi, Sevim-Necdet Kent Kütüphanesi doğdu. Pek güzel oldu her iki düzenleme de. Kütüphanenin bahçesinden manzara olağanüstüdür, rüzgarla buluşmak harikadır dostlar. Dar sokaklar, taş kaldırımlar, eski Rum evleri, tenekedeki çiçekler... Bu tepe Midilli'ye doğru bir derinlik verir ki, dinginliğin yanında uçmak gibi çılgınca bir girişimi tetikleyebilir. Zaten şimdilerde her nasılsa insanların üç beş bozuk para atıp dilek tuttukları şeytanın ayak izi, bu yüzden buradadır. Yürürüm... Çamlığa sığınırım, başım avucumda. Tahta bir masanın çatlağına takılır gözlerim, çizgiler yaralarıma yürür, neyse ki şekerli kahve!.. Ama başımı kaldırdığımda yine mavi... Kıyıya demirli, kırmızı gövdeli balıkçı teknesinin sevimliliğine teslim olurum bir de. İlerlerim... Bu ruh hali beni önce çarşıya, sonra yamaçtaki sokaklara sürükler; küçük, dar sokaklardaki sardunyalı eski evlerin huzuruna. Yemekle aram yok ama acıkıyor insan. 1 8 MESA VE YAŞAM Çarşıda esnaf lokantaları, zeytinyağlılar, otlar, balıklar... Bir de meşhur Ayvalık tostu var bu arada. Yoğurt ve cacığı tapulayan komşu, onu da tescillerse şaşmam doğrusu... *** Tepeden Cunda'yı seyretmeli sonra. İşte bana göre Ayvalık'ın anlamı, Cunda Adası, diğer bir adıyla Alibey Adası. Şimdi, şu isim meselesinden başlayayım konuya... Meseledir çünkü. Kimileri Rum adı sanarak Cunda demez, kimileri de dayatma diye Alibey'i kullanmaz. Aslı astarı şudur ki, bir kere Cunda, Rumca değildir. Değildir çünkü, mübadelede çoğunluğu karşıya, Midilli'ye göç eden Rumlar için burası çiçek ve Yaşamak ne güzel şey kardeşim dedirtir... En son umutla, büyük bir yaşam çoşkusuyla bakmıştım çam ve zeytin ağaçlarının arasına serpiştirilmiş eşsiz koylara, şimdi hüzün bulutları nedense... *** Adadaki Aiga Triyada ve Ayos Yannis kiliseleri de tümüyle yıkılmadan önce onarılsa, öyle misyonerlik faaliyetleri ve ibadet için değil, örneğin bir sanat galerisi, küçük bir gösteri ve konser salonu olarak kullanılsa, ne iyi olurdu sahi. Taksiyarhis'in müştemilatında konaklayan yaşlı teyzeyi de özledim bu arada, gelip gelip gözümün önünde beliriyor o sevimli haliyle.... Buradan biraz yukarıya, Sarımsaklı taşının uçuk pembeye kaçan eskimişliğinde daha sevimlileşen güzelim taş evlerin sıralandığı, dar sokaklara tırmanalım. 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 19 Cunda da bir sokak. Sahilin hemen arkasında zeytinyağlıların, enfes balıkların hazırlandığı aile lokantasını da anımsadım birden. Zeytinyağı limon ve sarımsakla terbiye edilmiş bin bir çeşit ot, Cunda'ya özgü, hamsiden de küçük papalina... O ne lezzet, o ne tat... Adanın arkası, Patriça Koyu da ayrı bir güzelliktir hani. Yok, ''Bunca güzellik yeter!'' deyip kıyıya inerseniz, pencereleri büyük, aynaları görkemli, o meşhur Taş Kahve'de yeniden soluklanmanın sırasıdır. Hangi zamana denk düştüyseniz başka bir keyif. Hele de gün batımı... Geceyse zaman, sekiz on adım atıp denizin kıyısındaki masalarda taze balık, kalamar, midye ya da karidesle bir iki kadeh parlatmanın vaktidir. En son otlu peynirle bir ufağı götürmüştük içimizdeki şarkılarla düşleri paylaşarak, ancak bir masanın sığabildiği terasta. Ayvalık'ın ışıkları Alibey'e karışmıştı. Denizdeki o inanılmaz yansımaları anımsarım hâlâ! Hüzün müdür, burukluk ya da "iyi ki yaşadım" avuntusu mu, bilinmez... n Tarihi Taş Kahve... Taksiyarhis Kilisesi BALIKESİR’in Ayvalık İlçesi’ne bağlı Alibey (Cunda) Adası’nda, kaderine terk edilen Taksiyarhis Kilisesi (Aya Nikola), Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı’nca müze olarak restore edildi. 2012 yılı başında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden yap-işlet-devret usulüyle 49 yıllığına kiralanan Taksiyarhis Kilisesi’nin 9 milyon lira harcanarak restore edildiği belirtiliyor. Görkemli bir açılış yapılması planlanan ancak Soma’da 301 maden işçisinin yaşamını kaybetmesine yol açan maden kazası nedeniyle sessizce yapılan açılış törenine vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Ayvalık’ın en önemli eski yapılarından biri olan Taksiyarhis Kilisesi, yıllarca define avcılarının talanına uğramış. Kilisenin tavanındaki mühüre göre, yapımı 1873’e kadar uzanıyor. Mermer işçiliği, tavan süslemeleri ve ikonları ile dikkat çeken kilisenin, balık derisi üzerine yapılmış azize portreleri eşsiz güzellikte kabul ediliyor. Kilisenin altında ve duvarlarının arasında altın olduğuna inanan define avcıları, yıllarca binayı tahrip etti. Viraneye dönen yapının, yeniden Cunda’ya kazandırılmasının turizme olumlu katkı yapması, özellikle kültür turizmini canlandırması bekleniyor. Müze olarak kullanılıcak Taksiyarhis Kilisesi’nde; halen klasik otomobiller, 1600 ve 1800’lü yıllara ait eserler, denizcilikte kullanılan aletler, gemi dümeni, eski dalgıç kıyafetleri, buharlı araba, buharlı iş makineleri, tarihi bisikletler, dünyanın bir çok önemli eserlerin yapı modeli maketleri (Eyfel Kulesi, Keops Pramidi gibi) sergileniyor. MESA VE YAŞAM 1 9 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:22 Page 20 MÜREKKEP ZAMAN Bu yazın bir numarası: Deliduman Emrah Serbes, Behzat Ç. Ve Erken Kaybedenler kitaplarından bildiğimiz üslubunu daha da geliştirmiş yeni romanında. Deliduman, bu yazın en çok okunan ve konuşulan kitabı oldu. Belli ki Gezi Olayları hakkında ilk iyi roman olarak edebiyat tarihine de geçecek. Cem ERCİYES E debiyat alanında bu yazın tartışmasız en önemli kitabı Emrah Serbes’in romanı Deliduman oldu. Genç yazarlar içinde kendine özgü bir yeri olan Emrah Serbes, esas ününü yarattığı Behzat Ç. Karakteri üzerine kurulan tv dizisiyle kazandı. Aslında bu diziye ilham veren iki roman, ‘Son Hafriyat’ ve ‘Her Temas İz Bırakır’ 2006 ve 2008 yıllarında yayımlanmış ve polisiye edebiyat takip eden küçük bir kitle arasında kendince meşhur olmuştu. Ama ne zaman ki ‘bir Ankara polisiyesi’ olarak ekranda yerini buldu, o zaman bu delidolu, kural tanımaz ama sırf vicdan cinayet şube müdürü bir anda Türkiye’nin e meşhur polisi oldu. Emrah Serbes de yarattığı karakterle birlikte tanınırlık kazandı. Yeni romanı Deliduman, Gezi Parkı Olayları’na adanmış bir kitap. Aslında diliyle de içeriğiyle de tipik bir Emrah Serbes kitabı. Yazarını edebiyat açısından bir üst aşamaya taşıyan bir kitap. Emrah Serbes’in gerek Behzat Ç. polisiyelerinden gerekse unutulmaz öykü kitabı Erken Kaybedenler’den tanıdığımız karakterlerini çağrıştıran yepyeni insanlar ve ruh halleriyle karşılaşıyoruz burada. Behzat Ç. ne kadar ‘harbi’yse, Erken Kaybedenler’deki hikaye kahramanlarının tümü nasıl ‘kırgın ve kızgın ergenler’ ise Deliduman’ın kahramanı Çağlar da öyle… Emrah Serbes, adını bir internet sitesinden alan ‘afili filintalar’ ekibinin önemli bir kalemi. Bu ekibin bütün yazdıklarında görülen o geçmişe özlem kokusu, mahalle hayatı, gündelik dil, dostluğun ve insani erdemlerin kutsanması, hayatın çirkinliklerine karşı mağlup bir öfke Emrah Serbes kitaplarında da bol bol var. Ben bu ekibe Fatih Özgüven gibi ‘Oğuz Atay sonrası oğlan çocukları’ demeyi seviyorum ve bu ironik ismi aslında edebi bir tabir olarak da gayet doğru buluyorum. Bu yaz hem en çok satılan hem hakkında en çok konuşulan kitap oldu Deliduman. Serbes burada bizi, Gezi Olayları’ndan hemen önce, 2013 ilk baharında muhtemelen Marmara kıyılarındaki hayali bir sayfiye kasabasına, Kıyıdere’ye götürüyor. Herkesin tanıdığı ve sevdiği, bitirim delikanlı Çağlar bize o yaz, başından geçenleri anlatıyor. Dayısı kasabanın belediye başkanı. Çağlar’ın Dedemi Kanser Eden Parti dediği partiye girmiş ve seçilmiş. Sayfiye kasabasını ranta açan ve eskiyi 2 0 MESA VE YAŞAM neredeyse silip süpüren bir fırsatçı. Ama romanın bütün karakterleri gibi bir yanıyla hala ‘ergen’ kalmış bir adam. Çağlar, annesi, kardeşi ve dayısı aynı evde yaşıyorlar. Günleri taparcasına sevdiği kız kardeşi ve en yakın arkadaşı Mikrop’la geçiyor. Hedefi büyük yetenek olduğuna inandığı kız kardeşi Çiğdem’in Michael Jackson taklidiyle hak ettiği ünü kazanması. Bunun için çektikleri video tam internette izlenmeye başlamışken birden bir şey oluyor; herkes Gezi Olayları’na odaklanınca onlar gündemden düşüyor. Ondan sonra Çağlar, kardeşinin meşhur olmasına engel oldukları için kızdığı Gezicilere adım adım yaklaşacak ve roman, bütün karakterlerin buluştuğu Taksim’de Çağlar’ın büyümüş de küçülmüşlükten çıkıp 14 yaşına ve hayatın kendi gerçekliğine döndüğü tatlı bir finalle sona erecektir. Emrah Serbes, Çağlar’ın anlatımıyla ikili bir dünya kuruyor. Çağlar’ın olmaya çalıştığı dünya ve gerçekler. O güçlü, kendinden emin, hayata aldırmayan ‘erken kaybetmiş’ kalender Çağlar aslında bin bir derdi dert edinen 14 yaşında bir delikanlıdır. Tek başına çocuklarını büyütmeye çalışan depresyondaki annesi, sorunlu kız kardeşi, yoksul ve kapana kısılmış en yakın arkadaşı, bir baltaya sap olmaya çalışırken kendisine, ailesine, kasabasına ihanet eden dayısı, İstanbul’da yaşayan ‘aktivist mimar’ babası ve uzaktan uzağa aşık olduğu sevgilisi onun esas gerçekleridir. Çağlar’ın hikayesini biraz da bunları nasıl yok saydığına görerek ve onu anlayıp severek okuruz. Romanın, Gezi ruhunu inşa eden gençlerin tek tek hepsinin ruhuna sirayet etmemize imkân veren bir yanı da var. Tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Olayları’nı küçük bir kasabadaki yansımalarıyla çok iyi anlatıyor. Kahramanlar İstanbul’a bizzat Gezi Parkı’na geldikten sonra biraz daha belgesel bir hava kazanıyor kitap. Yazarın eylemcilerin işgal ettiği Gezi Parkı’nı ve oradaki hayatı, ilişkileri tasvir etmeye soyunduğu sayfalar sanki Çağlar’ın hikâyesinden rol çalıyor. deliduman İletişim Yayıncılık, 350 syf Emrah Serbes Yine de Deliduman, Türk Edebiyatı’nda hemen etkisini gösteren Gezi Parkı’yla ilgili yazılmış en iyi roman ve sanıyorum ki yıllarca da öyle kalacak. Hatta bu özelliğiyle edebiyat tarihine de geçecek. 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 21 İki yeni yazar, iki yeni roman Yaz aylarında hem çok satan maceralar ve aşk romanları yayımlanır, hem de yeni yazarların yoğun sezonda arada kaybolabilecek riskli ilk kitaplar. Yeni yazar keşfetmek konusunda yayıncılık dünyasında bir efsane olan İletişim Yayınları’nın vaktiyle keşfettiği bir yazarı, Emrah Serbes’i yukarıda anlattım. Biraz da geleceğin Emrah Serbesleri olması kuvvetle muhtemel iki başka yazardan söz edeyim. Her ikisinin de ilk kitapları bu yaz çıktı. Her ikisi de polisiye birer öyküyle birlikte gerçekçi, etkileyici, samimi dünyalar kuruyor. Harun Candan, Hayalname adlı romanında bir köy imamını anlatıyor. Bu yanıyla edebiyatımızda biraz ihmal edilmiş inançlı Müslüman Hayalname İletişim Yayıncılık, 260 syf Harun Candan karakterlerin kendini gösterdiği ilk yapıtlardan biri olarak da dikkat çekiyor. Roman kahramanı, yoksul bir aileden. İstanbul’da İlahiyat okurken hayatının ilk aşkını yaşıyor. Tanıştığı fotoğrafçı kız, canlılığı ve farklılığıyla aklını başından alıyor. Ne var ki bu ilk aşk hüsranla sonuçlanınca kahramanımız bir köye imam olarak tayinini istiyor. Erken Cumhuriyet romanının kırgın idealist karakterleri gibi Anadolu’da bir münzevi hayatı seçiyor. Buradan sonra roman adeta ikinci bir safhaya geçiyor. Bir definecinin peşine takılan kahramanımız suça, cinayete karışıp masum bir kadının sorumluluğunu üstlenmek ve Anadolu’da bir kaçak hayatı yaşamak durumunda kalıyor. Masum ya da değil bütün karakterlerin biraz da kaderi ve tesadüfleri kabullenip değiştiği bir hayatın kitabı. Gerçekten hem sürükleyici hem de diliyle anlatımıyla okunmaya değer. Bil ki hayat virâne İletişim Yayıncılık, 236 syf İlyas Barut İlyas Barut’un Bil Ki Hayat Virâne adlı romanı, fena halde ‘afili filintalar’ janrına dahil olabilecek vaziyette. Emekli cinayet amiri Nusret Çakmak, çocukluk arkadaşını kıramayıp intihar ettiği sanılan kızının gizemini çözmek üzere işe dalar. Alkolik, kural tanımaz, kavgacı ve tabii ki bir nevi filozof tadındaki Nusret Çakmak, kara polisiye türünün pek sevdiği dedektif tiplemesinin bir yeni örneği. Konu bir sahil kasabasında geçiyor. Yani Taşraya dönüş bir kez daha karşımıza çıkıyor. Entrika, içine girdikçe karmaşıklaşıp zorlaşıyor; dedektifimiz hem başına açılan yeni işler hem de ailesiyle yaşadığı çatışmalar nedeniyle iyice çıkmaza giriyor. Ama bütün bunlar hikâyenin heyecanını, kitabın sürükleyiciliğini arttırıyor. Yine de kitabı kendine özgü ve sözünü etmeye değer kılan tarafı içindeki edebi oyun. O da iki ayrı anlatımın iç içe geçmesi. Nusret Çakmak’ın hikâyesini hem genç bir yazar, hem de kendisi yazıyor. Birinde alkolik, diğerinde içkiyi bırakmış; birinde karısı intihar etmiş, diğerinde kanserden ölmüş… Ama bu iki farklı anlatım romanı hiç karmaşıklaştırmıyor ve nasılsa hiç bir tekrara düşmeden birbirine dokunarak ilerliyor. Bu tarz, hem Nusret Çakmak’ın içkiden bulanık zihnine sirayet etmemizi sağlıyor hem de gelişmelerin müphemliğini artırarak merakımızı gıdıklıyor. Neticede serseri dedektiflerin acıklı ve heyecanlı ve mutlu sonla biten hikâyelerini seven herkese tavsiye olunur. n MESA VE YAŞAM 2 1 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 22 NURİ BİLGE CEYLAN Doğru Bildiği Yolda Yalnız Yürüdü Nuri Bilge Ceylan, Yılmaz Güney gibi doğru bildiği yolda yalnız yürüdü. Bu uzun yürüyüş iyinin vasata karşı zaferiyle sonuçlandı. Grasham Yasası bu sefer işlemedi, kötü iyiyi kovamadı. İyi olan filizlendi ve büyüyüp bir ağaç oldu. Şimdi bu ağacın gölgesinde oturmanın keyfini çıkarmayalım mı? Olkan ÖZYURT 9 0’lı yıllar… Türk sineması dibe vurmuş, çıkış arıyor. “Eşkiya” Türk filmlerine gidilmez algısını değiştirse de zar zor çekilen yerli filmlere vizyon şansı pek tanınmıyor. Fakat, bu kültürel olarak çorak ortamda kendi imkânları ile film çeken birtakım yönetmenler çıkıveriyor ortaya. Yine kendi imkânlarıyla ve şartları da zorlayarak filmlerini seyirciyle buluşturma adına çare arıyorlar. Bu yönetmenlerden biri de Nuri Bilge Ceylan… İlk uzun metrajlı filmi “Kasaba”yı çekmiş. 2 2 MESA VE YAŞAM Gazetelere verdiği küçücük bir ilanla seyircisini arıyor filmi. Sonra da o günlerde has sinemanın İstiklal Caddesi’ndeki kalelerinden biri olan, Avrupa Sineması’nın seçkin örneklerini gösteren Beyoğlu Sineması’nda birden afişi beliriyor “Kasaba”nın. 1997’nin son günlerinde yolu Beyoğlu Sineması’na düşünler çok farklı bir yönetmenle tanışarak çıktı salondan. O günlerde Radikal Gazetesi’nde sinema yazarı Tunca Arslan “Kasaba” ile ilgili yazısında “Yılmaz Güney’in ‘Umut’undan bu yana bu kadar ‘gerçekçi’ bir film izlediğimi anımsamıyorum” diye yazdı. Çiçeği burnunda bir yönetmen için ne büyük bir onur bu cümle. Ama bu cümlenin bir başka anlamı daha var. O da Ceylan ile Yılmaz Güney’in bir yazıda da olsa ilk defa buluşuyor olması. Ama bu buluşma son olmayacak. Ceylan ile Güney’in yolları farklı farklı olsa da kesişecek. En sonunda Cannes Film Festivali’nde “Kış Uykusu” ile Altın Palmiye aldığında Ceylan verdiği bir Yılmaz Güney pozuyla bu buluşmayı nihayetine erdirecek. 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 23 Nuri Bilge Ceylan Kasaba ('The Town'), 1997 Ceylan ve Güney’in sinemalarında benzerlik yok aslında. Ama sinema tutkularının, sinema için yürüdükleri yolun, film çekme arzularının ayrı düştüğünü söylemek de zor. Muhtemel Ceylan’ın sinemamızda ilham aldığı birkaç yönetmenden biridir Güney. Zaten onun sinemasını kıymetli bulduğunu her zaman söyleyegelmiştir. Yeşilçam’ın masal dünyasını yırtıp atan, Türk Sineması’nın aktığı yatağı değiştiren Güney, kendi bildiği yolda yalnız yürüyen ve büyük bedeller ödeyen ama sinemasıyla dünyayı etkileyen bir sinemacı. Ne hapishaneler, ne sürgünler ne de türlü türlü itham ve suçlamalar onun sinema yapmasına engel oldu. Inarritu’dan Costa Gavras’a, Emir Kusturica’dan Abbas Kiarostami’ye kadar farklı coğrafyalardan pek çok yönetmeni etkileyecek kadar önemli filmler yaptı. Uluslararası arenada Türk Sineması deyince akla gelen ilk yönetmenlerden biri oldu. Ceylan da tıpkı Güney gibi kendi bildiği yolda yalnız yürüyenlerden. Sıkıcı filmler yapıyor dense de, giydiği kıyafetler eleştirilse de, başarıları kimi zaman görmezden gelinse de, filmleri az izlense de hiçbir şeye kulak asmadı ve yolunda yürüdü. İşin aslı yürüdükçe de büyüdü. Bugün dünyanın en saygın yönetmenlerinden biri kabul ediliyor. Uluslararası arenada Türk Sineması deyince de Yılmaz Güney’den sonra hemen onun adı veriliyor. Peki nasıl bir serüvendir Ceylan’ın ki? 1959 doğumlu Ceylan’ın çocukluğu Çanakkale’de doğayla içiçe geçse de 1969’da 10 yaşında İstanbul’a gelerek Türkiye’nin çalkantılı yıllarına daha yakından tanıklık etmiş biri O. Hatta ilk gençlik yıllarında bu çatışmalı ortamın etkisini bizatihi hissetmiş olduğu da biliniyor. İlk üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi. Kimya okuyor. Ama o yıllarda Maçka Kampüsü çok hareketli. Boykotlar, gösteriler… Ceylan bu gerilimli ortama iki yıl dayandıktan sonra 1978’de tekrar sınava girip Boğaziçi Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’ni kazanıyor. O yıllardaki tutkusu fotoğraf. İyi de fotoğraf çekiyor. 1982 yılında Milliyet Sanat Dergisi tarafından geleceğin Türk fotoğrafçıları arasında gösterildiğinde henüz yaşı 23. “Fotoğrafla uğraşmak, her geçen gün dünyaya daha büyük bir merakla, sevgiyle bakmamı, bunun Nuri Bilge Ceylan Bir Zamanlar Anadolu’da ('Once Upon a Time in Anatolia'), 2010 MESA VE YAŞAM 2 3 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 24 NURİ BİLGE CEYLAN Nuri Bilge Ceylan İklimler 2006 yanında kendimle ve kitlelerle daha yapıcı iletişim kurmamı sağlıyor” diyecek kadar açık sözlü o yıllarda. Sinema hayatında var ama izleyici durumunda henüz. Okul bitince dünyaya açılıyor bir süre. Yolculuklar başlıyor, önce Batı, sonra Doğu. Hayalinde National Geographic fotoğrafçısı olmak var. Ki o yıllarda bu tür hayal kuran kaç insan vardır bir düşünün. Fakat bu hayal de onu tatmin etmiyor. Askerde aldığı kararla sinema yapmaya karar veriyor. Sinema okumak için Mimar Sinan Üniversitesi’ne kaydını yaptırıyor. Ama iki yıl sonra bırakıyor okulu. İlk kısa filmi “Koza” için kamera arkasına geçtiğinde 34 yaşındadır Ceylan. Hemen Nuri Bilge Ceylan Uzak 2002 hemen yolun yarısına gelmiştir. Ama aradığını bulduğunu hisseder. “Koza”yı çeker ve Cannes Film Festivali’ne gönderir. İşin açıkçası o yıllar için alışık olmadık bir durumdur bu. Film Cannes’e seçilir ve yarışır. Lakin bu genç yönetmenin başarısı bir iki kısa haber olarak kalır gazete sütunlarında. Ama “Kasaba” sonrası artık yeni filmi merakla beklenen bir yönetmendir Ceylan. 90’ların siyasi, toplumsal ve kültürel olarak kaotik ortamında Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Rehan Erdem, Yeşim Ustaoğlu gibi bir yönetmen kuşağının içinde adı anılır. Bu yönetmenlerin Türk Sineması’nın çehresini değiştireceklerine inanç vardır. Ki öyle de olur. Hepsi birbirinden bağımsız olarak Yeni Türk Sineması’nın temellerini atarlar. Ceylan genel olarak yaşadıklarından yola çıkar. “Kasaba”da olduğu gibi “Mayıs Sıkıntısı” ve “Uzak”ta da otobiyografik unsurlar kullanır. Sinemasının kıblesi de çocukluğunda derin derin soluduğu taşradır. “Mayıs Sıkıntısı” Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarıştığında Yeni Türk Sineması’na umut bağlayan bir avuç sinemasever dışında kimse bu başarının farkında değildir. “Uzak”ın Cannes’da Altın Palmiye yarışına katılması ve Jüri Büyük Ödülü alması 2000’lerin başında sinemamızın en büyük başarısıdır. Bu başarı gerektiği gibi takdir edilmez, ama Ceylan herkesin kafasındaki Cannes algısını yavaş yavaş değiştirir, her çektiği filmle ve her aldığı ödülle. Ceylan’ın sinemasının farkında olanlar, onun filmlerini ilgiyle takip edenler entel olmakla itham edilirken, Ceylan ve onun gibi film yapan yönetmenlerse ‘sanat filmi’ çekiyor diye belirli bir alana hapsedilmeye çalışılır. Ama bu tür tepkiler çok sonuç vermez. 90’larda su damlamaya 2000’lerde su yolunu bulmaya başlamıştır. Nuri Bilge Ceylan tarafından yönetilmiş 2014 yapımı Kış Uykusu, 2014 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanmıştır. 2 4 MESA VE YAŞAM “İklimler”le yeniden Cannes’a gider. O güne kadar ağırlıklı olarak yakın çevresini filmlerinde oynatan Ceylan bu filmde bir ilke imza atar ve eşiyle kamera önüne geçer. Festivalden FIPRESCI ödülüyle döner. Ama onun Türkiye’de yıldızını parlatan şey ne filmleri ne de ödülleridir. “Üç Maymun”la Cannes arenasına çıkıp En İyi Yönetmen ödülü aldığında, ödülünü “Benim yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum” deyince Ceylan birden Türkiye’de ‘starlaşır’. Memleketteki kimilerinin gururunu başarılarından ziyade onun bu sözleri okşamıştır. O güne kadar filmlerini izlemeyenler ya da ona karşı ‘sıkıcı film 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 25 Nuri Bilge Ceylan Üç Maymun 2008 Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü “Üç Maymun” isimli filmi ile kazandı. çekiyor’ diyenler ya da başarıları karşısında alkışı esirgeyenler birden Ceylan’ı göklere çıkarır. Lakin Ceylan’ın derdi sinemadır, film yapmaktır. Vakti zamanında örselenmeyi önemsemediği gibi bu birdenbire gelen coşkulu tezahüratları da çok önemsemez. Star rolüne bürünmez ve normal hayatına devam eder. Ama başarıları onun film yapmasını kolaylaştırdığı için mutludur. “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmiyle tekrar Cannes’dadır lakin Altın Palmiye’nin kıyısından döner. Ama yine de Jüri Büyük Ödülü ile döner. Ve yönetmenliğe başladığının 21. yılında “Kış Uykusu” ile Altın Palmiye’yi alır. Yılmaz Güney’den sonra Altın Palmiye’yi Cannes’da eline alan ikinci yönetmendir Ceylan. Dünyayla ayakta alkışlar kendisini. Ama adına haber kanalıyız diyen kanalların muhteşem öngörüsüzlüğü sayesinde bu alkışları gecikmeli duyarız… Yıllar önce fotoğraf için “Kendimle ve kitlelerle daha yapıcı iletişim kurmamı sağlıyor” diyen Ceylan sinema için de “Sinema benim için bir muamma. Filmler, bana kendim hakkında, insanlık hakkında çok şey öğretti” diyecekti. İşin aslı öğrendikçe üretti. Ama kendini sinemaya hapsetmedi. Edebiyatı, resmi, fotoğrafı yani sanatın diğer disiplinlerini ilgiyle takip etti. Yazarlardan Çehov’un her zaman onu zenginleştirdiği söyledi. Kendisiyle ilgili beklentilerle pek ilgilenmedi. “Özgürlüğün ve gerçeğin peşinde olmak, her şeyin üzerinde olmalı. Hatta sanatçı, kendinden beklenenden bile tamamen sıyrılmalı” diyerek açıkladı bunun da sebebini. Başarıları, Cannes macerası, aldığı ödüller işin aslı Ceylan için yapmak istediği sinemadan çok da önemli değiller “Ödüller çok işe yarayabilir ama sinema yapmak benim için ciddi bir iş, bu işin ödül ve şatafatlı tarafını tamamen bir oyun gibi görmek ve fazla anlam yüklememek lazım” demesi de bu yüzden. Başarıya endekslenmiş bir zamanda aslolanın kalıcı eser bırakmak olduğunun farkında. Ki öyle de yapıyor. Filmlerinin eskimediğini, zamanın üzerine taşındığını oturup filmlerini bir kez daha izlerseniz hissedeceksiniz. Nuri Bilge Ceylan’a yıllar önce bir yabancı gazeteci soruyor “Geleceğin sinemacılarına ne tavsiye edersiniz?” diye. Ceylan da “Doğru bildiğin yolda yalnız yürü” cevabını veriyor. Aslında bu öğüt Ceylan’ın sinema kariyerini özetleyen bir cümle. Ceylan kendi doğrularına, sezgilerine güvenerek bildiği yoldan vazgeçmeden yürüdü ve bugünlere geldi. Başarıyı cezalandıran bir coğrafyada bir kazaya kurban gitmemek için belki biraz temkinli yürüdü ama yine de yürüdükçe büyüdü. Kendi sinemasını oluşturdu. Kendi seyircisini yarattı. Onunkisi kalitenin, iyinin vasata karşı zaferiydi bir anlamda. Grasham Yasası bu sefer işlemedi, kötü iyiyi kovamadı. İyi olan filizlendi ve büyüyüp bir ağaç oldu. Şimdi bu ağacın gölgesinde oturmanın keyfini çıkarmayalım mı? n Nuri Bilge Ceylan Kış Uykusu ('Winter Sleep'), 2014 MESA VE YAŞAM 2 5 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 26 ÜZÜM “Üzüm meyvaların buğdayıdır” “Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ? Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi. Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı olduğu gibi…” Refik Halit Karay Gökhan AKÇURA Ü zümün tarihin derinliklerine gelen bir meyva olduğu kesin. Örneğin İsa’dan 3 bin yıl kadar öncesine tarihlenen Mısır hiyerogliflerinde üzüm ve şarap üretimine dair ayrıntılı bilgiler bulunuyor. Kutsal Kitap’da da Nuh’un üzüm bağlarından bahsedilir. Anadolu tarihinde ise Hititlerden bu yana üzümün kutsanmadığı bir uygarlık olmamıştır. Hatta bazı arkeolojik bulgulardan hareket edersek, üzümün vatanının Anadolu olduğu bile söylenebilir. Çünkü bu bulgular İ.Ö. 40003500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Şarap tanrısı Dionysos’un da bu topraklarda yeşermesine şaşmamalı. Osmanlı döneminde üzümün imparatorluğun dört bir yanında sersebil yetiştirildiğinin en büyük tanığı Evliya Çelebi. Seyahatnâmesi’nde Balkanlar’dan Arabistan’a kadar yüzlerce şehirde üretilen üzümlerden söz eder. Adlarını sıralarsak karşımıza çıkacak çeşitlilik gözlerimizi yaşartır: Ağırbinik üzümü, alaca üzüm, aveng üzümü, Cem üzümü, dölderesi üzümü, dürbili üzümü, engür şiresi, Frenk üzümü, füruşka üzümü, Halilülrahman üzümü, ham üzüm, Hanya üzümü, hora üzümü, Hüsami üzümü, keşmekeş üzümü, kıradına 2 6 MESA VE YAŞAM üzümü, Kudsi üzümü, kumla üzümü, kuş üzümü, melikî üzümü, misket üzümü, Namık üzümü, razaki üzümü, sarı ve yeşil ve kırmızı kış üzümü, Semendire üzümü, Sirgi üzümü, siyah üzüm, Şam üzümü, ter gömlek üzümü, Urla’nın çarsû üzümü, tilki kuyruğu üzümü, yaban üzümü, yediveren üzümü, zeynî üzümü. Evliya Çelebi sadece üzümlerin adlarını ve nerede yetiştiklerini söylemekle kalmaz, küçük küçük bilgiler de verir bize. Örneğin Tavşanlı’da “deve yükü üzüm kurusunun getirilip pekmez yapıldığı”nı öğreniriz. Urla’daki asmaları anlatışı ise bir rüya tasviri gibidir: “Çarşının ortasında bir üzüm asması var ki, iki adam ancak kucaklayabilir. Dalları bütün çarşıyı kaplamıştır. Yüzlerce salkım üzümü yol üzerine sarkar. Her bağ sahibi bu asmaya yeni aşı yaparak üzerinde çeşitli üzümler hasıl olmuştur. (…) Piri Beşe’nin 120 yaşındaki pederi ‘ben 120 senedir bu ağacı böyle bilirim, babam da 120 sene yaşamış olup, o da bu ağacı böyle bildiğini söylerdi” dedi. Hoca Ali Rıza’nın çizgileriyle bir üzüm salkımı 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 27 Besim Ömer ‘in[Akalın] üzümün sağlık açısından değerlendirmesini yapan kitabının kapağı (1933) İstanbul Üzümleri İstanbul üzümleriyle ilgili bilgilerimiz ise Bizans dönemine kadar uzanır. Özellikle Adalar’daki manastırların çevresinde üzüm bağları bulunmaktadır. Boğaziçi’nde ise Rumeli yakasında Rumelikavağı’ndan Büyükdere’ye doğru, Anadolu yakasında ise Fenerbahçe’den Pendik’e doğru uzanan bölgede bağlar yer aldığı eski kaynaklar ve gezi notlarında belirtilmektedir. Osmanlı döneminde ise, müslümanlık şarabı yasakladığından üzüm bağları aynı ivme ile gelişmez. Ama yine de kentin dört bir yanında üzüm yetiştirilmektedir. Üzümleriyle ünlü bölgeler Anadolu ve Rumeli yakasındaki Boğaziçi köyleri, Çamlıca, Yakacık, Üsküdar’dan Erenköy, Göztepe, Maltepe’ye uzanan alan, Kadıköy Fenerbahçe arası, Topkapı civarındaki Maltepe, Ayazpaşa’dan Kabataş’a doğru inen sırtlar ve Adalar. Eski bağların ne denli yaygın olduğu günümüze de kalan semt, bölge ve sokak adlarından da anlaşılabilir: Bağlarbaşı, Valdebağı, Papazınbağı, Viranbağ, Dolaybağları ve çeşitli semtlerdeki Bağodaları adını taşıyan sokaklar. Padişaha ait bahçelerde yani Hasbahçelerde de üzüm önemini korur. Evliya Çelebi, Edirne Sarayı’nın bahçelerindeki asmalardan övgüyle söz eder. Haliç Aynalıkavak’taki Tersane Bahçesi’nde de en iyi cins üzümler yetiştirilmektedir. 19. Yüzyıldan kalma bir belgeden de Topkapı Sarayı bahçesinde yetiştirilen meyvelerin erik, çilek, limon ve üzüm olduğunu öğreniriz. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan 1847 tarihli bir elyazmasında ise 59 cins üzümden söz edilir. Bu sayının İmparatorluk düzeyindeki bir çeşitliliğe işaret ettiğini sanıyorum. Zaten kaynaklar, İstanbul’un üzüm ihtiyacının sadece ‘taze üzüm’ olmadığını, bol miktarda kuru üzüm ve pekmezin Anadolu’dan sağlandığına işaret ediyor. 16. Yüzyıla ilişkin bazı belgelerden bu ihtiyacın İzmir, Aydın, Menemen, Gelibolu, Bozcaada, Midilli, İznik gibi değişik bölgelerden sağlandığını öğreniyoruz. Anadolu ve İstanbul Rumlarının dini kökenli bir üzüm bayramı olduğundan söz etmenin de tam zamanı. Ortodoks geleneğine göre her yıl 6 Ağustos’daki Metamorfoseos Yortusu’nda üzümler sembolik olarak takdis edilir ve orada bulunanlara yemeleri için dağıtılır. Günümüzde de (sadece İstanbul’da) devam eden bu çok eski gelenekten önce dini bütün Rumlar üzüm yemezler. İstanbul bağlarının 19. Yüzyılın sonlarına doğru filoksera salgını nedeniyle kuruduğunu ve kentte üzümün uzun süre yetişmediğini Sait Kesler’in 1938 tarihli bir yazısından öğreniyoruz. İstanbullular’ın uzun süre üzümü küfede, çardağı resimde gördüğünü belirten Kesler, durumun değişmeye başladığını okuyucuya müjdeliyor: “Şimdi İstanbul’da bağcılık ve bağ alemleri yeni baştan başladı. Birkaç yıl sonra İstanbullu üzümünü elile koparıp yiyecek. Bana bu satırları yazmak vesilesini veren, Topkapı’da yeni bir bağın, İncirli Bağın açılmış olmasıdır. Elli yıldanberi filokseranın matemini tutan Topkapı’da, şimdi her yıl bir yeni bağ açılıyor ve her yeni bağ bu matem sahası üzerinde bir neşe kaynağı oluyor. Yeni filizlenmeye başlamış her çubuğun yanıbaşında bir genç kızın pembe beyaz eli nazlı nazlı büyüyen salkımı okşuyor.” Topkapı yöresinin bu yeni bağlarını Sait Kesler şöyle sıralıyor: “Sülü’nün bağı, Kavas’ın bağı, Sarraf’ın bağı, Tepe bağı, Litros, Viranbosna bağları, Semerci’nin, Ebe’nin, ACemin, Yorgancı’nın bağları, Barutcubaşı’nın bağı, Hacı Bekir’in bağı.” Anadolu’da üzüm bayramları Şimdi 1930’lu yıllara ışınlanıyor ve sizlere salgın hastalıkların geride bırakıldığı, üzümün Anadolu’da tekrar yaygın ve makbul bir meyva olduğu bir dönemden tanıklıklar getiriyoruz. İlk tanığımız 1936 yılının yazında Yedigün Dergisi için Manisa’ya bir yolculuk yapan Adnan Bilget ve Ziya Nebi ikilisinden. Manisa’nın bağlar bölgesine at sırtında gidiyorlar. İlk izlenimleri şöyle: “Bağlar arasında, renkli basma entarileri içinde bir kat daha güzelleşen, temiz yüzlü köy kızları göze çarpıyor. Ellerindeki sepetleri en olgun salkımlarla dolduruyorlar. Yer yer bütün bağ evlerinin bacasından duman tütüyor. Yollarda ve sergi başlarında büyük bir insan kalabalığı var… Manisa’nın niçin bomboş olduğunu şimdi anlıyoruz… Yollardan ayrılarak, atlarımızı dar patikalara sürüyoruz. Bir müddet gittikten sonra Gediz bütün ihtişamile yine karşımıza çıkıyor. Öteye geçmek için, atlarımızı sulara sürüyoruz. Ayaklarımız ıslanırken, içimiz ürperiyor… Oh… Gediz’in temiz suları arasına karışmak ve uzak denizlere doğru akıp gitmek bile ne büyük bir bahtiyarlık olabilir… İçimiz yanarak bir bağın önünde duruyoruz. Bu sıcakta yaprakların gölgesi arasından buz gibi üzümler sanki gülerek bakıyor.” MESA VE YAŞAM 2 7 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 28 ÜZÜM 2007 yılında yapılan Karaburun Şenlği afişinde üzüm ön plandaydı (Grafiker: Rauf Kösemen) Manisa ilk üzüm bayramını yapacak. Bu bayramın iktisadi bakımdan mevzubahis olabilecek kıymeti, istikbalde kazanacağı değeri; tarihi Mesir bayramından –lehde olmak üzere- çok daha farklı olacaktır.” İznik Üzüm Bayramı broşürünün kapağı Yazarlarımız bağda çalışan kızlardan izin aldıktan sonra (“Üzüm de istenirmiymiş hiç… Bağa girin istediğiniz kadar yeyin..” cevabını alırlar aslında), kütüklerin arasına dalıyor ve üzüm yemeye başlıyorlar. İşin hikâye kısmı bir yana, Gediz bağlarında o yıl mahsulün çok iyi olduğunu, dalların salkımların ağırlığından yıkıldığını öğreniyoruz.” 2 8 MESA VE YAŞAM Bir yıl sonra bu kez Yarımay Dergisi’nin muhabiri Muazzez Günal’la yine Manisa yollarına düşüyoruz. Ama bu kez daha farklı bir olay var: Manisa’da ilk kez Üzüm Bayramı yapılıyor. Sözü Muazzez hanıma bırakıyoruz: “Şen, hareketli bir pazar günü. Halk geniş sokaklardan Halkevi’ne doğru akın yapıyor. Yüksek sesle konuşanlardan bayramın teferruatını öğrenmem mümkün. Birbiriyle konuştukları şeyleri toplayıp hüküm vermek lâzımsa, şöyle demeli: ‘Bu yıl Üzüm bayramı Halkevi’nin geniş salonu ve bahçesinde Vali Lütfü Kırdar’ın konuşmasıyla açılır. Ardından popüler romanların unutulmaz ismi Mükerrem Kamil Su (o sıralar yanılmıyorsam lise öğretmeni), kısa bir konuşma yapar. Sıra üzüm yarışmasına gelmiştir. Yanyana sıralanmış olan birbirinden güzel üzümleri hakem heyeti incelemeye başladı. “Halk, bağcılar, davetliler heyecan içindeydiler. Birden gür bir sesle netice bildirildi: Çobanisa üzümü birinciliği almıştı. Alkışlar arasında armağanını alan bağcı, en yüksek eserini yaratamış bir sanatkâr gururu ile gülümsüyor; elini sıkanlara sevincini dilinin döndüğü kadar söylemeye çalışıyordu.” Yeniden üzümün bol bol yetiştirildiği bu yıllarda üzüme adanmış bayram ve panayırlar da birden çoğalmaya başladığını görüyoruz. 1938 yılında yapılan birinci Kocaeli Üzüm Panayırı, Hereke sahillerini şenlendirir. Cevdet Yakub’un Yarımay Dergisi için yaptığı Kocaeli röportajı şöyle başlıyor: “Üzüm bayramını görmek için, İzmit’de adam kalmadığını söylüyorlar. Körfez bucakları, 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 29 kadar çok ürün alınamasa da, lezzetleri şükür yerli yerinde duruyor. Osmanlı döneminde Karaburun’da yetişen Sultaniye ve Karaburunî üzümleri çok iyi kalitededirler ve Osmanlı Sarayı’na bile yollanmaktadırlar. Eti sıkı, rengi sarı ve çok tatlı olan bu üzümün bir de efsanevi bir öyküsü vardır: Karaburun’un hemen yanı başındaki Saip Köyü’ne, dört yüz yıl kadar önce, İstanbul Sarayı’ndan Topal İbrahim adında biri gelmiş. Elindeki salkımdan köydeki çiftçilere birer çılkım verip anlatmaya başlamış. ‘Manisa Şehzade Sarayı’na İstanbul’dan gelen gelin çeyizleri arasında bu yediğiniz üzümün asmasından iki asma çubuğu çıkmış. Geline sormuşlar, bu çubuklar da ne, diye. Sultan gelin de, Saray sofralarında yediğimiz üzümlerin asmasıdır. Çok sevdiğim için yanımda getirdim. Bunu duyunca pencerenin iki yanına çubukları dikmişler. Zamanla asmalar dal budak salmış, salkımları çardakları doldurmuş. Bu güzel üzüme de Sultan gelinin hatırına Sultaniye demişler. İşte Karaburun’un Sultaniye’si de bu üzümün soyundandır. Karaburun’da Osmanlı döneminde ihraç edilen bir meyve olan üzümün 1927 yılında rekoltesi 1.200.000 kilogram olarak gerçekleşmiş ve kilosu 90-150 kuruştan satılmıştır. Bölge tarihi üzerine yapılmış bir araştırmada bu bilgiler verildikten sonra şöyle devam ediyor: “Karaburun’da, ahaliden bazılarının kesin rakam vermemekle beraber, anlattıklarına göre, bir dönem 50, 60, 70 kuruş civarında sattıkları üzümler, öyle bir zaman gelmiş ki 7 kuruşa kadar düşmüş ve bunun üzerine bazı üreticiler bağlarını sökmüşler. Tarih verilmeden anlatılan bu hadiseler muhtemelen 1929-30’lu yıllarla beraber başlayan iktisadi buhran yılları olmalıdır. Bağlarını söken üreticiler bu arazilere tütün ekmeye başlamışlardır.” Karaburun’da yetişen Enfes üzümü ve yetiştiricisi. Sapanca ovaları, Sakarya sahaları, akın akın Hereke’ye hücum etmiş…Pek şık ve pek zarif ambalajlarla geçit resmi yapan renk renk, cins cins üzümlerin arasındayız. Yanımdaki menevişli kızın neşesine payan yok. Kınalı yapıncaklara bakıyor, salkım salkım çavuşlardan tadıyor, Hacıbakkallara göğüs geçiriyor.” Yapılan yarışmayı ise enfes çavuş üzümleriyle Halim Arcan kazanıyor. Bu tür üzüm bayram ve panayırlarının İkinci Dünya Savaşı yıllarında yapılamadığını ve giderek unutulduğunu biliyoruz. Son yıllarda ise bazı il ve ilçelerimizde bu tür etkinlikler canlandırılmaya çalışılıyor. İznik, Tarsus, Alaşehir, Bozcaada, Mut, İbradı, Ormana, Alanya, Vakıflı, Samandağ gibi yörelerde düzenlenen “Üzüm Bayramları” yapılacak kısa bir araştırmada hemen karşımıza çıkmakta. Karaburun üzümleri Dün de bugün de Anadolu’nun bir çok bölgesi birbirinden değişik lezzette ve özellikte üzümler yetiştirmiş. Ama Ege, özellikle de İzmir, üzümü neredeyse bir amblem düzeyinde kendine maletmiştir. Bu yöre bin yıllardır çekirdeksiz üzümlerinin olağanüstü lezzetiyle öne çıkar. İzmir üzümü dendiğinde ise akla Urla ve Karaburun bölgesi üzümleri gelir. Bu bölgelerin bağlarından bugün eskisi Son sözü Refik Halit Karay’a bırakalım. Üstad yaz meyvelerini ele aldığı bir yazısında önce “üzüm meyvaların buğdayıdır” tanımlamasını yapar. “Bir salkım üzüm manzara, gıda, lezzet itibariyle nedir yarabbi, hiç düşündünüz mü ? Beşeriyet buğday ile üzümü keşfetmeseydi medeniyete giremezdi.” Ardından keyiflenir, konuyu şaha kaldırır: “Üzüm meyvaların şehinşahıdır; arslan hayvanların padişahı olduğu gibi… Sabah serinliğinde, bağı dolaşıp kehribar rengi bir olgun üzüm salkımını buğusu üstünde iken kütürderek yiyebilen bir adam kendini mesut addedebilir. Üzüm yetişmeyen beldeler deniz görmeyen yerler gibidir.” n MESA VE YAŞAM 2 9 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 30 ANKARA’NIN KUŞ CENNETİ Ankara’nın Kuş Cenneti... Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek için ideal sezon Nisan - Temmuz arasıdır. Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi ve Gözlemevi’nden kuşları izlemek kadar karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek, herkes için mutlaka yaşanması gereken unutulmaz bir deneyimdir. Timur ÖZKAN A nkara’dan Beypazarı, Nallıhan yönünde yolculuk yapanları Beypazarı’na yaklaşırken karşılayan ilginç jeolojik oluşumlar, Çayırhan’dan sonra olağanüstü bir görselliğe dönüşür. Hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı, arabasını durdurup seyretmeden geçemeyeceği bu görsellik Kız Tepesi olarak adlandırılan olağanüstü bir coğrafik yapı ile önündeki sulak alanın kusursuz düetidir. Ankara’nın Kuş Cenneti’ne de ev sahipliği yapan bu sulak alan, mevsimine göre mavi veya yeşil bir renge bürünürken Kız Tepesi her mevsim, yeşil, kırmızı kahverengi, sarı renkli katmanlarıyla ve bunların sudaki yansımalarıyla görenleri büyüler. İç Anadolu Bölgesi’nin en önemli yaban hayatı koruma alanlarından biri kabul edilen bu sulak alan Nallıhan’a bağlı 3 0 MESA VE YAŞAM Çayırhan’ın Davutoğlan köyünde, Sakarya’nın kollarından Aladağ Çayı’nın havzasında yer almaktadır. Bazı kaynaklara göre 200 bazılarına göre 425 hektar genişliğindeki alan 1994 yılında koruma altına alınarak “yaban hayatı geliştirme sahası” ilan edilmiştir. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan gelen göçmen kuşların bahar ve güz mevsimlerinde konakladıkları sulak alanın sürekli yaşayan sakinleri de az değildir. Sulak çamur düzlüklerle birlikte ağaçlık, bozkır ve kayalıklardan oluşan jeolojik yapı, farklı kuş türlerinin beslenip barınmasına olanak vermektedir. Sembolü Karaleylek Sembolü karaleylek olan Nallıhan Davutoğlan Kuş Cenneti’nde geçiş yapan, kışlayan veya üreyen 168’den fazla yerli veya göçmen kuş türü belirlenmiştir. Soyu tehlikede bulunan bir tür olan karaleylek Davutoğlan Kuş Cenneti’nde üremektedir. Türkiye’de yaşayan altı balıkçıl türünden beşi burada yaşamakta ve bunların da üçü burada üremektedir. Bir yıl boyunca Davutoğlan Kuş Cenneti’nde; aralarında kara çaylak, akkuyruklu kartal, gökdoğan, kuzgun, kırmızı gagalı ve dar karpasının da bulunduğu on yırtıcı kuş, beş baykuş, 35 su kuşu ve 80 ötücü kuş cinsi görülebilir. 150’si karaleylek olmak üzere Haziran’daki leylek nüfusu 3 bin, kış aylarındaki angıtların sayısı ise 3 bin civarındadır. Yaz ve kış aylarında suyu azalan, ilkbaharda artan havzada, balıkçıl çeşitleri (akbalıkçıl, gece balıkçılı, gri balıkçıl) başta olmak üzere küçük akbaba, bıyıklı doğan, kara çaylak ve gökdoğan kuşları kuluçkaya yatmaktadırlar. 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 31 Hem görsel hem de fauna açısından zengin bir çeşitlilik sunan Nallıhan Kuş Cennet’in varsa tek eksikliği yeterince tanınmaması ve korunmaması olarak özetlenebilir. Ve bu görev öncelikle biz Ankaralılar’a düşmektedir. Yöreye yapacağımız günübirlik (yarım günde gidip dönmek de mümkündür) ve/veya konaklamalı gezilerde, yol kenarından üç beş kare fotoğraf çekmekle yetinmeyerek Gözlemevi’nde birkaç saat geçirmekle ilk adımı atamaz mıyız?. Nallıhan Kuş Cennet’inde kuş gözlemek için ideal sezon Nisan - Temmuz arasıdır. Yol kenarında yeni yapılan iki katlı ziyaretçi ve Gözlemevi’nden kuşları izlemek kadar karşıdaki muhteşem manzarayı seyretmek, herkes için mutlaka yaşanması gereken unutulmaz bir deneyimdir. Gündoğumunda ve günbatımında olağanüstü görsellikler sunan Kız Tepesi ise fotoğrafçılar için adeta bir hazinedir. Ankara’ya 130 km uzaklıktaki Nallıhan Kuş Cenneti’ne Etlik Garajları’ndan saat başı hareket eden Nallıhan otobüsleriyle gidilebilir. İstanbul çıkışı, Sincan, Ayaş, Beypazarı üzerinden özel araçla yolculuk 1,5 - 2 saat sürecektir. Konaklama için Beypazarı veya Nallıhan, yemek için buralara ilaveten Çayırhan tercih edilebilir. Önce Bilinç Farklı iklim koşullarının yaşandığı ve sulak alanlar bakımından oldukça zengin bir ülkede yaşıyoruz. Ayrıca dünyanın önemli göç yollarından ikisi Anadolu üzerinden geçmektedir. Bu özellikleriyle Türkiye nadir ve nesli tehlike altında olan kuş türleri bakımından kıymetli bir coğrafyada yer almaktadır. Buna karşın dünyada olduğu gibi ülkemizde de endüstrileşme tehdidi altında bulunan sulak alanların ve buralardaki doğal yaşamın korunması yönündeki çabalar, 1971’de İran’ın Ramsar kentinde imzalanan uluslararası bir sözleşmeyle resmiyet kazanmıştır. Türkiye’nin ancak 1994’de imzaladığı bu sözleşme ile belirlenen ölçütlere göre; uluslararası öneme sahip 135 sulak alanın bulunduğu ülkemizdeki bu alanlardan şimdilik 14’ü Ramsar Listesi’ne girebilmiştir. (Mart 2013 itibariyle) Öte yandan, bu ve benzeri resmi adımlar yanında asıl gerekli olan toplumsal duyarlılığımızın ve sivil inisiyatifimizin yeterince gelişmediği de bir gerçektir. Böyle bir duyarlılığın ön şartı bilinç ise bilinçlenmenin ön şartı yaban hayatını tanımak olsa gerekir. Yaban hayatını tanımaya, yanı başımızdaki Nallıhan Kuş Cenneti’nden başlamaya ne dersiniz? n MESA VE YAŞAM 3 1 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 32 MESAJANDA MesAjanda 21 tırla Lady Gaga şov 16 EYLÜL İlk kez 16 Eylül’deki konseriyle Türkiyeli izleyiciyle buluşacak olan Lady Gaga, “Lady Gaga’s artRAVE: the ARTPOP Ball” turnesi kapsamında İstanbul’da İTÜ Stadyumu’nda olacak. 21 tırla İstanbul’a gelecek olan sanatçı, performansını 14 dansçı ve 5 grup üyesi ile birlikte sergileyecek. Biletix: 0216 556 98 00 26-28 EYLÜL Uluslararası bir sanat fuarı İstanbul'un yeni çağdaş sanat fuarı ArtInternational ikinci yılında, 26-28 Eylül tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek. Amerika'dan Çin'e, Suudi Arabistan'dan Finlandiya'ya, 24 ülkeden 80 seçkin galeriyi bir araya getirecek fuar, “İnisiyatifler” bölümünde ise Türkiye'nin en yenilikçi ve alternatif sanat kurumlarının en yeni çalışmalarını izleme fırsatı sunacak. ArtInternational ayrıca, Spot tarafından düzenlenecek “Konuşma Programı”, Başak Şenova'nın küratörlüğünde hazırlanan “Video Sanatı” bölümü, sürpriz enstalasyonlar ve performanslardan oluşan programıyla da çağdaş sanat dünyasındaki son gelişmeleri takip etmek açısından önemli. Tel: 0212 311 11 11 Bir Ayrılık Şarkısı: Mübadele 16 EYLÜL Mübadelenin 90. yılında iki yakanın unutulmaz şarkıları, Anadolu ve Rumeli ezgileri, 16 Eylül’de saat 21.00’de İzmir Fuar Açıkhava Tiyatrosu'nda bir araya geliyor. İlk kez İzmir’e konuk olacak Cafe Aman İstanbul konserde; İzmir rembetikoları, Girit ezgileri, TrabzonKaradeniz şarkıları, Selanik-Rumeli ezgilerini özgün dönem dansları eşliğinde sahneye taşıyacak. Biletix: 0216 556 98 00 Cazlı sonbahar ASIM 23 EKİM-2 K Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden Akbank Caz Festivali bu yıl 23 Ekim - 2 Kasım tarihleri arasında İstanbul’u cazın farklı renkleriyle kucaklayacak. 24. kez düzenlenen festivalin öne çıkan isimleri arasında Jamie Cullum, Christian McBride Trio ve Kenny Barron & Dave Holland yer alıyor. Caz, pop ve rock’ı özgün bir yaklaşımla buluşturan Jamie Cullum, 30 Ekim’de saat 20.30’da Zorlu Center’da konser verecek. Kontrbasın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden Grammy ödüllü Christian McBride 24 Ekim’de saat 20.30’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda piyanist Christian Sands ve Grammy ödüllü davul sanatçısı Ulysees Owens Jr ile birlikte caz tutkunlarıyla buluşacak. Dizzy Gillespie ve Miles Davis gibi caz efsaneleri tarafından keşfedilen piyanist Kenny Barron ve kontrbascı Dave Holland ise 31 Ekim’de saat 21.00’de Zorlu Center’da dinleyicileriyle bir araya gelecek. Biletix: 0216 556 98 00 3 2 MESA VE YAŞAM Başka türlü bir trompetçi 24 EKİM Lübnan asıllı Fransız trompetçi İbrahim Maalouf, 24 Ekim'de saat 20.30’da Ankara MEB Şura Salonu'nda olacak. Geleneksel üç sübaplı trompet yerine babası Nassim Maalouf'un 1960'larda icat ettiği dört sübaplı trompeti çalan Maalouf, Sting, Vanessa Paradis, Vincent Delerm gibi pek çok isme albümlerinde eşlik etti. Yazar Amin Maalouf'un da yeğeni olan müzisyen, son albümüyle aynı adı taşıyan "Illusions" projesiyle karşımızda olacak. Biletix: 0216 556 98 00 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 33 UBAT 23 EYLÜL-1 Ş Miró’nun Akdeniz’i SÜ Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Barcelona doğumlu Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró’nun eserlerinden oluşacak kapsamlı sergiye 23 Eylül - 1 Şubat tarihleri arasında ev sahipliği yapacak. “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” adıyla sanatseverlerle buluşacak sergi, Barselona’daki Joan Miró Vakfı, Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miro, Mallorca’daki Pilar ve Joan Miro Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilecek. Akdeniz coğrafyası ve insanına dair gözlemlerinden ilham alan Miro’nun, kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan sergi; resim, baskı, heykel ve seramiklerin bulunduğu zengin bir seçkiyle, sanatçının sembolik dilini anlama olanağı sunacak. SSM Tel: 0212 277 22 00 Kitap fuarında sinema 8-16 KASIM 33. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 8 - 16 Kasım tarihleri arasında Büyükçekmece’deki TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde gerçekleşecek. Bu yıl “Onur Konuğu” olarak Macar dili ve edebiyatını ağırlayacak fuarda Macar edebiyatının güncel ve klasik örneklerine yer verilecek. Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay’ın “Onur Yazarı” olarak belirlendiği fuarda, bu yılın teması ise “Sinemamızın 100 Yılı”. 0212 867 11 00 6 KASIM İstanbul’un ruhu, ayaklan! Coğrafyamızın kültür ve tarihini etkileyici bir dans gösterisiyle sunan “Spirit of Istanbul” 6 Kasım’da ilk kez Zorlu Center PSM Drama Sahnesi’nde izleyiciyle buluşacak. 40 dansçıya 80 kişilik bir orkestranın eşlik ettiği dört gösteriden oluşan “Spirit of Istanbul”, etnik danslarla tüm Anadolu’yu dolaşıp, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, oradan Akdeniz’e ulaşarak üç kıtanın renkli kültürel öğelerinin buluştuğu İstanbul’da sonlanıyor. Biletix: 0216 556 98 00 9 KASIM Sarah Brightman’la iyi müzik 70. yılını kutlayan Yapı Kredi ana sponsorluğunda gerçekleşen “Good Music In Town Konserleri” kapsamında dünyanın en ünlü sopranosu Sarah Brightman 9 Kasım'da İstanbul Ülker Sports Arena'da olacak. Dünyaca ünlü opera baladlarını, klasik müzik eserlerini kendine özgü bir yorumla sanatseverlerle buluşturan İngiliz soprano, aktris, şarkı sözü yazarı ve dansçı Sarah Brightman, “Phantom of the Opera”, “Cats”, “Requiem” ve “Aspects of Life” gibi müzikallerde rol aldı, Barselona Olimpiyat Oyunları’nda da Jose Carreras ile birlikte “Amigos Para Siempre”yi seslendirdi. Konserin başlama saati ise 21.00. Biletix: 0216 556 98 00 Filmekimi hasadı 11-17 EKİM İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 13. kez düzenlenecek Filmekimi’nin İstanbul ayağı 11-17 Ekim tarihlerinde yapılacak. Yeni sinema sezonun habercisi olan etkinlikte prömiyerini Sundance, Cannes, Venedik ve Toronto gibi festivallerde yapan 40’a yakın film bir hafta boyunca İstanbul izleyicisiyle buluşacak. Kült yönetmen David Cronenberg’in, dünya prömiyerini Cannes’da yapan son filmi “Maps to the Stars”, usta İngiliz yönetmen Mike Leigh’in dahi ressam J.M.W. Turner’ın hikâyesini konu alan filmi “Mr. Turner”, sinemanın yaşlanmayan ustası Jean-Luc Godard’ın 39. uzun metrajlı filmi “Goodbye to Language” etkinliğin öne çıkan filmleri arasında. Biletix: 0216 556 98 00 MESA VE YAŞAM 3 3 67.SAYI DOKUMAN:Layout 1 11/09/14 15:23 Page 34 MESAJANDA Adios Buena Vista! 24 EKİM K im derdi ki, hayatımıza Oliver Stone’un çektiği bir filmle girecek ve dünyanın en saklı köşelerinden birinde ‘başka bir hayat’ süren bu Kübalı topluluk uzun yıllar bizi mest edecek! Tüm dünyayı müziğiyle 16 yıldır sarıp sarmalayan Buena Vista Social Club, şimdilerde “Adios” turnesiyle bu renkli yolculuğuna son vermeye başladı bile. 25 Haziran’da Polonya’da veda turnesine başlayan topluluk, 23 Ekim’de Congresium Ankara’da, 24 Ekim’de ise İstanbul Black Box sahnesinde dinleyicilerle buluşacak. Küba’nın başkenti Havana’da, 1940'ların popüler müzik kulüplerinden biriydi Buena Vista Social Club. Amerikalı gitarist Ry Cooder'ın aklına 80’lerde kapanan bu kulübün o dönemlerdeki müzisyenleriyle beraber çalışma fikri gelince, olaylar da hızla gelişmeye başladı. Unutulmuş ve 90'lı yaşlarındaki bu Kübalı müzisyenleri bir araya getiren Cooder’la dünyayı dolaşmaya başladıklarında yıl 1997’ydi. Fakat ne zamanki ünlü Alman yönetmen Wim Wenders tarafından 1998’de Amsterdam’da başlayan performansları ve grup üyeleriyle yapılan söyleşilerle hikâyeleri bir belgesele dönüştürüldü, o zaman cümle aleme sesleri ulaştı. Ulaşmakla kalmadı, Wenders'e grup ile 3 4 MESA VE YAŞAM aynı ismi taşıyan bu film, belgesel film dalında Oscar ve Avrupa Film Ödülleri'nde “En İyi Belgesel” ödülünü de getirdi. Albüm ile filmin birlikte getirdiği başarı ise geleneksel Küba müziğine ve Latin Amerika müziğine olan evrensel ilgiyi arttırdı ve Kübalı birçok müzisyenin albüm çıkarmasına ön ayak oldu. Küba'nın ‘müzikte altın çağı’ olarak nitelendirilen 40'lı ve 50'li yıllardan bugüne geleneksel müziklerini taşıma mutluluğu yakalayan grup üyeleri kimdi peki? Neden bu kadar sevilmişlerdi farklı kuşaklarca bütün bu ‘eski’liklerine rağmen? Compay Segundo, İbrahim Ferrer, Ruben Gonzalez, Cachito Lopez, Manuel Galban, Omara Portuondo, Anga Diaz, Roberto Fonseca… Filmde ruhları her nasılsa genç, yaşları geçkin kadın ve adamlardan kurulu müzisyenlerin hikâyesini izlerken fondaki Küba portresi başlı başına anlatıyordu aslında onların tüm dünyayı nasıl da sarıp sarmaladığını. Basit hayatlarını coşkuyla yaşamaları, müziğin yemek içmek gibi bir gereksinimmiş gibi hayatlarının merkezinde durması, inançları, enerjileri, kendi dünyalarının o tarifsiz fakat sade mutluluğu… Orada huzur, saf aşk, güzel günler, vefalı dostlar vardı. Üstelik yokluğa, yok sayılmaya rağmen dünyanın çoğunluğunca. Önce Compay Segundo gitti, sonra Gonzales, ardından Ferrer… Şimdi dünya onlarsız olsa bile sesleri duyuldu bir kere ve ayrıca aynı yolu yürüdükleri dostları onlar için de elveda diyecek bu konserde. Tromboncu ve grup lideri Jesus Aguaje Ramos yönetimindeki konsere katılacak müzisyenler arasında, 16 yıl önce albüm ve filmde de yer alan eşsiz diva Omara Portuondo, trompetist Guajiro Mirabal ve ud virtüözü Barbarito Torres de olacak. Au Guajira'sından Danzon'una, Le Balero'suna, Le Cha Cha Cha'sına, Buena Vista Social Club Orkestrası, yine geleneksel Küba müziğinin ezgilerini son kez tüm dünyaya canlı olarak duyuracak. Bu veda turnesinde Buena Vista'nın arşivinde olan, henüz yayınlanmamış bazı kayıtların dinleyiciye sunulması da bekleniyor. 2015 sonbaharına kadar sürecek Buena Vista Social Club Orkestrası’nın “elveda turnesi” topluluğun doğduğu Havana'daki konserle sona erecek. Biletix: 0216 556 98 00 KAPAK:Layout 1 11/09/14 15:31 Page 1 Yaşam ve BÜROLAR TÜRKİYE ANKARA Mesa Plaza, Koru Sitesi, Ihlamur Caddesi 2, Çayyolu, 06810 Ankara Tel: (90.312) 291 50 00 (pbx) Faks: (90.312) 240 09 99 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesa.com.tr İSTANBUL İSTANBUL BÖLGE Kuzguncuk Mah. Abdullahağa Cad. Cemil Molla Köşkü No: 23 Kuzguncuk-İstanbul Tel: (90.216) 532 3333-34-38 Faks: (90.216) 532 33 32 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesa.com.tr LİBYA TRİPOLİ Near by gobop Market EL-SAYAHİYE Tel - Faks: (+218)21 484 32 17 E-posta: satakul@mesa.com.tr www.mesa.com.tr SUUDİ ARABİSTAN CIDDE MESA SAUDI ARABIA LLC Arabian Business Center Building Floor 5 Office No.506, WALY AL-AHD Str. Tariq Bin Ziyad Square, P.O.Box 7413 Jeddah 21461 Tel: +966 2 614 30 92 Faks: +966 2 614 30 93 mesasaudiarabia @mesa.com.tr www.mesa.com.tr PARKORAN KONUTLARI SATIŞ OFİSİ Eski TBMM Lojmanları , Oran- Ankara Tel: (90.312) 490 81 81 (pbx) Tel - Faks : (90.312) 490 75 55 E-posta: info@parkoran.com www.parkoran.com MESA KOZA 66 SATIŞ OFİSİ Koza Sok. No: 66 Çankaya, 06105 Ankara Tel: (90.312) 291 50 16 Faks : (90.312) 240 14 36 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesakoza66.com SATIŞ OFİSLERİ ANKARA MERKEZ SATIŞ OFİSİ Mesa Plaza, Koru Sitesi, Ihlamur Caddesi 2, Çayyolu, 06810 Ankara Tel: (90.312) 291 50 00 (pbx) Faks: (90.312) 240 14 36 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesa.com.tr ALMANYA BERLİN ALMES GmbH Quarzweg 89 12349 Berlin-Germany Tel: (49) 30 70 17 87 57 Faks: (49) 30 70 17 87 58 E-posta: fbuz02@yahoo.de www.mesa.com.tr PARK MOZAİK SATIŞ OFİSİ Mesa Plaza, Koru Sitesi, Ihlamur Caddesi 2, Çayyolu, 06810 Ankara Tel: (90.312) 291 50 80 Tel - Faks : (90.312) 240 14 36 E-posta: info@mesa.com.tr İSTANBUL ÇAMLICA’DA MESA SATIŞ OFİSİ Kısıklı Mah.,Bağlar Yolu Cad., Deva Sok.,No:4 Üsküdar-İstanbul Tel: (90.216) 402 11 15 Faks: (90.216) 402 11 16 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesacamlica.com MESA KARTALL SATIŞ OFİSİ Cumhuriyet Mah.Mermer Sok.No:16, Kurfalı Yakacık Yanyol,34876 Kartal-İstanbul Tel: (90.216) 451 93 70-71-72 Faks: (90.216) 451 93 73 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesakartall.com KARTAL SAHİLL SATIŞ OFİSİ Cumhuriyet Mah.Mermer Sok.No:14, Kurfalı Yakacık Yanyol,34876 Kartal-İstanbul Tel: (90.216) 451 93 70-71-72 Faks: (90.216) 451 93 73 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesakartalsahil.com TEMA İSTANBUL SATIŞ OFİSİ Atakent Özel Proje Alanındaki Doğa ve Eğlence Parkı TEM Otoyolu Güney Yan Yol Üzeri 842 Ada Atakent-Halkalı-İstanbul Tel: (90.212) 970 00 00 Faks: (90.212) 970 00 01 www.temaistanbul.com RUSYA MOSKOVA MESA LTD / MOSCOW Sadovnicheskaya ul. 35-37/2, 115035 Moskova- RUSYA FEDERASYONU (THE RUSSIAN FEDERATION) Tel: +7 (495) 937 48 60 Faks: +7 (495) 937 49 17 E-posta: mesa-ltd@mail.ru www.mesa.com.tr PAPİRUS PLAZA SATIŞ OFİSİ Merkez Mah. Ayazma Yolu Cad. No: 37 Kağıthane-İstanbul Tel: (90.212) 294 9999-05-06 Faks: (90.212) 294 99 91 E-posta: info@papirusplaza.com www.papirusplaza.com MESA-NUROL BAHÇEŞEHİR EVLERİ SATIŞ OFİSİ Gölet Mevkii, Bahçeşehir-İstanbul Tel: (90.212) 669 06 00 Faks: (90.212) 669 06 10 www.mesa-nurol.com KAZAKİSTAN ALMATY MESCO INTERNATIONAL CONSTRUCTION LLC 050004 Kazakhstan Almaty City Medeu Kazybek-Bi Str.No:22 Office:211-KAZAKİSTAN (KAZAKHSTAN) Tel: (+7) 352 72 27 Faks: (+7) 266 90 02 İZMİR MESA URLA EVLERİ SATIŞ OFİSİ Mesa Urla Evleri, Kekliktepe PK.37-İzmir Tel: (90.232) 761 02 01-02 Faks: (90.232) 761 02 03 E-posta: info@mesa.com.tr www.mesaurlaevleri.com KAZAKİSTAN ALMATY MESA - CASPIAN LLC 050056 Kazakhstan Almaty City Turksibski Syunbaya Str.No:211 Office:3/2 KAZAKİSTAN (KAZAKHSTAN) Tel: (+7-27) 279 56 40 Faks: (+7-27) 232 73 39 www.mesa.com.tr
© Copyright 2024 Paperzz