Influences of Western Geography on the Historical Development of

BEŞERİ COĞRAFYA DERGİSİ, 1 (1), 51-66, 2013
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya
Okullarının Etkisi: Ampirik Bir Analiz
Influences of Western Geography on the Historical Development of Modern Turkish
Geography: An Empirical Analysis
Erdem BEKAROĞLU, Nuri YAVAN
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, Ankara
erdem.bekaroglu@ankara.edu.tr, nuri.yavan@ankara.edu.tr
Özet: Bu çalışmanın amacı, Türk coğrafyasının tarihsel gelişiminde etkisi altında kaldığı Batılı coğrafya okullarını
belirlemek ve disiplinin evrimindeki belirli tarihsel dönemleri ayırt etmektir. Bu doğrultuda, Türk Coğrafyasının tarihsel
gelişiminin örneklenebileceği akademik dergilerde yayımlanan makalelerin kaynakçalarında yer alan eserler ait
oldukları dillere göre sınıflandırılarak analiz edilmiştir. Referans analizine dayalı olan bu çalışmanın bulguları, Türk
Coğrafyasının ilk akademik dergisinin hayata geçtiği 1943 yılından günümüze (2010) birbirinden farklı Batılı coğrafya
okullarının etkisi altında kaldığını ve bu okulların bilim yapma pratiğini benimsediğini göstermektedir. Türk Coğrafyası
1943’ten 1980 yılına dek Kıta Avrupası’nda yer alan (temel olarak Fransız ve Alman) coğrafya okullarının etkisi altında
kalmıştır. 1980 yılından 2000 yılına dek geçen 20 yıllık periyotta ise, büyük ölçüde içine kapanan disiplin kendine has
bir bilim yapma pratiği geliştirmiştir. Türk Coğrafyası, 2000’li yılların başından itibaren Anglo-Amerikan coğrafya
geleneğinin etkisi altına girerek hem disiplini hem de dünyadaki ana akım coğrafyayı yeniden keşfetme sürecine girmiş
görünmektedir. Kendine has problemleri olmakla birlikte bu periyod, Türk Coğrafyasının yeniden yapılanacağı ve
kendisini uluslararası standartlara göre yeniden üreteceği bir umut olarak öne çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Türk Coğrafyası, Coğrafi Düşünce, Coğrafya tarihi, Batılı coğrafya okulları, Referans analizi,
Türkiye
Abstract: The aim of this study is to determine the dominant influences of Western schools of geography on Turkish
geography and to distinguish main historical periods throughout the development of the discipline in Turkey. In this
respect, we made a comprehensive reference analysis of papers published by Turkish geographers in the main local
geography journals for the period of 1940s to 2010. Here, references cited by Turkish geographers have been
classified according to written languages of original sources (Turkish, English, German, French and others). This type
of study suggests that Turkish geography developed under the strong influences of geography schools in continental
Europe (especially French and German) for the period of 1943 to 1980. Data show that there is a sharp break in this
tradition in early 1980s in that Turkish geography suddenly stops following up any mainstream geography schools
outside but instead becomes self-enclosed until 2000s. Influences of Anglo-American geography tradition on the
discipline have begun to be dominant since early 2000s and from this time onwards, Turkish geography apparently in
the period of new hopes in that the discipline tries to re-discover and re-establish itself by considering contemporary
geography practices mainly in the Anglo-American geography.
Keywords: Turkish geography, Geographic thought, History of geography, Western schools of geography, Reference
analysis, Turkey
1. Giriş
Erinç (1973:27), Türk Coğrafyasının tarihsel gelişimini ele alan yazısında, disiplinin 1942-1973 yılları
arasındaki “yükseliş” dönemini şu şekilde tasvir etmektedir:
“Takriben 30 yılı kapsayan bu dönemin başlıca özellikleri, Türk coğrafyasında her bakımdan kendini gösteren ilerleme,
gelişme ve yükseliştir. (…) [Bu dönemde] Türk Coğrafyası milletlerarası düzeye, hatta bazı bakımlardan bu düzeyin de
üstüne çıkmıştır. Nitekim bu durum 1960’larda Avrupa Konseyi’nin Avrupa üniversitelerinde coğrafya öğretimi ile ilgili
olarak yaptırdığı mukayeseli bir incelemede de açıkça ifade edilmiş ve hatta Türk üniversitelerindeki coğrafya öğretim
ve araştırma sistemi, bütün Avrupa üniversiteleri için ideal bir örnek olarak nitelenmiştir.” Erinç (1973:27).
Bu durumun yaklaşık 40 yıl içinde dramatik bir biçimde nasıl değiştiği, bu sefer bir
coğrafyacının, Pérouse’un (2012) Türk Coğrafyasının durumunu değerlendirdiği kısa yazısının
alt başlıklarına bakılarak bile anlaşılabilmektedir: “Daralmaya devam eden bir araştırma
“Uluslararası araştırmalara düşük katılım”, “Fiziki coğrafyanın egemenliği ve sosyal bilimlere
söylem çekingenliği”, “Hala çoğunlukla başkaları tarafından yapılan bir coğrafya”.
Fransız
sadece
alanı”,
yönelik
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
Peki, ne oldu? Esasında bu iki alıntı, basit olarak bir yorum farkına değil, Türk coğrafyasının tarihsel
gelişiminde ortaya çıkan ve birikimli olarak günümüze dek gelen ciddi yapısal sorunların varlığına işaret
etmektedir. Nitekim, disiplinin güncel durumu sadece Pérouse tarafından değil, özellikle 2000’li yılların
başından beri bir dizi Türk coğrafyacısı tarafından da eleştirel bir bakışla sorgulanmaktadır. Bu
çalışmaların bir kısmı coğrafya eğitimindeki açmazlar (Koçman, 1999; Kayan, 2000), bir kısmı da
coğrafyadaki teorik yetersizlikler (Kaya, 2005; Yavan, 2005; Kaya, 2010; Tuysuz ve Yavan, 2012),
tematik eksiklikler (Arı ve Köse, 2005), yurtdışı yayın performansındaki düşük düzey (Yavan, 2005) ve
lisansüstü eğitimdeki sorunlar (Yavan, 2012) üzerinde durmaktadır.
Türk coğrafyasının bugün sahip olduğu derin yapısal problemlerin ilk işaretleri, “yükseliş” döneminin en
önemli mimarlarından olan Erinç (1973, 1997) tarafından çok açık bir şekilde dile getirilmiş olmasına
rağmen, disiplinin kurumsal olarak kendini yenilemeye yönelik girişimleri, niceliksel büyümeye karşın,
ihmal edilebilecek düzeyde kalmıştır. Hatta akademik bir disiplin olarak coğrafyanın Türkiye’deki
tarihsel gelişimi üzerine günümüze dek yazılmış yazılar çoğunlukla Erinç’e (1973) bir dipnot
niteliğindedir. Yaklaşık olarak 100 yıllık bir kurumsal kimliğe sahip Türk coğrafyasının kendi tarihsel
evrimi ve problemleri üzerine herhangi bir doktora çalışmasının şu ana kadar yapılmamış olması da
oldukça manidardır. Kuşkusuz, bu durum, kurumsal problemleri olan Türk Coğrafyasının kendisini
anlamaya yönelik problemlerinin de olduğuna işaret etmektedir.
Türk coğrafyasındaki bu iki temel problem, yani disiplinin tarihsel gelişiminde ortaya çıkan ve birikimli
olarak günümüze dek gelen yapısal-kurumsal sorunları ile disiplinin Türkiye’deki tarihsel gelişiminin
uygun bir anlayışının elde edilmesi yönünde önemli eksikliklerin bulunması, Türk coğrafyacılarının
üzerinde titizlikle durmaları gereken iki ana konuyu oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, disiplinin kendisini anlamaya yönelik bir girişimi olarak, Türk
coğrafyasının tarihsel gelişiminde etkisi altında kaldığı Batılı coğrafya okullarını belirlemek ve disiplinin
evrimindeki belirli tarihsel dönemleri ayırt etmektir. Bu türlü bir çaba, sadece bilim tarihi açısından
değil, aynı zamanda Türk coğrafyasının tarihsel evriminin doğru bir analizinin yapılıp potansiyel
problemlerinin belirlenebilmesi bakımından da oldukça önemlidir.
Türk coğrafyasının tarihsel gelişimi boyunca etkisi altında kaldığı geleneklerin ne olduğu hemen hemen
bütünüyle ölçülebilen bir niteliktir. Bunun en işlevsel göstergelerinden biri, hiç kuşkusuz,
coğrafyacıların hem bizzat kullandıkları yabancı dil hem de bilimsel çalışmalarında kullandıkları
literatürün dilidir. Bu bağlamda, Türk coğrafyasının nabzını tuttuğunu düşündüğümüz ve disiplinin bilim
yapma pratiğini tarihsel olarak yansıtabilecek kendi akademik dergilerinde (Türk Coğrafya Dergisi,
Ankara Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü-Bölümü dergileri ve İstanbul Üniversitesi Coğrafya EnstitüsüBölümü dergileri) yayınlanmış 1200’ün üzerindeki makalenin kaynakçasında yer alan 20,000’den fazla
eser ait olduğu dile göre sınıflandırılarak analiz edilmiştir. Referans analizine dayalı bu tip bir ampirik
metodun tercih edilmesindeki en önemli motivasyon, disiplinin Türkiye’deki gelişiminde etkili olan Batılı
coğrafya okullarının tanımlanması, takip edilen geleneklerin belirlenmesi ve de bu bağlamda ortaya
çıkan tarihsel dönemlerin ayırt edilebilmesini mümkün kılabilecek bir nesnel çerçevenin belirlenmesi
gerekliliğidir. Bu tip bir çerçevenin, kendisi üzerine düşünen ve kendisini anlamaya çalışan bir Türk
coğrafyası için uygun bir zemin sağlaması söz konusudur.
Nitekim, bu çalışmayla elde edilen sonuçlar, Türkiye’deki coğrafyanın kuruluşundan günümüze belirli
Batılı coğrafya okullarının geleneklerini izleyip izlemediği, bunların hangileri olduğu, geleneklerdeki ve
bilim yapma pratiğindeki değişimlerin zamanlaması, disiplinin ne ölçüde dışa açık ve ilerlemeci olduğu
sorularına ikna edici yanıtlar vermektedir. Bu bakımdan, Türk coğrafyası kuruluşundan 1980’lere dek
Kıta Avrupası’ndaki okulların, 2000’li yılların başından günümüze dek ise Anglo-Amerikan coğrafya
okullarının etkisi altında kalmıştır. Bu iki Batılı okul geleneğini aralayan 1980-2000’ler arasındaki
dönemde ise, Türk coğrafyası dünyadan büyük bir kopuşla kendi kabuğuna çekilerek içe dönmüştür.
Bu doğrultuda, diğerlerinin yanı sıra, Türk coğrafyasının önde gelen problemlerinin ana kaynağı, hem
teorik hem de pratik olarak Anglo-Amerikan coğrafya geleneğiyle olan (yaklaşık yarım yüzyıllık) geç
tanışıklığıdır.
2. Teorik Çerçeve: Kıta Avrupası (Alman ve Fransız) ve Anglo-Amerikan Coğrafya Geleneği
Oldukça eski bir bilim geleneğine sahip olan coğrafyanın modern döneminin başlangıcı 19. yüzyılın son
çeyreğine dek uzanır. Bu dönemde, coğrafya, bir üniversite disiplini olarak dönemin önde gelen
ülkelerinde teşkilatlanmaya başlamıştır. Coğrafya, bir üniversite disiplini olarak ilk önce, 1874’te
52
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
Almanya’da, kısa bir süre sonra da İngiliz ve Amerikan üniversitelerinde kurumsallaşmış ve disiplindeki
temel gelişmeler büyük oranda bu tarihten sonra, 20. yüzyılda yaşanmıştır. Coğrafyadaki modern
dönemden önceki periyod klasik coğrafya olarak bilinir. Klasik dönemde coğrafya, çoğunlukla
amatörler ve başka bilim alanında eğitim görmüş kişiler tarafından pratik edilen bir entelektüel ilgi
alanıyken, disiplinin üniversitelerde kurumsallaşmasıyla coğrafya artık profesyonel coğrafyacılar
tarafından pratik edilen bir bilim haline gelmiştir. Coğrafyadaki modern dönem, yaklaşık olarak üç
çeyrek asır sürmüş ve II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle disiplinde yaşanan nicel devrimle, yani 1950’lerde
son bulmuştur. 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze dek olan dönem ise, coğrafyanın çağdaş
dönemidir. Yarım yüzyıldan biraz daha uzun bir geçmişe sahip olan çağdaş coğrafyayı modern
coğrafyadan ayıran en önemli özellik, disiplinin 1950’lerden itibaren gelişiminde kendisini gösteren
gelenek ve yaklaşımların, eşit olmayan derecelerde olsa da, halen kullanılıyor olmasıdır. Bu bakımdan,
modern coğrafya dönemindeki gelenek ve yaklaşımlar ya terk edilmiş ya da çağdaş versiyonlarına
dönüşmüştür. Dolayısıyla, bir bilim olarak coğrafya, başlangıcından günümüze temel olarak 3 döneme
ayrılır (Johnston, 1983): Klasik coğrafya (M.Ö. 500 – 1875), Modern coğrafya (1875-1950), Çağdaş
coğrafya (1950-günümüz).
Bu çalışmada ele alındığı şekliyle Kıta Avrupası geleneği, çok büyük bir ölçüde Alman ve Fransız
coğrafya okullarından türeyen, disiplinin modern dönemini domine eden bir bilim yapma pratiğine
tekabül etmektedir. Elbette, bu, söz konusu dönemde coğrafyanın sadece Kıta Avrupası’nda yapıldığı
anlamına değil; modern dönemdeki coğrafya pratiğinin ister Kıta Avrupası’nda, ister Ada Avrupası’nda,
isterse de Yeni Dünya’da olsun, büyük ölçüde Kıta Avrupası’ndaki hakim coğrafya okullarından çıkan
pratik doğrultusunda yapıldığı anlamına gelmektedir. Bu nedenle, Kıta Avrupası geleneğinin tabiatını ve
coğrafya üzerindeki hakim etkisini anlayabilmek için disiplinin 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk
yarısı arasındaki modern döneminin tarihselliğine odaklanmak gerekmektedir.
Disiplinin modern dönemi temel olarak 3 yaklaşımla karakterize olmaktadır. Bunlardan birincisi geziaraştırma yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, coğrafyanın klasik döneminden modern dönemine transfer olmuş
olan bir yaklaşımdır ve büyük ölçüde 19. yüzyıl coğrafya pratiğini yansıtmaktadır. Gezi-araştırma
yaklaşımının hakim olduğu coğrafya pratiğinin en temel özelliği, Yer’in bilinmeyen kısımlarına ait
bilgilerin toplanması ve sınıflandırılmasıdır. Bu pratik, 19. yüzyılın ikinci yarısında kurumsallaşan
coğrafya toplulukları tarafından desteklenmiş ve ayrıca finanse edilmiştir (Unwin, 1992). 20. yüzyılın
başında zayıflamaya başlayan bu yaklaşım yakından incelendiğinde, yaklaşımın gözlemleri önceleyen
teorik bir bakış açısından yoksun olduğu, empirik bir metodolojiye sahip olduğu ve de ansiklopedik bilgi
toplama ile kolonyal genişleme eğilimleriyle karakterize olduğu ortaya çıkmaktadır.
Modern coğrafyaya damgasını vuran ikinci yaklaşım çevresel determinizm ile olanakçılıktır
(possibilism). Bu iki yaklaşım, coğrafi düşüncedeki temel bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Çünkü,
ilk defa bu yaklaşımlarla, fiziksel-sosyal olgu ve olaylar teorik bir bakış açısıyla açıklanmaya çalışılmıştır.
Bu teorik bakış açısının kilit noktası fiziksel ortamın belirleyiciliğidir. Birbirinden farklı fiziksel ortamların
yeryüzündeki varlığına yine birbirinden farklı insan yaşayışının eşlik etmesi, çevresel determinizm
yaklaşımında, insan yaşayışının fiziksel ortamın (iklim, yeryüzü şekilleri, bitki örtüsü vb.) kontrolünde
ve belirleyiciliğinde gerçekleştiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu yaklaşımın modern coğrafyaki
hakimiyetinde Darwin’in evrim teorisinin oldukça önemli bir etkisi vardır (Stoddart, 1986). Çevresel
determinizme bir tepki olarak ortaya çıkan olanakçılıkta ise, insan, fiziksel ortama pasif bir şekilde tepki
veren bir unsur değil, seçim yapabilen aktif bir aktör olarak görülür. Fransız tarihçi Lucien Febvre’in
düşüncelerinden esinlenen Fransız coğrafyacıların öne sürdükleri olanakçı açıklama modeli, fiziksel
ortamın sınırlayıcı etkisi altında insanın kendi sosyo-kültürel pozisyonuna en iyi uyan alternatifi
seçebildiğini önermektedir (Dickinson, 1969).
Modern coğrafyayı karakterize eden üçüncü ve son yaklaşım ise bölgeselciliktir. 20. yüzyılın ilk yarısına
kadar çok güçlü bir biçimde coğrafyayı etkileyen ve hatta onu yönlendiren bir yaklaşım olan
bölgeselcilik ya da bölgesel coğrafya yaklaşımı, coğrafyadaki genelleştirmenin ikinci şeklidir.
Coğrafyadaki ilk teorik çerçeve olan çevresel determinizm, bölgeselci yaklaşımın içerisinde de yer
bulmuştur; ancak, çevresel determinizm nomotetik bir anlayışa dayanırken, bölgeselcilik idiografik bir
anlayışa dayanmaktadır. Bu yüzden, bölgeselci anlayışın çevresel belirlenimciliği yerele ilişkin olayların
ilişkiselliğinde kendisini göstermektedir. Empirik bir metodolojiye dayanan bu yaklaşımda, belirli
fenomenlerin yeryüzündeki dağılışının üst üste bindiği/çakıştığı ve böylelikle de bu çakışma alanlarının
(bölgelerin) belirli, ayırt edici, kendine has bir karakter oluşturduğu düşünülmektedir. Bu nedenle,
bölgeselci yaklaşıma sahip coğrafya, fiziksel ve sosyal olgu-olayların alansal olarak farklılaşmasını tespit
53
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
eden; mekanı bölgelere ayıran ve her bölgenin karakteristiğine ilişkin idiografik bilgi üreten bir bilim
olarak kendisini konumlandırmış; hatta bu özelliğinin, kendisini diğer tüm bilimlerden ayırt edici
kıldığını iddia etmiştir (Hartshorne, 1939). Dolayısıyla, bölgeselci yaklaşımın temel amacı, bölgelerin
sınırlarını çizmek ve her bölgeyi karakterize eden fiziksel ve sosyal fenomenleri birbirine entegre
ederek bir senteze ulaşmaktır. Bölgeselci yaklaşım, bu türlü bir senteze ulaşmak için yerele ilişkin çok
detay bilgilerin varlığına gereksinim duyduğundan, coğrafya disiplini, bu yaklaşımın hakim olduğu
zamanlarda iki ana kısımdan oluşuyordu: Sistematik ve bölgesel. Burada, sistematik coğrafya, belirli bir
konunun mekansal olarak incelenmesi olarak tanımlanabilir. Modern coğrafya eğilimlerinde
uzmanlaşmayla örtüşen sistematik coğrafya çalışmaları, nihai sentez için bölgesel coğrafyaya gerekli
bilgiyi sağlayan bir fonksiyona sahipti.
Dolayısıyla, genel olarak Kıta Avrupası’ndaki Fransız ve Alman okullarının hakimiyeti altında Yeni-Kantçı
bir çizgide gelişen modern dönemdeki coğrafi yaklaşımlar ve coğrafi pratik iki boyutlu bir yapıya
sahiptir: Bunlardan birincisi dikey boyuttur ve tam karşılığını bölgeselcilikte bulmaktadır. Burada, belirli
bir mekan parçası üzerinde, söz konusu mekanda hüküm süren fiziksel ve sosyal olgu-olayların
entegrasyonuna, ilişkiselliğine ilişkin bir inceleme söz konusudur. İkincisi ise, yatay boyuttur ve tam
karşılığını sistematik ya da tematik (konusal) uzmanlaşma alanlarında (jeomorfoloji, nüfus coğrafyası
vb.) bulmaktadır. Burada da, yeryüzünün belirli fenomenleri mekansal olarak incelenir. Yani, dikey
boyutta aynı mekandaki farklı fenomenler arasındaki bağlantı; yatay boyutta ise, aynı fenomenlerin
farklı mekanlardaki ilişkiselliği öne çıkmaktadır (Johnston, 1986).
Alman ve Fransızların coğrafya yaklaşımı bazı bakımdan farklılıklar içermesine rağmen, birçok
bakımdan bu iki yaklaşım benzeşmektedir. Kıta Avrupası geleneği olarak adlandırılan bu geleneğin en
önemli özelliklerinden biri, çok uzun süre bölgesel coğrafya yaklaşımını coğrafyanın özü olarak kabul
etmiş ve uygulamış olmasıdır. Gerçekten de bölgesel coğrafya yaklaşımı, 20. yüzyılda Batı
coğrafyasında en uzun süren hakim yaklaşım olmuştur. Birçok ülkede oldukça etkili olmuş olan bu
yaklaşım en büyük etkisini esas olarak Fransa ve Almanya’da göstermiştir. Nitekim Fransa’da Vidal,
Almanya’da da Hettner tarafından güçlü biçimde savunulan bölgeselcilik yaklaşımı, hem Fransa’da hem
de Almanya’da coğrafyanın esası olarak kabul edilmiş ve disiplini domine etmiştir. Özellikle Fransız
bölgesel coğrafya ekolü, bilimsel yöntem ve yaklaşım bakımından ünlü monografik etütleri ile dünyada
çok uzun süre ana coğrafi düşünme biçimi ve uygulama modeli olarak kalmıştır. Gerçekten de Fransız
bölgesel monoğrafya modeli (Almanya’daki adıyla Landerkunde yani sınırları belli bir alanın tasvir
edilme sanatı), tüm dünyada coğrafyacılar için bir model oluşturmuş ve geniş bir şekilde coğrafya
pratiği olarak uygulanmıştır. Bu yaklaşıma göre her bölge farklı ve özel karaktere sahipti ve her bölge
kendi içerisinde “biricik”ti. Belirli bir yerdeki fiziki ve beşeri olguları üst üste binen bir tabaka şeklinde
tasvir edip senteze erişen bölgesel monografya/etüt çalışmaları, Fransa’da Vidal, Almanya’da Hettner
ve Amerika’da da Hartshorne’un çalışmaları tarafından güçlü biçimde savunulmuştur. Bölgesel
yaklaşım, 1950’li yıllara kadar ABD’de de, 1960’lara kadar İngiltere’de, 1970’lere kadar Almanya’da ve
1980’lere kadar da Fransa’da hakim araştırma programı olmuştur.
Çalışmada ele alındığı şekliyle Anglo-Amerikan coğrafya geleneği ise, her ne kadar ABD, İngiltere,
Kanada, Avustralya, İrlanda ve Yeni Zelanda gibi ülkeleri kapsasa da, esas olarak İngiltere, özellikle de
ABD’de tarafından oluşturulmuştur. Bu gelenek, disiplinin çağdaş dönemini domine eden bir bilim
yapma pratiğine tekabül etmektedir. Anglo-Amerikan geleneği ortak dil, kültür ve tarihsel miras
birlikteliği şeklinde gelişen, temelde İngiliz ve Amerikan coğrafya pratiğiyle karakterize edilen bir
gelenektir. Anglo-Amerikan coğrafya geleneği, başlangıçta sadece ana dili İngilizce olan AngloAmerikan ülkelerinde gelişirken, bilhassa İngilizcenin Lingua Franca olmasından sonra tüm dünyaya
yayılmış ve hakimiyet kazanmıştır. Bu nedenle, Anglo-Amerikan geleneğinin tabiatını ve coğrafya
üzerindeki hakim etkisini anlayabilmek için disiplinin 20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze dek
uzanan çağdaş döneminin tarihselliğine odaklanmak gerekmektedir.
Çağdaş coğrafya periyodunun başlangıcı olarak alınan II. Dünya Savaşı sonrasında coğrafya disiplini
bir dönüşüm geçirmiştir. Bu dönüşümün başlangıcı her ne kadar Schaefer’ın (1953) idiografik coğrafya
anlayışını eleştirdiği makalesiyle sembolleşse de, coğrafyanın pozitivist araştırma programı etkisinde
nomotetik bir bilim haline gelişi aslolarak 1960’lı yıllarda tekamül etmiştir (Bird, 1993). Bu dönemde,
diğer disiplinlerden teorik modeller (fiziksel modeller, ekonomik teoriler vb.) ve yöntemler
(matematiksel modeller, istatistiksel metodlar vb.) coğrafyaya ithal edilerek mekansal süreçlerin
incelenmesinde kullanılmıştır (Barnes, 2004). Böylelikle pozitivist bir karakter kazanan coğrafya pratiği,
temel olarak, 1970’li yıllarda küresel ölçekte yaşanan toplumsal değişim (yoksulluk, insan hakları,
54
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
çevresel problemler, cinsiyet ve ırklar arası eşitlik arayışı, savaş vb.) nedeniyle sosyo-mekansal
süreçleri açıklama bakımından itiraz ve eleştirilere uğramıştır. Tarihsel olarak değerlendirildiğinde, bu
eleştiriler coğrafya disiplinin çok-yaklaşımlı (ya da “paradigmalı”) bir tabiata sahip olmasının miladını
oluşturmaktadır. Nitekim, 1970’ler itibariyle coğrafyaya insan-merkezli (sosyal-psikoloji kökenli
davranışsal coğrafya ve varoluşçuluk-fenomenoloji kaynaklı hümanist coğrafya) ve yapısalcı (Marksist
ve feminist) yaklaşımlar nüfuz etmeye başlamıştır (Hubbard vd., 2002). Bu nedenle, pozitivist
coğrafyayı sonralayan çağdaş coğrafya pratikleri post-pozitivist coğrafya yaklaşımları olarak ele
alınmaktadır. Çağdaş coğrafyayı karakterize eden coğrafya pratikleri temel olarak Anglo-Amerikan
coğrafya okullarından doğmuş ve gelişmiştir. Bu bakımdan, modern coğrafyayı domine eden Kıta
Avrupası hakimiyeti, çağdaş dönemde yerini Anglo-Amerikan geleneğine bırakmıştır. Bu, çağdaş
coğrafyanın en öne çıkan özelliklerinden biridir. Dönemin öne çıkan ikinci önemli özelliği, çağdaş
coğrafyanın çok-yaklaşımlı bir pratik haline gelmesidir. Yani, disiplinin sosyo-mekansal süreçlere
yönelimi birbirinden oldukça farklı teorik çerçevelere ve bunlara ilişkin metodolojik uzantılara sahiptir.
Üçüncü önemli özellik ise, çağdaş coğrafya döneminde, tarihsel olarak ikili (dual) bir yapıda olan
coğrafyanın fiziki coğrafya ve beşeri coğrafya ayaklarının birbiriyle neredeyse temasını kesmesi; fiziki
coğrafyanın disiplinde yaşanan nicel devrimle birlikte doğa bilimlerine yaklaşması, beşeri coğrafyanın
ise sosyal bilimlere entegre olmasıdır.
Alman ve Fransız coğrafya gelenekleri 1950’lere kadar tüm dünyaya fikir ihraç eden konumda iken,
1950 sonrası tümüyle fikir ithal eden hale gelmişlerdir (Martin ve James, 1993). Hatta modern döneme
damgasını vuran bu iki ülke ve coğrafi geleneği, kantitatif devrim sonrası kendilerini dünyadan izole
etmiş ve Anglo-Amerikan coğrafyası karşısında mevzisini tamamen kaybetmiştir. Böylece bu ülkedeki
coğrafyacılar kendi ifadeleri ile uzun süren bir “yalnızlık” içine girmişlerdir. Gerçekten de Alman
coğrafyası, 1950 sonrası yeni bir yaklaşım ve yöntem geliştirmek şöyle dursun, değişen “paradigma”
ve perspektifler bakımından Anglo-Amerikan coğrafyasını 10 yıl gecikmeli olarak izlemeye başlamıştır.
Örneğin, pozitivist mekânsal bilim yaklaşımı 1950 ve 1960’larda ABD ve İngiltere’de hızla
benimsenmesine rağmen, aynı dönemde Alman coğrafyasında halen klasik yaklaşımlar olan peyzaj
coğrafyası (Landschaftskunde) ve bölgesel coğrafya (Länderkunde) çok önemli bir yer tutmaktaydı
(Wardenga, 2006; Hess, 2009). Nitekim Alman coğrafya geleneğindeki esas değişim, 1970’lerde
peyzaj ve bölgesel coğrafya ile uğraşmanın artık bilimsel görülmemesi ve şiddetle reddedilmesi ile
ortaya çıkmıştır. Böylece 1970’lerde pozitivist coğrafyaya kapı aralayan Alman coğrafyası, 1980’lerde
de radikal, feminist ve postyapısalcı yaklaşımlara kucak açarak “çok-paradigmalı” hale gelmiştir.
Günümüz Alman coğrafyası çok paradigmalı, çoğulcu bir yapı göstermektedir. Öte yandan Fransız
coğrafyasında Anglo-Amerikan etkisi Almanlara göre çok sınırlı kalmıştır. Fransız coğrafyası, gerek
Fransızların genel yaklaşımı, gerekse Fransız bilim insanları arasındaki anti-Amerikan anlayıştan dolayı
çok yakın yıllara kadar Amerikan orijinli yaklaşımlara mesafeli, uzak ve hatta reddedici bir şekilde
yaklaşmıştır (Claval, 2004). Nitekim Fransız coğrafyası pozitivist yeni coğrafyanın teorik ve metodolojik
açılımına ilgi göstermeyerek kantitatif devrime ne katılmış, ne de ondan fayda sağlamıştır (Benko ve
Strohmayer, 1993). Tıpkı Almanya gibi Fransa’da da 1970’lerin ortalarına kadar disiplin tipik bir
biçimde kırsal yaşam ve bölgesel peyzajın tasvirini içeren geleneksel bölgesel coğrafya yaklaşımına
sahipti ki, bu durum ve o günün diğer toplumsal şartları Fransız coğrafyasının derin bir krize girmesine
yol açmıştır (Claval, 1984). 1980 sonrası yeni bir arayış ve yeniden yapılan içine giren Fransız
coğrafyası günümüzde daha coğulçu bir yapı sergilemekle birlikte, halen güçlü geleneksel bağlarından
tamamen kopamamış ve uluslararası arenada da herhangi bir varlık gösterememektedir. Sonuç olarak,
Alman ve Fransız coğrafya geleneğini ve bu geleneğin uzun süre etkisinde kalan ülkelerde coğrafya,
halen güçlü bir biçimde fiziki ve beşeri geleneği bir arada tutmakta veya ara-kesitte (çevre gibi) bir
yerde durmaktadır. Gerçekten de bu ülkelerde coğrafya Anglo-Amerikan ve Kuzey Avrupa ülkeleri
(Hollanda ve İskandinav ülkeleri) gibi çok uzmanlaşmış değildir; bunun yerine genellikle fiziki ve beşeri
coğrafyayı birleştiren çalışmalar yaygındır. Bu geleneği takip eden ülkelerin ortak özelliği aynı zamanda
uluslararası yayınlara ve çalışmalara katılımın görece daha sınırlı olması ve nitelik sorunu
göstermesidir.
3. Veri ve Yöntem
Bu çalışmada, Türkiye’deki coğrafya disiplinin tarihsel gelişiminde etkili olan Batılı coğrafya okullarını,
bu doğrultuda takip edilen gelenekleri ve bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan tarihsel dönemleri
belirlemek için Türk coğrafyacılarının 1943 yılından itibaren çıkardıkları akademik coğrafya dergilerine
odaklanılmıştır. Çalışmada, modern Türk Coğrafyasının bilim yapma pratiğini tarihsel olarak
55
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
yansıtabilecek akademik dergilerde yayımlanan tüm makalelerin kaynakçalarındaki eserler ait oldukları
dillere göre (Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca ve diğer) sınıflandırılarak analiz edilmiştir.
Bu türlü bir metodolojik yaklaşımın gerekçesi niteliğinde olan temel varsayım şudur: Bir araştırmacının
yayınlarında kullandığı (yerli-yabancı) literatür, o araştırmacının farkında olarak ya da olmayarak takip
ettiği bilim yapma pratiğinin (teori, metod, uygulama vb.) bir göstergesidir. Araştırmacının, örneğin,
çalışmalarında ağırlıklı olarak Fransızca literatüre yer vermesi, onun büyük oranda Fransız coğrafya
anlayışını ve bilim yapma pratiğini kullandığı anlamına gelmektedir. Bu bakış açısı bir tarihsel dönem
boyunca uygulandığındaysa, disiplin içerisinde etkinlik gösteren araştırmacıların coğrafya yapma
anlayışlarında ve bilim yapma pratiklerinde meydana gelen farklılıkları ve değişimleri izlemek mümkün
olabilmektedir. Bu bağlamda, çalışmada, bir araştırmacının çalışmalarında ağırlıklı olarak Fransız
ve/veya Alman kaynaklara yer vermesi, söz konusu araştırmacının Kıta Avrupası’ndaki coğrafya
okullarının etkisi altında kaldığının; İngilizce kaynaklara yer vermesi ise, Anglo-Amerikan coğrafya
geleneğinin etkisi altında kaldığının bir göstergesi olarak ele alınmıştır. Bu tip bir metodolojinin sahip
olduğu avantajlar:
(1) Akademik bir disiplin olarak Türk coğrafyasının kurumsal olarak tesis oluşundan günümüze dek
geçen süreçte, disiplinin hangi Batılı coğrafya okullarından etkilenerek bu okulların bilim yapma
pratiğini benimsediğinin ve bu etkilerdeki tarihsel değişimlerin kantitatif olarak ortaya konabilmesi,
(2) Türk coğrafyasının, disipline dönemsel olarak liderlik eden Batılı coğrafya okullarını ne ölçüde takip
ettiğinin izlenebilmesi,
(3) Coğrafyacıların çalışmalarında yabancı dilde yazılmış eserleri ne oranda kullandıklarının
belirlenmesiyle, Türk coğrafyasının ne ölçüde dışa açık olduğunun açığa çıkarılabilmesi,
(4) Buraya kadar ele alınan üç faktörün toplu olarak değerlendirilmesiyle disiplinin tarihsel evriminde
belirli dönemlerin ayırt edilebilmesini mümkün kılacak bir çerçevenin ortaya konulabilmesi,
(5) Son olarak, metodolojinin ampirik doğası sayesinde, disiplinin kendi tarihsel gelişimini
anlayabilmesine yönelik olabildiğince nesnel bir çerçeveyi çizebilmesidir.
Araştırmanın evrenini, Türk coğrafyacılarının 1943 yılından 2010 yılına kadar yayınladıkları akademik
çalışmalar oluşturmaktadır. Bu çalışmada, araştırma evreninde yer alan, belirli kesintiler ve isim
değişiklikleri olmakla birlikte tarihsel olarak devamlılık gösteren akademik coğrafya dergileri
araştırmanın örneklemi olarak seçilmiştir (Şekil 1). Bunlar Türk Coğrafya Dergisi, Ankara Üniversitesi
Coğrafya Enstitüsü-Bölümü dergileri (Coğrafya Araştırmaları Dergisi, Türkiye Coğrafyası Dergisi,
Coğrafi Bilimler Dergisi) ile İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü-Bölümü dergileridir (Coğrafya
Enstitüsü Dergisi, Coğrafya Dergisi). Araştırmanın örneklemini oluşturan bu dergiler, tarihsel olarak
devamlılık sergilemelerinin yanı sıra, Türkiye’nin en köklü coğrafya okulları tarafından çıkarılmaları
bakımından da Türk coğrafyasındaki tarihsel değişimlerin izlenebileceği uygun bir veri setini
sunmaktadır. Bu nedenle, araştırma evreninde olmalarına ve değerli çalışmalar yayımlamış olmalarına
rağmen tarihsel bir veri sağlayamayan nispeten yeni coğrafya dergileri (Ege Coğrafya Dergisi, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Coğrafya Araştırmaları, Doğu Coğrafya Dergisi ile Marmara
Coğrafya Dergisi) araştırmanın örnekleminin dışında bırakılmıştır. Diğer yandan, fiziki coğrafya ağırlıklı
yayınlara yer veren Jeomorfoloji Dergisi ile Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Bülteni de,
oluşturulan veri setini saptırmamaları açısından örnekleme dahil edilmemiştir (Şekil 1).
Yayın periyodu 1943-2010 yılları arasındaki 68 yıllık bir süreyi kapsayan araştırma örnekleminde yer
alan dergilerin bu süre içerisinde yayınlanmadığı yıllar vardır (Şekil 1). Bunlardan, disiplinin ilk
akademik meslek dergisi olma özelliğini taşıyan ve 1943 yılında çıkmaya başlayan TCD, 2010 yılı dahil
olmak üzere toplamda 33 yıl etkinlik göstermiştir. 1951-1980 yılları arasında etkinlik gösteren İ.Ü. CED
17 yıl, 1985 yılında çıkarılmaya başlanan ve yayın hayatına halen devam eden İ.Ü. CD ise 18 yıllık bir
yayın süresine sahiptir. 1966-1996 yılları arasında etkinlik gösteren A.Ü. CAD toplamda sadece 10 yıl,
1992-2001 yılları arasında basılan A.Ü. TCD 8 yıl, 2003 yılından bu yana çıkmakta olan A.Ü. CBD ise
günümüze dek kesintisiz olarak yayınlanmıştır. Belirtmek gerekir ki, bazı dergiler, bazı yıllara ait
yayınlanmayan sayıları daha sonra yayınladıkları sayılarla birleştirmişlerdir. Örneğin, İ.Ü. CED dergisi,
1977 yılında, 1974-1977 yıllarını kapsayan 20-21. sayıyı çıkarmıştır. Bu çalışmada yayın süreleri için
dergilerin basım yılı esas alınmıştır. Yukarıdaki örnekten hareket edilecek olursa, 1974-1977 sayısı,
basım yılı olan 1977 olarak kabul edilmiştir. Bu bakımdan, araştırma örneklemindeki dergilerin yayın
süresi 1943-2010 yılları arasındaki 68 yılı kapsamasına rağmen, söz konusu dergilerin yayınlandıkları
yıllar göz önüne alındığında bu süre 52 yılı bulmaktadır.
56
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
Şekil 1. Türk coğrafyasının başlangıçtan (1943) günümüze (2010) çıkardığı akademik coğrafya dergileri. Kısaltmalar: TCD, Türk
Coğrafya Dergisi; A.Ü-CAD, Ankara Üniversitesi Coğrafya Araştırmaları Dergisi; A.Ü-TCD, Ankara Üniversitesi Türkiye Coğrafyası
Dergisi; A.Ü-CBD, Ankara Üniversitesi Coğrafi Bilimler Dergisi; İ.Ü-CED, İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi; İ.Ü-CD,
İstanbul Üniversitesi Coğrafya Dergisi; ECD, Ege Coğrafya Dergisi; CA, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Coğrafya
Araştırmaları; DCD, Doğu Coğrafya Dergisi; MCD, Marmara Coğrafya Dergisi; JD, Jeomorfoloji Dergisi. Bu çalışmada, araştırma
evreninde yer alan, belirli kesintiler ve isim değişiklikleri olmakla birlikte tarihsel olarak devamlılık gösteren (mavi renkle
işaretlenen) akademik coğrafya dergileri araştırmanın örneklemi olarak seçilmiştir. Sağ taraftaki oklar, yayın hayatına devam
eden dergileri göstermektedir.
Veri ile ilgili olarak diğer bir özellik, TCD dışındaki dergilerin tarihsel süreç boyunca çeşitli nedenlerle
isim değişikliklerine uğramasıdır. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü/Bölümü’nün yayın faaliyeti
olan İ.Ü. CED 1980 yılında yayın faaliyetini noktalarken, aynı bölüm yayın faaliyetine 1985’ten itibaren
İ.Ü. CD ile devam etmektedir. Benzer bir durum Ankara Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü/Bölümü
dergileri için de söz konusudur (Şekil 1). Çeşitli isim değişiklikleri olmakla birlikte, söz konusu dergiler
aynı kurumlar tarafından çıkarıldıkları için yeni ve farklı dergiler olarak değerlendirilmemiştir.
Diğer yandan, bu çalışmada analiz edilen bir parametre olarak, araştırma örneklemindeki dergilerde
yayınlanan makalelerin belirli yıllarda makale özetleri bulunmamaktadır. Bu nedenle analizler, makale
özetleri açısından, sadece yazılan özetler dikkate alınarak yapılmıştır. Atıf analizleri bakımından ise, az
sayıda olmakla birlikte, yabancı dilden yapılan çevirilerde kullanılmış olan atıflar ve de nekroloji
niteliğindeki yazılarda konu edilen kişiye ait “eserler listesi” atıf analizlerinde değerlendirilmemiştir.
Bu çalışmada, araştırma örneklemindeki dergilerde yayınlamış makalelerin özetleri ile makalelerin
kaynakçalarındaki eserler ait olduğu dillere göre sınıflandırılıp istatistiksel olarak (tanımlayıcı) analiz
edilmiştir. Bu bakımdan, çalışmada uygulanan metodolojiye yönelik olarak bazı eleştiriler getirilebilir.
Temelde, çalışmanın sınırlılıklarına işaret edecek olan bu muhtemel eleştiriler ve ifade ettikleri
potansiyel problemler (aşağıda, tırnak içine alınarak belirtilmiştir) şu şekilde ele alınabilir:
“Coğrafyacıların akademik araştırmalarının çıktısı niteliğindeki diğer yayın çeşitlerinin (kitap, tez, bildiri,
rapor vb.) örneklenmemesi çalışmanın kapsamı açısından bir problemdir”. Bu durum, kuşkusuz,
araştırma örnekleminin güçlü bir temsil yeteneğinin olmasıyla telafi edilebilecek bir eksikliktir. Bununla
birlikte, örneğin, araştırma makalelerinde yoğun olarak Kıta Avrupası’ndaki coğrafya okullarının bilim
yapma pratiğini yansıtan bir araştırmacının, yaptığı diğer yayınlarda (kitap, tez, bildiri, rapor vb.)
yoğun olarak Anglo-Amerikan coğrafya geleneğinin bilim yapma pratiğini yansıtması beklenen bir
durum da değildir.
“Araştırmacının yaptığı çalışmanın belirli bir Batılı coğrafya okulunun literatürüne ağırlık verecek bir
temaya sahip olmasından dolayı, bu durumun veriyi saptırması olasılığı bulunmaktadır. Örneğin, AngloAmerikan coğrafya geleneğinin etkisinde olup yoğunlukla İngilizce yayınları kullanan bir araştırmacının,
20. yüzyılın ilk yarısında coğrafyada mekan algısı üzerine yazacağı bir incelemede yoğun olarak
Almanca eserleri kullanması mümkündür. Ayrıca, araştırmacının, yeterli düzeyde bilmediği ve bu
57
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
yüzden okumadığı bir dilde yayımlanmış çalışmalara, bunların okuduğu yabancı literatürde de ilgi
görmesi nedeniyle, kendi çalışmalarında atıf yapması ve bunun neticesinde yine veriyi saptırması
olasılığı da vardır”. Yapılan çalışma 68 yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Bu sürenin içerisinde,
örneklemdeki dergilerin yayın hayatı 52 yıl gibi nispeten uzun bir süreye sahiptir. Bu nedenle, veriyi
saptırabilecek söz konusu bozucu etkiler verinin içinde kaybolmaktadır. Dolayısıyla, bu olası faktörlerin
ihmal edilebilecek boyutlarda olduğu söylenebilir.
“Çalışmada uygulanan metodoloji araştırma sorusuna tam olarak yanıt verememektedir. Çünkü,
disiplinin tarihsel gelişiminde etkisi altında kaldığı geleneklerin ve kendi bilim yapma pratiğinin daha
farklı metodlarla, özellikle nitel olarak da (içerik analizi, kişisel deneyimler, tarihi tanıklıklar vb.) analiz
edilmesi gereklidir. Bu, önemli bir sınırlayıcı faktördür ve araştırmayı derinleştirebilecek olan nitel
çalışmaların da yapılması gerekliliğini göstermektedir”. Ancak, buna rağmen, bu çalışmada uygulanan
ampirik metodun sağladığı avantajlar küçümsenecek ölçüde de değildir. Disiplinin tarihsel evriminin
ana hatları, etkilendiği gelenekler, eğilimleri, performansı, dışa açıklığı vb. konuların birer parametre
olarak kantitatif analizi, nitel çalışmaların üzerine oturabileceği çerçeveyi sağlaması bakımından
oldukça önemlidir. Bu nedenle, ampirik analizlerin, disiplinin kendi üzerine düşünebilmesi için gerekli
olan çerçeveyi ortaya koyma yeteneği göz ardı edilemez.
“Bilimsel çalışmalardaki referans-atıf örüntüsünün kaotik bir yapıda olması, elde edilen sonuçların
geçerliliğini bozmaktadır. Örneğin, Alman coğrafya geleneğini takip eden bir araştırmacı AngloAmerikan bilim pratiğini benimsemiş bir Türk coğrafyacının yayınlarını kullanabilir (ve bu durumun
çeşitlemeleri) ya da çalışmalarında sadece Türkçe literatürü kullanan bir araştırmacı, yoğun olarak
belirli Batılı coğrafya okullarının etkisinde kalmış Türk araştırmacıların yayınlarına kendi çalışmalarında
yer verebilir. Ayrıca, bu durumlar yıllar arası bir geçişkenliğe de sahiptir. Bu durumda, halen bir
gelenekten bahsetmek mümkündür; ancak net ayrımlar yapılamaz, ilişki girifttir”. Kuşkusuz, bu durum,
bu çalışmanın metodolojisi açısından önemli bir dezavantajdır. Ne var ki, sözü edilen girift ilişki pratik
olarak ölçülebilir bir nitelik değildir. Bu nedenle, bu çalışmada benimsenen metodla elde edilen
sonuçlar belirli hata paylarına sahiptir ve hata payları referans-atıf örüntüsünün bir bakıma kaotik
yapısından ileri gelmektedir.
4. Bulgular
Bu bölümde, 1943-2010 yılları arasında araştırma örnekleminde yer alan dergilerde yayınlanan
makalelerin analizi dört ana parametre göz önünde bulundurularak yapılmaktadır: (1) Yabancı dilde
yazılmış kaynaklara yapılan atıflar, (2) Makalelerin yabancı dilde yazılmış özetleri, (3) Türkçe ve
yabancı dildeki kaynaklara yapılan atıflar, (4) Makale başına düşen Türkçe ve yabancı dilde yazılmış
kaynakların oranı.
(1) Yabancı dilde yazılmış kaynaklara yapılan atıflar. Araştırma örnekleminde yer alan
akademik coğrafya dergilerinde 1943-2010 yılları arasında yayınlanmış makalelerin kaynakçalarında
yer alan yabancı dildeki eserlerin % 99.6’sı üç dilde yazılmıştır: İngilizce, Almanca ve Fransızca.
Coğrafyacıların 1943 yılından 2010 yılına dek yayınladıkları makalelerde kullandıkları yabancı dildeki
eserlerin yazıldıkları dillere göre (İngilizce, Almanca ve Fransızca) dağılımı Şekil 2a’da gösterilmektedir.
Buna göre, coğrafyacıların 1943 yılından 2010 yılına dek yayınladıkları makalelerde kullandıkları
yabancı dilde yazılmış eserlerin ağırlığı homojen değildir. Bu bakımdan, tüm periyod göz önüne
alındığında birbirinden farklı iki ana dönem ayırt etmek mümkündür:
1943-1980 arasını kapsayan birinci dönemde, coğrafyacılar ağırlıklı olarak Fransız ve Alman
kaynaklarını kullanmışlardır. Öyle ki, bu periyotta, Almanca ve Fransızca kaynaklara yapılan atıfların
oranı sadece yabancı kaynaklar göz önüne alındığında % 64.3’ü bulmaktadır. Buna karşın İngilizce
kaynaklara yapılan başvuru çok daha az olup, oranı, yine sadece yabancı kaynaklar göz önüne
alındığında % 33.9’dur. Nitekim, yabancı kaynaklara ait atıf verileri normalleştirildiğinde, 1943-1980
aralığında Almanca ve Fransızca kaynakların çoğunlukla pozitif, İngilizce kaynaklarının ise neredeyse
tümüyle negatif değerler gösterdiği net olarak görülebilmektedir (Şekil 3b-d).
1981-2010 aralığını kapsayan ikinci dönemde ise, coğrafyacıların kullandığı yabancı kaynakların oranı
hem niceliksel hem de niteliksel olarak değişmiştir. Bu dönemde toplam atıf içerisinde yabancı
kaynaklara başvuru oranı (% 23.3) ilk dönemle karşılaştırıldığında (% 45.4) hemen hemen yarı yarıya
azaldığı gibi (Tablo 1), kullanılan yabancı kaynakların içerisinde İngilizce yazılmış olanların ağırlığı
olağanüstü bir şekilde artış göstermiştir. Nitekim, 1980 sonrasında Alman ve Fransız kaynaklarının
58
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
kullanımı sadece yabancı kaynaklar göz önüne alındığında % 10.9, İngilizce kaynakların kullanımı ise
% 88’dir. Gerçekten, bu döneme ait normalleştirilmiş atıf verileri göz önüne alındığında, İngilizce
kaynakların 1990’lardan itibaren neredeyse kesintisiz olarak pozitif değerler gösterdiği, Almanca ve
Fransızca kaynaklarınsa, bir önceki dönemin tersine, negatif değerler sergilediği ortaya çıkmaktadır
(Şekil 3b-d).
Şekil 2. (a) Bu çalışmada incelenen dergilerde yayınlanan makalelerin kaynakçalarında yer alan yabancı dilde yazılmış eserlerin
yıllara göre toplam sayıları. (b) Bu çalışmada incelenen dergilerde yayınlanan makalelerin yabancı dilde yazılmış özetlerinin
toplam sayıları. (c) Bu çalışmada incelenen dergilerde yayınlanan makalelerin kaynakçalarında yer alan yerli ve yabancı dilde
yazılmış eserlerin toplam sayısı. (d) Bu çalışmada incelenen dergilerde yayınlanan çalışmalardaki makale başına düşen Türkçe ve
yabancı dilde yazılmış esere atıf sayıları. Kısaltmalar: İng, İngilizce; Alm: Almanca; Fra, Fransızca; Tür, Türkçe.
Şekil 3. Araştırma örnekleminde yer alan coğrafya dergilerinde yayınlanan makalelerin kaynakçalarındaki atıfların ait oldukları
dillere göre z-skoruyla normalleştirilmiş diyagramları (z = (χ – μ) / σ). Burada z, z-skoru; χ, z-skoru hesaplanmak istenen
değer; μ, veri serisinin ortalaması; σ, veri serisinin standart sapmasıdır. (a) Türkçe atıfların z-skoru, (b) İngilizce atıfların zskoru, (c) Almanca atıfların z-skoru, (d) Fransızca atıfların z-skoru. Kısaltmalar: İng, İngilizce; Alm: Almanca; Fra, Fransızca;
Tür, Türkçe.
59
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
(2) Makalelerin yabancı dilde yazılmış özetleri. Türk coğrafyacılarının 1943-2010 yılları arasında
çalışmalarında yer verdikleri yabancı kaynakların yukarıda detayları verilen söz konusu örüntüsü
rastlantısal değildir. Coğrafyacılar bu atıfları büyük oranda okudukları ve aynı zamanda yazdıkları
dillerdeki kaynaklara yapmışlardır. Bu durum, coğrafyacıların incelenen periyod içerisinde yayınladıkları
makalelerinin yabancı dilde yazılmış özetleri incelendiğinde ortaya çıkmaktadır (Şekil 2b; Tablo 1).
1943-1980 yılında yayınlanan makalelerin özetleri incelendiğinde, bunların % 60.5’inin Fransızca (%
53.2) ve Almanca (%7.2) yazıldığı görülmektedir. Bu dönemde İngilizce yazılan özetlerin oranı sadece
% 39.4’tür.
İkinci periyotta, yani 1981-2010 arasında yayınlanan makalelerin yabancı dilde yazılmış özetlerindeki
ağırlıksa yine dramatik bir biçimde değişmiş; İngilizce özetlerin oranı % 96.4’e varmıştır. Bu dönemde,
Almanca ve Fransızca kaynakların kullanımının azalmasına paralel olarak, bu dillerde yazılan özetlerin
oranı da (% 3.5) oldukça düşmüştür. Kullanılan yabancı kaynakların ağırlıkları ve zaman içerisindeki
değişim örüntüsü ile (bir bakıma yabancı dil kullanımının güvenlik göstergesi olan) yabancı dilde
yazılan özetlerdeki ağırlığın ve zaman içerisindeki değişim örüntüsünün örtüşmesi gerçekten dikkat
çekicidir.
Şekil 4. Araştırma örnekleminde yer alan coğrafya dergilerinde yayınlanan makale başına düşen atıf sayılarının ait oldukları
dillere göre z-skoruyla normalleştirilmiş diyagramları (z = (χ – μ) / σ). Burada z, z-skoru; χ, z-skoru hesaplanmak istenen
değer; μ, veri serisinin ortalaması; σ, veri serisinin standart sapmasıdır. (a) Makale başına düşen Türkçe atıfların z-skoru, (b)
Makale başına düşen İngilizce atıfların z-skoru, (c) Makale başına düşen Almanca atıfların z-skoru, (d) Makale başına düşen
Fransızca atıfların z-skoru. Kısaltmalar: İng, İngilizce; Alm: Almanca; Fra, Fransızca; Tür, Türkçe.
(3) Türkçe ve yabancı dildeki kaynaklara yapılan atıflar. Türk Coğrafyacılarının araştırma
örnekleminde bulunan dergilerde yayınladıkları çalışmalarda kullandıkları yerli ve yabancı kaynaklar
birlikte değerlendirildiğinde temel olarak üç farklı dönem ortaya çıkmaktadır (Şekil 2c-d): 1943-1980
yıllarını kapsayan birinci dönemde, kullanılan Türkçe kaynakların oranı % 54.6, yabancı kaynakların
oranı ise % 45.4’tür (Tablo 1). Yani, bu dönemde coğrafyacıların kullandığı 4 kaynaktan yaklaşık 2’si
yabancı dilde yazılmış eserlerden oluşmaktadır. Bu dönemde, yabancı kaynaklar içerisinde Almanca (%
15.1) ve Fransızca (%14.1) yazılmış eserlerin kullanımı ağırlıktadır.
1981-2002 aralığını kapsayan ikinci dönemde ise, yayınlanan makalelerde kullanılan Türkçe yazılmış
kaynakların oranı % 83.9’a yükselirken yabancı dilde yazılmış kaynaklarının oranı % 16.1’e düşmüştür
(Tablo 1). Nitekim, Türkçe kaynaklara ait normalleştirilmiş atıf verileri, 1990’lı yıllardan 2000’li yılların
başına dek giderek artan oranlada pozitif değerler göstermektedir (Şekil 3a). Söz konusu periyotta
coğrafyacıların çalışmalarında kullandıkları 4 kaynaktan sadece 0.7’si yabancı dilde yazılmıştır. Bununla
birlikte, Türkçe ve yabancı dilde yazılmış kaynakların oranı söz konusu dönem içerisinde belirli
ölçülerde de değişmiştir. Bu bakımdan, örneğin, 1981-1991 aralığında yayınlanan makalelerde
kullanılan yabancı dilde yazılmış eserin oranı % 28.9 iken, bu oran 1992-2002 yılları arasında % 15’e
kadar gerilemiştir (Tablo 1).
60
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
2003-2010 aralığını kapsayan üçüncü dönemde ise, kullanılan Türkçe kaynakların oranı bir önceki
döneme göre gerileyerek % 67’ye düşerken, yabancı kaynakların oranı % 33’e yükselmiştir. Ayrıca,
yine bu döneme ait normalleştirilmiş atıf verileri, Almanca ve Fransızca kaynaklara yapılan atıfların
kesintisiz olarak negatif değerler sergilediğini; buna karşın, İngilizce kaynaklara yapılan atıfların ise en
yüksek pozitif değerlerine eriştiğini göstermektedir (Şekil 3b-d).
(4) Makale başına düşen Türkçe ve yabancı dilde yazılmış kaynakların oranı. 1943-2010
yılları arasında örneklemde yer alan dergilerde yayınlanan makalelerin kaynakçaları esas alındığında,
coğrafyacıların makale başına kullandıkları atıf sayısı 16.45’tir. Bunun 11.7’si Türkçe kaynaklardan,
4.75’i ise yabancı dilde yazılmış kaynaklardan oluşmaktadır (Tablo 2). Tüm inceleme periyodu boyunca
makale başına düşen Türkçe ve yabancı dilde yazılmış eserlere yapılan atıflara ilişkin veriler
normalleştirildiğinde, makale başına düşen yabancı dilde yazılmış kaynaklara atıflar, 1943-1980 yılları
arasında Almanca ve Fransızca kaynaklar için çoğunlukla pozitif, İngilizce kaynaklar içinse hemen
hemen tümüyle negatif değerler göstermektedir (Şekil 4b-d). Buna karşın, 1981-2010 yılları arasında
makale başına düşen yabancı dildeki atıflar Almanca ve Fransızca kaynaklar için kesintisiz olarak
negatif değerdedir. İngilizce kaynaklara ilişkin normalleştirilmiş atıf verileri ise, 2003 yılından itibaren
pozitif değerler sergilemeye başlamıştır (Şekil 4b).
Dolayısıyla, makale başına düşen kaynak kullanımı da, bundan önce ele alınan parametrelerdeki
dönemselliğe tam olarak uymaktadır. Bu dönemselliğe ilişkin mutlak sayılar değerlendirildiğinde,
makale başına düşen atıfların ortalaması 1943-1980 periyodunda 10.4 olup, Türkçe (5.7) ve yabancı
dilde (4.7) yazılmış eserlere yapılan atıfların oranı birbirine çok yakındır (Tablo 2). 1981-2010 yılları
arasında ise, makale başına düşen atıfların ortalaması 20.4’e çıkarken, bunun yaklaşık 3/4’ünü Türkçe
kaynaklar oluşturmaktadır. Bu dönem içerisinde, 1981-2002 yılları arasında makale başına düşen atıf
oranları dramatik bir biçimde düşmüştür ve coğrafyacıların bu dönemde kullandıkları yabancı dildeki
eserler makale başına 3 atıfın altına inmiştir. Buna paralel olarak, yararlanılan Türkçe kaynakların
oranı, bu dönemde önemli ölçüde artmıştır (Şekil 2d; Tablo 2; Şekil 4a). Diğer yandan, makale başına
düşen atıf sayılarının örüntüsü 2003 yılından itibaren önemli ölçüde değişmiştir. Bu dönemdeki
yayınlarda makale başına düşen atıfların ortalaması 27.2’ye yükselirken, bunun 1/3’ünü İngilizce
kaynaklar oluşturmaktadır.
5. Tartışma
Türk coğrafyacılarının yayın pratiklerinin örneklemdeki dergiler özelinde incelenmesi, akademik bir
disiplin olarak coğrafyanın başlangıcından günümüze dek birbirinden farklı Batılı coğrafya okullarının
etkisi altında kaldığını ortaya koymaktadır. Bu bakımdan, üç ana dönem ayırt etmek mümkündür. Bu
çalışmada analiz edilen tüm göstergeler, Türk coğrafyacılarının, disiplinin akademik platformda tesis
oluşundan yaklaşık olarak 1980 yılına dek ağırlıklı olarak Fransızca ve Almanca kaynakları kullandığını,
bu dönemde esas olarak Kıta Avrupası’ndaki coğrafya okullarının bilim yapma pratiğini benimsediğini
göstermektedir. 1980’li yıllardan 2000’li yılların başına kadar ise, Türk coğrafyası belirli bir Batılı okul
geleneğini takip etmekten uzak kalmış, bunun yerine kendine has bir bilim yapma pratiği geliştirmiştir.
2000’li yılların başından günümüze dek geçen sürede ise, giderek artan oranda İngilizce kaynakları
kullanan Türk coğrafyacıları, bu periyotta Anglo-Amerikan coğrafya geleneğinin etkisi altına girmiştir.
Kuşkusuz, akademik bir disiplin olarak Türk coğrafyasının tarihsel gelişiminde disipline dönemsel olarak
yön vermiş ve coğrafyacıların bilim yapma pratiklerini belirli oranlarda belirlemiş olan bu farklı Batılı
coğrafya okullarının disiplin üzerindeki etkilerinin arka planında, coğrafya disiplini merkeze alındığında,
bazı içsel ve dışsal faktörler bulunmaktadır.
(1) Kıta Avrupası geleneği etkisindeki dönem (< 1943-1980): 20. yüzyılın ikinci yarısına dek
Dünya egemenliğini elinde bulunduran güçlerin Avrupa’da yer alması, Osmanlı İmparatorluğu ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin batılılaşma çabalarının kaynağını büyük oranda Kıta Avrupası’nda yer alan
devletlerden (özellikle Fransa ve Almanya’dan) alması; İkinci Dünya Savaşı’na dek genel olarak bilime,
özel olaraksa coğrafya bilimine önderlik eden okulların Kıta Avrupası’nda (özellikle Almanya ve Fransa)
bulunması (Martin, 1993), Kıta Avrupası’ndaki coğrafya okullarının Türk coğrafyası üzerindeki etkisinin
arka planında yer alan başlıca dışsal faktörlerdir. Dolayısıyla hegemonik ilişkiler, coğrafi yakınlık ve
sosyo-kültürel etki bu dışsal faktörlerin belirleyicileri olarak öne çıkmaktadır.
Bunların yanı sıra, coğrafyanın Türkiye’deki organizasyonu ve kurumsallaşma şekli de, içsel birer faktör
olarak, disiplinin Türkiye’deki Kıta Avrupası geleneği eksenli gelişimini desteklemiştir. Bunların başında,
61
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkeye davet edilen kurucu bilim insanlarının büyük ölçüde Kıta
Avrupası’ndaki akademik kurumlardan gelmesi yer almaktadır. Gerçekten, bu dönemde, İstanbul
Üniversitesi Coğrafya’ya Almanya’dan E. Obst (1915-1918), daha sonra Fransa’dan T. Lefebre (19251928) ve E. Chaput (1928-1939) kurucu bilim insanları olarak gelmiş ve bölümde Kıta Avrupası çizgisini
yerleştirmişlerdir (Erinç, 1973). Ankara Üniversitesi coğrafya’ya ise Almanya’dan Louis ve daha sonra
Britanya’dan McCallien gelerek disiplinin Kıta Avrupası eksenli gelişiminin ilk tohumlarını atmışlardır
(Akkan, 1972). İkinci olarak, Türkiye’de coğrafyayı akademik bir disiplin olarak kurumsallaştıran
coğrafyacıların Kıta Avrupası’ndaki coğrafya okullarında eğitim görmeleri ve bunun ardından
Türkiye’deki coğrafya enstitülerine yerleştirilmeleri gelmektedir. İlk kuşak coğrafyacılardan İstanbul
Üniversitesi (Darülfünun) Coğrafya kadrosunda bulunan F. S. Duran (Fransa), A. M. Arda (Fransa), S.
Mansur (Fransa) ve H. S. Selen (Avusturya), İ. H. Akyol (İsviçre); daha sonra ise B. Darkot (Fransa),
A. Ardel (Fransa), A. Tanoğlu (Fransa); Ankara Üniversitesi Coğrafya kadrosunda bulunan C. A. Alagöz
(Fransa), D. Bediz (Almanya), N. Çıtakoğlu (Almanya) ve sonradan R. İzbırak (Almanya) hem disiplinin
kurumsallaşması ve teorik çerçevesinin çizilmesi hem de coğrafyanın pratik edilmesinde Kıta
Avrupası’ndaki coğrafya geleneğinin etkisini yansıtmıştır (Erinç, 1997; Gümüşçü, 2012). Üçüncü olarak
ise, Batı coğrafyasının koloniyal eğilimler gösterdiği dönemde (Freeman, 1961), esas olarak Kıta
Avrupası’ndaki coğrafya okullarından Anadolu’ya gelen araştırmacıların, daha çok fiziki coğrafya ve
jeoloji ağırlıklı olmak üzere, disiplinin temel konularıyla ilgili bazı çalışmalar yapmış olmaları (Dickinson,
1969) ve bu doğrultuda, özellikle ilk kuşak Türk coğrafyacılarının araştırmalarını kendilerinden önce
yapılan bu çalışmalar üzerinde kurmuş olmaları gelmektedir.
Türk coğrafyası, bu türlü bir tarihsel arka plana bağlı olarak, Kıta Avrupası’ndaki kurumsal yapıların ve
bilimsel-entelektüel birikimin ülkeye transferine dayalı güçlü bir modernist anlayışla Türkiye’de
akademik bir üniversite disiplini olarak kurulmuştur. En önemli adımları 1930’lu yıllarda atılan disiplinin
kurumsallaşma süreci ise, 1940’lı yılların başında büyük ölçüde tamamlamıştır. Nitekim, 1940’lı yılların
başlarına gelindiğinde, Türk coğrafyası, iki büyük üniversitede (İstanbul Üniversitesi ve Ankara
Üniversitesi) akademik bir disiplin olarak etkinlik gösteren, kendine ait bir kurumu olan (Türk Coğrafya
Kurumu) ve de bilimsel araştırmaları yayınlayabildiği akademik bir dergiye (Türk Coğrafya Dergisi)
sahip bir topluluk halindedir (Gümüşçü, 2012). Coğrafyanın Türkiye’deki bu Kıta Avrupası geleneği
eksenli kurumsallaşma süreci, bu çalışmadan elde edilen bulgularla da çok açık olarak ortaya
konmaktadır. Coğrafyacıların yüzü, kuruluş döneminden 1980’li yıllara dek esas olarak Kıta Avrupası’na
dönüktür. Bu durum, coğrafyacıların, bilimsel araştırma çıktılarını kendi akademik dergilerinde
yayınlamaya başladıkları tarihten itibaren bilim yapma pratiklerine de güçlü bir şekilde yansımıştır. Bu
dönemde, coğrafyacıların bilimsel araştırmalarında başvurdukları bilimsel eserlerin büyük çoğunluğu
Alman ve Fransız kaynaklarına aittir (Şekil 2a). Ayrıca, yayınlanan makalelerin yabancı dildeki
özetlerinin büyük çoğunluğu da yine Almanca ve özellikle Fransızca yazılmıştır (Şekil 2b). Bu çalışmanın
bulguları, Türk Coğrafyasının Kıta Avrupası geleneği etkisindeki bu tarihsel evriminin inişli çıkışlı olarak
1970’li yılların sonuna kadar devam ettiğini ve 1980’e gelindiğinde sona erdiğini göstermektedir.
1980’den itibaren Türk Coğrafyacılarının başvurduğu bilimsel eserler içerisinde Alman ve Fransız
kaynaklarının oranı % 2.5’i geçmezken, yabancı dildeki makale özetlerininse sadece % 3.6’sı Almanca
ve Fransızca yazılmıştır (Tablo 1). Dolayısıyla, Türk Coğrafyasının kuruluşundan 1980 yılına kadar
süren bu tarihsel dönemin, disiplinin esas olarak “Kıta Avrupası geleneği” etkisi altındaki “kuruluş ve
gelişme” aşaması olarak tanımlanması oldukça uygun olacaktır (Şekil 5).
(2) Milli Coğrafya Dönemi (1981-2002): Kıta Avrupası geleneğinin Türk coğrafyası üzerindeki
hakimiyeti 1980’li yılların başında sonra ererken, küresel düzendeki ve ulusal politikalardaki bir dizi
yapısal dönüşüm, dışsal birer faktör olarak, disiplinin 1980 sonrası evriminin ana hatlarını büyük ölçüde
belirlemiştir. Bu dönüşüm kendisini, İkinci Dünya Savaşı’yla birlikte dünyadaki hegemonik güç
ilişkilerinde ABD’nin egemen olmaya başlaması, Amerika’nın adeta bilimsel bilgi üretiminin merkezi
haline gelmesi, Türk modernleşmesinin beslenme kaynağını sosyo-ekonomik ve kültürel bir
entegrasyon olarak Atlantik’in diğer yakasına taşıması ve özellikle 21. yüzyılın başından itibaren
giderek güçlenen küreselleşme etkisi ile göstermiştir. Bunların yanı sıra, 1980’deki askeri darbeyle
Türkiye’deki toplumsal düzenin yeniden inşası, bununla ilintili olarak üniversitelerin YÖK çatısı altında
daha çok Anglo-Amerikan bir öykünmeyle tekrar organize edilmesi ve bu sırada üniversiteye hakim
olan baskıcı (a)politik atmosfer (Tekeli, 2010), coğrafyanın 1980 sonrası gelişimini önemli ölçüde
etkileyen diğer dışsal faktörlerdir.
62
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
Tablo 1. Araştırma örnekleminde yer alan akademik coğrafya dergilerinde 1943-2010 döneminde yayınlanan makalelerin farklı
dillere göre atıf ve özet sayıları
Dergilerdeki atıf sayıları
Periyod
Toplam
Türkçe
1943-2010
20757
1943-1980
5230
1981-2002
8858
1981-2010
15527
1981-1991
433
1992-2002
8425
2003-2010
6669
14763
(% 71,1)
2855
(% 54,6)
7432
(% 83,9)
11908
(% 76,7)
308
(% 71,1)
7124
(% 84,6)
4476
(% 67,1)
Yabancı
dil**
5994
(% 28,9)
2375
(% 45,4)
1426
(% 16,1)
3619
(% 23,3)
125
(% 28,9)
1301
(% 15,4)
2193
(% 32,9)
Makale Özetleri
İngilizce
Almanca
Fransızca
İngilizce
Almanca
Fransızca
3984
(% 19,2)
805
(% 15,4)
1079
(% 12,2)
3179
(% 20,5)
83
(% 19,2)
996
(% 11,8)
2100
(% 31,5)
992
(% 4,8)
791
(% 15,1)
170
(% 1,9)
201
(% 1,3)
25
(% 5,8)
145
(% 1,7)
31
(% 0,5)
929
(% 4,5)
737
(% 14,1)
166
(% 1,9)
192
(% 1,2)
17
(% 3,9)
149
(% 1,8)
26
(% 0,4)
598
22
90
60
11
81
299
10
8
538
11
9
2
1
-
297
9
8
239
1
1
Tablo 2. Araştırma örnekleminde yer alan akademik coğrafya dergilerinde 1943-2010 döneminde yayınlanan makalelerin çeşitli
parametrelere göre özellikleri
Periyod
1943-2010
1943-1980
1981-2002
1981-2010
1981-1991
1992-2002
2003-2010
Yazar
Sayısı
1532
558
625
974
49
576
349
Makale
Sayısı
1263
501
517
762
44
473
245
Makale başına düşen atıf
Toplam
Türkçe
Yabancı
Dilde
İngilizce
Kıta Avrupası
(Almanca + Fransızca)
Yayın
periyodu
16,4
10,4
17,1
20,4
9,8
17,8
27,2
11,7
5,7
14,4
15,6
7
15,1
18,3
4,7
4,7
2,8
4,8
2,8
2,7
8,9
3,2
1,6
2,1
4,2
1,9
2,1
8,6
1,5
3,1
0,7
0,5
1,0
0,6
0,2
52
29
15
23
4
11
8
(0,8
(1,6
(0,4
(0,3
(0,6
(0,3
(0,1
+
+
+
+
+
+
+
0,7)
1,5)
0,3)
0,2)
0,4)
0,3)
0,1)
Bu çalışmada analiz edilen tüm göstergeler, Türk coğrafyasının entelektüel beslenme kaynakları ve
bilim yapma pratiği bakımından 1980 yılının bir milat olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne
sermektedir (Şekil 2a-d). Nitekim, coğrafyacıların bilimsel çalışmalarında yararlandığı yabancı dildeki
kaynaklarda, makale özetlerini yazdıkları yabancı dilde ve yararlandıkları Türkçe kaynakların niceliğinde
1980 öncesi ve sonrası arasında büyük bir niteliksel fark olduğu görülebilmektedir. Dönüm noktası
niteliğindeki bu tarihsel değişimin zamanlaması, Türk coğrafyasının gelişimini konu alan bazı
çalışmalarda da daha önce belirtilmiştir (Erinç, 1997; Kayan, 2000). Genel olarak değerlendirildiğinde,
1981-2002 yılları aralığında disiplinin uygulayıcılarının Almanca ve Fransızca kaynakları takip etmeyi
bırakarak sınırlı sayıda olmakla birlikte genellikle İngilizce eserlere başvurduğu, makale özetlerini
İngilizce yazdığı, daha çok Türkçe kaynak kullanmaya başladığı ilk bakışta göze çarpan niteliklerdir
(Şekil 3a-d, Şekil 2b). Öyle ki, Türk coğrafyacıları bu dönemde rekor düzeyde Türkçe kaynak
kullanırken (% 84), makale başına düşen yabancı dildeki kaynaklara atıf oranı ise tarihsel olarak en
düşük değerini (2.76) kaydetmiştir (Tablo 1 ve 2). Coğrafya yapma pratiğindeki bu değişim ile
yukarıda ifade edilen politik arka plan birlikte ele alındığında, 1981-2002 yılları arasındaki bu ayırt edici
dönemin “Milli Coğrafya geleneği” olarak adlandırılması yerinde görünmektedir.
Bu bakımdan, “Milli Coğrafya” döneminin ilk aşaması 1981-1991 yılları arasını kapsamaktadır. 1980’li
yılların başına gelindiğinde, bu araştırmanın örneklemini oluşturan Türk coğrafyasının ilk ana akım
dergilerinin etkinliği büyük oranda sona ermiştir. Nitekim, 1981-1991 yılları arasında, araştırma
örnekleminde yer alan dergiler toplamda 4 periyodik çıkarıp sadece 44 makale yayınlamıştır (Tablo 2).
Bilimsel üretkenlikteki bu dramatik düşüş, büyük oranda ülkedeki baskıcı askeri rejimin ve bunun
akademik ortama yansımasıyla ilgili olmalıdır. Bu çalışmada analiz edilen tüm göstergeler, bilim-açık
toplum ilişkisinin negatif bir örneğini oluşturan bu dönemde Türk coğrafyasının yok olma noktasına
gelmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle, 1981-1991 yılları arasındaki bu 10 yıllık alt
periyodun Türk Coğrafyasının kendi kabuğuna girdiği bir “Yitik Dönem” olarak ayırt edilmesi abartılı
olmaz (Şekil 5).
Milli Coğrafya döneminin ikinci aşaması 1992-2002 yılları arasını kapsamaktadır. Bu dönemi ayırt edici
kılan en önemli özellik, yaklaşık 10 yıl süreyle yitik bir dönem yaşayan Türk Coğrafyasının
“teşkilatlanma”ya başlamasıdır. Bu dönem, bu çalışmanın örnekleminde yer alan ana akım dergilerin
63
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
tekrar faaliyete geçmesiyle olduğu kadar, yeni üniversitelerde coğrafya bölümlerinin açılması ve de
profesyonel coğrafyacıların sayılarındaki artışla da karakterize olmaktadır (Yavan, 2012). Nitekim,
1981-1991 yılları arasındaki “yitik dönem”de yayınlanan toplam 44 makaleye karşın, 1992-2002 yılları
arasında yaklaşık on katlık bir artışla toplam 473 makale yayınlanmıştır (Tablo 2). Hem kurumsal
olarak hem de bilim yapma pratiği açısından bir yeniden yapılanma sürecinin en açık belirtilerini
taşıyan bu dönemin en önemli ikinci ayırt edici özelliği ise, uluslararası bilimsel gelişmelere büyük
oranda kapalı oluşudur (Şekil 2c-d). Gerçekten, bu dönemde, araştırma örnekleminde yer alan
dergilerde yayınlanan bilimsel çalışmalarda kaydedilen atıfların sadece % 15’i yabancı dildeki
kaynaklara yapılmışken, % 85’i Türkçe kaynaklara aittir. Bu dönemde, makale başına düşen Türkçe
kaynaklara atıf oranının göreceli olarak yüksek olmasına rağmen (17.8), makale başına düşen yabancı
dilde yazılmış kaynaklara atıf oranının (2.75) disiplin tarihinin en düşük ortalamasını kaydetmesi
dikkate değerdir (Tablo 1 ve 2). Tüm bu göstergeler, söz konusu periyodun bir “teşkilatlanma” dönemi
olarak adlandırılmasının uygun olduğunu göstermektedir (Şekil 5).
Şekil 5. Türk Coğrafyasının tarihsel gelişiminde etkisi altında kaldığı Batılı coğrafya geleneklerinin ayrımı ve tarihsel aşamalar.
Kısaltmalar: İng, İngilizce; Alm: Almanca; Fra, Fransızca; Tür, Türkçe.
Milli Coğrafya dönemi bir bütün olarak ele alındığında, bu dönemde dış dünyaya büyük oranda kapıları
kapatan Türk Coğrafyasının kendine has bir bilim yapma pratiği geliştirdiği söylenebilir. Söz konusu
dönem içerisinde yayınlanan makalelerin yüzeysel olarak taranmasıyla bile bu pratiğin anlayış olarak
Kıta Avrupası geleneğinin güçlü bir biçimde devamı olduğu da görülebilmektedir. Bu türlü bir tespit
esas olarak içerik analizine dayalı bir çalışmayı gerektirse de, bir öngörü niteliğinde olmak üzere, Milli
Coğrafya döneminin, < 1943 – 1980 yılları arasını karakterize eden Kıta Avrupası geleneği etkisindeki
dönemin Türkçe literatür üzerinden bir devamı olduğunu söylemek, bu dönemi karakterize eden
niteliklerin belirlenmesi açısından oldukça önemlidir.
(3) Anglo-Amerikan geleneği etkisindeki dönem (2003 - ): Türk coğrafyasının tarihsel evrimi
boyunca bazı nüveler taşımakla birlikte, Anglo-Amerikan coğrafya geleneğinin kendisini en bariz olarak
hissettirdiği dönem 2003 yılı ve sonrasına rastlamaktadır. Coğrafyanın önceki dönemlerden miras aldığı
“kendi kabuğuna giren” ve daha sonra “içe dönen” bir bilim yapma pratiğini terk etmeye başlaması bu
dönemin en önemli özelliklerindendir. Türk coğrafyasında bu son dönem, temel olarak, coğrafyacıların
yüzünü bir ölçüde Anglo-Amerikan dünyaya çevirmesi, dışa açık olmaya başlaması, bilgi ve yöntem
transferine dayalı bir bilim yapma pratiğini hayata geçirmesiyle karakterize olmaktadır. Araştırma
64
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
örnekleminde yer alan ana akım coğrafya dergilerinde yayınlanan makalelerin analizi, bu dönemde
coğrafyacıların daha fazla İngilizce kaynak kullandığını (Şekil 3c ve 4c) ve makale özetlerini hemen
hemen tümüyle İngilizce yazdığını (Tablo 2; Şekil 2b) ortaya koyarken, disiplin tarihi boyunca makale
başına düşen en yüksek atıf oranlarının da bu dönemde kaydedilmiş olduğunu göstermektedir (Şekil
3b ve 4b). Coğrafyacılar 2003-2010 yılları arasında ortalama 27 atıfla makale yazarken, bunun yaklaşık
1/3’ü İngilizce kaynaklardan oluşmaktadır (Tablo 2). Bu türlü bir değişim, kuşkusuz, bir yönüyle
küreselleşme ve bunun erişim-iletişim olanaklarında yarattığı dönüşümle ilgiliyken; diğer yönüyle de
akademik kurumlardaki düzenlemeler (uluslararası yayınlara teşvik, atama ve yükselme ilkelerinde yeni
kurallar vb.), 2000 kuşağı bir kısım genç coğrafyacının coğrafya disiplinine getirdiği yenilik ile AngloAmerikan coğrafyanın etkin olduğu yerlere lisansüstü eğitim çalışmaları için giden yeni jenerasyonun
yarattığı pozitif etkiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla, kendisini Anglo-Amerikan bilim yapma pratiğine adapte
etmeye çalışan bu son dönem, Türk Coğrafyasında “Yeni Arayışlar” olarak adlandırılabilecek bir aşama
olarak kendisini göstermektedir.
6. Sonuç
Türk coğrafyasının kendisini anlamaya yönelik bir girişimi olarak, disiplinin tarihsel evrimi boyunca
etkisi altında kaldığı Batılı coğrafya okullarını ampirik bir metodolojiyle belirlemeye ve bu bağlamda
belirli tarihsel dönemleri ayırt etmeye çalıştığımız bu araştırmanın işaret ettiği sonuçlardan birincisi ve
belki de en önemlisi, Türk coğrafyasının tarihsel gelişimi boyunca temel olarak iki Batılı coğrafya
okulunun etkisi altında kaldığıdır. Türkiye’de coğrafya, akademik bir üniversite disiplini olarak
kuruluşundan 1980’li yıllara dek esas olarak Kıta Avrupası’ndaki (Alman ve Fransız) coğrafya okullarının
etkisi altında kalmış; 2000’li yılların başından günümüze dek ise, Anglo-Amerikan coğrafya okullarının
bilim yapma pratiğini benimsemiştir. Bu iki Batılı okul geleneğini ayıran dönemde, yani 1980’ler ile
2000’li yılların başları arasındaki yaklaşık 20 yıllık dönemde ise, Türk coğrafyası kendine özgü bir bilim
yapma pratiği geliştirerek coğrafyadaki ana akım gelişmelerden ve yeniliklerden neredeyse tamamen
kopmuştur.
Bu resmin birbiriyle ilintili iki önemli tarihsel sonucu bulunmaktadır: Birincisi, Kıta Avrupası etkisindeki
Türk coğrafyası, 1950 ve hatta 1960’lara kadar dünyadaki hakim coğrafya anlayışına paralel bir gelişim
göstermiştir. Bu, yeni kurulan bir cumhuriyette, neredeyse sıfırdan erişilen bir nokta olması bakımından
takdire şayandır. İkincisi ise, 20. yüzyılın ortalarına kadar coğrafya bilimine liderlik eden okulların genel
olarak Kıta Avrupası’nda bulunduğu ve 1950’lerden itibaren coğrafyadaki gelişmelerin ve değişimlerin
büyük ölçüde Anglo-Amerikan dünyada meydana geldiği göz önüne alındığında, Türk coğrafyasının
çağdaş coğrafyayı yaklaşık olarak yarım yüzyıl boyunca ihmal ettiği, yani bir anlamda ıslakaladığıdır. Bu
tarihsellik, Türk coğrafyacıların 1950’li yılların başında ABD’de kendisini gösteren kantitatif devrimi;
sonrasında, 1960’lardan itibaren ise, çok paradigmalı coğrafya yapma pratiğini nasıl kaçırmış olduğunu
(Tekeli, 2012) açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Günümüz Türk coğrafyasının en önemli sorunu,
kuşkusuz, yaklaşık yarım yüzyıllık bu gecikmedir. Bu bakımdan, bir zamanlar dünya coğrafyasına
liderlik eden Kıta Avrupası’nın hakim coğrafya okullarının da (Fransız ve Alman) benzer problemleri
yaşadığını ve belirli ölçülerde hala daha yaşamaya devam ettiğini belirtmek gerekir (Claval, 2004;
Ehlers, 1998, 2004).
Özellikle Anglo-Amerikan coğrafyanın 1960’lardan itibaren disiplinin yörüngesinde bulunan bilimlerle
(jeoloji, biyoloji, fizik; ekonomi, sosyoloji, antropoloji, politik bilimler, psikoloji vb.) giderek artan
oranda işbirliğine gitmesi, disiplinlerarası ortak çalışma ortamını yaratarak hem coğrafyanın hem de
kesiştiği alanda yer alan bilimlerin bu sinerjiden yararlanmasını ve kendi disiplinleri içinde kalanlara
göre daha avantajlı bir pozisyon kazanmalarını sağlamıştır (Taaffe, 1974). Bu bakımdan Türk
coğrafyası tarihsel evrimi boyunca disiplinlerarası çalışmalara genel olarak kapalı bir görünüm
sergilemektedir. Gerçekten, bu çalışmanın örnekleminde yer alan dergilerdeki 1943-2010 aralığında
yayınlamış makalelerdeki yazar sayısı toplam olarak 1532 iken, farklı disiplinlere mensup yazarların
sayısı sadece 118’dir. Yani, coğrafyanın diğer disiplinlerle olan işbirliğinin bir göstergesi niteliğinde ele
alınabilecek olan farklı disiplinlere mensup araştırmacılarının akademik coğrafya dergilerindeki
görünürlük oranı oldukça düşüktür (% 7.7). Bu bakımdan, kendi içinde kalan Türk coğrafyası, göreceli
olarak, işbirliğine giden disiplinlere oranla zaman içerisinde daha dezavantajlı bir pozisyona kaymıştır.
Türk coğrafyasının çağdaş coğrafya okullarıyla rekabet edebilecek dinamiklerini hayata geçirebilen en
önemli etken, coğrafyanın ana akım coğrafya okullarını-anlayışlarını yakından takip etmesidir. Bu takip
kendisini, bir yönüyle de olsa, coğrafyacıların bilimsel araştırmalarında yabancı dilde yazılmış eserleri
65
Bekaroğlu ve Yavan
Modern Türk Coğrafyasının Tarihsel Gelişiminde Batılı Coğrafya Okullarının Etkisi
ne oranda kullandıklarıyla gösterebilmektedir. Bu bakımdan, Türk Coğrafyası Kıta Avrupası geleneğinin
etkisi altında kaldığı dönemin önemli bir bölümünde dışa açık görünmektedir. Ancak, disiplin, özellikle
1980’lerden 2000’li yılların başına dek neredeyse bütünüyle dışa kapalı olarak yaşamıştır. En az 20
sene boyunca kendi içine kapanan coğrafyanın kabuğundan çıkmaya başladığı zaman 2000’li yılların
başına rastlamaktadır. Bu bakımdan, coğrafya, beliren bu yeni şansı iyi değerlendirmek;
kurumsallaşmak, yenilikleri desteklemek, bilgi ve yöntem transferine dayalı bir reformu kendi içerisinde
başlatmak zorundadır.
Kaynakça
Akkan, E. (1972). Cumhuriyetin 50. yıldönümünde coğrafya. Coğrafya Araştırmaları Dergisi, 5-6, 1-5.
Arı, Y. ve Köse, A. (2005). İnsan-çevre etkileşimini yorumlamada yeni bir alternatif: Kültürel coğrafya. Ulusal Coğrafya Kongresi
2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı içinde (s. 51-59). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.
Barnes, T. (2004). Placing ideas: Genius loci, heterotopia and geography’s quantitative revolution. Progress in Human
Geography, 28, 565-595.
Benko, G. B. ve Strohmayer, U. (1993). A view on contemporary French human geography. GeoJournal, 31 (3), 227-238.
Bird, J. (1993). The changing worlds of geography. Oxford: Oxford University Press.
Claval, P. (1984). France. R.J. Johnston ve P. Claval (Eds.). Geography since the second world war: An international survey
içinde (s. 15-41). New York: Routledge.
Claval, P. (2004). The reception of American geography in France: Enthusiasm, indifference, and critical perspectives.
Geojournal, 59, 3-8.
Dickinson, R. E. (1969). The makers of modern geography. Routledge: London.
Ehlers, E. (1998). Current German geography in a globalizing world of science. A documentation and personal interpretation.
GeoJournal, 45, 57-68.
Ehlers, E. (2004). “Once upon a time…” Interactions of German and American geography in a rapidly changing (academic)
world. GeoJournal, 59, 9-13.
Erinç, S. (1973). Cumhuriyetin 50. yılında Türkiye’de coğrafya. Ankara: Başbakanlık Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları.
Erinç, S. (1997). Coğrafya. Cumhuriyet döneminde Türkiye’de bilim içinde (s. 51-55). Ankara: TÜBA Yayınları.
Freeman, T. W. (1961). A hundred years of geography. London: Cox Wyman.
Gümüşçü, O. (2012). Katip Çelebi’den günümüze Türkiye’de coğrafyanın tarihi serüveni. TÜCAUM VII. Coğrafya sempozyumu
bildiriler kitabı içinde (s. 355-389). Ankara: TÜCAUM.
Hartshorne, R. (1939). The nature of geography: A critical survey of current thought in the light of the past. Annals of the
Association of American Geographers, 29, 173-658.
Hess, M. (2009). German-Language geography. R. Kitchin ve N. Thrift (Eds.). International encyclopedia of human geography
içinde (C. 4, s. 481-485). Amsterdam: Elsevier.
Hubbard, P., Kitchin, R., Bartley, B. ve Fuller, D. (2002). Thinking geographically. London: Continuum.
Johnston, R. (1983). Geography and geographers: Anglo-American human geography since 1945. London: Edward Arnold.
Johnston, R. (1986). Philosophy and human geography. London: Edward Arnold.
Kaya, İ. (2005). Sosyal teori ve beşeri coğrafya. Ulusal Coğrafya Kongresi 2005 (Prof.Dr. İsmail Yalçınlar Anısına) Bildiriler Kitabı
içinde (s. 257-266). İstanbul: Türk Coğrafya Kurumu.
Kaya, İ. (2010). Eleştirel düşünce sosyal teori ve coğrafya eğitimi. R. Özey ve A. Demirci (Ed.). Coğrafya öğretiminde yöntem ve
yaklaşımlar içinde (s. 337-356). Erzurum: Aktif Yayınevi.
Kayan, İ. (2000). Türkiye üniversitelerinde coğrafya eğitimi: amaç, yeni hedefler, sorunlar ve öneriler. Ege Coğrafya Dergisi, 11,
7-22.
Koçman, A. (1999). Cumhuriyet döneminde yükseköğretim kurumlarında coğrafya öğretimi ve sorunları. Ege Coğrafya Dergisi,
10, 1-14.
Martin, J. G. ve James, P. E. (1993). All possible worlds: A history of geographical ideas. New York: Wiley.
Pérouse, J.F. (2012) Türkiye’de coğrafyanın yansımaları. (N. Yavan ve S. Acar, Çev.) Coğrafi Bilimler Dergisi, 10 (1), 1-8.
Schaefer, F. K. (1953). Exceptionalism in geography: A methodological examination. Annals of the Association of American
Geographers, 43, 226-249.
Stoddart, D. R. (1986). On geography and its history. Oxford: Blackwell.
Taaffe, E. J. (1974). The spatial view in context. Annals of the Association of American Geographers, 64, 1-16.
Tekeli, İ. (2010). Tarihsel bağlamı içinde Türkiye’de yükseköğretimin ve YÖK’ün tarihi. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Tekeli, İ. (2012). Türkiye’de coğrafyacıların çok paradigmalı bir coğrafya dünyasında yaşamayı öğrenmesi gerekiyor. TÜCAUM
VII. Coğrafya sempozyumu bildiriler kitabı içinde (s. 348-354). Ankara: TÜCAUM.
Tuysuz, S. ve Yavan, N. (2012). Bölgesel coğrafya yaklaşımı ve Türk coğrafyasındaki etkileri üzerine kritik bir değerlendirme.
TÜCAUM VII. Coğrafya Sempozyumu Bildiriler Kitabı içinde (s. 390-405). Ankara: TÜCAUM.
Unwin, T. (1992). The place of geography. Essex: Prentice Hall.
Wardenga, U. (2006). German geographical thought and the development of Länderkunde. Inforgeo, 18/19, 135-155.
Yavan, N. (2005). SCI ve SSCI bağlamında Türkiye’de coğrafya biliminin uluslararası yayın performansının karşılaştırmalı analizi:
1945-2005. Coğrafi Bilimler Dergisi, 3 (1), 27-58.
Yavan, N. (2012). Postgraduate geography education in Turkey. N. Yavan ve İ. Kaya (Ed.). International perspectives on
postgraduate education and training in geography içinde (s. 111-157). Diyarbakır:Turkish Association of Geographers.
66