Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014, p. 1535-1549, ANKARA-TURKEY MUHAMMED MURÂD-I BUHÂRÎ VE “RİSÂLE-İ NAKŞİBENDİYYE” ADLI ESERİ* Mehmet ÜNAL** Aliye YILMAZ*** ÖZET Bu çalışmada on sekizinci yüzyılda İstanbul’da yaşayıp orada ölen “Muhammed Murâd bin Ali bin Dâvûd b. Kemaleddin b. Salih b. Muhammed el-Buhârî el-Hüseynî El-Hanefi en-Nakşibendî’nin (d. 1055/1645 - ö. 1154/1741) hayatı, eserleri ve halifeleri hakkında bilgi verilmiştir. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin babası, Semerkant beldesinin Nakîbü’l-Eşrâfı idi. Henüz üç yaşında iken ayakları felç olup kötürüm bir halde kaldı. İlim tahsil etmek için çeşitli yerlere gidip din ve fen bilgilerinde kendini geliştirdi. Beş defa hacca gidip İslam’ın emrettiği şeyleri uygulamayı kendine görev addetmiştir. Her türlü günahın işlendiği bir mekânı Murâdî Medresesi diye anılan bir ilim yuvası hâline getirdi. İstanbul Eyüp’te kendi adıyla anılan türbede medfundur. Arapça ve Türkçe birçok eser telif eden Murâd-ı Buhârî, eserlerinde genellikle Nakşbendiyye tarikatı ile ilgili öğütleri, islam akaidi, dinî emir ve nehiyleri vaaz biçiminde işlemiştir. Eserlerinin bazıları da müridleri tarafından kaleme alınmıştır. Yine halifelerinden Karababa-zâde İbrâhîm-i Bursevî Efendi, hocasının emirleriyle veya işaretleriyle, bazı kayıtlarda “Risâle-i Nakşibendiyye” olarak da geçen eserini yazıya geçirmiştir. Murâd-ı Buhârî’nin sohbetlerinden oluşan bu eser, Bâyezîd Devlet Kütüphânesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886’da kayıtlı bulunan bir mecmuanın 10b-17a varaklarında "Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-bâr-ı Kutbü’l-‘Ârifîn Seyyidü’l-Muhakkıkîn Sânî-i Hâce-i Ahrâr A’nâ Bi-hî eş-Şeyh Murâdi’n-Nakşbendiyyü’l-Buhârî Hazretlerinin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ’dır" adı ile yer almaktadır. Makalemizde bu risâle bölüm günümüz alfabesine aktarılmıştır. Anahtar Kelimeler: Nakşibendi Tarikatı, Murâd-ı Buhârî, Evliya, Tasavvuf, Risâle *Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir. ** Uzman Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, El-mek: mehmetunal@sdu.edu.tr *** Yrd. Doç.Dr. SDU İlahiyat Fakültesi, El-mek:aliyeyilmaz@sdu.edu.tr 1536 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ MUHAMMED MURÂD-I BUHÂRÎ THE MUSLIM SUFI SAINT AND HIS WORK “RISÂLE-I NAKŞIBENDIYYE” ABSTRACT This article aims to introduce the Sufi Saint, Seyyid Murâd-ı Buhârî (d. 1055/1645 - ö. 1154/1741), who lived and died in Istanbul in the 18th century, his tradition, works, and appointed khalifahs. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’s father was the Nakîbü’l-Eşrâf of Semerkant town. He had paralysis and became paralyzed at the age of three. He went different places in order to study and he improved himself in religion and natural science. He went a pilgrimage to Mecca to apply the things that Islam orders. He turned a house where all sorts of sins were committed into a house of science called Murâdî Madrasah. He was buried in a tomb which is named after him in Eyup in Istanbul. Murâd-ı Buhârî has several work in Arabic and Turkish and he usually wrote the things as a sermon or advice about the things that are ordered or adviced to be done, religious order, the basis of Islam, and advices on Naqshbandi, some of the were written by his students. The study in addition also aims to transliterate a booklet into today’s Turkish titled “Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-bâr-ı Kutbü’l-’Ârifîn Seyyidü’l-Muhakkıkîn Sânî-i Hâce-i Ahrâr A’nâ Bi-hî Eş-Şeyh Murâdi’nNakş-bendiyyü’l-Buhârî Hazretlerinin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ’dır” It is a conversational manuscript compiled from the saint’s talks to his regular circle by one of his khalifahs, Karababa-zâde Ibrâhîm-i Burûsevî Efendi under the directions of his master. The booklet is recorded in National Library of Bayezit under the number 2886 in the Veliyüddin Section. Key Words: Naqshbandi Order, Murâd-ı Buhârî, Islamic Saints, Sufism, Tractate Giriş Nakşibendî tarikatı, Osmanlı Devleti’nde varlığını sürdüren büyük tarikatlardan biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nda tarikatlar oldukça yaygındır ve bu tarikatlar çok sayıda şubelere ayrılmıştır. Osmanlı toplumu üzerinde etkili olan cami, medrese ve tekke üçlüsünde tekkeler oldukça önemlidir. Devletin hemen hemen her yerinde farklı tarikatların tekkelerine rastlamak mümkündür. Bu tasavvufî yollardan birisi olan Nakşibendîliğin İstanbul’daki ilk izlerine Fatih döneminin sonlarına doğru rastlanmaktadır. 1483’te kaleme alınan Otman Baba Vilayetnamesi’nde, Aksaray’da kurulan bir Nakşî tekkesinden söz edilmektedir.1 Nakşibendî tarikatının nüfuzu on yedinci yüzyıldan itibaren giderek artmakta ve İstanbul, bu tarikat için merkez olma yolunda büyük bir önem arz etmektedir. İstanbul’da Molla İlahi ile başlayan ve daha sonra Emir Buhârînin gayretleriyle büyük bir ilgi gören Nakşibendîlik, kısa bir süre içerisinde Anadolu dışında Akşehir, Kastamonu, Isparta, Bolu, Bursa gibi önemli şehirlerde yayılmıştır.2 Bkz. Ekrem Işın, “Nakşibendilik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. VI, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1994, s. 32. 2 Reşat Öngören, Osmanlılarda Tasavvuf: Anadolu’da Sufiler Devlet ve Ulema (XVI. yy), İstanbul, 2000, s. 143. 1 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1537 Nakşibendî Tarikatı şeyhlerinden Murâd-ı Buhârî de muhtemelen 1681 yılında otuz yaşlarındayken İstanbul’a gelmiştir. Eyüp’te, Eyüp Sultan hazretlerinin kabr-i şerîfi civarında ikamet etti. Beş defa hacca gitti, bir müddet Mekke-i mükerremede taliplere ilim ve edep öğretti. 1120/1708 yılında ikinci defa İstanbul’a geldi. Yavuzselim semtinde Bıçaklı Efendi menzilinde ikamet etti. Halk akın akın sohbetine koştu. Murâd-ı Buhârî bir ara Bursa’ya gitti. Dönüşünde Eyüp’te Reîsü’l-etibbâ Nuh Efendi yalısında kaldı. Eyüpsultan ile Edirnekapı arasında Nişancı Mustafa Paşa caddesindeki Şeyh Murâd Dergâhında İstanbul halkına yıllarca ilim ve edep öğretti. Kerâmetleri her yere yayıldı. Huzuruna gelenler her ne kadar inkârcı da olsalar, mutlaka ondan feyz ve ilham almışlardı. Çok defa Osmanlı ordusu sefere çıkmak üzere iken Vezir Kethüdâsı, Murâd-ı Buhârî’ye gönderilir, dua ve yardım istenirdi. Celvetî tarîkatı büyüklerinden İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, Ahid-nâme’sinde, Murâd-ı Buhârî Hazretleri için şöyle buyurmuştur: “İlâhî aşk sahiplerine, Murâd-ı Buhârî’nin kabrini ziyaret etmek lazımdır. Bereketi görülen makamlardandır." Ziyaretimin sonunda gurubuma soruyorum: Hala yorgunuz diyen var mı? Murâd-ı Buhârî’nin kabrini ziyaret edenler, orada ruhânî bir zevk ve lezzet duyarlardı.3 Bu çalışmada Murâd-ı Buhârî’nin hayatı, eserleri ve halifeleri hakkında bilgi verilmiş, Müridi Karababa-zâde İbrahim Bursevî’nin not tutmasıyla oluşan “Risâle-i Nakşibendiyye” adlı eserin kültür ve edebiyat dünyamıza kazandırılması amaçlanmıştır. Makalenin konusu, Murâd-ı Buhârî’nin sohbetlerinden oluşan nasihatlerdir. Bu risâlede, Ehl-i Sünnet itikâdının iki kolundan birine adını veren İmâm-ı Mâtürîdî Hazretleri’nin bazı ictihâdları zikredilmektedir. Ayrıca ehl-i Sünnet İtikâdının inançta, ibâdette, sözde, hâlde ve amelde Peygamberimizin ve ashâb-ı kirâmın itikâdının aynısı olduğu, satır ve sadr yanî zâhirî ve bâtınî ilimlere sahip kâmil ve mükemmil bir mürşide intisap etmek gerektiğinin altını çizmiştir. Bidʻatlardan ve ruhsatlardan sakınmanın ehemmiyeti, Ehl-i Sünnet İtikâdından ayrılmamanın lüzumu, sahte şeyhlerden uzak durmak gerektiği hususunda bilgiler aktarır. Ayrıca, Allâhü Te‛âlâ’ya kavuşturan yolların en fazîletlisi ve en kestirmesi olan ve “nihâyetin bidâyette derc edildiği,” Nübüvvet Yolu’nun bazı adabı, “hafî zikr”in, “cehrî zikr”den çok daha faziletli olduğu ve bu zikrin bazı edepleri üzerinde durulmuştur.4 A. Doğum Tarihi ve Doğduğu Yer Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin doğum tarîhinde ve doğduğu yerde ihtilâflar vardır. Hadîkatü’l-Cevâmi’de kaynak göstermeden “Şeyh-i mûmâ ileyh Hazretleri Keşmîrî ve yahud Kâbilî olarak 1055 tarihinde velâdetleri vâkı olup”5 şeklinde ve yine kaynak bildirmeden Sefîne-i Evliyâ’da “Şeyh Murâdi’l-Özbekiyyü’n-Nakş-bendî” ismiyle ve “Keşmîr veya Kâbil beldesinden neş’et eylediler. 1055 tarihinde dünyaya zînet-bahş olmuşdur.”6 İslâm Âlimleri Ansiklopedisi’nde kaynaklarını da yazarak “H 1054/1644 senesinde Buhârâ’da doğdu”7 yazmaktadır. Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi “Vülide fî 1055”8 ibaresiyle kaydeder. Halifelerinden olup küçük birkaç risâlesi olan ve sohbetlerini kaleme alan Bursalı Karababa-zâde İbrahim Efendi de bir risâlesinin sonunda “Tarîh-i Velâdet-i Şeyh: 1050”9 ibaresi vardır. Şimşek, Bkz. Komisyon, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, C. 17, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul 1991, s. 125. Muhammed Murâd-ı Buhârî, Risâle-i Nakşibendiyye, Bayezid Devlet Ktp., Veliyüddin, No: 2886, vr. 10b-17a. 5 Hâfız Hüseyn, İbnü’l-Hâcc İsmâîl Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-Cevâmi’, Matbaa-i Âmire, C. 1, İstanbul 1865, s. 292. 6 Hüseyn Vassâf-ı Uşşâkî, Sefîne-i Evliyâ, C. 2, Süleymâniye Kütüphanesi, Yazma Bağışı, 2306, İstanbul 1927, s. 55. 7 Komisyon, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, C. 17, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul 1991, s. 125. 8 Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi, Silsile-nâme-i Sôfiyye, Üsküdâr Selîm Ağa Kütüphanesi, Azîz Mahmûd-ı Hüdâî Kısmı, No: 1098, vr. 39-b. 9 Karababa-zâde İbrâhîm-i Burûsevî, Zikr-i Vefât-ı Şeyh Murâd-ı Nakş-bendî Kuddise Sirruhu’l-Azîz, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, vr. 28a. 3 4 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 1538 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ “1050/1640 yılında Semerkant’ta dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1055/1645 olarak verilmekteyse de torununun oğlu Muhammed Halîl el-Murâdî’nin kaydettiği ilk tarih daha doğru olmalıdır”10 diyerek Seyyid Muhammed Buhârî Hazretlerinin torununun oğlu Ebu’l-Fazl Muhammed Halîl-i Murâdî’nin dört cilt olarak tab edilen Arapça Silkü’d-Dürer Fî A‘yâni’lKarni’s-Sânî ‘Aşer kitabını kaynak gösterir. Bütün bu kaynaklara göre, Seyyid Muhammed Murâd Hazretlerinin doğum tarîhi H. 1050-1055/1640-1645 arasında olmalıdır. Doğduğu yerin Keşmîr veya Buhârâ olması ihtimali çok daha kuvvetlidir. Zîrâ Câmi’u’lMüfredâti’l-Kur’âniyye’sinin bir nüshasının11 ilk sahifesinde lakapları, künyesi ve nisbesi bildirilirken “Eş-Şeyh Mîr Muhammed Murâdi’n-Nakşbendiyyü’l-Ma‘sûmi’l-Buhâriyyü’lKişmîri’l-Hanefî” yazılıdır. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Hazretlerinin evlatlarına, halifelerine, talebelerine ve bazı devlet ricaline Arabî lisanla yazdığı mektuplarını biraraya getirip doksan varak olarak istinsah eden Muhammed İsmet bin İbrahim isimli müntesibinin kaydı da böyledir.12 B. Nesebi 1. Maddî Nesebi Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin babası, Semerkant beldesinin Nakîbü’l-Eşrâfı13 idi. Muhammed Murâd-ı Buhârî, peygamber efendimizin neslinden olup maddi nesepleri şöyledir: “Seyyid Muhammed Murâd İbn-i Seyyid Alî İbn-i Seyyid Dâvûd bin İmâm-ı Ekmel Kemâlüddîn bin Alî Eş-Şehîr İbn-i Hümâm Sâlihu’l-Kâdî bin Muhammed bin Ömer bin Şu’ayb bin Hûd bin Alî bin Muhammed bin Alî bin Mûsâ bin Ca’fer bin Muhammed bin Alî bin Zeynü’l’Âbidîn İbn-i Hüseyn bin Alî bin Ebî Tâlib radıyallâhü teâlâ anhümâ ”14 2. Manevî Nesebi Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, silsilesini, Arapça tasnif ettiği Silsiletü’z-Zeheb risâlesinde yazmıştır15 ve Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi’nin Silsile-nâme-i Sôfiyye risâlesinde16 de halifelerinin isimleriyle birlikte kayıtlıdır. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, İmâm-ı Rabbânî, Ahmed-i Fârûkî-i Serhendî Hazretlerinin oğlu ve ekmel halifesi Şeyh Muhammed Ma’sûm-ı Fârûkî Hazretlerinin halifelerindendir.17 Şimşek, Halîl İbrâhîm, “Murâd Buhârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 31, İstanbul 2006, s. 185. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Câmiu’l-Müfredâti’l-Kur’âniyye, Râgıb Pâşâ Kütüphanesi, No: 102. 12 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Mektûbât-ı Seyyid Murâd-ı Buhârî, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 1838, vr. 1b. 13 Hz. Peygamber’in sülâlesi mensuplarının işleriyle meşgul olan vazife sahibi hakkında kullanılan bir tabirdir. Ehl-i beyitten olanlara İslâmiyyetin her devrinde pek ziyade hürmet ve tâzim gösterilir, kendilerine ait işlere bakmak üzere içlerinden biri reis tâyin edilirdi. Nakib-ül Eşraf adını alan bu reis Peygamber sülâlesi mensuplarının işlerine bakar, neseblerini kayıt ve zapteder, doğumlarını, ölümlerini deftere geçirir, onları âdi sanata girmekten ve fena hallerde bulunmaktan meneder, haklarnı korur, fey ve ganimetten kendilerine ait hisseyi alır, aralarında dağıtır, sülâleden olan kadınların küfvi olmayanlarla evlenmelerini menneylerdi. Hülâsa Nakib-ül Eşrâf Peygamber hanedanı efradının umumi bir vasîsi hükmünde idi. Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, s. 647. 14 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Câmi’u’l-Müfredâti’l-Kur’âniyye, Râgıb Pâşâ Kütüphanesi, No: 102, kapak sahîfesi; Komisyon, İstanbul Evliyâları, C. 2, Türkiye Gazetesi Yayınları, İstanbul 2003, s. 108. 15 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Silsiletü’z-Zeheb, Kütahya Vâhid Pâşâ İl Halk Kütüphanesi, No: 1501/3, vr. 1b2a.; Silsiletü’z-Zeheb, Ankara, Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, No: 1307/6, vr. 2a-b. 16 Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi, age., vr. 39-b. 17 Uşşâkî, age., s. 55; Ayvansarâyî, age., s. 292; Tabîb-zâde, age., vr. 39-b; Komisyon, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, s. 125; Murâdî, Ebu’l-Fazl Muhammed Halîl, Silkü’d-Dürer Fî A’yâni’l-Karni’s-Sânî ‘Aşer, C. I-II-III-IV, Bulak Matbaası, Kâhire 1883; Hâce-zâde Ahmed Hilmî, Hadîkatü’l-Evliyâ’dan Sâdât-i Nakş-bendiyye, İstanbul 1900, s. 170. 10 11 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1539 3. Lakapları Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Hazretlerinin en mufassal, en hacimli tasnifi olan Câmi’u’l-Müfredâti’l-Kur’âniyye”sinin Ragıp Paşa Kütüphanesi’nde 102 Numara’da kayıtlı nüshasının başında tanıtım bilgisi olarak “ Kıdvetü’l-kâmilîn (olgun kişilerin komutanı), üsvetü’l‘ârifîn (ariflerin numunesi), fahru’z-zâhidîn (zahidlerin övüncü), senedü eshâbi’d-deracâti’l-‘âliyye (yüksek dereceli dostların varlığının ispatı), müstenedü erbâbi’l-mekâmâti’s-sâmiyye (Yüksek makam sahiplerinin dayanağı), Seyyidü’s-Sâdâti’n-Nakş-bendiyye (Nakşbendi sadatının efendisi), ibtihâcü’l-meşâyihı’l-hâce-gâniyye (hacegan meşayihinin gönül aydınlığı), kâşifü’l-ma‘dalât (adalet tesis eden), menbeu’l-kerâmât (cömertliklerin kaynağı), vahîdü’d-diyâr (beldelerin tek kişisi), ferîdü’l-emsâr (beldelerin seçkini), el-‘âlimü’l-‘allâmeti’r-Rabbânî (Rabbani alimlerin en bilgini), ve’l-fâdılu’l-fehhâmeti’s-Samedânî (Allah’ın yüce zatını övenlerin en faziletlisi), Eş-Şeyh Mîr Muhammed Murâdi’n-Nakş-bendîyyü’l-Ma‘sûmi’l-Buhâriyyü’l-Keşmîri’l-Hanefî” yazmaktadır. C. Hayatı 1055/1645 senesinde Semerkand’ta doğan Muhammed Murâd-ı Buhârî, Semerkand Nakibü’l-eşrafı Seyyid Ali Efendi'nin oğludur. Babasına nispetle Buhârî lakabıyla anılmaktadır. Henüz üç yaşında iken ayakları felç oldu. Kötürüm bir halde kaldı. Fakat ayakları sağlam olanlardan daha çok dünyayı dolaştı. Tahsil yaşına gelince; ilim, fazilet ve kemal elde etmeye başladı. Sevenlerinin yardımı ile Kabe-i Muazzama’yı ve Rasûlullah efendimizin kabr-i şerifini ziyaret etti. Aklî ve naklî ilimleri, maddi ve manevi kemâlâtı kendisinde toplayan, yüz kırk bin talebesini velîlik makamına kavuşturan ve “Silsile-i ‘Aliyye” büyüklerinden olan Muhammed Ma‘sûm-ı Fârûkî Hazretlerine talebe oldu. Sohbetleri ve bereketli nazarları ile kemâle erdi. Mürşidi kâmil, yetişmiş ve insanları yetiştirebilen zât olarak tekrar Hicaz’a geldi. Hicaz’da üç sene kaldıktan sonra Bağdat’a gitti. Burada büyük zatları ziyaret etti. Sonra İsfahan’dan Buhârâ’ya gitti. Belh ve Semerkant’taki tasavvuf büyüklerinin sohbetlerinde bulundu. Tekrar Bağdât’a gitti. Oradan üçüncü defa hacca gitti. Sonra Mısır ve Kahire’ye, buradan da Şâm-ı Şerîf’e geçti. Şâm-ı Şerîf, çok hoşlarına gittiği için, uzun müddet burada ikamet etti ve evlendi. Şâm’da pek çok kimse ziyaretine gelip kendisinden ilim ve edep öğrendiler. Şâm halkı kendisini çok sever ve çok hürmet ederlerdi. Şöhreti her yere yayıldı. Sultan Mustafa Han ona Şâm’da bir köy verdi. Bu köy hala onun adıyla meşhurdur. Murâd-ı Buhârî’nin bereketiyle zalimler ıslah olup, Şâm halkı pek çok zulümden korundu. Her türlü günah işleyenlerin barındığı bir evi zulmetten kurtarıp, Murâdî Medresesi diye anılan bir ilim yuvası hâline getirdi. Ayrıca Saruca Sokak’ta da bir medrese yaptırdı. Bu medreselerde okuyan talebelerin ihtiyaçları için vakıflar kurdu. H. 1102/1681 yılında İstanbul’a teşrif etti. Dördüncü haccının dönüşünde Şam’da orada bir seneye yakın kaldıktan sonra, tekrar Hicâz’a gitti. Bir sene kadar Mekke-i Mükerreme’de kaldı. H. 1120/1708 senesinde ikinci defa İstanbul’u şereflendirdi. Bu defa Yavuz Selîm’de, Bıçaklı Efendi menzilinde ikamet etti. Halk akın akın sohbetine koştu. Murâd-ı Buhârî, Çorlulu Ali Paşa’nın fitnesiyle bir ara Bursa’ya gitti. Bir müddet Bursa’da ikametten sonra, tekrar İstanbul’a döndü. Eyüp’te, Re’îsü’l-Etıbbâ Nûh Efendi yalısında kaldı. Eyüpsultan ile Edirnekapı arasında Nişâncı Mustafa Paşa caddesindeki Şeyh Murâd Dergâhı’nda İstanbul halkına, vefatlarına kadar ilim ve edep öğretti. 18 Kabr-i şerifini ziyaret eden aşıklar, büyük feyzlere ve bereketlere nail olmuşlardır. Şimşek, age., s. 105 vd., Uşşâkî, age., s. 55; Ayvansarâyî, age., s. 292-294; Komisyon, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, s. 125; Şimşek, age., s. 185-187; Karababa-zâde İbrâhîm-i Burûsevî, Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-bâr-ı Kutbü’l-‘Ârifîn Seyyidü’l-Muhakkıkîn Sânî-i Hâce-i Ahrâr A’nâ Bi-hî Eş-Şeyh Murâdi’n-Nakş-bendiyyü’l-Buhârî Hazretlerinin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ’dır, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, vr. 10b-17a; Karababazâde İbrâhîm-i Burûsevî, Zikr-i Vefât-ı Şeyh Murâd-ı Nakş-bendî Kuddise Sirruhu’l-Azîz, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, vr. 24a-28a. 18 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 1540 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ Ç. Vefatı Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Hazretlerinin vefat tarihinde, birkaçı hariç, bütün kaynaklar ittifak halindedir. Hadîka’da vefatına düşürülen tarih beytlerde anılmış, cenazesinin defni, defn edildiği yer, sonradan buraya kimlerin defn edildiği isimleriyle ve vefat tarihleriyle mufassal olarak yazılmıştır: “1132 Rabîu’l-Âhiri’nin On ikinci Salı gecesi vefat edip ve ertesi Salı günü cenazesi Hazret-i Hâlid Câmi-i Şerîfi’ne ihdâr olunarak zuhrdan sonra salât-i cenâzeleri ba‘de’l-edâ, ders-hane-i mezkûrda defîn-i hâk oldular. Vefât tarihleri, muammâ-gûne bu mısrâdan çıkar: Kerâmet birle düşdi “şeyh-i ekber”19 İslam Ansiklopedisi’nde şöyle yazılıdır: “1132/1719 senesi Rabî’u’l-Âhır Ayının 12. Günü Salı gecesi İstanbul’da vefat itdi. Cenaze namazı, Eyüpsultân Câmii’nde büyük bir kalabalık tarafından kılınıp, Edirnekapı dışında, Münzâvî Câmii karşısında, Birinci Sultân Mahmud Hun’ın şeyhülislâmlarından Ahmed Ebu’l-Hayr Efendi tarafından yapdırılan medresenin dershanesine defnedildi.”20 Sefîne-i Evliyâ’da da aynı şeyler yazılıdır ve Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Hazretlerinin halifelerinden “Kelîmî” mahlasını kullanan Seyyid Musa Efendi’nin tarih beyti de şöyledir: “Üç sene kadar bu suretle reh-güzâr olarak 1132 Senesi Rabîu’l-Âhiri’nin on ikinci Salı gecesi terk-i ‘âlem-i fenâ eyledi. Eyüp’te, ikamet itdikleri mahalde medrese inşa olunmuş idi. Medresenin ders-hanesine defn olundular. O gün İstanbul halkı terk-i meşgale-i dünya idüp Cenâb-ı Şeyh’in cenazesinde bulunmağa şitâbân oldular. Galebelikden halkın bir müddet meşy ü hareketden ‘âtıl kaldıkları menkûldür. Mezkur medrese bi’l-âhare Zâviye-i Nakş-bendiyye’ye tahvîl edildi. Fukarâ-yı Nakş-bendiyye’ye şart kılındı. Vakıfı, Ebu’l-Hayr Efendi’dir. Vefatlarını şu mısrâ iş‘âr ider: Seyyid Mûsâ Efendi’nin söylediği tarih: Kerâmet birle düşdi şeyh-i ekber = 1132 Kelîmâ’nın söylediği tarih: Dehr kıldı yine bir kenz-i murâdı medfûn = 1132”21 Tabîb-zâde Muhammed Şükri Efendi22 de aynı tarihi bildirmiştir. Şimşek de, buraya kadar yazdığımız kaynaklardaki bilgiyi vererek Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin vefat tarihi ile alakalı farklı bilgilere itibar edilmemesini ister: “Muhammed Murâd b. Alî b. Dâvûd b. Kemâliddîn el-Hüseynî ei-Buhârî en-Nakşibendî (ö. 12 Rebîü’l-âhir 1132 (22 Şubat 1720) tarihinde vefat itdi. Eyüp Camiinde kılınan cenaze namazının ardından tekkesinin dershanesine defnedildi. Bazı çağdaş araştırmalarda ölüm tarihinin 1141 (1729) ve 1192 (1778) olarak verilmesi doğru değildir.”23 19 Ayvansarâyî, age., s. 293. Komisyon, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, s. 125. 21 Uşşâkî, age., s. 55-56. 22 Tabîb-zâde, age., vr. 39-b. 23 Şimşek, age., s. 185-187. 20 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1541 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin vefat tarihini, talebesi ve halifesi Karababa-zâde İbrâhîm-i Burûsevî Efendi, aynı risâlesinin birkaç yerinde hem harfle ve hem de rakamla ve hocasının kendisi gibi talebelerinden ve halifelerinden Seyyid Musa Kelîm Efendi’nin de tarihinin olduğu iki ayrı tarih beytini yazar. Bu beytlerdeki tarihler, mısralardaki harflerin ve “şeyh-i ekber” ibaresinin ebcediyle 1133 etmektedir. Diğer bütün kaynaklara göre “H. 12 Rabîu’l-ahir 1132 Salı Gecesi”dir ki bu da [22 Şubât 1720 Perşembe] tarihine denk gelir.24 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin halifelerinden Karababa-zâde İbrâhîm Efendi bir risâlesinde hocasının vefat ettiğinde doksan yaşına yaklaştığı halde vücutlarında kuvvetsizlik olmadığını söylemektedir. Ancak başlarına sardıkları sarığın ağırlığından dolayı son beş-on senedir zahmet çektiğini, bedenlerinin her uzvunun çok genç kimseler gibi taze, sıhhatli ve dinç olduğunu ve bu sebeple elli yaşını geçmemiş zannedilecek derecede göründüğünü yazmaktadır: “Sinn-i şerîfleri, takrîben ser-hadd-i tis‘îne karîb ve kuvvet-i vücûd-ı ‘unsurîleri müşerref-i za‘f-i meşîb olmayup beş on seneden beri ser-i kerâmet-efserleri siklet-i ‘amâme vü destârdan rehâ-yâb olmağla, ‘ışk-ı İlâhî’nin başı açık şîftelerinden olduklarını iş‘âr buyurmuşlar idi. Gerek lihye ve gerek beşerelerinde âsâr-ı kühûlet ü zebûl olmayup, kemâl-i tarâvet ve esnân-ı beyzâları mânend-i lâlî, tele‘lü ü letâfet üzre oldığı eclden, sinn-i ‘ömrleri hamsîni tecâvüz itmemiş zann olunurdı.”25 D. Türbesi Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin kabr-i şerifi, İstanbul’da, Eyüp-Nişâncası’nda, Mustafa Paşa Mahallesi’ndeki cadde üzerindedir. Türbenin girişinde peygamber efendimizin câmi ve mescit bina etmenin faziletlerini bildiren H. 1272 tarihli ve Rüşdî hatlı hadis-i şerifleri yazılıdır. Türbenin sağ tarafında Şeyhülislâm Minkârî-zâde Yahya Efendi’nin damadı Mustafa Efendi tarafından inşa ettirilen medrese, sol tarafında tekye hazîresi, arka tarafında mescit, mesnevî-hâne, Şeyhülislâm Veliyyüddîn Efendi Türbesi ve şadırvan vardır. Türbenin kapısı, türbeye bitişik olarak H. 1272/1855’de yaptırılan mescidin içinde kalmıştır. Cenazesini buraya defn ettiren kişi, kendisi de H. 1154/1741’de vefat edince türbenin dışındaki hazireye defn edilen Şeyhulislâm Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi’dir. Maalesef Hazîredeki kabir taşlarındaki yazılar sonradan koyu yeşile boyandığı için okunamamaktadır.26 Sefîne-i Evliyâ’da deniliyor ki: “Türbe-i münevvereleri, Eyüp’te, Nişânca’da, Abdülehad Nûrî Hazretlerinin civârında ayrıca ma’mûr bir medrese ortasındaki mescid-i şerîfin ittisâlindedir. İsmâîl Hakkî-i Celvetî Hazretleri ‘Ahd-nâmelerinde müşârun ileyhin türbelerini ziyâret, erbâb-ı ‘aşka lâzımdır ve makâmât-ı müteberrikedendir, buyuruyorlar. Delâilü’l-Hayrât tarzında ed‘iyye-i hayriyyeleri vardır.”27 Hadîkatü’l-Cevâmi’de Hafız İsmail Ayvansarâyî “Der-Beyân-ı Meşâyih-ı Tekye-i Mezbûr” başlığıyla Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin kabri şerîfinin olduğu sonradan türbe haline getirilen binayı ve türbenin dışında, haziredeki kabirlerde medfûn zevât-ı kirâmın isimlerini, vefat tarihlerini uzun uzun yazmaktadır.28 Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi’nin,29 Seyyid Bkz. Bursevî, Zikr-i Vefât-ı Şeyh Murâd-ı Nakş-bendî Kuddise Sirruhu’l-‘Azîz, vr. 24a-28a. Burûsevî, age., vr. 24a-28a. 26 2012 Senesinin Aralık ayı başlarındaki ve 2103 Mayıs ortalarındaki ziyaretlerimizde türbe-i şerîfede ve hazîre içinde ve etrâfında tamîrât vardı ve kabir taşları, yazdığımız üzereydi. 27 Uşşâkî, age., s. 55-56. 28 Hafız İsmail Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-Cevâmî, C. I, Matbaa-i Amire, İstanbul, s. 290-294. 29 Tabîb-zâde, age., vr. 39-b. 24 25 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 1542 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin halifelerinden olarak yazdığı zevât-ı kirâmın birkaçı hariç, hepsi burada medfûndur: “Eş-Şeyh Seyyid Muhammed Murâd Efendi 1132; Kilîsî Şeyh Alî Efendi 1148; Eş-Şeyh Sırrî Alî Efendi 1169; Ak Molla denmekle şehîr nây-zen-i bî-nazîr ve hattât Ömer Efendi, Sırrî halîfesi idi. Gelibolulu Şeyh Mustafâ Efendi 1172; Çanakhisârî Şeyh Hâcî Muhammed Efendi 1199...”30 E. Bazı Halîfeleri 1. Karababa-zâde İbrâhîm Bursevî Efendi: Müşârun ileyhin hulefâsındandır. Bursalıdır. Bursa’da neşr-i feyz itdi. 1135’de irtihâline mebnî Zeynîler civârında hâk-i rahmete tevdî olundu. Şeyhinin emriyle yazdığı sülûk-i Nakş-bendiyye’ye dair eserinden başka usul-i zikre müteallik telîfâtı vardır.”31 Çok genç yaşlarda Bursa’da Murâd-ı Buhâri ile tanışıp ona intisap etmiştir. Şeyhinin sohbetlerinde tuttuğu notları risâleler haline getirmiştir. Karababa-zâde İbrahim Efendi 1135/1722 yılında vefat etmiştir.32 Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi, Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin hocalarını yazdıkdan sonra, halîfelerini de vefat tarihleriyle birlikte kayıt etmiştir.33 2. Gelibolulu Mustafa Efendi: Gelibolulu Mustafa b. İbrahim er-Rumî en-Nakşbendî elHanefî, Sırrî Ali’den sonra Murâd-ı Buhârî Tekkesi’nin şeyhliğini yapmıştır. Mustafa Efendi 1176/1762 yılında vefat etmiştir. 34 3. Şeyh Alî Kilîsî: Asıl adı Ali b. Hüseyin el-Kilisî er-Rumî el-Hanefî en-Nakşbendî’dir. Kilisli olup kırk yıl Murâd-ı Buhârî’nin hizmetinde kalmıştır. Şeyhinin yaptığı seyahatlerin çoğuna iştirak etmiştir. Murâd-ı Buhârî’nin vefatından sonra şeyhinin tekkesinde halife olarak görev yapmıştır. Ali Efendi 1147/1734 yılında vefat etmiş ve şeyhinin yanına defnedilmiştir.35 4. Muhammed Bahâüddin el-Murâdî: Murâd-i Buhârî’nin 1094/1682 yılında İstanbul’da doğan oğludur. Temel İslâmî eğitimini babasından almıştır. Daha sonra Abdurrahim el-Kabilî (1135/1722), Abdurrahman ed-Dimeşkî ve Abdulgani en-Nablusî (1144/1731) gibi alimlerden dersler almıştır. Arapça, Farsça ve Türkçe’yi çok iyi biliyordu. Tasavvufa bababasının vasıtasıyla girmiştir. Şam’da bulunan Berrâniyye Tekkesi’ne şeyh olarak tayin edilmiştir. Bahaüddin Murâdî, 1169/1755’de Şam’da vefat etmiştir.36 Ayvansarâyî, age., s. 294. Bunlar: Risâle-i Îmân: Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, 267/8 Numara’daki yazmanın kırma nestalîk hatla yazılı olarak 63b-66a varaklarındadır. Hicrî 1232’de istinsâh edilmiştir. Türkçe’dir. Sohbet-nâme: Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, İstanbul Büyükşehîr Belediyesi, Atatürk Kitâplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları Kısmı, 883/6 No’lu yazmanın 26b-29a varaklarında Talîk hatla yazılıdır. Risâle-i Tarîkat: Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, İstanbul Büyükşehîr Belediyesi, Atatürk Kitâplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları Kısmı, 883/7 No’lu yazmanın 29b-31a varaklarında Talîk hatla yazılıdır. Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-bâr-ı Kutbü’l-‘Ârifîn Seyyidü’l-Muhakkıkîn Sânî-i Hâce-i Ahrâr A’nâ Bi-hî Eş-Şeyh Murâdi’n-Nakş-bendiyyü’l-Buhârî Hazretlerinin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ’dır, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, 10b-17a. Zikr-i Vefât-ı Şeyh Murâd-ı Nakş-bendî Kuddise Sirruhu’l-‘Azîz, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, 24a-28a. 32 Şimşek, Osmanlı’da…., s. 141-142; Vassaf, Sefine-i Evliyâ, C.II, s. 56. 33 Tabîb-zâde, age., vr. 39-b. 34 Şimşek, Osmanlı’da…, s. 152. 35 Fındıklılı İsmet Efendi, Tekmiletü’ş-Şekâik, Neşr. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1989, s. 198; Şimşek, Osmanlı’da…., s. 140-141. 36 Bkz. Şimşek, Osmanlı’da …, s. 133-135; Tabîb-zâde, age., vr. 39-b. 30 31 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1543 Bunlardan başka; Ehl-i Sünnet âlimlerinden Bayrâmiyye Tarikatı’nın Melâmiyye kolu silsilesinden Semerâtü’l-Fu’âd, Cevheretü’l-Bidâye, Şerh-i Mesnevî gibi kitapları olan Seyyid Sarı Abdullâh Efendi’nin kız tarafından torunu La’lî-zâde Seyyid Abdülbâkî Efendi’den, ehl-i sünnet âlimleri ve evliyânın büyüklerinden Ahmed-i Yek-dest-i Cüryânî Hazretlerinden ve Murâd-ı Buhârî’den yararlanıp feyz aldığı Müstakîm-zâde Süleymân Sadeddîn Efendi, Süleymâniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Kısmı, No: 7463’de kayıtlı Risâle-i Ahvâl-i Melâmiyye-i Şuttâriyye’sinin 65b-66a varaklarında yazmaktadır. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin kendisine yazdığı mektuplardan biri Bâyezîd Devlet Kütüphanesi’nde, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, 1838 Numara’da kayıtlı Mektûbât-ı Seyyid Murâd-ı Buhârî’nin 28b sahifesinde yazılıdır.37 F. Eserleri 1. Arapça Eserleri Murâdî Buhârî’nin kendisine atfedilen Arapça eserleri şunlardır: a. Câmi’u’l-Müfredâti’l-Kur’âniyye Elsine-i selâsede yani Arapça, Farsça ve Türkçe yazılan, tertibi ve tanzimiyle emsali bulunmayan bir tasniftir. İlk kısmında, mushaf sırasına göre ve sureleri de yazılarak ayet-i kerimelerin tamamının son kelimeleri ve sonra da ilk kelimeleri yazılmış, sonraki kısımda Arap alfabesindeki harflerin sırasına göre ayet-i kerimelerin ilk kelimeleri yazılmıştır. Meselâ “Kitâbü’lElif Mine’t-Tertîb” başlığıyla “elif” harfiyle başlayan bütün kelimeler ve bu kelimelerin geçtiği surelerin isimleri yazılmıştır. Sonra bu kelimeler “Kitâbü’l-Elif Mine’l-‘Arabî” başlığıyla Arapça açıklanmış ve “Kitâbü’l-Elif Mine’l-Fârisî” başlığıyla da Farsça olarak açıklanmıştır. Sonra da “Kitâbü’l-Elif Mine’t-Türkî” başlığıyla da Türkçe olarak açıklanmıştır. Kelimelerin açıklanmasında Râgıbu’l-Isfehânî, İsmail bin Hammâdi’l-Cevherî, Alî bin Hamza El-Kisâî gibi Arap lügati âlimlerine de atıflarda bulunulmuştur.38 b. Silsiletü’z-Zeheb Eserin girişinde Müceddidiyye’den icazetini bildiren silsilesi yazılıdır. Müceddidiyye’nin esasları, letâif-i hamse, zikr ve telkin-i zikr, murâkabe, teveccüh ve râbıta konularını ihtiva etmektedir. Eser Muhammed Rüstem Raşid tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.39 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin Arapça yazdığı bu risâle, Nakşibendiyye Tarikatinin adabını, usûl ve furû‛unu bildirmektedir. Kendi manevî nesebini de kaydettiği bu eserde, kâinatın yaratılış sebebini ve Nakşî meşâyihinin nihâyetini başlarda derc ettiğini, sünnet ve azîmet ile amel ettiğini, bid‘atlerden şiddetle kaçınıp ruhsatlarla amel etmediğini, Şer-i Şerîf’den ayrılmadığını vurgulamaktadır. Ayrıca, ebedî kurtuluşun ve yegâne doğru yolun ve doğru itikadın, Ashâb-ı Kirâm efendimizin itikadı olan Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâ’at itikadı olduğunu, bundan ayrılanlardan şiddetle uzak durmak gerekliği vb. konulardan bahsetmiştir. Şeyh Ahmed Bukâî, Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin Câmi’u’l-Müfredâti’l-Kur’âniyye isimli eserinin Süleymâniye Kütüphanesinde, Hamidiyye kısmında 65 numarada kayıtlı 536 varaklık nüshasını istinsah etmiştir. Bunlardan başka H. 1249 senesinin Cemâzi’l-evvel ayında Arabî lisanla yazılan ve Nakşibendî tarikatinin esaslarını, adabını bildiren risâlesini, aynı senenin Şevval ayının 11. gününde güzel bir hatla 85 sahife olarak yazmıştır.40 Halifeleri konusunda daha detaylı bilgi için bkz. Şimşek, Osmanlı’da…., s. 140-155. Şimşek, age., s. 187; Şimşek, Osmanlı’da…. s. 123. 39 Bilgi için bkz., Şimşek, Osmanlı’da…. s. 125-126. 40 Ahmed bin Ahmed Halîlü’l-Bukâ’î, Âdâbü’t-Tarîkati’n-Nakş-bendiyye, Müs. Muhammed Rüstem Râşid Efendi, İstanbul 1833, s. 84, 85; Şimşek, Osmanlı’da…. s. 125-126. 37 38 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 1544 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ c. Mektubat Bu eser, Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Hazretlerinin evlatlarına, halîfelerine, talebelerine ve devlet ricâline yazdığı Arapça mektuplardır. En mükemmel nüshası İstanbul’da, Bâyezîd Kütüphanesinde, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, 1838 numarada kayıtlı 90 varaklık nüshadır. Müntesiblerinden Muhammed İsmet bin İbrâhîm Efendi tarafından biraraya getirilerek istinsâh edilmiştir. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Hazretleri bu mektupları Re’îsü’l-Etıbbâ Ömer Efendi’ye, Hâdî-zâde Muhammed Efendi’ye, Haleb Kadısı İsmâîl Efendi’ye, Mestçi-zâde Abdullâh Efendi’ye, Şâmlı Şeyh Halîl Efendi’ye, Sultân Bâyezîd Hân Câmi’i Vâ’izi Şeyh Süleymân Efendi’ye, Vezîr Nu’mân Pâşâ’ya, Seyyid Abdullâh Efendi’ye, İshâk Efendi’ye vs. zevâta yazmıştır.41 d. Lübsü’l-Hırkati’l-Kâdiriyye Murâd-ı Buhârî’nin Muhammed Masum’dan aldığı Kâdiriyye icazetini içermektedir. Bu eser de Hz. Ali’ye kadar uzanan silsilenin tamamı yer almaktadır. Bu eser, Süleymaniye Kütüphanesi Reşid Efendi Bölümü 474 numarada kayıtlıdır. 42 2. Türkçe Eserleri Murâd-ı Buhârî’nin müridleri tarafından derlenen eserleridir. a. Mesmû‘ât mine’s-Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî Murâd-ı Buhârî’nin değişik yerlerde gerçekleştirdiği sohbetlerinin müridleri tarafından kaydedilmesiyle oluşturulmuş bir eserdir. Değişik kütüphanelerde yazma nüshaları vardır. Eser, çeşitli dinî ve tasavvufî meseleleri içermektedir.43 b. Menâkıb ve Takrirat-ı Muhammed Murâd-ı Buhârî Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin Bursa’da, Temennâ Mahallesi’nde, Menteş Bahçesi’nde ikâmetleri zamanlarında hizmetlerinde ve sohbetlerinde bulunmakla şereflenenen Ladikli Hüseyn Efendi tarafından tarihleriyle beraber yazılan mesmû‘âtı ve sünûhâtı, Muhammed Mekkî Efendi tarafından bir araya getirilerek 8 Cemâzi’l-Evvel 1195’de (2 Mayıs 1781) istinsah edilmiştir. 43b sahifesine kadarki kısmda Ladikî Hüseyn Efendi’nin, hocası Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin 1126 Senesi Receb-i Şerîfi ile aynı senenin Ramazân-ı Şerîfi arasındaki (1714 Senesi Temmûz-Eylûl Ayları) sohbetlerini yazmaktadır. 48b sahifesinin sonuna kadarki kısmında yine Ladikî Hüseyn Efendi’nin mesmû‘âtı ve sünûhatı yazılıdır. 48b-51b varaklarında Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin “Silsiletü’z-Zeheb” risâlesi noksansız olarak yazılmıştır. 51b’den sonuna kadarki kısımda da Karababa-zâde İbrâhîm Efendi’nin de hocasının emriyle yazdığı mesmû‘âtının aynısı yazılıdır. Bazı nüshalarda bu mesmû‘âtın bir kısmı “Sohbet-nâme” olarak isimlendirilmiştir. c. Risâletün Fî Tarîkati’n-Nakşibendiyye Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin halîfelerinden Karababa-zâde İbrâhîm-i Burusevî tarafından hocasının emirleriyle veya işaretleriyle hazırlanan ve Risâle-i Nakşibendiyye olarak anılan risâlesidir. Bu risâlenin bir nüshası “Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-bâr-ı Kutbü’l-’Ârifîn Seyyidü’l-Muhakkıkîn Sânî-i Hâce-i Ahrâr A’nâ Bihî Eş-Şeyh Murâdi’n-Nakş-bendiyyü’l-Buhârî Hazretlerinin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ’dır” namıyla Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, 10b-17a varaklarında kayıtlı olup bu nüshanın 24a-28a Bkz., Şimşek, Osmanlı’da….., s. 126. Şimşek, Osmanlı’da….., s. 127. 43 Şimşek, Osmanlı’da….., s. 128. 41 42 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1545 varaklarında da “Zikr-i Vefât-ı Şeyh Murâd-ı Nakş-bendî Kuddise Sirruhu’l-‘Azîz” ser-levhasıyla kayıtlıdır. Karababa-zâde İbrâhîm Burusevî Efendi’nin bu Risâle-i Nakşibendiyye’si Kütahya Vahid Paşa İl Halk Kütüphanesi, No: 1921, 4b-6a’da da vardır ve satır sayısı değişiktir. Bunlardan başka bir nüshası da İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları, No: 883/5, 1-3. sahifelerinde bulunmaktadır. Bazı kaynaklarda ve bazı künyelerde Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin ismiyle kayıtlı olan ancak bazı halifeleri tarafından Şeyh Muhammed Murâd-ı Buhârî’nin bizzat emirleriyle veya işaretleriyle sohbetlerinden hazırlanan risâleler: c.1) Risâletü’t-Telkîn: Milli Kütüphane, No: Yz A 3462/3, 74b-75b. c.2) Sohbet-nâme: İstanbul Büyükşehîr Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları, No: 964/2, 36b-38a. c.3) Kelimât-i Hikmet: İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları, No: 883/5, 16b/26a. c.4) Mesmû’âtün Min Hazreti’ş-Şeyh Murâdi’n-Nakş-bendî ve Mektûbâtihî, Süleymaniye Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 1780, 1b-17a ve 24a-25b. G. RİSÂLE-İ NAKŞİBENDİYYE44 [10b] Kara Bâbâ-zâde İbrâhîm Efendi’nin Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-Bâr-ı Kutbü’l‘Ârifîn, Seyyidü’l-Muhakkıkîn, Sânî-i Hâce-i Ahrâr, A‘nâ bihî eş-Şeyh Muhammed Murâdi’nNakş-bendiyyi’l-Buhârî Hazretleri’nin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ‘ıdır: Hakk te‘âlâ insanı kalb ile kâlıbdan mürekkeb halk itmişdir. Ve bu ikiden herbirinin kemâli, Rasûlullâh “sallallâhü ‘aleyhi ve sellemde” hatm olınmışdır. Sâ’ir-i ümmete bu kemâlâtdan herbiri Rasûl aleyhisselâma ittibâ’ına göre virilmişdir. Anları vâsıta tutmayınca, kimseye kemâlât gelmek ‘âdetullâha muhâlifdir. Gâyeti, ba‛zı kimesneler Rasûl’den “aleyhisselâm” vâsıtasız almışlardır, Ashâb-ı Kirâm “rıdvânullâhi ‘aleyhim ecme‛în” gibi. Ve ba‛zılar, vâsıta ile ahz itmişlerdir; Tâbi‛în gibi ve Tebe‛-i Tâbi‛în gibi. Pes, cümlenin kemâlât-ı zâhiriyye ve bâtıniyyeye vusûli [11a] hakîkatde değildir. İllâ Rasûlullâh “sallallâhü ‘aleyhi ve sellem” vesâtatıyladır. İmdi, mişkât-i nübüvvetden bu kemâl ahz olunmanın tarîkî, mahabbet-i İlâhiyye’nin sıdkıdır. Ve mahabbet-i İlâhiyye’nin sıdkı, Rasûlüne ittibâ‛la ma‛lûmdur. Nitekim Hakk Te‛âlâ, Kelâm-ı Kadîminde buyurur: “Kul in küntüm tühıbbûne’llâhe fe’ttebi‛ûnî...”45 Ya‛nî “Habîbim, sen ümmetine iyit ki, eğer siz Allâhü Te‛âlâyı severseniz, bana ittibâ‛ idin; tâ ki Hakk Te‛âlâ dahî sizleri seve ve bana itâ‛atiniz sebebiyle size kemâlât-ı zâhiriyye ve bâtıniyye ihsân ide.” Pes, kemâlâta nâ’il olmanın ittibâ‛dan gayrî tarîkî yokdur. İttibâ‛, iki kısmdır: Zâhir olmak var [11b] bâtınen olmak var. Zâhiren ittibâ‛, ‘ulemânın yazdıkları fetvâya kendüyi tatbîk ile olur. Zîrâ ‘ulemâ “rahime-hümüllâh” evzâ‛ u akvâl u ef‛âl-i Rasûlullâh’ı “aleyhisselâm” bilâ ziyâde ve lâ noksan, hıfz u zabt itmişlerdir. Ana, ‘İlm-i Fıkh ve ‘İlm-i Hadîs ve ‘İlm-i Tefsîr mütekeffildir. Bâtınen olan ittibâ‛, ezvâk u ahvâl u ahlâkdır. Eğerçi bunların ba‛zısını ‘ulemâ beyân itmişlerdir; lâkin bi-temâmi-hî mümkin değildir. Zîrâ elfâz u ‘ibârâtın tehammüli yokdır. Pes, anı ancak bâtın muhtemildir. Pes, bâtına meşâyih-ı ‘izâm mütekeffildir ki, kendüleri zevk u vicdân tarîkîyle şeyhlerinin telkîn-i zikri vâsıtasıyla mişkât-i nübüvvetden [12a] ve bâtın-ı Rasûl’den aleyhisselâmdan ‘ibâret ve lafızsız batınen ‘an batnin hıfz u zabt itmişlerdir. Pes, zâhirde Rasûl’e Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Risale-i Nakşibendiyye, Haz. Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886, vr. 10b-17a. 45 Kur’ân-ı Kerîm, 3/31. 44 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 1546 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ “aleyhisselâm” ittibâ‛, ‘ulemâ-yı ‘izâmın kütb-i mu‛teberede yazdıkları vech üzre ‘amel edip ziyâde ve noksândan kemâl-i mertebe ihtirâz itmekdir. Zîrâ ‘amelde noksan kişiyi kemâl-i ittibâ‛dan çıkarduğı gibi, öteden sâbit olan ‘ibâdât üzerine ziyâde dahî ittibâ‛dan çıkarır. Ziyâde didiğimiz, dînde bid‛atdir. Ya’nî Rasûl’ün aleyhisselâmın ve Ashâb-ı Kirâm’ın “rıdvânullâhi ‘aleyhim ecme’în” bulundığı ‘ibâdet üzre ‘ibâdetdir. Ve bu, [bir] şey-i artırmakdır; dinde bid‛at irtikâbı, kişiyi dinden çıkarmağa mü’eddî [12b] olur, demiş ‘ulemâmız ve meşâyihimiz. Zîrâ ‘ibâdât-ı sâbite üzre ‘ibâdât artıran kimesne, zimnen dimek ister ki, dinde ve ‘ibâdâtda bu da lâzım idi; ne’ûzü bi’llâhi te’âlâ. Nass-ı kâtı‛ olan âyet-i kerîme-i inkâra mü’eddâ olur ki, âyet budur46: “El-yevme ekmeltü leküm dîneküm ve etmemtü ‘aleyküm ni‘metî ve radîtü lekümül islâme dînâ....”47 Elâyet-i ma‘nâ-yı âyet-i kerîme budur ki, pes “Sizin dîninizi bugün tekmîl idip bana anınla tekarrub olunacak şeyleri bi-kemâli-hî beyân eyledim. Kat’an gayra ihtiyâc sizinçün kalmadı. Ve ni’metimi sizler üzerine itmâm eyledim.” Ya‘nî “Ni’met-i dîn ve envâ‘-ı ‘ibâdât u tâ‘ât, sa‘âdet-i dünyeviyye ve uhreviyyeye [13a] mûsıledir.” dimek olur. Ve bu ‘ibâdâtda bid‘at irtikâbı, Rasûl’e sallallâhü ‘aleyhi ve sellem ve ashâbı’na iki şeyden birini isbâtı muktezîdir. Zîrâ eğer bu tarîkle ‘ibâdât ve Hakk Te‘alâya tekarrub var idüğin bilmediler dir ise, anlar içün cehl ve kendü içün ‘ilm isbât etmiş olur, hâşâ ve kellâ. Ve eğer bildiler ammâ işlemediler dirse, bu cihetden tekarrübde anların noksanı vardır, benüm kemâlim vardır, demiş olur; hâşâ. Hâsılı bid‘atî ‘ibâdet ve Hakk Te‘alâya tekarrub içün irtikâbun kubhı, hadden bîrûndır. Ammâ, bâtında Rasûl’e “aleyhisselâm” ittibâ‘ devâm-ı huzûr ile olur. Ve bunı tahsîlin tarîkî oldur ki, bir pîr-i kâmilin ve şeyh-i [13b] vâsılın dâmenine teşebbüs iyleyip ve sohbetine müdâvemet iyleye; tâ ki ol kâmilin kendü şeyhlerinden mu‘an‘anen sohbet ile mün‘akis olan nûr-ı ‘irfân ve devâm-ı huzûr ve zevk u safâ mir’ât-i mücellâ olan bâtın-ı şeyhden buna da mün‘akis ola. Lâkin, bâtın-ı kâmilin husûli mütâbe‘atsiz müyesser değil idüği âyet ile ma‘lûm olup, bâtın kemâline bâ‘is bu sünen üzre zikr olduysa ve asl-ı zikr, devâm-ı huzûr ya‘nî Allâhü Te‘alâ Hazreti’ni hâtırından ihrâc itmeyip, anıp durmakdır. Ve bu zikrde asl, ihfâdır. Kâlellâhü te‘âlâ: “Ve in techer bi’l-kavli fe-innehû ya‘lemus sirre ve ahfâ...”48 Müfessirîn “rahimehümüllâh” bu âyet-i kerîme’de, zikrde asl olan “ahfâ” olduğına delâlet vardır diye tasrîh itdiler. Ma’nâ-yı Nazm-ı Kerîm: [14a] “Eğer sen kavl ile cehr idersen, Hakk te’âlâ sırrda ve ihfâda olanı bilir. Pes, cehre ne hâcet var?” dimek olur. Mervîdir ki, birgün Rasûl “aleyhisselâm” yolda giderken gördiler ki, bir mikdâr kimseler bir mevzi‘de cem‘ olıp cehr ile zikrullâh iderlerdi. Rasûl “aleyhisselâm” yanlarına varıp buyurdular ki: “Ey kavm, sağıra mı çağırırsız?” Ya’nî “Hakk te’âlâ işitmez mi sanırsız?” dimek olur. Bunlarım emsâlî âyât ve ehâdîs’de, zikrde ihfâ asl olduğına delîl çokdır. Lâkin bu asldan bir nükte ile ‘udûl olunmak câ’izdir. Nükte budur ki, sem‘den kalbe yol vardır. Sem‘, [14b] mâ-sivâya ta‘alluk eyleyince kalbe vâsıl olup, kalbi maksûddan meşgûl kılar. Böyle olmasun içün kalbe dahî cehrî sebebile zikrullâh ilkâ olunur. Andan maksûd hâsıl olur. Bu nükteye binâ’en, meşâyihden ba‘zılar, zikr-i cehrî-i ihtiyâr itmişler. İmdi, bir kimesne âdâb ile ve huşû‘ ile zikr olunan niyyet-i hâlisa ile zikr-i cehrî itmede be’s yokdır, lâkin zamanımızda ki müdde‘îlerin harekât u evzâ‘-ı mahsûsalarına bir vechle ruhsat yokdır, zîrâ zikr olunan kelimâtın birisinde dâhil değildir. Eğer ‘ibâdât niyyetiyle iderse, bid‘at irtikâb itmiş olur. Bid‘ate müte‘allik olan tehdîdde [15a] dâhil olur. Eğer, ‘ibâdet niyyetiyle itmez ise, mücerred mâ-lâ ya‘nîye iştigâl olur. ‘Akıl olan kimesne ise, bu makûle fâ’idesiz olan şey ile meşgûl olıp nef’-i ‘azîm ve hayr-ı kesîri olan nene-i terk itmez. Fâ’idesi olmadığından, kat’-ı nazar-ı zikrullâhı tahfîfe mü’eddâ olur. Su’âl olunursa ki, devr ü raks u simâ, kibâr-ı meşâyihden niçe ‘azîzlerden vâkı‘ olmışdır. Cevâb budur ki, anlardan bu makûle nesne vukû‘ı, ‘özr vaktinde olmışdır. Meselâ cezbeleri vakti gibi ve fart-ı ‘ışk-ı İlâhî zuhûrunda âteş-i ‘ışk u şevk ile ihtirâkları helâke mü’eddâ olmamak içün devâ, bu gûne [15b] harekâtdan gayrıyla bulunmayıp bi’z-zarûrî devâ niyyetine irtikâb olınmışdır. Lâkin Bu Âyet-i Kerîme’den zâhir oldu ki, mücerred Kitâb ve Sünnet ile amel, mûcib-i fevz ü felâh olmakta vesîle-i kâfiye ve vâsıta-i vâfiyedir. [Der-kenâr] 47 Kur’ân-ı Kerîm, 5/3. 48 Kur’ân-ı Kerîm, 20/7. 46 Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1547 sonra yine geçmişlerdir. Zîrâ burada ihtiyârıyla kalmak noksandır. Anlar ise, bizim hüsn-i zannımıza göre kemâl buldılar. Bunun zâhirde nazîri, fukahânın bu kavlidir ki, bir âdem ta‘âm yirken boğazına bir nesne dursa, def‘ etmek içün su bulamasa, ancak hamr bulsa, hamr içmeği tecvîz etmişlerdir, telef-i nefsden halâs olmak içün pes, bu takdirce, anlar ma‘zûr olmış olırlar. Ma‘zûra ise iktidâ, sahîh değildir. Zîrâ, bizler min külli’l-vücûh ‘özrden berî olan Rasûl [16a] “aleyhisselâma” iktidâ ve ittibâ‘la me’mûruz. Ve hem bizde ol muktezî yokdır ki, ma‘zûrlara tâbi‘ olavuz. Ve fukahânın bu kavli de vardır ki, ma‘zûr, muktedâ olmaz. Hemân Hakk Sübhânehû ve Te‘âlâ, cümleyi ‘özrden ‘ârî ve sıhhat-i bâtıniyyeye nâ’il olmış bir şeyh-i kâmilin ve pîr-i vâsılın sohbetine muvaffak eyleyip anın şeref-i sohbetiyle herbir şey’i yerli yerince işlemeği ve yerli yerinde görmeği müyesser iyleye. Zîrâ, kim ne ahkâm-ı zâhire bâtına karışır ve ne ahkâm-ı bâtına zâhire karışır. İkisini biri birine hılt etmek zindeka ve ilhâddır. Nitekim demişdir: “Ger fehm-i merâtib ne-könî zindîkî.” Hakk Sübhânehû ve Te‘âlâ, cümleyi [16b] kendiden ba‘îd olmağa mü’eddâ olan şeylerden hıfz edip kendiye karîb ve vuslata mü’eddâ olan şeylere tevfîk ‘inâyet buyura. Âmîn. Ve sallallâhü ‘ale’n-Nebiyyi’l-Emîn. Nûru’l-milleti ve’d-dîn Mevlânâ ‘Abdurrahmân-ı Câmî “kuddise sirruh” buyurmuşlardır ki: “Zikrin sûreti ve ma‘nâsı ve hakîkati vardır. Sûreti, lafz-ı mahsûsdan ‘ibâretdir ki, cevâhir-i hurûfdan mürekkepdir. Cehren ve ihfâ’en tekellüm tarîkiyle veya tehayyül tarîkiyle ma‘nâ-i zikr, lafz-ı mezkûrun ma‘nâsını te‘akkulden ‘ibâretdir. Ve hakîkat-i zikr, âgâhlıkdır ki, şühûd u huzûrdan [17a] ‘ibâretdir. Ref‘-i savt itmeksizin âheste âheste zikr itmek ba‘z-ı meşâyih tarîkidir. Ol cümledendir, Şeyh Muhyiddîn İbnü’l-‘Arabî “kuddise sirruh.” Ammâ ekser-i meşâyihin tarîki cehrile tekellümdir. Ve tarîk-i tehayyül, zikr-i hafiyyedir ki, menşe-i tarîka-i hâcegân ve mebde-i meslek-i ‘azîzândır “kaddesallâhü esrârahüm. Ve efâza ‘aleynâ birrahüm ve ihsânehüm.” Âmîn. SONUÇ Bugüne kadar üzerinde çok az çalışma yapılan, ömrünün çoğunu çile ve mücadele içinde geçiren Murâd-ı Buhârî’nin hayatı, eserleri ve halifeleri ile ilgili bilgiler yazma eser kütüphaneleri ve birinci derece kaynaklar taranarak gerçek bilgiler ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen talibe üç şeyin gerekliliğinden bahsetmiştir. Bunların; talep, çalışmak ve ilim olduğunu söyleyen Murâd-ı Buhârî, “Kul ile Rabbi arasında olan ilişki, henüz sütten yeni kesilmiş masum bir çocuk ile annesi arasında olan ilişki gibi olmalıdır” diyerek kulun Rabbine karşı daima itaatkâr olmasını ister. Murâd-ı Buhârî, Allahü Te‘alanın rızasına kavuşmanın yolu olan Resulullah’a her bakımdan tabi olmanın gerekliliğinden bahseder. Ondan başka her şeyden alakayı kesmek, bu geçici dünyada zamanı Allahü Te‘alaya ibadetle geçirmek ve Allahü Te‘alanın rızasını kazanmak için herşeyiyle kendini O’na vermek insanların yegâne düsturu olmasını ister. Bu bakımdan bir tarikat şeyhinin yaşayış tarzı ve müritlerine verdiği nasihatler, neler yapıp neler yapmamak gerektiği hususunda verdiği izahatlar, dolayısıyla araştırmaya değer bulunmuş ve üzerinde etraflıca araştırılmıştır. Yine sohbetlerinde ne gibi konuları işlediği, insanlara özellikle müritlerine nasıl öğütler verdiğinin ortaya çıkarılması açısından tasavvuf âlemi için son dereece önemlidir. Ayrıca halifelerinden Karababa-zâde İbrâhîm-i Bursevî Efendi, hocasının talimatıyla bazı kayıtlarda “Risâle-i Nakşibendiyye” olarak da geçen eseri edebiyat ve ilim âlemine kazandırılmak istenmiştir. Bu risâlede; iman, muhabbet, ilim, zikir, telkin-i zikir, müritlerin uyması ve uymaması gereken halleri, keşf, Naşkşibendî tarikatının edepleri vb. konular üzerinde durulmuştur. Bu konular, bir sohbet esnasında müritlerine anlatırken halifelerinden Karababa-zâde İbrahim Bursevî’nin not tutmasıyla oluşmuştur. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 1548 Mehmet ÜNAL – Aliye YILMAZ KAYNAKÇA Ahmed bin Ahmed Halîlü’l-Bukâ’î, Âdâbü’t-Tarîkati’n-Nakş- bendiyye, Müstesnsih: Muhammed Rüstem Râşid Efendi, İstanbul: 1833. ÇANTAY, Hasan Basri, Kur’an-ı Hakim ve Meali Kerim, Mürşid Çantay Yay., İstanbul 1980. Fındıklılı İsmet Efendi, Tekmiletü’ş-Şekâik, Neşr. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1989. Hâce-zâde Ahmed Hilmî, Hadîkatü’l-Evliyâ Silsile-i Meşâyih-i Sâdât- i Nakş-bendiyye, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, İstanbul 1900. Hâfız Hüseyn, İbnü’l-Hâcc İsmâîl Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-Cevâmi, C. 1, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1865. Hüseyn Vassâf-ı Uşşâkî, Sefîne-i Evliyâ, C. 2, Süleymâniye Kütüphanesi Yazma Bağışı No: 2306, İstanbul 1927. IŞIN, Ekrem, “Nakşibendilik”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 6, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul 1994. Karababa-zâde İbrâhîm-i Burûsevî, Zikr-i Vefât-ı Şeyh Murâd-ı Nakşibendî Kuddise Sirruhu’lAzîz, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886. Karababa-zâde İbrâhîm-i Burûsevî, Zikr Hakkında Kelâm-ı Dürer-bâr-ı Kutbü’l-’Ârifîn Seyyidü’lMuhakkıkîn Sânî-i Hâce-i Ahrâr A’nâ Bihî Eş-Şeyh Murâdi’n-Nakş-bendiyyü’l-Buhârî Hazretlerinin Sohbet-i Şerîfelerinden İstimâ’dır, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 2886. Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, Risâle-i Îmân, Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, No:267/8. Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, Sohbet-nâme, İstanbul Büyükşehîr Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları Kısmı, No:883/6. Karababa-zâde İbrâhîm Burûsevî, Risâle-i Tarîkat, İstanbul Büyükşehîr Belediyesi, Atatürk Kitaplığı, Osmân Ergin Türkçe Yazmaları Kısmı, No: 883/7. Komisyon, İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yayınları, C. 17, İstanbul 1991. Komisyon, İstanbul Evliyâları, Türkiye Gazetesi Yayınları, C. 2, İstanbul 2003. Murâdî, Ebu’l-Fazl Muhammed Halîl, Silkü’d-Dürer Fî A’yâni’l-Karni’s-Sânî ‘Aşer, Bulak Matbaası, C. I-II-III-IV, Kâhire 1883. ÖNGÖREN, Reşat, Osmanlılarda Tasavvuf: Anadolu’da Sufiler Devlet ve Ulema (XVI. yy), İst., 2000. PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Câmi’u’l-Müfredâti’l-Kur’âniyye,Râgıb Pâşâ Kütüp., No: 102. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Mektûbât-ı Seyyid Murâd-ı Buhârî, Bâyezîd Devlet Kütüphanesi, Veliyyüddîn Efendi Kısmı, No: 1838. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî, Sevânihu’l-Efkâr ve Sevâmihu’l-Enzâr, C. 2, İstanbul 2004. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Muhammed Murâd-ı Buhârî ve “Risâle-i Nakşibendiyye” Adlı Eseri 1549 Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Dürrü’l-Müntehab Min Bahri’l-Edeb Fî Tercemeti Silsiletü’zZeheb Li’ş-Şeyh Muhammed Murâdi’l-Buhârî “kuddise sirruhû”Me’a-Zeyli-hâ, Çev. Muhammed Rüstem Râşid, İstanbul 1857. Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Silsiletü’z-Zeheb, Kütahya Vâhid Pâşâ İl Halk Kütüphanesi, No: 1501/3. ŞİMŞEK, Halil İbrahim, Osmanlı’da Müceddidîlik (XII/XVIII Yüzyıl), Suf Yay., İstanbul 2004. ŞİMŞEK, Halîl İbrâhîm “Murâd Buhârî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 31, İstanbul 2006. Tabîb-zâde Muhammed Şükrî Efendi, Silsile-nâme-i Sôfiyye, Üsküdâr Selîm Ağa Kütüphanesi, Azîz Mahmûd-ı Hüdâî Kısmı, No: 1098. UYAN, Abdüllatîf, Menkıbelerle İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi, C. 3, Berekât Yayınevi, İstanbul 1983. YILMAZ, Necdet, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf Sûfîler Devlet ve Ulemâ (XVII. yüzyıl). Osav Yay., İstanbul 2001. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014
© Copyright 2024 Paperzz