5.Ulusal Çevre ve Ekoloji Öğrenci Kongresi 1-2 Mart 2014, ODTÜ KKM B Salonu Öğrenci Sözlü Sunum ve Poster Sunumları Bildirileri İÇİNDEKİLER Sözlü Sunumlar: Avcı, Mediha. FARKLI TUZLARIN DEĞİŞİK KONSANTRASYONLARININ BUĞDAY TOHUMLARININ ÇİMLENMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ. Ay, Murat. TÜRKİYE’DEKİ SU PARAMETRELERİ GÖZLEM İSTASYONLARI VE İLGİLİ ÇALIŞMALAR. Çavuş, Sema; Eserkaya, Yurdagül; Moran, Hilal. ORGANİK TARIMIN EKOLOJİK YÖNÜ Ergül, Gökçe. ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ RAPORLARINDA KURUMSAL KARBON AYAK İZİ HESAPLAMASINA YER VERİLMESİ Eserkaya, Yurdagül; Çavuş Sema; Baştabak Benginur; Moran Hilal. PESTİSİTLERİN GÖRÜNMEYEN ZARARLARI Moran, Hatice Hilal; Tatlı, Şahin; Mutlu, Vedat; Günal, Ali Rıza; Dündar, Ayşen; Yurt, Orhan; Çavuş, Sema;Eserkaya, Yurdagül;Baştabak, Benginur; Kensinkılıç, Müge; Akçay, Elmira Tuana; Issı, Ayla Nurcan; Yurttaş, Hüseyin Faruk; Keskin, Halil; Kaya, Alper. BÖCEKLER İLE EKOLOJİ FARKINDALIĞI Sönmez, Alperen Timuçin. YEŞİL TÜKETİM ALGISININ OLUŞMASINDA POSTMODERN TÜKETİCİNİN SEMBOLİK TÜKETİM ALIŞKANLIĞININ YERİ. Poster Sunumları: Alsaran,Müge; Güneş, Selda; Öncü Füsun; Akbulut, Cansu; Olgun, Uğursoy; Kayhan, Figen Esin; Yön, Nazan Deniz. POLY(2-ETİL-2-OXAZOLİN)’ İN ZEBRA BALIKLARI OVARYUMU ÜZERİNDEKİ HİSTOLOJİK ETKİLERİ Bozyel, Mustafa Eray; Merdamert, Elif; Gönüz, Ahmet. ÜLKEMİZDE ORKİDE ÇEŞİTLİLİĞİ. Bozyel, Mustafa Eray; Merdamert Elif;Özdemir , Burak; Gönüz, Ahmet. SALEP: BİR YUDUM KEYFE DEĞER Mİ? Issı, Ayla Nurcan. BİYODİZEL UYGULAMALARINA BAKIŞ Karöz , Ayşe Merve; Genç, Meryem; Atasoy, Deniz; Gündüz, Ayşe. TÜRKİYE’DE MAĞARA EKOSİSTEMLERİNİ TEHDİT EDEN UNSURLAR Külbaş Durlu, Miray; Uğur, Avni. ANTHOCORIDAE FAMİLYASI VE EKOLOJİK ÖZELLİKLERİ Madakbaş, Seher Yıldız; Başak, Hakan; Akıllı Aslı; Önal, Mehmet Samet; Dündar, Berrak. FASULYE (Phaseolus vulgaris), BEZELYE (Pisum sativum) VE BAKLA (Vicia faba var. major) TÜRLERİNDE SUTUT POLİMERİNİN TOHUM VE BİTKİ GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI Özdemir, Burak; Bozyel, Mustafa Eray; Merdamert, Elif; Özdilek, Şükran Yalçın. ÇANAKKALE KEPEZ SAHİLİNİN ARKA SAHİL KISMINDAN VERTİKAL OLARAK ALINAN ÖRNEKLERİN ORTALAMA KUM TANE BÜYÜKLÜĞÜ İLE İLGİLİ ARAŞTIRMA. Turan, Büşra; Çıngay, Burçin. NEZAHAT GÖKYİĞİT BOTANİK BAHÇESİ TIBBİ BİTKİLERİ FARKLI TUZLARIN DEĞİŞİK KONSANTRASYONLARININ BUĞDAY TOHUMLARININ ÇİMLENMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ Mediha Avcı ÖZET Günümüzde dünyanın ekolojik problemlerinin başında küresel ısınma gelmektedir. Küresel ısınma ile yağışların azalması kuraklığı meydana getirir. Bununla beraber sulu tarım olumsuz etkilenir; toprağın yeteri miktarda sulanmaması toprakta çözünmüş tuz konsantrasyonunun artması ve toprak yüzeyinde birikmesiyle tarım ürünlerinin çimlenip gelişmeleri dolayısıyla verimlilik oranları düşmektedir. Toprak tuzluluğu dünya çapında ekilebilir birçok araziyi büyük ölçüde etkilemektedir ayrıca dünya üzerinde çimlenmeyi ve ürün verimliliğini sınırlayan önemli bir faktördür. Çimlenme bitkinin yaşam döngüsü için önemli bir aşamadır. Toprakta bulunan tuz konsantrasyonu bitkilerin çimlenme ve gelişimleri üzerine farklı etkiler göstermektedir. İnsan beslenmesi açısından büyük önem taşıyan tarım ürünlerinden biri olan buğdayın, toprak tuzluluğunun artışıyla nasıl etkileneceği merak edilmektedir. Bu konu ile ilgili birçok çalışma yapılmış ve çimlenmenin olumsuz etkilendiği sonucuna varılmıştır. Yapılan bu çalışmada ekmeklik buğday çeşitlerinden Özkan ve Tosunbey’in farklı tuz (KCl, MgSO4, K2SO4 ve Ca(NO3)2) ve bu tuzların farklı konsantrasyonlarının ( 0 mM, 50 mM, 100 mM ve 250 mM) çimlenmeye olan etkileri araştırılmıştır. Tohumlar petrilere ekilip, çimlenme kabininde kontrollü şartlarda 10 gün süreyle tutulmuş ve çimlenme yüzdeleri hesaplanmıştır. Elde edilen verilerde kullanılan tüm tuz çeşitlerinin 50 mM ve 100 mM uygulamalarında; her iki çeşidin tohumlarının kontrol grubundan önce çimlendiği, 250 mM konsantrasyondaki tuzların toksik etki yaparak çimlenmeyi engellediği gözlenmiştir. Tuzların düşük konsantrasyonda tohum çimlenmesine engel olmadığı, konsantrasyonun artmasıyla tohumların duyarlılık gösterdiği ve çimlenmenin olumsuz etkilendiği ayrıca tuzlar arasında Ca(NO3)2’ün en toksik etkiye neden olduğu gözlemlenmiştir. GİRİŞ Bitki yetiştiriciliğinde doğal ve kültür bitkileri yaşam ortamlarında birçok faktörün etkisi altında kalmaktadırlar. Günümüzde de küresel ısınma nedeniyle yağışlar azalmakta ve su kaynakları sınırlanmaktadır. Bu durum sulu tarımın olumsuz etkilenmesine neden olup, toprağın yeteri miktarda sulanmasını engelleyerek toprakta çözünmüş tuz konsantrasyonunun artması ve toprak yüzeyinde birikmesine neden olmaktadır. Toprak tuzluluğu dünya çapında ekilebilir birçok araziyi büyük ölçüde etkilemektedir (Fuller et al., 2012). Ülkemizde de tuz etkisi altında kalan toprakların miktarı her geçen gün artmakta ve toprak verimliliği azalarak bazı alanlarda aşırı tuzlanma nedeniyle üretim yapılamamaktadır (Karakullukçu ve ark., 2008). Tuz stresi, değişik tuzların toprakta ya da su da bitkinin büyümesini engelleyebilecek yoğunlukta bulunması olarak tanımlanmaktadır (Karakullukçu ve ark.,2008) ve tuzluluk çevresel bir stres olup bitkilerin büyüme ve gelişmelerini sınırlamaktadır (Haifa et.al., 2013). Yapılan araştırmalarda tuz stresinin bitkilerde iki şekilde ortaya çıktığı gözlemlenmiştir; ilk olarak kök bölgesinde çözünmüş tuzların fazlalığı sonucu bitkinin suyu topraktan alamaması, ikincisi de bazı iyonların çözeltide fazla bulunması sonucu toksik etki oluşturmasıdır (Dölarslan ve ark., 2012). Tuzlu topraklarda suyun faydaları azalır dolayısıyla su ozmotik olarak tuz çözeltilerinde tutulur ve tohumun su alınımı engellenir. Bunun sonucu olarak tuz konsantrasyonu çok yüksek seviyede ise çimlenme olmaz ya da bitki gelişimi sınırlanır. Yapılmış olan farklı çalışmalarda tuzluluk stresinin tohum çimlenmesini sınırladığı, fide gelişiminin ve kök uzunluğunun azalmasına, yaprak kıvrılmalarına neden olduğu ve ürün verimliliğini azalttığı görülmüştür (Yaman ve ark., 2009). Tuzluluk sulu tarım açısından ciddi bir tehlike arz ettiğinden tuza toleranslı olan türlerin geliştirilmesi gerekmektedir (Dvorak et.al., 1986); gelecekte tarımsal üretim açısından tuz toleranslı çeşitlerin tespit edilmesi çok önemlidir. Bu nedenle yapılan bu çalışmada ekmeklik buğday çeşitlerinden Özkan ve Tosunbey’in farklı tuz ve bu tuzların farklı konsantrasyonlarının çimlenmeye olan etkileri araştırılmıştır. MATERYAL VE METOD Çalışmada kullanılan ekmeklik buğday tohumları ( Özkan sp. ve Tosunbey sp.) Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümünden temin edilmiştir. Tohumlar ekilmeden önce %5’lik hipoklorit ile steril edilerek, sterilizasyon bittikten sonra saf su banyolarından geçirilip hipokloritten arındırılmıştır. Daha sonra 6 saat saf su içerisinde şişmeye bırakılmıştır. Şişirilen tohumlar her uygulama için üç tekrarlı olacak şekilde tuz çözeltileriyle ıslatılmış filtre kağıtlarının bulunduğu petrilere 25’er adet olarak ekilmiştir. + 22 oC olan karanlık evreye ayarlı çimlenme kabininde çimlenmeye bırakılmıştır. Tuz uygulaması yapılan tohumlar tuz çözeltileriyle, kontrol grubu tohumlar saf su ile günlük su ihtiyaçlarına göre sulanmıştır. 0 mM, 50 mM, 100 mM, 250 mM ve 0.5 M’lık konsantrasyonlarda KCl, MgSO4, K2SO4 ve Ca(NO3)2 tuzları kullanılmıştır. Denemenin üçüncü gününde ışıklar açılmış sıcaklık +24 oC’ ye ayarlanmıştır. Çimlenen tohumlar her gün not edilmiş ve 10 günlük denemenin sonunda çimlenme yüzdeleri hesaplanmıştır. BULGULAR Bu çalışmada farklı tuz ve konsantrasyonlarının buğday tohumlarının çimlenmeleri üzerine olan etkileri araştırılmıştır. Elde edilen verilerde kullanılan tüm tuz çeşitlerinin 50 mM ve 100 mM uygulamalarında; her iki çeşidin tohumlarının kontrol grubundan önce çimlendiği görülmüştür. Şekil 1: Özkan KCl Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafiği KCl uygulanan Özkan çeşidi Şekil 1’de görüldüğü gibi 50 mM ve 100 mM uygulamalarının çimlenme oranlarının kontrol grubuna paralel olduğu, 250 mM uygulamasında çimlenme oranının azaldığı görülmüştür. 0,5 M KCl uygulaması tohumları inhibe ederek çimlenmelerini engellediği gözlemlenmiştir. Şekil 2: Tosunbey KCl Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafiği Tosunbey çeşidinde Şekil 2 de görüldüğü gibi 50 mM ve 100 mM uygulamalarında yüzde yüz çimlenme görülmüş 250 mM KCl uygulamasında çimlenme oranı düşmüştür. 0,5 M’lık KCl uygulamasında altıncı günün sonunda çimlenme başlamış fakat kök ve gövde gelişimi gözlenmemiştir. Şekil 3: Özkan MgSO4 Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafiği MgSO4 uygulanan Özkan çeşidinde Şekil 3 te görüldüğü gibi kontrol grubu ile kıyaslandığında tuz konsantrasyonu arttıkça çimlenme oranında düşüş gözlemlenmiş ve 0,5 M’lık uygulamada uygulamanın beşinci gününde çimlenme başlamış ve kontrol grubuna kıyasla kök gelişimi azalmıştır. Şekil 4: Tosunbey MgSO4 Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafiği Şekil 4’te görüldüğü gibi Tosunbey çeşidinde 50 mM MgSO4 uygulanan tohumlar kontrol grubuna yakın oranda çimlenme göstermiş fakat tuz konsantrasyonu arttıkça çimlenme oranında düşüş görülmüş ve 0,5 M MgSO4 uygulamasında çimlenmede gecikme olmuştur. Şekil 5: Özkan K2SO4 Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafği K2SO4 uygulanan Özkan çeşidine bakıldığında (Şekil 5) 50 mM uygulamasının kontrol grubundan önce çimlendiği ve çimlenme oranının kontrol grubuna paralel olduğu; konsantrasyon arttıkça çimlenme oranının azaldığı gözlemlenmiştir. 0,5 M uygulamalarında tohumların üzerinde tuz kristalleri oluşmuş ve tohumlar yedinci günde çimlenmiştir. Çimlenen tohumlarda kök ve gövde gelişimi olmamıştır. Şekil 6: Tosunbey K2SO4 Uygulamasının Yüzde Çimlenme Grafiği Şekil 6 da görüldüğü gibi Tosunbey çeşidinde 50 mM ve 100 mM K2SO4 uygulamalarında çimlenme oranı kontrol grubu ile paralel gitmiş, 250 mM uygulamasında ise çimlenme oranı düşmeye başlamıştır. 0,5 M K2SO4 uygulamasında yedinci günde çimlenme başlayarak köklerde ve gövdede uzama gözlenmemiştir. Şekil 7: Özkan Ca(NO3)2 Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafiği Ca(NO3)2 uygulamalarında Özkan çeşidinde (Şekil 7) uygulama yapılan tohumların çimlenme oranlarında kontrol grubuna kıyasla azalma görülmüş 0,5 M uygulamasında tohumlar inhibe olmuş ve çimlenme görülmemiştir. Şekil 8: Tosunbey Ca(NO3)2 Uygulaması Yüzde Çimlenme Grafiği Tosunbey çeşidinde Şekil 8 de görüldüğü gibi 50 mM ve 100 mM Ca(NO3)2 uygulanan tohumlarda yaklaşık %80’lik çimlenme görülürken 250 mM uygulamasında tohumlar inhibe olmaya başlamış ve çimlenme oranı düşmüştür. 0,5 M Ca(NO3)2 toksik etki göstererek çimlenme olmasını engellemiştir ve Ca(NO3)2’nin tuzlar arasında en toksik etkiye neden olduğu gözlemlenmiştir. TARTIŞMA Bitkilerin gelişip büyümelerini etkileyen birçok stres faktörü bulunmaktadır. Tuzlulukta bu faktörlerden biridir. Toprak tuzluluğu bitkilerin verimliliği üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Tuz stresi değişik tuzların toprakta ya da suda bitkinin büyümesini engelleyecek yoğunlukta bulunmasıdır (Karakullukçu ve ark., 2008). Toprakta bulunan elementler iyonlar şeklinde alınmaktadır ve bir iyonun absorbsiyon hızı ortamdaki yoğunluğu ile orantılıdır (Akman ve ark., 2010). Toprakta bulunan tuzların yoğunluğu arttıkça tohum çimlenmesi engellenir, bitki büyüme ve gelişmesi olumsuz etkilenir. Farklı tuz (NaCl, CaCl ve KCl) ve artan konsantrasyonlar kullanılarak tohum çimlenme oranı araştırılan Lupinus varius’un kullanıldığı bir çalışmada düşük tuz konsantrasyonlarında tohumların çimlenmesi %95 oranında olurken; tuz konsantrasyonlarının artmasıyla çimlenme oranının azaldığı ve çimlenmede gecikmeler olduğu saptanmıştır (Karagüzel, 2003). Bizim çalışmamızda da KCl’ün 50 mM ve 100 mM uygulamalarında tohum çimlenme oranı %100’e yakın olup, Karagüzel’in de çalışmasında belirttiği gibi tuz konsantrasyonu artmasıyla çimlenme oranı azalmış ve 0.5 M KCl uygulamasında Özkan çeşidinde çimlenme olmayıp Tosunbey çeşidinin çimlenmesinde gecikme olduğu gözlemlenmiştir (Şekil 1, 2). Montgomery ve arkadaşlarının çalışmalarında (2004), yüksek seviyede çözünebilen tuzların ve özellikle kök bölgesindeki yüksek magnezyumun Lactuca sativa fideciklerinde kök büyümesi için inhibitör olduğu belirlenmiştir. Yapılmış olan başka bir çalışmada Lycopersicon esculentum cv. fidecikleri MgSO4 tuzluluğuna maruz kaldıklarında hipokotil gelişimlerinde tuzun toksik etkileri anında ortaya çıkmıştır, fakat düşük MgSO4 konsantrasyonlarının lateral kök gelişimlerini teşvik edici özelliklerinin olduğu, konsantrasyonun 500 ppm’e çıkmasıyla birlikte tuzun lateral kök gelişimi üzerinde toksik etkilerinin olduğu saptanmıştır (Yaman ve ark., 2009). Bizim çalışmamızda da 50 mM ve 100 mM MgSO4 uygulaması yapılan buğday tohumlarının kontrol grubu tohumlardan önce çimlendiği fakat 250 mM ve 0,5 M’lık uygulamaların çimlenme oranını azalttığı gözlemlenmiştir (Şekil 3,4). Ayrıca tuz yoğunluğu artışıyla ilgili olarak oluşan osmotik potansiyel farktan dolayı kökler yeteri miktarda su alamadığından bitki transpirasyonunu ve solunumunu yapamaz ve bu durum kök ve gövde gelişiminin azalmasına neden olur (Dölarslan ve ark., 2012). Uçgun ve arkadaşlarının yaptığı araştırmaya göre bitki gelişimi ve fonksiyonları için gerekli olan besin elementlerinin içinde en etkili element K’dur; fakat bitkinin verimli olabilmesi için dengeli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Yaptığımız çalışmada da K2SO4 tuzluluğunun Özkan ve Tosunbey çeşitlerinde tohumların çimlenmesi üzerine nasıl bir etkiye sahip olduğuna bakılmıştır. 50 mM ve 100 mM K2SO4 tuzlarının uygulandığı tohumlar %100’e yakın çimlenme göstermiş fakat K2SO4 konsantrasyonunun artması ve ortamın osmotik basınç farkının değişmesiyle tohumlar su kaybederek büzülmüş; çimlenme oranında düşüş ve çimlenmede gecikme olmuştur (Şekil 5, 6). Yaman ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada L.esculentum cv’ye uygulanan Ca(NO3)2 tuzunun bütün konsantrasyonlarda lateral kök gelişiminde toksik etkilere neden olduğu saptanmıştır. Yaman ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada görüldüğü gibi bizim yaptığımız çalışmada da Ca(NO3)2 tuzunun 50 mM ve 100 mM uygulamalarında çimlenmenin %60-70 oranlarında olduğu fakat konsantrasyonun 250 mM’a yükselmesiyle çimlenme oranının %20’ye düştüğü en yüksek doz olan 0,5 M’lık uygulamada toksik etki göstererek çimlenmeyi inhibe ettiği gözlemlenmiştir. Bu çalışmada kullanılan her iki buğday çeşidinin farklı tuz ve konsantrasyonlarına verdiği tepkiler, çimlenme güçleri ve tuzluluğa toleransları belirlenmeye çalışılmıştır. Elde edilen veriler doğrultusunda Tosunbey çeşidinin tuz çeşitleri karşısında toleransının Özkan çeşidinden fazla olduğu görülmüştür. Çukurova bölgesinde yetiştirilmekte olan bu ekmeklik buğday çeşitlerinin tuz tolerans indeksleri daha detaylı çalışmalarla araştırılarak gerekli bilgiler yetiştiricilere verilmelidir. KAYNAKLAR 1- Fuller P. M., Hamza H.J., Rihan Z.H., ve Al-Issawi M., “Germination of Primed Seed under NaCl Stress in Wheat”, International Scholarly Research Network, 2012 2- Karagüzel O., “Farklı Tuz Kaynak Ve Konsantrasyonlarının Güney Anadolu Doğal Lupinus varıus tohumlarının Çimlenme Özelliklerine Etkisi”, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 2003 3- Akman Y., Düzenli S., Bitki Fizyolojisi Ders Kitabı, sayfa 39-40, Ankara 2010 4- Dölarslan M., Gül E., “Toprak Bitki İlişkileri Açısından Tuzluluk”, Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi, 2012 5- Yaman Töre S., Çolak G., Caner N., “Lycopersicon esculentum Mill.’de Bazı Morfometrik Parametreler Üzerine Ca(NO3)2 ve MgSO4 Tuzluluğunun Etkileri”, KSÜ Doğa Bilimleri Dergisi, 2009 6- Karakullukçu E., Adak S.M., “Bazı Nohut ( Cicer arietinum L.) Çeşitlerinin Toza Toleranslarının Belirlenmesi”, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Bilimleri Dergisi, 2008 7- Haifa G., Iynda S., Houria B., Reda M. D., “Effect of Zinc application under conditions of salt stress on germination and growth in vitro of durum wheat (Triticum aestivum Desf.)”, Digital Proceeding Of THE ICOEST, 2013 8- Dvorak J., Ross K., “Expression of Tolerance of Na+, K+, Mg2+, Cl-, and SO4 Ions and Sea Water in the Amphiloid of Triticum aestivum x Elytrigia elongata”, Crop Science, 1986 9- Montgomery J.A., Wien H.C., “Evaluation of Solid Artificial Media on Lettuce Seedling Germination and Growth”, ASGSB Annual Meeting Abstracts, 2004 10- Uçgun K., Gezgin S., “Makro Bitki Besin Elementlerinin Hastalıklarla İlişkisi”, Selçuk Üniversitesi Ziraa1t Fakültesi Toprak Bölümü TÜRKİYE’DEKİ SU PARAMETRELERİ GÖZLEM İSTASYONLARI VE İLGİLİ ÇALIŞMALAR Murat AY Özet Artan nüfus, sanayileşme, tarımda kullanılan kimyasal maddeler, kaynağı belli olmayan kirleticiler, zamana bağlı bazı değişimler, küresel iklim değişikliği (ısınma veya soğuma), ozon(O3) tabakasının incelmesi ve diğer bir takım sebeplerden ötürü yaşadığımız çevreye yapılan etkiler artmakta ve ileriki zamanlarda olumsuz günlerin tüm canlıları beklediğine dair düşünceler son yıllarda öne çıkan ve tedbir alınmasını gerektiren konular arasında yer almaktadır. Bu sistem içinde yer alan ve en önemli öğelerden bir tanesi olan suyun durumunun, kalitesinin belirlenmesi, takip edilmesi ve ölçümlerin devamlılığı gibi konular ön plana çıkmaktadır. Su ile ilgili son yıllarda özellikle küresel iklim değişikliği olgusu doğrultusunda birçok olumsuz senaryo çeşitli ulusal (Türkiye İklim Değişikliği Kongreleri ve su ile ilgili toplantılar) ve uluslararası (Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ve her 3 senede bir yapılan Dünya Su Forumları) ortamlarda da dile getirilmektedir. Bu kapsamda, su parametrelerinin her biri ayrı bir öneme sahip olup parametrelerin su ortamları için istenilen düzeylerdeki miktar ya da konsantrasyon değerleri; ilgili mühendislik uygulamalarının ve çevresel düzenlemelerin etkisini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu değerlerin ölçülmesi, takip edilmesi bölgeye yapılan ya da yapılacak olan mühendislik veya başka amaçlar ile düşünülen oluşumlar için önemlidir. Bu çalışmada, Türkiye’deki su parametreleri gözlem istasyonları ve farklı kurum, kuruluş veya araştırma merkezleri tarafından yapılan/yapılacak çalışmaların aktarılması amaçlanmıştır. Anahtar kelimeler: Gözlem istasyonları; Su parametreleri; Türkiye. 1. Giriş Son zamanlardaki Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (İngilizce kısaltması: IPCC) raporuna göre, çevre parametrelerinin üzerindeki etkenler değişmeye başlamasıyla ve özellikle sanayinin ve teknolojinin gelişmesi, nüfusun artması, kuraklık tehlikesi, küresel iklim değişikliği (ısınma ya da soğuma), sera gazlarının salınımı, ozon(O3) tabakasının giderek incelmesi gibi faktörler ile birlikte insanoğlu, bu sistemin kritik bir parçası olan suyun hem hâlihazırdaki kirlenmesini kontrol altına almak hem de temiz kaynaklarından azami derecede faydalanmak için çareler aramaktadır (Chin 2006a, 2006b; Kocataş, 2012; Ay, 2013). Bu kapsamda, su ortamlarının durumlarının, kalitelerinin belirlenmesi ve takip edilmesi gerekmektedir. Ancak, bu sistemi oluşturmak hem zordur hem de pahalı cihazlar gerektirmektedir. Örneğin, bir su rezervuar alanı üzerinde kritik parametrelerin anlık ölçümünü yapan sabit şamandıralı, uydu sistemli ve yurtdışı menşeli otomatik gözlem ve izleme yapan bir su kalitesi takip cihazı yaklaşık 90000’i bulmaktadır. Aynı şekilde, bir akarsudaki akım rasatları ve su ile ilgili diğer değişkenlerin ölçümleri ile ilgili de önemli parasal miktarlar ortaya çıkmaktadır. Üstelik istasyonlardaki cihazların bakım, onarım ve kalibrasyon masrafları da yüksek meblağlar gerektirmektedir. Su parametreleri gözlem istasyonlarının herhangi bir havzadaki tasarım aşamasında ise, bölgedeki demografik özellikler, fiziki ve topoğrafik yapı, sanayi, üretim, tarım, enerji gibi faktörler göz önüne alınarak ihtiyaçlar dâhilinde bir izleme ağı kurulabilmektedir. Kurulan istasyonlardan alınan veriler, bölgeye yapılacak olan mühendislik veya başka amaçlar ile düşünülen oluşumlar için kullanılmaktadır (Harmancıoğlu ve ark., 1999; Chin, 2006a, b; Wagner, 2006; Turnipseed ve Sauer, 2010). 2. Gözlem istasyonları ve ilgili çalışmalar Havzalardaki artan kirlilik sorununu ile suyun çeşitli alanlardaki kullanımı, kontrolü ve geliştirilmesi için kullanılabilir bilgileri ortaya koymak önemli bir konudur. Üstelik söz konusu bilgiler proje yatırımlarının karar verme aşamasında sıklıkla kullanılmaktadır. Bu kapsamda, Türkiye’de henüz kurulmuş ortak ve verimli kullanılan ve tüm su parametrelerini barındıran bir su veri tabanı sistemi bulunmamaktadır. Ancak alt yapı çalışmaları devam etmektedir (Devlet Su İşleri (DSİ) ve Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, (SYGM)). Kurumlar anlık ölçümler yapmamaktadır. Fakat DSİ bu konuda alt yapı güçlendirme çalışmaları (Baltacı ve ark., 2008) yapmaktadır. Bu kapsamda, Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü’nün (YEGM, Eski adı: Elektrik İşleri Etüt İdaresi, EİEİ)) kontrolündeki istasyonlar genellikle sulama suyu kullanım amaçlı olup istasyonların durumlarına göre 1, 2, 4 ve 6 ayda bir gibi zaman aralıkları ile ölçümler alınmaktadır. YEGM akarsularda kurduğu hidrometrik ölçüm ağı sayesinde 1935 yılından günümüze kadar akım ölçümleri yapmaktadır. Bu çalışmalarına, 1962’de sediment ölçümlerini ve 1970’de de su kalitesi ölçümlerini eklemiştir. Ancak, 1977-1983 yılları arasında 6 yıl su kalitesi alımına ara vermiştir. Elde edilen kalite verileri 1989 ve 1996 su kalitesi yıllıklarında yayınlanmıştır. 1970 yılından itibaren ise çoğu ölçümlerinde, ölçülen su kalitesi parametrelerini genellikle, debi değişkeninde oldu gibi, aylık ölçümler şeklinde takip etmektedir. DSİ ise hem sulama amaçlı hem de içme suyu amaçlı periyodik ölçümler yapmaktadır. Ancak bunların çoğu proje amaçlı ölçümler olup kısa bir zaman sürmektedir. Yapılan analizler sonucunda elde edilen su kalitesi bilgileri ise 1989 ve 1996 yıllarında, su akımları yıllıkları ise 1990 sonrası ve 1990 öncesi olarak yayınlanmaktadır (DSİ). DSİ tarafından yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen sedimantolojik (katı madde) bilgiler ise yıllıklar halinde 1982, 1987, 1993 ve 2000 yıllarında yayınlanmaktadır. Aynı şekilde, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı da sulama suyu takibi amaçlı ölçümler almaktadır. Bu ölçümlerin yanı sıra, TÜBİTAK, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve üniversiteler gibi kurumların desteklediği Türkiye’deki havzalar için düşünülen havza eylem planlarına yönelik projelerde (örneğin Yeşilırmak Havzası İzleme Projesi, http://yim.eng.ankara.edu.tr/index.html) anlık ölçümler alınmakta ve gerçek zamanlı olarak herhangi bir akarsuyun su parametreleri belirlenen süreler boyunca izlenmektedir. Bu organizasyonların yanında, Çevre ve Orman Bakanlığı’ndan onaylı özel sertifikalı laboratuvarlarda da su parametrelerine yönelik birçok analiz yöntemiyle çözümler sunulmaktadır. Türkiye’de, 1926 yılında çıkan ve bugüne kadar gelen kanun değiştirilerek su kaynakları için Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi (2000/60/EC) kapsamında bir koruma sistemi getirilmesi planlanmıştır. 08 Ekim 2012 tarihinde denizler hariç kıyı suları dâhil olmak üzere yüzeysel ve yer altı sularını kapsayan “Su Kanunu Taslağı” metni kamuoyunun tüm kesimlerinin görüş, fikir ve eleştirilerine açılmıştır. Bu kapsamda su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde korunması, havza bilgi sistemleri ile havza yönetim planlarının oluşturulması ve bu işlemlerin 2011 yılında kurulan SYGM tarafından koordinasyonun tek bir merciden yapılması gibi değişiklikler yer almaktadır. Ayrıca, gerçek zamanlı su kalitesi ve hidrometrik ölçümlerin de (örneğin Ergene havzasında) yapılması söz konusudur. Özellikle son yıllarda birçok akademik ortamda en önemli konular arasında olan suyun bilinçsiz tüketimi, açılan işletmelerin doğaya uygun olmayan müdahaleleri, küresel iklim değişikliği ve buna bağlı olarak gibi bir takım olumsuz etkilerin yol açtığı su kalitesindeki kötüleşme ve kaynaklarındaki azalış tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye’yi de etkilemektedir. Bu sebeplerden dolayı konu ile ilgili Türkiye’de 06 Temmuz 2011 tarihinde Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün kurulması diğer kurumlar ile hem koordinasyonun sağlanması hem Türkiye’deki hidrolojik havzalar için gerekli tedbirlerin alınması hem de su yönetiminin en son teknolojik araç ve gereçlerle takip edilmesi, veri tabanlarının oluşturulması amaçlanmıştır. Bu kapsamda, “Yerüstü ve Yeraltı Sularının İzlenmesine Dair Yönetmelik Taslağı” (01 Mart 2013) kapsamında, ülke genelindeki bütün yerüstü ve yeraltı sularının miktar, kalite ve hidromorfolojik unsurlar bakımından mevcut durumunun ortaya konulması, suların ekosistem bütünlüğünü esas alan bir yaklaşımla izlenmesi, izlemede standardizasyonun ve izleme yapan kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanmasına yönelik usul ve esasların belirlenmesi için alt yapı çalışmalarına hız verilmiştir (SYGM). Ayrıca son zamanlarda, su kaynaklarının bütüncül havza yönetimi anlayışı çerçevesinde korunması için gereken tedbirleri belirlemek, etkili bir su yönetimi için sektörler arası koordinasyonu, işbirliğini ve su yatırımlarının hızlandırılmasını sağlamak amacıyla son dönemde Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu (SYKK) ve Türkiye Su Enstitüsü’nün (SUEN) kurulması dâhil bazı yeni kurumsal düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir (Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 2012). DSİ tarafından oluşturulan Türkiye Ulusal Hidroloji Komisyonu (TUHK) ise, hidroloji alanında eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerinde bulunan öğretim üyelerinden ve de kamu ve özel sektörde bu alanda çalışmalar yapan uzmanlardan oluşan bir organizasyon olup Uluslararası Hidroloji Bilimleri Birliği’nin (IAHS) ulusal ölçekteki koludur. Ayrıca ülkemizde hidroloji alanında yapılan araştırma ve uygulamaların gelişmesine katkı sunmak amacıyla, hidroloji alanında çalışanlar arasında iletişimin gelişmesini, araştırma projelerinin desteklenmesini, kamu-özel sektör ve üniversiteler arasında bir köprü kurulmasını da amaçlamaktadır (DSİ). Türkiye’deki 25 hidrolojik havzanın isimleri Şekil 1’de ve bu havzaların sahip oldukları yaklaşık su potansiyelleri Tablo 1’de verilmiştir (DSİ). Tablo 1’e bakıldığında, toplam su miktarının yaklaşık üçte biri, ülkenin doğusunda yer alan 21 havza numarasına sahip Dicle-Fırat havzasına ait olduğu görülmektedir. Ayrıca bu havza alansal olarak da en büyük alana sahiptir. Dicle-Fırat havzasından sonra su miktarı olarak, Doğu Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Antalya Havzaları gelmektedir. En az su potansiyeline sahip olan havzanın da 0.49 milyar m3 ile Akarçay (Afyon) olduğu görülmektedir. Şekil 1. Türkiye’nin 25 adet hidrolojik nehir havzaları haritası (DSİ, 2012) 2009-2011 yıllarında Kızılırmak Havzası, Kuzey Ege Havzası, Büyük Menderes Havzası, Yeşilırmak Havzası, Susurluk Havzası, Marmara Havzası, Konya Kapalı Havzası, Küçük Menderes Havzası, Seyhan Havzası, Burdur Havzası ve Ceyhan Havzası olmak üzere toplam 11 nehir havzası için Havza Koruma Eylem Planları hazırlanmıştır. Ayrıca, bu doğrultuda, diğer havzalar için de eylem planları hazırlanmaya devam edildiği ifade edilmektedir (SYGM). Bu eylem planlarında, katı atık tesisleri buna bağlı olarak atıkların kontrolü, tarımda kullanılan kimyasal maddelerin kontrolü, arıtma tesislerinin kurulumu ve durumu gibi diğer alanlarda da tedbirlerin alınmasına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Tablo 1’de ise yer alan havzalardaki akım gözlem istasyonlarının durumunu gösteren ve DSİ tarafından hazırlanan haritalar Şekil 2 ve 3’de verilmiştir. Şekildeki istasyonlar belli amaçlar doğrultusunda havzalarda yer alan akarsular boyunca kritik koordinatlara yerleştirilmiştir (Burak ve ark., 1997; Öziş ve ark., 1997; Akın ve Akın, 2007; Ay ve Kişi, 2011). Tablo 1. Türkiye’deki 25 hidrolojik havzanın yaklaşık su potansiyelleri (DSİ, 2012) Havza numarası 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 Havza adı Meriç-Ergene Marmara Susurluk Kuzey Ege Gediz Küçük Menderes Büyük Menderes Batı Akdeniz Antalya (Orta Akdeniz) Burdur Gölü Akarçay (Afyon) Sakarya Batı Karadeniz Yeşilırmak Kızılırmak Konya (Orta Anadolu) Doğu Akdeniz Seyhan Asi (Hatay) Ceyhan Dicle + Fırat Doğu Karadeniz Çoruh Aras Van Gölü Toplam su miktarı Su potansiyeli (milyar m3) 1.33 8.33 5.43 2.09 1.95 1.19 3.03 8.93 11.06 0.50 0.49 6.40 9.93 5.80 6.48 4.52 11.07 8.01 1.17 7.18 52.94 14.90 6.30 4.63 2.39 186.05 DSİ tarafından oluşturulan Su Bilgi Sistemi’nde; su kalitesi parametreleri haricinde, akım gözlem, göl gözlem, meteorolojik gözlemler, kar gözlem ve müteferrik gözlem istasyonları adı altında sistem faaliyet göstermektedir. Şekil 2’de havzalardaki açık olan akım gözlem istasyonlar görülmektedir. Kurulan bazı istasyonlar bir takım sebeplerden ötürü kaldırılmakta ya da ölçüm alınmamaktadır. Bu kapsamda kapalı olan akım gözlem istasyonları da Şekil 3’de verilmiştir. Şekil 2. Türkiye’nin 25 hidrolojik havzasındaki açık olan akım gözlem istasyonları (DSİ, http://rasatlar.dsi.gov.tr/) Şekil 3. Türkiye’nin 25 hidrolojik havzasındaki kapalı olan akım gözlem istasyonları (DSİ, http://rasatlar.dsi.gov.tr/) Türkiye’deki Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği (SKKY, 2004), Teknik Usuller Tebliği (1991) ve TS266 yönetmelikleri su kalitesinin belirlenmesinde ve yönetilmesinde kullanılan başlıca yönetmeliklerdir (Ay, 2012). Bu yönetmelikler kapsamında, su kalitesi parametreleri, kalite söz konusu olduğunda suyun kullanım alanına göre değişmektedir. SKKY’de fiziksel ve inorganikkimyasal parametreler (A), organik parametreler (B), inorganik kirlenme parametreleri (C) ve bakteriyolojik parametreler (D) olmak üzere dört gruba ayrılan parametreler bulunmaktadır. Bu gruplardaki bazı parametreler: çözünmüş oksijen, kimyasal oksijen ihtiyacı, biyolojik oksijen ihtiyacı, pH, sıcaklık, nitrat, nitrit kalsiyum, potasyum, fekal koliform olup toplam 45 adet parametre bulunmaktadır. YEGM tarafından ölçülen parametreler: akım (m3/sn), su sıcaklığı(oC), pH, elektriksel iletkenlik (ECx106, 25oC mikromhos/cm), katyonlar (Sodyum (Na+), Potasyum (K+), Kalsiyum+Magnezyum ( Ca 2 + Mg 2 )), anyonlar (Karbonat ( CO32 ), Bikarbonat ( HCO32 ), Klorür( Cl ), Sülfat ( SO42 )), sodyum (% Na+), Sodyum Adsorpsiyon Oranı (SAR), sulama suyu sınıfı (ABD Tuzluluk Grafiği (U.S. Salinity Lab. Staff., 1954)), kalıcı sodyum karbonat (RSC), suyun sertliği (FrSo), toplam tuz konsantrasyonu (ppm), ve bor konsantrasyonu (ppm) olarak tespit edilmiştir. Su örneklerinin Akım Gözlem İstasyonu(AGİ)’nda alınışları sırasında elde edilen tüm veriler ile kimyasal analizlerinin sonucu bilgisayar ortamında girilerek bir “Su Kalitesi Veri Tabanı” oluşturulmaktadır. Her su kalitesi gözlem istasyonu (SKGİ)’nun gözlem yılına göre ortalama, maksimum, minimum kalite parametre değerleri istatiksel olarak bulunmaktadır. Bütün bu sonuçlar her beş yılda bir “Türkiye Akarsularında Su Kalitesi Gözlemleri” yıllığı olarak yayımlanmaktadır. Bu yıllıkta Türkiye’nin havzalarında bulunana toplam 119 adet SKGİ’nin değerlendirme sonuçları bulunmaktadır. Her havzanın başlangıcında o havzadaki SKGİ’leri gösteren bir harita bulunmaktadır. Ölçülen su parametreleri değerleriyle birlikte hidroelektrik enerji üretmek için yapılacak olan projelerde; akım miktarı (debi) kadar suyun içerisindeki silisli bileşiklerin barajlardaki türbin kanatçıklarına olumsuz etkisi de göz önüne alınmaktadır. Ayrıca, akarsuya karışan termal kaynakların veya sulardaki sülfat iyonlarının özellikle beton barajlarda temas suyu olarak olumsuz etkilerinin olup olmadığını anlamak için su kalitesi gözlemleri sonuçlarına bakılmaktadır (YEGM). Ayrıca beton sulama kanallarındaki tuz gibi bazı maddelerin kanallardaki olumsuz tahribatı da göz önüne alınmaktadır. 3. Sonuçlar ve öneriler Genel olarak, su tüketimi başta olmak üzere her alanda tasarrufun yapılmasının yanında; sanayi ve evsel atıkların zararlarının en aza indirilmesi, tarımsal ilaç ve gübrelerin kontrollü kullanılması, arıtma tesislerinin yapımı, suyun geçtiği bölgelerde kalite ve hidrometrik gözlem istasyonlarının kurulması ve suyun ilk çıktığı kaynak noktasından başlanarak izlediği yolun son noktasına kadar olan tüm bölge boyunca suya olumlu ya da olumsuz ne gibi etkilerin olduğu dikkatlice gözden geçirilmesi, ilgili tedbirlerin alınması ve toplanan verilerin de ileriki dönemlere kaynaklık etmesi açısından veri tabanının oluşturulması gerekir (Şen ve ark., 2002). Hidrometrik, hidrolojik, meteorolojik ve diğer su çevrimi ilgili ölçümler için istasyon sayılarının artırılması ve kaliteli ekipmana sahip istasyonların kurulması, anlık ölçümlerin, gerçek zamanlı ölçümlerin olması, herhangi bir olumsuz bir duruma karşı hızlı önlem almada kullanılabilir. Ayrıca bu sistemler havza bilgi sistemlerinin oluşturulmasında ve veri madenciliği kapsamında çok önemli bir yere sahiptir. Geçmiş yıllarda ülkemizde yapılan su parametreleri veri eldesi çalışmaları genellikle proje amaçlı olup birkaç amaca hizmet etmekteydi. Ancak günümüzde bu veri çalışmalarının uzun süreli olması ve verilerin kayıt altına alınması ile ortak bir veri tabanı (veri madenciliği kavramı) vasıtasıyla ölçümlerin devamlılığının sağlanması gibi oluşumlara geçilmeye başlanmıştır. Bu sistem sayesinde de su yapılarının tasarımı ve bölgeye yapılabilecek çevre ile uyumlu sistemlere de yol göstermesi amacıyla genel ortak bir su bilgi ağının kurulması birçok yönden faydalı olup çağımızın sorunlarına da çözüm olabileceği açıktır. Bu kapsamda, çalışmadan çıkarabilecek sonuçlar aşağıdaki gibi verilebilir: 1. Su parametreleri gözlem ağlarının artırılması, 2. Alınan verilerin tüm araştırmacılar ile ortak paylaşılması, 3. İstasyonların işlerliğinin devam ettirilmesi yani kapatılmaması, 4. Verilerin sistematik olarak ölçülmesi, kayıt altında tutulması ve ölçüm hatalarının en aza indirilmesi hatta hiç olmaması, 5. Oluşan veri tabanının şimdiki ve gelecek yıllarda daha etkili kullanılabilmesi için veri madenciliği yöntemlerinin uygulanması ve toplanan veriler ile havza için ilgili çıkarımların yapılması gerekmektedir. Kaynaklar Akın, M. ve Akın, G. (2007). Suyun Önemi, Türkiye’de Su Potansiyeli, Su Havzaları Ve Su Kirliliği. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 47(2), 105-118. Ay, M. (2012). Su kalitesinin belirlenmesinde kullanılan ulusal-uluslararası yönetmelikler ve karşılaştırılmaları. III. Ulusal Çevre ve Ekoloji Öğrenci Kongresi (UÇEK-2012). ISBN 978975-7051-91-6, Sayfa: 97-119, 09-11 Şubat, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), Maslakİstanbul. Ay, M. (2013). Sürdürülebilirlik kavramı ve su. IV. Ulusal Çevre ve Ekoloji Öğrenci Kongresi(UÇEK-2013), Bildiri Kitabı, Sayfa: 42-52, 08-09 Şubat, Hacettepe Üniversitesi (HÜ), Ankara. Ay, M. ve Kişi, Ö. (2011). Türkiye’deki Yüzey Sularının Durumu ve Kalitesi. V. Ulusal Su Mühendisliği Sempozyumu (USMS), Cilt I, Sayfa: 407-417, 12-16 Eylül, İstanbul. Baltaci, F., Onur, A.K. and Tahmiscioglu, S. (2008). Water quality monitoring studies of Turkey with present and probable future constraints and opportunities. Desalination 226, 321-327. Burak, S., Duranyıldız, İ., Yetiş, Ü. (1997). Ulusal Çevre Eylem Planı: Su Kaynaklarının Yönetimi. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü. Ankara. Chin, D.A. (2006a). Water-quality engineering in natural systems. A John Wiley & Sons, INC., Publication, ISBN: 978-0-471-71830, 626p. Chin, D.A. (2006b). Water-Resources Engineering, Second Edition, ISBN: 978-0131481923, Pearson Education INC., 926p. DSİ, Akım Gözlem Yıllıkları (1990 su yılı ve öncesi, Ankara. (http://www2.dsi.gov.tr/duyuru/bedel.htm) DSİ, Akım Gözlem Yıllıkları (1990 su yılı ve sonrası, Ankara. (http://www2.dsi.gov.tr/duyuru/bedel.htm) DSİ, Su Kalitesi Gözlem Yıllıkları (1979-1982). (1985). DSİ Genel Müdürlüğü, İçme suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara. DSİ, Su Kalitesi Gözlem Yıllıkları (1983-1984). (1987). DSİ Genel Müdürlüğü, İçme suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara. Harmancioglu, N.B., Fistikoglu, O., Ozkul, S.D., Signh, V.P. and Alpaslan, M.N. (1999). Water Quality Monitoring Network Design. Dohrecht, The Netherlands: Kluwer Academic Publishers. Kocataş, A. (2012). Ekoloji Çevre Biyolojisi. DORA yayıncılık, 12. Baskı, ISBN: 978-605-448542-0. 597 sayfa. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı (2012). Ulusal Havza Yönetim Stratejisi 2012-2023 (Taslak), 24 sayfa, 24.07.2012. Öziş, Ü., Baran, T., Durnabaşı, İ. ve Özdemir, Y. (1997). Türkiye’nin su kaynakları potansiyeli. TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası Yayın Organı, 2, 40-45. SKKY (1991). Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği Teknik Usuller Tebliği, T.C. Resmî Gazete Tarihi: 7 Ocak 1991, Sayısı: 20748. SKKY (2004). Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği, T.C. Resmî Gazete Tarihi: 31 Aralık 2004, Sayısı: 25687. Şen, Z., Harmancıoğlu, N., Şorman, Ü. ve Bulu, A. (2002). Hidrolojide Veri, İşlem, Yorumlama ve Tasarım Seminer Notları, DSİ Küçük Çamlıca Tesisleri, Su Vakfı Yayınları, 193s., Editör: Zekai Şen. Turnipseed, D.P. and Sauer, V.B. (2010). Discharge Measurements at Gaging Stations, Chapter 8 of Book 3, Section A. Techniques and Methods 3-A8 (USGS). U.S. Salinity Lab. Staff. (1954). Diagnosis Improvement of Saline and Alkali Soils Agriculture Handbook, No:6-US Gov. Print Office, Washington D.C. Wagner, R.J., Boulger, R.W., Oblinger, J.C., and Smith, A.B. (2006). Guidelines and Standard Procedures for Continuous Water-Quality Monitors: Station Operation, Record Computation, and Data Reporting. Techniques and Methods (TM) 1-D3. USGS, Reston, Virginia. Hidrometeorolojik, hidrometrik ve su kalitesi parametrelerini ölçen ve kaydeden ulusal ve uluslararası organizasyonlar (Orijinal isimleriyle yazılmıştır) 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. Devlet Su İşleri (DSİ) Global Lake Ecological Observatory Network (GLEON) Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü (SYGM) Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı The Centre for Ecology & Hydrology (England) The U.S. Geological Survey (USGS) Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü (YEGM) İnternet siteleri 1. http://rasatlar.dsi.gov.tr 2. http://suen.gov.tr/ 3. http://suyonetimi.ormansu.gov.tr/AnaSayfa.aspx?sflang=tr 4. http://www.cevreorman.gov.tr/ 5. http://www.dsi.gov.tr/ 6. http://www.eie.gov.tr/ 7. http://www.gleon.org/ 8. http://www.ipcc.ch/ 9. http://www.orsam.org.tr/tr/SuKaynaklari/anasayfa.aspx 10. http://www.suvakfi.org.tr/ 11. http://www.tarim.gov.tr/Sayfalar/Anasayfa.aspx 12. http://www.usgs.gov/ 13. http://www.worldwatercouncil.org/index.php?id=1 14. http://www2.dsi.gov.tr/agibilgi/agibilgi.aspx 15. http://www2.dsi.gov.tr/duyuru/bedel.htm ORGANİK TARIMIN EKOLOJİK YÖNÜ Sema ÇAVUŞ*, Yurdagül ESERKAYA*, Hilal MORAN** *:Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü **: Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Dünyada tarımsal gelişmelere bakıldığında 1940-1965 yıllarında, sentetik tarımsal girdilerin yoğun olarak kullanıldığı bir dönem dikkatimizi çekmektedir. Yeşil Devrim olarak ta adlandırılan bu dönemde verimin artması, ürün kalitesinin yükselmesi, zararlıların ve hastalıkların baskı altına alınması, yoğun tarım ilacı (pestisit) ve hormon kullanımı, yoğun gübre kullanımı, yüksek verimli tohumluk ve bitkisel materyal, yeni teknolojilerin kullanımı gibi aktiviteler görünmektedir. Ancak bu yoğun girdili tarım modelleri uzun dönemde ne getirdi diye sorulduğunda, verim artışı dışında başta insan sağlığı olumsuz etkilenmiş, biyolojik çeşitlilik çok fazla zarar görmüş, birçok türün nesli tükenmiş, hava, toprak, su gibi doğal kaynaklar kirlenmiştir. Bu olumsuz etkiler sonucunda bilinçli toplumlar, konvansiyonel tarımın çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerini sorgulamış ve alternatif tarım sistemleri arayışına girmişlerdir. Bu alternatif tarım sistemlerinden biri de organik (=ekolojik, biyolojik) tarımdır. Organik tarım, bozulan ekolojik dengeyi yeniden tesis etmek, mevcut ekosistemi korumak ve geliştirmek için yapılan bir üretim sistemidir. Kısacası organik tarım, doğayı katletmeden gerçekleştirilen bir tarım sistemidir. İnsanları konvansiyonel tarımdan organik tarıma iten birçok neden bulunmaktadır. Bu nedenler arasında en önemlileri organik tarımın üretici, tüketici ve çevre ile dost bir üretim şekli olması, doğal dengeyi koruyan bir sistem olması, sağlıklı ürünler sunması, işletmelerdeki organik artıkların değerlendirilmesi, hastalık ve zararlıları önlemede doğal düşmanlardan yararlanması, ürün kalitesini arttırmayı amaçlaması ve düşük girdili bir üretim sistemi olmasıdır. Toplumların konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçiş nedenlerini derlediğimizde, organik tarımın sosyal, ekonomik ve ekolojik boyutların olduğu ve bunların birbirleriyle çok sıkı bağlarının olduğu görülmektedir. Bugün organik tarımda başarılı olan ülkeler incelediğinde, hem üretici hem de tüketici boyutuyla bu üç bileşenin birlikte ele alındığı rahatlıkla görülmektedir. Gelişmekte olan ülkemiz tarımına baktığımızda, ülkemizin de konvansiyonel tarımın dezavantajlarını yaşamış ve hala yaşamakta olan bir ülke olduğu görülebilir. Dünya genelinde organik tarımdaki durumumuza bakıldığında %2'lik bir üretim alanı ile gelişmiş toplumlardan oldukça düşük bir oranda gerçekleştiği görülmektedir. Organik tarımdaki başarısızlığımızın altında birçok neden yatmakla birlikte, esas sorun organik tarımdaki çıkış noktamızdan kaynaklanmaktadır. Batı toplumlarında hem üreticiler hem de tüketiciler organik tarımı daha çok ekolojik temelli ele alırken ülkemizde ise üreticiler organik tarımı genelde ekonomi boyutu ile, tüketiciler de genelde insan sağlığı boyutu ile ele almaktadır. Ekoloji temelli yapılan bir organik tarımın uygulama yönüyle çevreye olan katkılarına baktığımızda; toprak, bitki, hayvan ve insan arasındaki bozulan ekolojik ilişkileri düzenlediği, topraktaki çölleşmeyi ve bataklaşmayı önlediği, doğal bitki ve hayvan türlerini koruyarak genetik çeşitliliği sağladığı, toprağın verimliliğini uzun dönemde koruduğu ve geliştirdiği, tarımsal faaliyetlerden kaynaklanabilecek kirliliği azalttığı, yapay girdilerin bitki, hayvan ve insan sağlığı üzerinde yarattığı tehditleri ortadan kaldırdığı rahatlıkla görülebilmektedir. Anahtar kelimeler : Organik tarım, Ekoloji GİRİŞ Tamamen doğal girdi ve kaynakları kullanarak yapıldığı için çevre ile dost olarak kabul edilen bir üretim sistemi olan organik tarım, hızla artan dünya nüfusunu besleyebilme kaygısı ile unutulmuş fakat çok kısa sürede ortaya çıkan olumsuz çevresel etkiler sonucunda yeniden gündeme gelmiş olan bir tarımsal üretim sistemi olarak kabul edilebilir. 1900 lü yılların başından itibaren hızla artmaya başlayan dünya nüfusunu besleyebilme kaygısı sonucunda; ilaçlama, gübreleme, mekanizasyon gibi konularda çok büyük ilerlemeler kaydedilmiş ve özellikle nüfus artış hızının en yoğun olduğu 1960 lı yılların başından itibaren yoğun yapay kimyasal kullanımı ile birim alandan alınan ürün miktarında çok kısa süre içinde birkaç kat artış sağlanmıştır. Örneğin 1945 – 1990 yılları arasındaki 45 yıllık sürede üretim alanlarında önemli bir artış olmaksızın dünya pamuk üretimi yaklaşık olarak 3 kat artmıştır. Nüfus artışına paralel olarak artan gıda, lif ve yakıt ihtiyacının karşılanmasında bulunan bu çözüm, o yıllarda “yeşil devrim” olarak tanımlanmış, ancak yine çok kısa sürede ortaya çıkan yoğun çevresel kirlenme sonucunda çevreye zarar vermeyen üretim sistemleri ve çeşitli yaptırımlar gündeme gelmiştir. Sadece 20 yıl gibi çok kısa bir süreç içerisinde, 1980 li yılların başına gelindiğinde küresel ısınmanın olumsuz etkileri çarpıcı ve ürkütücü bir şekilde gözlenmeye başlanmış ve yoğun kimyasal kullanımına bağlı olarak ozon tabakasının bile delindiği saptanmıştır. Tüm bunlara ek olarak DDT ve metil bromür gibi kimyasalların mucizevi etkileri yanında olumsuz etkilerinin de saptanması ve tüm gelişmiş üretim tekniklerinin uygulanıyor olmasına rağmen artık istenen verim artışının sağlanamıyor olması da “sürdürülebilirlik” gibi yeni arayışları beraberinde getirmiştir. Ortaya çıkan bu belirtiler insanlar üzerinde “korku filmi” etkisi yaratmış ve özellikle Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelerde “temiz çevre” ve “sağlıklı gıda” gibi kavramlar bir halk hareketi olarak gündeme gelmiştir. Bunun sonucunda, çevrenin korunmasına yönelik bir takım anlaşmalar, bir çok ülkenin katılımıyla imzalanarak belli kriterler ve çeşitli yaptırımlar belirlenmiştir. Gıda güvenliği konusunda da özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde organik esaslara göre yetiştirilmiş ürünlere karşı gittikçe artan bir talep doğmuştur. Artan bu talep sonucunda, özellikle üretim aşamasında karşılaşılan bir takım problemler beraberinde bir takım çözüm yollarını da getirmiş ve organik tarım belli kuralları ve yaptırımları olan ve yasalarla korunan bir üretim sistemi konumuna gelmiştir. Bugünkü anlamıyla organik tarımı “atalarımızın yaptığı tarımdan” ayıran en önemli nokta budur. Yasal çerçevesi olması, kaliteli ve yeterli ürün alma zorunluluğunun bulunması gibi sebeplerle organik tarım, derin bilgi birikimi ve organizasyon yeteneği gibi bir takım nitelikleri de gerektiren bir üretim sistemi olarak kabul edilmelidir. Organik tarımın gelişiminde Avrupa ülkelerinin katkısı çok büyük olmuştur. Avrupa ülkelerinde organik tarımın başarılı olmasının ve sürekli gelişmesinin sebepleri doğru ve isabetli planlama, üreticilere sağlanan maddi avantajlar, üretici ve tüketicilere yeterli bilgi akışı, ürün çeşitliliği, başlangıçta ulusal ve daha sonra AB’ye yönelik semboller ve yasal koruma olarak özetlenebilir. Avrupa da organik tarımın en hızlı ve planlı geliştiği ülkelerin başında İtalya gelmektedir. İtalya da organik tarımın hızlı bir gelişme göstermesi ise özellikle yerel yönetim desteği, iç pazarın hızlı gelişimi, özellikle okul kantinleri, hastaneler gibi özel tüketici gruplarına etkin bilgi akışı ile organik ürün tüketiminin arttırılması, eko-turizm ve AB’nin araştırma programlarından etkin biçimde yararlanılması gibi faktörler etkili olmuştur. 5 Kasım 1972 tarihinde Fransa’da kurulan IFOAM (Uluslararası Organik Tarım Hareketi) organik tarım konusunda bilgi üretmek, bilgi paylaşımı sağlamak, uluslararası ortamda organik tarım hareketinin devamlılığını sağlamak, IFOAM organik standartlarını oluşturmak ve revize etmek ve organik ürünlerin kalite kriterlerini garanti etmek gibi faaliyetlerde bulunmaktadır. 2003 yılı rakamları ile 100 ülkeden toplam 750 üye dünya çapında organik tarım hareketi olan IFOAM şemsiyesi altında birleşmiştir. IFOAM bölgesel gruplarla çalışmaktadır. Bu çalışma grupları AgriBio Mediterraneo (Akdeniz ülkeleri), Avrupa Birliği, Asya, Almanca konuşan ülkeler, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ve Latin Amerika ülkeleridir. Her grup içinde yer alan ülkeler ortak iklimsel ve sosyal yapıya sahiptirler. Ülkemiz de Akdeniz ülkeleri grubunda yer almaktadır. Konvensiyonel Tarımın Sonuçları İkinci Dünya savaşından bu yana, özellikle gelişmiş ülkelerin bitkisel üretiminde hemen her yıl yeni rekorlar elde edilmiştir. Bu süreçte, tarım işletmeleri büyük ölçüde mekanize olmuş ve ihtisaslaşmıştır. Aynı dönemde, kimyasal gübreler ve pestisitler olmak üzere yoğun kimyasal girdi kullanılmıştır. Bu konvansiyonel tarım sistemleri, işletmeden işletmeye, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de benzer gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin olduğu tarım işletmelerinin çoğu bugün; çevre kalitesinin bozulması, kârlılığın azalması ve insan ve hayvan sağlığının tehdidi gibi sorunlarla karşı karşıyadırlar. Konvansiyonel (geleneksel) tarımın sonuçlarını aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: - Maliyetlerin artması, enerji ve tarımsal kimyasalların sağlanmasındaki belirsizlik, - Herbisitler ve insektisitlere karşı yabani ot ve böcek direncinin artması, - Toprak verimliliğinin azalması, - Sediment ve tarımsal kimyasallar nedeniyle yüzey ve yer altı sularının kirlenmesi, - Yaban hayatı ve faydalı böceklerin yok edilmesi, - Pestisitler ve gıda katkı maddelerinden kaynaklanan insan ve hayvan sağlığı için tehlikelerin artması, - Sınırlı bitki besin maddesi rezervlerinin tükenmesi. Artık toplumlar, konvansiyonel tarımın çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerini sorgulamaktadırlar. Bu nedenle, bir çok işletme daha sürdürülebilir tarım yapabileceği alternatif uygulamalar aramaktadır. Bu alternatif tarım sistemlerinden organik veya ekolojik tarım; ekim nöbeti, yeşil gübre, hayvan gübresi, kompost, organik gübreler, çevre dostu yöntemlerle zararlı kontrolüyle birlikte modern teknolojiye dayanmakta ve tarımsal kimyasalların kullanımını bunun dışında tutmaktadır. Organik Tarım Nedir? Organik tarım,doğanın dengesini bozmayan,üretimde yapay kimyasal girdi kullanılmayan,sadece kültürel önlemler ve organik kökenli girdi kullanılarak yapılan tarım şeklidir.Organik tarım,ekolojik sistemlerde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik,insan ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup,esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımının yasaklanması yanında,organik ve yeşil gübreleme,münavebe,toprağın muhafazası,bitki direncini arttırma,doğal düşmanlardan faydalanmayı tavsiye eden,bütün bu imkansızlıkların kapalı bir sistemde oluşturulmasını öneren.Üretimde sadece miktar artışının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir. Organik tarım, doğanın dengesini bozmayan, üretimde yapay kimyasal girdi kullanılmayan, sadece kültürel önlemler ve organik kökenli girdiler kullanılarak yapılan bir tarım şeklidir. Organik tarım, sürdürülebilir bir üretim modelidir. Eski üretim sistemlerine dönüş değildir. Modern yetiştiricilik sistemlerinden yararlanılır. Ayrıca organik tarım, planlı, sözleşmeli, her aşaması kayıt altına alınmış, tarladan tüketiciye ulaşana kadar kontrollü,sertifikalı,karşılıklı güven esasına dayanan bir üretim sistemidir. Neden Organik Tarım? Organik Gıda Ürünlerinin tercih edilme nedenlerini aşağıdaki 10 ana başlık altında özetleyebiliriz: 1. Gelecek Nesilleri Korumak: Gelecek nesilleri korumak için onlara sağlıklı besinler sunmak zorundayız. Bir çocuğun, gıda maddelerinde kansere neden olan pestisitlerden zarar görme riski, yetişkinlere göre daha fazla olduğu için, çocuğun gelecekteki sağlığı gıdaların doğru seçimine bağlıdır. 2. Toprak Erozyonunu Önlemek: Toprak, organik tarımda gıda zincirinin temelini oluşturmaktadır. Kimyasal gübreler ile bitki beslemenin alışkanlık haline getirildiği konvansiyonel tarımda, bozulan toprak yapısı rüzgar ya da su erozyonu ile kolayca kaybedilebilecek bir yapıya sokulmaktadır. 3. Su Kalitesini Korumak: Su, vücut ağırlığımızın ve gezegenimizin yüzde 70'ini oluşturmaktadır. Tarım ilaçları ve diğer kimyasalların yeraltı ve yerüstü su kaynaklarına bulaşması ile dolaylı olarak ve içme sularına karışarak da direkt olarak, insanlar başta olmak üzere tüm canlıların hayatı tehlike altına girmektedir. 4. Enerji Tasarrufu: Modern tarım, diğer endüstri dallarında kullanılandan daha fazla benzin ve mazot tüketmektedir. Bu tüketim, kullanılan benzinli ve mazotlu tarım makineleriyle birlikte konvansiyonel tarım girdilerinden olan sentetik gübre ve ilaçların imalatı sırasında gerçekleşmektedir. Organik tarımdaki mekanizasyon, konvansiyonel tarımla karşılaştırıldığında çok daha azdır. En azından yabancı ot mücadelesinin elle yapılması, tarımsal ilaçlar ve kimyasal gübrelerin kullanılmaması, enerji tasarrufu sağlamaktadır. Ayrıca fosil yakıtların tarım endüstrisinde kullanılması, hem bunların kısa sürede tükenmesi hem de çevreyi kirletmesi yönünden dezavantajlı olması, bitkisel yağlardan elde edilen çevre dostu yakıtların kullanımının önemini gündeme getirmektedir. 5. Kimyasal İlaç Kalıntılarından Arındırmak: Birçok tarım kimyasalı tescil edilmeden önce kanser ya da başka hastalıklara neden olup olmadıklarını tespit için araştırmalara tabi tutulmaktadır. Fakat bunlar, yaşayan canlıları yok etmek için üretildiklerinden, insanlara da zarar verme ihtimalleri yüksektir. Pestisitlerin kansere neden olma ihtimallerinin yanı sıra, doğum arazlarına, sinir sistemi ve genetik bozukluklara da neden olabildikleri tespit edilmiştir. Kullanılan sistemik (yani bitkinin bünyesine giren) pestisitler bu risklerin ana nedenidir. 6. Tarım Çalışanlarını Korumak: Özellikle tarım kimyasallarının yoğun ve kontrolsüz olarak kullanıldığı ülkelerde, tarım işçilerinin sağlıkları büyük risk altındadır. Bu kişilerin kansere yakalanma olasılıkları da yüksektir. Her yıl yaklaşık bir milyon kişinin tarım ilaçlarından zehirlendiği tahmin edilmektedir. 7. Dar Gelirli Çiftçilerin Gelir Düzeylerini Yükseltmek: Birçok organik tarım üretimi yapan çiftçi, aile işletmesi şeklinde çalışmakta ve çiftlik arazisi de küçük olmaktadır. Organik tarım ürünlerinin satış fiyatlarının konvansiyonel tarım ürünlerine göre yüksek oluşu, sentetik gübre ve tarım ilaçları gibi girdilerin çok sınırlı kullanılması ya da hiç kullanılmaması bu ölçekteki işletmelerin kar marjını yükseltebilmektedir. 8. Ekonomik Üretimi Hedeflemek: Organik tarım ürünlerinin fiyatlarının konvansiyonel ürünlerinkinden daha pahalı olduğu bir gerçektir. Ancak konvansiyonel gıdaların görünmeyen maliyetleri hesap edildiğinde, organik gıdalardan daha pahalıya mal oldukları meydana çıkacaktır. Örneğin, konvansiyonel tarımda oldukça çeşitli ve fazla miktarda sentetik girdi kullanılması gerekmektedir ve bunların kullanımı sonucu, bertaraf edilmesi problem yaratan tehlikeli atıklar ortaya çıkmaktadır. Organik tarımda kullanılabilecek sentetik girdi miktarı oldukça sınırlı olduğundan bu tür faaliyetlere ayrılması gereken kaynaklar da konvansiyonele göre çok daha az olacaktır. 9. Biyolojik Çeşitliliği Sağlamak: Konvansiyonel tarımda çoğunlukla aynı tip ürün/ürünler sürekli olarak yıllarca ekilir. Bu nedenle toprağın sömürülen besin maddeleri ve mineralleri her yıl artan miktarlarda kullanılan sentetik gübrelerle tekrar toprağa verilmeye çalışılır. 10. Ürünlerde Daha Zengin Bir Aroma Yaratmak: Bulunulan bölgede mevcut ya da bölgeye çok kolay uyum sağlayan ürün çeşitleri, organik tarım koşullarında yetiştirildiklerinde, kendilerine özgü tat ve aromalarından bir şey kaybetmezler. Sentetik kimyasallar kullanılmadan üretilmiş olan organik ürünlerin albenisi konvansiyonel ürünlerden daha düşük olabilir; ancak besin, mineral, vitamin içerikleri, tat ve aromaları, ayrıca hasat sonrası raf ömürleri konvansiyonel ürünlerden daha fazladır. Organik Tarımın Ortaya Çıkışı ve Sürdürülebilirlik Yönü Modern organik tarım Avrupa’da 1920’lerde başlamış ve ilk yıllarda güçlü bir kimyasal lobiye karşı mücadele vermiştir. Hükümetler ekonomik, sosyal ve politik nedenlerle tarımsal üretimi en yüksek seviyeye çıkarmakla ilgilenmiş, çevreyi ihmal etmişlerdir. Ancak, 1970’lerden sonra, batıdaki sürekli tarımsal üretim fazlası ile yeryüzünün narin olmasının geç de olsa anlaşılması organik tarıma daha farklı bakılmasına neden olmuştur. Uluslararası organik hareketin gelişimi üç ana safhada değerlendirilmektedir (Tate, 1994). 1924-70 yılları büyük oranda muhalif bir çevrede ve finansal güçlüklerle organik tarımı düzenleme ve mücadele etme dönemidir. 1970-80 arası organik düzenlemelerde artan tüketici talebi rol oynamakta ve çevre duyarlılığı artmaktadır. 1980’den sonra organik tarım artık kabul görmüştür. Ulusal ve uluslar arası standartlar oluşmuş ve hükümetler üreticilere yönelik organik yardım projelerine başlamıştır. Bu alandaki düzenlemeler, başta Avrupa Birliği olmak üzere bir çok ülkede giderek yoğunluk kazanmıştır. Dünya nüfusunun artmasına bağlı olarak tüketim talebinin de arttığı bir gerçektir. Bu noktada tarımsal üretim talebini karşılamak için tarım alanlarında bir genişleme izlendiyse de hedef, birim alandan daha fazla ürün almaya yönelmiştir. Ancak bilinçsizce gerçekleştirilen tarım faaliyetlerinin insan ve hayvan sağlığını tehdit ettiği, yer altı su kaynaklarının tükenmesine ve/veya kirlenmesine, doğal bitki ve toprak deseninin bozulmasına ve biyolojik çeşitliliğin zarar görmesine yol açtığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Sıralanan bu sorunlar öncelikle Kuzey Avrupa ülkelerinde kendisini göstermiştir. Bunun üzerine ABD'de bazı üreticilerin öncülüğünde sentetik ilaç ve gübre kullanılmaksızın tarımsal üretim başlamıştır .Avrupa ülkelerinde organik tarıma geçiş, tabandan gelen bir yaklaşımla, kullanılan girdilerin çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini dikkate alan duyarlı üreticiler yolu ile olmuştur. Oysa Türkiye’de, bu durumun aksine tepeden gelen bir istekle, dış alıcıların Türkiye’nin geleneksel tarım ürünlerinin ekolojik olarak üretilmelerini talep etmeleri ile başlamıştır (Aksoy ve Altındişli, 1999). Organik tarım, biyoçeşitliliği, biyolojik dengeyi ve toprağın biyolojik aktivitesini geliştiren ve artıran bir ekolojik üretim yönetimi sistemidir. Sistem, işletme dışı girdilerin mimimum kullanımına ve ekolojik uyumu düzenleyen ve devamını sağlayan yönetim uygulamalarına dayanmaktadır (Anonymus, 1999). Organik tarım, entegre, insani, çevresel ve ekonomik olarak sürdürülebilir tarımsal üretim sistemlerini oluşturmayı amaçlayan bir yaklaşımdır (Lampkin, 1994). Sürdürülebilirlik amacı organik tarımın can damarıdır. Burada önemli olan, sürdürülebilir üretimi ve uzun vadeli finansal güvenceyi garanti etmektir. Sürdürülebilirlik, tarımı süresiz olarak devam ettirme kapasitesi şeklinde tanımlanmaktadır (Cornish, 1992). Bu tanım; (1)toprağın kimyasal ve fiziksel verimliliğini devam ettirme ve iyileştirme, (2)faydalı organizmalar kadar yabani ot, böcek ve hastalıklardaki değişmeleri kapsayan biyolojik sürdürülebilirlik, (3) iyi ekonomik performans amaçlarını içermektedir. Bunlara, çoğu zaman gözardı edilen iki faktör ilave edilebilir: (4) tarımın sürdürülebilirliğini artıran yeni uygulamaların kabul edilebilirliği ve (5)minimum olumsuz tarım dışı etki. Sürdürülebilirlik, çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik konularını içermektedir (Owen ve ark., 1998). Çevresel sürdürülebilirlik; enerji etkinliği, toprak ve suyun kalitesi ve korunması, yaban hayatın korunması, gıda ve yem güvenliği ile işletme güvenliğini kapsamaktadır. Ekonomik sürdürülebilirlik; tarım işletmesinin kârlılığı, işletme masrafları, gelir değişkenliği, finansal riskler, gıda masrafları ve yatırımlar konularındaki sürdürülebilirliği içermektedir. Sosyal sürdürülebilirlik ise; verimlerin yeterli olması, gıda ve lif kalitesi, işletme çalışanlarının ücretleri, üreticilerin yaşam kalitesi ve işletme uygulamalarında etik konularını kapsamaktadır. Bir tarım işletmesi, organik tarım gibi alternatif tarım yöntemini uyguluyor olsa bile, bu o işletmenin sürdürülebilir olduğu anlamına gelmemektedir. O işletmenin; yeterli miktarda yüksek kaliteli gıda üretmesi, kaynaklarını koruması ve sosyal olarak da yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, eğer bir organik tarım işletmesi yüksek verimli ürün üretiyor ve çevreye dost ancak, kârlı değilse o zaman sürdürülebilir olarak nitelendirilmemesi gerekir. O halde, bir işletmenin sürdürülebilir olması için çevresel, ekonomik ve sosyal olmak üzere tüm sürdürülebilirlik kriterlerini sağlaması gerekmektedir. Organik tarım felsefesinin en takdir edilen yönü, doğanın doğal döngüsünü desteklemesi ve özellikle tarım işletmesini bir sistem olarak görmesi. Organik tarım gibi daha sürdürülebilir sistemlerin benimsenmesindeki en büyük engel, sistemlerin karmaşık olması ve gelişmiş işletme yönetimine ihtiyaç duymasıdır. Bu nedenle, organik tarıma ilişkin geleceğe yönelik araştırma ve yayım konusundaki önceliğin daha iyi bilgi elde etmek ve kullanma yolunu geliştirmek için üreticilerle ortak programlara verilmesi gerekmektedir. Dünyada ve Ülkemizde Organik Tarım Ne Durumda? Dünyada organik tarımın ilk uygulamaları 1910‟lu yıllarda İngiltere’de başlamıştır. 1928 yılında Almanya’da biyodinamik tarım enstitüsü kurulmuş, çiftlik dışından en az girdi kullanılarak tarım yapılması çalışmaları ise 1930’lu yıllarda İsviçre’de yapılmış ve bu şekilde Avrupa’da ilk kontrollü üretim başlamıştır (Demiryürek, 2004). 1970’lerdeki “Yeşil Devrim” olarak anılan tarım politikaları açlık sorununa kısmen çözüm oluşturmakla birlikte, asıl sorunun üretim miktarı değil paylaşımdan kaynaklandığını da ortaya koymuştur. Ayrıca son yıllarda nüfus artış hızına oranla gıda artış hızı hemen tüm ülkelerde artmış, ancak çok az sayıdaki ülkede sorun olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla artık tarımda uygulanan teknikler sadece üretim miktarında sağladıkları artışla değerlendirilmemekte; çevreye, insan ve hayvan sağlığına olan etkileri ile birlikte dikkate alınmaktadır. Bu gelişmelerin sonucunda alternatif bir üretim sistemi olarak Organik Tarım veya Ekolojik Tarım veya Biyolojik Tarım ortaya çıkmıştır (Sürmeli, 2003). Çevre ile uyumlu bir üretim biçimi olan organik tarım bilincinin dünyada hızla gelişmesi, ekolojik tarım hareketlerini örgütlemeye yönlendirmiştir. Bu amaçla ekolojik tarım hareketlerinin gelişimini sağlıklı bir şekilde yönlendirmek için gerekli standart ve yönetmelikleri oluşturmak üzere 1972’de Almanya’da Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu (International Federation of Organic Agriculture Movements: IFAOM) kurulmuştur. Ekolojik tarımda temel ilkeler olarak geliştirilen kurallar genel kurul tarafından kabul edilerek 1998 yılında yürürlüğe girmiştir (Siderer vd., 2005). Dünya‘da 37,2 milyon ha alanda organik tarım yapılmaktadır. Doğadan toplama alanları da (41,9 milyon ha) dikkate alındığında bu rakam 79,1 milyon ha olmaktadır. 2009 yılı verilerine göre dünya tarım alanlarının % 0,9‘luk kısmı organik üretim altındadır. Organik tarım yapılan alanların kıtalara göre dağılımı ele alındığında aşağıda yer alan haritada görüleceği üzere ilk sırayı 12,2 milyon ha alanla Avustralya kıtasının aldığı görülmektedir. Avustralya kıtasını 9,3 milyon ha alanla Avrupa, 8,6 milyon ha alanla Güney Amerika, 3,6 milyon ha alanla da Asya, 2,7 milyon ha alanla kuzey Amerika ve 1 milyon ha alanla Afrika Kıtası‘nın takip ettiği görülmektedir. Kaynak: FBIL 2009 Dünyada kültür alanları dikkate alındığında en fazla organik tarım yapılan alan 12,02 milyon ha ile Avustralya‘dadır. Avustralya‘yı 4,4 milyon ha ile Arjantin, 1,95 milyon ha ile ABD, 1,85 milyon ha ile Çin, 1,77 milyon ha ile Brezilya ve 1,33 milyon ha ile İspanya takip etmektedir. Doğadan toplama değerlendirildiğinde, 2009 yılı verileri ile en büyük alan 7,8 milyon ha ile Finlandiya‘dadır. Finlandiya‘nın ardından 6,18 milyon ha ile Brezilya, 6 milyon ha ile dünyada 2000 yılında organik tarım verilerini toplayan ülke sayısı 86 iken bu rakam 2008 yılında 156‘ya ve 2009 yılında ise 160‘a ulaşmıştır. Organik tarım yapılan toplam kültür alanı ise 1999 yılında 11 milyon ha iken 2008 yılında 35,2 milyon ha ve 2009 yılında ise 37,2 milyon ha olarak gerçekleşmiştir. Toplam tarım alanı içerisinde organik tarımın payının % 5 den fazla olduğu ülke sayısı 2008 yılında 22 ve 2009 yılında ise 24‘dür. Toplam tarım alanı içerisinde organik tarımın payının % 10‘dan fazla olduğu ülke sayısı ise 2008 yılında 6 ve 2009 yılında ise 7‘dir. 2009 yılı verilerine göre dünyada 1,8 milyon üretici organik tarım faaliyetinde bulunmaktadır. 2009 yılı sonu itibariyle yasal düzenlemesi olan ülke sayısı 74 olup 523 Kontrol ve Sertifikasyon Kuruluşu bu alanda faaliyette bulunmaktadır. Doğadan toplama alanları üzerinden yapılacak değerlendirmede ise 2008 yılında 31 milyon ha olan doğadan toplama, 2009 yılında 41,9 milyon ha ulaşmıştır. Hızla büyüyen organik tarım pazarı 2000 li yılların başında 15 milyar $ seviyesinde iken bu rakam 2008 yılında 50,9 milyar $ ve 2009 yılında ise 54,9 milyar $ olarak gerçekleşmiştir. Amerika Birleşik Devletleri 25,5 milyar $ ile en büyük pazar payına sahip ülke iken bunu sırasıyla 8,3 milyar $ ile Almanya ve 4,3 milyar $ ile Fransa takip etmektedir. Avrupa Kıtasında 2009 yılı verilerine göre 9,3 milyon ha alanda 250.000 üretici tarafından organik tarım yapılmaktadır. Avrupa Kıtasında toplam tarım arazisinin % 1,9‘unda, Avrupa Birliği ülkelerinin toplam tarım arazilerinin ise % 4,7‘sinde organik tarım yapılmaktadır. Dünyadaki organik tarım alanlarının % 25‘i Avrupa kıtasındadır. Avrupa Kıtasında organik tarım yapılan alanların %18,5‘i Avusturya‘da, % 12,6‘sı İsveç‘te, %10,8‘i İsviçre‘de ve %10,5‘i ise Estonya‘da yer almaktadır. 18,4 milyar € olan organik tarım pazarında en hızlı pazar artışı Fransa ve İsveç‘tedir. En büyük pazar ise 5,8 milyar € ile Almanya‘dadır. 1970‘li yıllardan sonra Dünya‘da organik tarımın gelişim sürecine baktığımızda; • 1972 yılında Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonunun (IFOAM) kurulması, • 1973 yılında Organik Tarım Araştırma Enstitüsünün (FIBL) kurulması, • 1980 ve sonrası organik tarım pazarının hızla gelişmesi ve talep baskısı, • 1985 yılında Avrupa‘da Fransa‘da ilk yasal düzenlemenin yapılması, • • • • • • • 1990‘lı yıllarda AB Ülkelerinde çevreye uyumlu tarım politikalarının desteklenmeye başlaması, organik ürün pazarının hızla büyümesi, 1991 Yılında 2092/91 AB Konsey Tüzüğünün yürürlüğe girmesi ve 1999 yılında tüzüğe hayvancılığın da dâhil edilmesi, 1992 yılında AB‘ye organik ürün ihraç edecek ülkelerin uyacakları mevzuatın yayımlanması 2000 Yılında Japonya‘da Tarım Bakanlığı tarafından organik bitkisel ürünler için JAS standardının yayımlanası, 2001 yılında ABD Tarım Bakanlığı Tarafından NOP standardının yayımlanması (2000‘de yayımlandı) Dünyadaki gelişmeler ışığında Avrupa Birliğinde 834/2007 Organik Üretim ve Etiketleme ile ilgili Konsey Tüzüğü‘nün 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesi, 889/2008 Konsey Tüzüğünün Uygulanması Konusundaki Kuralların 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesi, önemli gelişmeler olarak değerlendirilmektedir. Kamerun, 5,1 milyon ha ile Zambiya ve 3,36 milyon ha ile Hindistan gelmektedir. Ülkemizde organik tarıma 1980’li yılların ortalarından itibaren Avrupalı organik tarım firmalarının öncülüğünde sözleşmeli tarım sistemi ile ihracata yönelik olarak kuru üzüm,kuru incir,kuru kayısı ve fındık üretimiyle başlanmıştır.İlk olarak Manisa Tekelioğlu Köyünde organik tarım faaliyeti 1986 yılında muhtarlığın belirlediği alanda örnek organik ürün yetiştirilmesiyle başlamıştır.1986 yılında ilk organik kuru üzüm üretimi projesi hayata geçmiş,bunu 1987’de organik incir projesi takip etmiştir.Hukuki ve kurumsal düzenlemeler bağlamında ,Türkiye’de organik tarım sektörünü 3 ayrı dönemde inceleyebiliriz. Birinci dönemde (1984-1993) herhangi bir ulusal hukuki düzenleme yoktur. Ülkemiz organik tarımla yeni yeni tanışmaktadır ve üretim ithalatçı ülkelerin kurallarına göre sürdürülmüştür. İkinci dönemde(1994-2002),yönetmelik düzeyinde bir takı gelişmeler yaşanmış ve bu dönemde organik tarım faaliyetleri özellikle Ege bölgesinde gelişmeye ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Üçüncü dönem ise 2003’den günümüze kadar gelen dönemdir ve 03 aralık 2004’de Organik Tarım Kanunu yayımlanmış ve bunu 10 Haziran 2005’de yürürlüğe giren Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik takip etmiştir. İlerleyen yıllarda ürün yelpazemizde genişlemeler olmuş; sert kabuklu ve kuru meyveler, dondurulmuş meyve ve sebzeler ,yaş meyve ve sebzeler,baharat ve bakliyat üzerine de üretim ve ihracatımız başlamıştır.Bunların yanısıra gülsuyu,gülyağı,zeytinyağı,pamuk ve tekstil ürünleri üretim ve ihracatı da hız kazanmıştır. Organik pamuk üretiminin artmasıyla organik tekstil sektörü giderek önem kazanmış olup,son yıllarda organik ürün yelpazesine organik bebek teksitli,havlu,ev tekstili ve yatak da eklenmiştir.Organik bebek mamaları,bebek giysileri,oyuncak ve bebek kozmetiklerine olan talep,özellikle 0-12 aylık bebekleri olan anne babaların hassasiyeti nedeniyle yurtdışında olduğu gibi yurtiçinde de giderek artmaktadır. TÜİK verilerine göre 2011 yılında organik tarım geçiş süreci dahil toplam ürün sayımız 225,toplam çiftçi sayımız 42,460,organik tarım yapılan toplam alan 614,618 ha ve toplam üretimimiz 1,659,543 tondur. Ülkemizde organik tarım yapan çiftçi sayımız her geçen gün artmaktadır. Ürün sayısı (Adet) 2005 Çiftçi sayısı (Adet) 205 Çiftçi sayısı Alan (%) (Hektar) 14401 - Alan (%) 203811 2006 203 14256 -1,0 2007 201 16276 14,2 Üretim (Ton) - Üretim (%) 421934 - 192,789 -5,4 458095 8,6 174283 568128 24,0 -9,6 2008 247 14926 -8,3 166883 -4,2 530224 -6,7 2009 212 35565 138,3 501641 200,6 983715 85,5 2010 216 42097 18,4 510033 1,7 1343737 36,6 614618 20,5 1659543 23,5 2011 225 42460 0,9 Kaynak: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (1) Doğal toplama alanları dahildir. İhracatımızın yöneldiği ülke sayısı ise 32’ye ulaşmıştır. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, Danimarka ve Hollanda gibi AB ülkeleri en önemli ihraç pazarlarımızı oluşturmaktadır.En fazla ihraç edilen organik ürünlerimiz dondurulmuş meyveler,kuru üzüm ve kuru kayısıdır. Aynı zamanda organik pamuk ,organik nohut ve mercimek ihracatımızda dikkat çekici bir yer edinmiştir. Karadeniz bölgemize has fındık ,organik tarım metoduyla da üretilmek suretiyle yeni bir ihracat alanı elde etmiş ve bu yerini istikrarlı bir şekilde korumaktadır. Her ne kadar ülkemiz organik ürün ihracatının da önemli bir yere sahip olsa da bir miktar organik ürün ithalatımız da vardır. Çek Cumhuriyeti, Polonya, Almanya,Belçika ve İsveç gibi ülkelerden çocuk maması,makarna,ekmek,çikolata,konserve,reçel,çay çeşitleri ve hayvansal ürünler ithalatı gerçekleştirilmektedir. Organik Tarımın Ekolojik Yönü Organik tarım tanımını kısaca bir kez daha yaparsak ‘Bozulan ekolojik dengeyi yeniden tesis etmek, mevcut ekosistemi korumak ve geliştirmek için yapılan bir üretim sistemidir’. Kısacası organik tarım, doğayı katletmeden gerçekleştirilen bir tarım sistemidir. Organik tarımı ekolojik, ekonomik ve sosyal boyutlarla ele almak mümkündür. Organik tarımın ekolojik boyutu çevreyle uyumlu biyolojik çeşitliliği koruyan bir tarım sistemi olmasından kaynaklanır. Organik tarımda zararlılarla mücadelede sentetik kökenli pestisitler yerine doğa dostu mücadele yöntemleri (Kültürel önlemler, biyoteknik savaşım yöntemleri, biyolojik mücadele vb) kullanılır. Kimyasal mücadelede ise biyorasyonel preparatlardan faydalanılmaktadır. Organik tarımda kullanılan bütün bu mücadele yöntemleri doğadaki ekolojik dengeye zarar vermemektedir. Oysa konvansiyonel tarım, doğanın ekolojik dengesini bütünüyle bozabilmektedir. Konvansiyonel tarımda hedef alınmayan faydalı organizmalar (doğal düşmanlar, bal arıları, toprak solucanları vb.) zarar görebilmekte, zararlı böceklerde direnç oluşumu görülebilmekte, bazı türlerin devamlılığı tehdit altına girebilmektedir. Dolayısıyla Organik tarım ekolojik yönüyle de diğer tarım sistemlerine göre avantajlı durumdadır. Sonuç ve Öneriler Zengin biyolojik çeşitlilik, göreceli olarak temiz ekolojik alanlar, hastalık ve zararlılara dayanıklı bitki çeşitleri ve düşük kimyasal girdi kullanım düzeyi gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de organik tarımın gelişmesi için başlıca avantajlar arasında yer almaktadır. Bu yüzden, ülkemiz ekolojisi, coğrafi ve topografik yapısı, çeşitli iklim özellikleri nedeniyle birçok ürünü (bazı tropik meyveler hariç) yetiştirmeye imkân tanıyan büyük bir potansiyele sahiptir. Üstelik Türkiye’nin tarımsal üretim sistemi çok geniş bir alana yayılmıştır ve sanayileşmiş ülkelerle karşılaştırıldığında tarımda birim alana kimyasal girdi kullanım oranı çok düşüktür. Bu yüzden, ülkemiz tarım alanlarında yoğun kimyasal kirlilik bulunmamaktadır. Özellikle Türkiye’nin doğusunda organik tarıma geçiş, diğer sanayileşmiş bölgelere oranla daha kolaydır. Bu durumda Türkiye, birçok gelişmiş ülkenin sorunu olan yoğun kimyasal girdili tarımın yarattığı çevre sorunlarından sakınabilecektir. Diğer taraftan, yüksek katma değerli ve emek yoğun ürünlerin organik olarak üretimini artırma yoluyla kırsal istihdama bir ölçüde yardımda bulunulabilir. Bu yüzden, hükümetin finansal desteği, çiftçi eğitimi, yayım ve araştırma çalışmaları ve özel sektör STK ile işbirliği halinde organik tarımın gelişimi ülkemizde hızlandırılmalıdır. Ülkemizin organik tarım ürünleri ihracatının giderek artmasına rağmen, dünya organik tarım ve gıda pazarındaki payımız çok düşüktür. Özellikle kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerindeki organik tarım ve gıda ürünleri arzı, bu pazarlardaki talep artışını karşılayamamaktadır. Bu yüzden bu pazarlar potansiyel olarak ülkemiz gibi ekolojisi ve altyapısı organik tarımsal üretim ve ihracatına uygun gelişmekte olan ülkeler için iyi bir fırsat sunmaktadır. Maalesef halen büyük ölçüde hammadde halinde işlenmeden ihraç ettiğimiz, kurutulmuş meyve, fındık, fıstık ve tarla bitkileri gibi organik ürünler, potansiyel ihraç gelirlerimizden kayıp anlamına gelmektedir. Eğer bir ülkede organik tarımın geliştirilmesi isteniyorsa, hükümetler sadece ihraç pazarlarını geliştirmeye odaklanmamalı, aynı zamanda iç pazarların gelişimini teşvik etmelidirler. Ülkemizdeki organik iç pazarın 14 milyon $ civarında olduğu tahmin edilmektedir. Ancak bu rakam diğer ülkelerle kıyaslandığında organik gıda iç pazarımızın henüz çok sınır olduğunu göstermektedir ve maalesef yıllık gelişme hızı da çok düşüktür. Bu ise organik ürünler hakkında tüketici farkındalığının sınırlılığı, teşvik çalışmalarının azlığı, altyapı yetersizliği, mevzuat ile ilgili sorunlar ve görece yüksek fiyatlar nedeniyle karşımıza çıkmaktadır. Bu sınırlılıkların yanında, hükümetin organik tarımı desteklemeye yönelik mali desteklerinin yetersizliği ve geçiş sürecini teşvik etmek için desteğinin bulunmaması, yetersiz çiftçi eğitim ve tüketici bilinçlendirme çalışmaları, özel sektör ve STK’nın yerel nitelikteki sınırlı çalışmaları nedeniyle ülkemizde organik tarım ve gıda pazarı istenilen ve hedeflenen düzeye gelmekten uzaktır. Ayrıca, kamu, özel sektör ve STK arasındaki işbirliği eksikliği ve bilgi paylaşım ağının bulunmaması diğer kritik bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Organik üretim yapan üreticilerin bir araya gelmesiyle oluşan üretici kooperatif ve örgütlerinin sayısı sınırlıdır ve hükümetlerden yeterli teşvik alamadıkları için özel sektöre karşı haklarını yeterince savunamamakta ve organik tarım ürünleri ve gıda pazarında etkin bir rol oynayamamaktadırlar. Kamu ve özel sektör kuruluşları tarafından organik tarım ile ilgili yürütülen AR-GE faaliyetleri, her ne kadar son yıllarda bazı üniversite ve araştırma enstitülerinin çabaları ile artsa da sınırlıdır. TKB düşük faizli kredi, pirim fiyat, ucuz organik girdi ve pazarlama garantisi gibi finansal teşvikler yoluyla organik üretime üreticilerin geçiş sürecini kolaylaştırmak için uygun teşvik enstrümanları ve politikalarını, özellikle organik üretici birlikleri, STK veya özel şirketler aracılığı ile veya doğrudan üreticilere uygulamalıdır. Benzer şekilde TKB araştırma eğitim ve yayım faaliyetleri yoluyla organik üretici örgütlerini desteklemelidir. Organik tarımın benimsenmesi ve yayılması için ekolojisi organik tarıma uygun yerlerde pilot projeler yoluyla ilgili kamu ve özel kuruluşlar aracılığı ile organik tarım teşvik edilmelidir. Çok büyük rekabetin yaşandığı dünya organik tarım ve gıda pazarındaki ihracat potansiyelimizi artırmak için iyi durumda olduğumuz organik bitkisel üretim yanında, çok sınırlı üretimimiz olan organik hayvansal üretimimize özel önem verilmeli ve gelişmesi için gerekli teşvik önlemleri alınmalıdır. İhracata yönelik çalışan organik pazarlama şirketleri yanında özellikle yerel organik üretici birlikleri finansal açıdan hükümetçe desteklenmelidir. Organik üretim ve organik gıda iç pazarının gelişmesi için gerekli yasal düzenlemeler yoluyla karmaşık olan organik üretim, kontrol sertifikasyon ve pazarlaması sürecinin kolaylaştırılması yoluna gidilmelidir. Son yıllarda AB’de organik tarım mevzuatının basitleştirilmesine yönelik yapılan çalışmalara, ülkemizin mevzuatının uyumu sağlanmalıdır. Tüketicilerin bilinçlendirilmesi çalışmaları yoluyla organik tarım ve gıda ürünleri hakkında tüketici farkındalığını artırmaya yönelik çalışmalar artırılmalıdır. Türk organik tarım sektörü, oluşturulacak bir yüksek kurul yardımıyla koordine edilmeli ve ilgili kuruluşlar arasındaki işbirliği artırılmalıdır. Organik üretim ve ihracatına yönelik veriler tek elden toplanmalı, güvenilir bir veri tabanı oluşturulmalı ve sonuçlar resmi olarak yayınlanmalıdır. “Doğal”, “natürel”, “tabi”, “köy ürünü”, “gübresiz”, “ilaçsız” vd. organik tarım veya organik gıda ürünü gibi yanlış veya tüketiciyi yanıltıcı olarak kullanılan ve kavram kargaşasına yol açan ürün adlandırma veya etiketlendirme çalışmalarına yasal olarak son verilmelidir. Organik ürünlere olan tüketici güveninin artırılması için organik ürünlerin proje yönetimi, kontrol ve sertifikasyon sürecinin uluslararası organik tarım ve gıda yönetmelik ve standartlarına uyumlu ve güncel hale getirilmelidir. Organik tarımsal üretim çalışmaları, yurt içindeki ekolojik tarım turizmi hizmetleri ile entegre edilmeli ve yerel uygulamalar, uluslararası ekoturizm alanına açılmalıdır. Bununla birlikte, organik tarımsal üretim ve gıda dışındaki organik ürünlerin ticareti (organik kozmetik, tekstil, tahta, ağaç ve yerel el sanatları ürünleri gibi) çevreyi kirletmeyen ve ekoloji ile uyumlu üretim süreçleri teşvik edilmelidir. Son olarak organik tarım, kırsal kalkınmaya, dünya pazarlarının gelişimine, çevre ve insan sağlığının korunmasına birçok yönden katkı sağlayan bir üretim sistemidir. Bu yüzden organik tarım ve gıda ürünleri üretimi, ticareti ve ihracatı diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemiz için de tarımının sürdürülebilir gelişimi için çok önemli bir fırsattır ve dünyada tüm ülkelerde olduğu gibi geliştirilmesi için desteklenmelidir. KAYNAKLAR Anonymous, 2004.www.eto.org.tr\main.html Aksoy,U. ve Altındişli, A.,1998. Ekolojik Tarım. ETO Derneği,İzmir. Demiryürek, K. (2004). Dünya ve Türkiye'de Organik Tarım. HR. Ü.Z.F.Dergisi, 63-71. Siderer,Y.,Maquet,A.and Anklam,E.(2005)Need for research to support consumer confidence in the growing organic food market.Trends in Food Science and Tecnology 16,332-343. Sürmeli, A. (2003). Organik Tarım, Gelişimi ve İlkeleri. Dev.Maden-Sen Yayın Kurulu. www.özgürgündem.com www.hzafercan.com/8/post/2011/10/organik-tarm-ve-gelişimi.html www.ecas.com.tr/turkiyede-organik-tarim www.yagmurtarim.com/neden.html www.ctr.com.tr/organik-tarimin-faydalari.html ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRMESİ RAPORLARINDA KURUMSAL KARBON AYAK İZİ HESAPLAMASINA YER VERİLMESİ Gökçe ERGÜL ÖZET: İnsanlığın geleceği için önemli bir etkiye sahip olan ve giderek artan çevre sorunlarını çözmek, gelecek kuşakların ihtiyaçlarını ve yaşamlarını güvence altına almak suretiyle sadece ekonomik kalkınma değil, aynı zamanda ekolojik ekonomi anlayışının sürdürebilirliğini esas almak gerekmektedir. Bu kapsamda ortaya çıkan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED), “Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ya da olumsuz etkilerin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ve teknoloji alternatiflerini belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve denetiminde sürdürülecek çalışmaları“ tanımlamaktadır (ÇED Yönetmeliği, 2003). Sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmak için kullanılan bir araç olarak ortaya çıkan ÇED, çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesini amaçlar. Akılcı ve etkili bir araç olabilmesi için ÇED sürecinin doğru bir şekilde yürütülmesi gerekir. Bu amaç doğrultusunda, ÇED raporlarında, iklim değişikliğine sebep olan sera gazı emisyonlarının ölçümü için yapılan, kurumsal karbon ayak izi hesaplamalarına yer verilmelidir. Karbon ayak izi, birim karbondioksit cinsinden ölçülen, kurum veya bireylerin ulaşım, ısınma, elektrik tüketimi vb. faaliyetlerinden kaynaklanan toplam sera gazı emisyon miktarıdır. ÇED uygulamasına tabii tutulan projeler için yapılması gereken kurumsal karbon ayak izi hesaplaması, kurumların faaliyetleri için (ısınma veya üretim prosesi için) kullandıkları fosil yakıtları ve kurumun sahip olduğu araçların kullandığı fosil yakıtların yaratmış olduğu emisyonları, tükettiği elektrik enerjisinin neden olduğu emisyonları, kurumun başka bir kurumdan satın aldığı buhar, soğutma veya sıcak suya bağlı emisyonları, kurumların kullandıkları ürünlere (örneğin hammaddeden reklam amaçlı broşürlere kadar), aldıkları taşeron faaliyetlerine, kurumun kiralık araçlarının kullandığı yakıtlara, kurum çalışanlarının iş amaçlı kara, deniz ve hava ulaşımlarına bağlı tüm emisyonları içerir. Bu kapsamda hesaplanan karbon ayak izi miktarı ÇED raporuna yansıtılmalıdır. 1.GİRİŞ Çevreyi ve çevre kaynaklarını bilinçli bir biçimde kullanmak, ekolojik dengeyi bozmadan, bu kaynakların kazanımlarından yararlanmak gerekmektedir. Bu doğrultuda çeşitli bilimsel araştırmalar yürütülmektedir. Projeler kapsamında üretilen her değerin bir bedeli vardır. Ortaya çıkan ürün, herkesi ilgilendirdiği gibi, ürünün sorumluca kullanımı ve çevre üzerine olan etkileri de herkesi ilgilendirmektedir. Başka bir değişle, üretim ve tüketim olgularının çevreye etkilerini değerlendirmek de herkesi etkilemektedir. Bu etkileşimin ekolojik dengeye olan olumsuz yansımalarını en aza indirgemek üzere sağlıklı, programlı ve bilinçli bir biçimde bilimsel projelerin yaşama geçirilmesi zorunludur (Uslu, 1996). Ortaya çıkan çevre sorunlarını çözmek üzere Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) uygulamaları yapılmaktadır. ‘‘ÇED, yapılması düşünülen herhangi bir faaliyet için uygulama kararı verilmeden önce (planlama aşamasında) mevcut kullanımlara, bu projenin uygulama aşamasından itibaren ileride olabilecek olumlu ve olumsuz bütün etkilerinin, mümkün olduğu oranda bölge halkı, ilgili kurum ve kuruluşlarında katkısı ve görüşlerinin alınması ile sistemli bir şekilde araştırılması, değerlendirilmesi olumsuz etkilerinin önlenmesi, azaltılması veya olumsuz etkileri denkleştirici önlemler alınması için uygulama kararını verecek olan idari mekanizmaya çevre ve doğa koruma amaçları doğrultusunda uygun kararlar almaları için ışık tutacak bir araçtır (Yücel, 1988). ÇED yaklaşımı, bilişim çağı felsefesinin bir öğesidir. Öngörü-Sentez-Önlem üçlüsü üzerine kurulmuştur. Geçmişte karşılaşılan çevre bozulmalarının, insan eliyle gerçekleştirilen yanlış uygulamalarının sonucunda oluştuğunun görülmesi üzerine geliştirilen ÇED, bilimsel temellere dayalı bir toplumsal savunma mekanizmasıdır. Bu mekanizma, çok çeşitli çevresel ortamlarda ve birbirinden çok farklı faaliyetler sonucunda oluşabilecek çok yönlü etkilerin kestirimini sağlayabilecek ölçüde esnek ve geniş kapsamlı olmalıdır. Bu özellikleriyle ÇED, çevresel etki-tepki oluşumlarının önceden kestirimi konusunda her geçen gün artan bilgi düzeyimiz çerçevesinde gelişen dinamik bir yaklaşımdır [1]. Sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmak için kullanılan bir araç olarak ortaya çıkan ÇED, çevresel kalitenin korunması ve geliştirilmesini amaçlar. Bu amaç doğrultusunda ekolojik ekonomi anlayışı ortaya çıkmaktadır. ÇED, çok disiplinli bir yaklaşım içinde ve oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Akılcı ve etkili bir araç olabilmesi için ÇED sürecinin doğru bir şekilde yürütülmesi gerekir. Günümüzde giderek artan çevre sorunlarının önemli bir kısmını sera gazı emisyonları oluşturur. Bu gazlar sadece hava kirliliğine yol açmayıp, aynı zamanda küresel ısınmaya sebebiyet vererek verimli kaynakların azalmasına, ülkelerin fauna ve florasında bulunan pek çok canlı türünün yok olmasına neden olmaktadır. Küresel ısınma, Dünya yüzeyindeki kademeli sıcaklık artışına verilen addır ve Sanayi Devrimi’nden bu yana artmıştır. Fosil yakıtların tüketilmesinden dolayı ortaya çıkan sera gazları, küresel çapta bir ısınmayı getirmiştir. Bu ısınmaya büyük oranda insan faaliyetleri neden olmaktadır. Küresel ısınmanın başlıca sorumlusu olarak görülen karbondioksit (CO2), metan ve azot oksit vb. sera gazlarının birikimi yoluyla atmosferin kimyasal bileşimi değişmiştir. Isınmayla gelen küresel sıcaklıklar iklim koşullarını değiştirecek, kuraklık ve çölleşme artacak, yaşadığımız çevre tamamen değişecektir. Bir ürünün veya hizmetin sera gazı cinsinden Dünya’ya bıraktığı yükü, yani izi izlemek önemli hale gelmiştir (Kaypak, 2012). Bu kapsamda iklimsel değişikliğe neden olan karbon ayak izi kavramı ortaya çıkmıştır. Karbon ayak izi, birim karbondioksit cinsinden ölçülen, kurum veya bireylerin ulaşım, ısınma, elektrik tüketimi vb. faaliyetlerinden kaynaklanan toplam sera gazı emisyon miktarıdır. Çevresel bir etkiye sahip olan gerçekleştirilmesi planlana projenin oluşması beklenen kurumsal karbon ayak izinin, hesaplanarak ülkemizde uygulanmakta olan ÇED raporlarında yer alması gerekir. Karbon ayak izi, kişinin küresel ısınmadaki kişisel payının bir ölçüsüdür. İnsan faaliyetlerinin; karbondioksit cinsinden ölçülen ve üretilen sera gazı miktarı açısından çevreye verdiği zararın ölçüsüdür. Birimi “kg.CO2-eşdeğer” veya “ton. CO2-eşdeğer”dir. Doğal sera gazları (su buharı (H2O), CO2, CH4, N2O) ve ozon (O3) ile endüstriyel üretim sonucunda ortaya çıkan florlu bileşikler, atmosferdeki sera etkisini düzenleyen temel maddelerdir. UNFCCC Sözleşmesi, 1987 tarihli Birleşmiş Milletler Ozon Tabakasının Korunması Sözleşmesi Montreal Protokolü ile kontrol altına alınamayan bütün sera gazlarını içermektedir. Buna karşılık Kyoto Protokolü'nde 6 adet sera gazı kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Karbon dioksit (CO2) Metan (CH4) Diazotmonoksit (N2O) Hidroflorokarbonlar (HFCs) Perflorokarbonlar (PFCs) Kükürtheksaflorid (SF6) Çizelge-1: Kyoto Protokolü kapsamındaki sera gazları Kyoto Protokolü 6 adet sera gazını baz almaktadır. Çizelge-1’de bu sera gazlarının sembolleri, isimleri, CO2 Eşdeğeri (GWP, Global Warming Potential) ve çıktıkları kaynaklar görülmektedir. Tabloda yer alan CO2 Eşdeğeri; CO2 haricinde diğer sera gazlarının aynı miktar CO2’e kıyasla kaç kat daha fazla ısı tutabilme kapasitesine sahip olduğunu anlatmaktadır. Bu sayede tüm sera gazları ortak bir paydada toplanarak, yapılan emisyon hesaplamalarının anlaşılması kolaylaştırılmıştır. Bu çizelgeye göre en tehlikeli sera gazı Sülfür Heksaflorit, en az olansa CO2 gibi görünmektedir. Ancak miktar açısından CO2 diğer sera gazlarına kıyasla çok yüksek seviyede olmasından dolayı durum tam tersidir (Bekiroğlu, 2011). 1.1. Karbon Ayak İzinin Sınıflandırılması 1- Kişisel Karbon Ayak İzi: Bizlerin yıllık hayat aktivitelerimiz sırasında doğaya salınan emisyonun kişisel olarak ne kadarlık miktarından sorumlu olduğumuzu gösteren kavramdır. Amacı, kişisel bilincin oluşmasını sağlayarak emisyonların azaltımına kişilerden başlamak içindir. Çünkü kurumların da temelinde insan vardır. Kişisel Karbon Ayak İzi 2 ana parçadan oluşur; a.Birincil Karbon Ayak İzi: Kişilerin evlerinde tükettikleri elektriğe, yakıta ve yapmış oldukları araçlı (araba, uçak gibi) yolculuklara bağlı tüketilen fosil yakıtların yaratmış olduğu CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. b.İkincil Karbon Ayak İzi: Kişilerin kullandıkları ürünlerin tüm yaşam döngüsünü yani, imalatından en son bozunumlarına kadar olan süreçteki dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. 2- Kurumsal Karbon Ayak İzi: Kurumların yıllık faaliyetlerine bağlı emisyonları gösteren kavramdır. Kurumsal Karbon Ayak İzi 3 ana parçadan oluşur; a. Doğrudan Karbon Ayak İzi (Kapsam-1): Kurumların faaliyetleri için (ısınma veya üretim prosesi için) kullandıkları fosil yakıtlar ve kurumun sahip olduğu araçların kullandığı fosil yakıtların yaratmış olduğu emisyonlar Kapsam-1 altında değerlendirilmektedir. b. Dolaylı Karbon Ayak İzi (Kapsam-2): Kurumların tükettiği elektrik enerjisinin neden olduğu emisyonlar, kurumun başka bir kurumdan satın aldığı buhar, soğutma veya sıcak suya bağlı emisyonlar Kapsam-2 altında değerlendirilmektedir. c. Diğer Dolaylı Karbon Ayak İzi (Kapsam-3): Kurumların kullandıkları ürünlere (örneğin hammaddeden reklam amaçlı broşürlere kadar), aldıkları taşeron faaliyetlerine, kurumun kiralık araçlarının kullandığı yakıtlara, kurum çalışanlarının iş amaçlı kara,deniz ve hava ulaşımlarına bağlı tüm emisyonları Kapsam-3 altında değerlendirilmektedir. Kapsam-3’ün hesaplanması kurumlar için oldukça zordur. Çünkü gerekli olan verilerin çoğunluğu başka kurumlardan sağlanması gerekmektedir. Ancak yakın ilerleyen zamanda zorunluluklar arttıkça, büyük kurumlardan en küçük kurumlara kadar bu verilerin sağlanabilirliği kolaylaşacaktır (Bekiroğlu, 2011). Karbon ayak izi kurumlarca; yasal zorunluluklar, kurumsal sosyal sorumluluk, müşteri veya yatırımcı talepleri, pazarlama ve kurum imajı, zorunlu veya gönüllü sera gazı emisyonu azaltımı ve de emisyon ticaret mekanizmalarına katılım amacıyla hesaplanmaktadır Kurumsal karbon ayak izini hesaplamak isteyen kuruluş aşağıda yer alan uluslararası standartlardan herhangi birini kullanabilir. • GHG Protocol • PAS 2060 • ISO 14064 1.2 . Sera Gazı Emisyonu Hesaplama ve Raporlama Prensipleri a.Amacına Uygun: Kuruma ait tüm sera gazlarının yansıtılması ve amaca uygunluk b.Tamlık: Tanımlanan kapsamda, tüm emisyon kaynaklarının ve faaliyetlerinin dahil edilmesi. Dahil edilmeyen kaynakların belirtilmesi/açıklanması c.Tutarlılık: Karşılaştırma için benzer yöntemlerin kullanılması. Verilerde, yöntemde veya sınırlardaki değişikliklerin belirtilmesi d.Şeffaflık: Kullanılan verinin, varsayımların, yöntemlerin ve referansların açıkça ve gerekçeleriyle belirtilmesi e.Doğruluk: Belirsizliklerin azaltılması, gerçek değerlere yakınlık ve doğru bilgilerin kullanılması [2]. 1.3. ÇED Raporunda Yer Alması Gereken Olası Karbon Ayak İzi Miktarını Azaltma Yöntemleri 1- Enerji Verimliliği: Bugün ticari binalarda %33’e varan oranda, endüstriyel tesislerde %40’a varan oranda enerji verimliliği çalışmalarıyla elde edilebilecek tasarruf potansiyeli bulunmaktadır. Tüketilen enerji ne kadar azaltılabilirse, o kadar emisyon azaltımı gerçekleştirilmiş olunur. Bu sayede kurumlar emisyonlarını aşağı çekmekle kalmaz, ayrıca maliyet azaltımı da yapmış olacaktır. 2- Geri Dönüşüm: Kurum içindeki cam, kağıt, alüminyum gibi atıklar biriktirilerek geri dönüşümle kazanılırsa emisyon azaltımı sağlanır. Çünkü sıfırdan bir hammaddeyi üretmek için gereken enerji, yeniden kazanma için gerekenden daha azdır. Örneğin 1 ton kağıdın geri dönüştürülmesi ile 36 ton CO2 emisyonu atmosfere salınmamış olmaktadır. Yani diğer bir deyişle kurumlar biriktirerek geri kazandırdıkları 1 ton kağıt sayesinde, 36 ton emisyon azaltımı yapmış olur. 3- Ağaç Dikmek: Emisyonların azaltımı için akla gelen ilk yol ağaçlandırma yapmaktır. Ağaçlar fotosentez yoluyla havadaki CO2’i yapraklarına absorbe ederek yaşamları için gereken besini oluşturur. Bu sayede ağaçlar yaşamları boyunca atmosferden CO2’i uzaklaştırmış olur. Kişiler ve kurumlar da arazi ormanlaştırma çalışmalarıyla emisyon azatlımı yapabilmektedir. Gerçekte her ağacın türüne ve yaşına göre emisyon tutma miktarı farklıdır. Ancak bu farklılığın tespiti için özel bir çalışma gereklidir. Bugün yaklaşık olarak ağaç başına yıllık emisyon azaltımı için 11 kg. CO 2 rakamını dikkate almaktayız. 4- Yenilenebilir Enerji Kullanımı: Bilindiği üzere elektrik enerjisi üretiminde ülkemizde ağırlıklı olarak fosil yakıt kullanılmaktadır. Bizler de tükettiğimiz elektrik yüzünden atmosfere salınan CO2’den sorumlu olmaktayız. Yaklaşık olarak tükettiğimiz elektriğin kwh’i başına 0,6 kg. CO2 atmosfere salınmaktadır. Eğer tükettiğimiz elektrik enerjisini rüzgar türbini, fotovoltaik paneller gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlarsak; tükettiğimiz elektriğin kwh’i başına 0,6 kg. CO2’in atmosfere salınması engellenmiş olur. 5- Karbon Salınımı Düşük Ürün ve Hizmetleri Tercih Etmek: Kullandığımız özellikle kağıt ve plastik gibi ürünlerin geri dönüştürülebilir olanlarından tercih etmek, kullandığımız cihazların A ve üstü enerji sınıfında olanları tercih etmek emisyonları azaltmak için seçilebilecek yollardandır. Bu azaltım yolu aynı zamanda hem üreticiler hem de hizmet sağlayıcıları açısından yatırımcı baskısı oluşturan bir unsurdur. Bunun sebebi karbon ayak izini azaltmak isteyen kurumlar ürün ve hizmet alımlarında sıfır emisyonlu olan ürün ve hizmet sağlayan kurumların ürünlerin tercih etmektedirler. 6- Ulaşım Tercihlerini Değiştirmek: Şahsi araçlarımız yerine toplu taşımayı tercih ederek %90’lara varan oranlarda ulaşıma bağlı karbon ayak izimizi aşağı çekebiliriz. Özellikle otobüsle gidebileceğimiz mesafelerde uçakla yolculuğu tercih etmemek de emisyon azaltım yöntemidir. Bunun sebebi uçak yolculuklarındaki birim mesafedeki emisyon miktarı diğer ulaşım yöntemlerine göre yüksek kalmaktadır. 7- Yakıt Tercihini Değiştirmek: Araçlarda kullanılan fosil yakıtları yarattığı emisyonu azaltmak için düşük emisyonlu yakıtları tercih etmek veya hibrit yakıtlı, elektrikli araçların kullanılması araçlara bağlı emisyonun azaltılması için tercih edilebilecek bir yoldur. Ayrıca evlerimizde, işyerimizde ısınmak için kullandığımız veya üretim proseslerindeki ısı ihtiyacı için kullandığımız yakıt tercihini doğalgazdan yana yapmak da emisyonların azaltılması için kullanılabilecek bir yöntemdir. 8- Karbon Azaltım Kredisi Almak:Karbon kredisi; karbon azatlım projelerinin yaratmış olduğu veya mevcut karbon salım kotasının altında kalan her ton. CO2 için akredite kuruluşlarca sağlanan sertifikalardır. Karbon ayak izini azaltmak veya karbon nötr olmak isteyen kişi, kurum veya organizasyonlar bu kredileri satın alarak emisyonlarını azaltabilirler (Bekiroğlu, 2011). 2. SONUÇ Karbon salınımının artmasıyla oluşan iklim değişikliği beraberinde çeşitli çevresel felaketleri getirmektedir. ÇED, uygulandığı proje içinde çevreye verilecek zararın önlenmesini veya en aza indirmesini sağlayacak yöntemler geliştirmeyi amaçlayan bir süreçtir. ÇED raporlarında, gerçekleştirilmesi planlanan projelerdeki oluşması beklenen hava kirletici gaz emisyonları ve hava kalitesine muhtemel etkiler değerlendirilirken aslında küresel ısınmaya sebebiyet veren olası karbon salınımın miktarı değerlendirilmemektedir. Bu çevresel sorunların önüne geçebilmek ve karbon salınımını en aza indirmek için uygulanması gereken kurumsal karbon ayak izi hesaplaması, ÇED raporunda gerekli şekilde yansıtılmalı ve bu hesaplamaların sonucuna göre karbon ayak izi miktarını azaltma yollarına gidilmelidir. 3.KAYNAKLAR ÇED Yönetmeliği, (2003) Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Uslu O. (1996) Çevresel Etki Değerlendirmesi, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara [1], http://web.beun.edu.tr/dmyo/files/2012/09/CED Kaypak Ş. (2012) Ekolojik Ayak İzinden Çevre Barışına Bakmak Bekiroğlu O. (2011) Sürdürülebilir Kalkınmanın Yeni Kuralı: Karbon Ayak İzi, II. ELEKTRİK TESİSAT ULUSAL KONGRESİ [2], http://tr.greenact2020.org/karbon-ayak-izi/page/45/ BÖCEKLER İLE EKOLOJİ FARKINDALIĞI Hatice Hilal Moran, Şahin Tatlı, Vedat Mutlu, Ali Rıza Günal*, Ayşen Dündar, Orhan Yurt, Sema Çavuş, Yurdagül Eserkaya, Benginur Baştabak, Müge Kensinkılıç, Elmira Tuana Akçay, Ayla Nurca Issı, Hüseyin Faruk Yurttaş, Halil Keskin, Alper Kaya *:gunaliriza@gmail.com Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ÖZET Sayıları ve önemleri nedeniyle böcekler, çocukları bilimle tanıştırmak için mükemmel fırsatlar sağlamaktadır. Çocukların böceklere karşı olan doğal merak ve ilgileri, bilimi öğretmek için sınırsız bir enerji ve yakıt olarak kullanılabilir. Buradan hareketle Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü tarafından kurulan Böcek Şenlik Okulu (BÖŞO), toplumda ekoloji farkındalığı yaratmak üzere 2009 yılında faaliyetlerine başlamıştır. BÖŞO çatısı altında sosyal sorumluluk anlayışıyla çalışan ziraat öğrencileri olarak öğretim elemanlarımız ile birlikte 2009 yılından bu yana okul öncesi, ilk ve ortaöğretim öğrenci/öğretmenlerinde ekoloji farkındalığı yaratmak için farklı etkinlikler gerçekleştirmektedir. Böceklerle Ekoloji Eğitimi etkinliğinde temel hedef, bilimin eğlenceli yönleri kullanılarak doğanın önemli unsurları olan böceklerin önemlerinin çocuklara benimsetilmesi, çocuklarda böceklere olan önyargının kırılması, böcekleri kullanarak gözlem yapma yeteneklerinin kazandırılması, toplumda ekoloji bilincinin yaratılması, bilime karşı merak uyandırılması ve bilimsel düşünmeye özendirilmesidir. Eğitimler sırasında öğretmenlerde böceklere olan korkunun oldukça yüksek olduğunu belirledik. Bu nedenle öğrencilerden önce öğretmenlere ekoloji eğitimlerinin verilmesi daha uygun bulunmuştur. Eğitimler, birçok görsel sunu ve atölye çalışmaları içermektedir. Böcek Şenlik Okulu (BÖŞO) kapsamında hazırlanan “Böceklerle Ekoloji Eğitimi” programında üç farklı görsel sunu hazırlanmıştır. Bunlar: poster sunu (Böcekleri tanıyalım, Böceklerin insanlara faydası ve Rekor kıran böcekler), bilgisayar sunusu ve animasyon filmlerdir. Bunlardan poster sunular, eğitim öncesi öğrencilerin öğretmenleri ile çalışması için her sınıfa asılmaktadır. Atölye çalışmaları bilgisayar sunusunun ardından gerçekleştirilmektedir. Çalışmalarda sınıftaki öğrenciler 5-6’lı gruplara ayılmaktadır. Atölye çalışmaları, böcek koleksiyonlarının incelenmesi, cam kovanda arıların incelenmesi, cam yuvalarda karınca yuvasının incelenmesi, İpek böceğinin incelenmesi, zararlı böcek örneklerinin incelenmesi, zararlı böcekleri yiyen faydalı böcek örneklerinin incelenmesi, böcekleri kullanarak proje geliştirme örneklerinin verilmesi şeklinde gerçekleştirilmektedir. BÖŞO çalışanları olarak birçok kurumla işbirliği yapmaktayız. Bu kurumlarla beraber gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde ekoloji eğitimi dışında hem toplumla buluşarak toplumu yakından tanıma olanağı buluyor, hem de toplumda bilim ve üniversite kültürünün oluşturulmasına katkı sağlıyoruz. BÖŞO, temelde dezavantajlı bölgelerdeki okulları ziyaret ederek öğrenci ve öğretmenlere yönelik atölye çalışmaları gerçekleştirmektedir. BÖŞO bugüne kadar 5949 öğrenci ve 625 öğretmene yönelik birebir gerçekleştirdiği atölye çalışmalarıyla uygulamalı ekoloji eğitimi vermiştir. Bunun dışında BÖŞO ekoloji konulu sanatsal sergiler düzenlemektedir. Anahtar Kelimeler: çocuk, öğretmen, böcek, ekoloji, bilim, eğlence, ölçme ve değerlendirme GİRİŞ Bugün teşhis edilmiş bir milyon hayvanın dörde üçünden fazlasını böcekler oluşturmaktadır. Son değerlendirmelere göre ise, 10 milyon farklı böcek türü olduğu sanılmaktadır. Böcekler dünyayı döndüren küçük yaratıklar olarak tanımlanmaktadır. Bu basit görünüşlü tanımın birçok doğruluk payı bulunmaktadır. Böcekler bitkilerin temel tozlayıcısı durumundadır. Böcekler olmasaydı yemekten zevk aldığımız birçok meyve ve sebze de olmazdı. Böcekler; kuşlar, balıklar, küçük memeliler, sürüngenler, örümcekler ve daha birçok canlılar için temel besin kaynağıdır. Böcekler olmadan bu canlıların açlıktan ölecekleri bir gerçektir. Bitkilerde meydana getirdikleri bazı zararlardan dolayı böcekler, salt zararlı olarak kabul edilmektedir. Ancak besin ağı içerisinde zararlı böcekleri baskı altında tutan birçok faydalı böcek (parazitoitler ve predatörler), doğal dengenin kurulması sağlayan önemli etmenlerdir. Aynı zamanda temel geri dönüştürücüler olan böcekler, bitki artıkları, hayvan leşleri ve gübreleri geri dönüştürerek gezegenimizi temiz tutarlar. Böceklerin doğaya ve insanlara olan benzer katkıların sayılarını arttırmak mümkündür. Sonuç olarak, böceklerin bu tür aktiviteleri olmasaydı, bugünkü dünyamızın çok farklı bir yerde olacağı kesindir. Diğer yandan sayıları ve önemleri nedeniyle böcekler, toplumu bilimle tanıştırmak için mükemmel projeler sağlayabilmektedir. Çocukların böceklere karşı doğal bir merakları vardır. Böceklere olan bu ilgi, bilimi öğretmek için sınırsız bir yakıt olarak kullanılabilir. Çocuklara böceklerle ilgili sağlıklı bir tavır geliştirmeleri, en azından tüm böceklerin zararlı olmadıkları öğretilebilir. Böcekleri; ekoloji eğitimi, bahçıvanlık, sanat ve zanaat, okuma, fotoğrafçılık, hareketli oyunlar, bilgisayarlar, yurttaşlık bilgisi gibi aktivitelerle entegre etmek kolaydır. Ülkemizde böceklerin önemi ise konuyla ilgilenenler dışındaki kesimlerce henüz farkına varılmamıştır. Birçok gelişmiş ülkenin böcek faunası, bizim ülkemiz kadar geniş olmasa da bu ülkelerde konu ile ilgili akademik çevrelerde böceklerin kullanımıyla genç bireylerin eğitiminde önemli mesafeler alındığı görülmektedir. Çalışmalar, böceklerin kullanımıyla çocuklarda doğanın işleyiş mekanizmansın öğretilmesinin, gözlem yapma yeteneklerinin kazandırılmasının ve bilimsel araştırmaların sevdirilmesinin çok kolay olduğunu göstermektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar tüm insanlar için özellikle de çocuklar için doğanın hava kadar, su kadar temel bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çalışmada, bilimin eğlenceli yönleri kullanılarak doğanın önemli unsurları olan böceklerin önemlerinin benimsetilmesi, çocuklarda ve öğretmenlerinde böceklere olan önyargının kırılması, böcekleri kullanarak gözlem yapma yeteneklerinin kazandırılması, ekoloji bilincinin yaratılması, bilime karşı merak uyandırılması ve bilimsel düşünmeye özendirilmesi amaçlanarak gerçekleştirilmiştir. “BÖCEKLER İLE EKOLOJİ FARKINDALIĞI” ETKİNLİĞİ Günümüzde özellikle şehirlerde yetişen çocukların doğayla temaslarının son derece kısıtlı olduğu, eğitim sistemimizin soyut kavramlardan uzaklaşamadığı, çocuklarımızın çoğunun böcekleri ve bitkileri sadece kitaplardan ve televizyonlardan gördükleri, yeni nesiller için ekolojinin giderek soyut bir kavrama dönüştüğü bilinen bir gerçektir. Çoğunlukla ilköğretim okullarında pilot ölçekli gerçekleştirdiğimiz Böceklerle Ekoloji Eğitimleri ise bu bilinenler dışında farklı gerçekleri de ortaya koymuştur. Bu eğitimlerde Ülkemizde birçok ailenin yanlış tutumlarıyla böceklerin; korkulacak, tiksinilecek ya da uzak durulacak pis ve tehlikeli canlılar olarak çocuklara tanıtılmış olduğunu gözlemledik. Yine bu eğitimlerde ekonomik geliri yeterli düzeyde olan bölgelerde bulunan okullarda okuyan çocuklarda böceklere olan korkunun, varoşlar olarak bilinen bölgelerde bulunan okullarda okuyan çocuklardan çok daha fazla olduğu belirlenmiştir. Bu durumun nedeni araştırıldığında; ekonomik geliri yeterli düzeyde olan çocukların yaz tatillerini çoğunlukla doğadan uzak ortamlarda geçirirken, varoşlarda yaşayan çocukların ise yaz tatillerini köylerinde tarımsal faaliyetler yaparak geçirdikleri belirlenmiştir. Bu sonuç, ekonomik durumu iyi olan bölgelerdeki çocukların, varoşlardaki çocuklara göre ekolojik yaşamdan daha kopuk olduğunu göstermektedir. Buradan hareketle gerçekleştirdiğimiz bu etkinliklerde eğitimler farklı sosyo-ekonomik düzeyde bulunan farklı bölgelerdeki devlet okullarında verilmiştir. Bilimin eğlenceli yönleri kullanılarak böcekler konusunda farkındalık yaratıp, ekoloji bilincini geliştirmeye ve bilimsel çalışmaya özendirmeyi amaçlayan bu projenin ana hedef kitlesi, ilköğretim okullarında okuyan 4. ve 5. sınıf öğrencileri ve öğretmenleridir. Etkinlikler sınıf öğretmenleri ile işbirliği yapılarak “Fen ve Teknoloji Dersi” içeriğine paralel olarak farklı ilköğretim okullarında yürütülmüştür. Projenin uygulandığı ilköğretim okulların seçiminde farklı ekonomik gelir düzeylerine sahip bölgeler göz önüne alınmıştır. Projede işbirliği yapan öğretmenlerin seçimi gönüllülük esasına dayanmıştır. Etkinlikte, böceklerin değişik yönlerinin popüler bir dille anlatımını ve tartışılmasını sağlanmış bir bilgisayar sunusunun gerçekleştirilmesi, çocukların ilgilerini çekmek için farklı böcekleri içeren koleksiyonun incelenmesi, canlı materyal olarak çok farklı böceklerin mikroskop altında incelenmesi, her sınıfa böceklerin genel özelliklerini tanıtan bir poster asılması, proje kapsamında yer alan öğrencilere böceklerle araştırma yapabilmeye olanak sağlayan böcek yetiştirme kiti dağıtımı, böcek yetiştirme yöntemleri hakkında bilgilendirme, böcekleri kullanarak proje geliştirme konusunda örnekler verilmesi, dağıtılan böcek yetiştirme kitleri ve sunulacak canlı böceklerle denemelerin planlanarak kurulması, denemelerin sınıf öğretmenleri ile işbirliği yapılarak takibi, sonuçlandırılması ve geri bildirimlerin alınarak değerlendirilmesi, sınıfta işlenen konuların pekiştirilmesi ve kalıcılığının sağlanması için sınıf öğretmenleri denetiminde çocukların ekoloji konulu böcek resimleri yapmaları ve böcek öyküleri yazmaları gibi etkinliklerin gerçekleştirilmesi ve projeye katılan öğrencilerin ve öğretmenlerin katılım belgesi ile ödüllendirilmesi gibi etkinlikler gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen Etkinliğin Veri Toplam Araçları Araştırmada kullanılan ölçme araçları, “Böceklerle Ekoloji Farkındalığı Etkinliği” programın hedeflediği amaçlara ulaşma düzeyini belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Etkinlikte kullanılan veri toplama araçları şunlardır. 1.Çocuklarda Böceklere Olan Önyargının Belirlenmesi Etkinlik öncesi ve sonrası çocuklarda böceklere olan önyargının belirlenmesi için sınıflarda sohbet havasında konuşmalar yapılarak böceklere olan korku ve tiksinti gibi olumsuz duyguların oranı belirlenmeye çalışılmıştır. Çocukların böceklere olan korku ve tiksintilerini ifade etmeleri konusunda yaşanan sorun ise eğitimcilerin ve rehberlerin çocukluk döneminde kendi başlarından geçmiş olumsuz anıları (Örneğin; arı sokması) aktarılması ile aşılma yoluna gidilmiştir. Eğitim öncesinde böceklere karşı korku ve tiksinti gibi olumsuz tavır oranı sınıf ve okul düzeyinde belirlenmiştir. Etkinlik sonrasında aynı anketler yapılarak verilen eğitimin çocuklarda böceklere karşı sağlıklı tavır geliştirmeye olan etkisi belirlenmiştir. Etkinlik sonrasında verilen yanıtların doğruluğu, öğrencilerin atölye çalışmalarına olan katılım oranlarıyla uyuşup uyuşmadığına (Örneğin; İpek Böceği larvasını eline alıp alamadığı ya da böcek yetiştirme konusunda istekli olup olmadığı) bakılarak da değerlendirme yapılmıştır. Atölye çalışması sonrasında sınıf ve okul düzeyinde gerçekleştirilen etkinlikleri konu alan öğrenci resim, duygu ve düşüncelerinin yer aldığı bir etkinlik tasarlanmıştır. Bu etkinlikte öğrencilerin verilen eğitimler ve eğitimciler konusunda sadece olumlu duygularını değil, varsa eleştirel yaklaşımlarda da bulunmaları istenmiştir. Bu ifadeleri gerçekleştirirken de isim yazıp yazmamaları konusunda bir serbestlik sağlanacaktır. Gerçekleştirilen etkinlik sonrası öğrencilerin böceklere karşı olan tavırlarının doğruluğunu belirlenmede bu etkinlikten de yararlanılmıştır. 2. Böceklerle Ekoloji Eğitimi Programı Öğrenci Anketi Eğitim programı sonunda öğrencilerin böcekler ve ekoloji konusunda programda tanımlanan temel bilgi ve becerileri kazanmış olmaları son derece önemlidir. Böceklerle ekoloji eğitimi bilgi testinde her bir kazanımla ilişkili olan ve öğrencilerin bilmesi gereken temel bilgiler ile bu bilgilerin kullanılma yollarını içeren beceriler çoktan seçmeli soru türü kullanılarak ölçülmüştür. 3. Böceklerle Ekoloji Eğitimi Programı Öğretmen Anketi Sınıf öğretmeni gözüyle verilen eğitimin okul müfredatıyla ilişkisi, içeriği, süresi ve çocuklar üzerindeki etkisini belirlemek üzere çoktan seçmeli soru türü içeren anketler yapılmıştır. SONUÇ Sosyo-ekonomik olarak dezavantajlı bölgelerdeki İlköğretim okullarında gerçekleştirilen “Böceklerle Ekoloji Farkındalığı Etkinliği” programının hedef kitle üzerinde öngörülen kazanımları beş bölüm olarak aşağıda belirtilmiştir. Bunlar; A)Böceklerin Sınıflandırması 1.Böceklerin en büyük tür sayısına sahip canlı grubu olduğunu bilir. 2.Böceklerin büyüklüklerinin farklılık gösterebildiğini bilir. 3.Böceklerin kanat, bacak ve anten sayılarını ve bunların işlevlerini bilir. 4.Tüm küçük canlıların böcek olmadığını bilir. 5.Bir canlı türünün böcek olup olmadığının ayrımını yapabilir. 6.Birçok böcek ismi sayabilir. 7.Böceklerin farklı besinlerle beslendiğini bilir. 8.Tüm böceklerin zararlı olmadığını bilir. 9.Yararlı böceklere örnek verebilir. 10.Ürünlerinden yararlandığımız böcekler hakkında bilgi sahibidir. 11.Doğal düşman böcekler (parazitoit ve predatörler) hakkında bilgisi vardır. B)Böceklerin Biyolojisi 1.Böceklerin biyolojik dönemlerini (yumurta, larva, pupa ve ergin) bilir ve birbirinden ayırt edebilir. 2.Böceklerin çok ilginç yaşamlara sahip olduğunu bilir. 3.Sürünen bir canlıdan uçan bir canlının meydana gelişini anlatan metamorfoz (başkalaşım) hakkında bilgisi vardır. 4.Çok küçük olan böceklerin biyolojisinin incelenmesi için bazen büyüteç veya mikroskop kullanmak gerektiğini bilir. C)Böceklerin İnsanlara Faydası 1.Böceklerin bitkilerde tozlaşmayı sağlayarak ürün artışına neden olduğunu bilir. 2.Ürünlerinden yararlandığımız böcekler (bal arısı, ipek böceği, boya yapımında kullanılan böcekler vd) hakkında bilgi sahibidir. 3.Gezegenimizi temizleyen çöp, leş ve dışkıları yok eden böcekler (Karınca, Leş böcekleri, Bok böcekleri vb.) hakkında bilgi sahibidir. 4.Zararlı böcekleri yiyen faydalı böceklerin çiftçilerin işlerini nasıl kolaylaştırdığını bilir. 5.Böceklerin birçok bilimsel çalışmalarda kullanılarak insanlığa katkı sağladığını bilir. 6.Böceklerin birçok sanatsal faaliyetlere (resim, şiir, müzik, film, tiyatro) ilham kaynağı olduğunu bilir. 7.Böceklerin işlevi ve insanlara olan katkısının neden daha önce kendisine anlatılmadığının sorgulamasını yapar. D)Böcek Ekolojisi 1.Farklı böceklerin farklı yaşam alanlarına sahip olduğunu bilir. 2.Böceklerin yaşaması için önkoşul olan temel gereksinimler (besin, su, üreme, yuva ve korunma) hakkında bilgi sahibidir. 3.Tüm böceklerin zararlı olarak görülemeyeceği, zararlı böcekleri baskı altına alan böceklerin varlığından haberdardır. 4.Memeliler dahil birçok canlının böcekleri ana besin kaynağı olarak kullandığını bilir. 5.Böceklerin besin zincirindeki önemini bilir. 6.Ekoloji konusunda nasıl duyarlılık sahibi olunacağını, en azından böceklerin anlamsız yere öldürülmelerine tepki gösterir. E)Böcek Davranışı 1.Böceklerin neler için rekabet (besin, su, çiftleşme, yuva ve korunma) gösterdiği ve bu rekabetin olası sonuçları konusunda bilgi sahibidir. 2.İnsanların böceklerden farklı olarak neler için rekabet (sınırsız…!) gösterdiği ve bu rekabetin olası sonuçları konusunda bilgi sahibidir. 3.Böceklerin neslini sürdürmek için aktif ve pasif korunma mekanizmalarının olduğunu bilir. 4.Bir arının insana neden yöneldiği ve üzerimize konan bir arıya karşı nasıl sağlıklı bir tavır geliştirilmesi gerektiğini bilir. Etkinlik Sonunda Beklenen Öğrenme Çıktıları Bu proje ile çocuklar, böcekleri kullanarak ekoloji konusunda edindikleri bilgi ve becerileri kendi yaşamlarında uygulamaya geçirmeleri yanında gerek arkadaş ve gerekse aile bireyleriyle paylaşması konusunda cesaretlendirilmiştir. Bu kapsamda eğitim tamamlandıktan sonra; 1. Ders ve ders dışında karşılaştıkları ekoloji ile ilgili kavram, olay ve ilkeleri daha kolay algılayabilmesi 2.Verilen bilgilerin böcek-insan ilişkileri kapsamında değerlendirebilme yeteneğine sahip olması 3.Böceklerin besin zinciri ve ekolojik dengedeki önemini fark etmeleri 4.Ekoloji bilimini günlük yaşamda kullanmaları 5.Böceklere ve tüm canlılara karşı sağlıklı tavır geliştirmeleri 6.Böceklere ve diğer canlılara karşı olumsuz tavır geliştiren arkadaş ve ailelerine karşı eleştirel yaklaşmaları 7.Ekoloji konusunda yaşanan problemlere bilimsel yöntemleri kullanarak yaklaşmaları/çözüm üretmeleri 8. Öğrencileri kendilerini bir bilim adamı (Entomolog, Taksonomist, Biyolog, Ekolog vb.) gibi hissetmeleri beklenmektedir. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü tarafından kurulan Böcek Şenlik Okulu (BÖŞO), toplumda ekoloji farkındalığı yaratmak üzere 2009 yılından bu yana eğitimlerini sürdürmektedir.. BOŞO gerçekleştirdiği temel eğitimler dışında bu eğitimlerden elde ettiği çıktılarla Ekoloji konulu resim sergileri düzenlemiş, Farklı okullara ait Anı defterleri hazırlamış ve çeşitli sempozyum ve kongrelere katılarak projenin tanıtımını yapmıştır. Ayrıca Böcek Şenlik Okulu Ekibi olarak beş farklı bilim panayırına da katılım sağlanmıştır. BÖŞO’nun gerçekleştirdiği ana etkinliklere aşağıda yer verilmiştir 1. Düzenlen Ekoloji Konulu Sanatsal etkinlikler Sergiler Böceklerle Ekoloji Eğitimi 1. Etkinlik Sergisi 15-18 Ekim 2010. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Galerisi (A.Ü.Ziraat Fakültesi, Çankaya Belediyesi Anaokulları, Çankaya Belediyesi işbirliği) Böcekler ve Ekoloji’ Konulu Sanatsal Etkinler Sergisi. 26-28 2012 Nisan Altındağ Hamamönü Sanat Sokağı (A.Ü. Ziraat Fakültesi, İlköğretim Okulları, Altındağ Belediyesi işbirliği ile ) Böcekler ve Ekoloji’ Konulu Sanatsal Etkinler Sergisi. 17 - 19 Mayıs 2012 ETLİK ANTARES AVM (A.Ü.Ziraat Fakültesi, İlköğretim Okulları, Etlik Antares AVM işbirliği ile) 2. Basımı Gerçekleştirilen Anı Defterleri İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi. Aydınlıkevler İlköğretim Okulu, Ahiler ilköğretim Okulu, Atatürk İlköğretim Okulu Anı Defteri, s. 156, 2009. İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi. Atıfbey İlköğretim Okulu Anı Defteri, s. 455, 2010. İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi. Hamdullah Suphi İlköğretim Okulu Anı Defteri, s. 97, 2010. Böceklerle Farkındalık Eğitimi, Naz Önokul Anı defteri, s. 35, 2010. Böceklerle Ekoloji Eğitimi Çankaya Belediyesi Gündüz Bakım Evleri Anı Defteri, s. 112, 2010. 3. Gerçekleştirilen Akademik Faaliyetler Özkan, C., Kılınçer, N. ve Tunca, H. 2010. İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı s. 29. Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi (Sözlü sunu, Nisan 2010). Neşet Kılınçer, Cem Özkan, Hilal Tunca, Avni Uğur, Baboo Ali, Mutassım Yassin Ali, Yeşim Şahin, Aysel Köksal, Ömer Kutlu, Hilal Moran, Şahin Tatlı, Arzu Saka, Mehmet Ali Mert, Müge Üstüner, Rabia Sezer, Ünal Turacak, Vedat Mutlu, Kübra Doğan, Yusuf Sağlam, Ahmet Erşahan, Ömer Faruk Engin, Ali Varol, Derviş Durmaz, Özge Bal, Ali Rıza Günal, Hazal Camcı, Mustafa Arif Arık, Atalay Çelik, Ezgi Demiray 2011.Ecology Training with Insects at Elementary School Level, Sis Catalyst & EUCU.NET Joint Conference, University of Ankara ,28th-30th November 2011,Ankara TURKEY (poster) Kılınçer, N., Özkan, C., Tunca, H. Uğur, A., Ali Baboo, Yassin Ali and Şahin Y. 2011. Insect as teaching instruments for ecology education in primary schools. Sis Catalyst & EUCU.NET Joint Conference, University of Ankara, 28th-30th November 2011.Ankara ,Turkey. (oral presentation) Baboo Ali, Mutassım Yassin Ali, Yeşim Şahin, Aysel Köksal, Ömer Kutlu, Hilal Moran, Şahin Tatlı, Arzu Saka, Mehmet Ali Mert, Müge Üstüner, Rabia Sezer, Ünal Turacak, Vedat Mutlu, Kübra Doğan, Yusuf Sağlam, Ahmet Erşahan, Ömer Faruk Engin, Ali Rıza Günal, Hazal Camcı, Mustafa Arif Arık, Atalay Çelik, Ezgi Demiray 2012. Öğrenciyiz Sosyal Sorumluluk Sahibiyiz. ‘İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi’. İkinci Ulusal Tarım Kongresi, Mayıs, Kayseri, 2012. (Öğrenciler tarafından gerçekleştirilen sözlü sunu) Baboo Ali, Mutassım Yassin Ali, Hilal Moran, Şahin Tatlı, Ali Rıza Günal, Hazal Camcı, Mustafa Arif Arık. 2012. İlköğretimde Böceklerle Ekoloji Eğitimi. VIII Öğrenci Kurultayı TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası 1-2 Aralık 2012, Ankara. (Öğrenciler tarafından gerçekleştirilen sözlü sunu) 4. Katılım Gerçekleştirilen Bilim Panayırları Keçiören Belediyesi Festivali (700 öğrenci, Keçiören Belediyesi Festival Alanı, 19 Haziran, 2011). Çocuk Üniversitesi Bilim Panayırı (4000 öğrenci, A.Ü. Tandoğan Kampüsü, Haziran 2009). Avrupa Bilim Şenliği (5000 öğrenci, Bilkent Üniversitesi, Eylül 2010). Çocuk Kenti Ankara Bilim Panayırı (200 öğrenci ve 50 yetişkin, Cern Modern, Ankara Valiliği, 19.11. 2011) Çocuk Üniversitesi Bilim Panayırı (3000 öğrenci, A.Ü. Tandoğan Kampüsü, Mayıs 2010). 5. Farklı Okullarda Atölye Çalışmalarıyla Gerçekleştirilen Böceklerle Ekoloji Eğitimleri Aydınlıkevler İlköğretim Okulu (505 öğrenci 13 öğretmen, 25-29 Mayıs 2009). Ahiler İlköğretim Okulu (253 öğrenci 9 öğretmen, 1-7 Haziran 2009). Atatürk İlköğretim Okulu (304 öğrenci 10 öğretmen, 8-12 Haziran 2009). Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü [14 öğrenci (9-11 yaş) Çocuk Üniversitesi kapsamında, 22 Haziran 2009]. Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü [10 öğrenci (8-9yaş) 10 öğretmen, Kavalıdere İlköğretim Okulu AB Projesi: Polonya, İtalya, Kuzey Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye katılımlı,18 Şubat 2010]. Çocuk Üniversitesi [16 öğrenci (7-8 yaş), 27 Mart 2010]. Çocuk Üniversitesi [20 öğrenci (11-12 yaş) 2 öğretmen, Adıyaman Grubu, 23 Nisan 2010] Çocuk Üniversitesi [5 öğrenci (6-7 yaş), 24 Nisan 2010]. Çocuk Üniversitesi [40 öğrenci (7 yaş ) 3 öğretmen, Ağa Ceylan ilköğretim Okulu,7 Mayıs 2010]. Atıfbey İlköğretim Okulu [750 öğrenci (6 -16 yaş + zihinsel engelli) 50 öğretmen,24-28 Mayıs 2010]. Hamdullah Suphi İlköğretim Okulu [100 öğrenci (11-12 yaş) 5 öğretmen, 2 Haziran 2010]. Çankaya Belediyesi Kreşleri (6 adet) [250 öğrenci (6yaş) 40 öğretmen, 9-10-11 Haziran 2010]. Tuzluçayır Anadolu Lisesi [25 öğrenci (15-18 yaş) 5 öğretmen, 15 Haziran 2010]. Naz Önokul [50 öğrenci (6 yaş) 5 öğretmen, : 21 Haziran 2010]. Çankaya Belediyesine Bağlı Etüt ve Kreşleri (6 adet ) 500 öğrenci (6 ve11 yaş) ve (100 öğretmen 26 -28 Şubat, 2-4-7- 14 Mart 2011). Bağlum İlköğretim Okulu (1850 öğrenci 50 öğretmen- 14, 17-21-24-25 Mart 4-5 Nisan 2011). Çocuk üniversitesi (20 öğretmen adayı ve 40 öğrenci (YİBO), 7 Mayıs 2011). Çocuk Üniversitesi (Altındağ Belediyesi Gençlik Merkezi) (10-12 yaş) (45 öğrenci ve 7 öğretmen 28 Mayıs 2011). Keçiören Belediyesi Atatürk İlköğretim Okulu 4.-5. Sınıf 40 öğretmen 450 öğrenci (10-17 Mayıs 2013). Bursa 11. Uluslar arası Tarım, Tohumculuk, Fidancılık ve Süt endüstrisi Fuar’ında çiftçi çocuklarına, İlkokul öğrencilerine, Tarım Teknik Lisesi öğrenci ve öğretmenlerine uygulamalı ve sertifikalı eğitimler vermiştir (100 öğrenci ve 8 öğretmen 1-5 Ekim 2013). Almanya Hannover Auf Dem Loh İlköğretim Okulu ve Almanya Hannover Tük Okulu toplam 30 öğrenci 6 öğretmen (13-17 Kasım 2013). 1.Uluslararası Çocuk Üniversitesi Çalıştayı (10 eğitimci, 9 Haziran 2011). *Satuk Buğra İ.Ö.O (11 adet öğretmen 14.11-18. 11.2011 241 öğrenci, 25.10. 2011) *Tandoğan İ.Ö.O (45 adet öğretmen 21.11-1.12 2011 136 öğrenci 26.10.2011) *Ulus İlkmeclis İ.Ö.O 27.10.2011 5 adet öğretmen 5.12-9.12 2011 78 öğrenci *TUBİTAK BİDEP Projesi ile gerçekleştirilmiştir. Çocuk Üniversitesi (16 Eğitim Fakültesi sınıf öğretmenliği öğrencisi ve 12 4.Sınıf öğrencisi, 3 öğretmen ) (Karaali İlköğretim YIBO /Gölbaşı) (17 aralık 2011). Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Çocuk Kampı (50 öğrenci ve 5 öğretmen, 28 Haziran 2012 A.Ü.Z.F. Anaokulu (15 öğrenci ve 4 öğretmen) 28 Haziran 2012 Hayriye Andiçen Anaokulu (23 öğretmen eğitimi, 11.12.2012). KAYNAKÇA 1. ENHANCING THE SCIENCE IN ELEMENTARY SCIENCE METHODS: A COLLABORATIVE EFFORT BETWEEN SCIENCE EDUCATION AND ENTOMOLOGY Leigh Ann Boardman, The Pennsylvania State University Carla Zembal-Saul, The Pennsylvania State University Maryann Frazier, The Pennsylvania State University Heidi Appel, The Pennsylvania State University Robinne Weiss, The Pennsylvania State University http://www.ed.psu.edu/CI/Journals/1999AETS/Boardman_.rtf 2. BUTTERFLIES AND INSECTS-HOME AND CLASSROOM http://www.bluemooneducation.co.uk/acatalog/INSECTS.html 3. TEACHING WITH INSECT http://64.233.183.104/search?q=cache:BugoBAs5cEJ:www.hiceducation.org/Edu_Proceedings/Leigh%2520Haefner.pdf+Teaching+with+In sects:+An+Applied+Life+Science+Course+for+Supporting+Prospective+Elementary+Teach ers%27+Scientific+Inquiry&hl=tr&ct=clnk&cd=5&gl=tr 4. KEEPING LIVE INSECTS AND SPIDERS AT SCHOOL (Adapted from Project B.U.G.S. by Gary A. Dunn, M.S., F.R.E.S., Director of Education) http://members.aol.com/YESedu/rearing.html 5. LEARNING ABOUT SCIENCE INQUIRY AND SCIENCE TEACHING AND LEARNING: A TECHNOLOGY-ENHANCED APPLIED LIFE SCIENCE COURSE FOR PROSPECTIVE ELEMENTARY TEACHERS AUTHORS: Leigh Haefner Patricia Friedrichsen North Carolina State University University of Missouri-Columbia 326 Poe Hall, Campus Box 7801 321 East Townsend Raleigh, NC 27695-7801 University of Missouri-Columbia lahaefner@ncsu.edu Columbia, MO 65211 friedrichsenp@missouri.edu Lucy Avraamidou Carla Zembal-Saule The Pennsylvania State University The Pennsylvania State University 167 Chambers Building 169 Chambers Building 6. Böcekşenlikokulu internet sitesi www.bocksenlikokulu.come YEŞİL TÜKETİM ALGISININ OLUŞMASINDA POSTMODERN TÜKETİCİNİN SEMBOLİK TÜKETİM ALIŞKANLIĞININ YERİ Alperen Timuçin SÖNMEZ ÖZET İnsanlık varlığına başladığı günden bu yana sürekli bir değişim ve gelişim içindedir. Bu, ilkel dönemden tarım dönemine, oradan modern döneme ve postmodern döneme uzanan on binlerce yıllık bir sosyo-ekonomik değişim sürecidir. Sürecin en dikkat çekici yanı ise dairesel olmasıdır. Yani bugünkü bir takım algı ve davranışlarımız aslında ilk çağlarda yaşamış olan insanların modern döneme kadar değişmiş, postmodern dönemle birlikte aynı noktaya doğru ivme kazanmış algı ve davranışlarıdır. Sürecin ekonomi eksenli işlediğini göz önünde bulundurursak tüketici davranışlarının da bundan etkilenerek şekil aldığı aşikârdır. Tüketici, yani nihai tüketim işini yapan kişi, başta yalnızca ihtiyaçlarını karşılamak için tüketim faaliyetini yerine getirirken sonraları, dayanıklı ya da dayanıksız malların sembolik yönlerini göz önünde bulundurarak faaliyetlerine devam etti. Fonksiyonel ve sembolik tüketim anlayışları arasındaki bu dolaşım defalarca devam etti. Dolaşımlar arasında –modern dünya tarafından- sürekli göz ardı edilen konu olan çevrebilim konusu ise ancak 1900’lü yıllarda gündemde kendine yer bulabilmiştir. Sınırsız sanılan tabiat kaynaklarının tükendiği herkesçe anlaşıldığında ise iktisat bilimi artık ‘sınırlı kaynaklar’ kavramı ile yeni bir şekil aldı. Tüm bu gelişmeler ve özellikle postmodernitenin iyice yerleşmesi beraberinde “Yeşil” sıfatlı yeni kavram ve yaklaşımlar getirdi. Bu tür yaklaşımların gelişmesinde, müşteri odaklı pazarlama anlayışı içerisinde tüketici talepleri birinci derece önem arz etmektedir. Doğal çevreyi koruma bilinci ve çabaları asırlar öncesi geçmişe sahip olmakla beraber bu konuda yapılmış sistematik araştırmaların ortaya çıkışı XX. yy.ın 2. yarısından sonradır(Yılmaz, age). Geleneksel pazarlama anlayışının kapsamının geliştirilerek sosyal pazarlama kavramının ortaya çıkması 1970'li yıllara rastlamaktadır. Bu gelişimin ardından 1980’li yılların sonlarına doğru çevresel sürdürülebilirlik bilincinin gelişmesiyle kendilerini çevreci olarak nitelendiren tüketici sayısı da buna paralel olarak artmıştır. 1990'lı yıllara gelindiğinde ise çevresel konular daha büyük bir ivme kazanarak çevresel ürünlere olan talep de artış göstermiştir(Kotler ve Armstrong, 2004). Tüketicilerin, ürünler ve onların markalarının taşıdıkları anlamları daha fazla anlamaya ve yararlanmaya yönelmeleri, “sembolik tüketim” kavramını, postmodern tüketim kültürünün ana unsuru haline getirmektedir. Tüketicilerin kendi sembolik kimliklerini, ürünlerin ve markaların sembolik yararıyla özdeşleştirmeye çalıştıkları önümüze çıkmaktadır. Ürün ile ilgili işaretler sosyal statü eksenli olabilir. İşletmeler bu duruma uygun olarak hedef müşterisinin sembolik ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde üretim ve markalama yapmalıdır(Sönmez ve Karataş, 2010). Günümüzde insanlık, iyice uzaklaştığı doğaya geri dönme gayreti gösterenlerin saygı gördüğü, dairesel sosyo-ekonomik gelişimine devam eden bir yapı göstermektedir. Tüketiciler de dönem içerisinde satın aldığı mal ve hizmetlerde çevre bilimci kimliklerini ortaya çıkaracak şekilde konumlandırılmış olanları tercih etmektedirler. Bu çalışma tüketicilerin “yeşil tüketim” anlayışının gelişmesinde postmodernizm ve sembolik tüketim anlayışlarının etkisini literatür taramasıyla ortaya koymaktadır. ANAHTAR KELİMELER Yeşil, Tüketim, Sembolik Tüketim, Postmodern, Algı GİRİŞ Dünyanın her yerinden tüketiciler her saniye milyonlarca satın alım kararı vermekte, pazarlamacılar ise tüketicilerin karar verme süreçlerini anlamaya çalışmaktadırlar. Bununla birlikte, yapılan araştırmalar tüketicilerin karar verme süreçlerinin düşünüldüğü gibi rasyonel olmadığını ortaya koymaktadır. Düşünme eyleminin %95‟lik bir kısmının anıları, duyguları, düşünceleri yahut farkında olmadığımız ya da müdahale edemediğimiz diğer bilişsel süreçleri barındıran bilinçaltı aracılığıyla gerçekleştiğini ifade etmektedir (Başfırıncı). Bu bilgiler, günümüz tüketim anlayışının sahip olunan mal ya da hizmetlerin fonksiyonlarından çok tüketicilere sağladığı imaj ekseninde gerçekleştiğini göstermektedir. Buna göre, tüketimin somut varlığı ve markalar, tüketicilere sağladığı sembolik değer çerçevesinde bilinçaltına hitap edecek ve onların yaşam tarzını, düşünce ve davranışlarını aşikâr edecek ya da etkileyecek, değiştirecek bir potansiyele sahip olmuştur. Bu yüzden, günümüzde imajın önemli bir göstergesi olan tüketimin sembolik boyutunu anlamak, marka ve ürünler aracılığıyla hedef pazarın fikri ve fiili eğilimlerini anlama ve yönlendirme için çok önemli bir konumdadır. Özellikle 1960 sonrası yıllarda insanlar gitgide bireyselleşmeye ve buna paralel olarak yalnızlaşmaya başlamışlardır. Bu süreç son 10 yıldır tersine işlemeye başlamış ve yalnızlaşan postmodern insan tekrar belirli bir grup ya da kültüre bağlanma ihtiyacı hissetmiştir. Ancak bu bağlanma modern ve öncesi dönemlerde olduğu gibi kesin çizgilerle belirlenmiş -adanmışlık ya da bölgesel- şekilde bir yapıya sahip değildir. Postmodernizmin epistemolojik altyapısına ve dönemin teknolojik gelişmelerine baktığımızda temel karakteristiklerinden birisi, tüketimin kültürün tamamlayıcısı konumundan kültürün belirleyicisi konumuna gelmiş olmasıdır. Hiç kuşkusuz, bu değişim, ihtiyaçların tüketime dönüştüğü geleneksel tüketim anlayışının, günümüzde yerini tüketimin ihtiyaca dönüştüğü bir anlayışa bırakmış olmasının bir sonucudur (Baudrilliard, 1997). Bu yeni anlayışta, ürünler fiziksel ihtiyaçların tatminine yarayan bir öğe olmaktan çıkarılmış, parasal değerlerinden uzaklaştırılarak kültürel değerlerle ifade bulmaya başlamıştır (Başfırıncı). Böylece, ürünler sadece doğal nitelikteki insan ihtiyaçlarını karşılamak için değil aynı zamanda sembolik ve kültürel anlamları nedeniyle de alınıp satılmaya başlanmıştır (Levy 1959). Artık tüketim, fiziksel nitelikteki ihtiyaçların tatmini biçimindeki geleneksel işlevinin ötesinde psikolojik nitelikteki ihtiyaçların tatminine hizmet eder olmuştur (Odabaşı, 2009). Günümüzde işletmeler, hangi sektörde olursa olsun, çevresel sorunlara duyarlı olmadan varlıklarını sürdüremeyeceklerini anlamışlardır. Bu doğrultu da, işletmeler yapacakları her türlü faaliyetin çevre boyutunu iş stratejilerine ve uzun vadeli planlarına almak zorundadırlar. Çünkü her türlü pazarda çevresel duyarlılık artık rekabet üstünlüğü sağlamaktadır. İşte bu noktada hem sanayi hem de hizmet endüstrilerinde yeşil pazarlama kavramı ortaya çıkmış ve tüketicilerin, paydaşların, hükümetlerin de desteği ve baskısıyla işletmeler artık yeni bir sürece girmiştir(Başfırıncı). Yeşil pazarlama anlayışının çıkış noktası tüketici talepleridir. 1960’lı yıllardan bu yana daha önce baskılanmış ve dikkate alınmamış toplum alt gruplarının daha geniş hareket imkânı bulmasıyla çevre bilinci de gündemi meşgul etmeye başlamıştır. Bu süreç günümüze kadar gelişerek ve – iletişim sistemlerindeki gelişmenin de katkısıyla- etki alanını büyüterek gelmiştir. İnsanların toplumsal bağlanma ihtiyacı ve bu bağlılığı göstermek için tüketimin bir aracı olarak önümüze çıkması firmaları yeşil üretime teşvik etmiştir. Bahsi geçen bu alt grupların bilinçlilik düzeylerinin herkesçe tescil edilmesiyle de bunlara daha büyük katılımların önü açılmıştır. “Ne tüketiyorsan o’sun” mantığıyla yapılan alışverişler neticesinde tüketiciler, “öyle” olduklarını herkese ispat çabasıyla yeşil ürünlere daha alakalı hale gelmiştir. MALZEME VE YÖNTEM Bu çalışma, tüketicilerde yeşil tüketim alışkanlığının kazanılmasında, postmodern dünyanın sembolik algısıyla kültürün belirleyicisi konumuna gelen tüketim arasındaki ilişkiyi derleme çalışma olarak ortaya koymaya çalışmaktadır. Çalışma hazırlanırken, daha önce konu ve içindeki kavram ve ifadelerle ilgili yapılan bilimsel çalışmalar taranmıştır. Elde edilen bilgiler analiz edilerek ve yorumlanarak bir araya getirilmiş ve çalışma tamamlanmıştır. TARTIŞMA İnsanların çevreye ve çevre kavramına bakış açıları son dönemde gözle görülür bir değişime uğramıştır. İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ile birlikte batı ülkelerinde gelişerek devam eden ve diğer dünya ülkelerine de geçen sanayileşmenin ortaya çıkardığı baca gazları, zehirli atıklar ve diğer atıklar ciddi çevresel sorunlara neden olmuştur. İnsanların hırslı ve kontrolsüz üretme isteği, kaynakların hiç tükenmeyecekmiş gibi kullanılmasına sebep olurken, üretim atıkları ve tüketim atıkları da atmosferi, denizleri, nehirleri ve kara parçalarını uluslararası boyutlarda kirletmeye başlamıştır. Hatta bu kirlilik 21. yüzyıla girerken ülkeleri, dünyanın nasıl temizleneceği konusuna uluslar arası bağlayıcı çözümler aramaya sevk etmiştir. Kontrolsüz biçimde artan ticaret ve hızlı kalkınmanın yarattığı çevresel tehditlerden korunmak amacıyla 19. yüzyılın ikinci yarısında uluslararası çevre örgütleri ortaya çıkmıştır(Atay ve Dilek, 2013). 19. yüzyıl ve 21.yüzyıl arası dönemde dünyanın siyasal, sosyo-ekonomik, epistemolojik ve teknolojik gelişimine bakıldığında insanlık tarihinin en belirgin değişimine sahne olduğu görülmektedir. Özellikle 1900 ve 1945 arasında yaşanan savaşlar ve dünyayı hegomanyası altına alan totaliter rejimler hem fikir akımlarının yaygınlaşmasını, hem de dünya ekonomisinin ve askeri alan dışında kalan bilişim teknolojilerinin gelişimini olumsuz etkilemiştir. Dünyanın genelinde görülen bu baskıcı yapı kendini ekonomi alanında da göstermiştir. Özellikle toplam arzın toplam talebin altında kalması ve tüketicilerin derin ekonomik krizlerin içinde kalması önüne ne konulursa onu tüketmek zorunda kalmasına neden olmuştur. “Her arz kendi talebini yaratır” anlayışı temelinde ilerleyen ekonominin gidişatı 1960’lı yıllara kadar böyle devam etmiştir. Bu tarihten sonra, dünya tarihinde ilk defa toplam talep toplam arzın üzerine çıkmış, devletlerin yönetim anlayışı değişmiş bastırılan gruplar tekrar fikir beyanı imkânı bulmuş, üretim ve bilişim teknolojilerinde takibi güç gelişmeler yaşanmıştır. Buna bağlı olarak işletmecilik ve pazarlama alanlarında da değişimler yaşanmıştır. 1960’lı yıllarda var olan kitleler için seri üretim yapısını 1970’lerde ürün çeşitlenmeleri, segmentasyonlar izlemiştir. 1980’lerin başında ise, müşteri grupları küçülmüş ve her bir müşteri grubunun yasam tarzı, satın alma alışkanlıkları istek ve ihtiyaçlarına göre yeni pazarlama planları ve buna paralel olarak da iletişim planları yapılmaya başlanmıştır. Başka bir ifadeyle tüketiciler artık yalnızca reklam mesajları ile ulaşılıp etkilenemeyecek kadar karmaşık ve yoğun bir yasam tarzına sahip olmuştur. Yine 1980’li yıllarda müşteri bazlı, odağında müşterinin yer aldığı düşünceler pazarlama planlarında etkili olmaya başlamış ve bütünleşik pazarlama iletişimine temel teşkil edecek prensiplerin uygulanması söz konusu olmuştur(Yeygel, 2007). Aynı dönemde çevre bilinci konusunda da dünyada yaşanan gelişmeler, müşteri taleplerini temel almak zorunda olan işletmelerin yeşil faaliyetlere başlamasını sağlamıştır. Bu gelişmelerin yanında halkla ilişkiler gibi tutundurma fonksiyonlarının ön plana çıkması da işletmelerin faaliyet şekillerinin yeşil konular üzerinde hassasiyetlerinin artmasında önemli bir yere sahiptir. Sürecin içinde ilerleyen diğer taraf ise tüketiciler ise İşletme ile hedef pazar arasında bağ kurma, işletmenin pazara acılan kapısı olma gibi fonksiyonları da üzerine alan pazarlamaya bir değişim dinamiği olarak damgasını vurmuştur. Bu dinamik, geçirilen sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmeler sonucu ortaya çıkan, daha eğitimli, talepkar, zor beğenen ve tüketim konusunda eğitimli bir tüketici kitlesinin iş dünyası üzerindeki etkilerini içermektedir(Sönmez ve Karataş, 2010). Birbiri etkisi altında olduğu net bir şekilde görülen tüm bu faktörlerden, kuşkusuz ki tüketiciler de birbirini etkilemektedir. Postmodern tüketici deneyimin üreticisi, tüketiminde parçası olmak ister, bunun temelinde ise katılım ve etkileşim yatmaktadır. Alışveriş ve tüketim, müşterinin katılımı olmadığı durumlarda eğlenceli ve ilginç bulmayarak tüketim davranışından uzaklaşır, çünkü deneyim geliştirme isteği tetiklenmemektedir. Çünkü yalnızca ürün ya da hizmeti değil, onun uzantısı olan deneyimi satın almayı daha çok istemektedir. Farklı, yeni ve benzersiz deneyimler arzulayan tüketici öğrenme deneyimi ile öğrenmeyi, eğlence deneyimi ile hoş hissetmeye çalışır(Sönmez ve Karataş, 2010). Bilişim teknolojisindeki gelişimin ardından getirdiği global kültür, insanları bireyselliğe yitmiştir. Fakat insanın doğasına aykırı olan bu bireysellik, karşısında insanlar daha küçük alt gruplar halinde ancak daha etkili biçimde bir araya gelmiştir. Kendi kültürlerini ortaya koyacak her türlü simgeyi ve davranış kalıplarını teşhir etmekten çekinmeyen bu gruplar, yeni adanmışlık arayan kişileri de kendi kalıplarına çekmektedir. Çevre bilinci oluşmuş alt grupların satın alma davranışları da şüphesiz ki kendi görüşlerine yakın ya da başka nedenlerden dolayı yakın olma ihtiyacı hisseden kişilerin satın alma davranışlarını etkilemektedir. SONUÇ Dünya sürekli bir değişim halindedir. Bu değişim insanlık tarihi boyunca kendini göstermiş ve insanlık genel görüş ve felsefesi farklı dönemler geçirerek bu günlere gelmiştir. Fakat içinde bulunulan dönemleri kesin hatlarla birbirinden ayırmak teorik olarak da kronolojik olarak da mümkün değildir. Bundan sonra da süreçler birbirini takip ederek devam edecektir(Sönmez ve Karataş, 2010). “İnsan ihtiyaçları evrenseldir” sosyoloji ilkesinden hareketle, insanoğlunun çağlar boyunca aynı noktadan hareket ettiği söylenebilmektedir. Dönemler ilerledikçe, sosyal, ekonomik, teknolojik gelişmeler olsa da döngüsel olarak aynı bakış açısına döndüğü görülmektedir. Günümüzde de sanayi devriminin ardından sürekli tüketimi teşvik eden sistemin doğal ömrünü doldurmaya başlamasıyla ve doğal kaynakların tükenme riskinin başlaması, doğal dengedeki bozulmanın hissedilir şekilde belirginleşmesi gibi nedenlerle insanoğlu tekrar çevre bilinçli bir yönelim içine girmiştir. Tabi ki bu yönelimin dünya toplumunun tamamında olduğu söylenemez. Doğaya olan bu geri dönüş müşteri odaklı pazarlama döneminde işletmeleri de konu üzerinde hassasiyete sevk etmiştir. Global kültürün var olmasıyla beraber de tüketiciler arası iletişimin çoğalması ve insanların tüketimlerini sahip oldukları değerlere göre konumlandırması ve bu doğrultuda eyleme geçmelerine neden olmuştur. KAYNAKÇA Baudrıllard, Jean (1997) Tüketim Toplumu, Hazal Deliçaylı ve Ferda Keskin (çev), İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Levy, Sidney : “Symbols for Sale”, Harvard Business Review, 37(July/August 1959), 117–124. Odabaşı, Yavuz (2009), Tüketim Kültürü Yetinen Toplumdan Tüketen Topluma, 2. Baskı, Sistem Yayıncılık: İstanbul. Yılmaz S. age., s.4. Kotler P. and Armstrong, G. (2005) Principles of Marketing, Prentice-Hall, 11. Edition, New Jersey, , p.137, Canan Ay, “Yeşil Pazarlama ve Serel Seramik AŞ’nin Yeşil Uygulamaları”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Celal Bayar İİBF Yayınları, Manisa, 2004, Cilt: 11, Sayı: 2, s.21. Sönmez A.T., Karataş C., (2010), Postmodern Pazarlama, I. Ulusal Meslek Yüksekokulları Öğrenci Kongresi, 21-22 Ekim 2010, Kaynaşlı Düzce Başfırıncı, Ç. Sembolik Tüketim ve Tüketim Öykülerinin Hermeunitik Yaklaşımla Yorumlanmasına İlişkin Bir Uygulama, Uluslar arası İktisadi Ve İdari İncelemeler Dergisi. Yeygel, S., (2007) Postmodern Toplumsal Yapının Pazarlamaya Getirdiği Yeni Boyut: Topluluk Pazarlaması, Bilig-Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 41, Bahar, 12-13, Atay, L., Dilek, A., (2013) Konaklama İşletmelerinde Yeşil Pazarlama Uygulamaları: Ibıs Otel Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, s.203-219. Bilgi Edinme, Geliştirme ve Çeşitlendirme Amaçlı Olarak Şu Kaynaklardan da Yararlanılmıştır: Şua, E., (2012). Tüketicilerin Çevre Dostu Ürünler Kullanma Eğilimleri. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Aydın Üniversitesi / İşletme Anabilim Dalı, İstanbul. Şahin, A. (2007). Postmodern Pazarlama Tüketim ve Tüketici, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Isparta, Cilt: 12, Sayı: 2, s. 359-366 Coşgun, M. (2012). Popüler Kültür ve Tüketim Toplumu. Batman University Journal of Life Sciences. Vol: 1, N:1, Batman, 2012. Penpece, D., (2006). Tüketici Davranışlarını Belirleyen Etmenler: Kültürün Tüketici Davranışları Üzerindeki Etkisi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Sütçü İmam Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı, Kahraman Maraş,. POLY(2-ETİL-2-OXAZOLİN)’ İN ZEBRA BALIKLARI OVARYUMU ÜZERİNDEKİ HİSTOLOJİK ETKİLERİ Müge Alsaran1, Selda Güneş1, Füsun Öncü1, Cansu Akbulut1, Uğursoy Olgun2, Figen Esin Kayhan3, Nazan Deniz Yön1 1 Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji, Sakarya, TÜRKİYE 2 3 Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya, Sakarya, TÜRKİYE Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyoloji, İstanbul, TÜRKİYE ÖZET Poli (2-oksazolin) son yıllarda biyomedikal alanında yaygın olarak kullanılmaktadır. Genellikle doğal sistemleri taklit ederler, lipozomları kullanarak ilaç ve gen taşınımında ve pseudopeptidleri kullanırlar. Poli (2-oksazolin) son yıllarda biyomedikal alanında yaygın olarak kullanılmaktadır. Genellikle doğal sistemleri taklit ederler, lipozomları kullanarak ilaç ve gen taşınımında ve pseudopeptidleri kullanırlar. Bu çalışmada zebra balıklarında farklı dozların (10 mg/L, 50 mg/L) ovaryum üzerindeki histolojik etkileri araştırılmıştır. Dozlar verildikten 5 gün sonra disekte edilerek ovaryum dokuları alındı ve dokular ışık mikroskobuyla histomorfolojik değişiklikler gözlendi. Oositlerde ciddi yapısal deformasyonlar gözlenmiştir. Germinal veziküllerde bozulma, folikül epitellerinde açılma, zona radiata ve vitellin zarfında hasar tespit edildi. GİRİŞ Zebra balığı, Danio rerio Cyprinidae familyasına ait ve doğal yaşam ortamı Hindistan ve Pakistan olan bir balıktır. Zebra balığı üretimi kolay olan yaygın olarak kullanılan model organizmadır. Laboratuvar ortamında beslenerek 3-4 ayda ergin hale gelirler. Zebra balığı, ovaryum gelişiminde farklı aşamalarda foliküllere sahiptir ve folikül gelişiminde ve olgunlaşmasının gözlenmesinde ideal bir modeldir. Kısa sürede üremeleri teratojenik, kanserojen ve toksinlere karşı duyarlı halde olmaları sayesinde zebra balığı aynı zamanda ekotoksikolojik çalışmalarda da kullanılır. [1,2] Poli(2-oksazolin)ler 1960’ lı yıllardan itibaren kullanılmaktadır. Poli(2-oksazolin)ler doğal sistemleri taklit edebildiklerinden son yıllarda biyomedikal alanında ve genellikle lipozom olarak, ilaç ve gen taşınmasında kullanırlar [3,4]. Yaptığımız çalışmada polioksazolin türevi olan Poli(2-etil-2-oxazolin)’in çeşitli dozlarının (10 mg/L ve 50 mg/L) zebra balığı ovaryum dokusu üzerine histolojik etkileri araştırılmıştır. MATERYAL- METOD Zebra balıkları 5-6 cm boyunda, karakteristik olarak gövdesinde mavi ve gümüşi çizgiler bulunmaktadır. Çevre değişikliğine ve strese dayanıklıdır, gelişimsel kusurları görebilmek için uzun süre hayatta kalırlar. Zebra balıklarının yaşaması için laboratuvar ortamında gerekli yaşama şartları sağlandı (28oC ± 1 oC ve 14h/10h ışık periyodu, 61% nem). Yapılan çalışmada bir kontrol ve iki deneme grubu kullanıldı ve farklı dozlarda PEtOx uygulandı (Grup I: 10 mg/L PEtOx, Grup II: 50 mg/L PEtOx, Grup III: kontrol grup). 48 saatlik adaptasyon sağlandıktan sonra, PEtOx farklı konsantrasyonlarda balıkların yaşama ortamına ilave edildi. Deney sırasında mortalite gözlenmedi. Balıklara çalışmanın beşinci gününde buzlu su ile anestezi uygulanarak ovaryum dokuları çıkarıldı. Histolojik analiz için doku takibi ve sonrasında kesitler alınarak hematoksilen - eosin ve toluidine blue ile boyanıp incelendi. SONUÇ Yaptığımız çalışmada zebra balıklarına farklı dozlarda (10 mg/L ve 50 mg/L) uygulandı ve Poli(2etil-2-oksazolin)’ in ovaryumu üzerine etkisi incelendi. Kontrol grubunda, zebra balığı oosit gelişimi normal seyrinde gözlenmiştir.(Şekil 1) Şekil 1: Kontrol grubunun ovaryum ve oosit aşamalarındaki genel görünümü. Po- Primer oosit, CaKortikal alveol, CoC- Kortikal alveol aşaması, N- Nukleus, Om- Olgun oosit, Ao- Atretik oosit, 20x Toluidineblue. 10 mg/L PEtOx uygulanmış grupta, kontrol grubu ile kıyaslandığında vitellojenik oosit ve olgun oosit sayısı artmıştır (Şekil 2). Oosit yapıları ve şekillerinde değişme gözlenmiştir. Şekil 2: 10 mg/L PEtOx uygulanmış ovaryum dokusu. Po- Primer oosit, Vo- Vitellojenik oosit, Om- Olgun oosit, Ao- Atretik oosit, CoC- Kortikal alveol aşaması, 20x, H&E. 50 mg/L PEtOx uygulanmış grup, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında vitellojenik oosit ve olgun oosit sayısı artmış, fakat primer oositte azalma gözlenmiştir. Bu kimyasalın endokrin bozucu gibi etki gösterdiği gözlenmiştir. (Şekil 5). Şekil 5: 50 mg/l PEtOx uygulanmış ovaryum dokusu, olgun oositte vitellin zar ve zona radiata arasında açılma gözlenmiştir, ZR- Zona radiata,Ve- Vitellin zar, Fe- Foliküler epitel, Om- Olgun oosit, 40x, 100x, H&E. TARTIŞMA Poli (oksazolin)ler biyouyumluluk nedeniyle, biyomedikal alanda kullanılmaktadır. Poli (2-metil-2oksazolin) 1989 yılından itibaren kullanılmaya başlanmıştır [5,6]. Deri ve kas dokularında birikmesine rağmen, sıçanlarda yapılan deneylerde atılma gözlenmiştir. PEtOx, PMeOx’ a göre kan temizleme hızları ve sirkülasyon daha hızlıdır. Aynı zamanda karaciğer, böbrek, dalak gibi organlarda birikme gözlenmiştir [7]. Poli (oksazolin)lerle balıklar üzerinde yapılan çalışmalara rastlanmamıştır. Yani, bizim çalışmamız öncüdür. Sıçanlar üzerinde yapılan çalışmalarda, katalaz, ürikaz ve ribonükleaz enzimlerine bağlı PEtOx böbrek ve dalaklarda etki göstermemiştir. Yumurtalık dokularında histopatolojik olarak farklılık gözlenmiştir [8]. Vitellin membranı, zona radiata ve foliküler epitel arasında açılmalar gözlenmiştir. Bu etkiler endokrin bozucular ile aynı etkidir. Endokrin bozuculara benzer etki gösterdikleri için çalışmamıza benzerlik gösterir [9]. Endokrin bozucular zebra balıkları üzerindeki etkileri araştırıldığında üreme yeteneğinde bozulmalar gözlenmiştir [10]. Bizim çalışmamızda olgun oosit ve artetik folikül sayısında azalma gözlenmemiştir. Bu kimyasal, erken oosit olgunlaşmasına neden olmuştur ve ciddi deformasyonlar gözlenmiştir. Farklı kimyasallar ile yapılan çalışmalarda benzer sonuçlar gözlenmiştir ve erken olgun oosit olgunlaşması gözlenmiştir [11,12]. KAYNAKLAR [1] Maack G. (1964) Estrogen Related Alterations of Gonad Development and of Reproduction in the Zebrafish, Daniorerio, Ham. Buc. Hamburg [2] Garg, R.A. (1998) Cloningandm RNA expression of the Activin Type IIB Receptorand Role of Activin in Final Oocyte Maturation in Zebrafish, Danio rerio. York University, Department of Biology,Toronto. [3] Hoogenboom, R.,Schlaad, H. (2011) Bioinspired Poly(2-oxazoline)s. Polymers 3, 467-488. [4] David, G.,Simionescu, B.C., Albertsson, A.C. (2008) Rapiddes welling response of poly(Nisopropylacrylamide)/poly(2-alkyl-2-oxazoline)/poly(2-hydroxyethy-l-methacrylate) hydrogels. Biomacromolecules9, 1678-1683. [5] Adams, N., Schubert, U.S. (2007) Poly(2-oxazolines) in biological and biomedical application contexts. Advanced Drug Delivery Reviews 59,1504-1520. [6] Hoogenboom, R., Schlaad, H. (2011) Bioinspired Poly(2-oxazoline)s. Polymers 3, 467-488. [7] Goddard, P., Hutchinson, L.E., Brown, J., Brookman, L. J. (1989) Soluble polymeric carriers for drug delivery. Part 2. Preparation and in vivo behaviour of N-acylethylenimine copolymers. Journal of Controlled Release 10, 5 – 16. [8] Viegas, T.X.,Bentley, M.D.,Harris, J.M.,Fang, Z.,Yoon, K.,Dizman, B.,Weimer, R.,Mero, A.,Pasut, G.,Veronese, F.M. (2011) Polyoxazoline: chemistry, properties, and applications in drug delivery. Bioconjugate Chemistry 22(5), 976-86. [9] Dumitrescu, G., Ciochină, L.P., Voia,S., Dronca, D., Boca, L. (2010) Histological Changes Induced in Gonads, Liver and Kidney of Zebra Fish (Danio rerio) Under the Effect Octylphenol (OP). Animal Science and Biotechnologies 43(1), 484-489. [10] Daouk, T., Larcher, T., Roupsard, F., Lyphout, L., Rigaud, C., Ledevin, M., Loizeau, V., Cousin, X. (2011) Long-term food-exposure of zebrafish to PCB mixtures mimicking some environmental situations induces ovary pathology and impairs reproduction ability. Aquatic Toxicology 105, 270–278. [11] Tokumoto, T., Tokumoto, M., Horiguchi, R., Ishikawa, K., Nagahama, Y. (2004) Diethylstilbestrol induces fish oocyte maturation. PNAS 101(10), 3686-3690. [12] Koç, N.D., Akbulut, C. (2012)Histological analysis of acute toxicity of 2,4-diclorophenoxy acetic acid in ovary of zebrafish. Animal Cells and Systems 16(5), 400-407. ÜLKEMİZ ORKİDE ÇEŞİTLİLİĞİ Mustafa Eray Bozyel1*, Elif Merdamert2, Ahmet Gönüz2 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji ABD, Çanakkale 2 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Çanakkale *m.eraybozyel@gmail.com 1 ÖZET Orkideler monokotil, çok yıllık otsu bitkilerdir. Çiçekli bitkilerin en geniş familyalarından olan orkideler kutuplar ve gerçek çöller hariç dünyanın her yerinde yayılış göstermektedirler. Dünyada yaklaşık 900 cins ve 20.000 tür orkide bulunmaktadır. Bazıları geofit olarak (toprakta), büyük bir çoğunluğu ise bir başka bitki üzerinde yani epifit olarak yaşarlar. Epifit orkideler daha çok tropikal ormanlarda görülürler. Geofit (karasal) orkideler ise ülkemizi de içine alan “Orta Kuşak”ta yayılış göstermektedirler. Ülkemizde ise doğal olarak yetişen 24 cins ve 170 tür karasal orkide bulunmaktadır. Başlıcaları; Orchis, Ophrys, Anacamptis, Dactylorhiza, Epipactis, Cephalanthera ve Serapias cinsleridir. Bu orkidelerin bir kısmında rizom (Epipactis, Cephalanthera), büyük bir kısmı ise yumru (Orchis, Ophrys, Anacamptis, Dactylorhiza, Serapias) görülmektedir. Yumrulu orkideler, yumrularında biriktirdikleri maddelerden dolayı ekonomik olarak büyük bir değere sahiptirler ve salep, dondurma ve ilaç hammaddesi olarak kullanılmaktadırlar. Bu nedenlerden dolayı her yıl gitgide artan talebi karşılamak için doğadan büyük miktarda orkide yumrusu toplanmaktadır. Bir de doğal yayılış alanlarının tarıma, hayvan otlatmasına açılması ve yangınlar, erozyonlar gibi sebeplerle yok olmasıyla orkide populasyonu üzerinde çok ciddi bir baskı oluşmaktadır. Bu baskıların ortadan kaldırılması ve bitki populasyonun arttırılması için koruma ve çoğaltma (tarla, in vivo, in vitro vb.) çalışmalarına büyük önem verilmeli ve en kısa sürede hızlı bir şekilde sonuç alınması yoluna gidilmelidir. Gerekli önemler alınmadığı takdirde ülkemiz bu güzel bitki çeşitliliğinden mahrum kalacak ve ülkemizin floral zenginliğinde çok büyük bir eksik ortaya çıkacaktır. GİRİŞ Orkide, Orchidaceae familyasındaki cinslere ait türlerin tümüne verilen genel isimdir. Familya ismini Orchis cinsinden almıştır. Orchis cinsinin sahip olduğu toprak altı yumruları testise benzetilmiştir ve bu cinse isim olarak verilmiştir (Arslan, 2010) (Şekil 1). Şekil 1. Orkide bitkisi ve yumruları Orkideler monokotil, çok yıllık otsu bitkilerdir. Orchidaceae familyası çiçekli bitkilerin en büyük ve en çeşitli olanıdır. Bilim adamları orkidelerin izinin 120 milyon yıl öncesine kadar uzandığını bildirmişlerdir. Çeşitli kaynaklara göre değişmekle birlikte bu familya içinde 900 cins ve 20.000 türün tanımlandığı, ayrıca 70.000 ile 100.000 orkide hibridinin bulunduğu ve heryıl 800 yeni orkide türünün tanımlandığı; tür sayısının 30.000’e kadar çıkabileceği bildirilmektedir. Orkideler tüm dünyada yayılış gösteren türleri içine alan kozmopolit bir familyadır. Dünya üzerinde kutuplar ve gerçek çöller hariç deniz seviyesinden başlayarak 5.000 m yükseltiye kadar orkide türlerine rastlanabilmektedir (Anonim, 2009 a; Anonim, 2009 b; Gabel, 2005; Nicoletti, 2003; Dressler, 1981). Orkidelerin yaklaşık %70’i epifit, %25’i toprakta ve %5’i toprak altında, kayalar üzerinde, çürümekte olan bitkiler üzerinde, vb. yaşamını sürdürmektedir (Renz ve Taubenheim, 1984; Arditti, 1979). Tropik orkideler toprakta veya başka bir bitkinin üzerinde epifit yaşarlar. Epifit orkideler tropikal ormanlardadır.‘‘Jungle’’ adı verilen bu ormanlarda ağaçların meydana getirdiği koyu gölge nedeniyle zeminde çok az sayıda bitki yetişmektedir. Bu bitkilerin bir kısmını orkideler meydana getirmektedir. Orkidelerin gövdeleri yalancı soğan şeklinde şişmiş ve hava kökleri oluşturmuşlardır. Hava köklerinin üzeri su emebilen bir tabaka ile kaplıdır. Yağmur yağdığı zaman yalancı soğan ve hava kökleri suyu emerek depolar ve bir sonraki yağmur yağana kadar bitki su ihtiyacını buradan karşılar (Sezik, 1984). Orta kuşak orkideleri toprakta yaşar. Yaşadıkları bölge ve yer göz önüne alınarak ‘‘orta kuşak orkideleri’’ veya ‘‘toprakta yaşayan orkideler’’ denir. Genellikle orta kuşak ülkelerinde bulunurlar. Türkiye’de bulunan orkideler de orta kuşak orkideleridir. Türkiye, orkide bakımından Avrupa ve Ortadoğu’nun en zengin ülkelerinden biridir. Ülkenin hemen her yerinde değişik türlere rastlanabilir. (Sezik, 1967; 1984; Sezik ve ark., 2007). Orta kuşak orkideleri, morfolojik olarak toprak altı ve toprak üstü organlar taşımaktadır. Toprak altı organı olarak, kök ve depo organ (yumru veya rizom) bulunmaktadır. Toprak altında yumru veya rizom bulundurmaları, toprak üstü organları (gövde, yaprak, çiçek) tek yıllık otsu olan bu bitkilere çok yıllık olma özelliği kazandırmaktadır (Deniz, 2009). Türkiye Orkideleri ile İlgili Çalışmalar Türkiye, orta kuşak orkideleri bakımından oldukça zengindir. Türkiye orkideleri ile ilgili ilk bilgileri veren en önemli kaynak Boissier’in (Boissier, 1884) “Flora Orientalis” adlı eseridir. Schlechter’in “Monographie und Iconographie der Orchideen Europas und des Mittelemeer gebietes” (Schlechter, 1928) adlı çalışmasında, bölgede bulunduğu belirtilen türlerin bulunup bulunmadığı nadiren de olsa belirtilmiştir. Daha sonraki bazı yayınlarda da Türkiye’de yetişen orkideler hakkında kayıtlar bulunmaktadır. Türkiye orkideleri ile ilgili ilk liste Sezik tarafından hazırlanan doktora tezinde verilmiştir (Sezik 1967; 1969). Daha sonra Kastamonu orkideleri incelenmiştir (Sezik ve Özer, 1983). 1984 yılında, Orchidaceae kısmı Renz ve Taubenheim tarafından hazırlanan, Flora of Turkey’in 8. cildi yayınlanmıştır (Renz ve Taubenheim, 1984). Aynı yıl Sezik’in “Orkidelerimiz” adlı kitabı da yayınlanmıştır (Sezik, 1984). Kreutz tarafından hazırlanan Flora of Turkey’in 11. cildinde Orchidaceae familyasına ilave türler verilmiştir (Kreutz, 2000a). Kreutz’un önce Almanca sonra Türkçe yayınlanan eserlerinde Türkiye orkideleri hakkında geniş bilgi bulunmaktadır (Kreutz, 1998; Kreutz ve Çolak, 2009). 1997 yılında Edirne çevresi Orchis türleri (Güler, 1997), Ophrys türleri (Aybeke, 1997), Trakya orkideleri 2004 yılında (Aybeke, 2004), Kazdağı orkideleri 2005 yılında (Güler, 2005), Van ve civarı orkideleri 2005 yılında (İşler, 2005), Yozgat ve Akdağ Madeni orkideleri 2006 yılında (Orhan, 2006), Antalya çevresi Ophrys türleri 2009 yılında (Deniz, 2009), Ankara orkideleri 2010 yılında (Arslan, 2010) çalışılmıştır. Ayrıca Başta Alman Orkide Bilimcileri olmak üzere birçok Avrupalı araştırmacı Türkiye Orkideleri üzerine araştırmalar yapmıştır. Bu çalışmalar sonucu bilim dünyası için yeni türler yayınlanmıştır. Bunlardan bazıları: Cephalanthera kotschyana (Renz, 1982), Dactylorhica bithynica (Bauman ve Künkele, 1983), Dactylorhiza bithynica (Baumann ve Künkele, 1983), Serapias feldwegiana (Baumann ve Künkele, 1989), Orchis sezikiana (Baumann ve Baumann, 1991), Epipactis bithynica (Robatsch, 1991), Ophrys antiochiana (Baumann, ve Künkele, 1992), Himantoglossum montis-tauri (Kreutz, 1997a), Ophrys phaseliana (Rückbrodt, 1996), Ophrys hygrophila (Kreutz, 1997a), Ophrys labiosa (Kreutz, 1997a), Dactylorhiza ılgazica (Kreutz, 1997b), Epipactis turcica (Kreutz, 1997b), Ophrys ziyaretiana (Kreutz ve Peter, 1998), Ophrys hittica (Kreutz ve Peter, 1998), Ophrys karadenizensis (Schönfelder ve Schölnfelder, 1998), Ophrys antalyensis (Kreutz ve Seckel, 1998), Ophrys climacis (Heimer ve Perschke, 1998), Ophrys iceliensis (Kreutz, 2000b). Türkiye Orkide Taksonları Türkiye’de 24 cinse ait 170 orkide taksonu bulunmaktadır (Kreutz ve Çolak, 2009). Bu orkidelerin çoğunluğu ototrof, çok azı saprofittir (Sezik ve ark., 2007). Türkiye’de bulunan orkidelerin büyük çoğunluğu (% 85) yumruludur. Yumrulu orkidelerin önemli bir kısmı (% 90) salep elde edilişinde kullanılmaktadır. Her yıl 120 kadar türe ait yumrular salep elde etmek amacıyla topraktan sökülmekte ve 40 tona yakın salep elde edilmektedir. Değişik tür ticari salepler üzerine yapılan bir çalışmada ortalama bir salep yumrusunun kuru ağırlığının yaklaşık 0.5 g olduğu ortaya konmuştur (Sezik, 1984). Her yıl 80 milyon orkide bitkisi salep elde edilmek amacıyla doğadan sökülmektedir. Bu salep halen yurt içinde kullanılmaktadır (Sezik ve ark., 2007). Ülkemizde en çok Ophrys ve Orchis türleri bulunmaktadır. Bunları Dactylorhiza, Anacamptis ve Epipactis türleri takip etmektedir (Tablo 1). Tablo 1. Türkiye orkide taksonları Cins Anacamptis Barlia Cephalanthera Coeloglossum Comperia Corallorhiza Dactylorhiza Epipactis Epipogium Gennaria Goodyera Gymnadenia Himantoglossum Limodorum Listera Neotinea Neottia Ophrys Orchis Platanthera Serapias Spiranthes Steveniella Traunsteinera Tür 8 1 6 1 1 1 9 7 1 1 1 1 3 1 2 4 1 33 13 2 5 1 1 1 Alttür vd. 11 14 3 2 2 57 4 2 4 - Türkiye Orkidelerinin Maruz Kaldığı Tehditler Ülkemiz orkidelerinin büyük bir kısmı yumrulu orkidelerdir. Bu orkidelerin yumrularından ülkemizde yoğun bir şekilde salep ve dondurma üretilmektedir. 1 kg salep tozu elde edilmesi için ortalam 1000- 4000 adet yumru gerekmektedir. Ayrıca ilaç hammaddesi olarak da faydalanılmaktadır. Bu nedenle çok yüksek oranda söküme uğramaktadırlar. Bu durum familyanın devamlılığı için büyük tehdit unsurudur. Çünkü orkidelerin üreme problemi vardır. Bu problem tohumlarının endosperm içermemesinden kaynaklanmakta ve tohumun çimlenebilmesi için mikorizal ilişkiyi gerekmektedir. Mikorizanın her zaman gerçekleşme ihtimali bulunmamaktadır. Mikoriza gerçekleşse bile bir tohumun çimlenip yumru oluşturması ve yeni bir bitki vermesi çeşitli türlerde uzun yılları (2-15 yıl) almaktadır. Bu nedenle bitkiler bu dezavantajı biraz da olsa aşabilmek için vejetatif üremeye yönelerek, yumrularını kardeşleme yoluna gitmektedirler. Ayrıca orkidelerin doğal yayılış alanlarının tarıma, hayvan otlatmasına açılması ve yangınlar, erozyonlar gibi sebeplerle yok olmasıyla orkide populasyonu üzerinde çok ciddi bir baskı oluşmaktadır. SONUÇ VE ÖNERİLER Bütün bu olumsuz faktörler göz önüne alındığında, orkideler üzerindeki baskıların ortadan kaldırılması ve bitki populasyonun arttırılması için koruma ve çoğaltma (tarla, in vivo, in vitro vb.) çalışmalarına büyük önem verilmeli ve en kısa sürede hızlı bir şekilde sonuç alınması yoluna gidilmelidir. Gerekli önemler alınmadığı takdirde, ülkemiz bu güzel bitki çeşitliliği ile salep gibi orkidelerden elde edilen ürünlerden mahrum kalacak ve ülkemizin hem floral, hem de folkloral zenginliğinde çok büyük bir eksik ortaya çıkmış olacaktır. KAYNAKLAR Anonim, (2009a). www.news.independent.co.uk/sci_tech/article Anonim, (2009b). www.sbs.com.au/worldfeast/glossary.php?archive Arditti, J., (1979). Aspect of the Physiology of Orchids, Advances in Botanical Research ed: Woolhouse H.W., Academic press, Londra, 7, 421–665. Arslan, N., (2010). Ankara ve Civarı Orkidelerinin Sistematik ve Korolojik Yönden İncelenmesi, (Yüksek lisans Tezi), Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Aybeke, M., (1997). Edirne Çevresindeki Ophrys L. (Orchidaceae) Türleri Üzerinde Morfolojik, Karyolojik ve Palinolojik Araştırmalar, (Yüksek lisans Tezi), Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Aybeke, M., (2004). Trakya Bölgesinde Yetişen Bazı Orkide Türleri Üzerinde Anatomik Araştırmalar, (Doktora Tezi), Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Baumann, B.,& Baumann, H., (1991). Hibridogene Populationen Zwischen Orchis anatolica Boiss. und O. quadripunctata Cyr. ex. Ten. In. der Ost-mediterraneis. Mitt. Bl. Arbeitskr. Heim. Orch. Baden-Württ., 23, 203-242. Baumann, H., & Künkele, S., (1983). Beitraege zur Taxonomi Europaeisher und Orientalisher Orchidee, Jahresb. Naturwiss. Ver. Wuppertal, 36, 12-16. Baumann, H., & Künkele, S., (1992). Die Wildwachsenden Orchideen Europas. - Frank’sche Verlagshandlung, W. Keller & Co., Stuttgart. Boisser, E., (1884). Flora Orientalis, Genevae botany, Cenevre, 5 (Orchidaceae), 54-94. Deniz, İ.G., (2009). Antalya İli’nde Yayılış Gösteren Ophrys L. (Orchidaceae) Cinslerine Ait Türler Üzerine Taksonomik Bir Araştırma, (Doktora Tezi), Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Dressler, R.L., (1981). The Orchids Natural History and Classification. Cambridge, MA, USA. Harward Universi t y Press. 332 p. Gabel, R., (2005). The Role of CITES in Orchid Conservation. Endangered Species Bulletin, September. http://findarticles.com/p/articles/mi_m0ASV/is_2_30/ai_n15763452/ Güler, N., (1997). Edirne Çevresindeki Orchis L. (Orchidaceae) Türleri Üzerinde Morfolojik, Sistematik, Korolojik, Karyolojik ve Palinolojik Araştırmalar, (Yüksek lisans Tezi), Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Güler, N., (2005). Kazdağları'nda Yetişen Orchidaceae Familyası Bitkileri Üzerinde Morfolojik ve Korolojik Araştırmalar, (Doktora Tezi), Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Heimer, H.,& Perschke, T., (1998). Zur Verbreitung Einiger Ophrys Taxa in der Sudund SudwestTurkei. Ophrys climacis spec. nov., eine bisher ubersehene Art, J. Eur. Orchideen, 30, 202-229. İşler, S., (2005). Van Salebi’nin Menşei ve Van Civarının Orkideleri, (Doktora Tezi), Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Kreutz, C.A.J.,& Çolak, H.A., (2009). Türkiye Orkideleri, Rota yayınları, İstanbul, Pp: 848. Kreutz, C.A.J., (1998). Die Orchideen der Türkei, Cip-Gegevens Koninlijke Bibliotheek, Den Haag., Netherland, Pp: 767. Kreutz, C.A.J., (1997a). Drei Neue Orchideenarten aus der Sudwest Türkei: Himantoglossum montis-tauri, Ophrys hygrophila und Ophrys labiosa, J. Eur. Orchideen, 29, 48-76. Kreutz, C.A.J., (2000a). Flora of Turkey and East Aegean Islands (Orchidaceae), ed: Güner A., Özhatay N., Ekim T, Başer K.H.C., University press, Edinburg, 11, 275-305. Kreutz, C.A.J., (2000b). Ophrys iceliensis, Eine Neue Art aus der Mitlere Südtürkei, J. Eur. Orchideen, 32, 527-527. Kreutz, C.A.J.,& Peter, R., (1998). Untersuchungen an Ophrys-Arten der Süd-und Osttürkei 2, mit Neubeschreibungen von drei Arten, J. Eur. Orchideen, 30, 81-156. Kreutz, C.A.J., & Seckel, B.J., (1998). Ophrys antalyensis C.A.J. et B.J. Seckel Spec. nov., Die Orchideender Türkei, Pp: 752. Kreutz, C.A.J., (1997b). Zwei Neue Orchidenarten aus Türkei: Dactylorhiza ilgazica und Epipactis turcica. Eurorchis 9, 48-76. Nicoletti, B., (2003). Number of Orchids. Physics factbook. An Encyclopedia of Scientific Essays. New York. Orhan, Ç., (2006). Akdağ Madeni Salebi Üzerine Araştırmalar, (Yüksek lisans Tezi), Gazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Farmakognozi Anabilim Dalı. Renz, J., (1982). Cephalanthera kotschyana, A new Orchid from Turkey, Not. Roy. Bot. Gard. Edinburg, 38, 97-101. Renz, J., & Taubenheim G., (1984). Flora of Turkey and East Aegean İslands (Orchidaceae), ed: Davis P.H., Mill R., Tan K., Universty Pres, Edinburg, 8, 450-551. Robatsch, K., (1991). Epipactis bithynica K. Robatsch, spec. Nova Eine Neue Epipactis-art aus der Türkei. Ber. Arbeitskrs. Heim. Orchid, 8, 61–63, Schlechter, R., (1928). Monugraphie und Iconographie der Orchideen Europas und des Mittelemeer Gebietes,1, Repert. Specierum nov. Rengi Vegetabilis, sonderbeiheft A. Schölnfelder, M., & Schölnfelder, H., (1998). Turcische Schwarzmeerkuste: Eine Ophrys Art Sowie Interessant Funde aus der Proviz Ordu, Ber Arbeitskrs. Heim. Orchid.,17, 84-86. Sezik, E., İşler, S., Güler, N., Orhan, Ç., Aybeke, M., Deniz, İ.G., & Üstün, O., (2007). Salep ve Orkidelerin Tahribi, TÜBİTAK Projesi Raporu, TBAG-ÇSEK/23 (103T008), Ankara, Pp: 107. Sezik, E., (1969). Orchidaceae Familyası Bitkilerinin Türkiye’deki Yayılışı, TÜBİTAK 2. Bilim kongresi, 17-19 Kasım, Ankara, Sezik, E., (1984). Orkidelerimiz, Sandoz Kültür Yayınları, Pp: 166. Sezik, E., & Özer, Y.B., (1983). Kastamonu Salebi’nin Menşei ve Kastamonu Civarının Orkideleri, TÜBİTAK Projesi Raporu, TBAG 424, Ankara, Pp: 60. Sezik, E., (1967). Türkiye’nin Salepgilleri Ticari Salep Çeşitleri ve Özellikle Muğla Salebi Üzerine Araştırmalar, (Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı. SALEP: BİR YUDUM KEYFE DEĞER Mİ? Mustafa Eray Bozyel1*, Elif Merdamert2, Burak Özdemir1, Ahmet Gönüz2 1 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji ABD, Çanakkale 2 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Çanakkale *m.eraybozyel@gmail.com ÖZET Salep, Osmanlı’dan günümüze kış aylarında keyifle tüketilen bir içecektir. Bu içeceğin hammaddesi olan toz salep ise, ülkemizde geofit olarak 24 cins ve yaklaşık 170 tür ile yayılış gösteren, ülkemiz florasına büyük zenginlik katan Orchidaceae (Salepgiller) familyası taksonlarının yumrularından elde edilmektedir. Orkideler yumrularında biriktirdikleri maddelerden dolayı ekonomik değerleri yüksek çok yıllık otsu bitkilerdir. Bir kg toz salep elde edilmesi için 1000-4000 adet orkide yumrusuna ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca orkideler sadece salep eldesinde değil dondurma ve ilaç hammaddesi olarak da kullanılmaktadırlar. Bu durum çok büyük bir bitki katliamının yolunu açmaktadır. Çünkü orkidelerin tohumlarında endosperm bulunmamaktadır ve tohumların çimlenebilmesi için mikorizal funguslar ile simbiyotik bir ilişki kurmaları gerekmektedir. Doğa şartlarında orkide tohumuyla fungusun buluşması uzun zaman almaktadır. Tohum çimlense bile yumru oluşturup yeni bir bitki vermesi kimi türlerde 2, kimi türlerde ise 16 yıl gibi bir süreyi kapsayabilmektedir. Bu olgular göz önüne alındığında yumrulu orkidelerin tamamen yok olmaktan korunması, alternatif üretim teknikleri (in vivo, in vitro vb.) üzerinde çalışmaların yoğunlaştırılması ve halkın bilinçlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bütün bu nedenlerden dolayı soruyoruz: Bir yudum keyfe değer mi? GİRİŞ Orkide, Orchidaceae familyasındaki cinslere ait türlerin tümüne verilen genel isimdir. Familya ismini Orchis cinsinden almıştır. Orchis cinsinin sahip olduğu toprak altı yumruları testise benzetilmiştir ve bu cinse isim olarak verilmiştir (Arslan, 2010) Orkideler monokotil, çok yıllık, otsu bitkilerdir. Kutuplar ve çöller dışında dünyanın hemen her yerinde yetişen türleri bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan moleküler araştırmalara göre Orchidaceae familyası, Angiospermae grubu bitkilerin en eski familyalarından biridir. 2007 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Dominik Cumhuriyeti’nde bulunan bir arı türüne ait fosilin üzerinde Meliorchis caribea türüne ait polinaryum örnekleri bulunmuştur. Bu araştırma ve diğer monokotil bitkilere ait fosil örnekleri üzerine yapılan araştırmalar, ilk orkidelerin eski bir grup olarak dinazorların da yaşadığı geç kretase döneminde, 76-84 milyon yıl önce göstermektedir (Ramirez ve ark., 2007). ortaya çıktıklarını Orkidelerin yaklaşık %70’i epifit, %25’i toprakta ve %5’i toprak altında, kayalar üzerinde, çürümekte olan bitkiler üzerinde, vb. yaşamını sürdürmektedir (Renz ve Taubenheim, 1984; Arditti, 1979). Türkiye Orkideleri Türkiye, orta kuşak orkideleri bakımından, çevre ülkelere göre oldukça zengindir. Tropikal kuşak ile kutupları içine alan arktik kuşak arasında kalan bölge “Orta Kuşak” olarak adlandırılır. Orta kuşak orkidelerinin büyük bir kısmı toprakta yaşamaktadır. Ülkemiz orkideleri de bu grupta yer alır (Güler ve ark, 2008). Sezik tarafından 2002 yılında yayınlanan “Turkish Orchids and Salep” (Türkiye'nin Orkideleri ve Salep)" adlı yayında Türkiye'de 24 ciınse ait 148 türün var olduğu belirtilmektedir (Sezik, 2002). Kreutz ve Çolak (2009)'a göre; Türkiye floristik anlamda Avrupa ile Yakın Doğu arasında bir geçiş bölgesinde bulunup, Afrika, Asya ve Avrupa kıtalarının ortak etkisini yansıtır. Bunun sonucu olarak burada zengin ve farklı bir bitki dünyası gelişmiştir. Türkiye, bitki türü çeşitliliği açısından dünyadaki en zengin ve önemli bölgeler arasında yer alır. Bu gurur verici zenginliğin içinde, göz kamaştırıcı renkleri ve insanın içini ürperten nadirlikleriyle Orkidelerin çok özel bir yeri vardır. Orkideler genellikle tropikal bitkiler olarak bilinse de, bu kanı doğru değildir. Anadolu, sahip olduğu toprak ve iklim çeşitliliği nedeniyle bu bitkiler için mükemmel yaşam koşulları hazırlar. Bu verimlilik, Türkiye doğasında yetişen 170 doğal Orkide taksonu ile sonuçlanmaktadır. Orta kuşak orkideleri, morfolojik olarak toprak altı ve toprak üstü organlar taşımaktadır. Toprak altı organı olarak, kök ve depo organ (yumru veya rizom) bulunmaktadır. Toprak altında yumru veya rizom bulundurmaları, toprak üstü organları (gövde, yaprak, çiçek) tek yıllık otsu olan bu bitkilere çok yıllık olma özelliği kazandırmaktadır (Deniz, 2009). Türkiye Orkidelerinin Tıbbi ve Ekonomik Önemi Yurdumuzdan yıllardan beri ihracatı yapılan "yabani çiçek soğanları" adı altında toplanan geofitler (soğanlı, rizomlu, yumrulu bitkiler), özellikle 1970'lerden sonra bu işle uğraşan, ticaretini yapan resmi kuruluşlarla özel firmaların daha fazla dikkatlerini çekmeye başlamıştır. Yaklaşık bir asırdan beri yurt dışına satılan çeşitli yabani çiçek soğanları, bir yandan yurt ekonomisine belirli bir oranda katkı sağlarken diğer yandan yurdumuz tabiatında da değişikliklere, tahriplere sebep olmuştur. Yurdumuz florasının zenginliği yabancıların dikkatini bizden önce çekmiş, bu zengin flora içerisinde gösterişli çiçekleri ile hemen göze çarpan geofitlere özel bir önem vermişlerdir. Önceleri genellikle botanik bahçelerini veya meraklı kişilerin özel bahçelerini zenginleştirmek amacıyla toplanan örnekler daha sonra yerini geniş çapta sökümlere ve nihayet bu işin ticaretine terk etmiştir. Özellikle 1960'lı yıllardan sonra bu ticaret oldukça büyük miktarlara ulaşmıştır (Ekim ve ark., 1991). Çizelge 1. Karasal orkidelerin Avrupa’daki kullanımı (Bullpitt, 2005’ten değiştirilerek) Salep ve Elde Edilişi Salep; toz haline getirilmiş orkide yumrularının süt ile karıştırılmasıyla hazırlanan sıcak bir içecektir. Bitki çiçek haldeyken toprak altındaki yumruları toplanmaktadır. Yalnızca yan yumru alınmakta, gövdeyi taşıyan ana yumru kullanılmamaktadır. Yumrular yuvarlak veya dallı 0,7-3,6 cm çapında veya 0,3-1,2 cm eninde, 0,2 g ile 1,6 g arasında değişen ağırlıkta, yan şeffaf, kirli sarı, pürüzlü, sert, kokusuz ve lezzetsizdir. Toplanan yumrular suyla yıkanarak temizlenmekte, ipe dizilerek ve su, süt ya da ayran içinde kaynatılarak enzimatik aktivite durdurulmakta, ardından açık havada kurutulmaktadır. Kurutulan yumrular dövülerek toz hale getirilmekte ve böylece kullanıma hazır haldeki salep tozu elde edilmektedir (Tamer ve ark., 2009). Piyasada bulunan ticari saleplerin yapısında glikomannanlar (%11-44), nişasta (%8- 19), redüktör ozlar (%2-3) ve proteik yapıdaki maddeler (%1) bulunur. Etkili madde glikomannanlardır. Bu maddeler su ile (süt ile de) şişer ve viskoz bir çözelti meydana getirir. Kalitesi iyi olan bir salep numunesi %40 civarında glikomannan taşır. Bu madde, 3 molekül mannozun 1 molekül glikoz ile β(1-4) bağıyla bağlanıp, polimerleşmesi sonucu meydana gelen heterojen yapıda bir poliholozittir. İçtiğimiz salebe kıvam veya yediğimiz maraş dondurmasına geç erime ve sertlik sağlayan, salepteki glikomannanlardır. Yapıda bulunan az miktardaki nişasta da, şişme özelliği dolayısıyla, glikomannanlara yardımcı olur. Salep eldesinde Orchis, Anacamptis, Ophrys, Serapias, Himantoglossum, Barlia gibi ovoit yurnrulu olan orkidelerle, Dactylorhiza gibi parçalı yumruya sahip orkidelerin değişik türleri kullanılmaktadır (Sezik, 1984). Türkiye'de yetişen orkidelerin yumrularından yıllarca salep elde edilmiş, bunlar hem yurt içerisinde kullanılmış hem de yurt dışına ihraç edilmiştir. Salep veya bilimsel ismi ile Tubera salep eczacılıkta yakın zamana kadar değişik preperatlar halinde göğüs yumuşatıcı ve balgam söktürücü olarak kullanılmıştır. Salep 1947 Alman, 1948 Türk, 1951 Yugoslav, 1969 Avusturya ve 1961 Rus kodeks ve farmakopelerinde Tubera salep olarak kayıtlıdır (Sezik, 1967). 2007 Çin yayınlarında da gıda ve faydalı drog olarak kullanıldığı, beş Dendrobium türünün Çin farmakopesinde yer aldığı bildirilmiştir. Çin literatürlerinde belirtildiği üzere orkideler günümüzde sindirim güçlüğü, su kayıpları, ateş düşürücü, lenfosit arttırıcı, huzursuzluk giderici olarak kullanılmakta, ayrıca mide ve karaciğer kanserlerinde kullanılmakta olup, pıhtılaşma engelleyici ajan özelliği bulunmaktadır (Bulpitt, 2005). Bu özelliklerinin yanı sıra Orchis türlerinin yumrularından elde edilen salep, afrodizyak olarak, çocuk ishallerini kesici, gıda olarak ve halen Orta Anadolu'da dondurma yapımında kıvam verici olarak kullanılmaktadır. Ayrıca Almanya'dan ithal edilen suni salebin, eczacılık sanayinde stabilizatör olarak kullanıldığı bilinmektedir (Sezik, 1967). Orkide yumrularının doğadan direkt olarak sökülmeleri ile salep üretimi ve ihracatı kritik düzeylere (1955 ve 1963 yılları) ulaştığından dolayı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bu yumruların ihracatı ile ilgili bazı önlemler almıştır. Bu önlemler dahilinde doğadan direkt sökülerek toplanan orkide yumrularının ihracatı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının "Doğal Çiçek Soğanlarının Sökümü, üretimi ve ihracatına Ait Yönetmeliği (1995)" gereğince yasaklanmış durumdadır. İstanbul Ticaret Odası ve Antalya Ticaret ve Sanayi Odası ile yaptığımız telefon konuşmaları ile de bu yasağın yürürlükte olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız. 1955 yıllında ihracatın 15.386 kg'a kadar çıktığı durumda doğadan ortalama 30 milyon civarında orkide yumrusunun söküldüğü ortaya çıkmaktadır. Ayrıca ülke içinde kullandığımız orkide yumrularının sayısının da en az ihracatta kullandığımız orkide sayısı kadar olduğunu da unutulmamalıdır (Kaya, 2009). Anadolu’da 6 ana salep bölgesi bulunmaktadır. Bu bölgeler aşağıda belirtilmiştir (Sezik, 1967; 1969b; 1988a; 1991; 2002; Baytop, 1968; Sezik ve ark., 2007). Bu 6 bölgede salep eldesinde kullanılan türler Çizelge 2.’deki gibidir. 1- Kuzey Anadolu: Bu bölgeden elde edilen salep İstanbul piyasasında ‘‘Kastamonu salebi’’ adı altında bulunur. 2- Güney Batı Anadolu: Muğla ve çevresinden elde edilen salep piyasada ‘‘Muğla salebi’’ adı ile bulunur. 3- Güney Anadolu: Elmalı’dan Silifke-Gülpınar civarına kadar olan bölgede de salep elde edilmektedir. Bu bölgeden ticari mal olarak 2 cins salep çıkar: a) Antalya Salebi, b) Silifke Salebi 4- Güney Doğu Anadolu: Maraş, Adıyaman ve Malatya civarından elde edilir. Bu bölgede ticari mal olarak 2 cins salep bulunur: a) Maraş Salebi, b) Çayır Salebi 5- Doğu Anadolu: Van, Muş, Siirt, Hakkari ve Bitlis civarında elde edilen saleptir. Ticari mal olarak ekseriya ‘‘Van Salebi’’ diye isimlendirilir: a) Dağ Salebi, b) Çayır Salebi 6- İç Anadolu: Yozgat Akdağ Madeni civarında elde edilen saleptir. Ticari mal olarak ‘‘Akdağ madeni salebi’’ diye isimlendirilir. Çizelge 2. Ticari salep elde edildiği orkide türleri (Sezik, 1967, 1969a, 1969b, 1969c,1983, 1988a, 1988b,1991,2002; Baytop, 1968; Sezik ve ark., 2007). Türkiye Orkidelerini Tehdit Eden Faktörler Ülkemiz orkidelerinin büyük bir kısmı yumrulu orkidelerdir. Bu orkidelerin yumrularından ülkemizde yoğun bir şekilde salep ve dondurma üretilmektedir. 1 kg salep tozu elde edilmesi için ortalam 1000- 4000 adet yumru gerekmektedir. Ayrıca ilaç hammaddesi olarak da faydalanılmaktadır. Bu nedenle çok yüksek oranda söküme uğramaktadırlar. Bu durum familyanın devamlılığı için büyük tehdit unsurudur. Çünkü orkidelerin üreme problemi vardır. Bu problem tohumlarının endosperm içermemesinden kaynaklanmakta ve tohumun çimlenebilmesi için mikorizal ilişkiyi gerekmektedir. Mikorizanın her zaman gerçekleşme ihtimali bulunmamaktadır. Mikoriza gerçekleşse bile bir tohumun çimlenip yumru oluşturması ve yeni bir bitki vermesi çeşitli türlerde uzun yılları (2-15 yıl) almaktadır. Bu nedenle bitkiler bu dezavantajı biraz da olsa aşabilmek için vejetatif üremeye yönelerek, yumrularını kardeşleme yoluna gitmektedirler. Ayrıca orkidelerin doğal yayılış alanlarının tarıma, hayvan otlatmasına açılması ve yangınlar, erozyonlar gibi sebeplerle yok olmasıyla orkide populasyonu üzerinde çok ciddi bir baskı oluşmaktadır. SONUÇ VE ÖNERİLER Orkideler aşırı toplanmaları sonucu orkideler üzerindeki oluşan baskıların ortadan kaldırılması ve bitki populasyonun arttırılması için koruma ve çoğaltma (tarla, in vivo, in vitro vb.) çalışmalarına ivedilikle başlanmalı ve büyük önem verilmelidir. Böylece türün devamlılığı için hızlı bir şekilde sonuç alınması yoluna gidilmelidir. Eğer gereken önlemler alınmaz ise ülkemiz bitki çeşitliliğinde büyük yer kaplayan bu güzel familyanın yok olması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle soruyoruz: Bir yudum keyfe değer mi? KAYNAKLAR Arditti, J., (1979). Aspect of the Physiology of Orchids, Advances in Botanical Research ed: Woolhouse H.W., Academic press, Londra, 7, 421–665. Arslan, N., (2010). Ankara ve Civarı Orkidelerinin Sistematik ve Korolojik Yönden İncelenmesi, (Yüksek lisans Tezi), Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Anabilim Dalı. Baytop, T.,& Sezik E., (1968). Türk salep çeşitleri üzerine araştırmalar, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Mecmuası, 4, 61- 68. Bulpitt, C.J., (2005). The Uses and Misuses of Orchids in Medicine. Occasional Paper. Q J Med; 98: 625-631. Deniz, İ.G., (2009). Antalya İli’nde Yayılış Gösteren Ophrys L. (Orchidaceae) Cinslerine Ait Türler Üzerine Taksonomik Bir Araştırma, (Doktora Tezi), Akdeniz Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Ekim, T., Koyuncu, M., Güner, A., Erik, S., Yıldız, B., & Vural, M., (1991). Türkiye’nin Ekonomik Değer Taşıyan Geofitleri Üzerine Taksonomik ve Ekolojik Araştırmalar. T.C. Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü. Ankara. 5-11. Güler, N., Gönüz, A., Hürkan, K.,& Döver, E., (2008). Çan (Çanakkale-Türkiye) İlçesi Doğal Yayılışlı Bazı Orchidaceae Taksonları Üzerine Gözlemler. Çanakkale İli Değerleri Sempozyumu 2008, Çan Değerleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 143-168. Kaya, Ö.N., (2009). http://www.gezegenimiz.com/NewsDetail.asp?idHaber=5567 (27.05.2009) Kreutz, C.A.J.,& Çolak, H.A., (2009). Türkiye Orkideleri, Rota yayınları, İstanbul, Pp: 848. Ramirez, S., Gravengeel, B., Singer, R.B., Marshall, C.R.,& Pierce, N.E., (2007). Dating the origin of the Orchidaceae from a fossil orchid with its pollinator. Nature, 448:1042-045. Renz, J., & Taubenheim G., (1984). Flora of Turkey and East Aegean İslands (Orchidaceae), ed: Davis P.H., Mill R., Tan K., Universty Pres, Edinburg, 8, 450-551. Sezik, E., (1967). Türkiye’nin salepgilleri ticari salep çeşitleri ve özellikle Muğla salebi üzerine araştırmalar, (Doktora tezi), İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi programı, 76 s. Sezik, E., (1969a). Muğla civarında salep elde edilen bitkilerin mahalli isimleri, İst. Ecz. Fak. Mec., 5, 77-79. Sezik, E., (1969b). Orchidaceae familyası bitkilerinin Türkiye’deki yayılışı, TÜBİTAK 2. Bilim Kongresi, 17-19 Kasım, Ankara. Sezik, E., (1969c). Muğla salebi’nin Menşei ve kalitesi, TÜBİTAK 2. bilim kongresi, 17-19 Kasım, Ankara. Sezik, E.,& Özer, Y.B., (1983). Kastamonu salebi’nin menşei ve Kastamonu civarının orkideleri, TÜBİTAK projesi, TBAG-424, Ankara. Sezik, E., (1984). Orkidelerimiz, Sandoz Kültür Yayınları., 166 s. Sezik E., (1988a). Trakya’da yetişen Orchidaceae türleri, Trakya florası sempozyumu bildiri özetleri, 5, Edirne. Sezik, E.,& Baykal. T., (1988b). Maraş salebinin menşei ve Maraş civarını Orkideleri, TÜBİTAK projesi, TBAG-664, Ankara. Sezik, E., (1991). Unknown side of Turkey- An Orchids Paradise, Imagine, 12, 11-15. Sezik, E., (2002). Türkiyenin Orkideleri ve Salep. Acta Pharmaceutica Turcica, 44: 151-157. Sezik, E., İşler, S., Güler, N., Orhan, Ç., Aybeke, M., Deniz, İ.G.,& Üstün, O., (2007). Salep ve orkidelerin tahribi, Tübitak araştırma projesi raporu, No: TBAG-ÇSEK/23 (103T008), Ankara, 107 s. Tamer, C.E, Karaman, B., Aydoğan, N.,& Çopur, Ö.U., (2009). Geleneksel Bir İçeceğimiz: Salep. II. Geleneksel Gıdalar Sempozyumu Kitabı (27-29 Mayıs 2009), Van. 1-4. BİYODİZEL UYGULAMALARINA BAKIŞ Ayla Nurcan ISSI * *A.Ü.Z.F. Bitki Koruma Bölümü Lisans Programı ÖZET Biyodizel, organik yağların baz ve alkolle karıştırılarak dizel yakıta çevrilmesi sonucu elde edilen üründür. İlk olarak 1900'lü yıllarda Rudolf Deisel, yer fıstığı yağıyla dizel motoru bir Dünya fuarında çalıştırmıştır. Böylece sebze yağının yakıt olarak kullanılabileceğini göstermiştir. Ancak petrolün revaçta olması nedeniyle bu çalışma ilgi görmemiştir. Peki biyodizele olan ihtiyaç ne zaman ortaya çıkmıştır. 1970'lere gelindiğinde petrol sıkıntısı nedeniyle alternatif enerji kaynakları aranmaya başlanmıştır. Bu arada Rudolf Deisel'in çalışması da gündeme gelmiştir. Bugün bu konuda çok fazla çalışma ve çok fazla tartışma yapılmaktadır. Günümüzde biyodizel uygulamalarına bakış, iki temel eksende yer almaktadır. Bunlar: ekonomik ve ekolojik bakış açılarıdır. Ekonomik bakış açısı, biyodizelin günümüzde artan benzin ve dizel fiyatlarına alternatif bir yakıt olarak kullanılması gerektiği şeklindedir. Bu görüşte olanlar biyodizelin kullanımıyla enerji sektöründe rekabetin artacağı ve akaryakıt fiyatlarında düşüşlerin olacağı tezini savunmaktadır. Biyodizelciler, üretimin tamamıyla yerli olabilmesi sebebiyle ithal bağımlılığı ortadan kalkabileceğini, yabancı kaynaklı enerjiye bağımlılığın azalmasıyla da ülke ekonomisinin kalkınmasına stratejik bir katkı sağlayacağını bildirmektedirler. Biyodizelin diğer olumlu yönleri; kırsal kesimin sosyo-ekonomik yapısında iyileşme ve yerel iş imkanı, göçün önlenmesine katkı, yeni iş imkanları yaratma, daha temiz yanma ürünleri nedeniyle sürdürülebilir gelecek ve toplum sağlığına katkı, imalat sanayinin gelişmesine katkı, doğal enerji kaynaklarının korunması, sürdürülebilir enerjiye destek, enerji tarımının (yağlı tohum tarımının) geliştirilmesi, sınırlı ve tüketilebilir enerji kaynaklarına alternatif, zararlı sera gazları emisyonunda azalma, hava kirliği ve toplum sağlığı risklerinde azalma şeklinde sıralanabilir. Ekolojik bakış açısı ise, biyodizelin temelde olumsuzluklara sahip bir enerji üretim faaliyeti olduğunu bildirmektedirler. Bu görüşe sahip olanlar tarım arazilerinde gıda üretimi için ayrılan arazilerin bir kısmının yağ bitkilerine ayrılması, gıdaya dayalı tarımsal üretimin azalmasına ve az gelişmiş ülkelerde gıda fiyatının artışına neden olacağı tezini savunmaktadırlar. Biyodizel için kullanılan soya, mısır, konola ve hatta buğdayın biyodizelde kullanılmasının, bu besinlerin gıda zincirinden çıkmasına neden olacağı ve ekmek dahil birçok temel besin fiyatlarının artacağını söylemektedirler. Biyodizel konusunda ekonomik ve ekolojik bakış açıları birlikte değerlendirildiğinde, biyodizelin enerji konusunda önemli bir alternatif olduğu, ancak salt ekonomik kaygılarla tek başına tüm enerji ihtiyacının biyodizelden karşılanması doğru bir yaklaşım olarak görülmemelidir. Biyodizel uygulamaların şeker pancarı örneğinde olduğu gibi insan gıdası olarak kullanılan gıdaların sekonder ürünlerinden biyodizel olarak yararlanması gibi hem çevreci hem de ekonomik yaklaşımlara öncelik verilebilir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Biyodizel, alternatif enerji GİRİŞ Ayçiçeği, kolza, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen bitkisel ve hayvansal yağların bir katalizör eşliğinde kısa zincirli bir alkol ile (metanol veya etanol) reaksiyonu sonucunda açığa çıkan ve yakıt olarak kullanılan yenilenebilir bir üründür. Evsel kızartma yağları, hayvansal yağlar ve algler de biyodizel hammaddesi olarak kullanılabilir. Hatta donmuş yağ ve balık yağı gibi hayvansal yağlarda biyodizel yakıt yapımında kullanılır. Biyodizel fiziksel ve kimyasal yapısından dolayı petrol kökenli dizel yakıtlarla benzerdir. Biyodizel; dizel motorlarla hem saf hem de petrol kökenli dizel yakıtlarla da belli oranlarda karıştırılarak da kullanılabilir. Bu karışımlar aşağıdaki örnekler gibi adlandırılır: B5 = %5 Biyodizel + %95 Dizel B20 = %20 Biyodizel + %80 Dizel B50 = %50 Biyodizel + %50 Dizel B100 = %100 Biyodizel Bitkisel yağ ve türevlerinin dizel yakıt olarak kullanımı düşüncesi aslında yeni bir fikir değildir. Dizel motorun mucidi Alman makine mühendisi Rudolf Christian Karl Diesel 1898 de Paris’de geliştirdiği motoru ilk fıstık yağı ile çalıştırmıştır. 1920’lere kadar bitkisel yağlar yakıt olarak kullanılmıştır. Bu yıllarda bir tür petrol artığı olan, dizel yakıtı gündeme gelmiştir ve dizel motorlar bu yakıtı kullanabilecek bir şekilde tasarlanmıştır. Fiyatının uygun olması, kolay bulunulabilir oluşu, devlet desteği ile petrol dizeli dizel yakıt olarak tercih edilmeye başlanmıştır. 1970’lere gelindiğinde yaşanan enerji krizinin etkisiyle de alternatif yakıt kaynağı olan biyodizel tekrar önemini kazanmıştır. 1980’lerde, alternatif yakıt olabilecek bitkisel yağların yüksek viskozite sorununun yağların metil alkolle reaksiyonu sonucunda metil esterlerine (biyodizele) dönüştürülerek giderildiği görülmüştür. Böylece biyodizel adı gündeme gelmiştir. Biyodizel üretimi son yıllarda çok fazla artış göstermektedir. 2005-2011 yılları arasındaki verilerde de ülkelerde fosil enerji kaynaklarının kullanımının hızla arttığı görülmektedir(şekil 1). Şekil 1. Dünya Biyodizelin olası Üretimi ve Hedefi Kaynak: http://foodwaste-oil.tripod.com/biodizel/id5.html Biyodizelin Üretimi Biyodizel, bitkisel yağlardan, hayvansal yağlardan, atık yağlardan, mum yağı ve alglerden üretilebilmektedir. Biyodizelin üretimi günümüzde çeşitli yöntemlerle olmakla beraber, günümüzde en çok kullanılan yöntem transesterifikasyon (alkoliz) yöntemidir. Transesterifikasyon tepkimesinde 1 mol trigliserid için 3 mol metanol kullanılır. Ürün olarak 3 mol yağ asidi metil esteri (biyodizel) ve 1 mol gliserol oluşur(şekil 2). Şekil 2. Transesterifikasyon Tepkimesi Kaynak: http://biyokure.org/biyodizel-uretimi/5425/ Biyodizel Üretiminde Kullanılan Hammaddeler Biyodizel üretimde kullanılabilecek yağ kaynakları: • Bitkisel Yağlar: Ayçiçek, Soya, Kolza, Aspir, Pamuk, Palm Yağları • Geri Kazanım Yağları: Bitkisel Yağ Endüstrisi Yan Ürünleri (Soapstock, Hurda Yağı) • Şehirsel ve Endüstriyel Atık Kökenli Geri Kazanım Yağları • Hayvansal Yağlar: Don yağları, Balık yağları ve Kanatlı yağları • Atık Bitkisel Yağlar: Kullanılmış yemeklik yağlar (Şekil 3). Şekil 3. Biyodizel üretiminde kullanılan hammadde kaynakları Kaynak: http://foodwaste-oil.tripod.com/biodizel/id1.html Türkiyede Biyodizel Türkiye biyodizel üretimiyle 2000 yılının başlarında gündeme gelmiştir. Üniversitelerdeki çalışmaların hızla gelişmesiyle beraber Bilim, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nda ‘Biyodizel Çalışma Grubu’ oluşturulmuştur. Kasım 2005 itibariyle Türkiye'de yıllık biyodizel üretimi, Gebze, Adana, İzmir, Ankara Kırıkkale, Bursa, Şanlıurfa, Polatlı, Tarsus bölgelerinde 50.000 tonu aşmış ve üretici sayısı 87'ye ulaşmıştır. Yeni tesislerle birlikte ve Enerji Verimliliği Kanunu'nun yürürlüğe girmesi ile yıllık üretim miktarının 200 bin tonun üzerine çıkabileceği tahmin edilmektedir. Ülkemizde biyodizel ile ilgili birçok çalışma bulunmaktadır. Özellikle üniversitelerde yapılan bilimsel çalışmalar çeşitli olup, biyodizel üreticilerine yol göstermektedir. Örnek verilecek olursa; İstanbul Teknik Üniversitesi ve Kocaeli Üniversitesi'nde kullanılmış yağlardan biyodizel üretimi, Sakarya Üniversitesi, Pamukkale Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi'nde kayısı çekirdeği, ayçiçeği, pamuk, fındık ve tütün yağlarından biyodizel üretilmiştir. Biyodizelin Avantajları Biyodizelin birçok önemli avantajları bulunmaktadır. Bunlar; 1)Akaryakıt fiyatlarının pahalı olduğu ülkelerde (örneğin Türkiye gibi) yakıt olarak kullanılması rekabeti arttıracağından benzin ve dizelin fiyatlarının düşmesini sağlar. 2) Yabancı kaynaklı petrole bağımlılığımızın azaltmasını ve ülkeye ekonomik ve stratejik katkı sağlaması, 3)Çevre dostu olması, 4)Sera gazları emisyonunu azaltması, 5)Sürdürülebilir enerjiye destek, 6) Hava kirliliği ve toplum sağlığı risklerinde azalma 7)Petrol dizelin depolanma koşullarında depolanabilir. 8)Motorun yağlanmasına yardımcı olup, aşınmasını geciktirir böyle olduğundan motorun ömrünü uzatır. 9)Doğal enerji kaynaklarının korunmasını sağlar. 10)Dizelden daha güvenli yakıttır. 11)Zehirli değil ve parlama noktası dizele göre daha yüksek dolayısıyla kaza sonucunda patlama ve parlama olasılıkları düşüktür. Biyodizelin Dezavantajları 1)Viskozitesi daha yüksektir. 2)Soğuk hava şartlarından petrodizele göre daha çabuk etkilenir. Bu durum biyodizelin soğuk iklim bölgelerinde kullanımını sınırlandırıcı bir faktördür. Bunu aşabilmek için B20 (% 20 biyodizel ve % 80 dizel karışımı) kullanım formu tercih edilmektedir. 3)Azot oksit emisyonunu arttırır. 4)Oksitlenmeye karşı eğilimi fazladır. 5)Yüksek viskoziteye sahip olmasından dolayı yakıt filtresini tıkayabilir. 6)Motorda az miktarda güç azalmasına yol açar. 7)Standart dizel yakıtlar gibi her yerde bulunmamaktadır 8)Biyodizel emisyonlarında nitrojen oksit miktarının artması. 6. Biyodizelin Tüketim Alanları Biyodizel sahip olduğu özellikler bakımından, alternatif yakıtın dizel motorlarının dışında da yakıt olarak kullanılabilmektedir(Jeneratör, kalorifer, soba, fener ve diğer ısıtıcılarda, model uçaklarda vb.). Yeraltı madenciliğinde, sanayide (gıda işleme sanayii de dahil) kullanımı önerilmektedir. Ülkemizde biyodizel çok soğuk bölgelerimizin dışında dizelin kullanıldığı her alanda kullanılabilecek bir yakıttır. Biyodizel motorin yakıtı yerine motorlu kara taşıtları ve deniz taşıtları gibi ulaştırma sektörünün yanı sıra, konut ve sanayi sektörlerinde de belirli karışım oranlarında yakıt olarak da kullanılabilmektedir. SONUÇ Enerji sektörü bir ülkedeki tüm ticari kaynakların yapıtaşı durumundadır. Enerjinin karşılandığı fosil kökenli kaynakların azalmaya başlamasıyla alternatif enerji kaynakları aranmaya başlanmıştır. Ülkemiz, tarıma elverişli topraklara sahip olduğu için biyodizel kullanımı alternatif yakıt seçeneklerinin başında gelmektedir. Ancak biyodizel üretiminde ayçiçeği, soya, kolza, aspir, pamuk gibi yağlı tohuma sahip ve aynı zamanda insan gıdası zincirinde yer alan bitkilerin tercih edilmesi dolaylı olarak gıda fiyatlarını olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle bu bitkilerin geniş alanlarda tarımlarının yapılması yerine alternatif biyodizel kaynaklarına öncelik verilmesi daha uygun olacaktır. Örneğin, biyodizel üretiminde atık yağlar vb. değerlendirilmesi hem ekolojik hem de ekonomik yönden çok daha önemlidir. KAYNAKLAR http://www.eie.gov.tr/yenilenebilir/biyodizel.aspx http://www.biyoyakit.net/index.php?option=com_content&task=view&id=13&Itemid=27 http://www.biyosistemmuhendisligi.net/biyodizelin-tarihi-gelisimi/ http://biyokure.org/biyodizel-uretimi/5425/ http://www.albiyobir.org.tr/trde_b.htm http://foodwaste-oil.tripod.com/biodizel/id1.html http://foodwaste-oil.tripod.com/biodizel/id5.html TÜRKİYE’DE MAĞARA EKOSİSTEMLERİNİ TEHDİT EDEN UNSURLAR Ayşe Merve Karöz, Meryem Genç, Deniz Atasoy, Ayşe Gündüz Kırıkkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Yahşihan, Kırıkkale aysekaroz@hotmail.com ÖZET Çok sayıda omurgasız ve omurgalı canlı türüne ev sahipliği yapan mağara ekosistemleri izole alanlar olarak bilinmektedir. Ancak mağaraların insanlar tarafından bilinçsiz olarak kullanılması bu özel alanların bozulmasına neden olmakta ve burada yaşayan türlerin de varlığını tehdit etmektedir. Yaşam alanı olarak ilk tercihi mağara olan yarasalar bu canlı türlerinin başında gelmektedir. Türkiye’ de 1 tanesi meyve 37 tanesi böcekle beslenen toplamda 38 yarasa türü yayılış göstermektedir. Bu çalışma ile yakın zamana kadar yarasa türlerinin bulunduğu mağaraların turizme açıldığı, taş ocakları olarak kullanıldığı, kaçak definecilik yapıldığı ve çöplük ya da hayvan barınağı olarak kullanılması sonucu iç kısımlarının tahrip edildiği görülmüştür. Ayrıca besin piramidinde de önemli yeri olan mağaraların korunması için bazı öneriler ileri sürülmüştür. GİRİŞ Yüzeye açılımları olan ve en az bir insanın sürünerek girmesine olanak verecek genişlik ve yüksekliğe sahip yer altı boşluklarına mağara denir. Mağaralar giriş zonu, alacakaranlık zonu, orta zon ve karanlık zon olmak üzere 4 kısma ayrılmaktadır. Karadeniz, Marmara bölgesi ve kısmen Ege bölgesi’nin yapısında volkanik çakıl taşları olduğu için bu bölgeler mağaralar açısından oldukça fakirdir. Ancak, Akdeniz, Güneydoğu ve Doğu bölgelerinin yapısı kireçtaşı olduğu için mağara oluşumu oldukça fazladır. Kayıtlara göre Türkiye’nin % 40’ı karsifikasyon için uygundur ve 6 bölgeye ayrılmış olan karstik kısımlarda mağara oluşumu mümkündür (Nazik ve ark., 2005). Çok sayıda omurgasız ve omurgalı canlı türüne ev sahipliği yapan mağara ekosistemleri izole alanlar olarak bilinmektedir. Ancak mağaraların insanlar tarafından bilinçsiz olarak kullanılması bu özel alanların bozulmasına neden olmakta ve burada yaşayan türlerin de varlığını tehdit etmektedir. Yaşam alanı olarak ilk tercihi mağara olan yarasalar bu canlı türlerinin başında gelmektedir. Türkiye’ de 1 tanesi meyve 37 tanesi böcekle beslenen toplamda 38 yarasa türü yayılış göstermektedir. Bu çalışma ile yakın zamana kadar yarasa türlerinin bulunduğu mağaraların turizme açıldığı, taş ocakları olarak kullanıldığı, kaçak definecilik yapıldığı ve çöplük ya da hayvan barınağı olarak kullanılması sonucu iç kısımlarının tahrip edildiği görülmüştür. MATERYAL VE METOT Bu çalışma 2001-2012 yılları arasında Türkiye’nin çeşitli illerinde yayılış gösteren yarasalar ile ilgili proje için mağaralara gidildiğinde alınan kayıtlara dayanmaktadır. BULGULAR VE TARTIŞMA Eski kayıtlara göre 20000 birey ve 7 yarasa türüne (Rhinolophus ferrumequinum, R. mehelyi, R. blasii, Myotis myotis, M. blythii, M. capaccinii ve Miniopterus schreibersii) sahip olması ile Balıkesir ilindeki İnboğazı mağarası en büyük mağara populasyonunu içinde barındıran yer olarak bilinmektedir. Buna rağmen bu mağara baraj inşaatı nedeniyle sular altında kalmıştır ve yarasalar için yapay bir mağara inşaat edilmiştir. Ekim 2010 yılında yapay mağarada 100 bireylik bir koloni görülmüştür. Mağaraya bağımlı yarasalar vandalizm nedeniyle mağdur edilmişlerdir. Ziyaretçiler, hibernasyon (kış uykusu) yerinde binlerce yarasanın ölüme neden olabilmektedir. İnsanlar yarasaları uyandırabilir; bunu yapmak, onlara kış boyu için gereken enerjinin zamansız kullanmasına neden olmaktadır. İnsanın tek bir rahatsız edici hareketi genç yarasaların ölmesine neden olabilir çünkü rahatsız edilen annelerin yavrularını düşürmelerine neden alacaklardır. Karayolları, su depoları ve diğer geliştirme inşaatları mağara ekosistemlerini tehdit edebilmektedir. Dikkatlice planlanmamış ve yapılı değilse, bu faaliyetler, su ve hava akışı mağaranın ortamını değiştirebilir. Su baskını; mağara geçitlerinin ve odalarının çöküşüne neden olabilir. Bazen turistler ve kaya koleksiyoncuları tarafından kırılan oluşumlar onarılamaz hasara neden olur ve bunun farkında değildirler. Sonuç olarak mağara ekosistemini tehdit eden unsurlar: 1. Mağaraların hayvan barınağı ya da atık su direnajları gibi kullanılması 2. Mağaraların ya da mağara girişlerinin çöplük olarak kullanılması 3. Mağaraları hazine avcılığı yüzünden tahrip edilmesi 4. Yol yapımı ve mermer ocağı olarak kullanılması 5. Yaşam alanı olarak kullanılması 6. Mağara turizmi 7. Baraj inşaatı KAYNAKLAR Albayrak, İ. 1990. Doğu Anadolu yarasaları (Mammalia: Chiroptera) ve yayılışları. Doğa-Tr. J. of Zoology. 14: 214-228. Albayrak, İ. 1993. Batı Anadolu yarasaları ve yayılışları (Mammalia: Chiroptera). Doğa-Tr. J. of Zoology. 17: 237-257. Albayrak, İ. 2003. The bats of the Eastern Black Sea region in Turkey (Mammalia: Chiroptera). Turk J. Zool. 27: 269-273. Aşan N, Albayrak İ, 2011. Taxonomic status of Myotis myotis (Borkhausen, 1797) and Myotis blythii (Tomes, 1857) in Turkey (Mammalia: Chiroptera). Turk J Zool, 35: 357-365. Benda, P. and Horacek, I. 1998. Bats (Mammalia: Chiroptera) of the Eastern Mediterranean. Part 1. Review of distribution and taxonomy of bats in Turkey. Acta. Soc. Zool. Bohem. 62: 255- 313. Lütfi NAZİK MTA Genel Müdürlüğü, Jeoloji Etütleri Dairesi Kars ve Mağara Araştırma Birimi, Ankara Nazik L., Törk K., Tuncer K., Özel E., İnan H., Savaş F. 2005. The Caves of Turkey. National Cave Days Symphosium, 24-26 June 2005, Beyşehir, Konya, pp. 31-46 Simmons N.B, 2005. Order Chiroptera. In, Wilson DE, Reeder DM (Eds.): Mammal Species of the World. A Taxonomic and Geographic Reference. 3rd ed. 500-518, The Johns Hopkins University Press, Baltimore.. Yavruyan, E., Rakhmatulina, I., Bukhnikashvili, A., Kandaurov, A., Natradze I., Gazaryan S. 2008. Bats conservation action plan for the Caucasus. Universal, Tiblis, 87 p. http://www.aspeg-tr.org/download/documents/magara_canlilari.pdf http://www.fws.gov/asheville/pdfs/TNcaves.pdf ANTHOCORIDAE FAMILYASI VE EKOLOJIK ÖZELLIKLERI 2 Miray Durlu Külbaş Avni Uğur3 Özet Anthocoridae familyası Arthropoda şubesi içerisinde en geniş familyayı oluşturmaktadır. Bu familyaya bağlı 500-600 türün çoğu predatör veya zoofag özelliktedir, ancak birkaç tür yalnızca fitofag veya myrmecofil özelliktedir. Bazı anthocoridler ise Entegre Zararlı Yönetimi (IPM) programlarında yer alan biyolojik mücadele ajanları (Predatör grubu) olarak kullanılmaktadır (Saulich vd., 2009). Ancak bu predatör türlerden bazıları az miktarda bitki ile de beslenebilmektedir (Orius insidiosus, Orius pallidicornis) (Lattin, 1999). Bu familyaya bağlı predatör türler arasında Anthocoris nemorum (L.), A. confusus Reut., Orius minutus (L.), O. vicinus (Rib.), O. majusculus (Reut.) sayılabilmektedir. Bazı kokular Anthocoridae familyası için önemli olabilmektedir. Kabuklu bit Matsucoccus josephi Bodenheimer&Harpaz’ın seks feromonu, onun özel predatörlerinden biri olan Elatophilus hebraicus Pericart erginlerine güçlü bir kairomon özellik göstermektedir. Psylla spp.’nın armuttta beslenmeleri sonucu armut ağaçlarının uçucu bileşikler üretmesi teşvik edilmekte; bu da belirli Anthocorid türlerini (Anthocoris) cezbetmektedir (Yanık vd., 2004). Özellikle Anthocorinae altfamilyasına bağlı türlerin erginleri tipik olarak ılık bölgelerde kışlamaktadır. Ancak Tetraphleps abdulghanii, Temnostethus pusillus, and T. gracilis (Anthocorinae)’de görülen embriyonik diyapoz ile Xylocoris (Lyctocorinae)’in bazı türleri ve Lyctocoris campestris’te tüm mevsimler boyunca görülen sürekli gelişme, bilinen bir istisna olarak kabul edilmektedir. Özellikle Anthocoris ve Orius cinsine bağlı türlerde kışlamadan önce çiftleşme görülmekte ve yalnızca dişiler kışı atlatmaktadır. Bu durum genel anlamda böceklerde ve Heteroptera takımında görülen ve çok yaygın olmayan bir özelliktir. Pek çok Anthocorid tür ılık bölgelerde yılda pek çok döl vermeleri (bazı durumlarda 8 döle kadar çıkabilmektedir) nedeniyle multivoltindir. Döl sayısı, kuzeye doğru gidildikçe yılda 1’e kadar düşebilmektedir. Multivoltin türlerde mevsimsel gelişme temelde gün uzunluğu ve sıcaklık tarafından kontrol edilmektedir. Ilık bölgelerdeki tüm multivoltin özellikteki Anthocorid türü dişilerinin uzun gün koşullarında üremekte olduğu; kısa gün koşullarında ise diyapoza girdikleri saptanmıştır. Güneye doğru gidildikçe fotoperiyodizmin etkilerinin daha da hafiflediği görülmüştür. Bazı popülasyonların özellikle daha yüksek sıcaklıklarda kısa gün koşullarında bile diyapoza girmedikleri belirlenmiştir. Bazı türlerin ovipozisyon dönemine girmeleri için birkaç hafta düşük sıcaklığa maruz kalmaları gerektiği belirtilmektedir. Kanat şekli ve renkte meydana gelen polimorfizm bu familyada nadiren görülmekte, çevresel ve mevsimsel koşullarla hiç değişiklik göstermemektedir. Ayrıca belli mevsimsel göçler ve kümelenme davranışı Anthocoridae familyasında hiç bildirilmemiştir. Yaz diyapozu bu familya için çok yaygın değildir, ancak sadece Tetraphleps abdulghanii’de görüldüğü bildirilmiştir. Konukçu bitkilerdeki mevsimsel değişikliğin Anthocoris nemoralis ve A. nemorum’un bazı popülasyonlarında görülmesi de Heteroptera takımı için yine yaygın olmayan mevsimsel bir adaptasyondur. Anthocoridlerin kış diyapozuna girmeden gelişim göstermesi, arthropod zararlılarla biyolojik mücadelede umut vaadedici olduğunu ortaya koymaktadır (Saulich vd., 2009). Giriş Yirminci yüzyılın başından itibaren konvansiyonel tarımın yaygınlaşmasıyla birlikte tarımsal üretimde ekonomik kayıplara neden olan zararlı organizmalarla yapılan mücadele faaliyetleri daha büyük bir önem kazanmıştır. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra yeşil devrimle ile birlikte dünyada yoğun bir pestisit kullanımı ortaya çıkmıştır. Fakat bitki koruma ilaçlarının çevre ve insan sağlığı üzerindeki zararları görülmeye başlanmıştır. Bu nedenle günümüzde kimyasal mücadeleye alternatif metotlar önem kazanmıştır. Bu metotlardan biri de Biyolojik Mücadele’dir. Biyolojik mücadelede kullanılan faydalı böcek grupları predatör ve parazitotlerdir. Anthocoridae familyası ise önemli predatör türleri kapsamaktadır. 2 3 Araş. Gör.-Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü 06110 Keçiören-ANKARA Prof. Dr.- Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü 06110 Keçiören-ANKARA Habitatları Anthocoridae familyasına bağlı türler küçük korsan böcekler veya çiçek böcekleri olarak anılmaktadır. Bu türler çeşitli doğal ve dengenin sağlanmadığı habitatlarda yer alır ve dünyanın her tarafında rastlanmaktadır. Birkaç tür dışında hemen hepsi predatördür, çeşitli taksonomik gruplardan küçük ve yumuşak vücutlu artropodlarla beslenmektedir. Anthocoridler, seralar, ormanlar, süs bitkileri, bahçeler ve tahıl alanlarını kapsayan çok çeşitli habitatlarda zararlı arthropodlarla biyolojik mücadele uygulamalarına katkıda bulunmaktadır (Anonymus. 2014). Özellikle kıtalarda olmak üzere okyanus adalarını da içeren dünyanın her tarafına yayılmış 400 ila 600 arasında türü kapsayan Anthocoridae familyası, Heteroptera takımının Cimicoidea üst familyasında Cimicidae, Plokiophilidae, Polyctenidae, Lasiochilidae ve Lyctocoridae familyaları ile birlikte yer almaktadır. Küçük boyludurlar (1.4-4.5 mm) ve çeşitliliğin çok olduğu habitatlarda yaygın olarak bulunurlar (Yanık vd. (2004)’e göre Lattin, 1999). Biyolojik Özellikleri Çiftleşme sonrası anthocoridler ergin olarak kışlamaktadırlar. Kışlayan dişiler genellikle sayı olarak erkeklerden çoktur. Kışlama yerleri bitkilerin sap ve gövdesindeki oyuklar, ölü yaprak altları ve Acer pseudoplatanus (Bergahorn) gibi ağaçların kabuk altları gibi kuytu yerlerdir. Kışın sıcaklığın yeterli olduğu günlerde bazen aktif olup beslenebilirler. Kışlamadan çıkışta, anthocoridler Salix spp. gibi erken çiçek açan ağaçlarda toplanırlar ve çiçeklerin arasında bulunan küçük böcekler ile beslenirler. Ara sıra da polen önemli olabilir (özellikle Orius spp. için). Kışlayan dişilerin ömür uzunluğu hem doğada hem de laboratuvarda çok değişken olarak belirlenmiştir. Kışlamadan çıkan bireylerin preovipozisyon süresi yaklaşık 2-3 haftadır (Yanık vd., 2004’e göre Hodgson ve Aveling, 1998). Anthocoris nemoralis (F.) çiftleştikten sonra 3 gün içinde ilk yumurtasını bırakabilmektedir. Bazı Anthocoris türlerinin preoviposizyon süresi ise: Anthocoris antevolens White’in 13-14 gün, A. sarothamni D.&S.’nin 5-7 gün, A. tomentosus Pericart’un 10-11 gün ve A. whitei Reut.’nin 5 gün sürebilmektedir (Yanık vd., 2004’e göre Horton ve ark., 2000). Anthocoridler yumurtalarını avlarının bulunduğu konukçu bitkilerin epidermisine beyaz operkulum dışarıda kalacak biçimde gömerek bırakırlar. Genellikle daha genç bitki dokuları tercih edilmektedir. A. nemorum dişi başına toplam olarak 200’ün üzerinde yumurta bırakabilmektedir (Yanık vd., 2004’e göre Hodgson ve Aveling, 1998). Biyolojik Mücadelede Yeri Doğada var olan canlı baskı unsurlarının zararlı popülasyonları üzerindeki etkinliğinin korunması ve arttırılması yönünde yapılan uygulamalardır. Bu mücadele yöntemi doğal dengeyi koruyucu, çevre ve insan sağlığına zararsız, diğer savaş yöntemlerinden daha ekonomik, dayanıklılık riski bulunmayan ve sürdürülebilir bir yöntemdir (Anonim, 2014). Biyolojik mücadelede kullanılan doğal düşmanlar arasında predatörler ve parazitoitler gelmektedir. Anthocoridae familyası ise önemli predatör türleri kapsamaktadır. Bu familyaya bağlı predatör türler arasında Anthocoris nemorum (L.), A. confusus Reut., Orius minutus (L.), O. vicinus (Rib.), O. majusculus (Reut.) sayılabilmektedir (Yanık vd., 2004). Anthocoridler, yüksek arama kabiliyeti, güçlü kümeleşme davranışı ve av yoğunluğundaki değişikliklere popülasyonunu değiştirerek hızlı bir şekilde tepki vermesi ile tanınmaktadırlar (Shaltiel vd., 2004). Bu özellikler de anthocoridleri biyolojik mücadelede ön plana çıkarmaktadır. Günümüzde gerek örtü altı gerekse açık alanlarda yapılan biyolojik mücadele çalışmalarında salımı yapılan türler arasında çoğunlukla Orius ve Anthocoris cinsine bağlı türler bulunmaktadır. Yapılan bu uygulamalardan da elde edilen başarı oranı oldukça yüksektir. Predatör olarak Olumlu ve Olumsuz özellikleri Avcının biyolojik mücadelede kullanılmak üzere bazı avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Bu durum avcının etkinliğini önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Anthocoridlerin olumlu özellikleri arasında bütün dönemlerini daha küçük avları yakalamada çok başarılı olması, hareket yeteneklerinin gelişmiş olması ve tercih ettikleri avlarının popülasyon değişimlerine hızlı tepki gösterebilmesi sayılabilmektedir. Ayrıca Anthocoridler kış diyapozuna girmeden gelişim göstermektedir (Yanık vd., 2004). Bu durum da laboratuvarda salımı yapılmak üzere kitle üretimi yapılan Anthocoridlerin sürdürülebilirliğini sağlamaktadır. Olumsuz özellikleri arasında ise besin ve av popülasyonun az olduğu durumlarda kannibalizm görülmesi (Yanık vd., 2004), gelişme süresinin uzun olması ve predatör türlerden bazılarının az miktarda bitki ile beslenmesi (Orius insidiosus, Orius pallidicornis) (Lattin, 1999) bulunmaktadır. Salım Çalışmaları Armut bahçelerine anthocoridlerin yapay olarak getirilmesiyle doğal kontrolün sınırlandırılması, biyofabrikalardan anthocoridlerin satın alınmasına dolayısıyla doğru bir biyolojik mücadelenin uygulanmasına yol açar. Kritik dönemlerde predatörün çok sayıda varlığının sağlanmasının amacı, doğal olarak gerçekleşen predatörün üreme mekanizmasını biraz gecikme ile tahmin etmektir. Predatörlerin salımı Nisan’ın başı Mart’ın sonu arasında kış sonu gerçekleştirilir. Örneğin; armut bahçesinde hektar başına birbirini takip eden 3 haftalık salımlar şeklinde yaklaşık 1000 adet A. nemoralis ergini yerleştirilir (Civolani, S., 2012). Sonuç Sürdürülebilir tarım uygulamalarında, zararlılarla mücadelede biyolojik mücadele uygulamaları son derece önemlidir. Çünkü biyolojik mücadelenin insan ve çevreye hiçbir olumsuz etkisi bulunmamaktadır. Bu kapsamda Anthocoridae familyasına bağlı predatör türler ile yapılan biyolojik mücadelede önemli aşamalar kaydedilmiştir. Bu familyaya bağlı türler oldukça küçük türlerdir ve pek çok ekosistemde predatörlerin yer aldığı faunanın önemli elemanları olarak bilinmektedir. Biyolojik mücadele çalışmalarına son yıllarda artan ilgi Anthocoridae familyasına verilen önemin daha da artmasına neden olmuştur. (Schaefer, C. W. (2000)’e göre Carayan, 1961, Lattin, 1999). Kaynakça Lattin, D., J., 1999. Bionomics of Anthocoridae, Annual Review of Entomology, Vol. 44, pp: 207231. Schaefer, C. W., Panizzi, A. R., 2000. Heteroptera of Economic Importance, pp: 60-608, United Sates of America. Shaltiel, L., Coll, M., 2004. Reduction of Pear Psylla Damage by the Predatory Bug Anthocoris nemoralis (Heteroptera: Anthocoridae): The Importance of Orchard Colonization Time and Neighboring Vegetation, Biocontrol Science and Technology, Vol. 14, No. 8, pp: 811-821. Yanık, E., Uğur, A., 2004. Anthocoridae Familyasının Biyolojisi, HR.Ü.Z.F. Dergisi, 8(1): pp: 5963. Saulich, A., K., D. L. Musolin,., 2009. Seasonal development and ecology of anthocorids (Heteroptera, Anthocoridae), Volume 89, pp 501-528. Civolani, S., 2012. The Past and Present of Pear Protection Against the Pear Psylla, Cacopsylla pyri L., Insecticides - Pest Engineering, pp. 385-408, Italy. Anonymus, 2013. Web sitesi. http://soilcropandmore.info/crops/Wheat/Insects/bioinfo.htm. Erişim Tarihi: 29 Şubat 2013. Anonim, 2014. Web sitesi. http://www.agri.ankara.edu.tr/bitkikoruma/1397__SAVASIM_5.pdf. Erişim Tarihi: 20 Şubat 2014. Anonymus, 2014. Web sitesi. http://www.springerreference.com/docs/html/chapterdbid/89762.html. Erişim Tarihi: 15 Şubat 2014. FASULYE (Phaseolus vulgaris), BEZELYE (Pisum sativum) VE BAKLA (Vicia faba var. major) TÜRLERİNDE SUTUT POLİMERİNİN TOHUM VE BİTKİ GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI Seher Yıldız MADAKBAŞ1 Hakan BAŞAK1 Aslı AKILLI2 Mehmet Samet ÖNAL1 Berrak DÜNDAR1 1 Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Kırşehir,Türkiye Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, Kırşehir, Türkiye Sorumlu yazar: seheryldzmadakbas@gmail.com 2 ÖZET: Kuraklığa karşı tarımda alternatif çözümlerin arandığı son yıllarda toprağın sututma kapasitesini artıran potasyum temmeli su tutucu polimerler kullanılmaya başlanmıştır. Çalışmamızda da özellikle kuraklığa çok duyarlı olan fasulye, bezelye ve bakla sebze türlerinde sutut polimerinin farklı dozları ve uygulama biçimlerinin bitki gelişmi üzerine etki şekillerini ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Bunun için laboratuvar koşullarında üç deneme yürütülmüştür. Denemeler tesadüf parselleri faktöriyel deneme düzenine göre 3 tekrarlamalı olarak kurulmuştur. Stockosorb® 400 K granüllü sutut polmeri tohuma ve bitki köklerine enjeksiyonla uygulanmıştır. Birinci denemede fasulye, bezelye ve bakla türleri farklı dozlarda sutut (1g, 2g, 3g, 4g, 5g, 6g) ile muamale edilmiş ve kontrol (sututla muamele edilmemiş tohumlar) tohumları torf içeren saksılara ekilmiştir. Ekimden sonra uzun aralıklarla (4-5 gün) sulama yapılmıştır. İkinci denemede saksıda yetiştirilen fasulye, bezelye ve bakla türlerinin kök bölgesine enjeksiyonla farklı dozlarda (1.5g, 2g, 2.5g, 3g, 3.5g, 4g) sutut uygulanmıştır. Kontrol bitkilerin kök bölgesine enjeksiyonla sutut uygulaması yapılmamıştır. Kök bölgesine sutut uygulamasından önce saksıda yetiştirilen bitkiler 34 gün aralıkla sulanırken, sutut uygulamasından sonra 6-7 gün aralıklarla sulanmıştır. Üçüncü denemede çimlendirme kaplarında üç sebze türünde tohumlara uygulanan farklı sutut dozları (1g, 2g, 3g, 4g, 5g, 6g) ve kontrol tohumlarıyla birlikte çimlenen tohum (gün) ve çıkış yapan tohuma (gün) bakılmıştır. Saksı denemelerinde tohuma sutut uygulaması ve kök bölgesine enjeksiyonla sutut uygulamasında, çıkış yapan tohum (gün), bitki boyu (cm), gövde kalınlığı (mm), yaprak rengi, yaprak sayısı (adet), yaprak genişliği (cm), yaprak uzunluğu (cm), kök sayısı (adet) ve kök uzunluğu (cm) gözlemleri ve ölçüm değerleri alınmıştır. Bu gözlemler sonucunda, fasulye, bezelye ve bakla türlerinde uygulanan sutut dozları bakımından türler içerisinde P≤ 0.05 seviyesinde bir farklılık görülmemiştir. Fakat üç tür arasında sutut uygulanış şekilleri ve alınan gözlemler bakımından P≤ 0.05 seviyesinde önemli bir farklılık belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Fasulye (Phaseolus vulgaris), bezelye (Pisum sativum), bakla (Vicia faba var.major), sutut polimeri, uygulama şekli, kuraklık, tohum, bitki gelişimi Çanakkale Kepez Sahilinin Arka Sahil Kısmından Vertikal Olarak Alınan Örneklerin Ortalama Kum Tane Büyüklüğü ile ilgili Araştırma 1* Burak Özdemir , Mustafa Eray Bozyel1, Elif Merdamert2,Şükran Yalçın Özdilek2 1 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji ABD, Çanakkale 2 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Çanakkale *ozdemirburak221@gmail.com ÖZET; Kepez sahil bölgesinde yapılan vertikal ortalama kum tane büyüklükleri konulu çalışmada; kum tane büyüklükleri ile ortalama arasındaki farkı ve mesafe ile doğrulanmış kum tane büyüklükleri arasındaki ilişkiyi anlamak amaçlanmıştır. sahilden 10 istasyondan alınan kum örnekleri laboratuvar ortamında üçlü elek sisteminden geçirilip veriler toplanmıştır. Bu veriler ışığında X2 testi, regrestion testi yapılmıştır. Bu test sonuçları grafik haline getirilmiş ve doğrulanmış ortalama kum tane büyüklüklerinin farklı olduğu, mesafe ile ortalama kum tane büyüklükleri arasında bir ilişki olmadığı anlaşılmıştır. Anahtar kelimeler: Ortalama Kum Tane Büyüklüğü, Kepez sahili, Arka sahil GİRİŞ; Okyanus ve denizlerin dibini örten sedimentlerin vertikal ve horizontal yönlerdeki dağılışlarını kontrol eden birçok faktör bulunmaktadır. Bu yüzden dağılımın yüksekliği ve yapısı bölgeden bölgeye ve derinliğe bağlı olarak sürekli değişiklik gösterir. Dolayısıyla okyanus ve denizlerin dipleri bulunduğu bölgenin konumu ve koşullarına göre birbirinden farklı sediment tipleri ile örtülmektedir. Morfolojileri baz alındığında sedimentler çok değişik yapıya sahip olabilirler. Morfolojik özelliklerden biri olan boy mikrondan başlayıp metreye kadar büyüyebilir. Büyüklükleri açısından bakılınca sedimentler büyükten küçüğe sıralanacak şekilde Kaya, İri Çakıl, Çakıl, Kum, Silt ve Kil şeklinde 6 gruba ayrılır. Değişken morfolojik yapıya sahip olan sedimentler doğada en çok küresel, yuvarlak, köşeli formlarda bulunur (Geldiay ve Kocataş, 1999). Ortalama sediment tane büyüklüğü, ortamdaki suyun sedimentleri taşıma kapasitesinin belirlenmesinde, sudaki çözünmüş oksijen miktarını azaltarak sudaki yaşamı kısıtlama, balık yumurtalarını örterek balıkların çoğalmasını engelleme gibi olaylara neden olduğu için önemlidir (Oğuz, 2010). Vertikal olarak toplanan örneklerin kum tane büyüklükleri arasında bir fark olup olmadığının araştırılması ve mesafe ile ortalama kum tane büyüklüğü arasındaki ilişkiyi ortaya koyma amacıyla bu çalışma yapılmıştır. MATERYAL VE YÖNTEM Çalışma alanı; Çanakkale’nin kepez sahilinde yapıldı(Şekil 1.1). Kepez sahili Çanakkale ilinin girişinde olup, Çanakkale boğazından etkilenen rüzgar alan bir sahildir. Antropojenik etkiler nedeniyle sahil kirliliği yüksek seviyededir. Sahilde örnekleme yapılan yer Şekil 1.2’de işaretlenmiştir. Şekil 1.1:Çanakkale kepez sahilinde çalışmanın yapıldığı alan Şekil 1.2: Çanakkale kepez sahili örnekleme sahası (http://maps.google.com/) (11 Kasım 2011) 2011 yılı ekim ayında yapılan arazi çalışmalarında kepez sahilinde belirlenen 600 cm’lik bir alanda vertikal olarak 10 kesimden, yüzeyden kürekle toplam 10 kum örneği alındı (Tablo1). Kum örnekleri 1000 µ, 250 µ, 63 µ göz açıklı eleklerden el ile sırasıyla geçirilmiştir. Daha sonra bu eleklerde kalan kum örnekleri hassas terazide darası alınmış kaplarda tartılarak gramajlar kaydedildi Ortalama sedimen tane büyüklüğünü (OSTB) hesaplamak için önce kuru ağırlık yüzdesi alındı. Bunun için A=X*100/T formulü kullanıldı (A:yüzde sonucu, X:kuru ağırlık (gr), T:Toplam ağırlık). Daha sonra edinilen yüzde değeri alındığı elekteki göz açıklığı ile çarpılarak bu şekilde hesaplanan diğer yüzdelerle toplanıp yüze bölünmesi ile ortalama sediment tane büyüklüğü hesaplanmıştır. Bu işlem her istasyon örneği için tekrarlandı El ile eleme yapılmış ölçüm verilerinde oluşabilecek hataları önlemek amacıyla veriler doğrulama faktörü adı verilen Y=0.9387x+2.8008 formül ile doğrulandı. Doğrulama faktörü bir örneğin hem makinede hem elle elenmesi sonucu verilerinin arasında regresyon testine tabi tutulması ile oluşan korelasyon çizgi eğimi ile elde edilir. On istasyondan alınan kum örneklerinde kum tane büyüklükleri arasındaki farkı anlamak için 2 X testi yapıldı (Kirkman, 1996). Mesafe ile ortalama kum tane büyüklüğü arasındaki ilişkiyi ortaya koyma amacıyla regresyon testi yapılmıştır(Kirkman, 1996). Her iki testte de güven aralığı %95’dir. BULGULAR VE TARTIŞMA 10 İstasyondan alınan örneklerin OSTB ile OSTB degerlerinin ortalaması arasında yüksek fark içeren bazı sonuçlar Tablo 1’de vardır. Vertikal olarak örnek alınan sahil kesiminde mesafe ilerledikçe sediment büyüklüklerinin çeşitli faktörler nedeniyle büyümesi ya da küçülmesi gerekir. Ancak Tablo 1’deki ortalama kum tane büyüklüğü değerlerinin mesafe ile doğrusal bir değişkenlik göstermediği görülmüştür. Bu nedenden ötürü mesafe ile ortalama kum tane büyüklüğü arasındaki ilişkinin oransız olması beklenir. Alınan kum örneklerinde ortalama sediment tane büyüklükleri ve bu büyüklüklerin ortalama değerlerine göre ilişkiyi anlamak için X2 testi yapılmıştır. Buradaki değerlerin aynı olma olasılığı yoktur. Ortalama kum tane büyüklükleri arasında fark vardır. (X2=835 df=9, p<0.001) Mesafe ile ortalama kum tane büyüklüğü arasındaki ilişkiyi ortaya koyma amacıyla regresyon testi yapılmıştır. Mesafe ile ortalama kum tane büyüklüğü arasındaki ilişki istatiksel açıdan önemsizdir (r = -0.206 a= 469. ( a = 1.16E+02 ) b=-0.217 ( b = 0.31 ), sd=8, p=0.568). Regresyon testi sonucu grafiklendirilmiştir (Grafik 1). Grafik 1. Mesafe (cm) ile OSTB’yi (mikron) veren regresyon grafiği HAM DEĞERLER MESAFE OSTB (µ) DOĞRULANAN DEĞERLER MESAFE OSTB (µ) 60 489 60 462 120 211 120 200 180 751 180 708 240 427 240 403 300 519 300 490 360 214 360 203 420 366 420 346 480 722 480 680 540 166 540 158 600 340 600 322 Ortalama 420 Ortalama 397 Tablo 1: Mesafe ile ortalama sediment tane büyüklüğün değerlerini gösteren tablo KAYNAKLAR Geldiay, R., & Kocataş, A. (1998). Deniz biyolojisine giriş. Ege Üniversitesi. Kirkman, T.W. (1996) Statististics to use www.physics.csbsju.edu/stats/ (11 Kasım 2011) http://maps.google.com/ (11 Kasım 2011) Oğuz, V. (2010). Korubaşı-Arak Deresi Askıdaki Sediment Taşınımının Analitik Yöntemler İle İzlenmesi. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Yüksek Lisan Tezi. Ankara. NEZAHAT GÖKYİĞİT BOTANİK BAHÇESİ TIBBİ BİTKİLERİ Büşra Turan¹, Burçin Çıngay² ¹Marmara Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, İstanbul ²Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi, İstanbul busraturan7@hotmail.com ÖZET Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi, Ertuğrul Adası'ında bulunan Tıbbi Bitkiler Koleksiyonu 2007 yılından beri İstanbulluları ve bitkilerle ilgilenen herkesi bilgilendirmek amacıyla kurulmuştur.Bu çalışmada, koleksiyondaki bitkilerin listesi değerlendirilmiş, bitkilerin Türkiye ve dünyadaki yayılış alanları, endemizm durumları, tehlike kategorileri ve İstanbul koşullarındaki çiçeklenme dönemleri incelenmiştir. 107 takson barındıran bu koleksiyonun gelen ziyaretçilerin kullanımı için cins anahtarı yapılmıştır. GİRİŞ Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB), 1995 yılında Ali Nihat Gökyiğit tarafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş ve başlangıçta ‘hatıra parkı’ amacına yönelik bir bitkilendirme ve ağaçlandırma planı uygulanmıştır. Önce yol inşaatı nedeniyle yapısı aşırı derecede bozulmuş toprak ıslah edilmiş; sonra 32 hektarlık park alanına takriben 50.000 ağaç ve çalı dikilmiştir. Daha sonra amaç değiştirilerek, bir botanik bahçesi olma yolunda çalışmalara başlanarak 2002 yılında halkın ziyaretine açılmış ve 2003 yılında adı Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi olarak değiştirilmiştir. İstanbul’un Anadolu yakasında, Atatürk ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinden gelen otoyollarla, Anadolu otoyolunun(Ankara) birleştiği kavşakta bulunmaktadır. Bahçe kavşaktaki anayollar ile bağlantı yolları arasındakiadalar üzerinde kuruludur ve sekiz adadan oluşmaktadır. Alan, Karayolları Genel Müdürlüğü ile ANG Vakfı arasındaki bir protokolle 2025 yılına kadar bu hizmete tahsis edilmiştir. NGBB, İstanbul’a %12 oranında yeşil alan sağlamasıyla İstanbullular için bir nefes alma noktası olmasının yanı sıra, bir araştırma, eğitim ve öğretim merkezidir. NGBB'deki yenilebilen, boya veya tıbbi bitkilerin tamamı, “Faydalı Bitkiler Koleksiyonu”nu oluşturmaktadır. Koleksiyon Ertuğrul Adası'nda bulunmaktadır. Ülkemizde de yaygın olarak kullanılan bitkisel droglar ve bitkisel karşımlar, “Etnobotanik” bilim dalı kapsamında ele alınır. Etnobotanik, bitkilerin tıbbi kullanımının yanı sıra, her çeşit geleneksel kullanımını inceleyen bilim dalıdır. İnsanoğlu, tarihin derinliklerinden itibaren bitkileri, çeşitli hastalıkları tedavi etmek amacıyla kullanmıştır. İnsanların bitkilerle ilişkisi, geleneksel tedavilerin gelişmesini sağlamıştır. Dünya çapında, tıbbi değere sahip 6000'den fazla bitki türünün kullanıldığı ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayanların %75-90'ının, geleneksel tıp kaynağı olarak sadece tıbbi bitkilerden faydalandığı belirtilir. Halk arasında sıklıkla kullanılan ve “kocakarı ilacı” olarak bilinen bitkiler, etnobotaniğin konularından biridir. Etnobotanik bilimi, bitkilerin tıbbi kullanımı yanında bütün geleneksel kullanışlarını araştırır. Çağdaş yeni ilaçların çoğunun yan etkileri ve ters etkileri anlaşıldıkça, “kocakarı ilaçları” yeniden gözde olmaktadır. Ertuğrul Adası'nda bulunan “Tıbbi ve Itri Bitkiler Bahçesi” aracılığıyla, yaygın kullanımı olan tıbbi ve ıtri bitkilerin tanıtılması amaçlanır. Bahçede, her bitkiyi tanıtan bilgiler ve etkileri hakkında salt bilgilendirme amaçlı kısa notları içeren bilgi levhaları yer almaktadır. Koleksiyon, doğadan örnek alma, tohumdan üretim veya tohum temin ederek yetiştirme yöntemleriyle gerçekleştirilmektedir. MATERYAL - METHOD Bu çalışmada, 2012 - 2013 yılları arasında Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Tıbbi Bitkiler Koleksiyonlarındaki bitki örneklerinin fenolojik gözlem çalışması yapılmıştır. Örnekler teşhis edilmiş, yıl içerisindeki çiçeklenme periyotları gözlemlenmiştir. Her bitki örneği fotoğraflanmış ve NGBB herbaryum koleksiyonu için birer herbaryum örneği alınmıştır. TARTIŞMA - SONUÇ Bu çalışma sonucunda Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Tıbbi Bitkiler Koleksiyonunda 107 adet doğal bitki taksonu tesbit edilmiştir. Bunların %11.21’i Akdeniz Elementi, %8.41’i Avrupa-Sibirya Elementi, %3.73’ü İran-Turan Elementi, %1.87’si Karadeniz Elementi ve %0.93’ü Hirkanya-Karadeniz Elementidir. Bu taksonlar arasında %2.8’i Türkiye için endemiktir. Endemik olan bitkiler Digitalis lamarckii, Rhaponticoides iconiensis ve Rhaponricoides mykalea bitkileridir. Rhaponticoides iconiensis ve Rhaponricoides mykalea aynı zamanda Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi koruma projeleri dahilinde olan bitkilerdir. Her ikisi de IUCN (2001) kategorisine göre CR (Vahim) olarak değerlendirilir. Rhaponticoides iconiensis yerel adı Tülüşah olup yöre halkının özellikle bitkinin köklerini melhem yaparak basur tedavisinde kullandığı tespit edilmiştir. Rhaponricoides mykalea yerel adı Aydın gaşağı olup yöre halkı tarafından kurutulmuş bitki örnekleri çatı izalasyonunda kullanılır. TÜLÜŞAH Rhaponticoides iconiensis KAYNAKLAR Davis, P.H., “Flora of Turkey and the East Aegean Islands”, Edinburgh Univ. Press., Edinburgh, 1-9 (1965 - 1985) Davis, P.H., Mill, R.R., Tan, K., “Flora of Turkey and the East Aegean Islands”,Edinburgh Univ. Press., Edinburgh, 1-500 (1988). Güner, A., Özhatay, N., Ekim, T., Başer, K.H.C., “Flora of Turkey and the East Aegean Islands”, (supple. 2), Edinburgh Univ. Press., Edinburgh, 1-500 (2000). Baytop, T., “Türkiye’de Bitkiler İle Tedavi”, Nobel Tıp Kitabevleri., İstanbul, (1984). Güner, A., Aslan, S., Ekim, T., Vural, M., Babaç, M.T, (edlr.) “Türkiye Bitkileri Listesi (Damarlı Bitkiler)”, Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi ve Flora Araştırmaları Derneği Yayını., İstanbul. (2012)
© Copyright 2024 Paperzz