Ocak-Şubat Mart 2014 - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü

8
12
20
22
48
Soğuk algınlığı
sandığınız şey
menenjit olabilir!
Diyet ürün
kilo aldırmaz fikri,
kilo aldiriyor
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü
Tıp Bayram’ını kutladı
2014 / 1. SAYI
Dikkat! Bu belirtiler
kansere işaret edebilir
Çocuğunuz harfleri ve
sayıları karıştırıyorsa
“Disleksi’’ olabilir
Beslenme yanlışlarını çözün!
İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün ücretsiz yayınıdır.
ISSN NO: 1300-9346
Çağımızın hastalığı şişmanlık ve obezite,
sağlığımızı olumsuz etkiliyor.
31 tıbbi branştan, alanlarında uzman 90 kişilik hekim kadrosu,
700 kişilik profesyonel ekibi, güleryüzlü hizmet anlayışı, geni
ş yatak kapasitesi,
Avrupa standartlarında tanı ve tedavi yöntemleri,
Sabiha Gökçen Uluslararası Havalanı’na yakın lokasyonu ve helik
opter pisti ile
7/24 hizmetinizde...
Hematoloji Merkezi
Onkoloji
Sağlıklı Yaşam ve Estetik Merkezi
Genel Cerrahi
Nükleer Tıp Merkezi
Algoloji
Beyin ve Sinir Cerrahi
Ortopedi veTravmatoloji
Pediatrik Cerrahi
Kardiyovasküler Cerrahi
Saç Ekim Merkezi
Tüp Bebek Merkezi
Check-Up Merkezi
Üroloji
PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK
bürokratımızın da katıldığı bir tıp bayramı
resepsiyonu gerçekleştirdik. 81 ilde
yılın hekimi ödülüne layık görülen sağlık
çalışanlarımızı ödüllendirdiğimiz gecede,
kimi zaman güldük, kimi zaman ağladık.
Ben buradan tekrar emekleri hiçbir
maddi değerle karşılanması mümkün
olmayan sağlık teşkilatımızın bayramını
kutluyor, başarılı çalışmalarının devamını
diliyorum.
Değerli
İstanbul’da
Sağlık okurları
“Önce insan, önce sağlık” anlayışı
doğrultusunda sağlık politikaları
geliştiren bakanlığımız 2014 yılını
“Sağlıklı beslenme ve hareket yılı”
olarak ilan etti. Bu kapsamda,
vatandaşlarımızı hareketli yaşama
teşvik etmek için birçok farklı
organizasyon ve etkinlik gerçekleştirdik.
Bunlardan biriside geçtiğimiz haftalarda
müdürlüğümüz bünyesinde organize
edilen “Bisikletime Yol İstiyorum”
projesi idi. Proje kapsamında başta
sağlık yöneticileri ve çalışanlarımız
olmak üzere bir çok sivil toplum
kuruluşu ve derneğin katılımıyla bisiklet
turu düzenlendik. Bağdat Caddesini
trafiğe kapatarak gerçekleştirdiğimiz
bisiklet turumuzu 14 Mart Tıp Bayramı
etkinlikleri içerisine alarak bir yeniliğe
daha imza atmış olduk.
Bisikleti artık hobi veya sosyal
aktivite olarak kullanmanın dışında
günlük yaşamın da bir alışkanlığı
haline getirmemiz gerekiyor. Bisiklet
kullanımının bir alışkanlık haline
getirebilirsek hem hareketli bir yaşam
tarzı hem de iyi bir zaman yönetimi
yapmış olacağız. Bununla birlikte
temiz bir çevreye ve ekonomik bir bütçe
sahibi olacağız. Bu bakımdan müdürlük
olarak böylesi organizasyonların
arttırılması ve daha yoğun katılımla
gerçekleştirilmesi konusunda farkındalık
yaratacak tüm projeleri desteklemeyi
sürdüreceğiz.
Geçtiğimiz ay aynı zamanda sağlık
çalışanlarımızın bayram ayı oldu.
Vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden
tam manasıyla yararlanabilmeleri için
var gücüyle çalışan, gece-gündüz,
kar-çamur, bayram-tatil demeden
büyük bir özveriyle çabalayan sağlık
çalışanlarımızın 14 Mart tıp Bayramını
hep birlikte kutladık. 14 Mart tıp
bayramı çerçevesinde Sağlık Bakanımız
Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve çok sayıda
Dergimizde her sayıda olduğu gibi
bu sayıda da çok değişik konuda haber
çalışması ve ropörtaja yer verdik.
“Bisikletime yol istiyorum” kampanyası
ile başlattığımız bilinçlendirme
çalışmalarımıza destek olması amacıyla
“Obezite” konusunu kapağımıza
taşıdık. Damar sertliğinden kalp krizine,
karaciğer yağlanmasından yüksek
tansiyona kadar pek çok hastalığa yol
açan obeziteden nasıl korunulabileceği
konusunda farklı isimlerle ropörtajlar
gerçekleştirdik. Bununla birlikte son
yıllarda çok geniş bir pazar halini
alan diyet ürün pazarı hakkında da
bilgilendirmeler de bulunduk. Hangi
ürün ne kadar diyet bu konuyu sizler için
araştırdık.
Sağlık çalışanlarımızın meslek
hatıralarına yer verdiğimiz haber
çalışmalarımızı da sürdürdük. 30 küsür
yıllık meslek hayatında sayısız hastanın
şifa bulmasına vesile olan Prof. Dr.
Oğuz Karamustafalıoğlu ile kimi zaman
güldüren kimi zaman düşündüren bir
ropörtaj yaptık. Kendine özgü mizacı
ve nüktedan kişiliğiyle dikkat çeken
Karamustafaoğlu hocamızın beyanlarını
severek okuyacağınızı düşünüyorum.
4 Şubat Dünya Kanser Günü vesilesiyle
kanser hastalığı konusunda farkındalık
yaratacak haber çalışmalarına yer
vermeyi sürdürdük. Bir tür konuşma
bozukluğu olan kekemelik, beyni saran
zarların iltihabı olarak tanımlanan
menenjit, beyin ve omuriliği etkileyen
MS hastalığı, harflerin ve kelimelerin
karıştırılması ve tersten algılanması
ile kendini gösteren disleksi gibi
hastalıklarda konularımız arasında
yer aldı. Dergimizde merak ettiğiniz
bir çok konuya cevap bulacağınızı
ümit ediyorum.
Söz konusu haber ve çalışmalarımızın
sağlıklı bir hayat sürmenize katkı
sağlaması temennisiyle, sağlık, mutluluk
ve huzur dolu günler diliyorum l
4
Şişmanlığa
savaş açın!
Kalp sağlığını
korumak için
6 altın öneri
32
Soğuk algınlığı
sandığınız şey
menenjit olabilir!
16
8
Ufuk Özkan:
“Hasta olmaktan
korkuyorum
28
Sağlık için
pedal çevirdiler
24
B12 vitamin eksikliği,
dikkat eksikliğini tetikliyor
52
Diş beyazlatmanın
doğal ipuçları
SAHİBİ
İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına
İstanbul Sağlık Müdürü
Prof. Dr. Selami Albayrak
SORUMLU
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Selcan Yücel
selcanyucel@hotmail.com
YAZI İŞLERİ
Hacer Çokluk
KONSEPT DANIŞMANI
Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu
Emziren anneler
emzirmeyi
azaltarak bırakmalı
44
Doğum sonrası
depresyonu
önemseyin!
58
64
El bakımının
püf noktaları
48
Anne babalar dikkat!
Çocuğunuz harfleri ve
sayıları karıştırıyorsa
“disleksi” olabilir
66
En önemli tarih ve kültür
miraslarımızdan biri:
“ÇIRAĞAN SARAYI”
YAYIN KURULU
Doç. Dr. Doğaç Niyazi Özüçelik
Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy
Dr. Ercan Özgül
Dr. Fergan Genç
Hediye Ünver
BİLİMSEL DANIŞMA
KURULU
Prof. Dr. Fahri Ovalı
Prof. Dr. Hamit Okur
Prof. Dr. Murat Elevli
Prof. Dr. Recep Özturk
Prof. Dr. Selami Albayrak
Prof. Dr. Yüksel Altuntaş
Doç. Dr. Adem Akçakaya
Doç. Dr. Mustafa Bilici
Doç. Dr. Özgür Yiğit
Op. Dr. Sadiye Eren
GÖRSEL TASARIM VE
YAYINA HAZIRLIK
Onüç Reklam Prodüksiyon
San. Ve Tic. Ltd. Şti.
Nisbetiye Mahallesi
Hakkışehithan Sokak No13
B blok, D2 34377
2.Ulus, İstanbul
Telefon +90 212 270 54 50
Faks +90 212 270 13 59
www.13reklam.com.tr
FOTOĞRAF
Umut Erşah
REKLAM VE SATIŞ
PAZARLAMA
Tolga Dumrul
tolga.dumrul@13reklam.com.tr
Telefon +90 212 270 54 50
BASKI
Uniprint Basım Sanayi
ve Ticaret A.Ş.
Ömerli köyü, Hadımköy
İstanbul Caddesi, No: 159
34555 - İstanbul
Telefon +90 212 798 28 40 pbx
Faks +90 212 798 20 63
YAZIŞMA ADRESİ
Basın Bürosu
İstanbul Sağlık Müdürlüğü
Peykhane Caddesi No10
Çemberlitaş İstanbul
Telefon +90 212 453 07 15
Faks +90212 638 30 36
www.istanbulsaglik.gov.tr
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Bu dergide yer alan yazılardan
kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile
3 ayda bir yayınlanmakta ve
ücretsiz dağıtılmaktadır.
UZM. DR BÜLENT KOÇER
KONYA MEDICANA HASTANESİ / DAHİLİYE KLİNİĞİ
Şişmanlığa
savaş açın!
Çağımızın hastalığı
şişmanlık ve obezite,
sağlığımızı olumsuz
etkiliyor. Damar
sertliğinden kalp
krizine, karaciğer
yağlanmasından
yüksek tansiyona
kadar pek çok
hastalığa yol
açan obeziteden
korunmanın
mümkün olduğunu
söyleyen Dahiliye
Uzmanı Uzm. Dr.
Bülent Koçer,
işe beslenme
yanlışlarımızı
ortadan kaldırarak
başlamamız
gerektiğini ifade
ediyor. Obeziteden
korunmanın yaşam
şeklimizle doğrudan
bağlantılı olduğunu
dile getiren Koçer,
konu hakkında
şu bilgileri veriyor:
Kilo alımı vücutta yağ dokusunun artmasına
neden olur. Bedenimizde diğer dokular gibi
yağ dokusu da oksijen ve beslenmek için
besin öğelerine gereksinim duyar. Artmış
olan oksijen ve besin gereksinimi damar
içi kan miktarında da artışa neden olur.
Artmış kan miktarı damar duvarına artış bası
anlamı taşır. Tansiyon kan damarı içindeki
kan hacmine ve damarın bu basınca verdiği
esneklik cevabı ile ilintilidir.
Şişmanlık kandaki insülin
düzeyinde artışa neden
olur; artmış insülin ise
tuz ve su tutulmasına
dolayısı ile de kan
hacminde artışa neden
olur. Artmış kilo, kalp
dakika atışında artışa ve
damarlarda biriken ve
kireçlenen
yağ yastıkçıkları
(damar sertliği) nedeni
ile de damarların
esnekliğinde azalmaya
yol açar. Şişmanlığın
doğrudan ve dolaylı
olarak yol açtığı tüm
bu nedenler tansiyon
yüksekliğine yol açar.
Damar sertliği tehlikeli
Doymuş yağlardan (kırmızı et, yağda
kızarmış gıdalar vs.) zengin beslenmek
şişmanlığa neden olabileceği gibi kandaki
kötü huylu olarak adlandırılan düşük
yoğunluklu (ldl) kolesterol düzeyinde de
artışa neden olur. Şişmanlıkta, iyi huylu
olarak tanımlanan yüksek yoğunluklu (hdl)
kolesterolde düşme; trigliseritte ise artış
izlenir. Vücuttaki yağın büyük kısmı trigliserit
olarak depolanır. Uzun süreçte artmış olan
yağ oranları bunun atardamar duvarında
birikmesine ve damar sertliğine neden olur.
Kalp damar hastalığının oluşumunda en
önemli risk unsuru damar sertliğidir.
Damar sertliği aynı zamanda inme riskini de
artırır. Damarlarda ileri boyutta tıkanma
kalp krizine yol açabilir.Şişmanlık damar
sertliğini tetiklediğinden beyin dokusunu
besleyen atardamarlarda da daralma
oluşabilir. Bu, damar içi pıhtı, oluşumunu
tetikler ve oluşan pıhtı damarın beslediği
beyin bölümüne kan gitmemesine neden
olur. Bu durum klinik olarak inme olgusunu
oluşturur. Beslenmeyen beyin dokusu işlev
kaybına uğrar ve çoğu kez vücutta bir ya
da birkaç organda hareket ya da işlev yitimi
oluşur. Aşırı şişmanlıkta inme riski belirgin
ölçüde artar.
Hareket kısıtlılığı
oluşuyor
Şişmanlık eklem yüzeylerine binen yükü
olağanın çok üzerine çıkardığından özellikle
bel, kalça ve diz eklemlerinde eklem
kıkırdaklarında aşınma ve yırtılmalara yol
açar. Bu durum önceleri eklem ağrısı
ilerleyen durumlarda ise şişlik, hareket
zorluğu ve hareket kısıtlılığı oluşturur.
Şişmanlıkta oluşan kan yağlarında yükseklik
karaciğer dokusu içinde aşırı yağ birikimine
neden olabilir. Bu yağ depolanması
karaciğer dokusunda yangıya (inflamasyon)
ve sertleşmeye yol açar. Karaciğer
dokusunun iyi beslenmemesi sebebi ile
oluşan süreğen yangı (kronik inflamasyon)
ise zaman içinde siroz oluşumuna ve
karaciğer işlevlerinin bozulmasına neden
olur.Kolesterol yüksekliği şişmanlarda
çok sık görülen bir sorundur. Safra kesesi
içinde depolanan safranın bileşenlerinden
biri olan kolesterolün görece artması safra
kalitesinin bozulmasına ve kolesterol taşları
oluşumuna neden olur. Sindirimin bozulması
bu durumda kaçınılmazdır. Zaman içinde
yoğun yangı ağrı ve safra kesesi krizi olarak
adlandırılan acil durumu oluşabilir.
Beslenme yanlışlarını
çözün
İnsülin direnci probleminin nasıl
çözüleceğine gelince… Beslenme tarzı en
önemli belirleyicidir. Şeker, un ve nişastadan
zengin besinler bu direnci tahrik eder.
Fazla tuzlu yemek de
insülin direncini arttırır.
Fazla şeker denince
aklınıza yalnızca kesme
veya toz şeker gelmesin!
Çayınıza, kahvenize
hiç şeker eklemeseniz
de içtiğiniz meşrubatlar
ve kolalı içecekler,
paketlenmiş bisküviler,
gofret, cips, browni ve
benzeri atıştırmalar,
hatta et suları, salata
sosları, hazır çorbaların
içine gizlenmiş un,
nişasta ve şekerler ile
çok tatlı meyveler bile
insülin direncini tahrik
edebiliyor l
Egzersizi unutmayın
İnsülin direncini sadece yiyip içtiklerinize
dikkat edip diyetisyeninizin verdiği
beslenme listelerini dikkatle uygulayarak
da çözemeyebilirsiniz. Onu yenmek için
kaslarınızı da kullanmanız gerekiyor.
İnsüline direnç gösteren dokuların
başında kaslarınız geliyor. Araştırmalar
her gün 35-45 dakika egzersiz yapmanın
mükemmel bir ‘direnç kırıcı’ olduğunu
gösteriyor. Sıkı bir yürüyüşün etkisinin
48 saat kadar sürdüğünü gösteren
bulgular var. Yani sorunu çözmek için
gün aşırı yürümeniz bile yetiyor. Yeter ki
ciddi, etkili ve tempolu bir yürüyüş yapın.
UZM. DR ERDAL KAN
MEDICANA SAMSUN HASTANESİ / ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA HASTALIKLARI KLİNİĞİ
Uzm. Dr. Erdal Kan ise
obezite tedavisi için
öncelikle bir endokrinoloji
ve metabolizma
hastalıkları uzmanına
başvurmak gerektiğini
ifade ediyor.
Sadece estetik
bir sorun olduğu
düşünülmemeli
Tedavinin başarısı
için yaşam tarzını
değiştirmek önemli
Obezite sadece kişinin görüntüsünü
değiştirmek için tedavi edilmesi
gereken bir hastalık değildir.
Obezite hem metabolik hem de
fiziksel sorunlara sebep olan ciddi
bir hastalıktır. Bu nedenle obezite
tedavi edilmelidir. Obeziteye bağlı
en sık görülen metabolik sorun
diyabettir. Son 15 yılda obezite
sıklığındaki hızlı artışa bağlı olarak
diyabet sıklığı 2 kattan fazla artmıştır.
Obezite ayrıca kalp ve damar
hastalıkları, hipertansiyon, inme, uyku
apne sendromu ve bazı kanserlerin
sıklığında ciddi artışlara sebep
olarak ölüm sıklığını arttırmaktadır.
Obezitede görülen fiziksel sorunlar
ise özellikle diz ekleminde gelişen
osteoartrit (kireçlenme) ve buna
bağlı olarak hareket kısıtlılığı, akciğer
kapasitesinde azalma, horlama;
boğazda reflüden dolayı yanma
ve kronik farenjit de oluşabilecek
hastalıklardır.
Obezite tedavisinde öncelikle
endokrinoloji ve metabolizma
hastalıkları uzmanına başvurmak
şarttır. Tansiyon yüksekliği, şeker,
hiperlipidemi, tiroid hormonlarının
ve böbrek üstü bezleri, karaciğer
yağlanması olup olmadığı kontrol
edilmelidir. Bu parametreler
değerlendirilerek tedavi edildikten
sonra, tedavinin başarısı için,
doğru beslenme, düzenli yapılacak
bir egzersiz programını da içerecek
şekilde hastaların yaşam tarzlarını
kökten değiştirmeleri gerekmektedir.
Obezite tedavisinin başarısı için
multidisipliner yaklaşım şarttır.
Endokrinoloji ve metabolizma
hastalıkları uzmanı liderliğinde,
hastanın katılımı ile diyetisyen,
psikiyatrist, fizyoterapist ve hatta
ciddi obezitede cerrahın bulunduğu
bir ekip ile obezite tedavisinde
başarı artar l
Obezitenin hormonal sebeplere dayanabildiğinin altını
çizen Uzm. Dr. Kan, bu konuda yapılması gerekenleri ise
şöyle sıralıyor:
Hormonal bozukluklar
obezitenin en önemli
nedenlerindendir
Vücut, enerji depolarının durumunu, merkezi sinir
sistemine bazı hormonlarla bildirilir. Bu hormonların
görevi açlık-tokluk durumlarını beyne iletmektir.
Böylece vücuttaki enerji dengesi ayarlanmış olur.
Bu hormonların bozukluğu ya da vücudun bu hormonları
kullanamamasından dolayı obezite görülebilmektedir.
Hormonal bozukluklar obezitenin
en önemli nedenleri arasındadır.
Diğer nedenler ise; enerji alımı
ve harcamadaki dengesizlik,
fiziksel aktivite azlığı, kalıtım,
metabolik bozukluklar, psikolojik
bozukluklar ve bazı ilaçlar olarak
sıralanabilir.
Şeker, un, nişastadan zengin ve fazla tuzlu besinler insülin direncini artırıyor,
kilo alımına neden oluyor.
Sanatın nabzı
sağlık müzesinde attı
Serginin açılış konuşmasını yapan
Prof. Dr. Selami Albayrak; uzun bir geçmişi
olan Tıp Bayramının 1976 yılından bu yana
hafta olarak kutlandığını belirtti.
Albayrak, son derece meşakkatli ve stresli
bir işle uğraşan hekimleri ve
sağlık çalışanlarının tek bir günle hatırlamak
yerine, hafta boyunca düzenlenecek olan
etkinliklerle bir araya getirmenin daha
doğru olacağını ifade ederek, serginin
açılışında emeği geçenlere teşekkür etti
ve tüm tıp camiasının Tıp Bayramını kutladı.
Albayrak’ın ardından söz alan İstanbul
Tabip Odası Başkanı Prof. Dr.
M. Taner Gören, İstanbul’da bu tür bir
etkinliğin ilk olduğunu ve özellikle katıldığını
belirtti. Sağlıkta güzel işler yapıldığını ancak
hem hekimler hem de hastalar açısından
halen sıkıntılar olduğunu kaydeden Gören,
zaman zaman bu sıkıntıları dile getirdiklerini
ve çözülmesini temenni ettiklerini ifade etti.
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü 14 Mart
Tıp Bayramını
düzenleyeceği
çeşitli etkinliklerle
kutladı. İlki
7 Mart Cuma günü
gerçekleştirilen
etkinlikte
“Sağlık İçin Pedal
Çevir” temalı sergi
açılışı yapıldı.
Fiziksel aktivitenin insan vücudu üzerindeki
etkisi ve sağlığın tarihsel sürecini anlatan
eserlerin gösterildiği sergi açılışına İstanbul
Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak,
İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr.
M. Taner Gören, sağlık müdür yardımcıları
ve sağlık çalışanları katıldı.
Tarihi bisikletler,
dünya pullarında tıp,
tıp pulları koleksiyonu
ve tarihi tıbbi
dökümanlar ile
tıbbi malzemelerin
gösterildiği sergi
17 Mart’a kadar
açık kaldı l
DOÇ. DR MUSTAFA ÖZÇETİN
SÜLEYMANİYE KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ /
ÇOCUK HASTALIKLARI KLİNİĞİ / EĞİTİM VE İDARİ SORUMLUSU
Soğuk algınlığı
sandığınız şey
menenjit olabilir!
Beyni saran
zarların iltihabı
olarak tanımlanan
menenjit, genellikle
virüsler sebebiyle
ortaya çıkıyor.
Tedavisi mümkün
olan ve her
yaş grubunda
görülebilen bu
hastalık, genelde
soğuk algınlığı ile
karıştırılabiliyor.
Menenjitin daha
çok çocuklarda
rastlanılan bir
hastalık olduğunu
belirten Doç. Dr.
Mustafa Özçetin,
çocukların tanı ve
tedavilerinde daha
hassas davranılması
gerektiğini söylüyor.
Menenjite yakalanan
çocukların
tedavisinde
erken teşhis ve
müdahalenin
büyük önem
taşıdığına vurgu
yapan Özçetin,
tedavinin
aksaması ya da
tamamlanmaması
halinde çocuklarda
sakat kalma, işitme
kaybı, beyin hasarı
ve hatta ölüm riski
olduğuna dikkat
çekiyor. Özçetin,
konu hakkında
şu bilgileri veriyor.
Genelde beyin
ve omirilik zarları
iltihaplanması sonucu
ortaya çıkıyor
Beyin ve omuriliğimizin etrafı meninks adı
verilen üç farklı zar tabakası ile çevrilidir.
Özellikle en içte yer alan ince zar ile
onun üstünde yer alan örümceksi zarın
herhangi bir nedenle iltihaplanmasına
“menenjit” denmektedir. Menenjit nedenleri
bakteriler, virüsler, mantarlar, parazitler gibi
mikroorganizmalar olabileceği gibi kimyasal
maddeler ve bazı kullanılan ilaçlar da
iltihabı reaksiyon oluşturarak benzer tabloya
neden olabilirler.
Kötü sağlık koşulları
ve kalabalık yaşam
alanları risk faktörü
Genellikle bebeklerde, küçük çocuklarda,
genç erişkinlerde ve yaşlılarda menenjit
daha sık görülür. Erkeklerde kızlara göre
biraz daha fazladır ve bazı insanların
genetik mirası menenjite yakalanma
bakımından daha riskli olabilir.
İki yaşına kadar
yapılması önerilen
kabakulak, H. İnfluenza
tip B ve pnömokok
aşılarının yapılmaması,
kötü sağlık koşulları
ve kalabalık yaşam
alanları menenjit gibi
birçok bulaşıcı hastalık
açısından önemli risk
faktörleridir. Bunların
dışında menenjit
açısından riskli bölgelere
seyahat etmek ve
öncesinde önerilen
koruyucu aşıların
yapılmaması menenjite
davetiye çıkarabilir.
Bu saydığımız faktörlerin dışında doğuştan
anomaliler, immun yetmezlik durumları,
kanser, tüberküloz gibi ağır hastalıklar ve
koklear implant gibi geçirilmiş kraniyal
operasyonlar menenjite yakalanma
açısından risk oluşturmaktadır.
Çocuklar böylesi
mikroorganizmalara
karşı daha
savunmasızlar
Çocukların bağışıklık sistemleri yaşları
büyüdükçe olgunlaştığı için pek
çok mikroorganizmaya karşı daha
savunmasızdırlar. Özellikle beş yaşına
kadar birçok bulaşıcı hastalığa kolayca
yakalanabilirler. Ayrıca kreş, anaokulu
ve benzeri çocukların toplu yaşadıkları
ortamlarda çocukların birbirine enfeksiyonu
bulaştırma sıklığı da artar. Bunlardan başka
beslenme bozukluğu ve sigara dumanı gibi
çevresel olumsuz faktörler çocukları daha
fazla etkilemektedir. Bunların dışında,
toplu iğne başı büyüklüğünde veya
leke tarzında, basmakla solmayan deri
döküntüleri hızla ilerleme gösteren, çok ağır
ve bulaştırıcı bir klinik tablonun ön habercisi
olup çok hızlı bir tıbbi müdahaleyi ve
hastanın izolasyonunu gerektirir.
Menenjit birçok
farklı neden dolayısıyla
ortaya çıkabilir
Menenjit nedenlerine göre; bakteri, virus,
mantar ya da parazitlerin sebep olduğu
enfeksiyöz kaynaklı olabileceği gibi,
kanser, sistemik lupus hastalığı, bazı ilaçlar
veya kafa travması gibi enfeksiyon dışı
nedenlerle de ortaya çıkabilir.
Bunlardan başka ortaya çıkan iltihabi
duruma göre septik (genellikle bakteriyel)
ya da aseptik (genellikle viral) menenjit
ayrımı da yapılmaktadır.
Ağırlıklı olarak
solunum yoluyla
bulaşıyor
Menenjite neden olan
mikroorganizmalar
genelde üst solunum
yolu mukozasına
yerleşirler ve burada
hastalık yapmadan
uzun süre kalabilirler.
Bu sağlıklı taşıyıcılardan
ve hasta kişilerden
bulaşma, havaya yayılan
enfekte damlacıklar
yoluyla olur.
Hastanın öksürük,
hapşırma, konuşma
gibi etkinlikleri sırasında
çevreye saçtığı
damlacıkları solunum
yollarına alan
sağlıklı kişiler
enfeksiyona
yakalanabilir.
Hastaların çok azında
bakteriler travma
ya da cerrahi girişim
gibi kafa bütünlüğünün
bozulduğu durumlarda
direkt olarak da
menenjit yapabilir.
Memenjitte hasta mutlaka hastaneye
yatırılarak tedavi edilmelidir.
Bakteriyel menenjit acil bir hastalıktır ve
tedavi hemen başlamalıdır.
Menenjit şüphesi olan hastanın belinden
alınan sıvının incelenmesine göre
tedavisi başlanır.
Tedavi muhakkak
hastane ortamında
gerçekleştirilmeli
Hijyen kurallarına uymak, sık elleri
yıkamak tehlikeli mikropların vücudumuza
ulaşmasına engel olacaktır. Bu konuda,
çocuklarımıza örnek olmalı, küçük yaşta
hijyen alışkanlıklarını kazandırmalıyız.
Ancak başlangıçta, laboratuvar sonuçları
beklenmeden hastanın kliniği ve yaşı
dikkate alınarak menenjit yapma olasılığı
en yüksek olan etkene yönelik
antimikrobiyal tedavisi başlanır, daha sonra
hastanın belinden alınan sıvıda saptanan
etkene özgü tedaviye geçilir. Ayrıca her
menenjit vakası, hastalığın seyri sırasında
ortaya çıkabilecek; eklem ağrısı, işitme
kaybı, havale, beyinde su toplanması,
böbrek üstü bezi yetersizliği, beyin apsesi,
kalp kası veya zarı tutulumu gibi birçok
olası önemli komplikasyonlar açısından
yakından takip edilmelidir.
Menenjiti önlemek
ya da ondan korunmak
mümkün mü?
Anne sütü almanın, pek çok başka
faydaları yanında, bebekleri menenjitten de
koruduğu gösterilmiştir. Aşıların bakteriyel
menenjiti önlemede çok etkin olduğu
bilinmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın
yürüttüğü
‘‘Genişletilmiş
Bağışıklama Programı’’
sayesinde menenjit gibi
pek çok
hastalığın ve bu
hastalıklardan
kaynaklanan bebek
ve çocuk ölümlerinin
önlemesinde önemli
bir yol alınmıştır.
Ayrıca menenjit açısından riskli bölgelere
seyahat etmeden önce önerilen aşıların
yapılması da önemlidir.
Bazı menenjitlerde ise hasta kişiyle teması
olduğu zaman koruyucu amaçla antibiyotik
tedavisi başlanır l
Başlıca menenjit
belirtileri:
Çocuklarda klinik tablo
çocuğun yaşına göre değişmektedir.
Büyük çocuklar ve erişkinlerde
görülen tipik bulgular:
> Ateş
> Baş ağrısı, boyun tutulması
> Mide bulantısı, kusma
> Fotofobi
> Nöbet geçirme
Bebeklerde ve
2 yaşın altındaki
çocuklarda ise
tipik klinik tablo
görülmeyebilir.
> Yüksek ateş, fakat soluk ve lekeli
bir görünüm
> Çok ağlama (inleme şeklinde
ya da çok tiz)
> Kusma ya da beslenmeyi rededme
> Halsiz, uykulu ya da aşırı
hassas olma
> Kafalarındaki yumuşak noktada
(bıngıldak) bir şişlik olması
Kaskatı olma ya da nöbet geçirme
UZM. DYT. YUNUS EMRE UZUN
EYÜP DEVLET HASTANESİ / BESLENME VE DİYET POLİKLİNİĞİ
Diyet ürün
kilo aldırmaz fikri
kilo aldırıyor
Artık her ürünün
light olanı üretiliyor.
Son yıllarda
formuna özen
gösteren insan
sayısı arttıkça
bu ürünlere talep de
hızla artıyor.
Peki kilo vermek
isteyen kişilerin
sıklıkla tükettiği
diyet veya light
ürünler ne kadar
masum?
Bir gıdanın az
kaloriye sahip
olması, o gıdanın
kilo aldırmayacağı
anlamına mı
geliyor?
Bu soruların
cevabını Diyetisyen
Yunus Emre
Uzun verdi. Light
ürünlerin daha az
kalori içerdiğini
düşünerek,
kontrolsüzce
tüketmenin
kilo alımını
tetiklediğini
söyleyen Uzun,
diyet ya da normal
her gıdanın bir
kalori değerinin
olduğunu
vurguluyor.
Tüketilen her
yiyeceğin enerjisini
bilmek ve ona göre
tüketmek gerektiğini
kaydeden Dyt.
Uzun, paket ürünleri
almadan önce
mutlaka incelenmesi
gerektiğinin altını
çiziyor.
“Diyet ürünlerin
fazla tüketimi hem
katkı maddeleri
açısından hem
de fazla yeme
alışkanlığını
edinilmesi açısından
doğru değil” diyen
Uzun, şu bilgileri
veriyor:
Günümüzün getirdiği hareketsizlik,
az aktivite düzeyi obezite oranın artmasına
neden oluyor. Son yıllarda insanlar yedikleri
besinin vücuda etkileri konusunda daha
bilinçli olmaya başladı. Bu da diyet
ürünlerine olan ilgiyi arttırdı. Bisküvi ile
başlayan sektöre çikolata, tatlı, dondurma,
süt vs gibi gıdalar eklenerek çeşitliliği
arttırdı.
Bireyler kilo alımını
durdurmak ya da
zayıflamak için
çareyi diyet ürünlere
yönelmekte buluyorlar.
Bu ürünleri tüketmenin
temelinde kişilerin
birazcık vicdanını
rahatlatma amacı da var.
Bu ürünleri kullanan kişilerin kafasında
diyet ürünler zararlı mı yoksa yararlı mı, gün
içerisinde ne kadar tüketilmeli, ne zaman
tüketilmeli, fazla tüketilmesinin zararları var
mıdır vs. gibi sorular oluşmaya başladı.
Diyet ürün ne demek?
Diyet ürünler ile diyabetik ürünler çok
fazla karıştırıldığı görülmektedir. İlk başta
bu terimlere açıklık getirmek daha faydalı
olacaktır.
Diyet ürün yani light
ürün demek Türk gıda
kodeksine göre toplam
enerjisi en az % 25
azaltılmış ürünlerdir.
Şekeri ve yağı azaltılarak
lif yani posa içeriği
arttırılmış ürünlerdir.
Diyabetik ürünler ise
şeker içeriğinin yerine
tatlandırıcı (aspartam,
sorbitol, sükraloz vb.)
kullanarak elde edilen
ürünlerdir.
Kullanım amacı kan şekerini
yükseltmemektir. Diyet yapanlar diyabetik
ürün kullanmamalıdır.
Diyabetik üründe sadece şeker içeriğinin
yerine tatlandırıcı kullanılır. Kaybedilen
tat ve aromayı sağlamak için daha fazla
yağ kullanılabilmektedir. Diyabetik ürün
tüketildiğinde normal bir çikolatadan alınan
yağdan daha fazla yağ alınmasına neden
olur. Böylece sadece şekersiz çikolata
tüketilmiş olmaktadır. Yani diyabetik ürünler
kalorisi azaltılmış ürünler değildir.
Aynı şekilde diyabetik bireyler diyet
ürünlerini tüketmemelidirler. İçerisinde
bir miktar şeker olabilir. Diyabetik ürünler ile
diyet ürünlerin kullanım amacı
tamamen farklıdır.
Düşük kalorili, şekersiz, az şekerli,
şekeri azaltılmış, tatlandırıcılı, az yağlı,
yağı azaltılmış ve yağsız ürünlerin hepsi
diyet ürünlerin sınıfına girmektedir.
Diyet ürün asla
kilo aldırmaz
düşüncesi yanlış
Diyet ürünlerinin yaygınlaşması ile
birlikte tüketimi de artmıştır. Diyet
ürünleri tüketiminde en çok yapılan hata
bu ürünlerin ya çok az kalorili ya da
kalorisiz olduğu düşüncesine kapılmaktır.
Bu düşünceyle bu ürünlerden aşırı
miktarlarda tüketilerek çok fazla kalori alımı
görülmektedir. Yapılan çalışmalarda light
ürünleri ağırlıklı tüketen bireylerin,
bu ürünleri tüketmeyenlere göre daha çok
kilo aldıklarını gösteriyor. Zayıflamak isteyen
kişiler nasıl olsa diyet ürün diyerek bu
ürünlerden aşırı miktarlarda tüketmektedir.
Bu da aşırı kalori ve kilo alımına sebep
olmaktadır. Light ürünler kalorisiz ürünler
değildir. Normal ürünlerle light ürünler
arasında çok az bir kalori farkı vardır.
Örneğin; bir bisküvinin kalorisini
100 kalori kabul edecek olursak diyet
bisküvi yaklaşık 75 kalori civarlarındadır.
Burada etiket okumanın önemi öne
çıkmaktadır. Zayıflamak isteyen veya
kilo almak istemeyen kişiler light ürünleri
kullanırken mutlaka etiket bilgisini iyi
okumaları gerekmektedir. Etiket bilgisi
dikkatli bir biçimde okunması, diyet ürünleri
faydalı bir konuma yükseltmektedir.
Diyet ürünler
zararlı mı?
Diyet ürünlerinin sağlığa zararlı etkileri
bulunmamaktadır. Aksine yararlı da
denilebilir. Çünkü çay şekeri dediğimiz
şekere vücudun ihtiyacı yoktur.
Bunu yediğimiz besinlerden de
alınmaktadır. Light ürünlerle ekstra şeker
yükünden kurtulmuş oluyorsunuz.
Burada miktar çok önemlidir.
Diyet ürünler kalorisiz olduğu düşünülüp
sınırsız tüketebilirim düşüncesi olmamalıdır.
Light ürünlerin
tüketim tarzına
örnek verecek
olursak ara
öğünlerde 3 adet
light bisküvi ve
1 fincan yeşil çay
veya 1 su bardağı
light süt ve 3 adet
kuru kayısı iyi
bir ara öğün
alternatifleri olarak
düşünülebilir.
Ancak 1 dilim kek tüketilecekken light olanı
seçilip 2 dilim tüketilmemelidir. Tatlandırıcı
içeren ürünlerin fazla tüketilmesi laksatif
etki göstererek bireyde ishale neden
olabilir. Bu yüzden tatlandırıcı kullanılan
ürünleri kullanırken tüketilen miktara ekstra
hassasiyet gösterilmelidir.
Diyette light süt ve
süt ürünleri tüketilmeli
Süt ve süt ürünlerine baktığımızda süt
yağının yarı yarıya azaltılmasıyla
yarım yağlı süt, tamamının alınmasıyla da
yağsız süt elde edilir.
Sütün yağının azaltılması
ya da tamamen alınması
sütün besin değerini
azaltmaz sadece
verdiği enerjiyi azaltır.
Süt ve süt ürünleri
hayvansal ürün olduğu
için bir miktar doymuş
yağ içermektedir.
Kolesterol problemi
yaşayanlar, kalp ve
damar hastalığı olanlar,
sütü yarım yağlı veya
yağsız tercih etmeleri
durumunda diyetlerini
destekleyeceklerdir.
Light süt ve süt ürünleri ekstra katkı
maddesi içermezler. Günümüz teknolojisi
ile katkı maddesi kullanılmadan yağı
azaltma işlemi yapılabilmektedir.
Paketli her gıdanın
etiketini incelemeyi
alışkanlık haline getirin
Son olarak, light ürünleri büyüme çağındaki
çocuklar dışında her yaştan kişiler uygun
miktarlarda kullanabilir. Diyet ürünleri
kullanırken kalorisiz düşüncesine kesinlikle
kapılmamalı. Tüketirken bilinçli bir şekilde
miktarına dikkat edilerek tüketilmelidir.
Alınan her ürünün etiket bilgilerini okumayı
da ihmal etmemelisiniz. Bu sayede porsiyon
kontrolünü sağlayarak etkin bir şekilde kilo
kontrolünü sağlayabilirsiniz l
Ufuk Özkan:
“Hasta olmaktan
korkuyorum
“Zengin Kız
Fakir Oğlan”
dizisinin sevilen
oyuncusu Ufuk
Özkan’la kariyeri
ve sağlığı hakkında
bir söyleşi
yaptık. Medya
ve magazinden
uzak kalmayı
seven Özkan,
haftanın 7 günü
aralıksız çalışıyor.
Dizi ile birlikte
“Aileler Yarışıyor”
adlı yarışma
programının da
sunuculuğunu
üstlenen genç
oyuncu, bu yoğun
tempoda spor
yapmaya fırsat
bulamadığından
yakınıyor. Formunu
korumak için
protein ağırlıklı bir
beslenme programı
uyguladığını
belirten oyuncu
“Protein hücre
yapı taşlarımızın
oluşmasında büyük
rol alıyor. Bunun
yanı sıra daha uzun
süre tok tuttuğu
için konsantrasyon
problemi de
yaşatmıyor.
Bu nedenle biz oyuncuların et ağırlıklı
beslenmesi hem form korumalarında hem
de rollerine konsantre olmalarında büyük
fayda sağlıyor” diyor. İstanbul Üniversitesi
Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümü
mezunu ve aslen Samsun’lu olan Özkan,
hayatına dair şu bilgileri veriyor:
Bize Ufuk Özkan’dan
biraz bahsedermisiniz?
Ufuk Özkan, özel
hayatında nasıl
vakit geçirir?
En çok ne yapmaktan
hoşlanır?
11 Nisan 1975 Almanya’da gurbetçi
bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya
geldim. 12 yaşımda Türkiye’ye döndük.
Bu süreçte türkçemin yetersizliğin dolayı
sosyal hayata adapte olamadım. İşte tam
bu sırada tiyatro ile tanıştım ve kendimi
daha kolay ifade etmeye başladım Tiyatro
benim tüm hayatımı değiştirdi. Beni mutlu
kıldı. 13 yaşımda tiyatro oyuncusu olmaya
karar verdim. Özel hayatıma gelince, özel
hayatım karım ve oğlumla geçirdiğim
az ama kaliteli bir zamandan ibaret.
Onlardan geriye kalan tüm zamanım
işimle “Zengin kız fakir oğlan” dizisinde ve
“Aileler yarışıyor” yarışmasının çekiminde
geçiyor. 2 senedir çok yoğun bir tempoyla
çalışıyorum. Bu bakımdan haftanın 7 günü
çalışan ama mesleğine aşık bir işkoliğim:))
Annemin ve eşimin
yemeklerini gece yarısı
da olsa tadarım.
Çok yoğun bir
programınızın
olduğunu ve
çoğunlukla düzenli
yemek yeme fırsatı
bulamadığınız
biliyoruz. Bu yoğunluk
içerisinde nasıl
besleniyorsunuz?
Ağırlıklı hangi besinleri
tüketiyorsunuz?
Açıkcası yemeğimi 7 gün sette yiyorum.
Hal böyle olunca anne ve eşimin
yemeklerini gecenin bir yarısı tadabiliyorum.
Gece yemek yemenin ne kadar sağlıksız
olduğunu biliyorum.
Ancak doğrusu onların yemeklerine de
hayır diyemiyorum. Gerçi genel olarak daha
çok et ağırlıklı besleniyorum Allah korusun
ama ileriki süreçlerde gut hastası olmaktan
korkuyorum :))
Peki hiç diyet
yaptınızmı?
Sizce ideal bir diyet
nasıl olmalı?
Ömrümde ciddi ciddi 1 kez diyet yaptım.
Sektörde Karatay diyeti olarak bilinen
ağırlıklı protein ve sebze içeren bir
diyetti bu. 2 ay kadar ve aç kalmadan
10 kilo verdim. Ama işimden ve zaman
problemimden dolayı istikrarlı bir diyet
yada spor programı uygulayamıyorum
maalesef... Gece yarısı set bitiyor.
Bazen mecburen ne bulursanız onu yemek
zorunda kalıyorsunuz. Ama bu yaz bir takım
planlarım var. Diyet ve yaz sporları ile yeni
sezona en az 15 kilo vererek fit girmek
istiyorum.
Peki Ufuk bey
anladığımız kadarıyla
yemek yemeyi
seviyorsunuz. Peki
yapmayı sever misiniz?
En sevdiğiniz yemek
hangisi?
Doğru tahmin. Yemek yemeye bayılıyorum.
Fırsat bulduğum zamanda yemek yapmayı
da çok severim. Ancak doğrusu son birkaç
yıldır hiç fırsatım olmuyor diyebilirim.
Sebzelerle aramın çok iyi olduğunu
söyleyemem. Fakat tek sevdiğim ve en
sevdiğim yemek taze fasulye ilginçtir.
Çok güzel balık ve et yemekleri yaparım.
Bu konuda epey bir maharet sahibi
olduğum söylenir.
Spor salonları bana
göre değil
Sporla aranız nasıl?
Ne tür sporlarla
ilgilisiniz?
Doğrusu hayatımın son 5 yılında çok yoğun
çalıştığım için spordan epey uzağım.
Setten sete yetişmek koşuşturmak dışında
spor yok hayatımda. Ama üyesi olduğum
bir spor kulübü var. Genelde oraya da ayda
birkaç kez masaj ve sauna için gidiyorum.
Seneler önce sadece squash oynayarak
3 ayda 17 kilo verdim. Çünkü koşu bandına
çık 45 dakika koş, sonra bisiklete bin,
30 dakika sonra 4 çarpı 20’den 80 mekik
çek ardından ağırlık falan kaldır. Böylesi
bir spor hayatı hiç bana göre değil. Böyle
çalışmaya birkaç kez yeltendim baktım çok
sıkılıyorum, bıraktım tabi…
Bağışıklık sistemini
destekleyen ilaçlar ve
vitaminler kullanıyorum
Tabi bu yoğun tempoda
düzenli sağlık taraması
yaptırma fırsatınız pek
olmuyordur sanırım.
İtiraf ediyorum bu yüzden 2 checkup
yaktım. 2 yılda bir türlü zaman bulup
gidemedim. Aslında belkide gitmek
istemedim. Kötü bir şeyler duymadan
korktum. Zira; düzenli yemek yok, sağlıklı
uyku yok, stres var. İş hayatı yüzünden
birşey çıkar diye korkuyorum doğrusu...
Bu sebeple bağışıklık sistemini destekleyen
ilaçlar ve vitaminler alıyorum. Sebze ve
meyvelerle de aram yok. Geçenlerde eşim
Amerika’dan gelen bir makine sayesinde
çok detaylı bir checkup programı satın aldı.
Doğrusu oldukça da pahalı bir checkupmış
bu. Sırf ödenen meblağ yanmasın diye bu
taramaya gideceğim. Gitmezsem hasta
olurum:)))
Bizimle, mesleğinize
ilişkin ilginç
bir hatıranızı
paylaşabilirmisiniz?
Bizim meslekte çok hatıra, birçok değişik
anı var. Bunlardan biri çok ilginçtir. 4 sene
önce “Geniş Aile” dizisinde oynadığım
“Cevahir” karakterini rüyamda gördüm.
Bu rüyadan birkaç gün sonra bana bu rol
teklif edildi. Şok oldum. Hiç unutamam bu
teklif geldiğinde ben bu rolü alacağımı
biliyordum, emindim. Yapımcıyla ilk
görüşmemde bu rüyayı anlattım. Tatlı
tatlı güldü... 3 ay sonra bir sürü deneme
çekiminden sonra rolü ben aldım. Tabi rolü
alır almaz 3 ay öncesini hatırlattım herkese.
Bu rüyanın benim hayatımda çok büyük bir
etkisi vardır. O sebeple hiç unutamam.
Peki genelde bu tempo
içinde günde kaç saat
uyuyorsunuz?
Aaaa o konuda prensipliyimdir işte. Ne
olursa olsun mutlaka 8 saat uyurum. 7 saat
50 dakika uyusam uyumamış gibi oluyorum.
Galiba vücut sistemim buna alışmış.
Hayatımda hiç
hokus pokus olmadı
Ufuk bey anladığım
kadarıyla hayatınızda
pek bir şey ters
gitmedi bugüne kadar.
Peki yaşamınızda
çok isteyip de
yapamadığınız bir şey
oldumu?
Ben ukalalıkla özgüveni asla birbirine
karıştırmam. Ama Allah’a şükür her
istediğim şey oldu. Çok çalıştım çok
istedim. Bu nedenle hiç hokus pokus
olmadı...”Dört dönüm bostan yan gel yat
Osman” olmadım hiç… Hep kovaladım,
didindim, çalıştım ve sonunda özel
hayatımda da iş hayatımda da istediğim
herşeye ulaştım hamd olsun...
Oyunculuk delice
birşey…
Peki eğer oyuncu
olmasaydınız, şuan
ne yapıyor olurdunuz?
Çocuklarınızın da
sizinle aynı mesleği
seçmesini istermisiniz?
Oyunculuk benim terapim. Ağlıyorsunuz,
bağırıp çağırıyorsunuz çocukca şeyler
yapıp, oynadığımız karaktere yüklüyorsunuz
herşeyi... Delice bir şey. Birde para
kazanıyorsunuz:))) Ben mesleğime aşık
biriyim. Oğlumun da benimle aynı mesleği
yapmasını çok isterim. Gurur duyarım.
Kitap okumaya
vakit bulabiliyorsanız
son okuduğunuz
kitap hangisi?
Düzenli olarak hangi
gazete ve yazarları
takip edersiniz?
Başucu kitaplarım var ama aylardır bitmiyor.
Her defasında uyuya kalıyorum. Ünlü yazar
Christopher Grange’ın “Leyleklerin Uçuşu”
hala bitecek. Leyleklerin göç mevsimi bitti
kitap bitmedi. Yerli yazarların isimlerini
vermeyim. Ayıp olur biryerde karşılaşırız
falan:)))
Hayatta asla yapmam
dediğiniz bir şey
var mı?
Asla asla demem!! Nolucağını Allah bilir.
Hayırlısını da o verir...
Sigarada caydırıcı her
tür kampanyayı sonuna
kadar destekliyorum
Sağlık Bakanlığı’nın
yürüttüğü
“dumansız hava
sahası” kampanyasına
ünlülerimizden büyük
destek geldi.
Bu proje halkın
sigara içme oranında
da önemli bir
düşüş sağladı.
Bakanlığımızın
yürüttüğü bu çalışmayı
nasıl buluyorsunuz?
Bu konuda her geçen gün
kamu spotları arttıyor, seminerler veriliyor,
sinema filmleri çekiliyor. İnanın çok
mutlu oluyorum. Sigarayı bırakma hatları,
numaraları var artık.
Sigaraların üzerinde fotolar var. İnsanlar
sigara yüzünden hasta olanları görüp
empati kurabiliyor. Bu tarz caydırıcı
çalışmaların artarak devam etmesini
destekliyorum ve emek veren herkese
teşekkür ediyorum .
İstanbul Sağlık Müdürlüğü
Tıp Bayramı’nı kutladı
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü
tarafından organize
edilen 14 Mart Tıp
Bayramı etkinliği
Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet
Müezzinoğlu‘nun
katılımlarıyla
Hilton İstanbul
Bomonti Otel’de
gerçekleşti.
Etkinliğe Üniversite
Hastaneleri Birliği
(ÜHB) Başkanı ve
İstanbul Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr.
Yunus Söylet,
Sağlık Bakanlığı
Kamu Hastaneler
Kurumu Başkanı
Prof. Dr.
Ali İhsan Dokucu,
İstanbul Sağlık
Müdürü Prof. Dr.
Selami Albayrak,
Özel Hastaneler ve
Sağlık Kuruluşları
Derneği (OHSAD)
Genel Başkanı Dr.
Reşat Bahat, 81 ilin
sağlık yöneticileri ve
çalışanları katıldı.
Müezzinoğlu: “Yasal
düzenlemelerde tüm
çevrelerin görüş ve
önerilerini dikkate
alıyoruz”
Törende konuşan Sağlık Bakanı Mehmet
Müezzinoğlu; özünde karşılıksız hizmet ve
fedakarlık olan mesleklerin başında hekimlik
mesleğinin geldiğini ifade ederek tüm
sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutladı.
“Geride kalan 12 yıl boyunca
gerçekleştirilen önemli reformları siz değerli
sağlık çalışanlarımızın olağanüstü gayreti ile
gerçekleştirdik” diyen Müezzinoğlu,
“Emeği hiçbir maddi değerle
karşılanması mümkün olmayan kıymetli
mesai arkadaşlarımızın özlük haklarını
iyileştirmeye yönelik çalışmalarımız devam
edecek” diye konuştu.
Mevcut sağlık
sisteminde gelinen
noktanın memnuniyet
verici olduğunu
belirten Müezzinoğlu,
“Bakanlığımız doktor
ihtiyacı ve üniversite
hastanelerinin sorunları
konusunda da çeşitli
yasal düzenlemeler
yapmaktadır.
Bu konuda tüm
çevrelerin görüş ve
önerilerini dikkate alarak
bir çalışma yapmak
amacındayız” dedi.
Bakan Müezzinoğlu,
2015 Tıp Bayramının
bugünkünden daha
huzurlu ve daha sağlıklı
geçmesi temennisiyle
sözlerini noktaladı.
Söylet: “Büyük tıp
fakültelerine gereken
destek sağlanmalı”
İstanbul Üniversitesi Rektörü
Prof Dr. Yunus Söylet ise, sadece
hekimlerin değil, tüm sağlık çalışanlarının
sorunlarının birlikte değerlendirilmesi
gerektiğine vurgu yaptı.
Söylet, sağlık sistemindeki sorunların
nedenlerini, çözüm yollarını ortak akılla
bulmanın önemine değinerek, köklü,
deneyimli ve büyük tıp fakültelerine gereken
desteğin sağlanması gerektiğini dile getirdi.
Albayrak:
“Sağlık hizmetleri
açısından dünya
ortalamasının
üzerindeyiz”
İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami
Albayrak ise hekimlik mesleğinin mensubu
olmaktan gurur duyduğunu belirterek
başladığı konuşmasında, Türkiye’nin
tıp hizmetleri bakımından dünya ülkelerinin
üzerinde olduğunu söyledi.
Albayrak, “Gelişmekte olan 52 OECD ülkesi
içerisinde Türkiye hekim sayısı açısından
sondan 2. sıradadır. Belki bu sayı çok az
ama sağlık hizmetleri açısından dünya
ortalamasının üzerindeyiz” dedi.
Albayrak, tüm sağlık çalışanlarının tıp
bayramını kutladı.
Bahat: “Fiyat belirleme
politikaları, özeli zor
durumda bırakıyor”
OHSAD Başkanı Dr. Reşat Bahat’ da
konuşmasında mevcut sağlık sisteminde
özel sektörün yaşadığı sıkıntılara değinerek
sistemin sürdürülebilirliği konusundaki
endişelerini dile getirdi. Sosyal Güvenlik
Kurumu’nun (SGK) fiyat belirleme
politikalarının özel sektöre olumsuz
yansıdığının altını çizen Bahat, bu politikalar
hazırlanırken en azından maliyet konusunun
göz önünde bulundurulması gerektiğine
dikkat çekti.
Sağlıkçı şehitlerimize
ithafen hazırlanmış
kısa film gösterisi ve
81 ilde yılın hekimi
ödülüne layık görülen
sağlık çalışanlarına
ödül ve plaketlerinin
takdim edilmesi ile
devam eden etkinlik
Türk sanat müziği
konseri ile son buldu l
PROF. DR. GÖKHAN KANDEMİR
MEMORIAL ATAŞEHİR HASTANESİ / MEDİKAL ONKOLOJİ BÖLÜMÜ
Dikkat! Bu belirtiler
kansere işaret edebilir
BU BELİRTİLERE
DİKKAT!
Meme kanseri geliyorum diyor
Meme veya koltuk altında kitle, sertlik,
kalınlaşma, meme ucunda kaşıntılı,
döküntülü yara ya da ağrı, meme derisinde
gamzeleşme veya çekinti, aniden
başlayan meme başı akıntısı meme kanseri
konusunda önemli ipuçlarıdır.
Öksürük ve nefes darlığı
akciğer kanserini düşündürebilir
Uzun süren öksürük, sabit göğüs ağrısı,
kanlı balgam, nefes darlığı, hırıltı veya
boğuk seslilik akciğer kanserine işaret
ediyor olabilir. Tekrarlayan akciğer
enfeksiyonları, boyunda ve yüzde şişlik,
iştahsızlık veya kilo kaybı ile kronik
yorgunluk da bu hastaların en sık
karşılaştığı belirtilerdir.
Türkiye’de her yıl
yaklaşık
175 bin kişiye kanser
teşhisi konuluyor.
Bu hastaların büyük
bir çoğunluğu ise
rahatsızlığın geç
fark edilmesi
nedeni ile hayatını
kaybediyor.
Kanserde erken tanı
yaşam kalitesi ve
süresinin artması
için çok önemli.
Bu hastalığı
yenmenin yolu
ise onu tanımak
ve doğru tedavi
stratejisini
belirlemekten
geçiyor. Prof. Dr.
Gökhan Kandemir,
“4 Şubat Dünya
Kanser Günü”
öncesinde kanser
ile ilgili bilinmesi
gerekenler hakkında
bilgi verdi.
Kanserde risk
faktörlerini tanıyın
Kanser, vücudumuzun çeşitli bölgelerindeki
hücrelerin kontrolsüz bölünmeleri,
çoğalmaları, çevre dokulara ve vücudun
diğer yerlerine yayılabilmeleri sonucu oluşan
hastalıktır. Tek bir hastalık olmayıp, 100’den
fazla çeşidi olan bir hastalıklar grubudur.
Genlerimizdeki
değişiklikler, yaşam tarzı
ve çevresel faktörler.
Bu üç ana faktörün
etkileşimi kanser oluşma
riskini belirlemektedir.
Radyasyon, sigara
içmek, alkol kullanımı,
enfeksiyonlar, sağlıksız
beslenme, fiziksel
aktivitenin azlığı dünya
genelinde ana risk
faktörleridir.
Kadın ve erkeklerde sık
görülen kanserler farklı
Kadınlarda meme kanseri ve tiroid kanseri
en sık görülen türlerdir. Daha sonra kalın
bağırsak, rahim, akciğer kanseri gelmektedir.
Erkeklerde ise; akciğer kanserinden sonra
en çok prostat kanseri görülmektedir.
Bunu idrar kesesi, kalın bağırsak, mide
kanseri takip etmektedir l
Tuvalet alışkanlıklarınıza
çok dikkat edin
Mesane (idrar kesesi) ve prostat kanseri;
idrar yaparken ağrı, sancı olması; idrarda
kan görülmesi veya idrar yapma sıklığının
değişmesi ile görülebilir.
Küçük bir ben cilt kanseri
anlamı taşıyabilir
Vücutta yeni oluşan benlerin olması ya da
yıllardır var olan bir ben veya siğilde şekil,
boyut veya renk değişikliği görülmesi
cilt kanserini akla getirebilir. Benlerin bir
dermatoloji uzmanı tarafından düzenli
takip altında olması önemlidir.
Bağırsak alışkanlıklarında değişiklikler
kalın bağırsak kanseri yönünden
araştırılmalıdır
İshal, kabızlık, bağırsakta tam boşalmama
hissi, dışkıda kan görülmesi, normalde
olduğundan daha ince dışkılama önemli
belirtilerdir. Karında gaz, şişkinlik hissi,
krampların olması, istemsiz kilo kaybı,
uzun süren yorgunluk hissi, bulantı ve
kusmalar görüldüğünde mutlaka bir
uzmana başvurulmalıdır.
Vücudunuzdaki genel değişiklikleri
önemseyin
Kişinin bedeninde ele gelen kitleler
ve şişlikler, deri değişiklikleri,
iyileşmeyen yaralar, bağırsak ve
idrar alışkanlıklarındaki değişiklikler,
beklenmedik ve anormal kanamalar ve
akıntılar, yutma güçlüğü ve hazımsızlık,
ses kısıklığı, açıklanmayan kilo kaybı,
ateş, halsizlik ve ağrı kanserin belirtileri
olabilmektedir.
Korunmak için yaşam tarzınızı
düzenleyin
Sigara içmemek, alkol almamak ya da
miktarını en aza indirmek, radyasyondan
uzak durmak, enfeksiyonlardan
korunmak, sağlıklı beslenmek, kilo
dengesini korumak ve egzersiz yapmak
alınabilecek başlıca önlemlerdir.
Kanserde erken belirti ve bulguları
öğrenerek riskleri bilmek, kanser tarama
programlarına girmek de kanserden
korunma konusunda önemli adımlardır.
UZM. DR. EMİNE GÜLTÜRK
DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ / İÇ HASTALIKLARI VE HEMATOLOJİ UZMANI
B12 vitamin eksikliği,
dikkat eksikliğini tetikliyor
Kırmızı kan hücresi, sinir ve
DNA üretimi gibi vücudun
pek çok fonksiyonunun
yerine getirilmesini sağlayan
B12 vitamini, en çok et ve et
ürünlerinde bulunuyor.
B12 vitamin eksikliğinin
unutkanlık, halsizlik, iştahsızlık
ve kansızlık gibi belirtiler ortaya
çıkardığını söyleyen
Uzm. Dr. Emine Gültürk,
bu konuda dikkatli davranılması
gerektiğine işaret ediyor.
“B12 vitamini, vücut için
olmazsa olmazlardan biridir”
diyen Gültürk, sadece sebze
tüketen ve vejetaryen beslenen
bireylerde B12 eksikliği riskinin
daha fazla olduğunu belirtiyor.
Gültürk, “Hayvansal
protein almayanlar, aşırı
alkol tüketenler ve uzun
süre ilaç kullananlar
B12 açısından takip
edilmeli” diyor ve ekliyor:
“Tedavi edilmeyen
B12 eksikliği uzun
vadede dikkat
eksikliğine sebep
olabilir” Gültürk konu
hakkında şu bilgileri
veriyor:
Vitamin B12 nedir?
Eksikliği neden olur?
B12 suda eriyen bir vitamindir. Yiyeceklerle
alınan B12 vitamini midede ve ince
barsakta çeşitli enzimlerle etkileşerek
vücuda alınır. Vücutta karaciğer ve
böbreklerde depolanır. Kan hücreleri ve
sinir sistemi üzerinde önemli görevleri
vardır. Sinir hücrelerinin büyümesi ve tüm
hücrelerin tamirinde rol oynar.
B12 vitamininin total vücut deposu
2 ila 10 mg arasındadır. Günlük kayıp
2-5 mikrogram, günlük ihtiyaç ise
1 mikrogramdır. Vücuttaki deposu yaklaşık
5 yıl yeterli olduğu için eksiklik belirtileri
yıllar içinde ortaya çıkabilir. Besinlerle
yetersiz alım, mide ve bağırsaklardan
emilim bozukluğu ve artmış ihtiyaç
durumlarında B12 vitamin
eksikliği görülebilir.
Daha çok vejeteryan
beslenenlerde
görülüyor
B12 vitamini bitkisel besin kaynaklarında
mevcut değildir. Bu nedenle vejetaryen
diyetle beslenenler, kötü sosyoekonomik
koşullar nedeniyle dengesiz beslenenler
ve kontrolsüz zayıflama diyetlerinde yetersiz
alım nedeniyle eksikliği görülebilir.
Alkol bağımlıları, yaşlılar, mide-bağırsak
operasyonu geçirenler ve iltihaplı bağırsak
hastalığı olanlarda emilim bozukluğu
nedeniyle, hamile ve emziren kadınlarda,
sporcularda, beden eforu ile çalışanlarda
artmış ihtiyaç nedeniyle eksikliği görülebilir.
Mide asitini azaltan, halk arasında mide
koruyucu adı altında sıkça kullanılan,
proton pompa inhibitörü grubu ilaçların
uzun süreli kullanımı da emilimi bozarak
B12 vitamin eksikliğine neden olabilir.
Türkiye’de süt çocukluğu döneminde en
sık görülen vitamin B12 eksikliği nedeni
annenin gebelik ve emzirme dönemindeki
B12 eksikliğidir.
Teşhis nasıl konulur?
Hasta öncelikle ayrıntılı olarak yukarıda
belirtilen belirtiler açısından sorgulanır.
Muayene edilerek kansızlık ve nedene ait
bulgular araştırılır. Vitamin B12 eksikliğinde
hastalar soluk-sarı görünümlüdür.
Eksikliğin derecesine ve süresine bağlı
olarak dil üzerinde düzleşme, parlak kırmızı
dil, nefes darlığı, çarpıntı, el ve ayaklarda
karıncalanmadan denge bozukluğuna
kadar çeşitli nörolojik bulgular ve özellikle
yaşlılarda psikiyatrik bulgular gözlenebilir.
Tam kan sayımı ve periferik kan yayması
ile kırmızı ve beyaz seri kan hücrelerine ait
bozukluklar araştırılır. Kanın biyokimyasal
tetkiki ile vitamin B12 düzeyi ölçülür.
Ancak bu test kanda işlev gören düzeyi
ölçmediği için tek başına işe yaramaz.
Diğer klinik ve laboratuar bulgular ile birlikte
değerlendirilir. Vitamin B12 eksikliği tanısı
konulan hastaya hemen tedavi başlanır ve
tedavi süresini de etkileyecek olan eksiklik
sebebi araştırılmasına geçilir.
B12 vitamin
eksikliğinde hayvansal
et ürünlerine ağırlık
verilmeli
B12 vitamininin ana kaynağı hayvansal
gıdalardır. Eğer eksiklik nedeni yetersiz
alım ise beslenme düzenlenerek uzun süreli
hayvansal ürün tüketimi sağlanmalı.
Deniz ürünleri: Balık yumurtası en çok
B12 içeren gıda olup 50 gr balık yumurtası
günlük ihtiyacın 5 katını karşılar. Yüksek
miktarda protein ve faydalı yağ asitleri
içeren uskumru, somon, sardalya ve ton
balıkları da iyi birer B12 vitamini kaynağıdır.
100 gramı günlük B12 ihtiyacının yaklaşık
2 katını karşılar. İstiridye, midye, karides,
deniz yosunu da B12 içeren diğer deniz
ürünleridir.
Et: Kuzu ciğeri, dana, hindi, ördek ciğeri
B12 açısından en zengin et ürünleridir.
Protein, çinko ve demir bakımından zengin
diğer kırmızı et türleri ve sakatatlar da
B12 vitaminini yüksek miktarda içerirler.
100 gr kuzu eti günlük B12 ihtiyacının
yarısından fazlasını karşılar.
Süt ürünleri ve yumurta: 100 gr beyaz
peynir günlük B12 ihtiyacının 1/3’ünü
karşılar. Bir adet yumurta sarısı ise günlük
ihtiyacın %6’sını karşılar.
Ayrıca zenginleştirilmiş kahvaltılık gevrekler
ve soyada da bir miktar vitamin B12
bulunur.
B12 vitaminini kayba
uğratan yanlışlar:
Yiyeceklere uygulanan yüksek sıcaklık ve
uzun süre pişirmek B12 vitamin kaybına
neden olur. Et, balık ve ciğerin haşlama
suyunu dökmek de besindeki B12 oranını
düşürür. Izgara yapılan besinlerin yüksek
ısıda pişirilmesi ve bu esnada besinden
damlayan su ile B12 vitamininin yaklaşık
%30’u kaybedilir. Sütün pastörizasyon
ve kaynama işlemleriyle B12 vitamininin
etkinliği oldukça azalır.
Vitamin B12 eksikliği
şüphesi olan her hasta
takviye kullanmalı
Herkes B12 vitamini kullanabilir. Ancak
eksiklik durumlarında eksikliğin şiddetine
ve nedenine yönelik tedavi planlanmalıdır.
Katı vejeteryan diyetle beslenenler,
çeşitli nedenlerle yeterli hayvansal gıda
alamayanlarda ağızdan alınan (oral)
B12 tabletleri yeterli olabilir. Anne sütü
alamayan veya annedeki eksiklik nedeniyle
B12 eksikliği görülen çocuklarda da oral
formlar tercih edilir. Mide bağırsak hastalığı
veya operasyonu öyküsü olanlar, herhangi
bir nedenle vitamin B12 emilim bozukluğu
olanlar, yaşlılar, şiddetli kansızlık veya
nörolojik bulgularla başvuranlarda mutlaka
enjeksiyon yoluyla alması gerekir.
Eksiklik nedenine bağlı olarak bazen ömür
boyu vitamin B12 verilmesi gerekebilir.
Vitamin B12
eksikliğinden
korunmak için yeterli
ve dengeli beslenmek
şart
Vitamin B12 eksikliğinden korunmak için
yeterli ve dengeli beslenmek gerekir.
Bunun için diyetisyen yardımı alınabilir.
Yeterli et tüketemeyenlerin süt ürünleri
ve yumurta ile takviye yapmaları, katı
vejeteryanların ise mutlaka takviye
almaları önerilir.
Hamilelik döneminde annenin bilinçli
beslenmesi anne ve bebekte B12 eksikliğini
önleyebilir. Uzun süreli mide asitini azaltan
ilaç kullanımı vitamin B12’nin emilimini
bozacağı için bundan kaçınmak gerekir l
B 12 vitami
eksikliğinde
görülen belirtiler:
1. Solukluk, sarılık, nefes darlığı,
çarpıntı gibi kansızlık bulguları,
2. İştahsızlık, kilo kaybı,
3. Dilde tat değişikliği ve yanma,
4. El ve ayak parmaklarında
karıncalanma, yorgunluk,
güçsüzlük, dengesiz yürüme,
5. Anlama güçlüğü, unutkanlık,
6. Depresyon,
7. Bebek ve çocuklarda büyüme
geriliği, hareket bozuklukları,
gelişimsel sorunlar,
8. Yaşlılarda açıklanamayan
psikiyatrik bozukluklar-bunama
bulguları görülebilir.
MARAL YEŞİLYURT
UZMAN DİL VE KONUŞMA TERAPİSTİ
Kekemeyim diye
hayata küsmeyin
Kekemelik,
konuşma esnasında
veya konuşmaya
başlarken bazı ses
veya sözcükleri
tekrarlayarak ya
da duraklayarak
konuşmanın akıcılığını
bozan bir konuşma
bozukluğudur.
Kekeme olan
bireylerin
heyecanlandıklarında,
baskı altına
girdiklerinde, stres
yaşadıklarında ya
da sinirlendiklerinde
takılmaların artmaya
başladığını söyleyen
Uzm. Dil ve Konuşma
Terapisti
Maral Yeşilyurt,
kekemeliğin erken
tespit ve doğru
tedavi yöntemleriyle
büyük oranda
düzelebileceğini
belirtiyor. Yeşilyurt
konu hakkında
şu bilgileri veriyor:
Kekemelik bir
hastalık değildir
Kekemelik, konuşmanın akıcılığında görülen,
normalin üstünde sıklıkta ve uzunlukta
engellerdir. Bu engeller tekrarlar, uzatmalar,
bloklar şeklinde kendini gösterir. Kekemelik ne
bir hastalık ne de bir davranış bozukluğudur.
Bu yüzden medikal tedavisi yoktur. Kekemelik
Uzman Dil ve Konuşma Terapisti tarafından
konuşma terapisiyle düzeltilebilecek bir
problemdir.
Henüz tıbben
kanıtlanmış bir nedene
dayanmıyor
Kekemeliğin nedenleri ile ilgili birçok
araştırma yapılmıştır. Kekemeliğin
psikolojik, nörolojik ya da genetik bir
konuşma problemi olduğu ile ilgili birçok
teori mevcut olmasına rağmen, bu konuda
henüz kesin bir yargıya varılmış değildir.
Kekemelik, kendini
zaman içinde yavaş
yavaş fark ettirebileceği
gibi, aniden de ortaya
çıkabilir ve erkeklerde,
kızlara oranla daha
sık görünür.
Çocukların psikososyal anlamda
sıkıntı veren çevrelerde bulunması,
ailevi problemler, herhangi bir şeyden
duyulan şiddetli korku, kardeş kıskançlığı
kekemeliği aniden başlatabiliyor, ya da
zaman içersinde yavaş yavaş ilerlediği
de görülebiliyor. Kekeme kişi dönem
dönem çok fazla takılma, dönem
dönem de akıcı bir konuşma halinde
olabiliyor. Önemli olan kişinin stresli anları
altında konuşmasını nasıl kontrol altına
alabileceğini öğrenmesidir.
Kekemelik kendi
içinde farklı türlere
ayrılır mı?
Kekemelik kendi içinde farklı türlere
ayrılmaz ama farklı şiddet seviyeleri
gösterir. Mesela kişi %5, %10, %25…gibi
çeşitli şiddetlerde takılabilir.
Ayrıca gelişimsel olarak bakıldığında
tekrarlar önce yapılır, uzatmalar ise daha
sonra gelir. Blokların fazlalığı ise, kişide
kekemeliğin uzun süredir var olduğunu
gösterir.
Kekemelik konuşmada görülen bir akıcılık
bozukluğudur. Kekemeliğin farklı türleri
yoktur ama bu soruyu konuşmanın
akıcılığında farklı bozukluklar görülür mü?
diye sorsaydınız cevabım ‘‘Evet’’ olurdu.
Takipemi, kekemelik dışında, konuşma
akıcılığını bozan farklı bir problemdir.
Takipemi’de bireyin hızlı ve bozuk bir
konuşması vardır.
Tedavi süresi yaklaşık
6-10 seans arası
değişiyor
Kekemelik konuşma terapisiyle tedavi
edilebilen bir konuşma problemidir ama
tam ve hızlı bir çözümü yoktur. Stresli,
gergin zamanlarda kişide yine takılmalar
görülebilir. Kekemelik terapisinde, bireye,
konuşmasını nasıl kontrol altına alabileceği
öğretilir. Kekemelikte tedaviyi biz ikiye
ayırırız. Çocukluk çağı kekemelik terapisi
ve yetişkin kekemelik terapisi olmak
üzere. Çocukluk çağında farklı, yetişkinlik
çağında ise farklı kekemelik terapi
yöntemleri uyguluyoruz. Tedavi süresi
yaklaşık 6-10 seans arası değişmektedir.
Ama eğer kekeme kişiye önceden,
uzman olmayan kişiler tarafından yanlış
teknikler verildiyse bu tedavi sürecini
uzatmaktadır. Terapi, klinik içersinde
başlar ve genelleme aşamasıyla devam
eder. Genelleme aşamasında, bireyin,
klinik dışında, farklı sosyal ortamlarda yeni
tanıştığı kişilerle, takılmadan konuşması
sağlanır. Terapi sonrası, çeşitli aralıklarla
kontroller yapılır. Bu süreç, kişinin
ihtiyacına göre 1-2 yıl sürebilir.
Dil ve Konuşma
Terapisti kimdir ve
tam olarak ne iş
yapar?
Dil ve Konuşma Terapisti, bireylerin ses,
konuşma, yutma ve dil bozukluklarının
önlenmesi için çalışmalar yapan ve dil
ve konuşma bozukluklarını tedavi eden
uzman sağlık personelidir. 6225 sayılı
mini torba kanununun yürürlüğe girmesiyle
de “Dil ve Konuşma Terapisti” ünvanı
yasalaşmıştır l
Kekemelik dışında
kimler dil ve
konuşma terapisine
ihtiyaç duyar?
Dil ve Konuşma terapisi gerektiren
durumları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Dil, konuşma, ses ve yutma problemi
yaşayan herkes bir dil ve konuşma
terapistine ihtiyaç duyabilir.
* Artikülasyon problemleri yani bazı
harfleri söyleyememe ya da yanlış
söyleme
* Ses teli nodülü, polibi gibi ses
bozukluklarında ya da ses teli
ameliyatı sonrasında
* Gelişimsel dil problemi yaşayan
kişiler, örneğin çocuk üç yaşına
gelmiş olmasına rağmen hala
konuşamıyorsa bu gelişimsel bir dil
problemidir.
* Edinilmiş dil problemlerinde,
örneğin eğer dil yetisi beyin
kanaması, kaza gibi travmatik bir
beyin hasarından sonra kaybolmuşsa
buna afazi diyoruz.
* Dudak ve damak yarıklığı gibi
bazı kraniofasiyal anomalilere bağlı
konuşma problemleri
* Akıcılık problemleri yani takipemi ve
kekemelik
* Ayrıca otizm ve birçok sendroma
eşlik eden dil ve konuşma
bozukluklarında.
Sağlık için
pedal çevirdiler
Albayrak:
“Bisiklet kullanımı
alışkanlık haline
getirilmeli”
Sağlık Bakanlığı
tarafından
2014 yılının
“Sağlıklı Yaşam
ve Hareket Yılı”
olarak ilan edilmesi
sebebiyle,
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü
tarafından sağlıklı
yaşam ve obezite ile
mücadele etmek için
“Bisikletime
Yol İstiyorum”
projesi başlatıldı.
14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri içerisinde
yer alan proje kapsamında, başta Sağlık
Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak olmak
üzere sağlık yöneticileri ve çalışanlarının
katılımları ile bir bisiklet turu düzenlendi.
Sivil Toplum örgütleri tarafından da destek
bulan ve halkın yoğun ilgi gösterdiği bisiklet
turu 16 Mart 2014 tarihinde Bostancı’dan
başlayarak Kızıltoprak’ta son buldu.
Bisikletin hobi veya sosyal aktivite olarak
kullanmanın dışında günlük yaşamın
bir alışkanlığı haline gelmesi gerektiğini
vurgulayan Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami
Albayrak “Halkımızın sedanter yaşamdan
sıyrılıp daha hareketli bir yaşam tarzı
kazanması gerekir. Hayata geçirdiğimiz
‘Bisikletime Yol İstiyorum’ projesi ile bisiklet
kullanımının ve gerekliliğinin önemini
göstermek istedik. Bisiklet kullanımının bir
alışkanlık haline getirebilirsek hem hareketli
bir yaşam tarzı, zaman yönetimi hem de
temiz bir çevre ve ekonomik anlamda
aile bütçesine kazanımlar sağlamış
olacağız“ diye ifade etti. Albayrak etkinliğin
gerçekleşmesinde emeği geçenlere ve
katılımcılara teşekkür ederek bisiklet turunu
başlattı l
‘‘Bisikletime yol istiyorum’’medyada
DOÇ. DR. EREN GÖZKE
FATİH SULTAN MEHMET EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / NÖROLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM VE İDARİ SORUMLUSU
MS’de hareketli
yaşam şart
Genellikle genç ve
erişkinlerde görülen
beyin ve omuriliği
etkileyen MS hastalığı
hakkında bilgi veren
Doç. Dr. Eren Gözke,
MS’in belirti ve
etkilerinin kişiden
kişiye değişebileceğini
söylüyor.
MS’in sinir ağının
farklı noktalarında
oluşabilen bir
hastalık olması
sebebiyle ortaya
çıkış biçimi ve
seyri bakımından
kişiye özel bir
rahatsızlık olduğunu
dile getiren
Gözke, hastalığın
gidişatında hareketli
ve sosyal yaşamın
büyük etkisi
olduğunu söylüyor.
Bedensel açıdan aktif olan hastaların
bağışıklıklarının daha kuvvetli olduğuna
dikkat çeken Gözke, “Yorgunluk,
güçsüzlük, denge bozukluğu, kas
güçsüzlüğü MS hastalarının en yaygın
yaşadığı belirtiler. Biz öncelikle bu belirtilere
yönelik bir tedavi planlıyoruz. Fizyoterapiler,
egzersiz uygulamaları hareket yeteneğini
artırıyor. Yürüyüş, bisiklet, yüzme,
egzersiz veya diğer aktiviteler yaşamda
bağımsızlığı sağlıyor. Bir nevi hastalığı
tedavi ediyor” dedi. MS için kesin bir
tedavi bulunmadığını ancak uluslararası
çapta tanı, tedavi ve rehabilitasyona
yönelik araştırmaların devam ettiğini
kaydeden Gözke, “MS’li hastaların günlük
yaşamlarını aksatmamaları gerekiyor.
Okuma, yazma, nakış işleme ya da
bol bol bulmaca çözmeliler. Hasta tanı
konulmadan ne yapıyorsa tanı konulduktan
sonra da olabildiğince bu aktivitelerini
devam ettirmeli. Bu tavsiyelerimizi dinleyen
hastaların hastalık seyirleri olumlu yönde
etkileniyor” diyor ve ekliyor.
“MS ile baş edebilmek için öncelikle
hastalığınızı kabullenin” Doç. Dr. Gözke
konu hakkında şu bilgileri veriyor:
MS’de sıklıkla
görülen belirtiler:
Belirtiler:
> Tek gözde ani görme azalması-kaybı
> Çift görme
> Kuvvet kaybı (bir vücut yarısında,
tek kol veya bacakta, her iki bacakta)
> Duyusal bozukluklar (uyuşma, his kaybı)
> İdrar tutma sorunları
> Baş dönmesi
> Denge kaybı ve yürüme bozukluğu
Multipl Skleroz
kronik bir bağışıklık
sistemi hastalığıdır
Multipl Skleroz (MS) beyin, beyin sapı,
beyincik ve omurilikten oluşan merkez
sinir sistemindeki sinir liflerinin etrafını
saran ve ileti aktarımında önemli rolü olan
myelin kılıfının hasar görmesi ile oluşan
bir hastalıktır. Temel olarak bağışıklık
sisteminin kendi dokusunu (myelin kılıfını)
yabancı olarak nitelendirerek ona karşı
hasar verici bir takım hücreler ve antikorlar
üretmesi sonucu ortaya çıkar. Genellikle
ataklar ve iyileşmeler ile seyreder. Ataktan
sonra tam düzelme olabildiği gibi bazı
bulgular kalıcı olabilir. Daha nadir olarak
baştan itibaren ilerleyici bir seyir olabilir.
Yukarıda sayılan belirtiler ortaya çıktığında
hasta mutlaka bir nörolog tarafından
değerlendirilmelidir. Belirtilerin atak olarak
nitelendirilmesi için en az 24 saat sürmesi
gereklidir.
Stres ve üzüntü
atakları tetikleyebiliyor
MS direkt olarak genetik bir hastalık
değildir. Ancak bazı gen grupları genetik
yatkınlığa neden olabilmektedir. Olguların
% 10-15’inde ailede MS varlığı söz
konusudur. Birinci derece akrabalarında
MS tanılı hasta olan bireylerde risk yedi
kat yüksektir. Ancak stres veya üzüntü gibi
çevresel faktörler MS ataklarını tetikleyebilir.
Bağışıklık sisteminin stres faktörlerinden
etkilenmesi bunda önemli rol oynar.
MS’de doğru teşhis
büyük önem taşıyor
MS ile ilgili olabilecek klinik yakınmaları
olan hastalarda nörolojik muayene
bulguları değerlendirilerek beyin ve
gerekirse omurilik MR görüntülemeleri ile
tanı konur. MR’da plak olarak adlandırılan
lezyonların varlığı ve özellikle ilaçlı
çekimlerde kontrast tutulumu tanıda
yardımcıdır. Lomber ponksiyon ile alınan
beyin-omurilik sıvısındaki bazı bulgular
da tanıya yardımcı olabilir. Tanıda benzer
bulguları yapabilecek diğer nedenlerin
dışlanması da çok önemlidir. Tanı kriterlerini
tam doldurmayan ve başka nedenlerin
dışlandığı hastalar “klinik izole sendrom’’
ve “olası MS” olarak adlandırılırlar. Bu
olgularda uzun süreli izlem ile tanıya ulaşılır.
Tedavide kortizon
ve bağışıklık
sistemini dengeleyen
enjeksiyonlar
kullanılıyor
Atak sırasında yüksek doz steroid (kortizon)
verilmesi kalıcı bulguları engellemek
yönünden çok önemlidir. Uzun süreli
tedavide immünmodulatör denilen
bağışıklık sistemini dengeleyen enjeksiyon
tarzındaki ilaçlar atak gelişimini engellemek
için kullanılırlar. MS olgularının klinik
bulguları ve seyirleri hastadan hastaya
değişiklik gösterir. Hızlı ve kötü seyirli
olgularda bağışıklık sistemini baskılayıcı
ilaçlar tercih edilir. Ayrıca hastanın
semptomlarını azaltmak için yardımcı
ilaçlar da (kas sertliğini azaltan ilaçlar,
idrar kaçırmayı azaltan ilaçlar gibi)
tedavide kullanılır.
Tedavideki gelişmeler
umut vaat ediyor
Son yıllarda enjeksiyon
tedavilerine alternatif
olarak ağızdan
kullanılabilen ilaçlar
devreye girmeye
başlamıştır. Ancak
bu ilaçların kullanımı,
yan etki ve riskler de
göz önüne alınarak
seçilmiş olgularda
söz konusudur. Uzun
dönemde bağışıklık
düzenleyici bazı ilaçlar
ve kök hücre tedavileri
umut vaat etmektedir.
MS’den korunmada
D vitaminin faydası
bilimsel olarak
kanıtlandı
MS’de genel olarak kesin tanı almamış
hastalara uzun dönemli tedavi
başlanmamaktadır. Burada diğer tanı
olasılıklarını ekarte etmek ve izlem ile karar
vermek esastır. Hastalığın ekvatordan
uzaklaştıkça artması D vitaminin rolünü akla
getirmektedir. Bu nedenle yeterli güneş
ışığı almak ve gerekirse D vitamini takviyesi
kullanmak korunmak için faydalıdır.
Genel olarak enfeksiyonlardan korunmak
önemlidir l
MS hastaları
belirtileri azaltmak
için neler yapmalı?
> Nörolog tarafından belirlenen
tedavi ve izlem
> Enfeksiyonlardan korunma
> Yeterli D vitamini alımı
> Aşırı sıcaktan sakınma
> Stresten uzak durma
> Hareketli yaşam tarzı
> Denge kaybı ve yürüme bozukluğu
DOÇ. DR. ÖZGÜR AKGÜL
İSTANBUL MEHMET AKİF ERSOY KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
Kalp sağlığını korumak için
6 altın öneri
Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Özgür Akgül,
her 33 saniyede bir insanın kalp ve damar
hastalığı nedeniyle hayatını kaybettiğini
belirterek, sigara, stres, obezite ve genetik
faktörlerin kalp hastalıklarına altyapı
hazırladığını söylüyor.
Her sağlıklı bireyin kendi kendine
“Kalbime ne kadar iyi bakıyorum” ya da
“Kalp hastalıklarından nasıl korunurum?”
sorularını yöneltmesi gerektiğini kaydeden
Akgül, günlük hayatta uygulayacağımız
bazı basit yöntemlerle kalp sağlığımızı
koruyabileceğimize işaret ediyor.
“Kalp hastalıkları çoğu zaman kişiyi rahatsız
ya da huzursuz edecek belirti ve bulgular
vermez” diyen Akgül, kalp sağlığımızı
korumamızı sağlayacak altın değerinde
önerilerde bulunuyor.
İşte o altın öneriler
Öncelikle bir kalp
taramasından geçin
Az öncede belirttiğim gibi kalp hastalıkları
çoğu zaman kişiyi rahatsız ya da huzursuz
edecek belirti ve bulgular vermez.
Esasen hastalardaki mevcut belirtiler
(risk faktörleri) sessiz olmakla birlikte, bu
hastalar bizlere çoğu zaman ani ve ölümcül
bir klinik tablo olan kalp krizi tanısı ile baş
vurmaktadırlar.
Bireylerin kendilerini tanıması ve risk
faktörlerinden haberdar olması, kalp krizi
gibi dramatik klinik tablolarla sonuçlanan
hastalıklardan korunmada önemli bir yer
tutmaktadır. Bu nedenledir ki önleyici
tedbir ve tedaviler büyük önem arz eder.
Özellikle ailesinde kalp hastası olanların,
belirli bir yaşın üzerindeki ve daha önce
kalp muayenesi yaptırmamış kişilerin
kardiyoloji uzmanına başvurması gereklidir.
Düzenli aralıklarla (4-6 yıl) risk faktörlerinin
(kolesterol, trigliserid, kan şekeri ve
tansiyonun) belirlenmesi ve elde edilen
sonuçlara göre hekim önerilerine göre daha
sık takipler kalp sağlığının korunmasında
büyük fayda sağlar.
Sigara kullanıyorsanız
mutlaka bırakın
Sigara kalp hastalıklarının oluşumu ve
hastalığın kötü gidişatında önemli bir
yer tutmaktadır. Sigara dumanının içeri
çekilmesinden hemen sonra kalp atım
sayısı artar. İlk 10 dakika içinde yüzde
30 oranında artış olur. Aynı zamanda
tansiyonda artar ki bu iki duruma
bağlı olarak kalp daha hızlı ve güçlü
kasılacağından yükü artacaktır.
Sigara içen hastaların
kalp ameliyatları sonrası
iyileşme süreleri de
uzamaktadır. Sigara
bırakıldığında vücut
kendini hızla yenilemeye
başlar. Sağlıklı bir kalp
için sigaranın mutlaka
ama mutlaka bırakılması
gereklidir.
Stres kalbin
başlıca düşmanı
Stresli yapıda olan ve stresli işler yapanlar,
sakin ve rahat kişilere göre yaklaşık olarak
5 kat daha fazla oranda
kalp-damar problemi yaşıyor. Atalarımızdan
yadigâr kalan ‘keskin sirke küpüne zarar’
şeklindeki atasözümüz bugünkü bilimsel
birtakım sonuçlara ışık tutuyor. Stresin insan
bedenine, en çok da kalp ve damar sağlığı
üzerine ne kadar büyük bir zararı olduğu
tüm bilimsel gerçekler ortaya koyuyor.
Bu bakımdan iş ortamının mümkün olduğu
kadar keyifli hale gelmesi için; kontrolsüz
hırs ve rekabet duygusundan uzak
durulmasında büyük fayda var.
Kaliteli ve düzenli
beslenin
Kalp sağlığımızı korumak için yeme
alışkanlıklarımızı gözden geçirip, kaliteli
ve düzenli beslenmeyi alışkanlık haline
getirmemizde de büyük fayda var.
Günlük aldığımız kalori miktarı,
kolesterol değeri, doymuş yağ asidi
miktarı (tükettiğimiz yağ türü) önerilen
değerleri aşmamalı. Hayvansal kaynaklı
yağlar(tereyağı vb.) dozunda tüketmeli,
zeytinyağı gibi bitkisel yağları ise
tercih etmeliyiz. Kırmızı etin tüketimini
sınırlandırmak, et tercihini balık, hindi
ve tavuktan yana kullanmakta da büyük
fayda var. Beslenmede, fasulye, mercimek,
bezelye gibi kolesterolsüz protein
kaynaklarına yer verilmesi kalp sağlığına
büyük katkı sağlıyor. Yağsız veya az yağlı,
süt ve süt ürünleri tüketmek, konsantre süt,
sakatat, sosis, sucuk, salam gibi işlenmiş
gıdalardan uzak durmak ise gereksiz kalori
yükünü ortadan kaldıracağı için önem
arzediyor. Düşük kalorili sebze ve meyveler
kalp hastalıklarına karşı koruyucu maddeler
içerirler. Günde 5 porsiyon sebze ve
meyve tüketmek posa miktarını arttıracağı
için tansiyonumuzu da dengeleyecektir.
Bununla birlikte muhakkak beyaz un yerine
işlenmemiş buğday unu (kepekli) un
tercih edilmeli.
Yürüyüşü ve hareketi
ihmal etmeyin
Kilomuzun uygun değerlerde olması kalp
sağlığı ve hayat kalitesi açısından çok
önemlidir. Bunu da vücut kitle indeksini
(VKİ)hesaplayarak öğrenebiliriz. Uygun
VKİ yaklaşık olarak 22,5-25 kg/m² değerleri
arasındadır. Bel çevresi genişliğinin
erkeklerde 94 cm ve bayanlarda 80cm’yi
aşmaması önerilmektedir. Bu bakımdan
hareketli bir yaşam çok önem arzediyor.
Günde en az yarım saat spor yapılmalı.
Bu, merdiven çıkma, yürüme ya da yüzme
olabilir. Asansör yerine merdiven kullanıp,
yakın yerlere araba ile gitmek yerine
yürüyüş tercih etmek gerekli.
Soğuk havalarda kalp sağlığı için; evlerdeki
koşu bandında ya da büyük alış veriş
merkezlerinde tempolu yürüyüş tercih
edilebilir.
Pozitif düşünce
kalbe iyi geliyor
Endişe ve depresyon
insanı ve kalbi yıpratır.
Mutluluk ve olumlu
düşünme ise bir
numaralı kalp ilacıdır.
Kişiler mutlu olunca
keyif ve mutluluk veren
endorfin hormonu
salgılanmaya başlar.
Araştırmacılar, kendini
iyi ve mutlu hissedenlerin
daha sağlıklı yaşadığını,
egzersiz yaptığını,
dengeli beslendiğini
ve düzenli uyuduğunu
gözlemlemiş.
Bu bakımdan pozitif bir düşünce yapısını
benimsemenin kalp sağlığına büyük katkısı
var. Kendinizi çıkmazda hissettiğinizde
10 dakikayı kendinize ayırın. Sahip
olduklarınıza şükredin. Bulmaca çözün,
bir hobi bulun ya da yeni bir dil öğrenin.
Ya evinizi işinizin yakınına taşıyın ya
da evinizin yakınında bir iş bulun.
Bayramlarda ya da özel günlerde ailenizi ve
arkadaşlarınızı arayın. Bunların hepsi mutlu
olmanıza dolayısıyla da kalp sağlığınıza
katkı sağlayacaktır l
PROF. DR. OĞUZ KARAMUSTAFALIOĞLU
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ / İNSAN VE TOPLUM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
Hekimlik
zor zanaatmış meğer…
Sağlık çalışanların
ömürleri zamanla
yarışarak, hayat
kurtarmak için
savaşarak geçiyor.
Her birinin hayatı
acı tatlı binbir
hatırayla dolu…
Prof. Dr. Oğuz
Karamustafalıoğlu da
bunlardan biri…
30 küsür yıllık
meslek hayatında
sayısız hastanın
şifa bulmasına
vesile olan
Karamustafalıoğlu,
kendisi gibi hekim
olan babasından
etkilenerek doktor
olmaya karar vermiş.
Babasının mecburi
hizmet yaptığı bir
sağlık ocağında
dünyaya gelen
ve ömrümün ilk
yıllarını sağlık ocağı
lojmanında geçiren
Oğuz Hoca,
sağlık çalışanlarının
içinde büyümenin
her daim avantajını
yaşamış. Meslek
seçiminde de bu
avantajı kullanmış.
Psikiyatri uzmanı olmasını
“İsabetli bir karar” diye nitelendiren,
Karamustafalıoğlu, işinde bu denli
başarılı olmasının sırrını şöyle açıklıyor.
“Hekimlikte her hastaya kendi yakınınmış
gibi ilgilenmek, onu sahiplendiğini
hissettirmek büyük anlamlar taşır.
Sonuçta hepimiz insanız. Bir gün onların
oturduğu hasta koltuğunda biz veya
bizim yakınlarımızdan birinin olma
ihtimalini gözden kaçırmamak gerek.
Hekimlikte empati bu bakımdan
çok önemlidir” diyor.
Kendine özgü
mizacıyla, nüktedan
kişiliğiyle dikkat çeken
Karamustafalıoğlu
ile kimi zaman
güldüren kimi zaman
hüzünlendiren meslek
hatıralarını konu
ettiğimiz bir röportaj
gerçekleştirdik.
İşte o röportaj…
Anarşinin yoğun
olduğu 80’li yıllarda
en cazip meslek
baba mesleğiydi
Hekim olmaya nasıl
karar verdiniz?
Niçin mühendislik
ya da avukatlık
değil de hekimlik?
Meslek seçimini ergenlik yıllarında
yaparız genellikle. Ortaokul ve liseyi yatılı
okulda okurken sosyal görevleri yüksek
bir öğrenciydim. Öğrenci birliğinde
görev alıyordum. Sosyoloji üzerine
epeyce yoğunlaşmıştım. Lise ikinci sınıfta
öğrenci bursu ile ABD ye gidince oradaki
akademik ortamları biraz inceleme
şansım oldu. Fakat Türkiye’de anarşinin
zirvede olduğu bir dönemde sokaktan
yürümek mümkün değilken sosyal
konularda bilim insanı olmanın çok zor
olacağını düşündüm.
Rahmetli babam doktordu ve pediatrist
olarak çocuk hastalara bakışı, hasta
aileleri ile diyalogu dikkatimi çekerdi.
Ben de zaten babamın mecburi hizmet
yaptığı bir sağlık ocağında dünyaya
gelmiş ve ömrümün ilk yıllarını sağlık
ocağı lojmanında geçirdiğim için hep
sağlık çalışanları içinde büyümüştüm.
Sosyallik ve meslek anlamında
tıp fakültesi psikiyatri ihtisası yaparsam
olabilir diye düşündüm. Tıp fakültesi
seçimimi bu doğrultuda yaptım.
Tercihi yaparken hep sağlık çalışanları ile
temasta olmamın ve güzel anılarımın da
mutlaka etkisi olmuştur.
Gece gündüz
bayram seyran
dinlemeden
çalışmakmış
doktorluk..
Her mesleğin
zor yanları vardır?
Eminiz 20 yılı aşkın
senedir hekimlik
mesleğini icra eden
bir hekim olarak
sizde bu zorlukları
fazlasıyla müşahede
etmişsinizdir.
Mesleğinizi icra
ederken en çok
ne zaman zorlandınız?
Hekimlik mesleğinin zorluklarını rahmetli
babamın tababeti sürecinde gözlemleme
şansım olmuştu.
Ben okula başlamadan
babamın ihtisas eğitim
sürecinde eve nöbet
sebebi ile gelmediği
ve annemle evde
yalnız olduğumuz
geceleri, babam evde
ders çalışırken sessiz
kalmam gerektiğini,
uzman olduktan sonra
geceleri sık sık acil
hastalar için kalktığını
ve hastaneye gittiğini,
herkes uzun tatiller
yaparken bayram
tatillerinde bile icapcılık
sebebi ile çakılı
kaldığımızı görmüştüm.
Görevde olmak ama
yararlı olmak beni
yormaz ve zorlamaz
diye düşündüm.
En zinde dönemimi
günde 2 hasta bakarak
geçirdim
Benim meslekle ilgili ilk güçlüğüm tıp
fakültesi dördüncü sınıfta iken ilan edilen
mecburi hizmet yükümlülüğü ile ilgili oldu.
Maç devam ederken kural değişmişti.
Ağrı İli Eleşkirt İlçesi Güvence Köyü Sağlık
Ocağında günde iki hasta bakarak en
zinde dönemimi pasif olarak geçiriyordum.
Akademik hayata girdikten sonrada
akademik faaliyetleri olumsuz etkileyen her
durum benim için zorluk olmuştur. Eğitim
ve Araştırma Hastanelerinin hizmet yükü
ve bilimsel faaliyetlerinin dengelenmesi en
büyük arzum olmuştur. Eğitim ve Araştırma
Hastaneleri maalesef bir bilim yuvası olarak
gerekli desteği almışlardır.
Köyde yaşayanlara
yol kenarlarında
sağlık hizmeti
14 Mart Tıp Bayramını
kutlayacağımız
şu günlerde
mesleğinizle ilgili
birkaç hatıranızı
bizimle
paylaşabilir misiniz?
Şırnak Silopi de Görümlü de askerlik
dönemimde henüz sivil hekim olmadığı için
vatandaşa da sağlık hizmeti götürüyordum.
Haftanın belirli günleri sınır karakollarına
gideceğim güzergâh üzerinde köyde
yaşayanlar hastaları ile yolun kenarına
çıkar ve beklerlerdi. Onları muayene
eder elimdeki ilaçlardan varsa onlara
ilaçlarını vererek hizmeti sürdürürdüm.
İnsanların dostlukları, teşekkürleri ve olumlu
yaklaşımları benim için mutluluk olmuştur.
Alkol bağımlısı hastayı
yakınlarıyla barıştırıp,
tedaviye ikna ettik
-Meslek hayatımın 15 yılını
(1987-2002) Bakırköy Ruh ve Sinir
Hastalıkları Hastanesinde geçirdim.
Asistanlıkta ilk hastamı aldım. En ideal
şekilde görüşerek dosyasını hazırlıyorum.
Alkol bağımlısı bir olgu
ve önceden 10 kadar
yatışı olmuş. Genellikle
soğuk kış aylarını
hastanede yatarak
geçirir yaz aylarında
oturduğu semtte tekrar
alkole başlarmış.
İstanbul çok soğuk
olduğu 1987 kışında
göreve başlamıştım.
Takriben 10-15 gün
sonra benden
20-25 yaş kadar büyük
hasta “Bu kadar kendini
yorma be doktorum
neredeyse bana alkolü
bıraktıracaksın” demişti.
Kendisi ile dargın olan yakınları ile
barıştırdık. Çok doğru bir ihtisas dalı
seçtiğimi ilk hastamda görebilmiştim.
Bakan Müezzinoğlu’yla
beraber bir hastanın
anne olmasına
vesile olduk
İlk uzmanlık dönemlerinde Avcılarda
çalışıyorum. Sayın Bakanımız
Dr.Mehmet Müezzinoğlu çalıştığımız
ünitenin koordinatörüydü. Psikiyatriye
insanları yönlendirmenin çok zor olduğu
20 yıl kadar öncesinde ruhsal olarak
değerlendirilmesi gerekenlerden psikiyatrik
değerlendirme isterdi. Üç düşük yapmış
ve otonom belirtilerle başvuran bir olguyu
bana yönlendirdi. Psikiyatrik tedavi ile
panik atakları düzeltince sonraki hamilelik
sağlıklı bir doğumla sonuçlandı. Her doğum
gününde teşekkür için ararlar.
Deprem mağdurlarına
psikoterapi desteği
verdik
Bakırköy de klinik şefliği yaparken
1999 depremi oldu. Avcılarda evini ve
yaşamını yitiren çok sayıda vatandaşımız
oldu. Avcılardaki birinci basamakla entegre
olarak ve sağlık müdürlüğünün desteği ile
bölgede 10,000 den fazla kişiyi
dört yıllık dönemde dört kez taradık. Ruhsal
hassasiyetlerle ilgili farkındalık yarattık,
Avcılarda kurulan muhtelif ünitelerle
ücretsiz ruhsal destek hizmeti verdik.
Bu faaliyetin olumlu sonuçları toplum
ruh sağlığı hizmeti de gerçekleştirdiğimiz
için her zaman beni çok mutlu etmiştir.
Şişli Etfal’e psikiyatri
kliniği kurmanın
mutluğunu halen
yaşıyorum
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin
kurucu psikiyatri klinik şefiyim.
1998-2002 yıllarında Bakırköy’de klinik
şefliği yaparken endokrinolojinin psikiyatri
ile ortaklığının önemini daha çok fark
ettim. Öğrencilik arkadaşım Dr. Yüksel
Altuntaş Şişli’ye “Gel burada psikiyatri için
bir başlangıç gerekiyor” demişti. Şişli’de
başladıktan sonra yataklı servisi açıp
TUS sınavlarında yüksek puanlarla tercih
edilen bir birim olmuştuk. 2002’de başlayıp
2011’ de ayrılırken çok eski kurumda
çok yeni ama Türk Psikiyatri camiasında
bilinirliği olan bir psikiyatri kliniğini geride
bırakmak mutluluk sebebim olmuştur.
Ruh sağlığı
politikalarına katkımız
çok önemliydi
Avrupa Sağlık Bakanları ruh sağlığı
politikalarını geliştirmek için 2005 yılında
Helsinki de toplandı. Hem toplantıya
ülkemiz adına katılan 4 kişilik heyette yer
almak hem de öncesinde yapılan
5 ön toplantıda ülkemizi temsil etmekten
gurur ve mutluluk duymuşumdur.
Psikiyatride bugün yaygınlaştırılmaya
çalışan toplum ruh sağlığı hizmetleri temeli
o zaman atılmıştı.
Yetiştirdiğim
öğrencilerin hepsiyle
gurur duyuyorum
Sizce mesleğin en
güzel yanı ne?
Bu soruya güzel yanları diye yanıt
verebilirim. Tıp mesleğinin en güzel yanı
her an bir gelişmenin olması ve öğrenme
heyecanınızı ayakta tutmasıdır. Tabi ki
insanlara yardım etmek ve onların yaşam
kalitelerini yükseltmekte diğer bir güzellik
olarak değerlendirebilir. Benim en mutlu
olduğum yönlerden birisi de geçmiş bir
şekilde eğitimine katkıda bulunduğum
bir tıp mensubunun bilhassa bilimsel
faaliyetlerde başarılı olmasıdır.
Bizim eğitim yıllarımız
her bakımdan zor ve
meşakkatli yıllardı
Sizin döneminizde
tıp eğitimi nasıldı?
Şimdi nasıl?
Bize biraz o dönemin
eğitim zorluklarından
bahseder misiniz?
Ben tıp eğitimimi
1978-1984 arasında
Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi’nde
sürdürdüm. Çok değerli
hocalarımız olduğunu
söyleyebilirim. Anarşik
olaylar sebebi ile okulun
sık sık kapanması ve
öğrencilerin içinde
şiddet olaylarına
katılanlar olması
maalesef çok
olumsuzdu. Döviz kıtlığı
sebebi ile yabancı
kitaplar ve dergiler
üniversite kütüphanesine
çok zor geliyordu.
İki yılda bir yurt dışına çıkma izni
olduğundan sadece bir kez psikiyatri
internliği için yurt dışına çıkabilmiştim.
Şimdi öğrenciler çok kolaylıkla her türlü
bilgiye ulaşabiliyorlar. Uygulamalı eğitim
ve öğretim üyesi nitelik ve niceliği olarak
yeni açılan tıp fakülteleri ne kadar tatminkâr
durumda bilemiyorum. Anarşik olayların
olmaması ve öğrencilerin şiddet olaylarının
içinde olmamasını olumlu buluyorum.
Ama bir doktor en az
11 senede yetişiyor
Nüktedan bir
karakteriniz olduğu
tüm tıp camiasında
malum. Bu bakımdan
bize hastalarınızla
yaşadığınız bir anınızı
da paylaşabilir misiniz?
Şişli Etfal’de psikiyatri ayaktan tedavi
hizmetlerini çok güçlü olarak kurmuştuk.
Her başvuru için en az yirmi dakika
ayırıyorduk. Bir gün polikliniğe doğru yataklı
servis vizitinden sonra geçerken
65 yaş civarında nur yüzlü, beyaz sakallı
bir beyefendinin çok beklediğine dair
yüksek sesle yakındığını duydum.
Kendimi tanıttım ve kaç çocuğu olduğunu
sordum. Hastamız altı çocuğu olduğunu
söyledi. “Kaç çocuğunuzu okutup d
oktor yaptınız” dedim. “Hiçbirisi” yanıtına,
“İşte bu yüzden bekliyorsunuz.
Herkes hizmet bekliyor. Bir doktorun
burada karşınıza çıkması liseden sonra en
az 11 yıl gerektiriyor ve bu çok önemli bir
emek” dedim. Hastamız “Haklısınız doktor
bey” dedi ve el sıkıştık.
Şartlar bilim lehine
düzenlenmeli
Son olarak eklemek
istedikleriniz
Tıp camiasının bir üyesi olmaktan mutluluk
duyuyorum. Son yıllarda hasta bakma
hizmetleri ile bilimsel faaliyetler arasındaki
dengenin bilim aleyhine değiştiğini üzülerek
görüyorum. Nitelik ve nicelik mutlaka
birbirlerini bütünlemelidir. İnsan sevgisi
yüksek olan ve mevcut zorlukların tamamı
ile farkında olan Sağlık Bakanımız
Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun önderliğinde
dengelerin tekrar yerini bulacağına yaklaşık
25 yıldır kendisini tanıyan bir tıp mensubu
olarak yürekten inanıyorum l
UZM. DR. VELI GÖYLÜSÜN
İSTANBUL MESLEK HASTALIKLARI HASTANESI / GÖĞÜS HASTALIKLARI UZMANI
Hangi öksürük
hangi hastalığın belirtisi?
Başta üst solunum yolu rahatsızlıkları
olmak üzere pek çok hastalığın ortak
belirtisi olan öksürüğün hafife
alınmaması gerektiğini söyleyen
Uzm. Dr. Veli Göylüsün, farklı öksürük
çeşitlerinin farklı hastalıklara işaret
edebileceğini belirtiyor.
Etkin bir tedavi için
öksürüğe eşlik eden
belirtilerin doğru
değerlendirilmesi
gerektiğinin
altını çizen
Göylüsün, bilinçsiz
kullanılan öksürük
şuruplarının
öksürüğün şiddetini
artırabileceğine
işaret ediyor.
Uzm. Dr. Göylüsün, “Kuru bir öksürükte,
öksürük söktürücü şurup kullanımı
öksürüğün şiddetinin artmasına neden
olabilir veya balgam çıkarması gereken bir
öksürükte, öksürük kesici şuruplar balgam
çıkmasına engel olabilir. Bunun için doktora
danışmadan öksürük şurubu kullanmayın”
diyor ve ekliyor “2 haftadan uzun süren
öksürüğü ciddiye alın”
Öksürük solunumda
doğru gitmeyen
birşeylerin habercisidir
Öksürük, hızlı ve derin bir nefes almanın
ardından şiddetli bir nefes verme ile
birlikte oluşan ani, patlayıcı bir ekspirasyon
manevrasıdır. Öksürük bir hastalık değil,
boğaz ve solunum yollarını temizlemeye
yarayan bir savunma mekanizmasıdır.
Özellikle üst solunum yolları, gırtlak,
soluk borusu ve bronşların bir bölümünden
kaynaklanır. Öksürük vücudun önemli
bir savunma mekanizması olup, doğru
gitmeyen bazı şeylerin habercisidir.
Özellikle kronik
öksürükte göğüs
hastalıkları uzmanları,
KBB uzmanları ve
gastroenterelogların
multidisipliner bir
yaklaşımıyla hastanın
değerlendirilmesi
önerilmektedir.
Böylece tanı koyma
olasılığı oldukça
yüksek olabilecek,
gereksiz tetkik,
zaman ve ilaç kullanımı
da önlenecektir.
Örneğin kalp yetmezliğinden kaynaklanan
bir öksürük söz konusu ise öksürüğün
geçirilmesi kalp yetmezliğinin tedavisi
ile mümkün olmaktadır. Aynı şekilde
alerji kaynaklı bir öksürük, alerjinin tedavi
edilmesi ile durdurulabilir.
Kronik öksürükler
bazen senelerce
sürebilir
Öksürük, balgamlı-balgamsız ve
kronik-akut olmak üzere iki farklı şekilde
sınıflandırılabilir. Balgamsız öksürük,
kurudur ve boğazda bir gıcık verir.
Eğer öksürükle birlikte balgam adı verilen
sıvı geliyorsa buna “prodüktif öksürük”
denir. 3 hafta ve daha uzun süren
öksürükler kronik öksürük olarak kabul
edilir. Kronik öksürükler bazen
senelerce sürebilir.
Sinüzit, bronşit veya
sigara içimi balgamlı
öksürüğe neden oluyor
Kuru öksürüğe neden olan hastalıklar
arasında nezle ve grip, farenjit, astım,
geniz akıntısı, reflü, kalp yetmezliği,
tüberküloz, akciğerde sıvı toplanması gibi
hastalıkları sayabiliriz.
Sinüzit, bronşit veya
sigara içimi ise balgamlı
öksürüğe neden olabilir.
Ayrıca; kronik kulak
problemleri, uzun süre
kullanılan tansiyon
ilaçları da öksürük
nedenleri arasındadır.
Nadiren öksürüğün
nedeni psikolojik
faktörlere bağlı olarak da
görülebilir.
Sigara içenler
öksürüğü ciddiye
almalı
Sigara içen kişilerde zaman içinde sigara
sayısının artmasına bağlı olarak bronşlar
balgam üretmeye başlar. Bu durum sürekli
devam ederse, öksürüğün artmasına ve
kronik hale gelmesine neden olabilir.
Bu hastalar öksürüklerinin yalnızca sigaraya
bağlı oluştuğunu düşünerek, ciddiye
almazlar. Ancak, balgamlarında kan
gördüklerinde öksürüğün başka bir neden
bağlı olduğundan şüphelenerek doktora
başvururlar. Bu durum da öksürüğün
altında yatan ciddi bir hastalığın teşhisini
geciktirebilir.
Şiddetli öksürük
göğüs ağrısı ve fıtığa
sebep olabilir
Şiddetli öksürük krizleri, özellikle de
kuru öksürükler kişilerde krizlere neden
olmaktadır. Bu ataklar; baş ağrısı,
baş dönmesi hatta bayılma ile
sonuçlanabilir. Çok şiddetli öksürükler
kasları yorar, bu da idrar kaçırılmasına
neden olabilir. Göğüs kafesinde ağrılara
ve fıtık oluşturan hastalıklara kadar birçok
soruna yol açabilmektedir.
En etkili öksürük
şurubu bile, suyun
sağladığı etkiyi
sağlamaz
En etkili öksürük
şurubunun günde
2-2,5 lt su tüketimi
olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca doktora
danışılmadan öksürük
şurubu kullanılmamalıdır.
Kuru bir öksürükte,
öksürük söktürücü şurup
kullanımı öksürüğün
şiddetinin artmasına
neden olabilir.
Veya balgam çıkarması gereken bir
öksürükte, öksürük kesici şuruplar balgam
çıkmasına engel olabilir l
Bu durumlarda
mutlaka doktora
başvurun!
Öksürük tedavilerinde; öksürüğe
neden olan hastalık tanısının
gecikmemesi ve tedavi süresinin
daha kısa sürmesi için ilaç veya
şurup kullanımının mutlaka doktor
kontrolünde olması gerekmektedir.
*Öksürük, 3 haftadan uzun sürüyor
ve antibiyotik tedavisine cevap
vermiyorsa,
*Öksürüğe yüksek ateş ve ciddi
nefes darlığı eşlik ediyorsa,
*Balgamda kan görüldüyse mutlaka
bir doktora başvurulması gerekir
* Cerrahi tedavi olarak sıralanabilir.
UZM. DR. GÜZİN KAŞO
MEDISTATE KAVACIK HASTANESİ / ANESTEZİ VE REANİMASYON UZMANI
Cerrahinin
olmazsa olmazı:
Anestezi!
Cerrahi işlemler
veya tanısal
girişimler
sırasında kişinin
ağrı duygusunun
ve yerine göre
bilincinin ortadan
kaldırılmasını
sağlayan anestezi,
hastanın hayati
fonksiyonlarını
ön planda tutarak
cerrahi işlemlerin
emniyet altında
gerçekleştirilmesini
sağlıyor. Peki
anestezi yokken
cerrahi tedaviler
nasıl yapılıyordu?
Günümüzde
uygulanan anestezi
uygulamaları
ve türleri neler?
Bu soruların
cevabını Anestezi
ve Reanimasyon
Uzmanı Dr.
Güzin Kaşo
verdi. Anesteziyi
“Cerrahi işlemlerin
olmazsa olmazı”
diye nitelendiren
Uzm. Dr. Kaşo,
cerrahi zorluklar
aşıldıkça anestezi
uzmanlarına
Bugün anestezi yöntemlerindeki çeşitlilik ve
düşen görevlerin
anestezi eğitimi konusunda yeterli uzman
doktor sayısındaki artış ve uygulanmasıyla
arttığını söylüyor.
ilgili getirilen kurallarla beraber, hata ve
ölüm oranları en aza indirildi.
Anestezinin
Anestezi uzmanı eğitimi ve teknolojideki
gelişmeler arttıkça ameliyatlardaki çeşitlilik
sanıldığının
ve sınırları zorlayan ameliyatlar yapılır hale
geldi. Cerrahi zorluklar aşılmaya başladıkça
aksine sadece
anesteziden beklentiler arttı, anestezi de
kendini giderek geliştirmek durumunda
ameliyat öncesi
kaldı.
değil, sonrasını da
Artık “Anestezi
planlayan bir tıp dalı alamayacak hasta
yoktur” denilebilir
olduğunu kaydeden
uzmanının görevi sanıldığı gibi
Kaşo, konu hakkında Anestezi
sadece ameliyatla sınırlı kalmaz. Tanısal
radyoloji işlemlerine varıncaya dek anestezi
şu bilgileri veriyor:
uygulama alanlarının kapsamı geniş ve
Bugün anestezi
olmasaydı cerrahi de
olamazdı!
Cerrahi alanlarda yaşanan ilerlemeler bugün
tıp dünyasındaki en önemli gelişmelerin
başında geliyor. Eskiden cesaret bile
edilemeyen birçok girişim, gerek teknolojik
altyapıdaki ilerlemeler, gerekse bilimsel bilgi
birikimiyle birlikte kolaylıkla yapılabilir hale
geldi. Ancak bu oyunda vazgeçilmez ve bir
o kadar da önemli gizli kalmış bir oyuncu
var: Anestezi! Herkes tarafından kabul gören
bir gerçek var ki; bugün anestezi olmasaydı
cerrahi de olamazdı.”
Anestezi yöntemlerinde
çeşitlilik arttı
Dünyada genel
anestezinin gelişmeye
başlaması 1970’lerin
sonlarına rastlıyor. Bu
tarihten önceleri genel
anestezide ölüm oranları
oldukça yüksekti. Çünkü
o tarihten önce kullanılan
ilaçlar ve anestezi
için kullanılan teknik
donanım yetersizdi.
Bunun yanında
anestezi işlemi boyunca
hastanın tüm yaşamsal
fonksiyonlarının takip
edilmesini gerektiren
gelişmiş cihazlar da
yoktu.
çeşitlidir. Tıpta yaşanılan gelişmelerle
birlikte artık uzmanlar rahatlıkla ‘anestezi
alamayacak hasta yoktur’ diyebiliyor ve
cerrahiye olanak sağlanabiliyor.
Anestezi uzmanının
görevi nerede başlar,
nerede biter?
Ameliyata karar verilip, hasta anestezi
hekimine yönlendirildiği andan itibaren
uzmanın görevi başlar. Hastasını muayene
edip tetkik ve değerlendirmelerini yapar.
İhtiyaç halinde diğer hekimlerle görüş
alışverişi yaparak hastayı cerrahi işleme ve
anesteziye hazırlar.
Anestezi uzmanı hastanın ve yapılacak
ameliyatın özelliklerine göre, hasta ve
cerrahın isteklerini de göz önünde tutarak en
uygun anestezi yöntemini belirler. Gereken
hazırlıkları yapar ve ameliyat sırasında tüm
güvenlik önlemlerini alarak hastaya anestezi
uygular. Cerrahi girişim süresince hastanın
hayati fonksiyonlarını (kalp, akciğer, beyin,
böbrek gibi) takip eder ve hastanın ihtiyacı
olan ilaç, sıvı, kan vb. kayıplarını yerine
koyar, ameliyat masasında ısınmasını
sağlar. Ameliyat sonunda anestezinin etkileri
ortadan kalkıncaya dek sorumlulukları
devam eder. Ameliyat öncesi hastanın
korku ve heyecanını gidermek için, hasta
ve yakınlarının bilgisinde, ameliyathaneye
götürmeden önce odasında damarından
sakinleştirici ilacın yapılmasını (çocuklarda
meyve suyuna karıştırılarak içirilmesini)
organize eder. Böylece hastanın ameliyat
öncesi rahatlık hissi ve hafif uyku moduna
girmesi sağlanırken, ameliyathaneye geldiği
dönemi de unutmasına da yardımcı olunur.
Epidural ve spinal
anestezi arasındaki fark
nedir? Nasıl uygulanır?
Bel omurları arasından özel bir iğne ile
epidural boşluğa veya çok daha ince
bir iğne yardımıyla bir sonraki boşluğa
(spinal aralık) girilerek lokal anestezik ilaç
uygulama işlemidir. Uygulandığı yere göre
isimlendirilir. Bel ve aşağı bölgelerdeki
cerrahi işlemler için uygulanırlar. Spinal
anestezide 4-6 saat süren bacaklardaki
hareketsizlik, epiduralde ise hafif uyuşukluk
şeklindedir. Spinal anestezide ilacın etkisi
bacaklardaki hareketsizliğin ortadan
kalkmasıyla biter. Epiduralde ise kateter
yerleştirildiğinden dolayı kateterden ilaç
verildiği sürece etki devam eder. Spinal
anestezide; başağrısı ihtimali az da olsa
mevcuttur. (yüzde15-20) Epidural anestezi
uygulaması dikkat edilerek yapıldığında baş
ağrısı ihtimali yoka yakındır ve gençlerde
daha sık görülür. Spinal anesteziye bağlı
baş ağrısı şikayeti bol sıvı alımı ve ağrı
kesici ilaçlarla maksimum bir haftada
iz bırakmadan geçer. Her ikisinde de
dokunma hissi kaybolmaz ama acı
hissetmezsiniz. Spinal anestezide kas
gevşemesi daha iyi olup karın içi cerrahiler,
kalça ve diz ameliyatlarında tercih edilir.
Günümüzde hem cerrahi kas gevşemesini
yeterli sağlamak, hem de baş ağrısı
ihtimalini ortadan kaldırmak için kombine
epidural anestezi yöntemi tercih edilmekte
olup, tek başına epidural veya spinal
anesteziye üstünlükleri vardır.
Ameliyat öncesi
anestezi uzmanı hasta
ile neden görüşüyor?.
Hastanın anestezi muayenesi ve
değerlendirilmesi sırasında bilgilendirilmesi
yapılarak onamları alınır. Ameliyat öncesi
sorularına yanıt almış, bilgilenmiş hastanın
endişe ve heyecanı önemli ölçüde
giderilmiş olur.
Bazı konularda hastaya
yapılacak bilgilendirme
ve uyarılar ise hayati
önem taşır. Örneğin
hastanın açlık süresi.
Bu konuda bilgilendirme
yeterli ve doğru bir
şekilde yapılmazsa
hastada anestezi
uygulaması sırasında
hayati sorunlarla
karşılaşılabilir.
Gerek bu ve diğer bilgilendirmeler, gerekse
tetkik ve muayeneler doğru yapıldığı
takdirde anestezinin güvenilirliği de son
derece yüksektir.
Hangi yöntemler
uygulanabiliyor?
Uygulanan anestezi yöntemleri genel
ve bölgesel olmak üzere ikiye ayrılır.
Genel anestezi, ağrı duygusuyla birlikte,
bilinç düzeyi tamamen ortadan kalkacak
şekilde yapılan anestezi işlemidir. Genel
anestezisinin bir alt yöntemi ise sedasyon
olarak tanımladığımız yöntemdir. Burada
hasta, yapılan işlemin ağırlık derecesine
göre yarı bilinçli ya da tamamen bilinçsizdir,
ağrı duygusunu hiç hissetmez ya da çok az
miktarda hisseder. Örneğin; ağrı nedeniyle
hareketsiz duramayan kişilerde, kapalı alan
korkusu olanlarda, çocuklarda MR çekimi
esnasında hareketsiz kalması istendiğinde
çok hafif dokunuşla uyandırılacak derinlikte
sedasyon tarzında anestezi uygulanabilir.
Uyanma dakikalar içinde hemen
gerçekleşir. Bölgesel anestezi ise yaşamsal
fonksiyonlarda değişiklik yapmadan cerrahi
işlemin yaratacağı ağrıyı yaşamamanızı
ve yapılanları acı olarak hissedilmemesini
sağlarken bilincinizin açık olduğu anestezi
uygulamalarını kapsar. Bölgesel anestezinin
seçimi cerrahi alanın yeri ve niteliğine göre
değişir; spinal anestezi, epidural anestezi
ve bölgesel sinir blokları gibi. Genellikle bu
sırada yapılan işlemlerin sesini duymamanız
ve heyecanınızı azaltmak için damarınızdan
hafif etkili bir uyku ilacı verilir. Operasyon
bittiğinde lokal anestezinin etkisi devam
ettiğinden dolayı ağrısız ve uyku ilacının
etkisinden dolayı da işlemi hatırlamayacak
şekilde tatlı bir rehavet içinde olursunuz.
Ameliyat sonrası
Anestezi uzmanının
görevi
Ameliyat ve anestezi süreçlerinin tümünde
hastanın hayati fonksiyonlarının kontrol
ve devamlılığı anestezi uzmanlarının
sorumluluğundadır.
Anestezi uzmanı
ameliyat hastasını
ameliyathane
salonlarının hemen
yanında bulunan
derlenme (uyanma)
odasında takip ve
tedavilerini sürdürür.
Hastasının ağrısının
giderilmesinden
ısıtılmasına, bulantısının
giderilmesinden tansiyon
ve solunumunun
normale döndürülmesine
kadar hastayı yakından
takip eder. Bilinci
açık, uyanık halde
ameliyathane kapısında
servis hemşiresine
teslimine kadar ilgilenir l
DOÇ. DR. MERİH ÇETİNKAYA
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / YENİDOĞAN KLİNİĞİ
Emziren anneler
emzirmeyi
azaltarak bırakmalı
Emzirmenin yeni
doğan bir bebeğin
ideal büyüme
ve gelişmesinin
sağlanmasının
yanında, anne ve
bebek arasındaki
duygusal bağın
geliştirilmesinde
de önemli bir
fonksiyonu
olduğunu söyleyen
Doç. Dr.
Merih Çetinkaya,
emzirilen
bebeklerde ishal,
zatürre ve orta
kulak iltihabı gibi
hastalıklara daha
az rastlandığını
belirtiyor.
Anne sütü ile beslenmenin hayatın ilk
aylarında bebek ölümlerini 6-10 kat
arasında azalttığını vurgulayan
Doç. Dr. Merih Çetinkaya Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) ve Amerikan Pediatri
Akademisi (APA)’nin de doğumdan sonraki
ilk 6 ayda yenidoğan bebeklerin sadece
anne sütü ile beslenmelerini önerdiğini,
6. aydan sonra ise uygun ek gıdalar ile
birlikte anne sütü ile beslenmenin 2 yaş
ve üzerinde de devam edilebileceğini
söylüyor. Emzirmenin anne ve bebek için
psikolojik bir rahatlama sağladığı aynı
zamanda sakinleştirici bir etkisinin de
olduğunu söyleyen Çetinkaya, emzirmeyi
kesme kararının hem anne, hem de bebek
için zor bir karar olduğunu, sütten kesmek
için doğru zamanın belirlenmesinde anne
ve bebeğin psikolojik ve fiziksel ihtiyaçları
ve kişisel özelliklerinin göz önünde
bulundurularak karar verilmesi gerektiğini
ifade ediyor.
herhangi bir zamanda emzirme bırakılabilir.
Emzirme bırakılırken, bebeğin ek gıdalara
adaptasyonu, düzenli kilo alıp almadığı,
anne ve bebeğin psikolojik durumu,
annenin iş hayatına geri dönüyor olması
gibi faktörler göz önünde bulundurulmalıdır.
Bebek sütten
nasıl kesilmeli?
Sütten kesme, anne ve
bebeğin stresinin en az
olduğu döneme denk
getirilmelidir.
Diş çıkarma, hastalık,
bakıcı değişimi gibi
durumlar sütten kesme
için uygun olmayan
anlardır.
Emzirme aniden kesilmemeli, ilk önce
gündüz emzirme aralıkları arttırılmalı, bebek
biraz alıştıktan sonra, sadece geceleri
emzirmeye devam edilmelidir. Anne
sütünü biberon ile vermek, emzirmenin
azaltılmasına yardımcı olabileceği gibi,
bebeğin bakıcı ve diğer aile üyelerine
alışmasını sağlar ve anneye olan bağımlılığı
ortadan kaldırır.
Emzirmeyi ne zaman
bırakmalı?
Sütten keserken anne
ve çevrenin bebeğe
yaklaşımı nasıl olmalı?
Emzirmeyi bırakmanın kesin bir zamanı
yoktur. Genellikle sütten kesmek
için bebeğin iki yaşını doldurması
önerilmektedir. Ancak 12. aydan sonraki
Bebeğe karşı sabırlı davranılması, sert ve
katı davranışlardan kaçınılması, bebekle
olan duygusal ve tensel temasın arttırılması,
annenin psikolojik olarak desteklenmesi ve
hala çok değerli olduğunun hissettirilmesi
gerekir. Bebeğin dışarı çıkarılması, onunla
çeşitli oyunlar oynanması, babanın bebeğin
dikkatini dağıtması ve bebekle daha fazla
ilgilenmesi faydalı olabilir.
Emzirme en geç
ne zaman bırakılabilir?
Okul öncesi döneme kadar (4-6 yaş)
anne sütü vermekte bir sakınca olmamakla
beraber ileriki yaşlarda anne sütüne
bağımlılığın olmaması için daha erken
yaşlarda kesmenin daha uygun olacağı
düşünülmektedir. İlk 6 aydan sonra anne
sütü yanında ek gıdalara başlanılması,
1 yaşından sonra
ek gıdaların arttırılarak
2 yaş civarında anne
sütünün kesilmesi en
uygun olan yaklaşımdır.
Anne sütünün kesilmesi
bebek için olduğu kadar
anne için de ruhsal ve
fiziksel olarak yıpratıcı
bir sürece dönüşebilir.
Bu durumlarda çocuk ve
psikiyatri uzmanlarından
destek almak sürecin
daha az sorunla
atlatılmasına yardımcı
olacaktır l
FAJİTAS
Malzemeler
- 500 gr. dana biftek
- 2 adet renkli dolmalık biber
(sarı, yeşil)
- 1 - 2 adet etli kırmızıbiber
- 2 adet orta boy soğan
- Maydanoz
- Taze soğan
- Sıvıyağ
- 3 diş sarımsak
- Kırmızı pul biber
- Kekik
- Lavaş ekmeği
Yapılışı
Kasapta incelttirdiğimiz biftekleri julyen
(1’er parmak kalınlığında şeritler halinde)
doğrayın.
Sarımsakları soyun ve ince ince kıyın
(rendeleyebilirisiniz de).
Doğradığınız etleri geniş bir kaba alın,
kıydığınız sarımsağı, tüm baharatları ve
1 çay bardağı sıvı yağı ekleyerek 10–15
dakika dinlendirin.
Biberlerin çekirdeklerini çıkartın ve kuru
soğanlarla birlikte doğrayın.
Geniş bir tavaya (wok tava iyi olur) yarım
çay bardağı sıvı yağ koyun, biberleri ve
soğanları soteleyin.
Sebzeler tam pişmeden hafif diriyken
içine etleri atılın ve iyice pişene kadar
tahta kaşık yardımı ile kavurun.
Taze soğan ve maydanoz ince ince
kıyın, fajitas servis tabaklarına tabalara
bölüştürüldükten sonra üzerine serpin.
Lavaş ekmeklerini ısıtın, yanında isteğe
göre salça sosu ve süzme yoğurtla çok
sıcak olarak servis yapın.’
Afiyet olsun
PİRİNÇLİ
YEŞİL MERCİMEK SALATASI
Malzemeler
- 1 su bardağı yeşil mercimek
- 1 su bardağı pirinç
- 1 tane havuç
- 2 dal taze soğan
- 1/2 demet maydanoz
- Tuz
- Baharat
- Zeytinyağı
Yapılışı
Mercimeği vaktiniz varsa 1 gece
önceden ıslatalım.(pişerken
dağılmamasını ve daha çabuk
haşlanmasını sağlayacak) Sabah hafif
diri kalacak şekilde haşlayalım. Pirinci
tuzlu ve yağlı suda dişe gelir şekilde
haşlayalım. Süzüp her ikisinin de
soğumasını bekleyelim. Bir kaseye alıp
içine tuz, baharat, yağ, havuç rendesi ve
doğranmış yeşillikleri koyup karıştıralım.
Arzuya göre servis sırasında süsleyelim.
Afiyet olsun
MEKSİKA SALATASI
PUF KEK
- Yarım demet maydanoz
- Yarım demet dereotu
- 5 dal tane soğan
- 1 kutu konserve kırmızı meksika
fasulyesi
- 1 kutu mısır konservesi
- Yarım çay bardağı zeytinyağı
- 1/4 çay bardağı nar ekşisi
- Tuz
- Kornişon Turşusu
- 4 yumurta
- 4 fincan un
- 4 fincan şeker
- 1 fincan su
- 3 yemek kaşığı kakao
- 1 vanilya
- 1 kabartma tozu (isterseniz hazır
kakaolu pandispanya da kullanabiirsiniz)
Malzemeler
Yapılışı
Bir kapta maydanozu ve yeşil soğanı
doğrayın
Konserve kırmızı fasulyeyi sudan geçirin
Aynı şekilde konserve mısırı da sudan
geçirin fasulyeyle karıştırın
Malzemeler
Kreması
- 2 bardak süt
- 1 çorba kaşığı un
- 1 çay kaşığı rendelenmiş limon kabuğu
- 1 krem şanti
- 1 bardak süt
Yapılışı
Kek malzemeleri karıştırılıp pişirilir.
Yeşilliklerle karıştırın
Kek bardakla kesilir.
Üzerine zeytinyağı, nar ekşisi ve tuz
ekleyin
Kalan kek parçaları robotta çekilir.
Kornişon turşusuyla üzerini süsleyin
Servis yapın
Afiyet olsun.
Önce muhallebi pişirilir.
Soğuyunca içine bir bardak sütle
çırpılmış krem şanti eklenir.
Bardakla kesilmiş keklerin üzerine
dökülür.
Daha sonra robotta çektiğimiz kek
kırıntıları en üste dökülür.
İstenirse damla çikolata ile süslenebilir.
1 – 2 saat dolapta bekletilerek
servis yapılır.
Afiyet olsun.
UZM. DR. CANAN YUSUFOĞLU
ERENKÖY RUH VE SİNİR HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ÇOCUK PSİKİYATRİ UZMANI
Anne babalar dikkat!
Çocuğunuz harfleri ve
sayıları karıştırıyorsa
“Disleksi” olabilir
Çocuğunuz b, d, p,
q gibi harfleri yada
6, 9 gibi sayıları
karıştırıyormu?
Okurken devamlı
kelimeleri atlayıp,
harflerin yerini
mi değiştiriyor?
Eğer bu belirtiler
varsa dikkat!
Çocuğunuz disleksi
olabilir. Harflerin
ve kelimelerin
karıştırılması ve
tersten algılanması
ile kendini gösteren
disleksinin bir tür
öğrenme bozukluğu
olduğunu söyleyen
Çocuk Psikiyatri
Uzmanı Canan
Yusufoğlu, bu
konuda aile ve
öğretmenlerinin
dikkatli davranması
gerektiğini söylüyor.
Disleksinin
genellikle
çocukların okumaya
başlamasıyla
farkedilen bir
problem olduğunu
kaydeden
Yusufoğlu, bu
durumun bir
hastalık değil,
öğrenmeyle ilgili
zihinsel süreçlerde
bir farklılık olarak
değerlendirilmesi
gerektiğinin altını
çiziyor.
Dislekside erken tanının büyük önem
taşıdığını kaydeden Yusufoğlu, “Erken
tanı konulan disleksili çocuklar akranlarına
yetişebilmekte, gerçek potansiyellerine
ulaşabilmekteler” diyor ve ekliyor: “Disleksi
bir zeka geriliği değildir. Bu belirtileri
çocuğunuz taşıyorsa vakit kaybetmeden
mutlaka bir uzmana başvurun”
Dahilerde bile
görülebilen bir problem
Disleksi, zihinsel bir yetersizlik değildir ve
zeka ile ilişkisi yoktur. Hatta zeka düzeyi
çok yüksek çocuklarda da görülmektedir.
Disleksiklerin zeka düzeyleri düşük
olmadığı gibi özel yeteneklere de sahip
olabilirler. İzafiyet teorisini ortaya koyan
Albert Einstein, Rönesans döneminin büyük
mimar, heykeltraş ve ressam Leonardo da
Vinci’nin disleksi olduğu söylenmektedir.
Öğrenme Bozukluğu, zekası normal ya da
normalin üzerinde olan bireylerin, standart
testlere göre, yaşı zeka düzeyi ve aldığı
eğitim göz önünde bulundurulduğunda
okuma, matematik ve yazılı anlatım
düzeyinin beklenenin önemli ölçüde altında
olmasıyla tanısı konan bir bozukluktur.
Temel olarak 3 tür
öğrenme güçlüğü var
1-Okuma bozukluğu (disleksi)
2-Yazılı anlatım bozukluğu (disgrafi)
Disleksi’nin
İlköğretim Dönemi
Belirtilerinden
Bazıları :
-Okul başarısının zekasına ve yaşına
göre beklenenden düşük olması,
-Bazı konularda başarılı iken
bazı konularda başarısız olması
(örneğin; matematik dersi iyiyken
geometriden çok başarısız olması)
-Yavaş okuma
-Bazı harfleri yazarken veya okurken
karıştırma (p-b, b-d, k-t, y-h, 6-9,
2-5)
-Tersten yazma (ismini Ahmet yerine
temhA)
-Kelimenin sonlarını uydurarak
okuma
-Okumaya karşı isteksizlik
-Yazma ödevlerinden kaçınma
-Yavaş yazma
-Tahtadan ödevini geçirmekte
zorlanma
-Ödev yapmak istememe
-Sık dört işlem hatası yapma
-Çarpım tablosunu öğrenememe
-Kendine göre kısa yollar üretme
-Eldeleri unutma
-Alfabeyi sırasıyla sayamama
-Beden eğitiminde başarısız olma
(koşma,top tutma)
-Sağını solunu karıştırma
-Yıl, ay, gün gibi kavramları
karıştırma (hangi mevsimdeyiz
denince Mayıs diye yanıt verir)
3-Matematik bozukluğu (diskalkuli)
Dislekside, kişinin kronolojik yaşı, ölçülen
zeka düzeyi, ve yaşına uygun olarak
aldığı eğitim göz önüne alındığında
okuma başarısı beklenenin önemli ölçüde
altındadır . Disgrafide yazma becerileri,
diskalkulide de matematiksel becerileri
beklenenin önemli ölçüde altındadır.
Disleksinin neden ve
niçin kaynaklandığı
tam olarak bilinmiyor
Öğrenme bozukluklarının nedenleri
henüz tam olarak bilinmemektedir.
Disleksi konusunda genetik geçişin önemi
vurgulanmaktadaır. Dislektik anne ve
babaların çocuklarında okuma bozukluğu
riskinin erkek çocuklarında %30-40, kız
çocuklarda %17-18 olduğu bildirilmektedir.
Bu oranlar normal toplumda var olandan
5-12 kat daha fazladır. Çeşitli çalışmalarda
tek yumurta ikizlerinde her iki ikizde birlikte
görülme oranı %68, çift yumurta ikizlerinde
ise %38 olarak verilmektedir. Öğrenme
bozukluklarının toplumda görülme sıklığı
yaklaşık %5-10 kabul edilmektedir.
Yaygınlık oranlarının,
okuma bozukluğunun
%4, yazılı anlatım
bozukluklarının
%4, ve matematik
bozukluğunun %1
olduğu belirtilmektedir.
Yazılı anlatım bozukluğu
sıklıkla diğer öğrenme
bozukluklarıyla
birliktelik gösterir.
Öğrenme bozuklukları
gelişimsel sorunlardır
ve çocuğun doğumuyla
başlar, eğitim süreci
içinde belirtiler daha
Disleksinin 0-6 yaş
erken belirtileri:
-Konuşma gecikmesi
-Telaffuz sorunları
-Kelimeleri yanlış söyleme
-Oyunları sürdürememek,
çabuk sıkılmak
-Kafiye bulmakta güçlük
(masa-kasa vs)
-Ayakkabılarını ters giyme
-Daire, kare gibi şekilleri
kopyalayamama
-Taşırmadan boyama yapamama
-Bisiklete binememe
-Kendi ilgi alanı dışındaki aktivitelere
karşı isteksizlik
-Benzerlikleri fark edememe
-Sağını solunu karıştırma
-Sıraya koyma güçlüğü
-Renkleri öğrenememe, karıştırma
-Yetersiz sözcük dağarcığı gibi
dil gelişmi alanında görülen belirtiler
-Resim çizmeye karşı isteksizlik
-Şekilleri çizememe
-Düğme ilikleyememe
-Makas ,çatal,kaşık kullnanamama
gibi motor becer sorunları da
alanında yaşanan sorunlara eşliik
edebilir
-Zaman kavramlarında
önce-sonra, arka-ön gibi
kavramların kazanılmasında güçlük
-El tercihinin gecikmesi
belirginleşir. Genellikle
sorunlar azalsa da
belirtiler yaşam boyu
sürebilir. Bireyin eğitimi,
mesleğini, sosyal
ilişkilerini, günlük
aktivitelerini, benlik
saygısını etkiler.
İlköğretim döneminde
belirtilere dikkat:
Öğenme bozukluklarının tanısı en sık
ilköğretim döneminde konulur. Bu döneme
ilişkin en belirgin özellikler arasında
aşağıdakiler sayılabilir. Bu belirtiler öğrenme
güçlüğü olan çocuklarda daha sık görülür.
Akademik Başarı: Düşüktür ya da inişli
çıkışlıdır. Bazı derslerde, alanlarda normal/
normal üstüyken, bazı derslerde /alanlarda
düşüktür.
Okuma Becerisi: Harf ses ilişkisi kurmakta
zorlanır, harfleri ve rakamları (b-d, b-p ,6-9)
karıştırılabilir. Kelimeleri hecelerken ya
da harflere ayırırken zorlanabilir, okurken
heceleri ya da sözcüğü ters çevirebilir
(ne-en, çok-koç gibi ) harf, sözcük atlar,
ekler ya da uydurabilir. Sıklıkla okuduğu
yeri kaybeder, satır karıştırır, okuduğunu
anlamakta ve anlatmakta zorlanır, okumayı
sökemez ya da okuması yavaştır.
Yazma Becerisi: Genellikle yaşıtlarına
oranla el yazısı okunaksızdır, yavaştır,
yazarken bazı harf ve sayıları, kelimeleri ters
yazar, karıştırır (b-d, m-n gibi), yazarken
bazı heceleri atlar ya da ekler, yazarken
heceleri ya da sözcüğü ters çevirir
(ve -ev ), tahtadaki yazıyı defterine çekerken
ya da söylenenleri defterine yazarken
zorlanır.
Kelimeler arasında hiç boşluk bırakmaz ya
da kelimeyi iki üç parçaya bölerek yazar (ya
pa bil mek tir gibi), defterleri düzensizdir,
satır ve sayfayı düzenli kullanamaz, el – göz
koordinasyonu zayıftır, yazı ve çizmleri
bozuktur, kalemi uygun biçimde tutmakta
güçlük çeker, imla ve noktalama hataları
yapar, yazılı olarak kendini ifade etmekte
zorlanır .
Aritmetik Beceri: Genellikle küçük
yaşlardan itibaren sayı kavramını anlamakta
güçlük çekebilir (beş mi, bir mi büyüktür
gibi) bazı aritmetik sembolleri öğrenmede
zorlanır, karıştırır (“+” yerine “x “gibi)
sayıları karıştırır(6-9, 4-7 gibi), geometrik
şekilleri çizmekte ve isimlendirmekte
zorlanır, eldeleri unutur ya da doğrudan
sonucu yazar, çarpım tablosunu
öğrenemez, akıl yürütmekte zorlanır,
ölçüm ve olasılık hesaplarında güçlük çeker,
akıldan doğru çözdüğü pek çok problemi
kağıt-kalemle yapamaz.
Sıraya Koyma Becerisi: Haftanın
günlerinin, ayların, mevsimlerin, sayıların,
alfebenin, harflerin sırasını karıştırır,
dinlediği, okuduğu bir öyküyü anlatması
istendiğinde öykünün başını sonunu
karıştırır, sözlü ya da yazılı olarak
düşüncelerini sırayla ifade etmekte
güçlük çeker, sıralı çizimlerde ardışıklığı
sürdüremez.
Algı Sorunları: Görsel algı (ayrımlaştırma,
figür-zemin, hafıza alanlarında) sorunları,
Terapinin amacı, her bir çocuğun ihtiyacı
doğrultusunda öğrenme deneyimleri
sağlamaktır. Tanı ve değerlendirmeden
elde edilen bilgilerle oluşturulan bireysel
eğitim programları (BEP) uygulanır.
Normal sınıfta kaynaştırma eğitimi +
destek eğitim en uygun yol olarak
önerilmektedir. Pek çok ülkede bu çocuklar
için destekleyici hizmetler okul ortamında
verilmektedir. Bu konuda eğitim almış
terapistler ve özel eğitimciler sınıf öğretmeni
ile birlikte yardımcı olmaktadır.
Ülkemizde öğrenme güçlüğü çeken çocuk
ve gençlerin hakları, MEB tarafından
düzenlenen özel eğitim yönetmeliği ile
hakları korunmaktadır l
işitsel algı sorunları, dokunsal algı
güçlükleri, el-göz koordinasyonu ile ilgili
güçlükler, dans, ip atlama gibi aktivitelerde
zorlanma, mekansal algı güçlükleri, yön
bulmada zorlanma.
Dikkat Hareket Sorunları: Dikkatin
kısa süreli olması, kolayca dağılması,
konsantrasyon güçlüğü, aşırı hareketlilik,
hızlı ve çok konuşma vardır. Bazıları
oldukça yavaş ve hantaldır.
Sosyal - Duygusal Sorunlar: Yaşıtlarına
göre daha çocuksudur, düşünmeden
aklına eseni yapar, eleştirildiğinde aşırı
tepki gösterir, öfkelenir ya da dikkate almaz
(eleştiriye toleransı azdır), sosyal çevrenin
sözel olmayan ipuçlarını anlamakta zorlanır,
jest ve mimikleri doğru yorumlayamaz,
arkadaş ilişkilerinde zorluk yaşar, hayal
kurar, dalgındır, değişikliklere zor uyum
sağlar, duyguları sık değişir, kendisine
güveni azdır, öğrenmeyle ilgili çok sayıda
travmatik yaşantısı vardır.
Çalışma Alışkanlığı: Ödevlerini alamaz ya
da eksik alır, ev ödevlerini alırken yavaş ve
verimsizdir, ders çalışırken sık sık ara verir,
çabuk sıkılır, ders çalışmayı (okuma-yazma
faaliyetlerini) sevmez, ödevlerini yaparken
birilerinin yardımına gereksinim duyar.
Öğrenme bozukluğu olan çocuk
ve ergenler bu özelliklerin tümünü
taşımayabilirler. Her biri farklı sayıda farklı
yoğunlukta bu belirtileri gösterir. Öğrenme
bozukuğuna en fazla eşlik eden bozukluk
dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğudur.
Öğrenme bozukluğuna, karşı gelme
bozukluğu, davranım bozukluğu gibi
diğer yıkıcı davranım bozukluklarının da
eşlik ettiği, bu durumun dikkat eksikliği
hiperaktivite bozukluğu ile birlikteliği ile
ilişkili olabileceği bilinmektedir. Aritmetik
bozukluğu olanlarda fobik bozukluk, kaygı
bozukluğu oranları %30 olarak bildirilmiştir.
Okuma bozukluğu olan çocuk, ergen ve
erişkinlerin kaygı ve depresyon düzeylerinin
daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Öğrenme
bozukluğu vakaları kliniğe çoğunlukla
okul başarısızlığı nedeniyle getirilmekle
birlikte çok farklı bir klinik görünüm de
sergileyebilmektedir. Okul korkusu,
depresyon, davranım bozuklukları,
bedensel yakınmalar, gece korkuları ya da
konuşma bozukluğu yakınmalarının altında
öğrenme bozukluğu düşünülmeli ve bu
yönde incelemeler yapılmalıdır.
Disleksinin tedavisinde
özel eğitim teknikleri
büyük fayda sağlıyor
Dislekside öğrenme güçlüğünü
ortadan kaldıracak bir ilaç tedavisi
bulunmamaktadır. Ancak bu sorunun
yanı sıra dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik,
depresyon, kaygı bozukluğu gibi başka
psikiyatrik bozukluklar eşlik ediyorsa
bunların ilaçla tedavisi düşünülmelidir.
Psiko-pedagojik terapi,
özel eğitim teknikleri
uygulanmazsa,
öğrenme bozukluğunun
kendiliğinden
düzelmeyeceği
de bildirilmektedir.
Öğrenme bozukluğu
olan vakalar, tanı ve
değerlendirilmelerinden
elde edilen bilgilerle
oluşturulan özel eğitim
programıyla ve
psiko-pedagojik
terapiyle
öğrenebilmektedirler.
Öğrenme ve Bellek
Nasıl Güçlendirilir?
Dikkatinizi Odaklayın: Yeni bir
şey öğrenmek için en önemli
işlevlerden biri dikkat işlevidir.
Dikkatin yeterince odaklanamadığı
durumlarda bilgi anlaşılsa da
belleğe kaydedilemez. Dikkati bir
duruma odaklayabilmek için de
zaman tanımak gerekir. Örneğin, bir
bilgi üzerine 7-8 saniye düşünmek
o bilgiyi kaydetmek için gerekli
olabilir. Bu nedenle aynı anda
birkaç iş yapmak dikkati odaklamayı
ve dolayısıyla da öğrenmeyi
olumsuz etkiler.
Motive olun ,olumluya odaklanın:
Bilgiyi belleğe almanın ön
koşullarından biri o bilginin önemli
ve anlamlı olduğunu düşünmektir.
Bilgiyi işleme yönteminizi kendi
bireysel öğrenme stilinize göre
şekillendirin: Bazı bireyler görsel,
bazıları da işitsel, bazıları da
dokunsal ipuçlarına ihtiyaç duyarlar.
Yeni bilgiyi daha önce
bildiklerinizle ilişkilendirin:
Yeni bir bilgiyi öğrenirken bilinçli
bir şekilde benzerlikler kurarak,
ilişkilendirerek öğrenmeye
çalıştığımızda belleğimize yarımcı
olmuş oluruz.
Bilgiyi tekrarlayın: Bilgiyi aynı gün
içinde tekrar etmek, daha sonra
aynı hafta içinde tekrar etmek ve
giderek açılan aralıklarla tekrar
etmek bilginin silikleşmesini önler .
Belleği dolaylı yoldan güçlendiren
başka yöntemler de sıralanabilir:
-Düzenli fiziksel ve zihinsel egzersiz
yapmak.
-Stresle başa çıkma becerilerini
arttırmak.
-Düzenli uyku ve beslenme
alışkanlığı edinmek.
ADT. DR. SELÇUK ÖZBÖLÜK
HOSPITADENT AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI MERKEZİ / YÖNETİM KURULU ÜYESİ
Diş beyazlatmanın
doğal ipuçları
Beyazlatma işleminden
sonra bir hafta çay
kahve ve sigara
içilmemeli
Antibiyotik kullanımına bağlı olan
renkleşmelerde, beyazlatma işleminin
etkisinin sınırlı olduğunu ifade eden
Dt. Özbölük, “Bu gibi durumlarda işlem
2-3 seans sürdürülebilir. Beyazlatma işlemi
bittikten sonra, dişlerin tekrar eski haline
dönmemesi için 1 hafta boyunca sigara,
çay ve renkli içecekler tüketilmemeli.
Bunlara dikkat edilirse ve sonrasında da
azaltmaya gidilirse beyazlatma işlemi
2-3 yıl kalıcılık sağlayacaktır” diye konuştu.
Beyazlatma işlemi
muhakkak hekim
kontrolünde
gerçekleştirilmeli
Dişlerdeki şekil ve
renk bozukluklarının
özgüven sorununa
sebep olabileceğini
söyleyen
Dt. Selçuk Özbölük,
piyasada satılan
ve ev ortamında
kullanılan ucuz
beyazlatıcı jellere
karşı dikkatli
davranılması
gerektiğini söylüyor.
Bu ürünlerin diş
çekilmelerine, kalıcı
diş hassasiyetlerine
sebep olabildiğine
işaret eden
Özbölük, “Bu jel
ve beyazlatıcılar ilk
kullanımdan itibaren
dişlerin dış yüzeyini
bozuyor ve mine
çatlaklarına sebep
oluyor. Bir nevi
dişleri dış etkenlere
karşı tamamen
korumasız bırakıyor.
Dişlerinizin gereksiz
yere yıpranmasını
istemiyorsanız
ev ortamında diş
beyazlatmaya
çalışmayın.
Güvenmediğiniz
ürün ve jelleri
dişlerinize asla
uygulamayın”
uyarısında
bulunuyor.
Dişlerin yapısındaki renklenmelerin veya
koyu renkli dişlerin daha estetik
bir görüntü vermek amacıyla beyazlatılması
işlemine ‘Bleaching’ adı verildiğini
kaydeden Özbölük, bleaching yönteminin
daimi dişlerin ağız içinde konumlandığı
12-13 yaştan itibaren her hastaya
uygulanabildiğini ifade ediyor. Dt. Özbölük
beyazlatma işlemi isteniyorsa öncelikle
aşınma-kırık-çatlak ve çürük olan dişlerin
tedavi edilmesi gerektiğini, daha sonra
diş beyazlatma işleminin uygulanması
gerektiğinin altını çiziyor.
Beyazlatma işleminde “hidrojen peroksit”in
kullanıldığını bu maddenin hekim
kontrolünde, belirli dozlarda yapıldığında
beyazlatma işleminin bir zararı olmadığını
söyleyen Dt. Özbölük “Kullanılan ürünün
içeriği ve dozunun ayarlanması çok önemli
olduğundan dolayı beyazlatma işleminin
kesinlikle hekim kontrolü ve gözetiminde
yapılması gerekir. Ancak hekim kontrolünde
olmayan, eczaneden alınan ürünlerle
bilinçsizce yapılan beyazlatmalar diş
çekilmeleri, kalıcı diş hassasiyetleri, dişin
dış yüzeyinin bozulması ve mine çatlakları
gibi kalıcı zararlara neden olabilir” dedi l
Beyaz dişler için
doğal ipucular:
*Kalsiyumun dişlere faydası yıllardır
bilinen bir gerçek. Yemeklerden
sonra ufak bir parça peynir yemenin
diş minerallerini güçlendirdiğini
ortaya koyan araştırmalar var.
Peynirden hoşlanmıyorsanız bir
miktar süt ve yoğurt da yemeklerden
sonra tercih edebilirsiniz.
*Elma, havuç, ayva gibi sert
meyveleri doğramadan, kabuğuyla
yiyin. Bu sert meyveler doğal diş
fırçası gibidir. Dişe hiçbir zarar
vermeden beyazlamasına yardımcı
olur.
*Kullanmanız gerekenler kadar
kullanmamanız gerekenler de
önemli. Limon ve sirkenin dişleri
beyazlatmada kullanılması son
derece yanlış. Asitli olduklarından
ikisi de dişlere büyük zarar verebilir.
*Halk arasında yaygın olarak bilinen
bir diş temizleyicisi: Karbonat.
Uzun vadede ideal diş beyazlatıcısı
olmasa da kısa vadeli olarak tercih
edilebilecek bir beyazlatıcıdır.
UZM. DR. EVRİM ÖĞÜT
ERENKÖY FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / FTR POLİKLİNİĞİ
Diz ağrısı
neden ve niçin olur?
Gün içinde pek
çok hareketimizde
doğrudan dizimizi
kullanıyoruz.
Bu nedenle de
diz eklemlerinde
yaralanma,
incinme olasılığı
diğer eklemlere
göre çok daha
fazla. Vücuttaki
en karmaşık
ve en büyük
eklemlerden biri
olan diz ekleminin
aşınması ya da
zarar görmesinin
yürümeyi ve hareket
etmeyi engellediğine
işaret eden
Uzm. Dr.
Evrim Öğüt,
FTR polikliniklerine
başvuran
eklem ağrılı
hastaların büyük
çoğunluğunun
diz ağrısı şikayetiyle
başvurduğunu
söylüyor.
Bu artışın en
önemli sebebinin
obezite ve egzersiz
eksikliği olduğunu
ifade eden Öğüt,
“Obezitenin kas
iskelet sisteminde
yarattığı en büyük
sorunlardan biri
diz harabiyetidir”
diyor.
Diz ağrısının her yaş grubunda
görülebileceğini ancak 50’li yaşlardan
sonra daha sık karşılaşıldığını belirten Öğüt,
bu yaş grubunda artan yakınmalardan
eklem kireçlenmelerinin sorumlu olduğunu
kaydediyor. Uzm. Dr. Öğüt, yürüme,
merdiven çıkma gibi günlük basit aktiviteleri
bile gerçekleştirmemize engel olan diz
ağrıları konusunda şu bilgileri veriyor:
Diz ağrısı yaşa ve
ağrının kaynağına göre
farklı şikayetlerle baş
gösteriyor
Diz eklemi sinovyal boşluk hacmi ve eklem
kıkırdak alanı açısından insan vücudundaki
en büyük eklemdir. Yapısındaki ön-arka
ve çapraz bağlar, menisküsler, eklem
kıkırdağı, eklem kapsülü ve çevresindeki
bursa (destek kesecikleri), kas ve
tendonlarla geniş bir eklem hareket açıklığı,
esneklik, vücut ağırlığını taşımak için gerekli
stabiliteyi sağlayan özel bir yapıya sahiptir.
Bu dokuların herhangi birindeki hasarlanma
hareketin bozulmasına ve diz ağrısına
sebep olur.
Çocukluk çağı diz
ağrılarına dikkat
Çocukluk çağında diz ağrısı sık görülen
bir belirti olmamakla beraber oldukça
önemlidir. Çocuklukta dizde septik artrit sık
karşılaşılan ve ihmal edilmemesi gereken
bir tablodur. Şiddetli ağrı artışı, şişlik gibi
bulguların yanı sıra ateş ya da enfeksiyon
odağına ait bulgulara rastlanabilir. Bu yaş
grubunda osteomiyelit, çocukluk çağı
romatizmal hastalıkları (juvenil romatoid
artrit, akut romatizmal ateş gibi), travmalar,
kırıklar, kanama bozuklukları, lösemi gibi
hastalıklar diz ağrısına yol açabilir.
Büyüme ağrıları çoğu
zaman istirahatle
düzeliyor
Büyüme ağrıları daha çok 4-12 yaşlarında
ve genellikle geceleri olur. Her iki baldır
ya da uyluk ağrısı tarzındadır. Masaj ve
analjezik ilaç tedavisine yanıt vermesi,
fizik muayene ve laboratuar bulgularının
normal olması büyüme ağrılarının özelliğidir.
Osgood-Schlatter Hastalığı adölesan yaş
grubunda özellikle atletik, aktif erkeklerde
sık görülen bir diz ağrısı sebebidir.Ağrı
özellikle diz bükme, çömelme, sıçrama gibi
aktivitelerle artar. İstirahatle çoğu zaman
düzelebilen bir tablodur.
Genç erişkinlerde
daha çok romatizma
ve bağ yaralanmaları
görülüyor
Genç erişkinlerde
(20-55 yaş) travma,
menisküs ve bağ
yaralanmaları,
romatizmal hastalıklar,
aşırı kullanım
sendromları ve
bursitler sık görülen
ağrı nedenleridir.
Menisküs hasarlarına özellikle sporcularda
sık rastlanır, çoğunlukla birlikte bir bağ
yaralanması da vardır. Bu gibi durumlarda
temel yakınmalar ağrı, şişlik, hareket sırasında
kilitlenme ve boşluğa adım atma hissidir.
50 ve sonrasında
diz eklemlerinde
kireçlenme daha
yaygın
50’li yaşlardan sonra travma, bursit,
tendinit, gut, yayılan ağrılar (kalça, ayak
bileği ve bel den), romatizmal hastalıklar
görülebilir ancak bu yaş grubunda en sık
diz ağrısı sebebi ‘osteoartrit’tir. Osteoartrit
(OA) dünyada bilinen en yaygın eklem
hastalığıdır. Ortalama yaşam süresinin
uzaması, obezitenin artması ve hareketsiz
yaşam biçiminin yaygınlaşması toplumda
osteoartrit sıklığını giderek arttırmaktadır.
Kireçlenmede eklem
aralarında daralma
artıyor
Etkilenen eklemde kıkırdak hasarı ve kaybı,
kemikte yüklenmeye bağlı hasarlanmalar,
normal kemik yapısının bozulması ve
anormal kemik çıkıntılarının (osteofit)
oluşması sonucunda eklem aralığında
daralmalar olur. Bunların sonucu olarak
hastada hareketle artan ağrı, hareket
başlangıcında tutukluk, ataklar halinde
olabilen şişlik, ısı artışı gibi şikayetler
gelişir.Hastanın şikayetlerini dinledikten
sonra fizik muayenesinin yapılıp, gerekli
hallerde laboratuar ve radyolojik tetkikleri
değerlendirilip tanı konur. Tanı konduktan
sonra hastaya, hekimi gözetiminde uygun
tedavi programı uygulanır.
Dizlerimizi korumak
için neler yapmalıyız?
Eklemin korunması için; diz üstüne çökerek,
dizi katlayıp bağdaş kurarak ya da altımıza
alarak oturmaktan kaçınılmalıdır.
Çok uzun süre ayakta
kalmak ve merdiven
inip çıkmak eklem
yüklenmesini arttırır. Dize
binen yükün azaltılması
için kilo verilmesi ve
diz çevresi kasların
güçlendirilmesine
yönelik düzenli egzersiz
yapılması gerekir.
Diz ağrılarında, aktivite ve ağırlık taşıması
7-14 gün süreyle engellenmelidir. Yatak
istirahatinin süresi ağrının nedenine bağlı
olarak değişebilir, örneğin kırıklarda 12
haftaya kadar sürebilir. İstirahat süresince
diz mümkün olduğunca katlanmamalı,
düz uzatılmalıdır. Hareketliliğin ve günlük
yaşamsal aktivitelerin sağlanması için
gerekirse koltuk değneği, baston, dizlik gibi
yardımcı cihazlar kullanılabilir. Ağrı azalıp
eklem fonksiyonları normale döndüğü
dönemde, ağrının nedeni ve hastanın
kişisel özelliklerine (yaşı, cinsiyeti,ek
hastalık varlığı gibi) göre fizik tedavi ve
rehabilitasyon uzman hekimi kontrolünde
egzersiz programına başlanır.
İlaç tedavisi eklemde
toparlanma sağlıyor
İlaç tedavisi sadece ağrı kontrolü için değil,
eklemde yıkıma sebep olan reaksiyonların
durdurulması için de gereklidir. Bu nedenle
hastaların önerilen tedaviye uyumu çok
önemlidir. İlaçlar ağızdan veya enjeksiyon
yoluyla kullanılabilir.
Gerekli durumlarda eklem içine steroid
enjeksiyonu yapılabilir. Eklem içine yapılan
hyaluronik asit enjeksiyonların fayda
sağladığını bildiren yayınlar vardır. Son
yıllarda popüler olan ozon tedavisi, PRP
tedavisi, proloterapi gibi yöntemler uygun
hasta seçimi yapıldığında başarılı sonuçlar
veren yöntemlerdir.
Fizik tedavi
uygulamalarının
tedaviye büyük
katkısı var
Erken dönemde ağrının azaltılması, kas
spazmının çözülmesi, eklem hareket
genişliğinin sağlanıp korunması, kronik
dönemde kasların gücünün arttırılması,
eklem biyomekaniğinin düzeltilip aşırı
yüklenmesinin önlenmesi gibi bir çok
sebeple fizik tedavi uygulamalarının tedavi
sürecine çok önemli katkıları vardır.
Tedavi süreci fizik tedavi
ve rehabilitasyon uzman
hekimi önderliğinde,
fizyoterapist, iş-uğraşı
terapisti, fizik tedavi
teknikeri, psikolog,
diyetisyen ve diğer
yardımcı sağlık
personelinden oluşan
bir ekip tarafından
yürütülmelidir.
Tüm bu tedavi yöntemlerine rağmen
hastanın ağrısı giderilemiyor, fonksiyon
kaybı artıyorsa cerrahi yöntemlere
(artroskopik cerrahi, osteotomi, artroplasti
gibi) başvurmak gerekebilir.
Diz ağrısı olmadan sağlıklı bir hayat
için sloganınız “Ağrı olmayacak kadar
egzersiz , tutukluk olmayacak kadar
istirahat” olsun l
Tedavi yaklaşımları
ise:
* İlaç dışı tedavi yaklaşımları
* Fizik tedavi uygulamaları
* İlaç tedavisi
* Cerrahi tedavi olarak sıralanabilir.
UZM. DR. EVRİM ÜNAL
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİ
Doğum sonrası
depresyonu önemseyin!
Birçok kadın anne
olduktan sonra
hafif hüzün ve kaygı
hissedebilir, ruh
halinde değişiklikler
görülebilir. Genelde
bu belirtiler 7-10 gün
içinde kendiliğinden
düzelir. Ancak dikkat!
Bu düzelme süreci
uzuyor ve bu hüzün
hali artarak devam
ediyorsa doğum
sonrası depresyona
yakalanmış
olabilirsiniz.
Psikiyatri
Uzmanı Evrim
Ünal, doğumdan
sonraki ilk aylarda
sinsice başlayan
depresyonun sadece
annenin değil bebek
ve tüm ailenin
etkilenebileceği
bir hastalık halini
alabileceğini
söylüyor.
Doğum sonrası depresyonun evlilik sorunları,
istenmeyen ya da riskli gebelikler, sosyal
desteğin az olması, eşinin ya da kendisinin
işsiz olması gibi bir çok risk faktörü ile
bağlantılı olduğunu kaydeden Uzm. Dr. Ünal,
konu hakkında şu bilgileri veriyor:
Doğum sonrası
bir yıllık dönem
depresyona yakalanma
açısından riskli
Doğum sonrası dönem genellikle aileler için
aileye yeni katılan bebek nedeniyle mutlu
ve hoş algılanan ve heyecanla beklenen bir
dönemdir. Doğumla birlikte kadınlarda ani
gelişen hormonal değişiklikler; bebek bakımı,
bebekle ilgili sorunlarla başedebilme,
annelik gibi yeni rollerin edinilmesi
doğum sonrası bir yıllık dönemi hayatın
diğer dönemleriyle karşılaştırıldığında
psikolojik hastalıklara daha yatkın hale getirir.
Depresyon bu hastalıklar arasında
en baskın olanı ve ilk akla gelenidir.
Annelerdeki depresif hal normal kabul
edilebilecek “Lohusalık Hüznü” nden
doğum sonrası ağır depresyona kadar
ilerleyebilir.
Doğum sonrası depresyon sadece annenin
değil bebek ve tüm ailenin etkilenebileceği
bir bozukluk olduğundan üzerinde önemle
durulmalıdır.
Ailevi ve ekonomik
sorunlar tetikliyor
Lohusalık hüznü yeni doğum yapmış
annelerin yüzde 50-70’inde görülebilen,
normal kabul edilebilecek düzeyde
mutsuzluk, hüzün, yorgunluk, kolay ağlama,
kaygılanma tablosu şeklinde ortaya çıkar.
Bu tablo kısa sürelidir ve yakınlarının sosyal
desteği, uyku düzeninin sağlanması ile
1-2 haftada sonlanır. Yeni doğum yapan
kadınların yüzde 5-20’sinde ise daha şiddetli
depresyon tablosu ortaya çıkar.
Doğum sonrası depresyon denilen bu tablo
genellikle doğumdan sonra iki ay içinde
başlar ve bir yıla kadar sürebilir.
Doğum sonrası
depresyon evlilik
sorunları, istenmeyen
gebelikler, riskli
gebelikler, sosyal
desteğin az olması,
eşinin ya da kendisinin
işsiz olması, önceki
gebeliklerde depresyon
geçirilmesi, ailesinde
depresyon öyküsü,
daha önceki yaşam
travmaları gibi risk
etkenleri olan kadınlarda
daha sık görülür.
Anneler kendilerini
yetersiz hissettiğinde
mutlaka bir uzmana
başvurmalı
Karamsarlık, çaresiz-umutsuz hissetme,
değersizlik düşünceleri, sosyal çevreden
uzaklaşma, eve kapanma, iştah-uyku
değişiklikleri, dikkat zayıflığı, kolay
öfkelenme, kendine bakımın azalması,
cinsel isteksizlik, bebeğine yabancılaşma,
bebeğine ve kendine zarar verme
düşünceleri gelişebilir. Anneler genellikle
bu belirtilerin yeni bir bebeğin bakımının
getirdiği stresin parçası olduğunu düşünebilir
ve “iyi anne”nin kimseye ihtiyaç duymadan
bebek bakımını sağlaması gerektiği
düşüncesine kapılabilir. Bu tür yakınmaları
olan hastalar bu belirtiler ileriki yaşamlarını da
etkileyebilecek bazı psikiyatrik hastalıkların
ilk atağı olabileceğinden psikiyatri uzmanına
başvurmalı ve takip edilmelidir.
Anne sütünü
aniden kesmek
depresyonu arttırabilir
Doğum sonrası depresyonda annenin
bebeğine ilgisi azalır. Bu dönemde anne
sütüyle beslemek annede uykusuzluk,
kendine zaman ayıramama, ilaç
kullandığında bebeğine zarar vereceği
düşüncesine neden olabilir ve yakınmalarını
artırabilir. Ancak, anne sütünün aniden
kesilmesinin de hormonal değişikliklere
neden olarak depresyonu artırabileceği
bildirilmektedir.
Öncelikli
tedavi yöntemi
destekleyici
terapi olmalı
Doğum sonrası depresyon tedavisi belirtilerin
ciddiyetine göre değişir. Tedavide öncelikle
ilaçsız yöntemler tercih edilir. Hasta yakın
takibe alınır, eşiyle görüşülerek bilgilendirilir,
destekleyici terapi uygulanır. Aile terapisi
ailenin depresyonu daha iyi anlaması ve
anneye desteğin sağlanması açısından
oldukça etkindir.
Grup psikoterapisi de doğum sonrası
depresyonda etkindir. Kullanılan ilaçlar
anne sütüne geçtiği için zorunlu olmadıkça
ilaç önerilmez. Annenin durumunun
ciddiyeti bebeği de tehlikeye atacağından
ve anne bebeğine bakamayacak duruma
gelebileceğinden anne sütüne geçtiği halde
bebekte ciddi yan etkiler oluşturmayacak
antidepresanlar kullanılabilir.
Şiddetli depresyonda
özellikle intihar,
zarar verme düşünceleri
söz konusu olduğunda
hastaneye yatırılarak
psikiyatrik tedavi
uygulanması,
emzirmenin
sonlandırılarak etkili
ilaç tedavisi yapılması
gerekebilmektedir l
UZM. DR. AYSUN BOĞA
YAKACIK DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ / ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ
Çocuklarda
sık antibiyotik kullanımı
bağışıklığı zayıflatıyor
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Uzmanı
Dr. Aysun Boğa,
nezle, grip, soğuk
algınlığı gibi viral
enfeksiyonların
bağışıklık sistemi
zayıf olan ve
alerjik bünyeli
çocukları daha çok
etkilediğini söyledi.
Özellikle okula yeni
başlayan, bağışıklık
sistemleri tam
olarak gelişmemiş
çocukların daha
sık hastalandığına
işaret eden
Uzm. Dr. Boğa,
sürekli kalabalık
ve kapalı ortamda
bulunmanın, ve
sık antibiyotik
kulanmanın
bağışıklık sistemini
olumsuz etkilediğine
dikkat çekti.
Boğa, çocukların
güçlü bağışıklık
sistemi için anne
babalara şu
önerilerde bulundu:
Bağışıklık sistemi
vücudun ordusudur
Bağışıklık sistemi, vücudun çeşitli
hastalıklardan kendisini korumasına
yardımcı olan; bazı hücreler, kimyasal
maddeler ve fiziksel etmenlerden oluşan
bir sistemdir. Kısacası vücudun ordusudur.
Bağışıklık Sistemi başlıca bulaşıcı
enfeksiyon hastalıklarından (nezle, grip,
suçiçeği, kızamık, bronşit, menenjit…)
korunmamıza yardımcı olur. Ayrıca;
güçlü bir bağışıklık sistemi olan kişilerde
kanserlerin bile daha az oranda görüldüğü
bilinmektedir.
Bağışıklığın az ya da
çok çalışması ciddi
sağlık problemlerine
sebep olabilir
Bağışıklık sisteminin az çalışması doğumsal
ve edinsel (sonradan) olabilir. Doğumsal
olanlarda yukarıda bahsettiğim hücrelerin
kimyasal maddelerin ve fiziksel etmenlerin
sayıca azlığı ya da görevlerini yerine
getiremediği görülür. Maalesef doğumdan
sonra ciddi sorunlarla karşılaşılabilinir.
Edinsel olanlar ise başta AIDS olmak üzere
bir takım enfeksiyonlarda, kemoterapi
alan çocuklarda olduğu gibi kemik iliğinin
baskılandığı durumlarda görülür. Yine bizim
burada bahsedeceğimiz bağışıklık sistemini
sağlıklı ve güçlü tutmak için almamız
gereken önlemleri alamadığımızda da bu
mekanizmanın az çalışması ile ilgili sorunlar
olabilir. Aşırı çalıştığı durumlarda ise sistem
gücünü vücudun doğal hücreleri üzerinde
gösterir ve otoimmun kökenli (diyabet, bazı
anemi çeşitleri, guatr…) dediğimiz bazı
hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur.
Bağışıklık sistemi
ne zaman ve
nasıl oluşur?
Bağışıklı sisteminin
oluşumu bebeğin ana
rahmine düşmesi ile
başlar. Sahip olduğu
genetik özelliklerle
beraber çevrenin de
etkisi ile bağışıklık
sisteminin elemanları
doğuma kadar
olgunlaşır. Ve hayatın
ilk yıllarında daha fazla
olmak üzere gelişimine
devam eder.
Ayrıca; annenin geçirdiği enfeksiyonlara
karşı oluşturduğu antikorlar hamilelik
döneminde göbek kordonundan sonrasında
ise anne sütünden bebeğe geçerek
sistemin önemli bir basamağını oluşturur.
Doğumdan sonra başlayan aşılama ve
geçirilen enfeksiyonlar ömür boyu sürecek
olan gelişimin diğer bir basamağıdır.
Çocuklardaki bağışıklık sisteminin en
önemli özelliği gelişim sürecinde olmasıdır.
Genetik özelliklere müdahale edilemez
ama çevresi etkenler bu süreci olumlu veya
olumsuz yönde etkileyebilir.
Yetersiz ya da aşırı
beslenme bağışıklık
sistemini olumsuz
etkiliyor
Anne sütü verilmemesi, aşılarının
zamanında yaptırılmaması, aşırı kirli
ya da aşırı temiz çevreye maruz kalınması,
kontrolsüz ilaç kullanımı, yetersiz veya
aşırı beslenme sonucunda çocuklarımızın
bağışıklık sistemi zayıflar.
Çocuklarda güçlü
bağışıklık sistemi
için 5 altın kural;
• Anne sütü ve aşıların önemi artık
herkes tarafından bilinmektedir.
2 yaşına kadar bebekleri emzirmek
ve ASM ‘lerdeki kontrol ve aşılarını
aksatmamak oldukça önemlidir.
• Kaliteli uyku sırasında vücuttaki
hücreler dinlenir ve yenilenir.
Büyüme hormonu salınımıyla birlikte
vücut direnci artar. Onlara sağlıklı
bir uyku alışkanlığı kazandırmak
gerekir.
• Su bedenimiz için vazgeçilmezdir.
Toksinlerin atılımını hızlandırır.
Bu nedenle su ve sıvı gıda tüketimi
arttırılmalıdır.
• Rahatça koşup oynayan, spor
yapan, sevildiğini hisseden mutlu
bir çocuğun bağışıklık sisteminin de
güçlü olacağı bir gerçektir.
• Dengeli beslenmede bağışıklık
sistemini güçlendirir.
• Selenyum - karides, mantar,
dana / kuzu ciğeri somon ve
ton balığı, kırlangıç balığı,
yumurtanın sarısı, esmer pirinç
tüketimi
• Et, pekmez, ciğer, yumurta,
kuru üzüm, baklagiyat tüketimi
• Çinko: Et, pişmiş nohut tüketimi
• E Vitamini: Kuru yemiş, zeytin,
zeytin yağı, yeşil sebze tüketimi
• A Vitamini: Greyfurt, havuç,
kuru kayısı, (doğal olan kükürtle
sarartılmayan) Trabzon hurması,
kara lahana, pancar, kara turp
tüketimi ile elde edilebilir.
D Vitamini, C vitamini, selenyum
ve demir antioksidandır. Bunların
haricinde soğan ve sarımsakta da
bağışıklık sistemini pozitif yönde
etkileyen bir takım maddeler
bulunur.
Bağışıklık sistemini
güçlendirmek için;
• D Vitamini: Yeşil yapraklı sebze
tüketimi, gün ışığına çıkmak
• C Vitamini: Portakal, Mandalina,
Limon, çilek, kivi, greyfurt, zerdeçal,
elma, kavun tüketimi
• Soğan / Sarımsak
• Omega 3 – balık, ceviz tüketimi
• Probiotik / prebiotik - mayalı
ürünler yoğurt, kefir, ayran tüketimi
• Selenyum - karides, mantar,
dana / kuzu ciğeri somon ve ton
balığı, kırlangıç balığı, yumurtanın
sarısı,esmer pirinç tüketimi
• Demir: Et, pekmez, ciğer,
yumurta, kuru üzüm, baklagiyat
tüketimi
• Çinko: Et, pişmiş nohut tüketimi
• E Vitamini: Kuru yemiş, zeytin,
zeytin yağı, yeşil sebze tüketimi
• A Vitamini: Greyfurt, havuç,
kuru kayısı, (doğal olan kükürtle
sarartılmayan) Trabzon hurması,
kara lahana, pancar, kara turp
tüketimi ile elde edilebilir.
D Vitamini, C vitamini, selenyum
ve demir antioksidandır. Bunların
haricinde soğan ve sarımsakta da
bağışıklık sistemini pozitif yönde
etkileyen bir takım maddeler
bulunur.
Aşırı temiz çevre,
çocuğun toplumsal
florayla çok geç
tanışmasına neden
olur. Eninde sonunda
karşılaşacağı bu
florayla erken zamanda
tanışması çocuklarımızın
yararınadır.
Aşırı titizlik, sık
hastalanıyor diyerek
okula / kreşe
göndermemek uygun
bir davranış değildir.
Hijyen hipotezine göre böyle bir tutum
otoimmun kökenli ve astım gibi alerjik
hastalıkların artmasına neden olmaktadır.
Hekime danışmadan ilaç kullanmak
(özellikle antibiyotik) çocuklarımız yerine
mikropların direnç kazanmasına neden
olur. Yetersiz beslenme ile ilgili ayrıntıya
gireceğiz ama; obezitenin de kan yağlarının
yükselmesine neden olarak bağışıklığı
zayıflattığı bilinmektedir.
Bağışıklık sistemini
güçlendirmek amacıyla
gereksiz gıda takviyesi
kullanmayın
Dengeli beslenen çocuklarda; doğumda
kas içine yapılan 1 mg K Vitamini ve ilk
bir yaşta alınması gereken 400 ünite/gün
D vitamini dışında, gıda takviyelerine pek
ihtiyaç duyulmaz. Bununla birlikte bazı
kronik hastalıklarda olduğu gibi metabolik
ihtiyaçın arttığı durumlarda ve yeterli
beslenmeyen çocuklara da destekleyici
olarak kullanılabilir l
Düzenli ve
sağlıklı beslenme
bağışıklığı
güçlendiriyor
Vücudun büyümesi, yenilenmesi
ve çalışması için gerekli olan enerji
ve besin öğelerinin her birinin
yeterli miktarda ve vücuda uygun
şekilde alınması bağışıklık sistemini
güçlendiren bir diğer önemli
faktördür. Dengeli beslenmede
4 besin grubundan (ekmek tahıl
grubu, süt grubu, et, yumurta,
kuru baklagil grubu, sebze ve
meyve grubu) uygun bir şekilde
tüketmek gerekmektedir. Fastfood
yiyeceklerinden, rafine besinlerden
uzak durmak gerekir.
Türkiye’den, dünyadan.
Sağlık için, Bıçakcılar’dan.
Türk sağlık sektörüne, ihtiyacı olan kaliteli, nitelikli ve güvenli ürünleri yıllardır hep
Bıçakcılar sundu: Üretiminde hep aynı insan odaklı yaklașımı ve çevre duyarlılığını
gözeterek...
Bıçakcılar’ın her zaman en ileri teknoloji ile ürettiği yaklașık 300 çeșit tıbbi cihaz
ve 2.500 tek kullanımlık tıbbi ürün, Türk sağlık sektöründe yıllardır güvenle ve
sorunsuz kullanıldı, kullanılıyor...
Bıçakcılar kendi üretim hattı dıșında kalan pek çok ürünü de yıllardır dünyanın en
güvenilir ve en seçkin markaları arasından seçerek, Türk sağlık sektörünün
kullanımına sunuyor. Dünyanın güvendiği Bıçakcılar, dünyanın güvenilir
markalarıyla çalıștı, çalıșıyor.
Türkiye için, sağlık için, insan için...
/bicakcilartibbi
/bicakcilartibbi
BTK-BIC-007-00
PROF. DR. EMİNE DERVİŞ
HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / DERMATOLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM SORUMLUSU
El bakımının
püf noktaları
Boynunuzdaki
çizgiler ve
ellerinizdeki
kırışıklıkların
yaşınızı kolaylıkla
ele verebileceğini
biliyor musunuz?
Ellerinize
gereken özeni
göstermediğiniz
takdirde sert ve
lekeli ellere sahip
olabileceğinize
dikkat çeken
Prof. Dr. Emine
Derviş, özellikle kış
aylarında soğuk
hava, şiddetli rüzgâr
gibi etkenlerden
kuruyan ve çatlayan
ellerin sık sık
nemlendirilmesi,
yaz aylarında
ise güneşten
korunması
gerektiğini
söylüyor.Tıpta cilt
ve tırnakların kişinin
sağlık durumu
hakkında fikir
sahibi olunabilecek
göstergelerden
biri olduğunu
kaydeden Derviş,
matlaşan cilt ve
el derisinin bazı
hastalıkların
ön belirtileri
olabileceğini
söylüyor.
Derviş “El bakımında dışarıdan bakım
çok önemlidir, ancak beslenme yoluyla
da yeterli vitamin ve mineral desteği
sağlamalıyız” diyor ve ekliyor.
“Fonksiyonel görevleri yanısıra
duygularımızı ifade ederken de
kullandığımız ellerimize özen göstermeli,
en azından kışın kolay emilen vitamin
içerikli bir el kremini çantamızdan eksik
etmemeliyiz” Prof. Dr. Derviş konu
hakkında şu bilgileri veriyor:
Kuruyan ciltte
allerji ve egzema
olasılığı artar
Normalde derinin savunma mekanizmaları
derinin korunması için yeterli iken çeşitli
dış etkenler derinin doğal nem ve yağının
azalmasına, neticede derinin kuruma ve
çatlamasına yol açar. Kuruyan ve çatlayan
deri allerjenler ve tahriş edicilerden daha
kolay etkilenir ve egzemaların oluşma
olasılığı artar. Kuruyan el derisinde
oluşan egzema eğilimi dışında görüntü
bozuklukları kişilerin sosyal yaşamda
kendilerini kötü hissetmesine
yol açabilir.
Dış etkenlerden
en çok el ve yüz
derimiz etkileniyor
Özellikle ev hanımlarının su, sabun,
deterjanlarla yoğun teması,bazen iş
yaşamında çimento, boya gibi çeşitli
kimyasallar, güneş ışınları, nem, rüzgar,
soğuk, sıcak gibi hava şartları el derisinde
savunma mekanizmalarının bozulmasına
yol açabilir.
Ellerimize zarar
vermemek için sık
ve uzun süreli
su-sabun temasından
kaçınmak gerekir.
El yıkamaları
esnasında yüzükler
çıkarılarak yüzük
altlarında sabun
artığı ve nem
kalmamasına
özen gösterilmelidir.
Yıkama için
çok sıcak su,
çok köpüren ve
kokulu sabunlar
kullanılmamalıdır.
Sabunların nötr veya hafif asidik PH da
olmalarına dikkat edilmeli, hafif hareketlerle
eller kurulandıktan sonra derinin
kurumasına izin vermeden bir iki dakika
içinde nemlendiriciler kullanılmalıdır.
Meslek gereği allerjenler veya tahriş edici
malzemelerle teması olanlar işe uygun
koruyucu iş eldivenleri, bulaşık, çamaşır
nedeniyle aşırı su teması olanlar sudan
korunmayı sağlayabilecek pamuk astarlı
eldivenler giymelidir. Soğuk ve rüzgarla
yoğun teması olan kişiler açık havaya
çıkarken soğuk ve rüzgarla doğrudan
teması kesen eldivenler giymelidir.
Elleri de güneşten
korumak gerekiyor
Güneş ışınlarının el derisini yaşlandırıcı
özelliklerinden korunmak için özellikle yaz
aylarında dışarı çıkmadan önce ellere
yüksek ultraviyole filtreli güneş koruyucu
kremler sürülmelidir.
Güneşten korunmaya
ne kadar erken yaşta
başlanırsa kahverengi
lekeler gibi güneşe bağlı
yaşlanma belirtilerinin
oluşma olasılığı korunma
oranında azalacaktır.
Deri ve tırnaktaki
değişiklikler bazı
hastalıkların
göstergesi olabilir
Bakımlı düzgün eller ve tırnaklar sağlık
göstergesi olarak kabul edilirken deri ve
tırnaklardaki çeşitli değişiklikler bazen bir
deri hastalığının veya dahili bir hastalığın
habercisi olabilir. Örneğin, ellerdeki
inatçı kepekli, kırmızı, kaşıntılı belirtiler
egzema, mantar, sedef hastalığına ait
belirtiler olabilir. Tırnaklardaki kırılmalar dış
etkenlere bağlı olabileceği gibi kansızlık
göstergesi olabilir. Bu tip değişikliklerde
mutlaka hekime başvurulmalıdır.
Tırnak temizliğine
dikkat
Tırnak ve çevresinin çeşitli mikroplardan
korunması için tırnak etlerinin
koparılmaması, derin bir şekilde
kesilmemesi ve tırnak bakımında kullanılan
aletlerin temiz-steril olması gerekir.
Tırnakların aşırı uzun tutulması tırnakların
kırılganlığının artmasına neden olabileceği
için tırnaklar aşırı uzatılmamalıdır. Bazı
tırnak cilaları koruyucu bir örtü oluşturarak
tırnağı dış etkenlerden koruyabilir, ancak
tırnak boyaları ve asetonun yoğun kullanımı
tırnak plağı kurumasına yol açabilir.
Bu nedenle tırnak temizliği yapıldıktan
sonra tırnaklara da nemlendirici kremler
uygulanmalıdır l
En önemli tarih ve
kültürmiraslarımızdan biri:
“ÇIRAĞAN SARAYI”
Çırağan Sarayı bugün bulunduğu haline
ulaşana kadar dört beş defa yıkılıp yeniden
yapılan bir binadır. Bina Cumhuriyet
döneminde son haline mümkün olduğunca
sadık kalınarak restore edilmiştir.
En önemli tarih ve kültür miraslarımız
arasında yer alan bu yapıt 1990 yılında
tamamlanan restore sonrası otel olarak
hizmet vermektedir.
Bir zamanlar
Osmanlı sultanlarına
ev sahipliği yapmış
olan Çırağan Sarayı,
yıllar boyunca
çeşitli aşklara
tanıklık etmiş,
bir çok tarihi içinde
yaşatmış yegane
saraylarımızdan
biridir. Beşiktaş ile
Ortaköy arasındaki
sahil yolunu
süsleyen mekan,
inanılmaz güzelte
bir mimari tasarıma
sahiptir.
1990 yılında
tamamlanan
restorasyon
çalışmaları sonrası
otel olarak
hizmet vermeye
başlayan saray, en
önemli tarih
ve kültür
miraslarımız
arasında yer alıyor.
Çırağan Sarayı‘nın tarihi Lale Devri’ne
rastlar. Daha önce Kazancıoğlu Bahçeleri
adıyla özel mülk olan İstanbul Yıldız Parkı’nın da içinde olduğu bir alan
içerisinde yer alan arazinin
III. Ahmed döneminde devlet malı
olduğu bilinmektedir.
Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın
kullanımına tahsis edilen arazide
o dönem padişahın kızı, sadrazamın eşine
ait bir köşk bulunmaktaydı.
Çırağan Sarayı’nın bulunduğu bölgede bir
okul ve Mevlevihane yer alırdı.
Sultan II. Mahmud burada yer alan tüm
binaları yıkarak bir saray inşa ettirmiştir.
Sarayın varoluş
macerası II. Mahmud
döneminde başlar
Çırağan Sarayı‘nın bugün ulaştığı form
ilginç ve yer yer kötüleşen bir macera
sonucu oluşmuştur. Sarayın varoluş
macerası II. Mahmud zamanında başlar.
Sultan Abdulmecid, selefinin yaptırdığı bu
sarayı beğenmez ve yıktırır. Batı mimari
tarzıyla bir proje çıkarır. Ancak yaşamı
projeyi tamamlamaya el vermez. Kardeşi
Sultan Abdulaziz sarayı bir miras olarak
kabul eder. Bakımı ve yeniden yapımı için
muazzam bir çaba harcar. Tarihçilere göre
sarayın yapımı için Avrupa devletlerinden
borç alınmıştır.
4.5 milyon altın
harcanarak inşa edildi
Çırağan Sarayı dönemin
parasıyla 4.5 milyon
altın harcanarak inşa
edilmiştir. Bu miktar
içinde 400 bin
Osmanlı Lirası sahil
yoluna harcanmış,
dünyaca ünlü altın
kapıların her birine de
biner altın harcanmıştır.
Şu anda bu değerli
kapılar Berlin Müzesi
içinde sergilenmektedir.
Sarayın diğer kıymetli eserleri ise
1910 yılında çıkan bir yangında
kül olmuştur. Bugün sarayın muhteşem
manzarası, boğaz içindeki konumu ve
yapının görkemi haricinde elde kalan
pek fazla şey yoktur. Oysa saray
bahçesinde yer alan ağaçlar bile birer
doğal hazine niteliği göstermekte iken
Beşiktaş Spor Klübü tarafından stadyum
yapımı için cumhuriyet döneminde
kesilmişlerdir. Diğer doğal ve kültürel
miraslar ise zaman içinde tahrip edilmiş,
yanmış yağmalanmıştır.
1910 yılında çıkan
yangında 5 saat
içerisinde
tamamen yandı
Çırağan Sarayı ismini Lale Devri’nin ışık
eğlencelerinden alır. Lale Devri’nin gelişkin
eğlence kültürü içinde bu saray önemli
merkezler arasında yer almaktadır.
Eğlence dönemlerinin bitişine müteakip
sultanların bile uğramadığı bir yer haline
geldiği bilinir. Bu dönem yapının
Osmanlı Mebusan Meclisi olarak kullanıldığı
1909 yılına kadar sürmüştür.
Meclis olarak kullanıldığı
dönemde de saray
talihsiz zamanlar
geçirmiş, meclis
olduktan kısa bir süre
sonra çıkan yangın bina
içindeki tarihi eserleri
yok etmiştir. 20 Ocak
1910’da çıkan yangında
saray 5 saat içerisinde
tamamen yanmıştır.
Yangında bir çok tarihi, antika eserle birlikte
II. Abdülhamit’e ait özel koleksiyonlar
ile V. Murat’ın kütüphanesi tamamen kül
olmuştur.
Bugün dünya liderlerini
ağırlayan turistik
bir otel
Çırağan Sarayı bugün otel ve organizasyon
merkezi olarak hizmet vermektedir.
Burada dünya liderleri, iş adamları, çeşitli
siyasi kuruluşlarla sivil toplum kuruluşları
organizasyonlar düzenlemektedir l
Böbrek hastalıkları
bilinçlendirme sempozyumu
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan
Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi Başhekimi
Prof. Dr. Abdülkadir Ünsal ise;
Dünya Böbrek Haftası olması nedeniyle
bu etkinliğe ev sahipliği yapmaktan onur
duyduklarını belirterek tüm meslektaşlarının
ve sağlık çalışanlarının Tıp Bayramını
kutladığını belirtti. Her yıl Mart ayı içerisinde
Dünya Böbrek Günü’nün kutlanıyor olması
nedeniyle birbirinden önemli mesajların
verildiği sempozyumda; böbreklerin
insanla birlikte yaşlandığı, önemli olanın
böbreklerin bozulmadan, hastalanmadan
nasıl korunması gerektiği konularına dikkat
çekildi l
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü
14 Mart
Tıp Bayramı
kapsamındaki
etkinliklerine bir
yenisini daha ekledi.
Etkinliklerin ikincisi
Şişli Hamidiye
Etfal Eğitim
ve Araştırma
Hastanesi’nde
gerçekleşti.
10 Mart 2014 tarihinde düzenlenen
Böbrek Hastalıkları Bilinçlendirme
Sempozyumu’na İstanbul Sağlık Müdürü
Prof. Dr. Selami Albayrak, Şişli Kaymakamı
Salih Işık, Kamu Hastaneler Kurumu
Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri
Dr. Güven Bektemür, sağlık yöneticileri
ve çok sayıda sağlık çalışanı ile vatandaş
katıldı. Halka açık olarak gerçekleştirilen
sempozyumda, her sunumun sonunda
katılımcıların soruları yanıtlandı.
Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak
yapmış olduğu konuşmasında,
14 Mart Tıp Bayramı’nın tek bir gün yerine
hafta olarak kutlandığını, Sağlık Müdürlüğü
olarak da bu çerçevede bir dizi etkinlik
gerçekleştirileceğini ifade etti.
”Böbrek Hastalıkları Bilinçlendirme
Sempozyumu bu kapsamdaki
etkinliklerimizin ikincisidir. Bu vesileyle
buradan tüm meslektaşlarımızın ve
Tıp camiasının Tıp Bayramını en içten
duygularımla kutluyorum” diyerek emeği
geçenlere teşekkür etti.
“Böbrek
Hastalıkları
Bilinçlendirme”
sempozyumunda;
Prof. Dr. Rümeyza Kazancıoğlu
“Böbrek nedir? İşlevi Nedir?
Böbrek Hastalıkları Nasıl Anlaşılır?”
Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ
“Şeker Hastalığı ve Obezitenin
Böbrek Hastalığı İle İlişkisi”
Prof. Dr. Alaattin Yıldız
“Hipertansiyon ve Böbrek Hastalığı
İlişkisi”
Prof. Dr. Tevfik Ejder
“İlaç Kullanımı ve Böbrek Hastalığı
İlişkisi”
Prof. Dr. Ahmet Yaser Müslümanoğlu
“Taş Hastalığı”
Prof. Dr. Faruk Öktem “Çocuklarda
Böbrek Hastalığı”
Prof. Dr. Oğuz Karamustafalıoğlu
“Böbrek Hastalıklarında Yaşanan
Ruhsal Sıkıntılar”
Doç. Dr. Taner Baştürk
“Böbrek Hastalıklarından Korunma”
Doç. Dr. Yener Koç
“Böbrek Hastalıklarında Tedavi”
temalı konular ele alındı.
Sağlıktan kısa kısa...
BAKAN
MÜEZZİNOĞLU:
“ALDIĞIMIZ BİR
TORBA İLAÇ
MANAVDAN
ALDIĞIMIZ BİR
TORBA MEYVE
DEĞİLDİR”
Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezinoğlu,
ilacın faydaları olduğu gibi yan etkisinin
de bulunduğunu ifade ederek, “Aldığımız
bir torba ilaç manavdan aldığımız bir torba
meyve değildir. Bir torba kimyasaldır” dedi.
Müezzinoğlu, ilaç kullanımının artması
ile ilgili yaptığı açıklamada, ilaç kullanımı
yönünde kamu spotlarıyla çalışmalara
devam edildiğini belirterek, “Şunu
vurgulamak istiyoruz, aldığımız bir
torba ilaç manavdan aldığımız bir torba
meyve değildir. Bir torba kimyasaldır,
faydaları olduğu gibi yan etkisi de vardır.
Böbreğimize, karaciğerimize ve kan
dolaşımımıza etkileri var. Nasıl olsa devlet
veriyor, nasıl olsa eczaneden alabiliyorum
anlayışıyla değil, tedavi için gerekli mi, değil
mi? Mutlaka hekim kontrolünde bilinçli bir
şekilde yapmamız lazım. Bazen annelere
şu cümleyi söylüyorum, ‘Doktor Bey bu ağrı
kesici şart mı? Bu ateş düşürücü şart mı?
Bu antibiyotik şart mı?’ Niye yazmadın değil
‘mecbur muyuz?’ cümlesini annelerinin ve
ailelerinin hekimlere sormaları lazım. Biz
de genelde ‘doktora çocuğumu götürdüm
bir antibiyotik bile yazmadı.’ Bir kusur
gibi bir baskı gibi kullanılıyor, ama aksine
antibiyotik dediğimiz, bir şişe süt değil bir
tablet kimyasaldır. O çocuğun karaciğeri
o çocuğun böbreği alerjik reaksiyonlarına
altyapı oluşturmamalıyız. İlacı kullanırken
aman dikkat uyarılarını titizlikle uymamız
lazım. İnşallah önümüzdeki süreçte ilaç
tüketimi akılcı ilaç kullanımı ve bilinçli ilaç
kullanımı ile ilgili de yaygın kampanyalar
yapacağız, medyadan da destek istiyoruz”
diye konuştu.
BEL VE BOYUN
FITIĞINA MANÜEL
TERAPİ
Bel ve boyun ağrılarının kas iskelet sistemi
içerisindeki en sık karşılaşılan rahatsızlıkların
başında geldiğini ifade eden Fizik Tedavi ve
Manüel Terapi Uzmanı
Dr. Ali Şahabettinoğlu, bunların basit bir ağrı
yakınması olarak algılanmasına rağmen,
birçok hastalığın habercisi olabileceğini
söyledi. Şahabettinoğlu, elle tedavi ile
yüzde 98 fıtık hastanın iyileştiğini, sadece
yüzde1 veya 2 hastada ameliyat gerektiğini
sözlerine ekledi. Bursa’daki merkezinde
uzun yıllardır uyguladığı manüel terapi
(elle tedavi) yöntemi ile birçok hastaya deva
olan Şahabettinoğlu, uyguladığı bu tedavi
yönteminin Türkiye’de çok az sayıda uzman
doktor tarafından uygulandığını söyledi.
Manüel terapinin hafif vakalarda 2 veya 3,
orta vakalarda 4 veya 6, ileri vakalarda ise
8 veya 10 seans sürdüğünü ifade eden
Şahabettinoğlu, tedavileri 3-5 gün aralıklarla
uyguladığını ve elle tedavi ile yüzde 98
hastanın iyileştiğini, sadece yüzde 1 veya
2 hastada ameliyat gerektiğini sözlerine
ekledi.
PROSTAT
HASTALARI
KAFEİNLİ
İÇECEKLERDEN
UZAK DURUN
Diyetisyen Gizem Şeber, kafeinli içeceklerin
vücuttan idrarla sıvı atımını hızlandırdığı
için prostat hastalarının bu içeceklerden
uzak durması gerektiğini söyledi. Prostat
hastası olanların sıvı tüketimi saatlerine
dikkat etmesi gerektiğinin altını çizen Şeber,
şunları kaydetti: “İdrara çıkmakta yaşanan
güçlük hastanın gece boyunca birkaç sefer
uyanmasına neden olabilir. Bu nedenle sıvı
tüketimi yatmaya 2 saat kala kesilmelidir.
Fakat idrara çıkmakta yaşanan güçlük sıvı
tüketiminin azalmasına neden olmamalıdır.
Günde 1,5-2 litre sıvı tüketmeye özen
gösterilmelidir. Kafeinli içeceklerden uzak
durulmalıdır. Kafein içerikli çay, kahve,
asitli içecekler vücuttan idrarla sıvı atımını
hızlandırdığından ve arttırdığından ötürü
prostat büyümesi olan kişilerin, kafeinli
içecek tüketiminden kaçınmaları gerekir.
Prostat büyümesi olan kişilerin idrar yolu
enfeksiyonu geçirme riskleri yükseldiğinden
ötürü yeterli ve dengeli beslenerek bağışıklık
sistemlerini desteklemeleri gerekir.”
MASA BAŞINDA
ÇALIŞANLARDA
BÖBREK TAŞI OLMA
RİSKİ DAHA FAZLA
Böbrek taşının kadınlara oranla erkeklerde
daha fazla bulunduğunu belirten Üroloji
Uzmanı Op. Dr. Veysel Yüzgeç, masa
başında oturanların da risk altında
olduğunu söyledi. Üroloji Uzmanı Op.
Dr. Veysel Yüzgeç, böbrek taşıyla ilgili
bilgiler verdi. Taşların insan vücudunda 3
yerde bulunduğunu ifade eden Yüzgeç,
“Bunlardan birincisi böbrek içerisinde olan
taşlar, ikincisi böbrek ve mesane arasında
olan taşlar, üçüncüsü mesane ile üretreda
olan taşlardır. Bunların yeri ve tarafına göre
hastaların ağrı şekli, klinik bulgular, tedavi
şekilleri, ameliyat şekilleri değişebilir.
Öner sistemde taş genellikle konsantre
idrarlarda olur. Bu idrarlardaki mineraller,
tuzlar tümül dediğimiz böbreğin anotemik
yapılarında kristalleşirler. O kristaller de üst
üste binerek önce çekirdek taşlara, daha
sonra kabuklaşmalar olarak büyük taşlara
dönüşebilirler. Onun için biz su içilmesini
öneriyoruz. Konsantre idrar az su içenlerde
olur” dedi. Böbrek taşının ailesinde veya
kendisinde olup da düşürenlerde 5 yıl
içerisinde tekrar nüksetme ihtimalinin
olduğunu belirten Op. Dr. Yüzgeç,
bu durumda olanların ilk 5 yıl, 6 ayda veya
en az yılda bir defa mutlaka kontrolden
geçmelerini önerdi.
SİNÜZİT, BIÇAKSIZ
AMELİYATLA
10 DAKİKADA
TARİHE KARIŞIYOR
“Balon sinoplasti” yöntemi ile burun
tıkanmaları ve dayanılmaz baş ağrılarına
neden olan sinüzitten kısa sürede kurtulmak
ve aynı gün içerisinde taburcu olmak
mümkün hale geldi.
Tıpta, sinüs boşlukları mukozaların
iltihaplanması sonucu ortaya çıkan
sinüzitten kısa sürede bıçaksız şekilde
kurtulmanın yolu, yeni geliştirilen bir
cihaz sayesinde açıldı. “Balon Sinoplasti”
yöntemi adı verilen yeni sistem, tıkalı
koroner damarların balon ile genişletilmesi
mantığının, sinüs kanallarına uygulanması
şeklinde çalışıyor.Geliştirilen sistemin
uygulamasını başarıyla gerçekleştiren Kulak
Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Op. Dr. Volkan
Kahya, sinüzit ameliyatının kesi olmaksızın,
sinüslere gönderilen baloncuklar sayesinde
genişleterek açıldığını belirterek,
“Eskiden sinüzit ameliyatları kesi yöntemiyle
yapılıyordu. Hastalar ameliyatta ve
sonrasında acı çekiyor ve kanamaları
oluyordu. Yöntem ile hastanın kapalı olan
sinüslerine gönderilen balonlar genişletilerek
sinüs yolu açılıyor. Hem çok kısa sürede,
hem kanamasız şekilde sinüzit ameliyatı
gerçekleştirilmiş oluyor. “ diye konuştu.
MEME KANSERİNDE
KOLTUK ALTININ
ÖNEMİ
GÖRME VE İŞİTME
ENGELLİLER DE
FİLM İZLEYECEK
Mersin Üniversitesi (MEÜ) Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Ahmet Dağ meme kanseri ve
sentinel lenf biyopsisi ile ilgili açıklamalarda
bulundu. Dağ, “Artık her gelen hastada
meme alınmıyor. Meme koruyucu cerrahisi
söz konusu. Biz üniversitemizde meme
kanseri konusunda her tür ameliyatı
yapıyoruz. Meme ile ilgili müdahalenin
yanında meme kanseri tedavisinin en
önemli parçalarından biri koltuk altının
durumu. Koltuk altı meme kanserinde çok
önemli. Meme kanserinin ilk sıçrayacağı
bölge koltuk altıdır. Her ne kadar meme
kanserinde memeye olan girişimler hafif olsa
da son 15-20 yıla kadar koltuk altını sürekli
körleme, temizleme şeklinde bir yaklaşım
söz konusuydu. Son 15-20 yılda da koltuk
altına hafif yaklaşıyoruz. Her meme kanseri
hastasının koltuk altı temizlenme ihtiyacı yok
artık. Çünkü biz biliyoruz ki meme kanserinin
yüzde 70-75’i başvuru anında koltuk altına
sıçramamış oluyor. O yüzden koltuk altını
siz temizlerseniz neredeyse 10 hastadan
7’sini fazladan ameliyat etmiş oluyorsunuz”
şeklinde konuştu.
2011 yılında başlatılan “Sinema Engel
Tanımıyor” projesi kapsamında bu yıl da
görme ve işitme engelliler için seçkin filmlerle
dolu bir program hazırlandı. Görme ve
işitme engelliler için sesli betimleme, Türkçe
işaret dili ve altyazı eklenerek hazırlanan
filmler, okullarda sosyal etkinlik saatlerinde,
yerel belediyelerin ve ilgili kurumların uygun
gördüğü zamanlarda projeksiyonlu yansıtma
ile DVD formatında gösterilecek. Milli Eğitim
Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri
Genel Müdürlüğü’nce de onaylanan
projeyle farkındalık oluşturmak ve duyarlılığı
artırmak amaçlanıyor. Proje kapsamında
Muş, Bitlis, Hakkari, Diyarbakır, Kocaeli,
Yalova, Sakarya, Düzce, Trabzon, Samsun,
Muğla, Denizli illerinde ve gelecek taleplerle
belirlenecek şehirlerde gösterim yapılacak.
GAZİANTEPLİ
DOKTORDAN ÇIĞIR
AÇACAK NAKİLSİZ
YÜZ
Gaziantep Üniversitesi (GAÜN) Tıp Fakültesi
Cerrahi Bilimler Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Mehmet Mutaf, bebekken feci şekilde
yanarak yüzünü tamamen kaybeden kadına,
sadece kendi vücudunda bulunan dokuları
kullanarak yeni bir yüz yaptı. Prof. Dr.
Mehmet Mutaf, “Yüz nakilleri sonrası doku
reddini önlemek için ölümcül yan etkilere
sahip ilaçlar kullanılmakta ve bu ilaçlara
gerek duyulmadan, kişinin kendi dokularının
kullanılması yoluyla yeni bir yüz yapmanın
mümkün olduğunu gösteren bu yeni yöntem
bu alanda çok şeyi değiştirecek” dedi.
Prof. Mutaf tarafından geliştirilen bu yöntem
yüz nakli girişimleri için hasta seçim
kriterlerini de kökünden değiştirebilir.
Bebeklik çağında bir yangın neticesi tüm
yüzü yanan 41 yaşındaki Asiye Engiz, maddi
imkanların müsait olmayışı ve yüzünün
durumuyla ilgili gittiği doktorlardan ‘bir şey
yapılamaz’ cevabını alması sonrasında
yıllarca süren bekleyişinin ardından
ümitlerinin tükendiği noktada Gaziantep
Üniversitesi
Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik
Cerrahi Anabilim Dalı’na başvurdu. Plastik
cerrahi alanında geliştirdiği yöntemlerle
dünya çapında tanınan Prof. Dr. Mehmet
Mutaf tarafından fark edilen Asiye Engiz,
Prof. Dr. Mehmet Mutaf ve ekibi tarafından
gerçekleştirilen ve sadece hastanın kendi
dokuları kullanılarak yapılan ameliyatlarla
normal görünümde bir yüze kavuştu.
KAFASINDAKİ
MERMİYLE 48 YIL
YAŞADI
Başağrısı şikayetiyle doktora giden Çinli
kadının 48 yıl boyunca kafatasında bir
mermiyle yaşadığı ortaya çıktı. Zhao(62)
soyisimli Çinli kadın, 10 yıldır devam eden
sabit başağrıları, burun tıkanıklığı ve lenf
düğümlerinin şişmesi şikayetiyle doktora
başvurdu. Kadını muayene eden hekim,
2.5 cm uzunluğunda, 0.5 cv genişliğindeki
kafatasında gömülü mermeyi farkedince,
hastayı hemen ameliyata aldı.Çin’in Liaoning
bölgesinde yaşayan Zhao, kafasındaki
merminin kendisini öldürmediği için
çok mutlu olduğunu söyleyip, sağlığına
kavuşmasını ve ailesiyle birlikte olmasını
sağladıkları için doktorlara teşekkür etti.
Çinli kadının bir kaza kurşunuyla vurulup
vurulmadığı konusunda net bir bilgi yok.
Want Chine Times, kadının 14 yaşında
sağ şakağından vurulduğunu fakat
kadının başına isabet edenin taş olduğunu
zannettiğini yazdı. Doktorlar, merminin
Zhao’nun burnunda saplanıp kaldığını,
beynin zarar görmemesi için acil ameliyat
ettiklerini açıkladı.
YÜKSEK ISI VE
ATEŞ ERKEN YAŞTA
KATARAKTA NEDEN
OLUYOR
Dönerci, kaynakçı, fırıncı gibi yüksek ısı
ve ateş karşısında çalışılan bazı meslek
gruplarında ve özellikle sıcak cam
endüstrisinde çalışan işçilerde yaşa bağlı
olmaksızın çok daha erken yaşlarda katarakt
gelişebiliyor. Prof. Dr. Dilaver Erşanlı, ısı
ve ateş karşısında uzun süre bulunmaktan
dolayı, göz merceğindeki opaklaşma
sonucu katarakt oluştuğuna dikkat çekti.
Erşanlı, ilerlemiş kataraktta göz merceğinde,
sarı kahverengi pigment kümelerinin
görülmesinin çok sık karşılaşılan bir durum
olduğunu vurguladı. Yüksek ısının göze
verdiği zararları anlatan Erşanlı, “İnsan
göz merceğinin ıslak ağırlığının yüzde 33’ü
mükemmel protein dizilimlerinden oluşur.
Genç insanlara baktığımızda göz merceği
proteinlerinin yüzde 90’ı suda çözünen
proteinlerden oluşur. Bu proteinlerden en
önemlisi olan alfa kristalin protein kompleksi
kısmi olarak sıcaklık nedeni ile bozulmuş
ve miktarı artmış suda erimeyen proteinlere
bağlanarak opaklaşmayı başlatır. Bu
opaklaşma ışığın sinir tabakasına düşmesini
engeller ve bunun sonucunda görme
keskinliği ve kalitesi bozulur” diye konuştu.
KAN SULANDIRICI
İLAÇLAR TARİHE
KARIŞACAK
Kalp hastalığı sebebiyle felç olma riski olan
hastaların kullanmak zorunda olduğu kan
sulandırıcı ilaçlar artık tarihe karışacak.
Avrupa’da ve dünyada yaklaşık 7 yıldır
uygulanan şemsiye şeklindeki özel yapım
kapatma cihazı ile hastalar beyin felcinden
ve kalp için gerekli olan kan sulandırıcı
ilaçlardan kurtuluyor. Hastaların, pek çok
ilaçla etkileşime girdiği için riskli görülen kan
sulandırıcı ilaçlardan kurtulmasını sağlayan
yöntemi, 76 yaşında atriyal fibrilasyon
(kalp ritm) bozukluğu ve kalp çarpıntısı
nedeniyle beyin kanaması geçiren İzmirli bir
hastaya başarıyla uygulayan Dokuz Eylül
Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi
Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
ve Spor Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı
Profesör Doktor Daimi Kaya ve ekibi, 75 yaş
üstü hastalarda kullanılmaya başlayan yeni
tedavi yöntemini İzmir’de ilk kez başarıyla
uyguladı. Prof. Daimi Kaya ve Doç. Dr.
Hüseyin Durgun kasıktan girerek yarım saat
içinde gerçekleştirilen operasyonun felç
riskini minimuma indirdiğini belirtti.
82 YAŞINDAKİ
KADIN 5 YIL
SONRA YENİDEN
YÜRÜMEYE
BAŞLADI
5 yıldır yürüyemeyen ve bütün ihtiyaçlarını
emekleyerek karşılayan 82 yaşındaki Server
Eken, bir ay içerisinde gerçekleştirilen iki
operasyonun ardından yeniden yürümeye
başladı. Dizlerindeki sorunlar ve yaşının
da verdiği rahatsızlıklar nedeniyle 5 yıldır
yürüyemeyen Server Eken, Operatör Dr.
Sedat Seven tarafından gerçekleştirilen
operasyonların ardından yeniden yürümeye
başladı.Server Eken’in protez ameliyat
ile tedavisini gerçekleştiren Dr. Sedat
Seven, “Hastamız muayene için bize
geldiğinde dizlerinin üzerinde emekleyerek
yürüyebiliyordu. Dizlerindeki aşınmadan
dolayı ayaklarının üzerine hiç basamıyordu.
Her iki dizine de protez ameliyatı yaptık.
Şimdi hastamız ayağa kalktığı zaman
daha rahat bir şekilde basabiliyor ve acı
hissetmiyor. Kas gücü yerine geldikçe,
muhtemelen bir ay içerisinde koltuk
değneklerini de bırakarak yürüyebilecek”
dedi l
Bunları
biliyor
musunuz?
Kakao
mide ağrılarını
tedavi etmek
için de
kullanılabilir.
Ölüm,
insanların en büyük
korkuları listesinde ikinci
sırada yer almaktadır.
İlk sırada başarısız olma
korkusu vardır.
Ortalama bir
insan yılda
1.460 ‘in
üzerinde rüya
görür.
3 renkli
kedilerin
hepsi dişidir.
Cep
telefonlarından
her gün ortalama
5 milyar mesaj
gönderilmektedir.
Bir kurbağa
yeterince ateş
böceği yerse
midesi ışıl ışıl
olur.
Sadece
erkek
kanaryalar
ötebilir.
Yunusların
hepsi tek gözleri açık
uyurlar. Çünkü yunuslar
çok tedirgin hayvanlardır
ve kendilerini koruma
içgüdüsü çok gelişmiştir.
Herhangi bir tehlikeye
karşı her zaman
tedbirlidirler.
Her insan
günde
ortalama 2 kilo
çöp üretiyor
Bilinenin aksine
yanlış dereceli
gözlük gözleri
bozmaz.
Bilgisayarla
çalışmak da gözleri
bozmaz sadece
yorar.
Açık bir gecede,
çıplak gözle
iki bin ayrı
yıldızı görmek
mümkündür.
Altmış yaşında
insanlar, tat
alma duyularının
%50’sini
kaybederler.
İnsanlar
ömrü boyunca
20 kilo
toz yutarlar.
Sıcak su
soğuk sudan
daha ağırdır.
Amerika’da
her saat 40 kişi
kanserden hayatını
kaybediyor.
Hindistan’da
oyun kağıtları
yuvarlaktır.
Kedilerin her
bir kulağında
32 adele
vardır.
Ketçap
önceleri
ilaç olarak
kullanılıyordu.
Dünyanın ağırlığı
yaklaşık
6,588,000,000,000,000,000,000,000
tondur.
Elektrikli sandalye
bir dişçi tarafından
icat edilmiştir.
Yunusların beyni
insanlarınkinden
daha büyüktür.