Publication - İktisadi Kalkınma Vakfı

I89
ŞUBAT 2014
19 6 5
KV YÖNETM KURULU’NUN
TEMASLARI
ŞUBAT 2014
4
KV’DEN
10
12
14
15
16
17
CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, İKV YÖNETİM KURULU’NU KABUL ETTİ
İKV YÖNETİM KURULU’NUN TEMASLARI
İKV YÖNETİM KURULU, AB BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU İLE GÖRÜŞTÜ
“SORULARLA AB POLİTİKALARI VE TÜRKİYE” SERİSİNİN ÜÇ YENİ KİTABI YAYIMLANDI
TOBB BAŞKANI, EUROCHAMBRES AB GENİŞLEME KOMİTESİ BAŞKANLIĞI’NA SEÇİLDİ
AVRUPA KOMİSYONU GENİŞLEME GENEL MÜDÜRLÜĞÜ STAJYERLERİ, İKV’Yİ ZİYARET ETTİ
18
PROFİLO ŞİRKETLER TOPLULUĞU KURUCUSU, BAŞKANI VE
İKV YÖNETİM KURULU ESKİ BAŞKANI JAK V. KAMHİ RÖPORTAJI
26
30
34
İSTATİSTİK
MALİ KONTROL
TRANS-AVRUPA AĞLARI
38
44
AB TARIMININ 2014-2020 YOL HARİTASI: YENİ OTP
AB’NİN 2013 YILI DIŞ POLİTİKA BİLANÇOSU: AVRUPA DIŞ POLİTİKA SKOR TAHTASI 2014
48
52
AB’NİN İLK YOLSUZLUKLA MÜCADELE RAPORUNUN ARDINDAN
YENİ TÜKETİCİ HAKLARININ KORUNMASI HAKKINDAKİ KANUN’UN GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER
56
58
60
62
BAŞBAKAN ERDOĞAN, ALMANYA’YA RESMİ BİR ZİYARET GERÇEKLEŞTİRDİ
UKRAYNA’DA SİYASİ DEPREM
CENEVRE II GÖRÜŞMELERİNDE İKİNCİ TURA GEÇİLDİ
YARATICI AVRUPA PROGRAMI
KV FAALYETLER
GÖRÜ
AÇILAN BALIKLARDA SON GELMELER
DOSYA
NCELEME
GÜNCEL
AB VZYONERLER
66
DAVID MITRANY VE İŞLEVSELCİLİK
68
69
70
71
72
73
74
75
75
76
78
79
CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, İTALYA’YA RESMİ BİR ZİYARETTE BULUNDU
CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL, MACARİSTAN’A RESMİ BİR ZİYARET GERÇEKLEŞTİRDİ
İSPANYA BAŞBAKANI, TÜRKİYE’YE RESMİ BİR ZİYARETTE BULUNDU
ROMANYA DEVLET BAŞKANI, TÜRKİYE’Yİ ZİYARET ETTİ
AB TÜRKİYE DELEGASYONU BAŞKANLIĞI’NA AVRUPA KOMİSYONU İÇİŞLERİ GENEL MÜDÜRÜ STEFANO MANSERVISI ATANDI
TÜRKİYE-AB BAKANLAR DÜZEYİNDE SİYASİ DİYALOG TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ
KIBRIS MÜZAKERELERİ İKİ YIL ARADAN SONRA YENİDEN BAŞLIYOR
AB’DE VİZE MUAFİYETİNE İLİŞKİN GELİŞMELER
HSYK’DA DEĞİŞİKLİKLER YAPAN YASA TBMM’DE KABUL EDİLDİ
TARTIŞMALI İNTERNET DÜZENLENMESİ ONAYLANDI
İTALYA BAŞBAKANI LETTA İSTİFA ETTİ, YENİ BAŞBAKAN RENZİ GÜVENOYU ALDI
AB’Yİ BİR KEZ DAHA DÜŞÜNDÜREN İSVİÇRE TARZI “EVET”
GÜNDEMDEN
AB AJANSLARI
80
AVRUPA ÇEVRE AJANSI-EEA
AB VE ÜÇÜNCÜ ÜLKELER
82
LATİN AMERİKA’NIN GÜÇLENEN EKONOMİSİ: MEKSİKA
EKOLOJ PENCERES
88
AB’DE 7’NCİ ÇEP DÖNEMİ BAŞLADI
AB HUKUKU’NDAN
92
ÜYE ÜLKELERİN AB HUKUKUNU UYGULAMA KARNESİ: AVRUPA KOMİSYONU’NUN 2012 YILI DEĞERLENDİRMESİ
BRÜKSEL’DEN BAKINCA
94
İSVİÇRE AB’YE, GÖÇMEN OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİNİ TATTIRDI
I89
30 Mart tarihinde sandık başına gidecek Türkiye, yerel seçimlere bir ay kala
olağanüstü bir Şubat ayı geçirdi. Ay kısaydı ama tartışmaları o kadar uzundu ki,
ay bitmek bilmedi. Bu yazı hazırlanırken bile Şubat ayı gündemi hızla değişmeye
devam ediyor. Gelin, önce bu olağanüstü ayda yaşananlara kısaca bir göz atalım.
Şubat ayı, gündemi sarsıcı iddialar, skandallar, kavgalar, yasa teklifleri,
polemikler ve atışmalara sahne oldu. Şubat ayı yine Cumhuriyet tarihinin
ilklerinin yaşandığı, yeni rekorların kırıldığı bir aydı. Türkiye, Şubat ayının ilk
sabahına, kredi kartlarına taksit sınırlaması ile uyanırken, iktidar partisi İstanbul
Milletvekili Muhammed Çetin’in partisinden istifasıyla, 17 Aralık operasyonları
sonrası Adalet ve Kalkınma Partisi’nden istifa eden vekil sayısı sekize çıktı.
Aslında Şubat ayının ilk gününde açıklanan rakamlar, ihracatta Türkiye’nin
Cumhuriyet rekorunu kırdığına işaret ediyordu. Ocak ayında 12 milyar 15 milyon
dolar ihracat ile yeni bir rekor kırılırken, Bodrum’da, sahibinin ödenmeyen bin
liralık borcu yüzünden, Ares ve Lucas isimli köpekler haczedildi.
Şubat ayında TBMM, hiç olmadığı kadar çalıştı; vekiller yoruldu. 30 Mart yerel
seçimleri öncesinde, Şubat ayı sonu itibarıyla ara tatile giren Meclis’in gündeminde
İnternet Yasası, MİT Yasası, HSYK düzenlemesi, Demokratikleşme Paketi ve
dershanelerle ilgili yasa tasarısı vardı. Meclis gündemi ağırdı, bir o kadar da kanlı:
HSYK düzenlemesinin Meclis Genel Kurulu’ndaki görüşmelerinde Meclis’te kan
aktı. Meclis kürsüsünde 15 dakika süren arbede sonucunda bir milletvekilinin
burnu kırıldı, üç milletvekili de hastaneye kaldırıldı. Kadın milletvekilleri birbirinin
üzerine yürürken, ertesi gün yapılan açıklamalarda üzüntü vardı.
Her şeye rağmen, HSYK düzenlemesi, 20 saatlik uzun bir maratonun
ardından kabul edildi. İnternet ortamına düzenleme getiren yasa teklifi de. 7
Şubat günü kabul edilen ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayına gönderilen
yasa teklifi, TİB Başkanı’na dört saat içerisinde İnternetteki uygunsuz içeriğe
müdahale imkânı tanıması itibarıyla, TİB Başkanı’nı “sanal âlemin kralı” yaparken,
tekil kullanıcıların İnternet trafiğinin iki yıla kadar saklanması büyük tartışmalara
sebebiyet verdi. Teklife ilişkin ilk tepki Avrupa Komisyonu’ndan geldi. Avrupa
Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin sözcüsü Peter
Stano, Türkçe ve İngilizce olarak attığı tweet ile “Yasa bu haliyle ifade özgürlüğünü kısıtlar”
dedi; Cumhurbaşkanı, Macaristan ziyareti dönüşü teklifi onayladı. Tartışmalı iki
konuda yeni düzenlemeler yapılacak dese de, Cumhurbaşkanı Gül’ün Twitter’daki
takipçileri bir gün içerisinde hızla düştü. 90 binin üzerinde takipçi @cbabdullahgul’ü
takip etmeyi bırakırken, yumurta hesapların Cumhurbaşkanı’nı takip etmeye
başladığı, gazetelerin manşetlerine taşındı.
Sanal âleme ilişkin yaşanan tartışmaların ilk sinyali, aslında Şubat ayının
başında gelmişti. TİB, CHP milletvekili Umut Oran’ın Sabah gazetesinin satışına
yönelik Meclis Başkanlığı’na verdiği soru önergesini haber yapan sitelere birer
uyarı yazısı gönderdi. Üç gün sonra TİB, “o yazılar sehven yollandı” açıklaması ile
kamuoyundan özür diledi.
İKTİSADİ KALKINMA VAKFI DERGİSİ
ŞUBAT 2014
SAYI: 189
İktisadi Kalkınma Vakfı adına Sahibi:
Ömer Cihad Vardan
Sorumlu Yayın Yönetmeni:
Doç. Dr. Çiğdem Nas
Yazı İşleri Yönetmeni:
Melih Özsöz
Çisel İleri
Yeliz Şahin
İlge Kıvılcım
İnternet ve HSYK düzenlemeleri ile hararetli günler geçiren Türkiye
siyasetinin Şubat mesaisi, MİT düzenlemesi ile bir kez daha canlandı. Yeni teklif
ile MİT’e geniş yetki verilmesi tartışılırken, Hükümet, MİT’te geri adım attı ve
Başbakan’ın Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu Başkanı olmasından vazgeçti.
TBMM İçişleri Komisyonu’nda uzun ve hararetli tartışmaların yaşanmasına
neden olan düzenlemede, MİT belgelerini yayımlayan gazeteciler için ceza üst
sınırı da 12 yıldan 9 yıla düşürüldü.
Şubat ayı, Türk demokrasi tarihinin en kritik ve en tartışmalı davaları
için de flaş gelişmelerin yaşandığı bir ay oldu. İlk flaş haberi, ayın başında
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan verdi ve tutukluluk süresini 7,5 yıldan 5 yıla
indirme kararını açıkladı. Cezaevlerinde büyük heyecan yaşanırken, Ergenekon
davasında da tahliye umudu doğdu. Ayın ortasında, Anayasa Mahkemesi de bir
ilke imza attı: “Yaşam hakkı” gerekçesiyle Mahkeme, tedbiren tahliye yetkisini
ilk kez, Ergenekon davasında mahkûm olan Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için
kullandı ve Prof. Hilmioğlu tahliye edildi. Cezaevleri yine heyecanlandı; bu karar
ile cezaevlerinde bulunan 273 hasta tutuklu ve hükümlü için umut ışığı doğdu.
Tutukluluk sürelerine ilişkin ardı ardına yaşanan bu gelişmelere bir
yenisi, Şubat ayının üçüncü haftasında eklendi. TBMM, 30 Haziran 2004
tarihinde kurulan Özel Yetkili Mahkemeleri kaldıran yasayı kabul etti.
Böylece Türk hukuk sisteminin 10 yıllık tartışmalı bir uygulaması da rafa
kalkmış oldu. Ergenekon, Poyrazköy, Balyoz, KCK, Odatv, 28 Şubat, 12 Eylül
gibi davalarla, terör suçlarından açılan ve yargılaması süren 5600 davanın
seyri, Cumhurbaşkanı’nın da yasayı onaylaması ile değişti. Özel Yetkili
Mahkemeler’in kaldırılmasıyla, söz konusu davaların ağır ceza mahkemelerine
devredilmesi bekleniyor.
Şubat ayında Taksim de gündemden düşmedi. Hiç şüphesiz Gezi
protestolarına ilişkin Şubat ayında yaşanan gelişmelerden en yürek acıtanı,
Eskişehir’deki Gezi protestoları sırasında hayatını kaybeden Ali İsmail
Korkmaz’ın, Kayseri’de görülmeye başlanan davasından geldi. Duruşma
için farklı illerden Kayseri’ye gelen beş bin kişi, duruşma salonuna oğlunun
fotoğrafı ile gelen anne Emel Korkmaz’ın “Aliş’ime nasıl kıydınız?” feryadı ile irkildi.
Davanın görülmeye başladığı gün ise Kayseri’den çok uzaklarda, İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AKM ve Gezi Parkı’nı da kapsayan
yeni Taksim Projesi’ni kamuoyuna tanıttı: “Yeşil dokusu ile çiçeklendirilmiş güzel bir
Taksim” Başkan Topbaş’ın hayaliydi.
İstanbul Gezi Parkı ile güzelleşirken, İzmir’in Kemalpaşa ilçesindeki 1600
yıllık mozaikler de kurtuldu. İşadamı M. Latif Topbaş, market deposu yapacağı
ve zemininde nadide mozaiklerin bulunduğu araziyi, maliyetine devlete iade
edeceğini açıkladı.
Gezi protestoları 2013 takvimlerinde kalsa da, polemiği Şubat 2014 içinde
bolca yaşandı. İstanbul 33’üncü Asliye Mahkemesi, Gezi Parkı protestoları için
Yönetim Yeri:
Esentepe Mahallesi , Harman Sokak
TOBB Plaza, No:10 Kat: 7-8 , Levent
34394 İstanbul
Tel: 0212-270 93 00
Faks: 0212-270 30 22
E-posta: ikv@ikv.org.tr
Brüksel Ofisi:
Avenue Franklin Roosevelt
148/A 1000 Buxelles
Tel: 00322-646 40 40
Faks: 00322-646 95 38
E-posta: ikvnet@skynet.be
Yayın Türü:
Yaygın süreli
Baskı Yeri ve Tarihi:
İstanbul, Mart 2014
Yayına Hazırlık
Genel Yönetmen
Gürhan Demirbaş
Görsel Yönetmen
Yavuz Karakaş
Sayfa Tasarım
Şahin Bingöl
Pazarlama
Tel: 0212 440 27 65
ajansd@dunya.com
Baskı
Dünya Yayıncılık A.Ş.
Globus Dünya Basınevi
100. Yıl Mah. 34204, Bağcılar – İSTANBUL
Tel: 0212 440 24 24
Dergideki yazılar, kaynak gösterilerek,
kısmen veya tamamen yayımlanabilir.
Dergiye www.ikv.org.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
Taksim Platformu üyesi 26 kişi hakkında hazırlanan
son iddianameyi, “hangi suçları işlemek için hangi örgütü
kurup yönettikleri açıklanmamış” diyerek savcılığa iade etti.
Kırklareli’de ise Gezi Davası başlıyordu. CHP Milletvekili İlhan Cihaner, “tabiri caizse
bir kent yargılanıyor” dedi; neredeyse her evde bir sanık olduğunu söyledi. Dünya,
14 Şubat Sevgililer Günü’nü kutlarken, Gezi Parkı protestolarına ilişkin başka bir
iddia ise kafaların daha fazla karışmasına sebep oldu. Gezi protestoları sırasında
Kabataş’ta türbanlı Zehra Develioğlu’na yapıldığı ileri sürülen saldırıya ilişkin
MOBESE kamera kayıtları yayımlandı; görüntüler gündemi sarstı. Görüntülerin
yayımlanmasının ardından şikâyetçi Develioğlu’nu doğrulayan bazı gazeteciler,
saldırı olmadığı ortaya çıkınca özür diledi.
Kabataş polemiğinin şimdiye kadar konuşmayan tek ismi, savcılığa
suç duyurusunda bulunan Zehra Develioğlu da Şubat ayında görüntülerin
yayımlanmasının ardından konuştu: “İlahi kamera olsa bile kimse inanmayacak” dedi;
“Kimseye bir şey ispat etmek zorunda değilim” diyerek devam etti.
Aslında Şubat ayında Taksim, sadece Gezi Parkı ile gündemde değildi.
Kazancı Yokuşu’ndaki bir binada gaz, bomba gibi patladı. Biri ağır, dokuz kişi
yaralanırken, Taksim İlkyardım Hastanesi’nin boşaltılmasından sonra, her gün
milyonların geldiği Taksim’de acil hizmet verecek bir hastanenin yokluğu tekrar
daha gündeme geldi. Taksim’in birkaç kilometre ötesinde ise Haliç metro geçiş
köprüsü, Başbakan ve Bakanların katılımıyla açıldı.
Dedik ya, Türkiye’nin Şubat gündemi çarpıcı gelişmelere şahitlik etti. Bir
yanda hızlanan yerel seçim yarışı, diğer yanda Türkiye’nin demokrasisini masaya
yatıran sorunlar, ülkede fırtınalar kopardı. Bu gergin ve karışık ortamda, hiç
şüphesiz tebessüm etmemizi sağlayan, ölümünden 461 yıl sonra Şehzade
Mustafa’ya tutulan yas oldu. Muhteşem Yüzyıl isimli dizide, Şehzade Mustafa’nın,
babası Sultan Süleyman’ın emriyle katledilmesi, milyonları ekran başında
gözyaşlarına boğdu. Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Şehzade
Mustafa’nın kabri başında dua ederken, türbenin restorasyonunun üç ayda
bitirileceğini söyledi. Yine Bursa’da bir vatandaş, Kanuni Sultan Süleyman,
Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa hakkında “Halkı kin ve nefrete sürüklemek ve azmettirerek
boğdurma” suçlarından Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu;
Şehzade Mustafa’ya otopsi yapılmasını istedi.
Türkiye, üzerine depo yapılacakken son anda kurtulan 1600 yıllık mozaikleri
tartışa dursun, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin kentin beş ayrı girişine mermer,
taş kaplama ve Osmanlı motifleri ile süslü beş kapı yaptırması projesi de Şubat’ın
gündemindeydi. Kapılardan çok, projenin Büyükşehir Belediyesi tarafından 36
milyon TL’ye ihale edilmesi tartışıldı. Aynı günlerde resmi ziyaret kapsamında
İtalya’nın başkenti Roma’da bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, “Roma’da ne
AVM var, ne gökdelen” diyerek tweet atıyordu.
Dedik ya seçim yarışı, 30 Mart’a bir ay kala iyiden iyiye ısındı. Vaatler, projeler,
fikirler, programlar havada uçuştu. CHP, Kadıköy’de Belediye Başkan Adayı
olarak Aykut Nuhoğlu’nu belirlerken, karşı yakada Sarıyer’de, CHP’nin aday
7
listelerinin teslim zamanı polemik yarattı. Seçimin en zorlu geçeceği Ankara’da
ise Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Avrupa’nın en büyük tema parkı
olacak Anka Park’ı Ankaralılara tanıttı. İzmir’de ise eski Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım, İzmirli seçmene 65 milyar liralık yatırım vadetti. Şubat ayında Türkiye’nin
seçim gündeminden akıllarda kalan ise, Giresun’da bir engelli vatandaşa
bağışlanan akülü arabanın, kırmızı kurdeleyle açılması oldu.
Seçim yaklaştıkça, siyasi partiler seçim kampanyalarına hız verdi.
Meydanlarda bir parti, diğerini takip etti. Kimi zaman farklı partilerin destekçileri
tartıştı, kavga etti. Seçim araçlarında hoparlörlerin sesleri biraz daha yükseldi.
Şubat ayında, Türkiye’de güzel gelişmeler de yaşandı. Ancak bunlar, yoğun
ve ağır siyasi gündemin gerisinde kaldı. Sabancı Üniversitesi’nde üç boyutlu
yazıcı ile insan hücresinden aort damarı üretilirken, iki ay önce dokuz ilde eş
zamanlı düzenlenen sahte ilaç operasyonu iddianamesi, bazı ilaçların içinde
aseton olduğunu bile söylüyordu. Türkiye’den çok uzakta, ABD’de ise gündem,
Fransa Cumhurbaşkanı’nın eşsiz olarak gerçekleştirdiği ziyaretti. 500 milyondan
fazla kişinin kullandığı anında mesajlaşma uygulaması Whatsapp’ın, Facebook
tarafından 19 milyar dolara satın alınması ise hayretle karşılandı. Facebook,
uygulamanın yaratıcılarına dört milyar dolar nakit ödeme yaptı; şirketin ortakları
da şirket çalışanı 55 kişiyi Facebook hissesi ile ödüllendirdi. 2009 yılında Whatsapp’ın
kurucusu Jan Koum’un Facebook’a iş başvurusunda bulunduğu, ancak kabul
edilmediği gerçeği ise, hafızalarda yer etti.
Ve Türkiye’nin 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana değişemeyen gündemi,
yolsuzluk ve rüşvet iddiaları... Hiç şüphesiz, Ocak ayında olduğu ve Mart ayında
da olacağı gibi, Şubat ayında da iddialara ilişkin gelişmeler gündeme damgasını
vurdu. Meclis İçişleri Komisyonu’nda süren MİT yasa teklifi görüşmelerinde,
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, MİT’in dinlemelerine ilişkin ilk kez somut
rakam verdi: MİT, 2473 kişiyi dinlemişti. Ama 17 Aralık’taki operasyondan sonra
özel yetkileri ellerinden alınarak başka adliyelere atanan iki savcı, dinleme
konusunda, deyim yerindeyse Şubat ayının bombasını patlattı: İki savcının Selam
Terör Örgütü isimli yapılanmaya ilişkin binlerce kişiyi dinlediği iddiası ortaya
atıldı. Bu iddia, kayıt listesinde gazeteciler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşu
temsilcileri, iş insanları, medya kurumları; yani ünlü-ünsüz binlerce kişinin olması
sebebiyle, Türkiye tarihinin en büyük dinleme skandalı iddiası olmaya aday.
İnternet düzenlemesi, HSYK düzenlemesi, MİT düzenlemesi, dinleme
skandalı iddiaları, yolsuzluk iddiaları ve bu toz duman havada adım adım
yaklaşılan 30 Mart yerel seçimleri… Hiç şüphesiz, 17 Aralık sonrasında giderek
yoğunlaşan bu atmosfer, 30 Mart’a yaklaştıkça ağırlığını daha fazla hissettirecek
gibi görünüyor. İKV olarak, giderek daha vahim hale gelen ve siyasetin
saygınlığını yitirmesine sebep olan bu gelişmelerin, hukuk devleti sınırları
içerisinde bir an önce çözüme kavuşturulması temennimizi ifade etmek isteriz.
Böylesine yoğun bir iç siyaset gündeminin yaşandığı Türkiye’de, hiç şüphesiz
Türkiye-AB ilişkileri de, farklı şekillerde gündeme taşındı. Özellikle İnternet ve
HSYK düzenlemelerine ilişkin yaşanan tartışmalarda, yine referansımız AB idi.
AB’deki uygulamalara gönderme yapıldı; AB’li
yetkililerin sözleri ve değerlendirmeleri ele alındı.
Başta Avrupa Komisyonu olmak üzere birçok AB
kurumu yetkilisi, Türkiye’de yaşananlara ilişkin açıklama yaptı. Ancak yapılan
açıklamalar arasında en dikkat çekeni, AP’nin İngiliz üyesi Andrew Duff’tan
geldi. “(…) şu anda gerçek bir katılım süreci varmış gibi yapmak, maskaralıktan başka bir şey değil.
Sonbaharda ilişkiler askıya alınmazsa sürpriz olur” diyen Duff’a cevap, Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç’tan geldi: Bakanlar Kurulu sonrasında gazetecilerin sorularını
yanıtlayan Başbakan Yardımcısı, AP üyesinin sözleri hatırlatılınca, “İnternette değişim
yokken AB fasıl mı açtı?” diye sordu.
Her ne kadar AB’nin Şubat ayı mesaisinde Türkiye önemli bir yer kaplamış
olsa da, Şubat ayında Avrupa’nın, hatta dünyanın gözü Ukrayna’nın başkenti
Kiev’deydi. Ukrayna’da Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in AB ile ortaklık
müzakerelerini ertelemesine öfkelenen muhalefetin kasımdan beri sürdürdüğü
gösteriler, ülkenin bağımsızlığını kazanmasından bu yana en büyük şiddete
sahne oldu. Muhalefetin parlamentoyu kuşatmasıyla başlayıp, polisin Maidan diye
bilinen Bağımsızlık Meydanı’ndaki çadırları boşaltma girişimiyle şiddetlenen
çatışmalar, dünyanın ilgisini Kiev’e yöneltti. Protestocular ile hükümet arasında
sağlanan ateşkes, Maidan’a yağan faili meçhul kurşunlarla bozuldu. Onlarca
gösterici hayatını kaybederken, binlercesi de yaralandı. Ukrayna’dan savaş
görüntüleri tüm dünyaya servis edilirken, Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor
Yanukoviç başkent Kiev’den ayrılıyordu. Ukrayna’da kanın da döküldüğü
siyasi kriz, eski Başbakan Yuliya Timoşenko’ya ise özgürlük getirdi. Turuncu
Devrim’in simgelerinden Yuliya Timoşenko, parlamento kararının ardından
serbest bırakıldı: İlk sözleri “Vatanımız, bugünden sonra artık güneşi görecektir” oldu.
Serbest kalmasının ardından Bağımsızlık Meydanı’nda binlerce kişiye seslenen
Timoşenko, “Sizler, asrın kahramanlarısınız” dedi.
Ukrayna’daki ateş ise sönmek bir yana daha da alevlendi. Ayın sonunda,
1774 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile ilişiği kesilen Kırım, Rusya ile Ukrayna’nın,
başka bir deyişle Rusya ile Batı’nın arasındaki nüfuz mücadelesinin odağına
yerleşti. Ukrayna’nın Ukraynalı olmayan bölgesi, Kırım Yarımadası, Rusya
tarafından işgal edildi.
Kiev ve Kırım’dan on binlerce kilometre ötede, Venezuela’da da siyasi
kriz vardı. Chavez’in ölümünün ardından başkanlığa gelen Nicolas Madura
yönetimine karşı süren gösteriler şiddetlendi. Gösterilerde, 2013 yılında eyalet
güzellik yarışmasında taç giyen kraliçe Genesis Carmona başından vurularak
hayatını kaybetti. Kıbrıs’ta ise sürpriz bir görüşme vardı: KKTC Cumhurbaşkanı
Derviş Eroğlu ile Rum lider Nikos Anastasiades, 1,5 yıl aradan sonra BM
Temsilcisi Lisa Buttenheim’ın arabuluculuğunda bir araya geldi. İtalya’da ise
gündem, görevine yemin ederek başlayan yeni Başbakan Matteo Renzi idi.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda gerçekleştirilen yemin töreninde, kameralara
poz veren Başbakan’ın kabinesinde sekiz kadın bakanın bulunuyor olması, hiç
şüphesiz birçoğumuzun alışık olmadığımız bir görüntüydü.
9
Şubat ayı, Türkiye’de, Avrupa’da ve dünyada böyle geçti. Tartışması, polemiği,
çatışması, ilkleri, skandalları, mücadelesi bol bir ayı geride bıraktık. İKV Dergisi
olarak, bu ayki sayımızda, yoğun geçen Türkiye’nin Şubat gündemine biz de
farklı konular ile katkıda bulunmak ve bizden haberleri sizlerin dikkatine sunmak
istedik. Bu ayki dergimizin İKV Faaliyetleri bölümünde, 16 Ocak 2014 tarihi itibarıyla
göreve başlayan, Sayın Ömer Cihad Vardan Başkanlığındaki İKV Yönetim Kurulu’nun
gerçekleştirdiği çeşitli temasları bulabilirsiniz. Şubat ayı Yönetim Kurulumuz için
de oldukça yoğun bir aydı. Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın Ömer Cihad Vardan’ın
başkanlığındaki İKV heyeti, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, TBMM Başkanı
Sayın Cemil Çiçek, AB Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, TOBB Yönetim
Kurulu Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu
ile TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ile biraraya
geldi. Hiç şüphesiz, gerçekleştirilen görüşmelerde ele alınan konular, TürkiyeAB müzakere süreci ile Türkiye gündeminde yaşanan gelişmelerdi. Söz konusu
temaslara ilişkin ayrıntılı bilgileri, ilerleyen sayfalarda bulabilirsiniz.
Bu ayki sayımızda, İKV için çok özel ve ayrı bir yeri olan bir röportaja da yer
veriyoruz. 1987-1992 yılları arasında İKV’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini
yürüten, Vakfımızın beşinci Başkanı; Profilo Şirketler Topluluğu Kurucusu Sayın
Jak V. Kamhi ile “Gördüklerim, Yaşadıklarım” adını verdiği kitabı üzerine keyifli bir
röportaj gerçekleştirdik. “Hayatım dolu; borcumu ödemek için tümüyle kendimi Türkiye’ye
verdim” diyen, Türkiye-AB ilişkileri konusunda neredeyse 50 yıldır çalışmalar
yürüten “Gönüllü AB Elçisi” Sayın Kamhi ile gerçekleştirdiğimiz bu röportajı, keyifle
okuyacağınızı tahmin ediyoruz.
Dedik ya, Türkiye’de Şubat ayında gündemi belirleyen konu yolsuzluk
iddialarıydı. Türkiye’de gündem yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile meşgulken, AB
tarafında da Şubat ayı içerisinde ilginç bir gelişme yaşandı. Avrupa Komisyonu, 3
Şubat 2014 tarihinde, AB çapında yolsuzlukla mücadele konusunun ele alındığı
ilk raporunu açıkladı. Raporda, yolsuzluğun tüm AB üye ülkelerini olumsuz
yönde etkileyen bir konu olmasının yanı sıra, AB ekonomisine etkisinin de yılda
120 milyon avronun üzerinde olduğu vurgulanıyor. Raporda, ülke ülke yolsuzluk
ve yolsuzlukla mücadeleye yönelik ulusal yasal mevzuatlara yer verilirken, söz
konusu yasal mevzuatlardaki eksiklikler ve bu eksikliklerin giderilmesine yönelik
öneriler de yer alıyor. Biz de, bu ayki İnceleme bölümümüzde, AB’nin yolsuzlukla
mücadeleye ilişkin bu ilk raporuna yakından bakmak istedik. İnceleme bölümünde
ele aldığımız bir diğer konu ise tüketici haklarının korunmasına ilişkin yürürlüğe
girecek olan yeni Kanun. Avukat Sevde Pelen, yeni düzenlemelerin etki alanının
tüketicilerle sınırlı kalmadığını; satıcı, sağlayıcı, ithalatçı, üretici ve benzeri sıfat ile
tüketici ile yapılan sözleşmelerin karşı tarafını oluşturan gerçek ve tüzel kişilerin
de düzenlemelerin bir parçası olduğunu söylüyor; bunun da birçok sektörü
doğrudan ilgilendirdiğine dikkat çekiyor. Dergimizin bu ayki Güncel ve Gündemden
bölümlerinde ise Türkiye ve Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan güncel gelişmelere
ilişkin kapsamlı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Şimdiden tüm okurlarımıza keyifli okumalar dileriz.
10
KV FAALYETLER
CUMHURBAKANI ABDULLAH GÜL
KV YÖNETM KURULU’NU KABUL ETT
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, 7 Şubat 2014 tarihinde, 16 Ocak 2014 tarihinde
gerçekleştirilen İKV’nin 51’inci Genel Kurulu’nda Yönetim Kurulu Başkanlığı’na seçilen Ömer Cihad
Vardan ve beraberindeki İKV Yönetim Kurulu üyelerini, Tarabya’daki Huber Köşkü’nde kabul etti.
Y
önetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın başkanlığındaki İKV heyetinde, Yönetim Kurulu Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu, Muhasip Üye
Mehmet Nuri Görenoğlu, Yürütme Kurulu Üyeleri Yavuz Canevi, Hikmet Tanrıverdi ile Üyeler İlhan Soylu, İlyas Gençoğlu,
Münir Üstün, Şükrü Alkan, Tuğrul Kudatgobilik, Denetçi Üye
Kenan Atalay ve İKV Genel Sekreteri Çiğdem Nas yer aldı.
YARIM ASIRLIK KURUM
İKV Yönetim Kurulu’nun Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah
Gül’ü ziyareti kapsamında, İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer
Cihad Vardan, 26 Kasım 1965’te kurulan ve neredeyse yarım
asırlık bir kurum olan İKV’nin kuruluş amaç ve faaliyetleri
hakkında Sayın Cumhurbaşkanı’na bilgi verdi.
19 65
2015 yılının İKV’nin kuruluşunun 50’nci, 2014 yılınınsa
İKV Brüksel Temsilciliği’nin kurulmasının 30’uncu yıl dönümü olması vesilesiyle kutlama etkinlikleri yapılacağını
kaydeden İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan,
Türkiye-AB ilişkilerinde son dönemdeki gelişmeler hakkında
da bilgiler aktardı ve İKV’nin önümüzdeki çalışma dönemindeki öncelikli amaç ve faaliyetlerini Sayın Cumhurbaşkanı ile
paylaştı.
2014, AB SÜRECNDE YEN MLAT
Ziyarette, İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad
Vardan, özellikle 2014’ün AB ile ilişkilerde yeni bir milat
olarak nitelendirildiğini, bunun da İKV’ye önemli bir sorumluluk yüklediğini belirtti. 2013 Yılı Türkiye İlerleme
11
Raporu’nun daha ılımlı bir tonda yayımlanması; 22’nci faslın
müzakerelere açılması; Türkiye ile AB arasında Geri Kabul
Anlaşması’nın imzalanması ile Vize Muafiyeti Diyaloğu’nun
başlatılması; Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ve Almanya ziyaretleri; Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyareti ile Sayın
Cumhurbaşkanı’nın İtalya ziyareti gibi güncel gelişmelerin
önemine değinen İKV Yönetim Kurulu Başkanı Vardan, 23 ve
24’üncü fasılların açılmasının da bu ziyaret ve temaslar kapsamında sıklıkla gündeme getirildiğini söyledi.
SÜRECE KATKI SALAYACAIZ
Yeni İKV Yönetim Kurulu’nun tam bir Türkiye tablosu yansıttığını, farklı iller, sektörler ve dinlerden her biri birbirinden
değerli ve son derece deneyimli iş insanlarından oluştuğunu
ifade eden Vardan, 2014’de hızlanacağı öngörülen Türkiye’nin
AB’ye katılım sürecine, dün olduğu gibi bugün de ellerinden
geldiği kadar destek vereceklerini söyledi ve kısa sürede adı
geçen fasılların açılacağını ümit ettiklerini ifade etti.
MÜSAD’DAK BAARILARI BEKLYORUM
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül ise İKV Yönetim
Kurulu Başkan Ömer Cihad Vardan’ı ve yeni İKV Yönetim
Kurulu’nu göreve seçilmelerinden ötürü kutladı ve İKV Yönetim Kurulu Başkanı Vardan’ın bu dönemde seçilmesini
önemsediğini dile getirerek, Vardan’ın MÜSİAD Başkanı olarak geçmiş dönemde elde edilen başarılarının yeni görevinde
de artarak devam edeceğine inandığını ve bunu beklediğini
ifade etti.
TÜRKYE ZATEN BR AVRUPA ÜLKES
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, ziyarette yaptığı
konuşmada, Türkiye’nin zaten bir Avrupa ülkesi olduğunu
ve 500 yıllık tarihi boyunca hep Avrupa’ya yöneldiğini, dolayısıyla Avrupa tarihinin bir parçası olduğunu belirtti ve
bugün de gerek ekonomik gerekse siyasi ilişkiler açısından
Avrupa’nın Türkiye için öneminin devam ettiğini vurguladı. Türkiye için AB hedefinin Avrupa ülkelerindeki gelişmiş
standartlara ulaşmak olduğunu belirten Cumhurbaşkanı
Gül, AB’nin sadece ekonomiden ibaret olmadığını ve
hukuk devleti ve demokratik standartlar anlamına geldiğini hatırlattı.
TÜRKYE KEND DEERLERN KORUYARAK,
AB STANDARTLARINA ULAABLR
Türkiye’nin kendi değerleri, kültürü ve geleneklerini
koruyarak AB standartlarına ulaşmasının önemine değinen
Sayın Cumhurbaşkanı, bugün Batı kavramları ile ele aldığımız hukukun üstünlüğü, şeffaflık gibi değerlerin aslında
kendi inancımız ve kültürümüzde birebir karşılıklarının
olduğunu belirtti. AB üyeliği nihai hedefine ulaşmak kadar, müzakere sürecinin de Türkiye’nin gerekli reformları
gerçekleştirerek gelişmesinde etkili olacağını ifade eden
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bazı fasıllar açılmasa bile
Türkiye’nin gerekli uyum ve reform çalışmalarını kendi iyiliği için yapmasının şart olduğunu ve Türkiye’nin üye olma
imkânının doğacağı gün geldiğinde hazır olması gerektiğini vurguladı.
TÜRKYE’NN EN BÜYÜK ZENGNL
GENÇ VE DNAMK NÜFUSU
Türkiye’yi, Brezilya ve Rusya gibi dünya ekonomileri ile
karşılaştıran Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, Türkiye’nin
bu ülkelerle karşılaştırıldığında önemli bir farkı olduğunu,
petrol ve gaz gibi doğal kaynakları olmadan 16’ncı büyük
ekonomi haline geldiğini ve en büyük avantajının da genç
ve dinamik nüfusu olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanı
Gül, bu zenginliğin gerçek anlamda ortaya çıkmasının,
Türkiye’nin demokratik standartların tam anlamıyla oturduğu bir hukuk devleti olduğunda gerçekleşeceğini belirtti.
KV, YENLKÇ VE CESARETLENDRC
HAMLELER YAPMALI
Ziyarette Cumhurbaşkanı Gül, İKV’nin daha görünür
ve yenilikçi olması, her kesimi motive edecek, cesaretlendirecek, yapıcı ve yol gösterici atılımlar, hamleler yapması
gerektiğini vurguladı.
12
KV FAALYETLER
KV YÖNETM KURULU’NUN TEMASLARI
İKV Yönetim Kurulu,
TBMM Başkanı
Sayın Cemil Çiçek,
TBMM AB Uyum
Komisyonu Başkanı
Sayın Prof. Dr.
Mehmet Tekelioğlu
ve TOBB Başkanı
ve Eurochambres
Başkan Yardımcısı
Sayın M. Rifat
Hisarcıklıoğlu ile bir
araya geldi.
G
eçtiğimiz ay, 16 Ocak 2014 tarihinde gerçekleştirilen 51’inci Olağan Genel Kurul sonrası göreve
gelen yeni İKV Yönetim Kurulu, Yönetim Kurulu
Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın başkanlığında, 3 Şubat 2014
tarihinde, sırasıyla TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, TBMM
AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu ve TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu ile görüşmelerde bulundu.
Söz konusu görüşmelerde, 2015 yılında kuruluşunun 50’nci
yılını geride bırakacak olan İKV’nin amaç ve faaliyetleri ile
Türkiye’nin AB katılım süreci ve güncel gelişmeler konularında görüş alışverişinde bulunuldu.
İKV Yönetim Kurulu, 3 Şubat 2014 tarihinde, önce TBMM
Başkanı Sayın Cemil Çiçek, ardından TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu tarafından,
TBMM’de kabul edildi. İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer
Cihad Vardan, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu,
Muhasip Üye Mehmet Nuri Görenoğlu, Üyeler Ahmet Sayar,
İlhan Soylu, Şükrü Alkan, Denetçi Üye Hasan Hüseyin Coş-
19 65
kun ve İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas’dan oluşan
İKV heyeti, görüşmelerde İKV’nin amaç ve faaliyetleri ile
Türkiye’nin AB katılım süreci ve güncel gelişmeler konularında, TBMM Başkanı ve AB Uyum Komisyonu Başkanı ile görüş
alışverişinde bulundu.
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek, İKV heyetini kabulünde, Türkiye için AB üyeliği hedefinin bir devlet politikası
olduğunu ve Türkiye için önemini koruduğunu ifade etti.
İKV’nin 1965 yılında kurulan bir sivil toplum kuruluşu
olarak bu alanda çok önemli bir görevi yerine getirdiğine
değinen Çiçek, İKV’nin Türkiye’nin AB sürecini geliştirmeye yönelik çalışmalarının takdirle karşılandığını belirtti.
TBMM’nin Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlık sürecindeki
önemli rolünü vurgulayan Çiçek, Türkiye’nin kritik bir süreçten geçtiğini ve bu süreçte AB üyeliği hedefinin demokratikleşme ve hukuk devleti ilkelerini pekiştirici bir etkisi
olduğunu vurguladı.
İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan ise
TBMM Başkanı’na, İKV’nin amaç ve hedefleri hakkında
13
bilgi verdi. 2014 yılının Türkiye-AB ilişkilerinde bir milat
olmasını beklendiğini vurgulayan Başkan Vardan, 2013’ün
son aylarında 22’nci başlığın müzakerelere açılması, Geri
Kabul Anlaşması’nın imzalanması ve ardından 2014’ün ilk
ayı içerisinde Başbakan Erdoğan’ın Belçika ve Almanya ziyaretleri; Cumhurbaşkanı Gül’ün İtalya ziyareti ve Fransa
Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyaretlerinin, AB ile olan ilişkilerde bir canlanmaya işaret ettiğini ifade etti. Bu yeni süreçte
İKV’ye önemli roller düştüğünü hatırlatan İKV Yönetim Kurulu
Başkanı, Vakfın çalışmalarında TBMM, hükümet ve ilgili Bakanlıklar ile koordineli çalışmanın önemine dikkat çekti.
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ile gerçekleştirilen
görüşmede Meclis Başkanı, “Türkiye’nin AB tercihi, bir devlet
tercihidir ve stratejik bir tercihtir. Münferit olarak karşı olanlar
olsa bile, 1963’ten bu tarafa Türkiye’nin devlet politikası olarak yürütülmektedir. Bu 50 yıllık süreç inişli çıkışlı, bazen çok
yoğun çabaların, gayretlerin gösterildiği, bazı dönemlerde de
askıya alındığı süreç olmuştur. Ama geldiğimiz nokta itibarıyla Türkiye’nin bu hedefinden prensipte bir sapma söz konusu
değil. Biz, AB’ye tam üye olmak istiyoruz ve bunun da şahsen
de çok doğru olduğuna inanıyorum. Türkiye’nin menfaatinedir. AB-Türkiye ilişkileri bu 50 yıl içerisinde ‘ne olacak, ne olmayacak?’ bunu da yaşayarak gördük” dedi ve Türkiye’nin AB
üyeliğinin her iki tarafın da menfaatine olacağını ifade etti.
“Hem Türkiye’nin yararına olacaktır, hem de AB’nin. Türkiye
olmadan AB stratejik bir güç olmaz, sorun çözen güç olmaz.
Büyük bir ekonomik birliktir, bir dayanışmadır, örnek alınacak
pek çok yönü vardır. Ama birçok uluslararası politikada sorun
çözen bir güç olarak mütalaa edilmemektedir. Türkiye gibi bir
ülkenin AB’ye sağlayacağı çok büyük katkılar var. Halkının çok
önemli bir kısmının Müslüman oluşu, demokratik değerleri
benimsemesi ve bunları her geçen gün biraz daha kurumsallaşma noktasında yaptığı reformlar dikkate alındığında, AB
Türkiye’nin tam üyeliği ile çok önemli kazanımlar elde etmiş
olacak. Buna karşılık Türkiye’nin de AB ile ilişkileri arttıkça,
geçmişte şu veya bu sebeple yapamadığı bir çok reformlar
ki bunlar son derece önemli. Türkiye’nin daha çağdaş, daha
demokratik, ileri ülke olmasına imkan verecek reformların
yapılmasında AB’nin itici bir rolü olmuştur, bunu görmemiz
lazım” diyerek devam eden Çiçek, “Keşke bu reformları çok
daha önceden yapabilseydik, Türkiye bugün daha farklı bir
noktada olabilirdi” dedi.
Konuşmasında, “Maalesef bir kısım ülkeler, Türkiye’nin
AB konusunda engel çıkarmaya devam ediyor. Aradan 50 yıl
geçmiş, aştığımız fasıl sayısı belli, bir tanesi açıldı kapandı,
diğerleri ne zaman kapanacak belli değil. Hatta bazı fasılların
açılış kriterleri bile Türkiye’ye bildirilmedi bildiğim kadarıyla.
Bunlar bildirilmeyince siz neye göre yasal, yapısal ve kurumsal
düzenlemeler yapacaksınız? Bunlar AB’nin önde gelen ülkelerinin politikaları sebebiyle biraz işi ağırdan aldıkları, hatta
problemlerini çözmemiş ülkeyi, Rum kesimini içine almak suretiyle, onun arkasından dolanarak, ‘Türkiye’nin üyeliğini arzu
etmiyorlar’ gibi bir inanç, kanaat artık toplumumuzda önemli
ölçüde yerleşmiştir” diyen TBMM Başkanı Çiçek, İKV’nin aradan geçen 49 yıl içerisinde bu sürecin başarı ile sonlanması
bakımından önemi çalışmalarda bulunduğunu belirterek,
“Bu çalışmalar bizlere de yol gösteren, destek veren, güç veren
çalışmalar. Bu dönemde bu çalışmaları daha büyük bir hızla
devam ettirirsiniz. Bazı fasıllar açılacak gibi gözüküyor. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinden sonra bu ihtimal
güçlendi. Çünkü bir kısım fasıllar bu ülkenin blokesi sebebiyle
görüşülemiyordu. Ümit ederiz, onlar da açılmak suretiyle yeni
bir sayfa açılmış olur. Biz yapacaklarımızı onlara da bağlamaksızın, zamanı iyi kullanmamız, yapmamız gereken bir çok işleri
de yapmamız lazım. Zaten şartlarda bunu zorluyor. Bu işi ne
kadar erken ve çabuk yaparsak, Türkiye bugün bulunduğundan
daha güçlü bir noktada olacaktır” şeklinde konuştu.
TBMM Başkanı, 2000’li yılların başında Türkiye’de AB’ye
üyelik konusundaki destek çok yüksek iken, bu desteğin bugün yarı yarıya olduğunu da vurguladığı konuşmasında, ne
olursa olsun Türkiye’nin bu hedeften vazgeçmemesi gerektiğini işaret ederek, “AB olmasa dahi yapılması gereken bir çok iş
var. Bunları hepimiz tartışıyoruz. Bunları kendimiz için yaptığımızdan dolayı, AB hedef olmasa bile, bir an evvel gerçekleştirip
Türkiye’yi daha ileri bir noktaya götürmemiz gerekiyor” dedi.
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in ardından, İKV heyeti,
TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet
Tekelioğlu ile bir araya geldi. Prof. Dr. Tekelioğlu, İKV Yönetim Kurulu üyelerine TBMM AB Uyum Komisyonu çalışmaları
hakkında bilgi verirken, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri doğrultusunda AB üyeliğine hazırlık olarak birçok yeni yasa kabul
ettiğinin altını çizdi.
Konuşmasında, TBMM AB Uyum Komisyonu’nun bu süreçte önemli bir görev üstlendiğini ifade eden Prof. Dr. Tekelioğlu, Komisyon’un çalışmalarına, sivil toplum örgütlerinin
de destek verdiğini ve Komisyon toplantılarında sivil toplum
örgütlerinin görüşlerinin dinlendiğini vurguladı. İKV Başkanı
Ömer Cihad Vardan ise, 49 yıldır Türkiye-AB ilişkileri alanında
çalışan ihtisas kurumu olarak, TBMM AB Uyum Komisyonu
toplantılarına katılarak, uyum çalışmalarına katkıda bulunmaktan memnuniyet duyacaklarını ifade etti.
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ve TBMM AB Uyum
Komisyonu Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu’nun
ardından, TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu, İKV heyetini TOBB Merkez
Bina’da kabul etti. 16 Ocak 2014 tarihinde gerçekleştirilen
51’inci Olağan Genel Kurul sonrası göreve gelen İKV Yönetim
Kurulu, TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES Başkan Yardımcısı
Sayın M. Rifat Hisarcıklıoğlu’na Vakfın önümüzdeki dönem
çalışmaları hakkında bilgi verdi.
Görüşmede, Hisarcıklıoğlu, iş dünyasının 1965 yılında
İKV’nin kurulmasına önayak olarak büyük bir uzak görüşlülük
sergilediğine değindi ve İKV’nin AB konusundaki tek ihtisas
kurumu olarak önemli bir görevi yerine getirdiğini vurguladı.
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan ise, TOBB’un İKV faaliyetlerine verdiği desteğe teşekkür etti ve iki kurum arasındaki yakın
ilişkilerin devam etmesini ve ortak faaliyetler gerçekleştirilmesini umduğunu belirtti.
Görüşme sonrasında TOBB Başkanı ve EUROCHAMBRES
Başkan Yardımcısı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, İKV’nin yeni çalışma programı ile ilgili bazı tavsiyelerde bulunurken, yeni
Yönetim Kurulu üyelerine başarılar diledi.
14
KV FAALYETLER
KV YÖNETM KURULU,
AB BAKANI VE BAMÜZAKEREC
MEVLÜT ÇAVUOLU LE GÖRÜTÜ
AB Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, 12 Şubat 2014 tarihinde İKV Yönetim
Kurulu’nu kabul etti. İKV Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Cihad Vardan başkanlığındaki heyette,
Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu ve Zeynep Bodur Okyay, Muhasip Üye Mehmet
Nuri Görenoğlu, Yürütme Kurulu Üyesi Yavuz Canevi, Üyeler Tuğrul Kudatgobilik, İlhan Soylu, İlyas
Gençoğlu, Denetçi Üye Kenan Atalay, TOBB AB Dairesi Başkanı Mustafa Bayburtlu ve İKV Genel
Sekreteri Çiğdem Nas yer aldı.
G
örüşmede, AB Bakanı ve Başmüzakereci Sayın
Mevlüt Çavuşoğlu, İKV Yönetim Kurulu’na ziyaretlerinden ötürü teşekkür etti ve İKV’nin, AB sürecinde, Bakanlığın en değerli ortağı olduğunu söyledi. Bakan
Çavuşoğlu, AB sürecinde önemli bir ivme yakalandığını ve bu
pozitif atmosferi en iyi şekilde değerlendirmek istediklerini
belirttiği görüşmede, Ocak ayında AB kurumları ve bazı Üye
Devletler ile çok yoğun bir diplomasi trafiğinin gerçekleştirildiğini, yakalanan bu ivmenin Türkiye’nin hızla gerekli reformları gerçekleştirmesi sureti ile içinin doldurulması gerektiğini
ifade etti.
YALNIZ HSSETTRMEDNZ
AB Bakanı ve Başmüzakereci Çavuşoğlu, İKV’nin desteğini her zaman gördüğünü ifade ettiği görüşmede, İKV’nin çalışmalarını her zaman takip ettiğini ve Bakan olduktan sonra
bu çalışmalardan daha fazla yararlanacağını vurguladı. AB ile
ilgili çalışmalarda “beni yalnız hissettirmediniz” diyerek İKV’ye
teşekkür eden Bakan, Bakanlığın üzerinde durduğu gelişmeler hakkında da bilgiler aktardı. Önümüzdeki dönemde
Temel Haklar ve Yargı ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik fasılları
başta olmak üzere, sadece Türkiye’yi değil AB’yi de yakından
ilgilendiren Enerji ve Ekonomik ve Parasal Politika gibi fasılların da açılmasının gündemde olduğunu belirten Bakan
Çavuşoğlu, bir sivil toplum örgütü olarak İKV’nin bu süreçte
destekleyici rolünün önemine işaret etti. İKV’nin özellikle vize
19 65
konusundaki çalışmalarını takdire şayan bulduğunu belirten
AB Bakanı, vize serbestisinin üç buçuk yıl içinde gerçekleşmesini umduklarını ekledi.
49 YILLIK TECRÜBE
İKV Başkanı Ömer Cihad Vardan ise Mevlüt Çavuşoğlu’nu
yeni görevinden dolayı kutladı ve yeni İKV Yönetim Kurulu
adına teşekkürlerini sundu. İKV’nin 49 yıllık tecrübesi ile
Başbakan Erdoğan tarafından AB sürecinde yeni bir milat
olarak ilan edilen 2014 yılında AB Bakanlığı’na destek olmaya ve yükünü paylaşmaya devam edeceğini belirten Vardan,
İKV’nin önümüzdeki dönemde ön plana alacağı konuları ve
hedefleri de anımsatarak, Vakfın tüm çalışmaları ile Bakanlığa destek olacağını söyledi.
KENDMZ EVMZDE HSSEDYORUZ
İKV Yönetim Kurulu Başkanı Vardan, AB Bakanlığı’nın
faaliyet alanı ile İKV’nin çalışmalarının örtüştüğünü belirterek, Vakfın bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da
Türkiye’nin AB katılım sürecine katkı sağlamaya devam edeceğini belirtti. Ömer Cihad Vardan, tüm Vakıf üyelerinin AB
Bakanlığı’nda, kendilerini evlerinde hissettiğini ifade etti ve
AB sürecinin sivil toplum ayağında köklü bir ihtisas kurumu
olarak İKV’nin nihai hedef olan tam üyeliğe ulaşılması ve AB
nezdinde Türkiye’nin temsil edilmesi için her türlü desteği
sunacağını ekledi.
15
“SORULARLA AB POLTKALARI VE TÜRKYE” SERSNN
ÜÇ YEN KTABI YAYIMLANDI
2004 yılında İKV tarafından yayımlanan ve temel AB politika alanlarında okuyuculara bilgi
vermeyi hedefleyen “15 Soruda 15 AB Politikası” kitapçık serisi, İKV uzmanlarınca “Sorularla AB
Politikaları ve Türkiye” başlığı altında güncelleniyor.
AB
müktesebatının dinamik yapısı dikkate
alındığında, politika alanlarında meydana
gelen değişikliklerin, kabul edilen yeni
düzenlemelerin, politika araçlarının, ileriye dönük belirlenen
yeni hedeflerin ve ülkemizin bu başlıklarda AB müktesebatına uyum düzeyinin ilgili kesimlere duyurulması ihtiyacına
cevap verebilmek için yapılan bu güncelleme çalışmasında,
basit, kolay okunur bir formatta hazırlanan kitapçıklarla ilgili
kesimlere ulaşılması öngörülüyor.
Bu çerçevede, serinin AB’de Enerji Politikası, Ortak Balıkçılık Politikası ve Ortak Tarım Politikası’nı ele alan kitapçıkları,
geçtiğimiz ay yayımlandı.
“Sorularla AB Politikaları ve Türkiye” kitapçık serisinin
11’inci kitapçığı olan ve İKV Proje Müdürü Çisel İleri tarafından hazırlanan Enerji Politikası başlıklı yayında, AB’de enerji
politikasının tarihsel gelişimi, hedefleri ve amaçları hakkında bilgi veriliyor. Aynı zamanda okurlar, AB’nin yenilenebilir
enerji politikası, enerji verimliliği konusunda atılan adımlar,
AB’de nükleer enerjiye bakış, AB’nin enerji politikası ile çevrenin korunması alanındaki ilişki, AB-Rusya enerji diyaloğu
ve son olarak Türkiye’nin AB enerji politikasına uyum durumu
konusunda da bilgilendiriliyor.
İKV Uzman Yardımcısı Gökhan Kilit tarafından hazırlanan
Ortak Balıkçılık Politikası başlıklı serinin 12’nci kitapçığında
ise AB’de balıkçılık politikasının neden ortaya çıktığı, tarihsel
gelişimi, hedefleri ve amaçları hakkında detaylı bilgilere yer
veriliyor. Kitapçıkta ayrıca, Entegre Denizcilik Politikası ile Ortak Balıkçılık Politikası’na ilişkin mali araçların ve fonların neler olduğu, genişlemenin balıkçılık politikasına etkisi, reform
çalışmaları ve Türkiye’nin bu konuda AB’ye uyum durumu da
inceleniyor.
Son olarak, yine İKV Uzman Yardımcısı Gökhan Kilit tarafından hazırlanan Ortak Tarım Politikası başlıklı yayın da
AB’nin tarım politikasını bütün yönleriyle kısa ve anlaşılır şekilde aktarıyor. Bu yayında yer alan sorulara verilen yanıtlar,
2012’de 50’nci yılını kutlayan ve 2013 yılın sonlarında içinde
bulunduğu reform dönemini tamamlayan AB’nin tarım politikasının yapısı, işleyişi ve geleceğe yönelik uygulamalarını
açıklarken, yayında, Türkiye’nin söz konusu politika alanına
uyum amacıyla sürdürdüğü çalışmalar da ele alınıyor.
16
KV FAALYETLER
TOBB BAKANI,
EUROCHAMBRES AB GENLEME KOMTES
BAKANLII’NA SEÇLD
Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği
Yönetim Kurulu
Başkanı ve
EUROCHAMBRES
Başkan Yardımcısı M.
Rifat Hisarcıklıoğlu,
EUROCHAMBRES’ın
AB Genişleme ve
Komşuluk Politikası
Başkanlığı’na seçildi.
E
kim ayında İstanbul’da gerçekleştirilen EUROCHAMBRES Genel Kurulu’nda seçilen Başkan ve Başkan Yardımcıları ile Başkan Vekillerinin katıldığı ve
Brüksel’de gerçekleştirilen EUROCHAMBRES Başkanlık Divanı
toplantısında görev dağılımı yapıldı ve EUROCHAMBRES Genel Kurulu’nda tüm oyları alarak Başkan Yardımcısı seçilen
TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, Brüksel’deki toplantıda
oy birliği ile EUROCHAMBRES AB Genişleme ve Komşuluk
19 65
Politikası Komitesi Başkanlığı’na seçildi. Seçim sonucuna
ilişkin bir açıklama yapan Hisarcıklıoğlu, “Ülkem ve iş dünyamız adına gurur duyuyorum” derken, Hisarcıklıoğlu’nun
görevi, AB genişleme ve komşuluk politikasıyla ilgili olarak
EUROCHAMBRES’ın politikalarının belirlenmesi ve yürütülmesi çalışmalarını yönetmek ve bu kapsamdaki çalışmalarda
EUROCHAMBRES’ı, AB kurumları ve üye devletlerde temsil
etmek olacak.
17
AVRUPA KOMSYONU
GENLEME GENEL MÜDÜRLÜÜ STAJYERLER,
KV’Y ZYARET ETT
Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü’nde görev yapan stajyerlerden oluşan bir heyet, 21 Şubat
2014 tarihinde İKV’yi ziyaret etti. Ziyaret kapsamında düzenlenen toplantıya, İKV Genel Sekreteri Doç. Dr.
Çiğdem Nas, Araştırma Müdürü Melih Özsöz ve Uzman Yardımcısı Yeliz Şahin katıldı.
Z
iyarette, İKV Genel Sekreteri Doç. Dr. Çiğdem Nas,
öncelikle İKV’nin kuruluş süreci, faaliyet alanları,
gerçekleştirilen etkinlikler ve projeler konusunda
Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü stajyerlerini bilgilendirdi. Daha sonra, Türkiye-AB ilişkiler konusunda
bir sunum gerçekleştiren Doç. Dr. Nas, Türkiye’nin AB üyelik
sürecini tarihsel bir perspektiften ele aldı. Sunumunda,
Türkiye’nin AB ile yürüttüğü katılım müzakerelerindeki güncel durumu değerlendiren Doç. Dr. Nas, Türkiye’nin katılım
müzakerelerinde 14 başlığın müzakereye açıldığını, ancak
yalnızca bir başlığın geçici olarak kapatılabildiğini vurguladı ve Türkiye’nin müzakereye açabileceği yalnızca üç başlık
bulunduğunun altını çizerek, geriye kalan başlıklardan sekiz
tanesinin açılmasının ve tüm başlıkların kapatılmasının Kıbrıs sorunu nedeniyle AB Konseyi tarafından bloke edildiğini,
diğer başlıkların ise Fransa ve GKRY’nin tek yanlı siyasi engellemeleri nedeniyle açılamadığını kaydetti. Doç. Dr. Nas,
Fransa tarafından Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde
müzakerelere açılması engellenen başlıklardan Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu Başlığı üzerindeki
blokajın Hollande döneminde kaldırılmasıyla, bu başlığın
Kasım 2013’te müzakerelere açılmasının Türkiye’nin katılım
müzakerelerindeki durağanlığın aşılmasına katkıda bulunduğunu ifade etti.
İKV Genel Sekreteri, sunumunda ayrıca, önümüzdeki dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin gündeminde Vize Muafiyetine
Yönelik Diyalog ve Geri Kabul Anlaşması; Gümrük Birliği’nin
işleyişindeki sorunların ve AB’nin üçüncü ülkelerle müzakere
ettiği Serbest Ticaret Anlaşmaları’ndan kaynaklanan sorunların ele alınması; bazı Üye Devletlerin Türkiye’nin üyeliği
konusundaki çekincelerinin ve Türkiye’nin üyeliğine ilişkin
önyargıların üstesinden gelinmesi ve AB’nin kurumsal yapısı
ve Türkiye’nin oynayacağı muhtemel rolün değerlendirilmesi
gibi konuların önemli olacağını ifade etti.
Vize ve Türkiye-AB geri kabul süreci ile ilgili bir sunum
gerçekleştiren İKV Araştırma Müdürü Melih Özsöz ise, Türk
vatandaşlarının AB üyesi devletlere gerçekleştirdikleri seyahatlerinde tabi oldukları vize uygulamasını hukuki, ekonomik
ve insani boyutlarıyla oldukça kapsamlı bir şekilde ele aldı.
Vize uygulamasının ilk kez 5 Eylül 1980 tarihinde Almanya tarafından “geçici” bir uygulama olarak yürürlüğe konulduğunu
kaydeden Özsöz, zamanla kalıcı hale gelen bu uygulamanın
adeta Türk vatandaşlarının önüne örülmüş “kağıt bir duvar”
halini aldığını ifade etti. Vize uygulamasıyla ilgili, Avrupa’nın
en yüksek mahkemesi konumunda olan ABAD tarafından 27
yılda 55 karar alındığına dikkat çeken Özsöz, her bir kararın
aslında bir önceki güçlendiren ve Türk vatandaşları tarafından elde edilen hakları ileriye götüren bir niteliği olduğunu
söyledi.
Türkiye ile AB arasında Aralık 2013’te başlatılan vize muafiyetine diyaloğuna ve Türkiye’ye sunulan vize muafiyeti yol
haritasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Özsöz, AB’nin
Türkiye ile bu süreci Batı Balkan ülkeleriyle olduğu gibi adil
bir şekilde yürütmesi gerektiğine dikkat çekti.
19 65
19
PROFLO RKETLER TOPLULUU KURUCUSU, BAKANI VE
ESK KV YÖNETM KURULU BAKANI (1987-1992) JAK V. KAMH:
“HAYATIM DOLU; BORCUMU ÖDEMEK ÇN
TÜMÜYLE KENDM TÜRKYE’YE VERDM”
Jak V. Kamhi.
Profilo Şirketler Topluluğu Kurucusu ve Başkanı.
Aynı zamanda Türk-Fransız İş Konseyi’nin Onursal Başkanı; 500’üncü Yıl Vakfı’nın Başkanı; Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası
Üyesi, Başbakanlık Dış Tanıtım Kurulu Üyesi...
2007 yılında T.C. Devlet Üstün Madalyası; 1991 yılında Dışişleri Bakanlığı Üstün Hizmet Ödülü; yine 1991 yılında Chevalier de
la Légion d’Honneur Nişanı; 2006 yılında Officier de la Légion d’Honneur Nişanı; 1997 yılında Fransa Cumhurbaşkanı tarafından
Commandeur dans l’Ordre National du Merite Nişanı; 1992 yılında Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu Şeref Madalyası ve
Türk-Amerikan Dostluk Konseyi’nin Ticaret Liderliği ödülü; 2003 yılında İspanya Kralı tarafından Commander of the Order of the
Spanish Civil Merit Nişanı ile ödüllendirilen;
İstanbul Sanayi Odası, TÜSİAD, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Metal Eşya İşverenleri Sendikası ve birçok iş örgütünde, 60 yılı
geride bırakan iş hayatı tecrübesi boyunca Başkanlıktan Yönetim Kurulu Üyeliğine kadar çok farklı görevlerde bulunan, Türk
sanayisinin duayen isimlerinden biri.
Türkiye-AB ilişkileri konusunda neredeyse 50 yıldır çalışmalar yürüten “Gönüllü AB Elçisi”, bu alanda Türkiye’nin önemli ihtisas
kurumlarından biri olan İKV için ise Jak V. Kamhi’nin yeri ve önemi çok daha büyük: 1987-1992 yılları arasında İKV’nin Yönetim
Kurulu Başkanlığı görevini yürüten, Vakfımızın 5’inci Başkanı.
Hiç şüphesiz, 60 yıllık iş hayatı boyunca önemli başarılara imza atan Jak V. Kamhi, pek çok sıfatla Türkiye’nin hem iç hem dış
ekonomik ve siyasi yaşamına sayısız katkı sağlamış bir kişi. Babasının tavsiyesi üzerine 15 yaşından beri günlük tutan Jak V.
Kamhi, bugüne kadar yazdıklarını “Gördüklerim, Yaşadıklarım” adını verdiği kitabında yayımladı. “Aslında kitap bin sayfa oldu
ama yarıya düşürdük” diyen Kamhi, kitabını, 2012 yılında kaybettiği ve “tesellisi ve telafisi mümkün olmayan, hayatımın en
büyük acısı” dediği oğlu Hayati Kamhi’ye adıyor.
“Gördüklerim, Yaşadıklarım” isimli kitabında, mucit amcasının inanılmaz icatlarından gramer uzmanı büyük dedesine; Türk
liderlerden Barack Obama, Hillary Clinton, Jacques Chirac, Şimon Peres gibi dünya liderleriyle olan yakın ilişkisine; Rahmi Koç
ile rekabetinden çocukluk, askerlik, evlilik ve iş hayatına kadar pek çok anı bulunuyor.
Ancak hiç şüphesiz, anlatırken heyecanını gizleyemediği en özel anısı, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili. 10 yaşında, Yalova’da
sokakta oynarken, Atatürk aracıyla yanlarında duruyor ve otomobilden inerek onların yanına gidiyor. “Nasılsınız çocuklar?”
dedikten sonra da tek tek isimlerini soruyor. Atatürk, elini Kamhi’nin başına koyuyor ve “Sen çok zeki birine benziyorsun. Bana
öyle geliyor ki hayatta çok güzel şeyler yapacaksın” diyor.
Aslında “Gördüklerim, Yaşadıklarım”, Jak V. Kamhi’nin sadece kendi yaşam öyküsünü de anlatmıyor. 1930’ların yeni kurulmuş
Cumhuriyeti’nden bugünün Türkiye’sine uzanan, kimi zaman zorlu kimi zaman parlak dönemleri okuma şansı yakalıyor
okuyucu. Aslında Türkiye’nin yakın geçmişine şahitlik ediyor. Hem de o dönemin canlı tanığının kaleminden; elbette kendi
penceresinden bakarak ama objektifliğini çoğu zaman kaybetmeden. İkinci Dünya Savaşı’nı, 12 Eylül’ü, Ermeni sorununu,
Türkiye’nin AB serüvenini, Kıbrıs Barış Harekâtı’nı, İsrail’i, Filistin’i ve birçok konuyu Türkiye’nin bu duayen sanayicisinin
kaleminden okuma şansını yakalıyoruz.
“Gördüklerim, Yaşadıklarım” dolu dolu bir hayat hikâyesi.
Bir nevi Türkiye portresi.
Bu portreyi aktaran kitabın önsöz bölümünde, “(...) Kendimi 60 yıl önce dondurup bugünlerde uyandırmam mümkün olsaydı,
herhalde başka bir dünyaya gelmiş gibi olurdum” diyor, Başkanımız Jak V. Kamhi. İKV Dergisi olarak biz de, Sayın Başkan Jak V.
Kamhi ile yeni kitabı “Gördüklerim Yaşadıklarım”ı, İKV’yi ve Türkiye’nin 50 yılı geride bırakan AB ile ilişkilerini konuştuk.
20
GÖRÜ
AB ile ilgilenmeye ne zaman başladınız?
1950’li yıllarda siyasi konulara ilgi duymaya başlamıştım. Bu ilgi, benim dünyayı algılayışımı ve olaylara
yaklaşımımı etkilemişti. Avrupa’daki siyasi gelişmeler ve
özellikle de Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kuruluşu hakkındaki araştırmalarım, beni Avrupa’ya yakınlaştırdı. Bu sırada, Behçet Osman Ağaoğlu’ndan, İstanbul
Sanayi Odası (İSO) seçimlerine katılmam yönünde bir
teklif aldım. Dostum Rasin Babür de o günlerde özel olarak beni ziyaret etmiş ve yapılacak seçimlere iştirakimi
istemişti. Avrupa konusundaki bilgilerim, İSO’da ilk kez
Musevi kökenli birisinin Yönetim Kurulu Üyesi olmasını
sağladı. Aslında ben, Avrupa’daki gelişmeler konusunda,
Roma’da yaşayan kuzenimden bilgi alıyordum. Amerika’da okumuş olan kuzenim, o dönemde Marshall Yardımı’nın dağıtıcısıydı. Marshall Yardımları nerelere ve kimlere verilecek, niçin verilecek, onların kararını veriyordu.
O bakımdan, öncelikle Marshall Yardımı hakkında bilgi
aldım. Bu yardımlar, Sovyet Rusya’nın Avrupa’da tesir sahasını büyütme gayretlerini frenlemek,
hatta etkisi altındaki ülkeleri kurtarmayı
amaçlıyordu. Yıkılmış olan altyapıların
yenilenmesi ile Avrupa’yı Sovyet tehdi-
19 65
dinden kurtarmak temel amaçtı. Ancak Avrupa hakkındaki bilgi kaynağım sadece kuzenimle sınırlı değildi.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Almanya ve
Avusturya’dan kaçan Musevi ve Hristiyan mültecilerden
de bilgi alıyordum. Behçet Osman Ağaoğlu, 1955 yılında
beni Roma’ya gönderdi. Roma’da Club de Rome (Roma
Kulübü) yeni kurulmuştu. Bu, aslında AB’nin başlangıcıydı. Roma Kulübü’nde çok ilginç bir fırsat yakaladım, çünkü esasen bu kulüpte Türkiye’den gitmiş olan yabancılar
vardı. Örneğin Avrupa Komisyonu’nda çalışan Émile Noël
vardı ve Türkiye’yi çok severdi. Kitabımda da bahsettim:
Émile Noël, AET’nin gizli mimarıdır. AET’nin kurulmasında büyük rolü olan ve uzun yıllar Türkiye’de yaşayan
Levanten Émile Noël, Roma Kulübü’nün kuruluşu esnasında Genel Sekreter’di. Émile Noël ile kısa sürede dost
olmuştuk. Émile Noël beni gördüğü zaman “iyi ki geldiniz” dedi; “Esasen AB için başvuranlar var. Mısır var, siz
varsınız” dedi. “Bu konuda araştırma yapıyoruz ve ben sizi
destekleyeceğim. Bu konuda iş birliği yapalım” dedi. Tam
bu sırada, 1958 yılında Türkiye, AET’ye üyelik için başvurmuş, 1963 yılında da imzalanan Ortaklık Anlaşması ile
Türkiye ve Avrupa Topluluğu arasında ilişkiler başlamıştı.
Émile Noël, tam üyelik yolunda ilk adım olan Ortaklık
Anlaşması hazırlanırken,
Yunanistan, Malta
ve Kıbrıs’ın yanında
Türkiye’yi de kabul
ettirmişti.
Hatta
1960 askeri müdahalesine rağmen bunu
sağlayabilmişti. Böylece, çok kültürlü ve çok
inançlı AB vizyonu çerçevesinde Müslüman camiayı Türkiye temsil edecekti.
21
Tam bu noktada İKV kuruluyor, 1965 yılında…
1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşması ile Türkiye ve Avrupa Topluluğu arasında ilişkiler başladı. Bu
ilişkileri yakından takip etmek ve Topluluk’taki gelişmeler hakkında kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla, 1965
yılında, İSO ve İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) ortak girişimiyle, İktisadi Kalkınma Derneği oluşturuldu. Kurucular
arasında yer alan Fazıl Zobu ve Behçet Osman Ağaoğlu,
uzun yıllar derneğin başkanlığını da üstelendi ve yapının
Avrupa Topluluğu nezdinde Türk özel sektör temsilcisi
hüviyetini kazanmasını sağladı. Fazıl Zobu ve Behçet
Osman Ağaoğlu, çok kısa bir süre sonra da kurumun, Avrupa Topluluğu’nun Ticaret ve Sanayi Odası olarak bilinen
Eurochambres’a üye olarak kabul edilmesinde büyük rol
oynadı. Ben, İKV’nin Yönetim Kurulu’na 1977 yılında girdim ve 1983 yılının başından 1992 yılına kadar hizmet
verdim. 1985-1987 yılları arasında Başkan Vekilliğini,
1987-1992 yılları arasında ise Yönetim Kurulu Başkanlığını yürüttüm. Aynı zamanda 1982-1992 yılları arasında
da Eurochambres Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yerine
getirdim. Dernek, 1988 yılında vakıf statüsüne geçti ve
İktisadi Kalkınma Vakfı ismini aldı.
Biraz İKV’nin ilk yıllarından bahsedelim. O dönem nasıl bir
tablo vardı?
İKV’deki hizmet yıllarım çok ilginç anılarla doludur.
İKV’nin kurucuları olan Fazıl Zobu ve Behçet Osman Ağaoğlu, çok yapıcı insanlardı. Her ikisi de Brüksel bürokrasisinde büyük dostluklar edinmişti. Az önce bahsettiğim
üzere, Émile Noël bunlardan sadece biriydi. İKV’de bulunduğum yıllarda, AB konusunda engin bilgiye sahip
Büyükelçi Tevfik Saraçoğlu’nun büyük katkısını gördüm.
Eurochambres bünyesinde yapılan çalışmalarda ise İKV
Genel Sekreteri Haluk Ceyhan ve İKV Brüksel Temsilcisi
Hayri Ürgüplü’nün insanüstü gayretlerinin bulunduğunu belirtmek isterim. Yunanlar, Haluk Ceylan ve Hayri
Ürgüplü’nün Eurochambres’daki başarılı çalışmaları karşısında, genellikle bizim etkilerimizi azaltmaya gayret edici bir tavır sergilerdi. Ancak Hayri Ürgüplü’nün Brüksel’de
bulunması, buna imkân vermiyordu. Eurochambres’da,
Komisyon tarafından ortak ülkeler aleyhinde alınması
öngörülen birçok karar, zaman zaman ancak bu sayede
engellenebilmiştir.
Çok daha çetin bir dönemde, İKV, faaliyetlerini yürütüyordu
anlaşılan…
Mutlaka... İKV Yönetim Kurulu Başkanlığım sürecinde ve ayrıldıktan sonra da Türkiye’nin AB sürecine katkıda bulunmak üzere uğraşlarıma devam ettim. Özellikle, Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası’na (European
Roundtable of Industrialists-ERT) tam üye olmadığımız
halde, Kurucu Başkan Vicomte d’Avignon’un ısrarıyla,
üye olarak kabul edildim ve tam 12 yıl boyunca Türkiye
için verdiğim uğraşlarda o kuruluşun gücünü kullanma
olanağım oldu.
Türkiye’nin AB serüvenine olan katkınız yadsınamaz.
Eminiz ki çok zorlu ve hareketli dönemler yaşadınız…
Kesinlikle… Bıyığımı AB için keseceğim hiç aklıma
gelmezdi. Türkiye’nin 1974 yılında Kıbrıs’a müdahale etmesiyle birlikte, bütün dünyanın gözü Türkiye’ye
çevrilmişti. Tabii AB’nin de. Olup biten yetmezmiş gibi,
dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, AB aleyhinde öyle bir
laf etmişti ki bütün ilişkiler tamamen donmuştu. Başbakan Ecevit’in sözü üzerine AB, Türkiye’ye kotalar koymuş,
tekstil sektöründe işler durma noktasına gelmişti. Tekstilin yan kolu olan konfeksiyonda da büyük sorunlar oluştu. Ben, o dönemde İKV’de Yönetim Kurulu Başkanı idim.
Ne yapılabileceğini düşünürken aklıma gençlik arkadaşım, avukat Mordo Dinar geldi. Mordo Dinar çok ilginç
bir kişiydi. Şili diktatörü Pinochet’nin de, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’ın da yakın arkadaşıydı. Mordo Dinar
ile konuşup, ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntıları izah
ettim ve Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand’dan bir randevu almasını istedim. Mitterand, talebimizi kabul etti
ve biz ziyaretine gittik. Mitterand bizi dinledi ve hemen
eski Dışişleri Bakanı Cheysson’a talimat verdi. Cheysson o
dönemde, AB’nin, yani o dönemki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun Akdeniz Komiseri idi. Çok geçmeden
Cheysson bizi davet etti. Aralarında Feyyaz Berker, Asım
Kocabıyık, Şarık Tara, Rahmi Koç, Şahap Kocatopçu ve
Nejat Eczacıbaşı’nın da bulunduğu bir heyet ile Cheysson’u ziyarete gittik. Ancak bizi Belçikalı bir Komiser karşıladı. Görüşme oldukça sert geçti: Biz “kotayı yükseltin”
diyorduk, “hayır, daha da azaltırız” diye cevap geliyordu.
Görüşmenin olduğu akşam düzenlediğimiz kokteyle
de Cheysson gelmedi. Ancak ertesi sabah, hiçbirimizin
beklemediği bir gelişme yaşandı. Türkiye’ye dönmek
için havalimanında beklerken, Komiser’in, yanındaki
iki kişiyle telaşlı bir şekilde bizim bulunduğumuz tarafa
doğru geldiğini gördük. “Yoksa gidiyor musunuz? Ben sizi
görmeye geldim” dedi ve arkasından özür diledi. Kotalara
bakacaklarını, düzelteceklerini ve en yakın zamanda Komiser Cheysson’un bizleri davet edeceğini iletti. Nitekim
Cheysson, İstanbul’a şahsıma bir mektup göndererek,
bizleri bir yemek vermek üzere tekrar davet etti. Heyet
olarak tekrar Brüksel’e gittik. O yemekte Cheysson, Yunan
sempatizanı birisi olduğu için ne zaman söz Türk-Yunan
ilişkilerine gelse, sürekli Türkiye’yi suçlamaya devam etti.
Bir ara “Siz niçin Yunanlarla kavga ediyorsunuz, niçin daha
yakın olmuyorsunuz?” diye sordu. Türk-Yunan İş Konseyi
Başkanı Rahmi Koç sözü aldı: “Ben Yunanlar gelsinler diye
vizeleri kaldırttım, her istediklerinde Türkiye’ye geliyorlar
(…) ama biz vize istediğimiz zaman üç ay bekletip, üç
günlük vize veriyorlar” dedi. Tabii Komiser Cheysson’un
bunlardan haberi bile yoktu. Şaşırdı. Neden böyle yaptıklarını sordu. İşte o yemekte, Cheysson’un havası da, tavrı
da, Türkiye’ye olan bakışı da değişti. İleriki dönemlerde
Türkiye’nin en büyük dostlarından biri oldu. Hatta emekli
olduğunda ilk ziyaret ettiği şehir İstanbul’du. Kendisi
onuruna, eski Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu ile birlikte
22
GÖRÜ
bir yemek verdik. Yemekte, emekli Komiser bir konuşma
yaptı ve aynen şunları söyledi: “Ben Türkiye’yi hiç böyle
bilmezdim ve bunun için de sevmezdim. Siz, bana Türkiye’yi tanıttınız ve sevdirdiniz. Benim için Türkiye’nin Avrupa’ya tam üye olması bir kazançtır ve ben şahsen bunu
çok arzu ediyorum. Ama ısrar etmelisiniz. Size birçok şart
koşulacak, şunları da yapmalısınız denilecektir. Hepsini tereddütsüz kabul edin, uygulama aşamasında gerekli tedbirleri alırsınız.” Cheysson bunları söyledi ve bana döndü:
“AB’nin istekleri bitmez. Hatta bir gün gelecek, itiraz için
hiçbir şey bulamadıkları zaman, ‘Arkadaşım Jak bıyıklarını
kessin, çünkü biz bıyıklı insanları sevmeyiz’ bile diyeceklerdir. Ne yapalım, çaresiz onu da keseceksin…” dedi. İşte
ben de, AB ile müzakerelere başlama kararı alınır alınmaz, bıyıklarımı kestim.
Peki, Türkiye karşıtları... Bugün olduğu gibi o günlerde de
elbet Türkiye’nin AB üyeliğine karşı duranlar vardı…
Yine bir Alman olan AET Başkan Yardımcısı Dr. Bangemann da, Türkiye’nin önündeki kapıları kilitlemek için
uğraşan bir isimdi. Bangemann, Türkiye’nin tam üyeliği
19 65
konusunda bir panel tertip etmişti ve panele Türk tarafı olarak Bakan Ali Bozer, Büyükelçi Özdem Sanberk,
Merkez Bankası Başkanı Rüştü Saracoğlu, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanı Orhan Güvenen ve İKV Başkanı
olarak ben katılmıştım. AET tarafını da Dr. Bangemann
ve benim çok iyi dostum olan Vicomte d’Avignon temsil
ediyordu. Dr. Bangemann, Brüksel’de yapılan panelde
Türkiye’de bir Kürt sorunu bulunduğunu, buna bir çözüm
getirilmediği takdirde Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa
Topluluğu’na üye olamayacağını söyledi ve böylece Kürt
sorunu ilk kez AB’nin gündemine girmiş oldu. Buna bir
özel sektör mensubu olarak benim cevap vermem gerekiyordu ve ben de çok sert bir cevap verdim. Topluluğun
Türkiye’ye karşı yükümlülüğünü yerine getirmemek için
her gün yeni bir bahane peşinde koştuğunu, eleştirilerde ileri sürülen iddiaların benzerlerinin bütün Avrupa
ülkelerinde yaşandığını, Fransa’da Korsika, İngiltere’de
Kuzey İrlanda ve İspanya’da Bask sorununun olduğunu
vurguladım. Arkasından da, içinde yaşadığımız dünyada
azınlıklara en çok baskı yapanlar sıralamasında Avrupa ülkelerinin hep en önlerde yer aldığını hatırlatarak,
özelikle İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’dan kaçanların
gidip Türkiye’ye sığındıklarını ve Türkiye’nin bunların hiçbirini geri çevirmediğini söyledim. Daha sonra da, bunun
sadece İkinci Dünya Savaşı’na özgü bir tutum olmadığını,
Türkiye’nin tarih boyunca bu tür baskılar altında ezilenlere kucak açtığını belirttim. Bu sert çıkışım Bangemann’ın
hiç hoşuna gitmedi elbette; ama bir süre sonra bana
telefon ederek, o panelde söylediği sözlerin yanlış algılanmaması için İstanbul’da bir toplantı düzenlememi
rica etti. Kendisi için İstanbul’da bir toplantı tertip ettim
ancak benzer sözleri tekrar edince Bangemann orada
ikinci kez yuhalandı. Bütün bu olaylar Bangemann’ın
sinirlerini fena halde bozmuş olmalıydı ki, Ankara’da o
tarihteki Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye, Kıbrıs ve
Kürt sorunlarından hiç bahis açmadan beni şikâyet etti
ve “Jak Kamhi’nin bu konuyla meşgul olması, üyelik sürecinize çok zarar verir” dedi. Üstelik ben de oradaydım, bu
sözleri duyan Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü beni işaret
ederek, “İyi ki Jak Kamhi doğdu” şeklinde cevap verdi ve
Bangemann’ın hevesini kursağında bıraktı.
23
Kitabınızda ayrıca, Avrupa Komisyonu’nun bir dönem Genişlemeden Sorumlu Üyesi olan Günther Verheugen’den de
bahsediyorsunuz…
AB ile Türkiye arasındaki sorunların birisi bitmeden
diğeri başlıyordu. Bilhassa, Türkiye’nin “AB’ye seçilebilir”
olduğunun teyit edilmesinden sonra, doğal olarak bir
müzakere tarihi verilmesi gündeme geldi. Bunun üzerine Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi
Alman Günther Verheugen, üstü örtülü bir savaş açmış
gibi Türkiye’yi her konuda eleştirmeye, bu haliyle hiçbir
suretle tam üye olamayacağını söylemeye başladı. Verheugen özellikle Kıbrıs ve Türkiye ekonomisi üzerinde
duruyordu ve biz bunu zaten biliyorduk. Bu arada ben,
Verheugen’le buluşmak için imkânlar arıyordum ki fırsat
ayağımıza geldi. ERT Delegasyonu olarak AB Başkanı Jacques Santer’i ziyaret edecektik. Bu, Komiser Verheugen
ile de bir toplantı tertiplemek için iyi bir fırsattı. Toplantıya girmeden önce ERT Başkanı, benden Verheugen’e
karşı yumuşak davranmamı ve sert çıkışlarda bulunmamamı rica etti. Komiser Vergeugen, AB’deki genişleme
durumunu açıkladıktan sonra bana dönerek, “Hep bizim
Türkiye’ye karşı tutumumuzu eleştiriyorsunuz ama sizin
Yunanistan’a karşı tutumunuz düzelmedikçe ve ekonominiz sağlıklı bir yola girmedikçe, maalesef Türkiye için hiçbir
olanak göremiyorum” dedi. Ben de ERT Başkanı’na dönerek, “Sayın Başkan, müsaadenizle Sayın Komiser’e nerelerde yanıldığını müsait bir dille anlatayım” dedim. Şunları
söyledim: “Yunanistan ve Kıbrıs konusunda gerektiği gibi
bilgi alamadığınız için böyle neticelere varıyorsunuz. Diyelim ki Kıbrıs konusu ve Ege sorunu bir çözüme kavuşturuldu
ama sorun orada bitmiyor ki. Yunan tarafı hiçbir zaman
uzlaşmayacak ve hep yeni sorunlarla gelecek. Yunanistan,
ezelden beri bize sorun çıkaran ve Türkiye’nin tam üyeliğini
her türlü imkânı kullanarak engellemek için çırpınan bir
ülkedir. Atina Havaalanı’nda bulundunuz mu hiç? İstanbul’a kalkan uçaklar anons edilirken, ‘Constantinopulos
uçağı kalkıyor’ denir. Çünkü Yunanların kendi okullarında
da okuttukları ‘Megalo İdea’ yani Büyük İdeal’in amacı,
550 yıl önce Osmanlı’nın fethettiği İstanbul’u ve Anadolu’daki birçok bölgeyi yeniden ele geçirmektir. Bunu, Birinci
Dünya Savaşı’nda denediler ama başaramadılar. Ancak
hâlâ bu amacın peşindeler. Oysa Yunanistan, tam üyeliğe
kabulü sırasında, Türkiye’ye Ankara Anlaşması ile verilecek
hakları tanımıştı. Buna rağmen AB, Türkiye’ye karşı topluluk müktesebatını hiçe sayan bir ayrımcılık yapmaktadır.
Düşünün ki AB, Türkiye’ye karşı bu hukuki yükümlülüğü
karşısında hiçbir anlam ifade etmeyen Yunan vetosunu ileri sürüp, bütün mali yardımları dondurmuş ve bununla da
yetinmeyip başka yaptırımlarda bulunmuştur.” Herkes can
kulağıyla beni dinliyordu, biraz soluklandım ve sözlerime
kaldığım yerden devam ettim: “Kıbrıs konusuna gelince,
Türkiye, Birleşmiş Milletler’in kararına uyarak, Kıbrıs’ın
egemenliğini korumak ve oradaki soydaşlarının karşılaşabileceği tehlikeleri önlemek üzere müdahalede bulunmuş,
bunun neticesinde Kıbrıs halkının egemenliğini sağlamış
ve Ada’da süre giden katliamlara son vermiştir. Birçok ülkede farklılıklarından ötürü masum insanlar öldürülürken,
Türkiye, 25 yıldır Ada’da güvence sağlamıştır. Bundan dolayı hem AB’nin hem de Kıbrıs halkının Türkiye’yi değil eleştirmek, şükretmesi gerekir. Kıbrıs konusunda, Yunanistan
ve Türkiye’yi kenara çekip müzakerelerin iki toplum arasında yürütülmesi sağlanırsa, soruna bir çözüm getirilebilir.
Bu arada hatırlatmak isterim ki, ABD Başkanı’nın Kıbrıs
konusundaki danışmanı George Stefanopulos, İstanbul’a
geldiği zaman kendisi onuruna evimde bir davet vererek
görüşme imkânı bulmuştum.” Sözlerimin etkisini görmek
için bir süre sustum ve önümdeki bardaktan bir yudum su
içtikten sonra yeniden başladım: “Ekonomik duruma gelince, Türkiye ekonomisinin bu hale gelmesinin müsebbibinin siz olduğunuzun bilincinde değilsiniz. AB’nin yan odasına girme vaadi ile dayatılan Gümrük Birliği’ni kabul ettik.
Bunu, uzun süredir birçok AB ülkesi arzu ediyordu ama ne
yazık ki sadece Türkiye tarafını bağlıyordu. Biz, bu tek yanlı
Gümrük Birliği’ni AB’ye şirin gözükmek için onayladık ancak bu nedenle ödemelerde oluşabilecek büyük açıklara
karşı hiçbir önlem almadık. Düşünün ki, sadece ilk beş
yılda ödeme açığımız 70 milyar dolara yükseldi. Bunun,
tarafınızdan eleştirilmesi anlaşılmaz bir tutumdur. AB’nin,
Türkiye’yi perişan eden buna benzer başka tutumlarına değinmeyeceğim ancak sizin gibi deneyimli bir politikacının,
bu konularda yaptığım açıklamalar değerlendireceğine
eminim.” Görüşmemiz tatlı bir şekilde devam etti ve Verheugen, “Anlaşıldı, sizinle daha sık görüşmem gerekecek”
dedi. Bu konuşmamdan sonra Verheugen, hiç değilse
bir müddet Yunanistan’ın Kıbrıs konusuna müdahalesini
önledi ve zaten netice itibarıyla Annan Planı konusunda
Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004’te yapılan referandumda Türk
tarafının “evet,” Rum tarafının ise “hayır” demesi, benim
söylediklerimi teyit etmiş oldu.
Hiç şüphesiz, yıllar içerisinde kurmuş olduğunuz samimi
dostlukların rolü büyük olmuştur…
Hayatım dolu; borcumu ödemek için tümüyle kendimi Türkiye’ye verdim. Elbette, insanlar ve ülkeler arasında ilişkilerde, kurulan dostlukların her zaman büyük bir
önemi vardır ve pek çok sorunu bu dostluklar sayesinde
çözmek mümkün olabilir. Az önce belirttiğim gibi, 1984
yılından itibaren kurduğumuz diyaloglar neticesinde,
meselelerin aslını öğrenerek tam bir Türk dostu olan
Avrupa Komiseri Claude Cheysson, bunun bir örneğidir.
Sayın Komiser ile Marsilya’da düzenlenen Akdeniz Ülkeleri Kolokyumu çerçevesinde bir panele katıldık. Bir
yuvarlak masa toplantısıydı ve programdan önce Cheysson’a, “Panelde uyumlu mu yoksa eleştirel mi olayım?”
diye sordum. O da, “Eleştirel olun, böylesi çok daha ilginç
olur” dedi. Cumhurbaşkanı Özal’ın Avrupa Komisyonu’na
tam üyelik başvurusu yaptığı 1987 yılında, Devlet Bakanı
Ali Bozer, AB ile ilişkilerden sorumluydu. Ben de o dönem
İKV Başkanı idim. Bakan Bozer ile Avrupa’da birçok toplantı düzenledik. Dönemin Avrupa Komisyonu Akdeniz
24
GÖRÜ
“GÖRDÜKLERİM YAŞADIKLARIM”
Jak V. Kamhi,
Remzi Kitabevi,
Sayfa Sayısı : 472
Komiseri Abel Matutes ile büyük dostluk kurduk. Matutes önemliydi; çünkü Türkiye’ye pek çok ekonomik
imkânın önünü açan Gümrük Birliği projesi için hazırlanan pakette, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler için kredi,
yatırım, finans mühendisliği ve politikadan sorumlu
olan da Matutes’ti. Sayın Ali Bozer’e de çok şey borçluyuz tabii. Sayın Bozer, tam üyelik başvurusunu takiben
Avrupa Komisyonu’na verdiği cevap ile Türkiye’nin tam
üyeliği kabul edebilecek bir ülke olduğunu teyit etmiştir. İKV’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım dönemde, Sayın Asım Kocabıyık’ın önerisiyle, birçok iş insanı
ile birlikte yurt dışında ziyaretler gerçekleştirdik. Türkiye’ye gelen heyetleri de kabul ediyorduk. Bu ziyaretler
kapsamında, gittiğimiz yerlerde ülkemiz hakkında ciddi
bilgileri karşı tarafa aktarıyorduk. 1989 yılında, ülkemizin tam üyelik başvurusu hakkında hazırlanan raporda
yer alan olumlu ifadelerde, bu yapılan faaliyetlerin ve
ziyaretlerin etkisi büyüktür. Diğer önemli dostluklarımdan bir tanesi de Lüksemburg’un Başbakanı Jacques
Santer iledir. İKV’de Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım dönemde, kendilerini sık sık ziyaret etme ve ülkemizin önemini anlatma olanağı buldum. AB Başkanı
olduğu dönemde de kendisi arada ziyaret eder, AB’nin
olumsuz tutumları hakkında kendilerine görüşlerimizi
iletirdim. Santer de, Başdanışmanı Serge Abou’nun da
yardımlarıyla, çok yapıcı katkılarda bulunurdu.
O dönemin dinamikleri ile bugünü kıyasladığınızda nasıl
bir fark görüyorsunuz?
Evvela size işin temelinden bahsedeyim. Maalesef
ki Osmanlı İmparatorluğu’nun büyümesi ve dünyaya
hükmetmesi bazı ülkelerde iyi, bazı ülkelerde kötü
karşılandı. Hâlâ ona olan düşmanlık, Türkiye insanının
üzerinde duruyor. Şunu bilmemiz lazım ki, Türkiye’nin
AB’ye girmesini en çok istemeyen Almanya’dır. Fakat
Türkiye’de, Fransa’nın ülkemizin AB üyeliğine karşı tutumu ile ilgili genel bir kanı mevcut. Bu aslında doğru
değil. Birkaç örnek vereyim: Avrupa Komisyonu’nun
Fransız Komiseri Cheysson. Türkiye’yi o kadar severdi
ki... Veya Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac... Sayın
Chirac sürekli olarak Türkiye’yi savundu. Her ne kadar
19 65
zaman zaman ilişkiler kesintiye uğradıysa da, Chirac sürekli olarak Türkiye’yi destekledi. Veya Michel Rocard...
Gümrük Birliği’ne girişimizi sağlayan en mühim kişidir
kendisi. Bir de Fransa’da, sadece siyasetçiler ülkemizin
AB üyeliğini desteklemiyor. Sanayi destekliyor: Fransa’daki birçok şirket Türkiye’ye geldi. Burada çok ciddi
yatırımları var. Fransız şirketlerin birçoğu kendi ülkelerinde para kaybeder ama Türkiye’de para kazanır. Esasen
Fransa, Türkiye’deki bu kaynaktan büyük istifade ediyor.
Aslında Avrupa içerisinde Türkiye’nin birçok dostu var.
Örneğin Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso veya Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası Kurucu Başkanı Vicomte
d’Avignon. Birçok kişi, Türkiye’nin bugünkü ekonomik
gelişmelerini yakından takip ediyor ve büyümenin, gelişmenin farkında.
Az önce belirttiğiniz gibi, Türkiye kamuoyunda, Fransa’nın
ülkemizin AB üyeliğine yönelik olumsuz tutumu konusunda yaygın bir kanı var. Ancak siz, bunun tam tersini söylüyorsunuz. Bunun nedeni nedir?
AB’nin Türkiye ile müzakere tarihi belirleme tartışmaları sürecinde, birçok ülkede, konu iç siyasete alet
ediliyordu. Bu da, özellikle ulusal medyaya çok aykırı seslerin yansımasına neden oluyordu. Fransa’da da aynen
böyle oldu. Bu tepkilerin çoğu, Fransa’daki siyasi partiler
arası çekişmelerin eseridir. Öteden beri, Fransa eski Cumhurbaşkanları Jacques Chirac ile Valery Giscard d’Estaing
arasında bir mücadele var. Düşünün ki, tam bu mücadele ortamında Jacques Chirac, Fransa Cumhurbaşkanı;
Valery Giscard d’Estaing ise Avrupa Anayasası’nı oluşturacak Antlaşmayı yapacak ve AB genişlemesi için gerekli
değişimleri oluşturacak Convention for the Future of the
European Union’ın Başkanı olarak seçildi. Yine Fransa ile
ilgili olarak, Türkiye’ye müzakere tarihi verildikten sonra,
Fransa’da yerel seçimler yapıldı ve tuhaf bir netice alındı:
Toplam 26 seçim bölgesinin sadece ikisinde sağ partiler
kazanmış, buna karşılık 23 bölgede sol partiler kazanmış
ve bir bölgeyi de Korsikalı bölge partisi almıştı. Bu sonuçları, Fransa Cumhurbaşkanı’nın AB konusunda Türkiye’ye
karşı aldığı olumlu tutuma bağlayan çoktu. Bunun üzerine Halk Hareketi Birliği (UMP) Başkanı Juppé istifa etti
25
ve yerine Nicholas Sarkozy geldi. Sarkozy Cumhurbaşkanı
olur olmaz, Jacques Chirac’a karşı bir tutum geliştirdi ve
Türkiye’nin tam üyeliğine karşı muhalif bir tutum benimsedi. Bu arada, Mayıs 2005 tarihinde, AB Anayasası ile
ilgili Fransa’da yapılan referandumda, UMP yandaşları
yüzde 2’lik bir farkla “hayır” oyu verdi ve Sarkozy bunu da
UMP Başkanı olarak Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı
yürüttüğü politikaya bağladı.
Şimdi de Türk kamuoyuna gelelim. Kitabınızda çok güzel
bir ifade var, vizelerle ilgili olarak: “Bir seyahat koşulu olmaktan çıkıp, bir seyahat engeline dönüştü” diyorsunuz
vize uygulaması için…
Türk vatandaşları, maalesef AB’yi, bu kuruluşu var
eden güven duygusunu zedeleyen tutarsız tavırları sebebiyle yargılıyor. AB üye ülkelerinin Türk vatandaşlarına
uyguladığı vize, bu düş kırıklığını artıran unsurların başında gelmekte. Şunu unutmayalım: AB, her şeyden önce
bir halklar birliğidir. Oysa Birliğin müstakbel bir ülkesi
Jak V. Kamhi kimdir?
1925 yılında İstanbul’da doğdu. Saint Michel Fransız
Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Yıldız Teknik Yüksekokulu’ndan mezun olup “Çelik Konstrüksiyon” konusunda
Fransa’da ihtisas yaptı. Profilo Şirketler Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanı olan Jak V. Kamhi, İSO, İKV, DEİK,
MESS, TÜSİAD gibi mesleki kuruluşlarda uzun yıllar
Yönetim Kurulu Üyeliği ve bazılarına Başkanlık görevi
üstlendi.
Atatürkçü düşünce sisteminin yılmaz savunucularından biri olarak, Türkiye’nin dış tanıtımında önemli
uluslararası hizmetler ifa etmesi nedeniyle, 1991 yılında
Dışişleri Bakanlığı “Üstün Hizmet Ödülü”ne layık görülen
Kamhi, bir dönem Başbakanlık Dış Tanıtım Kurulu Üyesi
olarak da görev yapmıştır.
Ayrıca, 1992 yılında, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi tarafından kendilerine “Fahri Doktor” unvanı
verilmiştir.
Türk toplumunun insanlığa örnek sevgi ve hoşgörüsünü tüm dünyaya tanıtmayı hedefleyen 500’üncü Yıl
Vakfı’nın kurucusu olan Jak V. Kamhi, 2008 yılına kadar
vakfın başkanlığını üstlenmiştir ve halen Onursal Başkanı’dır. Jak V. Kamhi’nin, bu gönüllü kuruluşun katkıları ile
1995 yılının “Dünya Hoşgörü Yılı” olarak seçilmesi yönünde çalışmaları olmuştur.
2007 yılında Kamhi’ye, yurt içi ve yurt dışında ulusal
yararlar doğrultusundaki üstün hizmetleri, Türkiye’nin
tanıtımı ve yüceltilmesine değerli katkıları ile toplumsal
birlik ve bütünlüğe yönelik başarılı çalışmaları nedeniyle, Dışişleri Bakanlığının önerisi, Bakanlar Kurulu Kararı ile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından
“T.C. Devlet Üstün Madalyası” verilmiştir.
Başkanlığını yaptığı Profilo Şirketler Topluluğu tarafından gerçekleştirilen sosyal hizmetler arasında, bir
olan Türk halkına yönelik vize uygulamaları, bir seyahat
koşulu olmaktan çıkıp, bir seyahat engeline dönüşmüş
durumda. Bu, Türkiye ve Avrupa halkları arasındaki iletişimi asgari düzeye indiren bir uygulama halini aldı. Oysa
Türkiye’de, AB üyeliği sürecinin desteklenmesi bakımından halklar arası iletişim büyük önem taşıyor. Bir iş insanı olarak, bu haksızlığın en yakın şahitlerinden birisiyim.
Bugün, ürettiğimiz mallar AB pazarında serbestçe dolaşırken, aynı şeyi iş insanlarımız için söylemek mümkün
değil. Son dönemlerde çeşitli Avrupalı mahkemelerce
alınan kararlar da bu haksızlığa işaret ediyor.
Bu noktada, beklentiniz nedir?
Hiç şüphesiz, AB’den beklentimiz, müzakere eden
aday ülke olarak Türk vatandaşlarına yönelik vize uygulamasını gözden geçirmesidir. Bu yönde bir adım,
halkımızın düş kırıklığını bir nebze azaltmaya ve AB’ye
katılım sürecimize destek ve inancımızı arttırmaya da
yarayacaktır.
teknik lise ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde dört ilkokul
bulunmaktadır.
Jak V. Kamhi’nin, çalışmalarının uluslararası alanda yer
alması, uluslararası platformda ün kazanması nedeniyle
aldığı kimi ödüller ise şöyledir:
O
1991 yılında, Fransa Hükümeti tarafından 1991 yılında
“Chevalier de la Légion d’Honneur” Nişanı,
O
1992 yılında, Türk-Amerikan Dernekleri Federasyonu
Şeref Madalyası ile Türk-Amerikan Dostluk Konseyi’nin
Ticaret Liderliği Ödülü,
O
1997 yılında, Fransa Cumhurbaşkanı tarafından
“Commandeur dans l’Ordre National du Merite” Nişanı,
O
2003 yılında, İspanya Kralı tarafından “Commander of
the Order of the Spanish Civil Merit” Nişanı,
O
2006 yılında, Fransa Hükümeti tarafından “Officier de
la Légion d’Honneur” Nişanı.
Jak V. Kamhi’nin uluslararası alanda üye olduğu vakıf ve
derneklerse şöyledir:
O
Founding Member of the Chairmans’s Club of The Ronald Reagan Presidential Foundation,
O
International Committee of The Peres Center for Peace,
O
Member of the Board of United Nations Watch,
O
World President’s Organization (WPO),
O
Chief Executives Organization (CEO),
O
World Business Council.
Jak. V. Kamhi, Avrupa’nın sanayi liderleri tarafından
kurulmuş olan Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası (ERT)
Grubu’na, 1991 yılında üye olarak çağrılan ilk ve tek Türk
sanayicisi olup, bu görevinden 2003 yılında ayrılmıştır.
Fransızca, İngilizce ve İspanyolca bilen Jak V. Kamhi,
evli ve üç erkek çocuk babasıdır.
Bu röportaj, İKV’den Melih Özsöz,
Çisel İleri ve Yeliz Şahin tarafından
gerçekleştirilmiştir.
26
A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R
Sema Gençay Çapanoğlu, İKV Uzmanı
STATSTK
“Demokratik toplumlar, sağlam bir zeminde, güvenilir ve objektif istatistik olmadan
çalışamazlar. Bir yandan, AB üyesi ülkelerdeki yerel yönetimlerin ve iş kuruluşlarının AB
düzeyindeki karar vericileri bu istatistikler olmadan karar veremez; diğer taraftan, kamu
ve medya, çağdaş toplumun doğru bir resmini vermenin yanı sıra siyasetçiler ve diğer ilgili
kişilerin performansını değerlendirmek için istatistiğe ihtiyaç duyar.”*
*
19 65
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/about_eurostat/introduction, Erişim Tarihi: 12.01.2014.
27
BALIIN KAPSAMI
İstatistik başlığı, istatistiksel altyapı, sınıflandırmalar
ve kayıtlar ile sektör istatistiklerini içermektedir. Sektör istatistiklerine konu olan sektörler ise Dış Ticaret İstatistikleri; Tarım ve Balıkçılık İstatistikleri; İşgücü, Gelir Dağılım
ve Sosyal Güvenlik İstatistikleri; Turizm, Telekomünikasyon, Bilgi ve İletişim Teknolojileri, Taşımacılık, Ekonomik
ve Parasal Politika, Fiyat İstatistikleri; Satın Alma Gücü
Paritesi, Yapısal İş İstatistikleri; Enerji İstatistikleri; Bölgesel İstatistikler; Sağlık İstatistikleri; Çevre İstatistikleri;
Eğitim ve Kültür İstatistikleri; Ormancılık İstatistikleri ve
Demografik İstatistikler olarak düzenlenmiştir.
İstatistik başlığı, tarafsızlık, güvenirlik, şeffaflık, kişisel bilgilerin gizliliği ve resmi istatistiklerin dağıtılması
ile ilgili temel ilkelere uyumu gerektiriyor. İstatistiğe
ilişkin müktesebat da, makroekonomik istatistikler, fiyat
istatistikleri, iş istatistikleri, ulaştırma istatistikleri, dış
ticaret istatistikleri, demografik ve sosyal istatistikler,
tarım istatistikleri, çevre istatistikleri, bilim ve teknoloji
istatistikleri ile bölgesel istatistikler gibi çeşitli alanlarda
veri toplama usulleri, bu verilerin sınıflandırılması ve metodolojiyi içeriyor.
irtibat halinde olarak, onlardan topladığı ulusal verileri
uyumlaştırarak birleştiriyor ve karşılaştırılabilir hale getiriyor. Değişen koşullara göre gelişen Eurostat’ın rolünde,
günümüzde, Ekonomik ve Parasal Birlik için veri temin
edilmesi ve aday ülkelerin istatistik sistemlerinin geliştirilmesi oldukça önem taşıyor.
AB düzeyinde karşılaştırılabilir istatistiklerin üretilmesi amacıyla kurulmuş olan Avrupa İstatistik Sistemi
(European Statistical System-ESS), AB istatistik kurumu
Eurostat ve üye ülkelerde ulusal istatistik kurumları ile
istatistiklerinin geliştirilmesi, üretimi ve dağıtımından
sorumlu diğer otoriteler arasındaki ortaklıktan oluşuyor.
ESS, Eurostat’ın ulusal istatistik kurumları ile yakın iş birliği içinde istatistiklerin uyumlaştırılmasına öncülük ettiği
bir ağ olarak faaliyette bulunuyor. ESS, görevlerini yerine getirmek amacıyla üye ülkeler, aday ülkeler ve çeşitli
kurumlar ile koordinasyon içinde çalışıyor. ESS’in beraber
çalıştığı kurumların başında Avrupa Komisyonu ve genel
müdürlükleri, diğer AB kurumları ve Avrupa Merkez Bankası, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya
Bankası gibi uluslararası kuruluşlar geliyor.
AB’DE STATSTK
AB politikalarına ilişkin kararlar ile söz konusu politikaların planlanması ve uygulanmasının güvenilir ve
karşılaştırılabilir istatistiklere dayandırılması büyük önem
taşıyor. AB, politikalarını AB İstatistik Kurumu Eurostat ve
Avrupa İstatistik Sistemi aracılığıyla uyguluyor.
Eurostat’ın temel görevi, üye ülkeler ve AB’de bölgeler arasında karşılaştırma yapılabilmesi amacıyla istatistik
temin etmektir. AB çapında kararların alınması ve değerlendirmelerin yapılabilmesi, AB düzeyinde istatistiklerin
temin edilmesini gerektiriyor. Avrupa Komisyonu’nun
genel müdürlüklerinden biri olarak istatistik alanında
faaliyet gösteren Eurostat, diğer genel müdürlüklere,
Avrupa Komisyonu’na ve diğer AB kurumlarına istatistiki
veri temin ediyor. Eurosrat, ulusal istatistik kurumlarıyla
BALIA LKN TÜRKYE’NN
UYUM ÇALIMALARI
O
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), müzakere sürecinde
Türkiye İstatistik Sistemi’nin baş aktörü ve koordinatörü olarak, istatistik alanındaki AB müktesebatına
uyumun sağlanmasından sorumludur. Türkiye İstatistik Kurumu’nun Avrupa Birliği İstatistik Sistemi’ne
uyum çalışmalarında resmi anlamda muhatabı,
Eurostat’tır. TÜİK, uyum çalışmalarını Eurostat ile çok
yakın bir iş birliği içinde götürüyor. AB’ye uyum kapsamında, istatistik alanında kaydedilen gelişmeler
İstatistik başlığının müzakerelere açılması açısından
önemlidir. Bunun yanında, İstatistik, aynı zamanda
Malların Serbest Dolaşımı, Tarım ve Kırsal Kalkınma,
Sosyal Politika ve İstihdam, Çevre, Eğitim ve Kültür
Başlık Adı
Başlık Numarası
Tarama Süreci
Başlık Açılma Tarihi
İstatistik
18
Tanıtıcı Tarama, 19-20 Haziran 2006
Ayrıntılı Tarama, 17-18 Temmuz 2006
Yok
• Türkiye’nin, Türkiye-AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi (Siyasi Kriter),
• Çiftlik kayıtlarının oluşturulmasındaki ilerlemenin ayrıntılı bir tanımı ile istatistiklerin top
lanmasına ilişkin öngörülen metodolojinin yanı sıra organizasyon modelinin ortaya koyulması,
• Türkiye’nin temel ulusal hesap göstergelerinin ve bu alanda kullanılan metodolojinin
ortaya koyulması.
26 Haziran 2007
Başlık Geçici Kapanma Tarihi
-
Başlığın Açıldığı AB Dönem Başkanlığı
Almanya
Açılış Kriteri
Kapanış Kriteri
28
A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R
O
gibi müzakerelere konu diğer 35 başlıkta kaydedilecek ilerlemelerin ifade edilmesinde referans olarak
kullanılacak sayısal verilerin Türkiye İstatistik Sistemi
çıktısı durumundadır.
Tarım ve Kırsal Kalkınma başlığına ait açılış kriteri
ile İstatistik başlığına ait kapanış kriterinin karşılanmasına yönelik olarak hazırlanan “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”, Ağustos 2008’de Avrupa
Komisyonu’na iletildi. Mart 2009’da Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı, revize edilen “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”ni, Avrupa Komisyonu’na iletilmek üzere Dışişleri Bakanlığı’na gönderdi. Avrupa
Komisyonu, ikinci taslak belge hakkında yeniden
görüş ve önerilerini Haziran 2009’da iletti. Belge,
2010 yılı sonunda kurulum çalışmaları başlatılan ve
alan çalışması Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
il ve ilçe müdürlükleri tarafından yapılan Tarımsal
İşletme Kayıt Sisteminin (TİKAS) tamamlanma durumu ve Komisyon görüşleri de dikkate alınarak Haziran 2011’de yeniden güncellendi. Böylece, “Tarım
İstatistikleri Strateji Belgesi”nin üçüncü versiyonu
O
O
O
19 65
Komisyon’a iletildi ve Temmuz 2012 tarihinde de
Brüksel’de İstatistik başlığı kapanış kriterlerine ilişkin
olarak bir çalışma grubu toplantısı yapıldı. “Tarım İstatistikleri Strateji Belgesi”ne ilişkin Avrupa Komisyonu yorumları, Kasım 2012 tarihinde alındı; ardından
taslak Belge, Komisyon yorumları da dikkate alınarak
güncellendi.
2007-2011 Resmi İstatistik Programı kabul edildi.
Program, standartları, veri derleme metodolojilerini
ve yayımlama zamanlarını tüm resmi istatistik sağlayıcılar için tanımlıyor. Nüfus istatistikleri ve toplumsal
istatistikler alanlarında, Türkiye ilk kez, 2007 nüfus
sayımı için adrese dayalı bir nüfus kayıt sistemini tamamladı. TÜİK, AB’deki ekonomik faaliyetlerin istatistiki sınıflandırmasının Türkçe tercümesini yayımladı.
TÜİK İnternet sayfasındaki sınıflandırma sağlayıcısı,
AB ve uluslararası sınıflandırmalar hakkında detaylı
bilgiler sunuyor.
TÜİK’in koordinasyon görevi ve idari kapasitesinin
geliştirilmesi konusunda ilerleme kaydedildi. Türkiye
İstatistik Kanunu revize edildi. Kanun, tüm istatistiki
paydaşların TÜİK’e veri sağlaması yükümlülüğünü
düzenliyor, bu yükümlülüklere uyulmaması durumunda idari para cezaları verilmesine ilişkin yeni hükümler getiriyor. Kanun’da yer alan bir başka hükümle, dış ticaret verilerinin dağıtımı konusunda pasif
gizlilik ilkesi getirildi. Ayrıca, TÜİK, Yüksek Öğrenim
Kurumu ve Sağlık Bakanlığı ile iş birliği protokolleri
imzaladı. AB’de Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması, NACE Rev.2 sistemine geçiş çalışmaları yapıldı. NACE Rev.2 sınıflandırmasına uygun olarak yeni
kısa dönemli göstergeler yayımlanmaya başlanarak,
kısa dönemli iş istatistikleri daha da geliştirildi. TÜİK,
tüm sınıflandırmalar için uyum çalışmalarını nihai
hale getirdi ve yeni NACE Rev.2’ye göre veri yayımladı.
Nüfus ve göç istatistikleri konusunda, yıllık bazda
nüfus verileri yayımlanmaya başlandı ve milli eğitim veri tabanı oluşturuldu. Halk sağlığı istatistiklerinde, ölüm sebepleri istatistiklerinin kalitesini
iyileştirmek için yeni bir ölüm belgesi şablonu kabul
edildi.
29
O
O
O
O
O
O
Bu başlıktaki katılım müzakereleri için kilit alan
olan makroekonomik istatistiklerde, Türkiye, ulusal
hesaplarını Avrupa Hesap Sistemi ESA 95 ile büyük
oranda uyumlaştıran büyük çaplı gözden geçirmeyi
tamamladı. “Ulusal Hesaplar”a yönelik olarak ise
2007-2010 yıllarına ilişkin ESA-95 Genel Devlet Hesapları ve EDP Mali Bildirim Tablolarıyla ilgili çalışmalar tamamlandı.
TÜİK, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ile yeni iş birliği protokolleri imzaladı. İşletmelerle ilgili idari verileri tutan kurumlar arasındaki
işbirliği büyük ölçüde gelişti.
TÜİK, iş kayıtları sistemini güçlendirdi. TÜİK ve Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı, istatistiki çiftlik kayıtlarının
oluşturulmasıyla ilgili çalışmalara başladı ve bu
amaçla bir pilot çalışma başlattı. Diğer yandan, il
bazında temel iş gücü göstergelerini ve dönemsel
veriler yayımlanmaya başlandı. TÜİK, dış ticaret istatistiklerinde dolaylı tanınma ile gizlilik kapsamına
giren gizlilik hükümlerini düzenlemek amacıyla, veri
gizliliği ve gizli veri güvenliğine ilişkin yönetmeliği
revize etti. Resmi İstatistik Programı’nın, istatistiki
veri sağlayıcıların görev ve sorumluluklarını değişen metodolojiler, sınıflandırmalar ve veri dağıtım
ilkelerinin ışığında güncelleyen üçüncü revizyonunu
yayımladı. Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine dayanan 2010 yılı nüfus verileri yayımlandı. Ekim-Kasım
2011’de yapılacak nüfus sayımı için hazırlıklar olumlu
yönde ilerliyor.
İstatistiki altyapı konusunda önemli ilerlemeler kaydedildi. TÜİK, 2012-2016 dönemine ait Resmi İstatistik Programı’nı yayımladı ve istatistik üretim süreci,
Avrupa İstatistik Sistemi (ESS) vizyonuyla uyumlu bir
şekilde yürütülmeye başlandı. TÜİK, Mayıs 2011’deki
emsal tarama faaliyetinin uygulanmasından elde
edilen önerilerle, istatistiki bilgiyi daha kullanılabilir
hale getirme yolunda atılan önemli bir adım olan
mikro veriye erişim için kurallar geliştirdi.
Maliye Bakanlığı ile aşırı açık prosedürü bildirim
tabloları ve kamu maliyesi tabloları hakkında ortak
çalışma, Merkez Bankası ve Hazine ile devlet tahvillerine ilişkin ortak çalışmalar tamamlandı. TÜİK,
tarımsal ürün istatistiklerini geliştirmek amacıyla
paydaşlarıyla bir protokol imzaladı. TÜİK tarafından
2011 yılında ilk defa kayıt tabanlı veriler ve araştırma
verilerini birlikte kullanarak nüfus ve konut sayımı
yapıldı, böylece, katılımcıların üzerindeki yükü azaltan modern veri toplama yöntemleri uyguladı. İlk
sonuçlar, sayımdan kısa bir süre sonra Ocak 2012’de
yayımlandı.
Kurumsal kapasiteyi güçlendirmek amacıyla, TÜİK’in
kurumsal yapısı gözden geçirildi. İstatistiki altyapı
konusunda, etkinliğin artırılması amacıyla, 2013 yılında TÜİK’te kapsamlı bir yeniden yapılandırmaya
gidildi. Türkiye, idari veri sahibi kuruluşların NACE
O
O
Rev. 2 sınıflandırmasını kullanma usullerini belirleyen
bir düzenleme kabul etti. Sektör istatistikleri konusunda, TÜİK, turizm istatistiklerine yönelik metodolojisini
gözden geçirerek AB metodolojisi ile daha uyumlu
hale getirdi. Tarımsal istatistikler konusunda, bitkisel
üretim tahminlerine ilişkin takvim Eurostat veri toplama dönemleri ile uyumlu hale getirildi.
Türkiye’nin İstatistik başlığında kapanış kriterlerinden
biri olan, istatistiki çiftlik kayıtlarının oluşturulması
hususunda kaydedilen ilerleme ve tarım istatistiklerinin toplanması için öngörülen metodoloji ve organizasyon hakkında ayrıntılı bir açıklamaya ilişkin kriterin
yerine getirilmesi amacıyla, tarımsal istatistiklere ilişkin strateji taslağı Avrupa Komisyonu’na sunuldu.
AB ile Türkiye arasında istatistik alanında iş birliği ve
istatistiki altyapının güçlendirilmesine ilişkin olarak,
çeşitli dönemleri kapsayan birçok proje gerçekleştirildi.
Halen devam eden projeler, IPA 2011 Çok Yararlananlı
İstatistik İşbirliği Programı (Eylül 2012-Ağustos 2014) ve
Türk İstatistik Sisteminin Geliştirilmesi Programı Üçüncü
Aşaması’dır (TİSG III) (Temmuz 2011-Aralık 2014).
GENEL DEERLENDRME
Birçok alanda veri temini ve ekonomik değerlendirmelerin yapılmasına destek sağlayan İstatistik başlığı, gerek
Türkiye gerekse AB için oldukça önem teşkil ediyor. Doğru,
güvenilir, tarafsız ve zamanında veri temini, dağıtımı ve
değerlendirilmesi küresel dünyada her ülke ve birey için
önem taşıyor. Türkiye’nin istatistik başlığında AB müktesebatıyla uyumu, ileri düzeyde bulunuyor. Bununla birlikte
ulusal hesaplar, tarımsal istatistikler ve bölgesel istatistikler konularında daha fazla ilerleme sağlanması gerekiyor.
Birçok alanda bölgesel istatistikler mevcut değil ya da ciddi
gecikme ile yayımlanıyor. TÜİK ve temel veri sağlayıcılar
arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi de önem taşıyor.
Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve
Sosyal Güvenlik Kurumu başta olmak üzere, temel veri
sağlayıcılar ile TÜİK arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi
de diğer bir önemli konu. Türkiye’nin, İstatistik başlığının
kapanış kriterlerinde belirtilen ve kilit önemde olan, temel
ulusal hesap göstergelerini, metodoloji ve kullanılan kaynaklar ile birlikte AB’ye sunması gerekiyor.
30
A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R
Yeliz Şahin, İKV Uzman Yardımcısı
MAL KONTROL
Katılım müzakerelerinin 32’nci başlığındaki AB müktesebatı, sınırlı sayıda yasal
düzenlemeden oluşuyor. Mali Kontrol başlığı, yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama gibi
alanlarla da bağlantılı olması sebebiyle, diğer başlıklarla da yakından ilgili. “Kamu
İç Mali Kontrolü”, “Dış Denetim”, “AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması” ve “Avronun
Sahteciliğe Karşı Korunması” olmak üzere dört alt politika alanı bulunan bu başlık, 26
Haziran 2007’de müzakerelere açıldı. Türkiye, Ek Protokol dışında altı adet teknik kapanış
kriteri bulunan bu başlıkta, hâlihazırda üç kapanış kriterini yerine getirmiş durumda.
19 65
31
Başlık Adı
Başlık Numarası
Tarama Süreci
Mali Kontrol
32
Tanıtıcı Tarama-18 Mayıs 2006
Ayrıntılı Tarama-30 Haziran 2006
Açılış Kriteri
Kapanış Kriteri
Başlık Açılma Tarihi
Yok
• Kamu İç Mali Kontrolü (KİMK) mevzuatı ve ilgili politikaların kabulü/uygulanması ve yeterli uygulama kapasitesi ile desteklenmesi;
• Sayıştay’ın INTOSAI standartları ve kurallarına göre görevini yerine getirmesinin sağlanması için politikaların ve mevzuatın
uygulanması;
• Türk Ceza Kanunu’nun, PIF Konvansiyonu ve protokollerine uyumunun sağlaması;
• Avronun sahteciliğe karşı korunması için gerekli önlemleri ortaya koyan 1338/2001 Sayılı Konsey Tüzüğü’ne yasal ve idari
uyumun, en geç Birliğe katılımın ilk günü itibarıyla uygulamaya başlanması;
• Avrupa Topluluğu’nu Kuran Antlaşma’nın 280 (3)’üncü Maddesi’nden (hâlihazırda AB’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın 325’inci
Maddesi*) kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve Komisyon tarafından yürütülen yerinde kontrol ve teftişlere ilişkin 2185/96 Sayılı Tüzük hükümlerinin uygulanmasını garanti altına alan etkin ve verimli koordinasyon hizmetinin kurulması;
• 2182/2004 Sayılı Konsey Tüzüğü’ne yasal ve idari uyumun sağlanarak en geç katılımın ilk günü itibarıyla uygulamaya başlanması.
26 Haziran 2007
Başlık Geçici Kapanma Tarihi
-
Başlığın Açıldığı AB Dönem Başkanlığı Almanya
*
Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın (ABİDA) 325’inci Maddesi’nin ilgili kısmı şu şekildedir: “Üye Devletler, kendi mali çıkarlarını etkileyen hileyle mücadele etmek için aldıkları
tedbirlerin aynısını, Birliğin mali çıkarlarını etkileyen hileyle mücadele etmek için de alırlar.”
BALIIN KAPSAMI
Mali Kontrol başlığı kapsamında, Kamu İç Mali Kontrolü (KİMK), Dış Denetim, AB Mali Çıkarlarının Korunması
ve Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması olmak üzere dört
politika alanı bulunuyor. Bu dört politika alanından ilk ikisi ile ilgili AB mevzuatı bulunmamakla birlikte, aday ülkenin uluslararası kontrol ve iç denetim standartlarını ve AB
en iyi uygulamalarını benimsemesini gerektiriyor.
Başlık kapsamındaki müktesebat, KİMK alanında AB
fonlarının kullanımı da dâhil olmak üzere, tüm kamu sektöründe geçerli olacak uluslararası alanda kabul gören AB
ile uyumlu ilke, standart ve metotların kabul edilmesini
öngörüyor. Müktesebat, etkili ve şeffaf mali yönetim ve
kontrol (MYK) sistemlerinin, işlevsel açıdan bağımsız iç
denetim sistemlerinin, gerekli idari yapıların ve yeni oluşturulan KİMK sistemlerinin niteliğini değerlendirmek üzere operasyonel ve finansal açıdan bağımsız bir dış denetim
kuruluşunun oluşturulmasını gerektiriyor. Bu başlık, aynı
zamanda AB’nin mali çıkarlarının korunması ve AB fonlarında sahtecilikle mücadeleye ilişkin müktesebatı da kapsıyor. Mali kontrol alanındaki müktesebat, genelde tüzük
ve kararlar olmak üzere sınırlı sayıda yasal düzenlemeden
oluşuyor ve söz konusu tüzük ve kararlar doğrudan etkili
olduklarından ulusal mevzuata aktarılmaları için ayrı bir
prosedüre gerek duyulmuyor.
Mali Kontrol başlığında, aday ülkelerden beklenenleri
şu şekilde özetlemek mümkün:
KİMK alanında, güvenilir MYK sistemleri ile desteklenen yönetsel hesap verebilirlik; merkezi olmayan ve
fonksiyonel olarak bağımsız iç denetim; mali yönetim ve
kontrol ile iç denetim sistemlerinin merkezi uyumlaştırıl-
ması olmak üzere üç unsura dayalı bir KİMK kavramının
geliştirilmesi bekleniyor. Aday ülkenin, kısa ve uzun vadede alınması gereken önlemleri ve tarihlerini öngören bir
eylem planından oluşan KİMK Politika Belgesi’ni kabul
etmesi gerekiyor.
Dış Denetim alanında, aday ülkenin, Uluslararası Yüksek Denetim Kurumları Birliği (International Organisation
of Supreme Audit Institutions-INTOSAI) tarafından belirlenen normları, yüksek denetim kurumlarının kurumsal,
işlevsel ve mali açıdan bağımsız olmasını öngören Lima
Deklarasyonu başta olmak üzere benimsemeleri ve uygulamaları bekleniyor.
AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması alanında, Üye Devletler arasında operasyonel iş birliğinin sağlanması ve Üye
Devletlerin Komisyon ile şüpheli usulsüzlük ve sahtecilik
vakaları konusunda etkin bir iş birliği ve irtibat kapasitesine sahip olmaları gerekiyor. Bu alanda ayrıca, AB Mali Çıkarlarının Korunmasına Dair Sözleşme (PIF Konvansiyonu)
ve buna ekli üç Protokol dâhil olmak üzere, ceza yasalarının
uyumlaştırılması ve iş birliğinin güçlendirilmesi gerekiyor.
Buna ek olarak, AB’nin yolsuzlukla mücadele birimi Avrupa
Yolsuzlukla Mücadele Ofisi (European Anti-Fraud OfficeOLAF) ile etkin bir şekilde iş birliği yapılması için ulusal
düzeyde Yolsuzlukla Mücadele Koordinasyon Birimi (AntiFraud Coordination Service-AFCOS) oluşturulması gerekiyor.
Ayrıca, üye ve aday ülkenin, AB’nin mali çıkarlarının korunması için kendi mali çıkarlarını korumakta aldığı önlemler
kadar sıkı önlemler alması da bu alanda üzerinde önemle
durulan hususlardan birini oluşturuyor.
Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması alanında ise
avroya benzer bozukluk ve madalyonların yasaklanması;
32
A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R
mali kurumların sahte banknot ve madeni paraları tedavülden kaldırması ve sahteciliğe karşı etkin kurumlar ve
prosedürler geliştirilmesi gibi yükümlülükler bulunuyor.
1
Avrupa Komisyonu, “Protection of the
European Union’s financial interests
- Fight against fraud Annual Report
2012”, COM (2013) 548, 24.07.2013,
Brüksel.
2
Avrupa Komisyonu, “Protection of the
European Union’s financial interests
- Fight against fraud Annual Report
2011”, COM (2012) 408, 19.07.2012,
Brüksel.
AB’DE MAL KONTROL
Mali Kontrol başlığındaki müktesebatta, KİMK alanında, tüm Üye Devletlerin uyması gereken katı bir mevzuat
bulunmamakla birlikte, Üye Devletlere esneklik sağlandığı
söylenebilir. Bu alanda AB, uluslararası alanda kabul gören
INTOSAI ve COSO (Committee on Sponsoring Organisations
of the Treadway) standartlarını örnek alıyor. Bu alandaki kısıtlı mevzuat, AB genel bütçesinin oluşturulması ve uygulanması, hesapların sunumu ve denetimine ilişkin kuralları
belirleyen 1605/2002 Sayılı Konsey Tüzüğü, 2342/2002 ve
2343/2002 Sayılı Uygulama Tüzükleri’nden oluşuyor.
Dış Denetim alanında ise uluslararası alanda kabul
gören AB mevzuatı INTOSAI ve Protokolleri benimsenerek
uygulanıyor.
AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması ile ilgili mevzuat
ise 2988/95 Sayılı AB’nin Mali Çıkarlarının Korunmasıyla
İlgili Tüzük, 2185/96 ve 1073/99 Sayılı Tüzükler ve PIF Konvansiyonu ile Protokollerinden oluşuyor.
Avronun Sahteciliğe Karış Korunması ile ilgili mevzuat, avronun sahteciliğine karşı idari hukukta gerekli
19 65
önlemlere ilişkin 1338/2001 Sayılı Tüzük, Avro Alanı’na
dâhil olmayan ülkelerin bu çerçevedeki yükümlülüklerine
ilişkin 1339/2001 Sayılı Tüzük ve avro benzeri madalyon ve
bozukluklara ilişkin teknik kuralları düzenleyen 2182/2004
Sayılı Tüzük’ten oluşuyor.
1999’dan bu yana faaliyette olan OLAF, AB’nin mali
çıkarlarının korunması, dolandırıcılık, yolsuzluk, AB kurumları içerisinde görevi kötüye kullanma da dâhil olmak
üzere her tür usulsüzlükle mücadele ve AB kurumlarına
sahtecilikle mücadele alanında politika geliştirilmesinde
destek verme görevlerini yerine getiriyor. OLAF, AB bütçesinden fonlanan AB kurum veya kuruluşlarında iç soruşturma yapılması ve ulusal düzeyde AB bütçesini ilgilendiren
konularda Üye Devlet ve üçüncü ülke yetkili kuruluşlarıyla
iş birliği içerisinde yerinde teftişler yoluyla dış soruşturma
yapma yetkisine sahip. Her yıl, ABİDA’nın 325 (5)’inci Maddesi uyarınca, AB’nin mali çıkarlarının korunmasına ilişkin
bir rapor yayımlayan OLAF’ın 2013 tarihli son raporuna
göre, 2012 yılında 392 milyon avro tutarında mali etkiye
sahip 1231 adet usulsüzlük vakası rapor edildi1. 2011 yılında ise 2010 yılına kıyasla yüzde 35’lik bir düşüşle 1230
usulsüzlük vakası rapor edilmişti. 2011 yılı usulsüzlük vakalarının etkisi ise bir önceki yıla kıyasla yüzde 37 oranında
azalarak 404 milyon avro tutarında olmuştu2.
33
BALIA LKN TÜRKYE’NN
UYUM ÇALIMALARI
O
KİMK alanında, 2002 yılında kabul edilen KİMK
Politika Belgesi’nin güncellenmesi ve ilgili mevzuat değişikliklerinin tamamlanarak uygulanması
gerektiği, gerek Tarama Sonu Raporu’nda gerekse
Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme
Raporları’nda Ankara’nın dikkatine sunuldu. 2002
tarihli KİMK Politika Belgesi’nde yönetsel hesap verebilirlik, kontrol, denetim ve teftiş görevlerinin tanımlanması ve iç denetim için daimi bir uyumlaştırma
birimi oluşturulması konularının ele alınması gerekliydi. Bu doğrultuda, Maliye Bakanlığı tarafından
13-30 Nisan 2012 tarihleri arasında bir dizi toplantı
düzenlenerek, KİMK Politika Belgesi güncellendikten sonra 2 Mayıs 2012 tarihinde görüşleri alınmak
üzere kamu kurumlarına iletildi. KİMK sisteminin
uluslararası normlar ve AB uygulamaları ile uyumunu sağlayacak olan yeni Politika Belgesi’nin, Avrupa
Komisyonu’nun ve ilgili kurumların görüş ve değerlendirmeleri alındıktan sonra nihai haliyle Bakanlar
Kurulu tarafından ile kabul edilmesi bekleniyor3.
Hâlihazırda, Komisyon ile konuyla ilgili istişareler
devam ediyor. Buna ek olarak, 5018 Sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol (KMYK) Kanunu 12 Aralık 2003
tarihinde kanunlaşarak, 1 Ocak 2006 itibarıyla tüm
hükümleriyle yürürlüğe girdi. Söz konusu kanun,
kamu mali kaynağının etkili, ekonomik ve etkin bir
şekilde toplanması ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali
yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin
hazırlanması ve uygulanmasını, tüm mali işlemlerin
muhasebeleştirilmesini ve raporlanmasını ve mali
kontrolü düzenlemeyi amaçlıyor4. Kanun’un uygulanmasının iyileştirilmesi amacıyla, bir değişiklik
taslağı da hazırlandı. Buna ek olarak, İç Denetçilerin
Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 7 Şubat 2013
tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
O Dış Denetim alanında, bu başlıktaki müzakerelerde
kilit öneme sahip unsurlardan Sayıştay Kanunu revize edilerek, 3 Aralık 2010 tarihinde, 6085 Sayılı Sayıştay Kanunu olarak yürürlüğe girdi. Yeni Sayıştay
Kanunu, INTOSAI standartları ve 5018 Sayılı Kanun
ile uyumludur. Yeni Sayıştay Kanunu kapsamında,
2013 yılında, Faaliyet Raporları Değerlendirme
Rehberi, Bilişim Sistemleri Denetimi Rehberi, Mali
İstatistikleri Değerlendirme Rehberi ve Performans
Bilgisi Denetim Rehberi hazırlandı ve yürürlüğe
koyuldu. Ayrıca, yeni Sayıştay Kanunu çerçevesinde
2014-2018 dönemini kapsayan Sayıştay Başkanlığı
Stratejik Planı Temmuz 2013’te tamamlandı.
O AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması alanında, 5 Aralık
2009 tarihli ve 27423 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/19 Sayılı Başbakanlık Genelgesi ile Baş-
O
bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı, Avrupa Komisyonu
ve OLAF ile iş birliğinden sorumlu AFCOS olarak tayin
edilerek, yasal yetkileri güçlendirildi. Buna ek olarak,
Türk Ceza Kanunu, PIF Konvansiyonu ve Protokolleri ile
yeterli düzeyde uyumlaştırıldı.
Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması alanında ise, 5
Temmuz 2012 tarihli ve 28344 Sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanan 6352 Sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 102’nci Maddesi uyarınca, 5326
Sayılı Kabahatler Kanunu’na 43/B Maddesi eklenerek
sahte paraları tedavülden çekmeyen tüzel kişilere yönelik yaptırımlar getirildi5. Ayrıca, sahte paraları tedavülden kaldırmayan kredi kuruluşlarına da yaptırımlar
uygulanmaya başlandı. Buna ek olarak, Türkiye, farklı
ulusal otoriterler arasında sahtecilikle mücadele alanında iş birliğinin güçlendirilmesi yoluyla, avro madeni
paraları ve banknotlarının Avrupa’da olduğu kadar
dünya çapında korunmasını sağlamayı amaçlayan Pericles Programı’na katılım sağlıyor. Sahte Para İzleme
Sistemi kapsamında AB kurumları ile iş birliği yapmak
üzere Ulusal Merkez Ofis (National Central Office-NCO)
olarak atanan Emniyet Genel Müdürlüğü, bu kapsamda
Interpol, Europol, Sirene Daire Başkanlığı ve ilgili makamlarla koordineli bir şekilde çalışmalar yürütüyor.
Türkiye’nin uyum sürecinin ileri düzeyde olduğu
başlıklardan biri olan Mali Kontrol başlığı, 17 Mayıs 2012
tarihinde Türkiye’nin katılım müzakerelerine yeni bir ivme
kazandırmak amacıyla faaliyete geçirilen Pozitif Gündem
kapsamında hakkında çalışma grubu oluşturulan sekiz
başlıktan biri olma özelliği taşıyor6. Pozitif Gündem kapsamında oluşturulan Mali Kontrol Başlığı Çalışma Grubu’nun
20 Haziran 2012 tarihinde gerçekleştirilen ilk toplantısında, başlığın teknik kapanış kriterlerine ilişkin operasyonel
sonuçlar belirlendi. AB Bakanlığı’ndan alınan bilgiye göre,
Türkiye, Türk Ceza Kanunu’nun PIF Konvansiyonu ile uyumlaştırılması ve Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması’na
ilişkin kapanış kriterlerini, 2012 itibarıyla karşılıyor. 2013
yılında da AB’nin Mali Çıkarlarının Korunması’na ilişkin
kapanış kriterinin karşılandığı, Komisyon tarafından AB
Bakanlığı’na yazılı olarak teyit edildi7.
GENEL DEERLENDRME
Mali Kontrol başlığı, genel itibarıyla Türkiye’nin
uyum düzeyinin ileri seviyede olduğu başlıklardan
biri konumunda bulunuyor. Hâlihazırda, Türk Ceza
Kanunu’nun PIF Konvansiyonu ile uyumlaştırılması,
Avronun Sahteciliğe Karşı Korunması ve AB’nin Mali
Çıkarlarının Korunması olmak üzere üç kapanış kriterini
karşıladığı Avrupa Komisyonu tarafından teyit edilen
Türkiye’nin, bu başlıkta yeni KİMK Politika Belgesi’nin
kabul edilmesi ve kamu idaresinde iç ve dış denetim
görevlerinin güçlendirilmesi, geri kalan kapanış
kriterlerinin karşılanması için önem taşıyor.
3
T.C. Maliye Bakanlığı Avrupa
Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi,
“Maliye Bakanlığı’nın İlgili Olduğu
Fasıllar”, http://www.abmaliye.
gov.tr/Sayfalar/MuzakereFasillari.aspx, Erişim Tarihi:
03.02.2014.
4
Kamile Özel, “Kamu İç Mali
Kontrolü Alanında Yapılan
Düzenlemeler”, İç Kontrol Merkezi
Uyumlaştırma Dairesi İç Kontrol
Bülteni, Nisan-Haziran 2008.
5
AB Bakanlığı, “Fasıl 32: Mali
Kontrol”, Türkiye tarafından
hazırlanan 2013 Yılı İlerleme
Raporu: Yapılan Çalışmalar
ve Kaydedilen İlerlemeler,
s.208-211, www.abgs.gov.
tr/files/2013TR%20IR/tthir_
tr_14_01_2013.pdf, 31.12.2013,
Erişim Tarihi: 03.02.2014.
6
Pozitif Gündem kapsamında
çalışma grubu oluşturulan
diğer başlıklar şunlardır: “İş
Kurma Hakkı ve Hizmet Sunumu
Serbestisi”, “Şirketler Hukuku”,
“Bilgi Toplumu ve Medya”,
“İstatistik”, “Yargı ve Temel
Haklar”, “Adalet, Özgürlük,
Güvenlik” ile “Tüketicinin ve
Sağlığının Korunması”.
7
AB Bakanlığı, a.g.e., s.209.
34
A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R
Çisel İleri, İKV Proje Müdürü
TRANS-AVRUPA ALARI
Trans-Avrupa Ağları alanındaki 21’inci başlığın müktesebatı, ulaştırma,
telekomünikasyon ve enerji alt başlıklarından oluşmaktadır. Bu başlık kapsamında
Trans-Avrupa Ağları’nın kurulması ve geliştirilmesi ile ulusal ağların uygun bir şekilde
birbirlerine bağlanması ve birlikte işlerliğinin teşvik edilmesi; İç Pazar’ın avantajlarından
tam olarak yararlanılması; ekonomik büyümeye katkıda bulunulması ve Avrupa Birliği
içerisinde istihdam yaratılması amaçlanmaktadır. Ülkemizin 19 Aralık 2007 tarihinde
müzakerelere başladığı Trans-Avrupa Ağları başlığı için belirlenen kapanış kriteri,
hâlihazırda karşılanmaktadır.
19 65
35
Başlık Adı
Başlık Numarası
Tarama Süreci
Trans-Avrupa Ağları
21
Tanıtıcı Tarama-30 Haziran 2006
Ayrıntılı Tarama-29 Eylül 2006
Açılış Kriteri
Kapanış Kriteri
Başlık Açılma Tarihi
Yok
• Avrupa Komisyonu ve Türkiye’nin 1692/96/EC Sayılı Karar’ın tadil edilmiş haline göre gelecek TEN-T Ağı üzerinde uzlaşması ve TEN-T Ağı çerçevesinde Avrupa menfaati öncelikli bir proje üzerinde mutabık kalınması;
• Türkiye’nin, Türkiye-AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi
(Siyasi Kriter).
19 Aralık 2007
Başlık Geçici Kapanma Tarihi
-
Başlığın Açıldığı AB Dönem Başkanlığı
Portekiz
BALIIN KAPSAMI
Trans-Avrupa Ağları’nın (TEN) oluşturulması,
1980’lerde malların, hizmetlerin, kişilerin serbestçe
dolaşabildiği Tek Pazar’ın ancak modern ve yeterli bir
altyapı ile ulusal ağların ve bölgelerin birbiriyle bağlanmasıyla işleyebileceği fikrinden doğmuştur.
Bugün Trans-Avrupa Ağları’nın yasal zemini, Avrupa Birliği’ni kuran Antlaşma’nın 154, 155 ve 156’ncı
Maddeleri’ne dayanmaktadır. Buna göre, İç Pazar’ın
oluşturulması ve ekonomik ve sosyal bütünleşmenin
sağlanabilmesi için Trans-Avrupa Ağları’nın geliştirilmesi temel faktördür. Bu ağların geliştirilmesi, ulusal ağların birbiriyle bağlanmasını ve birlikte çalışabilmesini,
aynı zamanda ulusal ağlara erişimi içermektedir.
Trans-Avrupa Ağları altında ulaştırma, enerji ve telekomünikasyon alanlarında Birliğin ortak çıkarına hizmet eden projelere mali destek sağlanmaktadır. TransAvrupa Ulaştırma (TEN-T) ve Trans-Avrupa Enerji (TEN-E)
Ağları alanında Birliğin mali desteği, 20 Haziran 2007
tarihli ve 680/2007 Sayılı Tüzük ile düzenlenmektedir1.
TEN-T ile AB içerisinde ve AB’nin komşularıyla arasında kişilerin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımını kolaylaştırmak amacıyla iyi bir ulaştırma altyapısı
oluşturulması, ulusal ve uluslararası yollarının bağlantılarının yapılması amaçlanmaktadır. TEN-E kapsamında, Hazar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde yer
alan enerji kaynaklarının AB pazarlarına ulaşması için
gerekli petrol ve doğal gaz boru hatlarının inşa edilmesi, elektrik alışverişinin kolaylaşması amacıyla elektrik
iletim hatları bağlantılarının gerçekleştirilmesi ve
elektrik sistemlerinin birlikte işlerliğinin temin edilmesi
önceliklidir. TEN-Telekomünikasyon altında da Avrupa
çapında entegre olmuş bir telekomünikasyon ağının ve
enformasyon toplumunun oluşturulması hedeflenmektedir2.
AB’DE TRANS-AVRUPA ALARI
AB’de TEN alanında son dönemdeki en önemli gelişmeler, enerji ve ulaştırma alanlarında Birliğin 2020
ve 2030 hedeflerine erişilebilmesi için öncelikli altyapı
koridorlarının belirlenmesi ve yatırımların hayata ge-
çirilmesidir. Bu çerçevede, TEN-T alanında kabul edilen
yeni AB altyapı politikası ile Üye Devletlerde büyümenin
ve rekabetçiliğin desteklenmesi hedeflenmektedir. 2030
yılında temel altyapı ağının tamamlanmasını öngören
bu politika ile iki Kuzey-Güney koridoru, üç Doğu-Batı
koridoru ve dört çapraz koridor olmak üzere toplam dokuz koridor oluşturulacaktır. Ulaştırmada farklı araçların
birbirleriyle bağlantılarının geliştirilmesi, yolcu ve malların taşınmasını kolaylaştırılmakla kalmayacak, aynı
zamanda Birliğin iklim politikası hedeflerine ulaşmasına
da yardımcı olacaktır.
Bu çerçevede, 2014-2020 döneminde ulaştırma altyapısına toplam 26 milyar avro tutarında bütçe ayıran
AB, Birliğe en yüksek katma değer sağlayacak projelere
öncelik verileceğini açıklamıştır. Birlik tarafından temel
altyapının oluşturulması hedefi kapsamında 94 Avrupa
limanının demir yolu ve kara yolu ile bağlantısı, 38 havalimanının demir yolu ile büyük şehirlere bağlanması, 15
bin kilometre demir yolunun hızlı ray sistemine yükseltilmesi ve tıkanıkların aşılması için 35 sınır ötesi projenin
hayata geçirilmesi planlanmaktadır3.
Ayrıca, Birliğin önümüzdeki dönemde TEN-T projelerini yürütmek üzere, İnovasyon ve Ağ Yürütme Ajansı
(INEA) kurulmuştur. 1 Ocak 2014 itibarıyla faaliyete
geçen INEA, Avrupa’yı Birleştirme Aracı (Connecting Europe Facility-CEF) ve Ufuk 2020 Programı (Horizon 2020)
kapsamında fon sağlanacak projelerin uygulanmasının
yanı sıra AB teşviklerinden yararlanan projelerin uygulanması, yararlanıcılara teknik destek sağlanması ve Avrupa
Komisyonu’na geri bildirimde bulunulması sorumluluklarını üstlenmiştir4.
TEN-E alanında ise hedeflenen, 2020 yılına kadar
stratejik enerji ağlarının ve depolama araçlarının tamamlanmasıdır. Birliğin enerji ve çevre alanlarındaki hedeflerine ulaşabilmesi, entegre bir enerji iç pazarının oluşturulabilmesi için modern enerji altyapısının önemine
dikkat çekilmektedir. Birliğin enerji altyapısını modernize
etmesi, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin
kullanımı ve enerji arzının güvenliği açısından da son derece önemlidir. Tüm bunlardan yola çıkarak Komisyon, 12
öncelikli enerji koridoru belirlemiştir5.
1
http://ec.europa.eu/
transport/wcm/infrastructure/
grants/2008_06_20/2007_
tent_t_
guidlines_en.pdf, Erişim Tarihi:
12 Şubat 2014.
2
T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı
Resmi İnternet Sayfası, http://
www.abgs.gov.tr/index.
php?p=86&l=1, Erişim Tarihi: 12
Şubat 2014.
3
http://ec.europa.eu/transport/
themes/infrastructure/news/
ep-backs-new-eu-infrastructurepolicy_en.htm, Erişim Tarihi: 13
Şubat 2014.
4
http://inea.ec.europa.eu/en/
news__events/newsroom/
introducing_inea_
innovation_and_networks_
executive_agency.htm, Erişim
Tarihi: 13 Şubat 2014.
5
http://ec.europa.eu/energy/
infrastructure/index_en.htm,
Erişim Tarihi: 13 Şubat 2014.
36
A Ç I L A N B A L I KL ARDA S ON G E L ME L E R
6
http://www.abgs.gov.tr/index.
php?p=86&l=1, Erişim Tarihi: 13
Şubat 2014.
7
T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, “Fasıl
21: Trans-Avrupa Ağları”, Türkiye
Tarafından Hazırlanan 2013 Yılı
İlerleme Raporu: Yapılan Çalışmalar ve
Kaydedilen İlerlemeler, s.129, www.
abgs.gov.tr/files/2013TR%20IR/
tthir_tr_14_01_2013.pdf, 31.12.2013,
Erişim Tarihi: 03.02.2014.
8
T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı, a.g.e.,
s.129.
19 65
BALIA LKN TÜRKYE’NN
UYUM ÇALIMALARI
O TEN-T alanında AB mevzuatına uyum kapsamında
ülkemizde yapılan en önemli çalışma, kısaca TINA olarak adlandırılan Ulaştırma Altyapı İhtiyaçları Değerlendirme Çalışması’dır. TINA ile kara yolu, hava yolu,
deniz yolu ve demir yolu olmak üzere dört ulaştırma
modunda ülkemizdeki ihtiyaçlar incelenmiş ve bunun
sonucunda 33 öncelikli ulaştırma altyapı projesi belirlenmiştir. TINA, aynı zamanda katılım öncesi mali yardım aracı IPA’nın üçüncü bileşeni Ulaştırma Operasyonel Programı kapsamındaki projelerin önceliklerinin
belirlenmesinde de temel teşkil etmiştir.
O Bu başlık altında teknik kapanış kriterinin ilk bileşeninin karşılanması amacıyla, TINA çalışmasındaki verilerin TEN-T Rehber İlkeleri uyarınca güncellenmesi
için “Çekirdek Ağ Veri Güncelleme Dosyası”, Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından hazırlanmıştır.
O Teknik kriterin ikinci bileşeninin karşılanmasına yönelik olarak, Türkiye ile Avrupa Komisyonu arasında
belirlenen “Halkalı-Kapıkule Demiryolu Projesi”, 26
Ocak 2010 tarihinde Brüksel’de Komisyon ile yapılan
toplantıda teyit edilmiştir. 25 Ekim 2010 tarihinde
Brüksel’de düzenlenen teknik toplantıda ise söz konusu projenin Kapıkule-Halkalı-Ankara-Sivas-Kars
şeklinde uzatılması üzerinde mutabık kalınmıştır.
O TEN başlığında teknik kapanış kriterinin karşılanmasına yönelik toplantı, 13 Aralık 2010 tarihinde
Brüksel’de düzenlenmiş ve teknik kriterin sağlandığı
görüşüne varılmıştır6.
O Hâlihazırda TEN-T alanında, IPA kapsamındaki Ulaştırma Operasyonel Programı altında proje hazırlanması
yönündeki çalışmalar devam etmektedir7.
O TEN-E alanında ise Türkiye ve Azerbaycan arasındaki
O
Trans-Anadolu Boru Hattı Projesi’ne (TANAP) ilişkin
Hükümetlerarası Anlaşma ve eki olan Ev Sahibi Ülke
Anlaşması, Mart 2013’te onaylanmıştır. Bilindiği
üzere TANAP, AB’nin öncelikli projeleri arasında yer
alan Güney Gaz Koridoru’nun önemli bir parçasını
oluşturmaktadır. Hazar Bölgesi’nden Avrupa’ya
doğal gaz taşınmasına yönelik olarak Şahdeniz
Konsorsiyumu, 28 Haziran 2013 tarihinde Şahdeniz
sahasının ikinci fazından üretilecek doğal gazın, TAP
Projesi ile Avrupa’ya iletilmesine karar vermiştir.
Elektrik ağlarına ilişkin olarak, Türkiye elektrik
sisteminin Avrupa elektrik sistemi ile eş zamanlı
işletilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir. Eş zamanlı deneme işletme dönemi üçüncü
aşamasında olup, 2014 yılında kalıcı bağlantının
sağlanması öngörülmektedir. Hâlihazırda, Türkiye
ve ENTSO-E11 Kıta Avrupası Senkron Bölgesi arasında, ENTSO-E uygulamaları ve AB kurallarına uygun
olarak, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye arasında
12 Mart 2010 tarihinde imzalanan ortak anlaşma
çerçevesinde sınırlı bir elektrik ticareti gerçekleştirilmektedir8.
GENEL DEERLENDRME
Trans-Avrupa Ağları başlığı, Türkiye’nin kapanış
kriterini yerine getirdiği ve sınırlı sayıdaki AB mevzuatına uyumun sağlandığı başlıklardan birisidir. Bu başlık
kapsamına giren projelerin hayata geçirilmesi, üyelik
sonrasında ülkemizin daha fazla öncelikli projenin geliştirilmesi ve uygulanmasında etkin rol oynamasını kolaylaştıracaktır. Nitekim AB’nin bu alandaki çalışmalarının
ve önceliklerinin yakından takip edilmesi, ülkemizin
enerji, ulaştırma ve telekomünikasyon alanındaki altyapısını geliştirerek ekonomik büyümesine önemli katkı
sağlayacaktır.
38
DOSYA
Gökhan Kilit, İKV Uzman Yardımcısı
AB TARIMININ 2014-2020
YOL HARTASI:
YEN OTP
19 65
39
2012’de 50’nci yılını kutlayan Ortak Tarım Politikası (OTP), uzun süren reform sürecini tamamladı ve artık AB, 2014-2020
dönemi için yeni bir tarım politikasına sahip. Hem tarımın son derece hayati bir işlev olan beslenme ile doğrudan bağlantılı olması hem de AB bütçesinin en büyük kısmının bu politika alanına tahsis edilmesi nedeniyle ayrı bir önem taşıyan
OTP, AB’nin ilk yıllarında gıda arzını güvence altına almak için oluşturulurken, bugün gelinen noktada verimli, sağlıklı
ve çevre dostu bir üretim anlayışı ile ekonomik olarak tarımsal alanda AB’yi dünyanın en önemli aktörü olarak karşımıza
çıkarıyor. Şimdi gelin, 2014-2020 dönemi için kabul edilen OTP uygulamasına ve bütçedeki yerine kısaca göz atalım.
40
1
2
Uzman Gözüyle AB Bülteni
Mart 2013, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı.
Uzman Gözüyle AB Bülteni
Sayı 7, AB Uyum Dairesi
Başkanlığı, AB ve Dış İlişkiler
Genel Müdürlüğü, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı.
DOSYA
OTP HARCAMALARI
OTP harcamalarının AB bütçesinin önemli bölümünü
kapsaması, bu politikayı bütçe tartışmalarının da odak
noktası yaparken, 2014-2020 Mali Çerçeve içinde tarım,
kırsal kalkınma ve balıkçılık konularının yer aldığı başlık
için, bir önceki döneme göre yüzde 11,3’lük bir azalma ile
yaklaşık 373 milyon avro ayrıldığı görülüyor. Bunun 278
milyon avrosu doğrudan ödemelerle pazar harcamalarını
kapsarken, kırsal kalkınma harcamalarına yüzde 14’lük
kesinti ile yaklaşık 85 milyon avro ayrılmış.
Yeni Mali Çerçeve ile ilk defa Üye Devletlere, kırsal
kalkınmadan doğrudan ödemelere para transferi yapma
imkânı veriliyor. Buna göre, Üye Devletler kırsal kalkınma
önlemlerinin finansmanı için kendilerine ayrılan fonların
yüzde 15’ini, doğrudan ödemeler için kullanabilme esnekliğine sahip olurken; AB ortalamasının yüzde 90’ından azı
oranında doğrudan ödeme alan ülkelere ise kırsal kalkınma fonlarından ek olarak yüzde 10 oranında aktarım yapılabilecek. Bunun yanında Üye Devletler, doğrudan ödemelere ilişkin kendilerine tahsis edilen AB fonlarının yüzde
15’ine kadar olan kısmını, kırsal kalkınma önlemlerini fi-
19 65
nanse etmek üzere ilave destek olarak da kullanabilecek1.
Yeni Mali Çerçeve’de yer alan unsurlardan bir diğeri
de, 2,8 milyar avro tutarındaki kriz rezervi. Bu rezerv, öngörülemeyen durumlarda çiftçilerin desteklenmesi için
kullanılacak. Ayrıca AB, yeni dönemde küreselleşmenin
dolaylı etkilerinden kaynaklanan yeni piyasa koşullarına
uyum sağlamalarına yardımcı olmak ve ikili ticaret anlaşmalarının herhangi bir olumsuz etkisini azaltmak amaçlı
yıllık 150 milyon avro bütçeli Avrupa Küreselleşme Fonu
(European Globalisation Adjustment Fund-EGF) ile çiftçileri destekleyecek. Diğer yandan, Üye Devletlerin, referans
dönemi yönteminden vazgeçerek, 2019 yılından itibaren
hektar başına sabit oranlı bir ödeme sunan bölgesel modele geçmeleri öngörülüyor. Alternatif olarak Üye Devletler,
2019’a kadar, ortalamanın yüzde 90’ının altında ödeme
alan çiftlikler için, 2014’te aldıkları ödeme ile ortalamanın
yüzde 90’ı arasındaki farkı üçte bir oranında artıracak ve
her bir çiftçinin 2019 itibarıyla ortalamanın en az yüzde
60’ı oranında destek almasını sağlayacak2.
Küçük çiftçiler için de Üye Devletlere, çiftçilerin ilk
30 hektarlık arazileri için kendilerine tahsis edilen mali
41
bütçenin yüzde 30’una kadar yıllık ilave yeniden dağıtım
ödemesi yapabilme seçeneği sunuluyor. Komisyon, iç yakınsama benzeri bir yaklaşım önerisiyle, hektar başına AB
ortalamasının yüzde 90’ının altında destek alan ülkeler
için, aldıkları destek miktarı ile AB ortalamasının yüzde
90’ı arasındaki farkın, 2019 itibarıyla üçte bir oranında
azaltılmasını öngörmüştü.
AKTF ÇFTÇ
Doğrudan ödemeler açısından bir diğer konu ise, ödemelerin ihtiyacı olan çiftçilere gitmesinin sağlanması oldu.
Bu kapsamda “aktif çiftçi” tanımı getirilirken, doğrudan
ödemelerden hariç tutulacak havaalanları, demiryolu hizmetleri, emlak hizmetleri, spor tesisleri ve mesire yerleri
gibi iş faaliyetlerini içeren bir negatif liste hazırlandı. Listede yer alan işletme, asıl faaliyet alanının tarım olduğunu
kanıtladığı takdirde, ödemelerden faydalanma imkânı tanınıyor. Komisyon bu konuda, aktif çiftçi tanımı için aldığı
toplam tarımsal destek miktarının, tarım dışı faaliyetlerinden elde ettiği gelirin yüzde 5’inden az olmaması şartını
önermişti. Ancak bunun bürokrasiye getireceği yoğun yük
ve tarım dışı faaliyetin tanımlanmasındaki zorluklar sebebiyle uygulanabilir olarak değerlendirilmedi.
Tek Ödeme Planı ve belirli koşullar altında verilen
üretimle bağlantılı destek ile sınırlı olan ödemeler, üçü
zorunlu olmak üzere altı yeni ödeme kalemini içerecek
şekilde genişletildi. Bu ödeme planları içinde en önemlisi,
Tek Ödeme Planı’nın yerine geçen Temel Ödeme Planı’dır.
Üye Devletler, diğer ödeme kalemlerine ayrılan oranlar
düşüldükten sonra, kendilerine tahsis edilen mali bütçenin
yüzde 70’ini bu ödeme planına tahsis edecek. Komisyon,
yeni Üye Devletler için de bu planın geçerli olmasını önermesine rağmen, bu ülkelerin çoğunluğunun uygulamakta
oldukları Tek Alan Ödemesi Planı’nın 2020’ye kadar uzatılmasına karar verdi.
Temel Ödeme Planı’na ek olarak, doğrudan ödemelerin daha çevreci hale getirilmesi (greening) kapsamında
önerilen Yeşil Ödeme, halihazırda doğrudan ödemeden
faydalanmak isteyen çiftçilerin uymak zorunda olduğu
çapraz uyum standartlarının ötesine geçen ürün farklılaştırması, kalıcı meraların muhafaza edilmesi, arazilerin yüzde 5’inin ekolojik odaklı alanlara tahsis edilmesi gibi bazı
çevresel uygulamaların yapılması karşılığında çiftçilere
ödenecek. Bu plan, Üye Devletler için zorunlu olup, ulusal
zarflarının yüzde 30’u oranında finanse edilecek.
Reformun, genç çiftçiler için ödeme planı getirilen kısmında, çitçinin 40 yaşından genç olması ve temel ödeme alması gerektiği de ifade ediliyor. Ödeme, ilk beş yıl süresince,
Üye Devletlerin ulusal tavanlarının yüzde 2’si oranına kadar,
kırsal kalkınma kapsamındaki kurulum yardımını tamamlayıcı şekilde, ilave yüzde 25’lik bir ödeme olarak yapılacak.
Bunun yanında Üye Devletler, çevrenin korunması
açısından önemli olan belirli tarım türlerinin teşviki, tarım
ürünlerinin pazarlanmasının geliştirilmesi, ekonomik açıdan zayıf bölgelerde arazinin terk edilmesinin önlenmesi
ve risk yönetimi gibi konularda ulusal zarflarının yüzde
10’una kadar ilave özel destek sağlayabilmekteydiler. Yeni
reformla birlikte bu imkân, hem bütçesel açıdan hem de
kapsam açısından genişletildi. Buna göre, belirli bölgelerdeki özel ve belirlenmiş sektörler için, iç yakınsamanın
muhtemel olumsuz etkilerini telafi etmek ve mevcut koşulları dikkate almak üzere, hâlihazırda üretimle bağlantılı
destek veren Üye Devletler, ulusal tavanlarının yüzde 8’i;
daha önce vermiş olduğu ödeme düzeyi yüzde 5’in üstünde olanlar ise yüzde 13’ü oranında üretimle bağlantılı
destek verme olanağına sahip. Ayrıca, protein bitkileri için
yüzde 2 oranında bir üretimle bağlantılı destek verme olasılığı da bulunuyor.
Bir diğer yardım planı da, “Küçük Çiftçi Planı” olarak
adlandırılan ve katılımcılarına basitleştirilmiş, sabit bir
ödeme sunan, daha esnek çapraz uyum koşulları getiren
ve yeşil ödeme yükümlülüklerinden muaf tutan plandır.
Bu plana dâhil olan çiftçiler, Üye Devletler tarafından 5001500 avro arasında belirlenen yıllık sabit bir ödeme alabiliyor ve bu plan, Üye Devletlerin ulusal bütçelerinin yüzde
10’una kadar finanse ediliyor. Yeni dönemde ayrıca, Üye
Devletlere, tarımsal üretimin zorlu koşullarda gerçekleştirildiği alanlarda üretimin devamlılığının sağlanması ve
biyoçeşitliliğin korunması için, ulusal bütçelerinin yüzde
5’ine kadar bir oranda ilave destek sağlayabilme imkânı
veriliyor. Bu kapsamda, AB, tüm sektörleri kapsayacak
olan ve yıllık doğrudan ödemelerden yapılacak kesintilerle
finanse edilen yıllık 400 milyon avro tutarında bir “kriz rezervi” oluşturdu.
POLTKA ALANI - REHBER
2014-2020 dönemi için nasıl şekillendiğini anlattığımız AB’nin bu en eski politika alanı, ilk yıllarda gıda arzını
güvence altına almayı hedeflerken, bugün AB ekonomisi
için ve aday ülke konumunda bulunan ülkemiz için neden
önemli? OTP, bizim için sadece uymak zorunda olduğumuz
bir politika alanı mı, yoksa iyi bir rehber mi? Dilerseniz bu
soruların yanıtlarına da kısaca değinelim…
1950’li yıllardan itibaren ortak bir tarım politikasına
sahip AB’nin bu konudaki gelişimi, bizim için bir rehber niteliğindedir. AB, 50 yılı aşan tarım politikası ile 2009-2011
yıllarında yıllık ortalama 177 milyar avro, 2012 yılında ise
42
DOSYA
19 65
43
216 milyar avro tarımsal dış ticaret hacmi yakalamıştır.
AB bu rakamlara ulaşırken, 2004 ve 2007 genişlemesinde
OTP’ye dâhil olan ülkelerdeki çiftçilerin gelirlerine de katkı
sağlamıştır. Yeni üye ülkelerdeki çiftçilerin gelirleri, AB’ye
katılım ile birlikte açık bir biçimde artış göstermiştir. Tam
zamanlı çalışan bir çiftçinin geliri 2000 ile 2011 arasında
Letonya’da beş kat; Estonya’da üç kat; Litvanya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da iki kat; Slovakya’da ise yüzde 50’den
fazla artmıştır3. 2007 ile 2011 arasında çiftçilerin geliri
Romanya’da iki katına çıkarken, Bulgaristan’da yüzde 40
oranında yükselmiştir.
AB’de kullanılan tarım alanı (yaklaşık 170 milyon
hektar) ülkemizdeki kullanılan tarım alanının (yaklaşık 40
milyon hektar) dört katından fazla olmasına rağmen tarımda çalışan işçi sayısı ülkemizden sadece iki kat fazladır.
Bununla birlikte tarım istihdamının toplam istihdamdaki
payı AB’de yüzde 5 iken ülkemizde yüzde 25 seviyesindedir.
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içerisinde tarımın payı AB’de yüzde
1,2; ülkemizde ise yüzde 8,1 olarak gerçekleşirken, toplam
ihracattaki tarımsal ürün payı AB’de yüzde 9,3; ülkemizde
yüzde 11 olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu veriler göz önünde bulundurulduğunda, tarım
sektörü ile ilgili olarak Türkiye’nin karşılaştığı en büyük
sorunların arasında, tarım sektörünün yapısı ve geçimini
tarım sektöründen kazanan nüfusun fazlalığı yer aldığını
görmekteyiz. Türkiye’deki tarım işletmeleri, teknik ve ekonomik işletmecilik şartlarının gerektirdiği ölçülerden uzak,
tarım üretimi alanlarındaki altyapı ise yetersiz durumdadır.
Sektördeki sorunlarına rağmen AB’ye uyum sağlamaya
çalışan ülkemiz tarımında, işletmelerin küçük oluşu, arazilerin çok parçalı olması, sulamadaki yetersizlikler ve kırsal
kalkınma bu süreçte sıkıntı yaşanan önemli başlıklar olarak
öne çıkmaktadır. Bu sorunlarına rağmen ülkemiz tarımı, 75
milyon ülke nüfusu ve her yıl misafir ettiği 30 milyon turisti
beslemeye devam etmektedir. Son 10 yıl içerisinde bitkisel
üretimde ortalama yüzde 80, hayvansal üretimde yüzde
117 artış sağlayan sektör, 62,7 milyar dolarlık hasılası ile
Avrupa’da ilk sırada yer alırken, 2012 yılında 15 milyar dolar,
2013 yılında ise 16,7 milyar dolar ihracat gerçekleştirmiştir.
Bunun yanında çiftçimizin elinde bulunan canlı hayvan değerinin 35 milyar doların üzerinde olduğu belirtilmektedir.
Bu rakam, Uluslararası Para Fonu’nun verilerine göre 183
ülkeden 98’inin milli gelirinden fazladır. Bu nedenlerden
dolayı tarım politikamızın gelişimi son derece önem taşıyor. AB’nin en kapsamlı politikası olan OTP’ye uyum konusunda yoluna hızlı bir şekilde devam eden ülkemiz tarımı,
ekonomik olarak da küresel alanda önemli bir aktör olmaya
devam ediyor. Bu anlamda, İstanbul Sanayi Odası Yönetim
Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, tarım sektörünün önemini,
geçtiğimiz ay İstanbul Sanayi Odası Et, Balık ve Süt Mamulleri Sanayii Meslek Komitesi toplantısında yaptığı konuşmada su şekilde açıklamıştı; “ (…) Başkan olarak sanayi şemsiyesini temsil etsem de cari açık belasına kendi imkânları ile en
güçlü desteği tarım sanayi verecek. Çünkü tarımsal üretimde
tamamen yerli malı kullanılıyor.”
TÜRKYE VE OTP
Üyelik sürecinde Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hayatın bütün alanlarında olduğu gibi, tarım konusunda da
köklü ve somut reformlarla AB’ye uyum sağlaması gerekli.
Bu çerçevede tarım sektörü ile ilgili çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış ve uygulamaya geçirilmiştir. Sektörün
büyüklüğü, ülkemiz nüfusunun önemli bir bölümünü
doğrudan ilgilendirmesi ve AB OTP’sinin geçirdiği reform
süreçleri, Türkiye’nin uyum çalışmalarını etkileyen unsurlar
arasındadır. Bu nedenle, ülkemiz tarım sektörü ile ilgili bütün kesimlerin, AB’de bu sektöre yönelik uygulamaları ve
politikaları yakından takip etmesi gereklidir. Türkiye’nin,
AB’nin bu en masraflı ve geniş kapsamlı politikasına uyum
sağlaması, aynı zamanda sektörün gelişimi açısından büyük önem taşıyor.
İKV olarak, bu gerçeklerden hareketle, 2004 yılında
yayımladığımız “15 Soruda 15 AB Politikası” serisini “Sorularla AB Politikaları ve Türkiye” adıyla güncelleyerek sizlerle
paylaşıyoruz. Serinin bu yayınını, AB OTP’sini bütün yönleriyle kısa ve anlaşılır şekilde aktarmak üzere hazırladık.
Bu yayınımızda yer alan sorulara verilen yanıtlar, AB’nin
OTP’sinin yapısı, işleyişi ve geleceğe yönelik uygulamalarını açıklarken, Türkiye’nin OTP’ye uyum amacıyla sürdürdüğü çalışmaları da ele alıyor. Çalışmamızın, Türkiye’nin AB
üyelik sürecinde ilgili kesimlerin değişen koşullara uyum
sağlama çabasına katkı sağlayacağını ümit ediyoruz.
3
Agriculture and Enlargement
Report 2012, European
Commission.
“Sorularla AB Politikaları ve
Türkiye Serisi:
Ortak Tarım Politikası”
Yazar:
Yayın No:
Sayfa sayısı:
ISBN:
Gökhan Kilit
266
94
978-605-5984-58-8
44
DOSYA
Yeliz Şahin, İKV Uzman Yardımcısı
AB’NN 2013 YILI DI POLTKA BLANÇOSU:
AVRUPA DI POLTKA SKOR TAHTASI 2014
AB’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (European Council on
Foreign Relations-ECFR), her yıl AB’nin ve Üye
Devletlerin önemli dış politika konularındaki
performanslarını ölçen “Avrupa Dış Politika Skor
Tahtası” (European Foreign Policy Scorecard)
başlıklı bir rapor hazırlıyor. AB’nin ve 28 AB Üye
Devletinin 2013 yılındaki önemli dış politika konularında gösterdikleri performansı ölçen “Avrupa
Dış Politika Skor Tahtası 2014”*, 30 Ocak 2014
tarihinde yayımlandı. ECFR’nin raporu, dış politika
alanında uzmanlaşan kişiler tarafından sıkça
başvurulan, oldukça kapsamlı bir referans kaynağı
olarak görülüyor ve dünyaca ünlü dış politika dergisi Foreign Affairs’in “dış politika analizinde öncü
bir deney”, AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
Yüksek Temsilciliği görevini yürütmüş olan Javier
Solana’nın ise “AB dış politikası konusundaki bilgimizi genişleten paha biçilmez bir araç” sözleriyle
anlattığı bu çalışmayı, sizler için inceledik.
Bu sayımızda, bardağa dolu tarafından bakarak,
AB’nin dış politika alanında imza attığı en önemli
başarıları ele alırken, raporun Türkiye ile ilgili
bulgularını da sizlerle paylaşacağız.
*
European Foreign Policy Scorecard 2014, Ocak 2014,
http://ecfr.eu/page/-/ECFR94_SCORECARD_2014.pdf
19 65
45
A
vrupa Dış Politika Skor Tahtası 2014’te, “Çin”,
“Rusya”, “ABD”, “Geniş Avrupa”, “Orta Doğu ve Kuzey Afrika” ile “Çok Taraflı Meseleler” olmak üzere altı kategorideki 66 dış politika konusunda AB’nin, AB
kurumlarının ve AB Üye Devletlerinin benimsedikleri politikalar değerlendiriliyor. Buna ek olarak, Üye Devletlerin
bu konulardaki etkinlik dereceleri de göz önünde bulundurularak, bahse konu politika alanlarında “öncü” olanlar ve
“pasif” kalanlar arasında bir ayrım yapılıyor.
Araştırma kapsamında, değerlendirme yapılırken üç
önemli parametre göz önünde bulunduruluyor:
O
“Birlik”, bir diğer deyişle “AB ve Üye Devletler ne ölçüde
ortak bir tutum sergileyebildi?”
O
“Kaynaklar”, yani “Bu konuda ne ölçüde maddi ve diplomatik çaba sarf edildi?”
O
“Sonuç”, yani “Bu politikanın izlenmesiyle amaçlanan
sonuca ne ölçüde ulaşıldı?”
İzlenen politikanın asli değerini ölçmeyi amaçlayan ilk
iki parametre “5” üzerinden, son parametre ise “10” üzerinden puanlanıyor. Daha sonra elde edilen puana göre o
konu ile ilgili bir harf notu belirleniyor.
ECFR raporuna göre, 2013 yılı, son üç yıla kıyasla
AB’nin dış politika alanında etkinliğini artırdığı bir yıl oldu.
“Çin” konusunda AB’nin geçtiğimiz yıl “C+” olan notu, bu
yıl “B-“ olarak kaydedildi. “Geniş Avrupa” ile “Orta Doğu
ve Kuzey Afrika” alanlarında ise geçtiğimiz yıl “C+” notunu alan AB’nin notu, bu yıl “B-”ye yükseldi. Buna karşılık
“Rusya” ve “Çok Taraflı Meseleler” konularında AB, geçen
yıla kıyasla vasat bir performans sergiledi.
ECFR raporuna göre, AB’nin en başarılı olduğu dış
politika konuları, Nisan 2013’te Sırbistan ile Kosova ara-
sında ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik anlaşmaya
varılması ve Kasım 2013’te İran’ın nükleer programına konusunda geçici bir anlaşma sağlanması oldu. Buna karşılık
AB, 2013’te komşu olduğu bölgelere yönelik etkili bir dış
politika izlemekte zorlandı. Suriye’deki kriz kötüleşirken,
AB’nin Mısır başta olmak üzere bölgedeki ülkelere ilişkin
etkin bir komşuluk politikası izleyememesi ve Rusya ile sık
sık karşı karşıya gelmesi, ECFR raporuna göre 2013 yılında
AB dış politikasının yumuşak karnını oluşturdu.
Çin (B-): 2013 yılında, AB’nin Çin ile ilişkilerinde, ABÇin Zirvesi’nin ardından iyileşme kaydedildi. Suriye, Mali
ve İran’ın nükleer programı konusunda Çin ile AB arasında
iş birliği sağlanması ümit verici bir gelişme olarak kaydedildi. Ancak, Çin ile güneş panelleri konusundaki anlaşmazlık, AB Üye Devletlerinin ekonomik konularda Avrupa
Komisyonu’nu baypas etme eğilimini de ortaya koydu.
Rusya (C+): Rusya’nın Doğu Ortaklığı kapsamındaki devletlere uyguladığı baskıya etkin bir şekilde cevap
vermekte zorlanması, AB’nin Rusya ile ilişkilerindeki performansını olumsuz etkiledi. AB’nin enerji kaynaklarının
çeşitlendirme yönündeki politikaları da başarılı olamadı.
ABD (B-): 2013 yılı, ECFR’ye göre, transatlantik ilişkilerde büyük bir atılımın yaşandığı bir yıl oldu. Trans-Atlantik
Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakerelerine başlanması ve İran’ın nükleer programı alanındaki iş birliği bunun
en somut örnekleri olarak kayda geçerken, Suriye’de süren
krize bir çözüm bulunması için birlikte çalışmakta başarısız
olunması ve Snowden’ın açıklamaları, bu olumlu gelişmeleri gölgeledi.
Geniş Avrupa (B-): ECFR’ye göre, Hırvatistan’ın AB üyesi olması ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek
Temsilcisi Catherine Ashton’ın Sırbistan ve Kosova arasın-
46
1
E3+3 veya P5+1 Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi
ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve
Almanya’dan oluşmaktadır.
2
Belçika Dışişleri Bakanı Mark
Eyskens’in, 25 Ocak 1991’de The New
York Times’da yer alan sözleri: “Europe
is an economic giant, a political dwarf
and a military worm - Avrupa ekonomik
bir dev, siyasi bir cüce ve askeri bir
solucandır”, http://www.nytimes.
com/1991/01/25/world/war-in-thegulf-europe-gulf-fighting-shatterseuropeans-fragile-unity.html
DOSYA
da tarihi bir anlaşmaya varılmasında rol oynaması, AB’nin
performansının iyileştiği alanlar oldu. Türkiye ile ilişkilerde
ümit verici bir iyileşme yaşandı, buna karşılık Ukrayna ve
Ermenistan ile Ortaklık Anlaşması konusunda yaşanan
sorunlar, AB’nin Rusya’dan gelen baskıya karşı etkin bir
politika geliştirmesi gerektiğini ortaya koydu.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika (B-): ECFR’ye göre, İran’ın
nükleer programına çözüm bulunması konusunda E3+31
formatındaki görüşmelerde yakalanan ivme dışında,
AB’nin Güney Akdeniz’deki performansı hayal kırıklığı yaratmaya devam etti. Başta Suriye ve Mısır’daki gelişmeler,
Avrupa Komşuluk Politikası’nın bölgedeki gelişmelere
cevap vermekteki yetersizliğini bir kez daha ortaya koydu.
Çok Taraflı Meseleler (B-): ECFR’ye göre AB, 2013
yılında, hızlı gelişen krizler ve oldukça karmaşık çok taraflı müzakereler nedeniyle sınandı. Mali ve Orta Afrika
Cumhuriyeti’ne müdahale eden Fransa’nın Üye Devletlerden sınırlı destek görmesi, buna bir örnek oluşturdu. Ayrıca, AB’nin Suriye’deki kriz ve iklim değişikliği konularındaki
diplomatik çabaları da hayal kırıklığı yarattı.
AB’NN EN ÖNEML BAARILARI
Bazı kesimler tarafından “ekonomik açıdan bir dev,
siyasi açıdan bir cüce”2 olarak görülen AB’nin, uluslararası
arenada etkili bir aktör olup olmadığı, AB alanında çalışmakta olan akademisyenlerin hala cevap aradığı soruların
başında geliyor. Küresel mali kriz ve Avro Alanı borç krizi,
AB’nin ekonomik başarı hikâyesini tehlikeye atarken;
19 65
uluslararası arenadaki etkinliğini de büyük ölçüde etkilemişti. ECFR raporu, 2013 itibarıyla AB’nin krizin dış politika
alanındaki etkilerinden toparlanma eğilimine girdiğini
doğruluyor. ECFR raporuna göre AB’nin en büyük iki başarısı, şüphesiz Sırbistan ile Kosova’nın AB arabuluculuğunda
sürdürülen üst düzey diyalogda ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde anlaşması ve E3+3 formatında İran’ın nükleer programına ilişkin geçici bir anlaşmaya varılması oldu.
Yüksek Temsilci Ashton’ın arabuluculuğunda Belgrad ve Priştine arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi
konusunda anlaşmaya varılması, AB için şüphesiz tarihi
bir başarıydı. AB’nin Mart 2011’de her iki taraftaki halkın
günlük hayatını kolaylaştırmak düşüncesiyle teknik konuların ele alındığı bir diyalog olarak başlayan girişimleri,
Ekim 2012’de Başbakanlar ve Yüksek Temsilci seviyesine
yükseltilerek oldukça tartışmalı ve hassas nitelikteki Kuzey
Kosova konusunun ele alındığı üst düzey siyasi bir diyalog
haline gelmişti. Yüksek Temsilci Ashton’ın diplomatik çabaları ve AB’nin yumuşak gücü sayesinde, saatlerce süren 10
çetin görüşmenin ardından, 19 Nisan 2013 tarihinde, Sırbistan Başbakanı Ivica Dačić ve Kosova Başbakanı Hashim
Thaçi arasında ilişkilerin normalleşmesi yönünde tarihi bir
anlaşmaya varılması, bir yandan AB’nin çekim gücünü koruduğunu teyit ederken, diğer yandan da Yüksek Temsilci
Ashton ve Avrupa Dış İlişkiler Servisi (EEAS) için bir başarı
hikâyesi olarak akıllara kazındı. Sırbistan ve Kosova arasında anlaşmanın sağlanmasında, Üye Devletler arasında
Kosova’nın statüsü konusundaki ayrılıkların sürmesine
47
rağmen, AB’nin Belgrad ve Priştine’ye AB ile bütünleşme
sürecinde ilerleme perspektifi sunması da buna büyük rol
oynadı.
İran’ın nükleer programı konusunda, E3+3 formatında sürdürülen görüşmelerde Kasım 2013’te varılan geçici
anlaşmada, şüphesiz AB’nin soruna siyasi bir çözüm bulunması yönünde yaptığı arabuluculuk faaliyetleri ve AB
Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın üstlendiği arabuluculuk büyük rol oynadı.
ECFR’ye göre, 2013 yılında, İran’ın nükleer programı konusunda Cenevre’de anlaşmaya varılması önemli bir kazanım
olsa da, AB’nin İran ile ilişkilerinde bunun ötesinde bir
iyileşme sağlanmadı. Ayrıca, İran’ın nükleer programına
ilişkin nihai bir çözüm bulunması yolunda E3+3’ün birlik
içerisinde hareket etmeyi sürdürüp sürdüremeyeceği konusunda önemli soru işaretlerinin bulunması da ECFR’ye
göre kalıcı bir anlaşma sağlanması konusundaki belirsizliği
artırıyor.
Raporda ayrıca, 2013 yılında AB ile ABD arasında TTIP
müzakerelerine başlanması ile AB-ABD ticari ilişkilerinde
yakalanan ivme de AB için büyük bir başarı öyküsü olarak
nitelendirildi. ABD ve AB GSYİH’sini yılda yüzde 1 oranında
artırması öngörülen TTIP, raporda, “İttifakın 1990’lı yıllardaki NATO genişlemesinden bu yana en muazzam girişimi”
olarak nitelendirildi.
AB’NN TÜRKYE NOTU: C
AB’nin Türkiye ile ilişkileri, ECFR raporunda, “Türkiye ile
ikili ilişkiler”, “Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve
insan hakları”, Türkiye ile Kıbrıs meselesi bağlamında ilişkiler” ve “Türkiye ile bölgesel konular bağlamında ilişkileri” olmak üzere dört alt başlıkta inceleniyor. 2013 yılında AB’nin
Türkiye ile ilişkiler alanında layık görüldüğü not ise “C”.
“Türkiye ile ikili ilişkiler” alt başlığında, AB’nin notu
geçtiğimiz yıl “C-”den bu yıl “C+”ya yükseldi. Bu bölümde, Türkiye-AB ilişkilerinde ve müzakere sürecinde 2013
yılında yaşanan iki en önemli gelişme olarak, 3,5 yıllık
durağanlığın ardından yeni bir başlığın müzakereye açılarak müzakere sürecindeki durağanlığın aşılmasına ve
Aralık 2013’te vize muafiyetine yönelik diyaloğun başlatılmasına yer verildi. Raporda, Kasım 2013’te Bölgesel
Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu başlığının müzakereye açılması ile dikkatlerin Yargı ve Temel Haklar ile
Adalet, Özgürlük ve Güvenlik başlıklarında (23 ve 24’üncü
başlıklar) yoğunlaştığı kaydedildi. Belçika, İtalya ve İsveç
gibi Üye Devletlerin bu başlıkların açılmasını istediği,
Almanya’nın ise bu duruma temkinli bir şekilde destek verdiği; buna karşılık GKRY’nin bu yönde bir karar alınmasını
bloke ettiği belirtildi. Vize muafiyeti konusunda, Geri Kabul
Anlaşması’nın imzalanması ile birlikte vize muafiyetine yönelik yol haritasının da resmiyet kazandığı kaydedildi.
AB, “Türkiye’de hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan
hakları” alt başlığındaki geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi
“C-” notuna layık görüldü ve AB, bu konudaki gelişmelere
seyirci kalmaktan öteye geçemediği için eleştirildi. Rapora
göre, 2013 yılında Türkiye’de yaşanan kimi olaylar, AB’yi
hazırlıksız yakaladı ve AB bu gelişmelere ilişkin tutarlı bir
politika izlemekte zorlandı.
AB, “Türkiye ile Kıbrıs meselesi bağlamında ilişkiler” alt
başlığında 2012 yılında olduğu gibi, 2013 yılında da “C-”
notuna layık görüldü. Rapora göre AB, Kıbrıs meselesine
bir çözüm bulunmasını destekliyor, buna karşılık taraflar
arasındaki müzakerelere seyirci kalmak dışında bir rol
üstlenemiyor. Raporda, GKRY’deki bankacılık krizinin müzakerelerde ilerleme sağlanmasına engel olduğu ve Kıbrıs
meselesinin AB’nin Türkiye’ye yönelik politikasını büyük
ölçüde zedelemeye devam ettiği belirtildi.
AB’nin “Türkiye ile bölgesel konular bağlamında ilişkileri” alt başlığında ise AB’nin notu, 2012 yılında “B-”den
2013 yılında “C+”ya geriledi. Bu konuda, Türkiye’nin Suriye
yönetimine ilişkin şahin bir söylem benimsediği kaydedilirken, AB’nin bu söylemin benimsenmesinde bir rol oynamadığı ifade edildi. Buna ek olarak, Türkiye ile AB arasında
İran ve Mısır konusunda da farklılıklar yaşandı.
48
NCELEME
Melih Özsöz, İKV Araştırma Müdürü
Derya Kap, İKV Uzman Yardımcısı
AB’NN YOLSUZLUKLA MÜCADELE KARNES
17 Aralık 2013 tarihinden bu yana, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları, Türkiye gündemini en fazla meşgul
eden konu. Konuya ilişkin yaşanan tartışmalarda, 2005 yılından bu yana üyelik müzakerelerini
sürdürdüğümüz AB’nin ismi daha fazla duyulur hale geldi. Bunun nedeni, yolsuzluk ve rüşvet
iddiaları ve sonrasında yaşanan gelişmeler konusunda AB tarafından yapılan açıklamalar ile
yolsuzlukla mücadeleye ilişkin AB müktesebatı, Türkiye’nin taraf olduğu, yolsuzlukla mücadeleye
ilişkin Avrupalı kurumlar ve daha önce bu kurumlar tarafından alınan kararlar ve yolsuzlukla
mücadele konusunda AB’deki uygulamalar.
Türkiye’de gündem yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile meşgulken, AB tarafında da ilginç bir gelişme
yaşandı. Avrupa Komisyonu, 3 Şubat 2014 tarihinde, AB çapında yolsuzlukla mücadele konusunun
ele alındığı ilk raporunu yayımladı. Rapora göre yolsuzluk, tüm AB üye ülkelerini olumsuz yönde
etkileyen bir konu olmasının yanı sıra yolsuzluğun AB ekonomisine etkisinin yılda 120 milyon
avronun üzerinde olduğu vurgulanıyor. Raporda, ülke ülke yolsuzluk ve yolsuzlukla mücadeleye
yönelik ulusal yasal mevzuatlara yer verilirken, söz konusu yasal mevzuatlardaki eksiklikler ve bu
eksikliklerin giderilmesine yönelik öneriler de yer alıyor.
Hiç şüphesiz, yolsuzlukla mücadele, sadece AB üyelik müzakereleri çerçevesinde değil; doğru,
sürdürülebilir ve etik yönetişim anlayışının en önemli bileşenlerinden bir tanesi. AB de, sadece
üyelik müzakerelerini sürdürdüğü ülkeler ile değil, üyelik perspektifi sunduğu veya sunmaya
hazırlandığı farklı coğrafyalardaki tüm ülkeleri ve kendisi için de yolsuzlukla mücadeleyi,
demokratikleşme gündeminin ön sıralarında tutuyor. AB’de yolsuzluk konusunda yapılan
düzenlemeler, genişleme süreci ile birlikte yeni politika alanlarının ortaya çıkması sonucunda büyük
ölçüde artarken; kişilerin, hizmetlerin, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, AB’yi yolsuzluk
gibi sınır aşan suçlara karşı daha açık hale getiriyor. AB’de yolsuzluk, sadece ekonomik çıkarlara
karşı değil, Birliğin temel değerlerini oluşturan demokrasi, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü
anlayışına karşı da bir tehdit olarak görülmeye başlanıyor. AB için son derece büyük öneme
sahip yolsuzlukla mücadele kapsamında, bu politika alanındaki AB uygulamalarını ve AB’nin ilk
yolsuzlukla mücadele raporunu, bu yazımızda ele alıyoruz.
19 65
49
AB’NN LK YOLSUZLUKLA MÜCADELE RAPORU
3 Şubat 2014 tarihinde, AB çapında yolsuzlukla mücadele konusunun ele alındığı ilk raporun kamuoyuna
açıklandığı toplantıda konuşan Avrupa Komisyonu’nun
İçişlerinden Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström, yolsuzluğun vatandaşların demokratik kurumlara ve hukuk devletine olan güvenlerini sarstığının altını çizdi. Malmström,
yolsuzluğun her yıl AB ekonomisini milyonlarca avro zarara
uğrattığını belirtirken, bu rakamın yıllık 120 milyon avronun üzerine çıktığını söyledi. Avrupa Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Üyesi, açıklamasında, üye ülkelerin yolsuzlukla mücadelede son yıllarda önemli adımlar attığını
ancak raporun sonuçlarının bu alanda üye ülkelerin daha
fazla çaba sarf etmek zorunda olduğunu ortaya çıkardığını
söyledi. Raporda, ülke temelinde önerilerde bulunulduğuna dikkat çeken Malmström, Avrupa Komisyonu olarak bu
alanda üye ülkeler ile ortak çalışmalar yapmaya her zaman
açık olduklarını da hatırlattı.
Raporla eş zamanlı olarak yayımlanan bir diğer ilginç
veri ise AB’nin resmi istatistik kuruluşu Eurostat’tan geldi1.
Avrupa Komisyonu’nun raporu ile aynı gün yayımlanan
Eurobarometre araştırması, AB üye ülke kamuoylarında
yolsuzluk konusunda var olan görüşleri ortaya koyması
açısından önemliydi. Söz konusu anket sonuçlarına göre,
AB vatandaşlarının yüzde 76’sı yolsuzluğun ülkelerinde
yaygın olduğunu düşünürken, yüzde 56’sı son üç yılda
ülkelerinde yolsuzluğun arttığına inanıyor. Avrupa vatandaşlarının yüzde 8’i ise son bir yılda yolsuzluğa birebir şahit
olduklarını söylüyor.
Görülüyor ki yolsuzluk, sadece AB’nin üyelik müzakerelerini sürdürdüğü ülkeler için değil, üyelik perspektifi
sunduğu veya sunmaya hazırlandığı farklı coğrafyalardaki
tüm ülkeler ve kendisi için de önemli bir konu. Konuyu Avrupa boyutuyla ele aldığımızda, Kopenhag Siyasi Kriterleri
arasında yolsuzlukla mücadelenin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Aynı zamanda Avrupa Komisyonu tarafından Türkiye’de dâhil tüm aday ülkeler için yayımlanan yıllık
ilerleme raporlarında, aday ülkelerin veya potansiyel aday
ülkelerin yolsuzlukla mücadelede gösterdiği veya gösteremediği çabalar mercek altına alınıyor. AB veya uluslararası
sözleşmeler yoluyla da yolsuzlukla mücadele, tüm ülkeler
için uluslararası bir geçerlilik haline geliyor. Ancak yüzlerce araca rağmen yolsuzluk, neredeyse tüm ülkeler için bir
gerçek. Eurostat’ın istatistiklerinden de anlaşılacağı üzere,
hem de yolsuzlukla mücadeleyi demokrasisinin en üst sıralarına yerleştirmiş Avrupa için bile.
1
Eurostat, “Yolsuzlukla
Mücadele”, Eurobarometre
2014, http://ec.europa.eu/
public_opinion/archives/ebs/
ebs_374_en.pdf
50
NCELEME
YOLSUZLUUN TANIMI
Yolsuzluk, birçok uluslararası sözleşmede çok farklı
şekillerde tanımlanıyor. En yalın şekliyle, “kamu gücünün
özel çıkarlar amacıyla kötüye kullanılması” (Dünya Bankası, www.worldbank.org/publicsector/anticorrupt/) olarak tanımlanabilen yolsuzluğun tarihi, insanlık tarihi ve
devletlerin kurulduğu dönemler kadar eskiye dayanıyor.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International)
tarafından yayımlanan 2013 Yılı Yolsuzluk Araştırması sonuçlarına göre, yolsuzluk dünya genelinde büyük bir sorun
olmayı devam ediyor2. 2013 Yolsuzluk Algısı Endeksine göreyse (2013 Corruption Perception Index), dünyada yolsuzlukla mücadelede “mükemmel” sayılabilecek, tek bir ülke
bile bulunmuyor. Söz konusu rapora göre, dünya üzerinde
yolsuzluğun en az görüldüğü ülkeler Danimarka ve Yeni
Zelanda; bu iki ülkeyi Finlandiya, İsveç, Norveç ve Singapur, İsviçre, Hollanda, Avustralya ve Kanada takip ediyor ve
bu ülkeler, yolsuzluk konusunda dünyanın en temiz ilk 10
ülkesini oluşturuyor. 175 ülkenin yer aldığı listede Türkiye,
Malezya ile birlikte 53’üncü sırada yer alıyor.
2
Uluslararası Şeffaflık Örgütü,
http://www.transparency.org/
cpi2013/results
3
Rıdvan Erbaş, “Avrupa Birliği
Yolsuzlukla Mücadele Politikası”,
2013, https://anahtar.sanayi.
gov.tr/tr/news/-avrupabirligi-yolsuzlukla-mucadelepolitikasi/308
4
Lizbon Antlaşması Madde 83,
http://www.abgs.gov.tr/files/
pub/antlasmalar.pdf
5
Stockholm Programı, http://
eur-lex.europa.eu/LexUriServ/
LexUriServ.do?uri=OJ:C:2010:115
:0001:0038:en:PDF
6
Council of Europe Group of
States against Corruption-GRECO,
http://www.coe.int/t/dghl/
monitoring/greco/default_en.asp
AB’DE YOLSUZLUKLA MÜCADELE
AB’de yolsuzluk konusunda yapılan düzenlemeler,
genişleme süreciyle birlikte yeni politika alanlarının ortaya çıkması sonucunda büyük ölçüde arttı. Kişilerin, hizmetlerin, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, AB’yi
yolsuzluk gibi sınır aşan suçlara karşı daha açık hale getirirken, AB’de yolsuzluk, sadece ekonomik çıkarlara karşı
değil, Birliğin temel değerlerini oluşturan demokrasi, yargı
bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü anlayışına karşı da bir
tehdit olarak görülmeye başlandı3.
Genişleme boyutunda, AB’de yolsuzlukla mücadeleden bahsedildiğinde belki de ilk bakılması gereken yer,
“Yargı ve Temel Haklar” başlığını taşıyan fasıldır. TürkiyeAB üyelik müzakereleri sürecinin 23 numaralı başlığını
oluşturan bu fasıl, genel itibarıyla Birliği bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı olarak koruma ve geliştirmeyi amaçlıyor. Bu anlayış çerçevesinde, söz konusu fasıl, yargının
bağımsızlığı, tarafsızlığı ve etkinliği; yolsuzlukla mücadele
ve ifade özgürlüğünü de içeren temel insan hakları ile AB
vatandaşlık hakları olmak üzere dört ana başlığı içeriyor.
19 65
AB, yolsuzluğun demokratik kurumların istikrarı ve
hukukun üstünlüğü için oluşturduğu ciddi tehdit nedeniyle, yolsuzlukla mücadele edilmesi ve caydırıcılığının artırılmasına yönelik kuvvetli bir yasal çerçeve oluşturmuştur. Bu
çerçevede, Lizbon Antlaşması’nın 83’üncü Maddesi (Roma
Antlaşması Madde 31), yolsuzluğu “sınır ötesi boyutu olan
ciddi suçlar” kapsamına alıyor ve Avrupa Parlamentosu ile
Konsey’e, bu suçlara ilişkin asgari kuralları belirleme yetkisi
veriyor4.
Ayrıca AB, aralarında yolsuzlukla mücadelenin de
bulunduğu, üye ülkelerde hukuktan eğitime 170’den fazla
alanda ortak düzenleme öngören ve 2010 yılında kabul
edilen Stockholm Programı (Stockholm Programme) kapsamında Avrupa Komisyonu’na, üye ülkelerdeki yolsuzlukla mücadele eylem ve çabalarını takip etme yetkisi vermiştir. Söz konusu Program kapsamında ayrıca, Komisyon,
Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ülkeler Grubu (Council of
Europe Group of States against Corruption-GRECO) ile birlikte kapsamlı bir AB yolsuzlukla mücadele politikası geliştirilmesinden de sorumludur5.
Bu noktada, özellikle ülkemizde Avrupa Komisyonu
İlerleme Raporları ile ismini duymaya alıştığımız, Avrupa
Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ülkeler Grubu veya bilinen ismiyle
GRECO ile ilgili bazı bilgiler verelim.
Kısa ismiyle GRECO, Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi’nin, yolsuzluklara karşı uluslararası bir eylem
programı geliştirme amacıyla, 1994 yılında oluşturduğu
Çok Disiplinli Yolsuzlukla Mücadele Grubu’nun (Multidisciplinary Group on Corruption), 1 Mayıs 1999 tarihi itibarıyla aldığı yeni isim ve fonksiyona denk gelmektedir.
Yolsuzluklarla mücadelede yol gösterici prensipler ve stratejiler oluşturmak üzere etkin bir mekanizmaya sahip olan
GRECO’nun temel amacı, üye ülkelerin yolsuzlukla mücadele sistemlerinin gözlenmesi ve bu ülkelerde yolsuzlukla
mücadele kapasitesinin artırılmasına yardımcı olmak olarak öne çıkıyor. Bu sebeple GRECO, yolsuzlukla mücadele
alanında ülkelerin ulusal mevzuatlarındaki yetersizlikleri
ve eksiklikleri inceliyor; gerekli yasal, kurumsal düzenlemelerin yapılmasını ve reformların hayata geçirilmesi
süreçlerine katkıda bulunuyor6. Türkiye’nin, 1 Ocak 2004
tarihinden bu yana GRECO üyesi olduğunu da belirtelim.
51
Hiç şüphesiz AB’nin yolsuzluklarla mücadele stratejisi, Stockholm Programı ve Avrupa Komisyonu ile GRECO
arasındaki iş birliğiyle sınırlı değil. Zaman içerisinde AB
müktesebatında da yolsuzluklarla mücadele konusunda
önemli adımlar atılmış ve Birliğin bu alandaki yetkinliği
pekiştirilmiştir. Bu çerçevede atılan adımlardan bazıları şu
şekilde sıralanabilir;
O
1997 tarihli Organize Suçla Mücadele İçin Eylem Planı
ile yolsuzluğa karşı kapsamlı bir politika oluşturulmuştur;
O 1998 tarihli Viyana Eylem Planı ile yolsuzluk, organize
suç kapsamına alınmış, yolsuzluk suçlarının ve buna
verilecek cezaların asgari şartları belirlenmiştir;
O 2000 tarihli Organize Suçların Önlenmesi ve Kontrolüne İlişkin Milenyum Stratejisi ile yolsuzluğa karşı
daha genel ve kapsamlı bir AB politikası geliştirilmesi
hedeflenmiştir;
O 2003 tarihinde, AB üyesi, aday olan ülkeler ve üçüncü
ülkelerde yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesine
ilişkin 10 temel ilke belirlenmiştir;
O 2011 tarihli, “AB’de Yolsuzlukla Mücadele” başlıklı Avrupa Komisyonu Bildirisi ile yolsuzlukla mücadeleye
düzenli bir değerlendirme mekanizmasının kurulmasına karar verilmiştir.
AB’DE YOLSUZLUKLA MÜCADELEDE SON DURUM
Yolsuzlukla mücadele alanında AB’de var olan kapsamlı yasal ve idari düzenlemelere karşın, AB üye ülkelerinin yolsuzluk karnesine bakıldığında, parlak bir tablo ile
karşılaşmak mümkün değil. Avrupa Komisyonu’nun 3 Şubat 2014 tarihinde açıkladığı, Birliğin ilk Yolsuzlukla Mücadele Raporu’na göre, yolsuzluk, AB çapında neredeyse
tüm üye ülkelerde görülen bir durum; ancak yolsuzluğun
boyutları, ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor7.
Raporda AB çapında yolsuzluk ile ilgili şu temel tespitler yer alıyor:
1. Denetim Mekanizmaları:
a. Üye ülkeler arasında yolsuzluğu engellemeye yönelik
politikalar (etik kurallar, bilinç artırma faaliyetleri,
kamu yararına bilgilere kolay erişim gibi) kapsamında
ciddi farklılıklar mevcut. Kimi üye ülkeler sıkı politikalar uygulamak suretiyle yolsuzlukla etkin mücadele
ederken, kimi üye ülkelerin söz konusu politika ve önleyici tedbirleri uygulamada sınırlı düzeyde kaldıkları
görülüyor.
b. Birçok üye ülkede, özellikle yerel düzeyde kamu kurumlarının iç ve dış denetim mekanizmaları aracılığıyla takibi konusunda ciddi sıkıntılar mevcut.
c. Çıkar çatışmasına ilişkin kurallar konusunda AB üye
ülkeleri arasında büyük farklar mevcut olmakla birlikte, özellikle çıkar çatışmalarının beyanının kontrolüne
ilişkin mekanizmalar yetersiz. Çıkar çatışmalarının
ihlali durumlarında ise, mevcut ceza ve yaptırımlar
uygulanmıyor.
2. Kovuşturma ve Cezalandırma:
a. Neredeyse tüm üye ülkelerde yolsuzluğu suç sayan yasal düzenlemeler mevcut olmakla birlikte, söz konusu
yasal düzenlemeler Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve mevcut AB müktesebatı ile uyumlu halde. Ancak
başta, özel sektörde yolsuzlukla mücadele edilmesini
içeren 2003/568/JHA Sayılı Çerçeve Kararı olmak üzere, bir takım AB düzenlemelerinin ulusal mevzuatlara
aktarımında sorunlar yaşanıyor. Kimi üye ülkeler, söz
konusu yasal düzenlemeleri, ulusal mevzuatlarına
farklı düzeylerde aktardıkları görülüyor.
b. Yolsuzlukların kovuşturulması ve cezalandırılması
konularında AB üye ülkeleri arasında ciddi uygulama
farklılıkları bulunuyor. Kimi üye ülkeler yolsuzluk davalarının kovuşturulması ve cezalandırılmasında sert
tedbirlere başvururken, kimi üye ülkelerde yolsuzluk
soruşturmalarının çok uzun sürdüğü ve sonuçlandırılmadığı görülüyor.
c. Yolsuzluğa ilişkin ulusal istatistikler konusunda birçok
üye ülke ciddi eksiklik yaşarken, kimi üye ülke ulusal
parlamentolarında mevcut olan milletvekili dokunulmazlığı sebebiyle, yolsuzlukla mücadelede ciddi sıkıntılar yaşanıyor.
3. Siyasi Boyut:
a. Siyasi hesap verebilirlik, birçok üye ülke için önemli
bir sorun olmaya devam ediyor. Merkezi ve yerel yönetimlerde siyasi partilerin birçoğunda etik kurallar
konusunda eksiklikler var.
b. Siyasi partilerin finansmanı konusunda, her ne kadar
birçok üye ülkede yasal mevzuat uygulamada olsa da,
siyasi partilerin yasa dışı finansmanına ilişkin engelleyici tedbirler, AB çapında kısıtlı düzeyde uygulanabiliyor.
AB’DE YOLSUZLUKLA
MÜCADELEDE RSKL ALANLAR
Raporda yer verilen bir diğer önemli bilgi ise yolsuzlukla mücadele kapsamında AB çapındaki riskli alanlar.
Rapora göre, üye ülkelerde genelde yerel yönetimler düzeyinde yolsuzluk çok daha yaygın durumda. Özellikle iç ve
dış denetim mekanizmalarının yerel düzeyde etkin olarak
kullanılamadığı görülüyor. Bir başka çıktı ise, yolsuzluğun
yaygınlaştığı sektörlere ilişkin: Rapora göre birçok üye ülkede kentsel kalkınma, inşaat ve sağlık hizmetleri alanlarında
yolsuzluk, diğer alanlara göre çok daha fazla görülüyor.
Kamu kurumları ve kamunun sahip olduğu kuruluşlarda
yolsuzluğun çok daha büyük boyutlarda gerçekleşiyor olması ise Raporun bize söylediği bir diğer önemli bilgi.
Rapor ve AB resmi istatistik kurumunun verileri birlikte analiz edildiğinde, ortaya çıkan sonuç ise şu: Aday ülkelerde de olduğu gibi, AB üye ülkelerinin yolsuzlukla mücadelesi, beklenen seviyede değil. Dolayısıyla üye ülkeler,
Avrupa Komisyonu ve diğer Avrupalı kurumlara, AB içinde
yolsuzluğun önlenmesi ve cezalandırılması konusunda çok
daha fazla iş düşüyor.
7
Avrupa Komisyonu, Yolsuzlukla
Mücadele Raporu, 2014, http://
ec.europa.eu/anti-corruptionreport
52
NCELEME
Av. Sevde Pelen, Fırat İzgi Avukatlık Ortaklığı
YEN TÜKETC HAKLARININ
KORUNMASI HAKKINDAK KANUN’UN
GETRD DEKLKLER
28 Kasım 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan ve bu tarihten altı ay sonra yürürlüğe
girecek olan 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, yürürlükten kalkacak
olan 7487 Sayılı Kanun’un bazı hükümlerinde çeşitli değişiklikler yapmakla kalmayıp,
yürürlükteki Kanun’da yer almayan yeni düzenlemeler de getiriyor. Bu değişikliklerin ve
yeni düzenlemelerin etki alanı tüketicilerle sınırlı kalmıyor; satıcı, sağlayıcı, ithalatçı, üretici
ve benzeri sıfat ile tüketici ile yapılan sözleşmelerin karşı tarafını oluşturan gerçek ve tüzel
kişilerin parçası olduğu birçok sektörü de kapsıyor.
19 65
53
Y
eni Kanun’da tüketici, ticari veya mesleki olmayan
amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi olarak
tanımlanmış ve uzun süredir uygulamada tartışma konusu olan tüketici işlemi kavramı yeniden ele alınarak genişletilmiştir. Yeni kanuna göre tüketici işlemi, mal
veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak
üzere, ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun
adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık,
sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil
olmak üzere, her türlü sözleşme ve hukuki işlemdir. Bu tanım
ile, yürürlükteki Kanun’un yaratmış olduğu, tacirlerin ticari
faaliyetleri dışındaki kullanımlarına ilişkin aldıkları mal ve
hizmetlerin tüketici işlemi olarak tanımlanıp tanımlanmayacağına ilişkin tartışmalara da son verilmiştir.
Yeni Kanun, tekrardan kaçınmak maksadı ile, tüketici
sözleşmelerinde uygulanacak temel ilkeleri tek bir maddede düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, yazılı olarak
düzenlenmesi öngörülen tüm tüketici sözleşmeleri en az
12 punto büyüklüğünde, anlaşılabilir bir dilde, açık, sade
ve okunabilir bir şekilde düzenlenecek olup, bu sözleşmelerin bir nüshası kâğıt üzerinde veya kalıcı veri saklayıcısı
ile tüketiciye verilecektir. Sözleşmede yer alan bir hükmün
açık ve anlaşılır olmaması veya birden çok anlama gelmesi
halinde, bu hüküm, tüketicinin lehine yorumlanacaktır.
CAYMA HAKKI SÜRES UZATILDI
Cayma hakkı süresi her tüketici sözleşmesi için ayrı
ayrı düzenlenmekte olup, bu süre, yürürlükteki Kanun’da
genel olarak yedi gündü. Yeni Kanun ile cayma hakkı süresi uzatılmıştır. Tüketicinin, 14 gün içinde herhangi bir
gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin ön ödemeli konut satış sözleşmesinden, devre tatil ve uzun süreli
tatil sözleşmelerinden, tüketici kredisi sözleşmelerinden,
mesafeli sözleşmelerden ve iş yeri dışında kurulan sözleşmelerden cayma hakkına sahip olması hedeflenmiştir.
Bu süre, taksitle satış sözleşmelerinde ise yedi gün olarak
kalmıştır.
Yeni Kanun ile temerrüt hali dâhil olmak üzere, bileşik
faiz uygulanmasının yasaklanması da hedeflenmektedir.
Ayıplı mala ilişkin olarak, yeni düzenlemeye göre, teslim tarihinden itibaren altı ay içinde ortaya çıkan ayıpların,
teslim tarihinde var olduğu kabul edilecek ve malın ayıplı
olmadığının ispat yükünün, satıcıya ait olduğu sonucuna
ulaşılacaktır. Tüketicinin, malın teslim veya hizmetin ifa
tarihinden itibaren 30 gün içerisinde ayıbı satıcıya veya
sağlayıcıya bildirme yükümlülüğü yeni Kanun ile kaldırılacaktır. İkinci el satışlarda da satıcının ayıplı maldan sorumluluğu, yeni Kanun ile düzenlenmiş olup, bu süre bir
yıldan, konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda ise üç
yıldan az olamayacaktır.
TÜKETC KREDLERNDE YENLKLER
Tüketici kredisi sözleşmelerinde faiz oranına ilişkin
yeni düzenlemeler getirilmiştir. Bu yeni düzenlemeler
ışığında, belirli süreli tüketici kredisi sözleşmelerinde faiz
oranı sabit olarak belirlenecektir ve sözleşmenin kurulduğu tarihte belirlenen bu oran, tüketici aleyhine değiştiri-
54
NCELEME
lemeyecektir. Ayrıca, tüketici kredisi sözleşmelerinde akdî
faiz, efektif yıllık faiz veya kredinin toplam maliyetinin yer
almaması durumunda, kredi tutarı faizsiz olarak sözleşme
süresinin sonuna kadar kullanılacak; efektif faiz oranı olduğundan düşük gösterilmişse, kredinin toplam maliyetinin hesaplanmasında esas alınacak akdî faiz oranı, düşük
gösterilen efektif faiz oranına uyacak şekilde yeniden
belirlenecektir. Bu hâllerde ödeme planının, yapılan değişikliklere göre yeniden düzenlenmesi hedeflenmektedir.
Borcun tamamının ifasını talep edebilmek için gerekli
muacceliyet uyarısının süresi uzatılmıştır. Tüketici kredisi
sözleşmelerinde tüketicinin temerrüde düşmesi halinde,
kredi veren, uygun şartların varlığında borcun tamamının
ifasını talep edebilmesi için yürürlükteki Kanun’a göre en
az bir hafta süre vererek muacceliyet uyarısında bulunmak
zorundayken, bu süre yeni Kanun ile 30 güne çıkartılmıştır.
Yeni Kanun, tüketici kredisi ile paralellik gösteren
“bağlı kredi” terimini ilk kez kullanmış ve ayrı bir madde ile
bağlı kredileri düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, tüketici kredi sözleşmelerindeki bağlı kredilerde mal veya hizmet, hiç ya da gereği gibi teslim veya ifa edilmez ise, satıcı,
sağlayıcı ve kredi veren, tüketicinin satış sözleşmesinden
dönme veya bedelden indirim hakkını kullanması hâlinde
müteselsilen sorumlu olacaktır. Tüketicinin bedelden indirim hakkını kullanması hâlinde, bağlı kredi de bu oranda
indirilecek ve ödeme planı buna göre değiştirilecektir. Tüketicinin sözleşmeden dönme hakkını kullanması hâlinde,
o güne kadar yapmış olduğu ödemenin iadesi hususunda
19 65
satıcının, sağlayıcının ve kredi verenin müteselsilen sorumlu olduğu sonucuna ulaşılması arzu edilmektedir.
Banka hesabına ilişkin yeni düzenlemeler getirilmiştir.
Yeni Kanun’un getirdiği düzenlemeye göre, süreli kredi
sözleşmesine veya konut finansmanı sözleşmesine ilişkin
bir hesap açılması ve bu hesaptan sadece kredi ile ilgili işlemler yapılması durumunda, tüketiciden bu hesaba ilişkin
herhangi bir isim altında ücret veya masraf talep edilemeyecektir. Bu hesap, tüketicinin aksine yazılı talebi olmaması hâlinde, kredinin ödenmesi ile kapanacaktır.
Yeni Kanun, tüketicinin açık talimatı olmaksızın, belirli
süreli kredi sözleşmesi veya konut finansmanı sözleşmesi
ile ilişkili bir kredili mevduat sözleşmesinin de yapılmasının
önüne geçmeyi hedeflenmektedir.
Yeni Kanun’un getirdiği önemli diğer bir değişiklik
ise kredi kartlarına ilişkindir. Yeni düzenlemeye göre, kart
çıkaran kuruluşlar, tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı türü
sunmak zorunda olacaktır.
Banka ve benzeri kuruluşların tüketiciden alacakları
ödemeler de, yeni Kanun ile düzenlenmiş; bankalar, tüketici kredisi veren finansal kuruluşlar ve kart çıkaran kuruluşlar tarafından tüketiciye sunulan ürün veya hizmetlerde,
tüketiciden faiz dışında alınacak her türlü ücret, komisyon
ve masraf türlerinin, bunlara ilişkin usul ve esasların Bakanlığın görüşü alınarak ve tüketiciyi koruyacak şekilde
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından
belirleneceği öngörülmüştür.
55
Yeni Kanun, yapı ruhsatı alınmadan, tüketicilerle ön
ödemeli konut satış sözleşmesinin yapılmasının önüne
geçmeyi de hedeflemektedir. Yeni düzenlemeye göre, bu
sözleşmenin kurulmasından en az bir gün önce, Bakanlıkça
belirlenen hususları içeren ön bilgilendirme formu tüketicilere verilecektir. Ayrıca satıcı, ancak Bakanlıkça projedeki
konut adedi ya da projenin toplam bedeli kriterine göre
belirlenecek büyüklüğün üzerindeki projeler için ön ödemeli konut satışına başlayabilecektir. Devir veya teslim
süresi ise sözleşme tarihinden itibaren 36 ayı geçemeyecektir.
Yürürlükteki Kanun, sadece devre tatili sözleşmesinin
unsurlarını belirten bir tanımlama yaparak, usul ve esasların Bakanlıkça belirlendiğini belirtmektedir. Yeni Kanun
ise, devre tatil sözleşmesine ek olarak, uzun süreli tatil hizmeti sözleşmesini de aynı madde içinde düzenlemiş ve bu
madde içinde birçok ayrıntıya yer vermiştir. Önceden, en
az üç yıl süreli olması gereken devre tatil sözleşmelerinin,
sadece bir yıldan uzun süreli olması yeterli olacaktır. Devre
tatile konu taşınmazın inşa edileceği arsa için yapı ruhsatı
alınmadan tüketicilerle ön ödemeli devre tatil sözleşmesi
yapılamayacaktır. Tüketicilere devre tatil, uzun süreli tatil
hizmeti ve değişim sözleşmeleri kurulmadan en az bir gün
önce Bakanlıkça belirlenen hususları içeren ön bilgilendirme formu verilecektir. Devre tatil amaçlı taşınmazın ön
ödemeli satışında devir ve teslim süresi, sözleşme tarihinden itibaren 36 ayı geçmeyecektir.
Yeni Kanun’a göre, paket tur sözleşmesinin kurulmasından önce tüketiciye ön bilgilendirme amaçlı broşür verilmesi zorunlu olacaktır.
Yeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile belirli süreli abonelik sözleşmelerine, sözleşmenin belirlenen süre kadar
uzayacağına ilişkin hükümler konulamayacaktır. Abone-
lik sözleşmesinin uzamasının tek yolu, sözleşmenin sona
ereceği tarihe kadar tüketicinin talepte bulunması ve onay
vermesi olacaktır. Ayrıca tüketiciye, belirsiz süreli veya süresi bir yıldan uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini
herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin istediği zaman feshetme hakkı tanınmıştır. Satıcı veya
sağlayıcı, abonelik sözleşmesinin tesis edilmesini sağlayan
yöntemden daha ağır koşullar içeren bir fesih yöntemi belirleyemeyecektir.
Tüketici Haklarının Korunması Hakkında Kanun’da
yeni bir terim olan “piramit satış”, yeni Kanun ile ayrı bir
maddede düzenlenerek piramit satış sisteminin kurulması,
yayılması veya tavsiye edilmesi yasaklanmış, böylece kapıdan kapıya satışın kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi
hedeflenmiştir.
Yeni Kanun’da, kapıdan satış yerine onu da içine alan
iş yeri dışında kurulan sözleşmelerin düzenlenmesi ile yetinilmiş ve bu sözleşmelerin Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş satıcı veya sağlayıcılar tarafından kurulacağı
belirtilmiştir.
İndirimli satışlarda fiyat etiketinde nelerin gösterilmesi gerektiğini de yeni Kanun’da şu şekilde listelemiştir:
İndirimli satışa konu edilen mal veya hizmetlerin indirimli satış fiyatı, indirimden önceki fiyatı, tarife ve fiyat
listeleri.
Tüm bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, yeni
Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, basit birkaç
değişiklikle sınırlı kalmamış ve etki alanı birçok sektörü
kapsayan geniş bir alana yayılmıştır. Ayrıca, hem Türk
mevzuatında yeni olan terimler kullanılmış hem de kimi
düzenlemelerin kapsamı genişletilmiştir. Kısacası Kanun
güncellenerek, günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek
duruma getirilmeye çalışılmıştır.
56
GÜNCEL
BABAKAN ERDOAN
ALMANYA’YA RESM BR ZYARET GERÇEKLETRD
19 65
57
Z
iyaret sırasında, önce Berlin’deki Alman Dış Politika
Cemiyeti’nde bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan, 2014 yılının Türkiye-AB ilişkileri bakımından
tarihi bir yıl olacağını belirtti. Ardından, çalışma yemeğinde
Almanya Şansölyesi Angela Merkel ile bir araya gelen Başbakan Erdoğan, mevkidaşının davetine icabet etmekten
duyduğu mutluluğu dile getirdi ve Almanya’da Aralık ayında
kurulan koalisyon hükümetine başarılar diledi.
Çeşitli konularda görüş alışverişinde bulunan liderlerin
gündeminde, Türkiye-AB ilişkileri öncelikli maddelerden
birisiydi. Konuyla ilgili olarak, AB sürecine vermiş oldukları destek sebebiyle Almanya’ya teşekkür eden ve bunun
artarak devamını özellikle rica ettiğini belirten Başbakan
Erdoğan, önümüzdeki dönemde GKRY tarafından bloke
edilen başlıklar arasında yer alan 23 ve 24’üncü başlıkların açılmasının önemine dikkat çekti. Bu konuda Şansölye
Merkel’in desteğini isteyen Erdoğan, Türkiye ve Almanya’yı,
“AB’nin hem stratejik hem de ekonomik konularda küresel
Başbakan Erdoğan, 3-4 Şubat 2014
tarihlerinde, Almanya Şansölyesi Angela
Merkel’in daveti üzerine Almanya’ya resmi
bir ziyarette bulundu.
düzeyde oynayacağı rolü güçlendirebilecek iki ülke” olarak
tanımladı. Görüşmede, Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması’nın
imzalanmasının ardından yürütülecek vize muafiyeti müzakerelerinde Almanya’nın yapıcı ve destekleyici tutumunu bundan sonra da sergilemesini arzu ettiğini ifade eden
Başbakan Erdoğan, Türkiye ile Almanya arasındaki verimli iş
birliğinin yeni hükümet döneminde de güçlenerek süreceğine inandığını vurguladı. Türkiye’nin AB üyelik süreciyle ilgili
olarak, göreve geldiği günden beri aynı mesajı veren Şansölye Merkel ise, sürecin ucunun açık olduğunu vurguladı ve
katılım müzakerelerinin sürdürülmesinin önemine dikkat
çekti. Hatırlanacağı üzere, Türkiye’nin AB katılım müzakerelerinde en fazla başlık, Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı
sırasında açılmıştı.
Erdoğan-Merkel görüşmesinde üzerinde durulan
önemli konulardan bir diğeri de Suriye meselesi oldu. Suriye
konusunda Cenevre I ve Cenevre II görüşmelerinde istenilen
sonuca ulaşılamadığını hatırlatan liderler, mevcut durumu
masaya yatırarak, önümüzdeki dönemde atılacak adımları
görüştüler. Türkiye’de 700 bine yakın sığınmacı olduğunu
belirten Başbakan Erdoğan, bugüne kadar 2,5 milyar dolara
yakın harcama yapıldığına, BM’den gelen harcamaların ise
ancak 130 milyon doları bulduğuna dikkat çekti.
Almanya’da yaşayan üç milyon nüfuslu Türk toplumunun çeşitli sorunlarını teati etme fırsatı yakaladıklarına da
değinen Başbakan Erdoğan, Federal Parlamento’da 11 Türk
kökenli milletvekilinin yer almasını ve Göç, Mülteciler ve
Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanlığı makamına ilk kez Türk
kökenli Sosyal Demokrat Parti milletvekili Aydan Özoğuz’un
atanmış olmasını memnuniyetle karşıladığını belirtti. Bu
siyasetçilerin başarı hikâyelerinin genç nesillere ilham kaynağı olacağını söyleyen Erdoğan, Alman makamlarıyla Türkiye’deki Yüksek Seçim Kurulu arasındaki mutabakat sonrasında, yedi ayrı noktada, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı
seçimi ilk olmak üzere Almanya’daki Türk vatandaşlarının oy
kullanma şansı olacağının müjdesini verdi.
Erdoğan-Merkel görüşmesinde ayrıca Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler, çifte vatandaşlık,
turizm, enerji güvenliği, 2014 Türk-Alman Bilim Yılı ve TürkAlman Üniversitesi konuları da ele alındı.
Başbakan Erdoğan, mevkidaşı Angela Merkel’den sonra Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier ile de
bir araya gelerek bölgede ve uluslararası alanda öne çıkan
sorunlar konusunda görüş alışverişinde bulundu. Almanya
Dışişleri Bakanı Steinmeier, Başbakan Erdoğan ile görüşmesinden bir gün önce de Ahmet Davutoğlu ile bir araya
gelmiş, görüşmenin ardından Almanya olarak Türkiye’nin
AB’ye üyelik müzakerelerinde ilerleme sağlamaya çalışacaklarını, insan hakları ve adalet konularını kapsayan 23 ve
24’üncü başlıkların üzerindeki engellerin kaldırılması için
AB nezdinde girişimde bulunacaklarını söylemişti. Konuyla
ilgili olarak, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, düzenlenen ortak
basın toplantısında, son dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde
ciddi bir canlanma olduğunu vurgulamış ve yeni başlıkların
açılmasının beklendiğini kaydetmişti.
58
GÜNCEL
UKRAYNA’DA SYAS DEPREM
82 kişinin ölümüne yol açan ve üç aydır devam eden gösteri ve çatışmalar sonrasında, Ukrayna
Cumhurbaşkanı Yanukoviç görevinden azledildi: Ukrayna Parlamentosu, 22 Şubat 2014’te yapılan
oturumda, üçte ikinin üzerinde bir çoğunluk ile Cumhurbaşkanı Yanukoviç’i görevden azletti. Parlamento,
Ceza Kanunu’nda da değişiklik yaparak, eski Başbakan Yuliya Timoşenko’nun hapisten salıverilmesini
onaylarken, Ukrayna Demokratik İttifakı lideri Vitali Klitschko, amaçlarının Ukrayna’yı modern bir Avrupa
devleti yapmak olduğunu söyledi. Ukrayna’nın, nüfusun çoğunluğunun Rusça konuştuğu doğu bölgeleri ise
Cumhurbaşkanı Yanukoviç’e bağlılıklarını ilan ediyor ve bölgelerini yerel idarelerin yöneteceğini açıklıyor.
H
atırlanacağı üzere, 21 Şubat tarihinde, üç
AB dışişleri bakanının arabuluculuğu ile
Cumhurbaşkanı ve muhalefet arasında bir
barış anlaşması imzalanmıştı. Anlaşma, erken seçim ve Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kısıtlayan 2004
Anayasası’na dönülmesini içeriyor ve Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin 25 Mayıs’ta yapılması planlanıyor.
Parlamento kararı ile özgürlüğüne kavuşan eski
Başbakan Yuliya Timoşenko Maidan Meydanı’nda göstericilere seslenirken, Kiev’i terk eden Yanokoviç ise
19 65
olayları bir darbe olarak nitelendirdi ve 1930’larda
Nazilerin iktidara gelmesine benzetti. 46 milyon
nüfusa sahip olan ve özellikle Rusya’dan Avrupa’ya
doğal gaz ihracatında transit ülke konumunda bulunan Ukrayna’nın bölünmesi endişeleri karşısında
AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi
Catherine Ashton da bir bildiri yayımladı ve AB’nin
Ukrayna’da herkesin ülkenin birliği, egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü koruyacak şekilde
sorumlu davranmasını beklediğini kaydetti.
59
AB, UKRAYNA’YA YAPTIRIM
UYGULAMA KARARI ALDI
Diğer yandan, 20 Şubat’ta toplanan AB Dışişleri Bakanları, Ukrayna’da şiddetten sorumlu olan ve orantısız güç
kullananlara karşı yaptırım uygulama kararı aldı. Yaptırıma
yönelik önlemler arasında banka hesapları ve varlıkların
dondurulması, şiddet ve insan hakları ihlallerinin sorumluları için vize yasağı ve halka karşı kullanılabilecek teçhizatla
ilgili ihracat izinlerinin askıya alınması yer alıyor.
AB Dışişleri Bakanları toplantısının sonuçlarında,
Ukrayna’da giderek kötüleşen durum ile ilgili duyulan endişe de ifade edildi ve şiddetin durdurulması, insan hakları ve
temel özgürlüklere saygı gösterilmesi ve insan hakları ihlallerinin hızla araştırılması çağrısında bulunuldu. Hükümete,
azami derecede temkinli davranılması; muhalefete ise şiddet ve radikal eylemlere karışanlara karşı mesafeli bir tutum
almaları telkin edildi.
Bakanlar ayrıca, Ukrayna’daki siyasi krize kalıcı bir
çözüm bulunmasının anayasal reforma, yeni bir kapsayıcı
hükümetin kurulmasına ve demokratik seçimlerin yapılabilmesi için uygun koşulların hazırlanmasına bağlı olduğunu
belirtti. AB’nin, reform sürecinde Ukrayna’ya destek vermeye hazır olduğu; siyasi ortaklık ve ekonomik entegrasyon
önerilerinin hâlâ geçerli olduğu; Ortaklık Anlaşması’nın ABUkrayna iş birliğindeki son nokta olmayacağı; AB’nin, AB ve
Ukrayna arasında insani temasları artırmaya bağlı olduğu
ve bu amaçla vize kolaylaştırma anlaşmasının sunduğu olanakların kullanılması gerektiği hatırlatıldı.
AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ise yaptığı açıklamada, “Durumun yatıştırılması ve siyasi bir çözüm bulunması için tüm taraflara içerici
ve anlamlı bir diyaloğa girmeleri çağrısında bulunuyoruz.
Bu diyaloğun başlatılmasında esas sorumluluk Cumhurbaşkanı Yanukoviç’tedir” dedi.
Bu arada, Rusya ile diplomatik diyaloğun devam ettiği, ABD ile atılan adımların koordine edildiği de bildiriliyor.
Toplantıdan önce Almanya, Polonya ve Fransa Dışişleri Bakanları, hükümet karşıtı gösterilerin sürdüğü Ukrayna’nın
başkenti Kiev’de, Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç ve muhalefet liderleriyle görüştü; Kiev’de bulunan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Grigoriy Karasin ise AB yetkililerinin
Ukrayna’dan talepte bulunmalarının uygun olmayacağı
uyarısında bulundu.
Ülkedeki protestolar, geçtiğimiz Kasım ayında Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in AB ile imzalanması planlanan Ortaklık
Anlaşması’nı askıya alıp Rusya ile daha yakın ilişkileri tercih
etmesinden sonra başlamıştı.
60
GÜNCEL
CENEVRE II GÖRÜMELERNDE
KNC TURA GEÇLD
22 Ocak 2014 tarihinde İsviçre’nin Montrö kentinde başlayan ve 25 Ocak’ta Cenevre’de devam
eden Cenevre II görüşmelerinin ilk turu, 31 Ocak 2014 tarihinde sona erdi. Görüşmelerin ikinci
turu ise 10 Şubat’ta başladı.
B
irleşmiş Milletler (BM) ve Arap Ligi Ortak Özel Temsilcisi Lahdar Brahimi, görüşmelerin birinci turunun
sona ermesinin ardından yaptığı açıklamada, sekiz gün süren görüşmelerde taraflar arasında kayda değer
bir ilerleme sağlanamadığını ifade etti ve Şam yönetimi ile
muhalefet arasında kilit öneme sahip konularda ayrılıkların
sürdüğünü belirtti. Brahimi, Şam yakınlarındaki Yermuk’ta
bulunan Filistinli mültecilerin kaldığı kampa insani yardım
ulaştırılmasının iyi bir haber olduğunu kaydetti, ancak çok
daha fazlasına ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekti ve BM’nin
Humus’taki merciler ve Şam yönetimi ile insani yardım konusunda görüşmelerini sürdüreceğini belirtti.
Brahahimi, ilk tur görüşmelerin tamamlanmasına ilişkin yaptığı açıklamada, Cenevre II Konferansı’nın ilk turunda
Suriye yönetimi ve Suriye muhalefetinin savaşı sonlandırmak
19 65
ve krize siyasi bir çözüm bulunması amacıyla ilk kez bir araya
geldiklerini belirtti. Montrö’de bir araya gelen 40’ı aşkın devlet, BM ve üç bölgesel kuruluş temsilcisinin, Suriye halkının
acılarının dindirilmesi için bir araya geldiklerini ve tarafları Suriye halkının taleplerini karşılamaya ve 30 Haziran 2012 tarihli
Cenevre Bildirisi’ni tam anlamıyla uygulamaya çağırdıklarını
ifade etti. Hatırlanacağı üzere, 30 Haziran 2012 tarihinde yapılan ve Cenevre II görüşmelerinin temelini oluşturan Cenevre
I Bildirisi’nde tarafların “karşılıklı rızasına dayalı, tüm icra yetkilerini elinde bulunduracak bir geçiş hükümeti” kurulması konusunda mutabakat sağlanmıştı. Bu çerçevede, Cenevre II görüşmelerinde Suriye’de süren iç savaşın sonlanması amacıyla
şiddet olaylarının durdurulması, insani yardım koridorlarının
açılması ve Suriye’de bir geçiş hükümetinin kurulması sürecini
başlatarak soruna siyasi çözüm bulunması amaçlanıyor.
61
Brahimi, görüşmelerin zorlu bir şekilde başladığını ancak tarafların zamanla aynı ortamda bulunmaya alıştığını;
kendi pozisyonlarını sunduklarını ve birbirilerini dinlediklerini kaydetti. Brahimi, sürecin oldukça yavaş ilerlediğine
ancak buna karşın mütevazı da olsa taraflar arasında ortak
bir zemin bulunduğuna ve bunun ilerletebileceğine dikkat
çekti.
Siyasi çözüm yolunda, tarafların Cenevre Bildirisi’nin
eksiksiz uygulanması konusunu ele aldıklarını; Suriye’nin
geleceğine ilişkin vizyonlarını ve bu vizyona Cenevre
Bildirisi’nin uygulanması yoluyla nasıl ulaşılabileceğini
anlattıklarını kaydeden Brahimi, daha sonra terörle mücadele başta olmak üzere tüm şekilleriyle şiddetin sonlandırılması konusunu ve tüm yürütme yetkisini kullanacak
geçiş hükümeti konusunu ele aldıklarını kaydetti. Taraflar
arasındaki uçurumun büyük olduğunu belirten Brahimi,
buna karşılık ortak bir zeminin bulunduğunu vurguladı.
Brahimi’ye göre, Suriye yönetimi ve muhalefet arasında
ortak zemin bulunan konular şu şekilde:
O
Her iki taraf da Suriye’de siyasi bir çözüme yönelik
Cenevre Bildirisi’nin eksiksiz uygulanması konusuna
bağlı.
O
Her iki taraf da Cenevre Bildirisi’nin eksiksiz uygulanması için, çatışmaların kalıcı ve kapsamlı bir şekilde
sonlandırılması ve tüm yürütme yetkilerine sahip bir
Geçiş Yönetimi ve ulusal diyalog, anayasanın gözden
geçirilmesi ve seçimler başta olmak üzere bunu takiben atılacak adımlar konusunda anlaşmaya varmaları
gerektiğini biliyor.
O
Her iki taraf da çatışmanın, halkın kabul edilemez derecede acı çekmesine yol açtığını anlıyor ve şiddetin
bir an önce sonlandırılması gerektiğini kabul ediyor.
O
Her iki taraf da Suriye’nin geleceğinin doğrudan veya
dolaylı bir dış müdahale olmaksızın ancak ve ancak
Suriye halkı tarafından barışçıl yollardan belirlenebileceğine inanıyor.
O
O
O
O
O
O
Her iki taraf da Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı
ve toprak bütünlüğünün korunmasına ve Suriye’nin
bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğine bağlı ve
toprak kaybının kabul edilemez olduğunu düşünüyor.
Her iki taraf da ülke için Suriye’deki halkın çeşitliğini,
kültürel ve tarihi geleneklerini, hoşgörü ve uyum kültürünü yanıtsan bir gelecek öngörüyor.
Her iki taraf da Suriye halkının, yönetişimin şeffaf ve
hesap verebilir olduğu ve insan hakları ile hukukun üstünlüğüne dayalı olduğu gerçek anlamda demokratik
bir Suriye istediklerini anlıyor.
Her iki taraf da Suriye halkının insani durumunun ihtiyaca dayalı olarak bir an önce ele alınması gerektiğini
anlıyor.
Her iki taraf da tüm devlet kurumları ve kamu hizmetlerinin işleyişi ve reformu ile birlikte Suriye’deki tüm
halkın emniyet ve güvenliğinin korunması ve garanti
altına alınması gerektiğini kabul ediyor.
Her iki taraf da aşırıcılık ve terörizmi kesinlikle reddettiklerini ifade ediyor.
Bunun kendi değerlendirmesi olduğunu kaydeden
Özel Temsilci Brahimi, bir sonraki görüşmelerinde tarafların bu ortak zemini daha ileriye götürebilmelerini ümit
ettiğini ifade etti. Tarafların görüşülen konularda ve Cenevre Bildirisi’nin diğer tüm yönleriyle ilgili ayrıntılı pozisyonlarını belirlemeleri için görüşmelere ara verildiğini
kaydetti.
Cenevre görüşmelerinin birinci turunda öncelikle insani yardımların özellikle kuşatma altındaki Humus’a ulaştırılması ele alınmıştı. Bu sırada, Humus’ta üç günlük bir
ateşkes sağlanarak 600 civarında sivil tahliye edildi.
Cenevre II görüşmeleri kapsamında, 10 Şubat 2014 tarihinde başlayan ikinci tur görüşmelerinde Suriye’deki bazı
bölgelere insani yardımın ulaştırılması için kısmi ateşkes
ilan edilmesi konusunun ele alınması bekleniyor.
62
GÜNCEL
YARATICI AVRUPA PROGRAMI
Avrupa’daki kültür, sinema, televizyon, müzik, edebiyat, sahne sanatları, kültür mirası ve ilgili
alanlar, Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilen, Avrupa Komisyonu’nun yeni programı
“Yaratıcı Avrupa” ile daha da çok destek bulacak. Önümüzdeki yedi yıl için ayrılan 1,46 milyar
avroluk bütçesiyle Program, istihdam ve büyümeye büyük katkısı olan kültür ve yaratıcı sektörler
için önemli bir itici güç olacak; Yaratıcı Avrupa ile en az 250 bin sanatçı ve kültür profesyoneline,
2000 sinemaya, 800 film ve 4500 edebi kitap çevirisine destek sağlanacak. Ayrıca, küçük kültürel
veya yaratıcı iş girişimleri için de banka kredilerinde 750 milyon avroya kadar erişim sağlayacak yeni
bir mali garanti, bu programla sunulacak. Söz konusu garanti mekanizması sadece AB üye ülkeleri
için geçerli olacak ve Avrupa bankaları aracılığıyla kullanılacak.
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültürel İrtibat Noktası
YARATICI AVRUPA PROGRAMI’NA
NEDEN HTYAÇ DUYULDU?
Kültürün AB ekonomisinde büyük bir yeri bulunuyor:
Araştırmalara göre kültür ve yaratıcı sektörlerin gayrisafi
milli hasılada yüzde 4,5, istihdamda ise yüzde 4’lük bir
payı var (8,5 milyon iş imkânı ve diğer sektörlerdeki etkisi
düşünülünce bu rakam artmaktadır). Avrupa, yaratıcı sektör
ürünlerinin ihracatında dünya lideri konumunda ve bu yerini koruyabilmesi adına, sektörlerin sınır ötesi iş birliğini geliştirme kapasitesini arttırmaya yönelik yatırımlar gerekiyor.
Yaratıcı Avrupa Programı, bu ihtiyaca cevap vererek,
yatırımı en çok etkili olacağı hedefe yöneltmeyi amaçlıyor.
Yeni programda, kültür eserlerinin üretimi, dağıtımı
ve bunlara erişimi temelden değiştiren küreselleşme ve
dijital teknolojilerle gelen zorluklar ile beraber iş modellerinin ve gelir kaynaklarının değiştirilmesi gibi kavramlar
göz önünde bulunduruluyor. Bu gelişmelerle, kültür ve yaratıcı sektörler için olanaklar da yaratılmış olacak. Program
sayesinde sektördekiler bu imkânları kullanarak dijital dönüşümden faydalanabilecek ve daha çok iş ve uluslararası
kariyer imkânı oluşacak.
19 65
YARATICI AVRUPA ÇN HANG ÜLKELER
FON BAVURUSUNDA BULUNABLR?
Yaratıcı Avrupa 28 üye ülkeye ve şartları yerine
getiren Avrupa Serbest Ticaret Birliği Ülkelerine
(İzlanda, Lichtenstein, Norveç ve İsviçre), üyeliğe aday
ve potansiyel aday ülkelere (Karadağ, Sırbistan, eski
Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, Türkiye, Arnavutluk,
Bosna-Hersek, Kosova) ve komşu ülkelere (Ermenistan,
Azerbaycan, Beyaz Rusya, Gürcistan, Moldova, Ukrayna,
Cezayir, Mısır, Fas, Tunus, Ürdün, Lübnan, Libya, Filistin,
Suriye ve İsrail) açık olacak. AB dışındaki ülkeler katkı payı
ödeyerek programa girebilirken, bu tutar, ülkenin gayrisafi
milli hasılasına ve bunun program bütçesi ile oranına göre
belirlenecek.
BREYLER HBE ÇN BAVURABLR M?
Yaratıcı Avrupa, bireysel başvurulara açık olmayacak;
ancak, kültür kuruluşlarının sunduğu projelerle 250 binden fazla sanatçı ve kültür çalışanına destek sağlanmış
olacak. Bu, sonuçlara daha kolay ulaşmak ve daha kalıcı
bir etki yaratmak üzere daha uygun maliyetli bir yaklaşım
63
olarak belirlendi. Komisyon’un öngörülerine göre, Yaratıcı Avrupa ile desteklenecek projeler sayesinde, doğrudan
veya dolaylı olarak milyonlarca kişiye ulaşılacak.
YARATICI AVRUPA
TAM OLARAK NELER DESTEKLEYECEK?
Desteklenen tüm projelerin sınır ötesi bir boyutu
olması zorunlu. Bütçenin belli oranları Komisyon tarafından projelere hibe olarak aktarılacak; Program ayrıca,
Avrupa Kültür Başkentleri, Avrupa Mirası Markası, Avrupa Miras Günleri ve beş Avrupa ödülünü (Avrupa Kültür
Mirası/Europa Nostra Ödülleri, Avrupa Çağdaş Mimari
Ödülü, Avrupa Edebiyat Ödülü, Avrupa Çağdaş Müzik
Ödülleri (EBBAs) ve Avrupa MEDIA ödülü) de destekleyecek.
PROGRAMLA HANG SORUNLARA
DENLECEK?
Kültür sektörü ve yaratıcı sektörler, Tek Pazar’dan
yeterince faydalanamıyor. Sektörün karşılaştığı en büyük
sorun, farklı gelenekler ve diller nedeniyle oluşan pazar
bölünmesi: Avrupa’da 24 resmi dil, üç alfabe ve yaklaşık
60 resmi lehçe veya azınlık dili kullanılıyor. Bu çeşitlilik
Avrupa’nın zengin dokusunu oluşturmakla birlikte, yazarların farklı ülkelerdeki okurlara ulaşmasında, sinema
ve tiyatro izleyicilerinin yabancı oyunlara erişimlerinde,
müzisyenlerin dinleyicilerle buluşmasında engeller yaratıyor.
Geçen ay yapılan bir Eurobarometre araştırmasına
göre (IP/13/1023), Avrupalıların yalnızca yüzde 13’ü başka ülkelerin sanatçılarının konserlerine gidiyor ve sadece
yüzde 4’ü başka ülkelerin tiyatro performanslarını izleyebiliyor. İzleyici kitlesinin yaratılması ve sektörün hedef
kitle ile etkileşim kapasitesine daha çok odaklanılması
sayesinde, örneğin medya okuryazarlığı girişimleri veya
yeni etkileşimli çevrimiçi araçlarla, ulusal olmayan eserlerin halka ulaşma imkânı artırılabilecek.
YARATICI AVRUPA’NIN KÜLTÜR,
MEDIA VE MEDIA MUNDUS
PROGRAMLARINDAN FARKI NEDR?
Yaratıcı Avrupa’da, kültür ve görsel-işitsel sektörleri
ayrı ayrı destekleyen mekanizmalar tek bir büyük çatı
altında birleşecek, tüm kültür ve yaratıcı sektörlere açık
olacak. Ancak görsel-işitsel sektörün ve diğer kültür ve
yaratıcı sektörlerin özel ihtiyaçlarına da “Kültür ve MEDIA”
alt programları sayesinde cevap verilecek. Bu alt programlar, Kültür ve MEDIA programlarının geçmiş deneyimlerine dayanacak ve gelecekteki zorluklara uygun olarak
düzenlenecek. Avrupalı ve uluslararası sektör çalışanlarını
ve Avrupa filmlerinin uluslararası dağıtımını destekleyen
MEDIA Mundus programı ise, MEDIA alt programına dâhil
edilecek. Tek çerçeve altında toplanan bu programla,
farklı sektörler arasındaki sinerji en yüksek seviyeye çıkarılacak ve verimlilikle gelişen kazanç artacak.
KÜLTÜR ALT PROGRAMI NELER ÇERYOR?
Avrupa ve Türkiye’deki sanatçıları ve kültür uygulayıcılarını
destekleyecek program dört başlıktan oluşuyor:
O
O
O
O
Uluslararası İşbirliği Projeleri: 250 bin sanatçı ve
kültür sektörü çalışanı, sınır ötesi iş birliği için desteklenecek. Kültür çalışanlarına beceri ve bilgilerini
geliştirmeleri için olanaklar sunulacak.
Ağlar: Kültür oyuncularının uluslararası çalışabilme
kapasitesini güçlendirmek için networkler (ağlar)
desteklenecek.
Platformlar: Yeni platformlar sayesinde yeni yetenekler sahne bulacak ve Avrupa çapında kültürel ve
sanatsal etkinlikler hareketlenecek.
Edebiyat: 4500’den fazla edebi eserin çevirisi için
hibe desteği sağlanacak. Binlerce kitapsever en
sevdikleri yazarları ilk kez kendi dillerinde okuyabilecek.
MEDYA ALT PROGRAMI NELER ÇERYOR?
Avrupa’nın görsel-işitsel sektörlerini destekleyecek programın başlıkları;
Eğitim ve sektör geliştirme desteği:
O
Binlerce görsel-işitsel sektör uzmanı eğitim faaliyetlerine katılacak (Türkiye dâhil).
O
Uzun metrajlı film, sinema için animasyon ve belgeseller, TV veya dijital platformlar desteklenecek
(Türkiye dâhil değil).
O
Bilgisayar oyunlarının geliştirilmesi desteklenecek
(Türkiye dâhil değil).
İzleyici geliştirme ve festivaller:
O
Her yıl 80’den fazla Avrupa film festivaline destek sağlanacak.
O
Sinema okuryazarlığı girişimleri için sınır ötesi iş birliğine destek sağlanacak.
O Başarılı Avrupa filmlerine ilgi çekmek için gösterimler
düzenlenecek.
64
GÜNCEL
SEKTÖRLER ARASI DZN NELER KAPSAYACAK?
Bu dizinin iki ayağı olacak. Mali Garanti İmkânı, Avrupa Yatırım Fonları tarafından yönetilecek ve 2016’dan
itibaren yürürlüğe girecek. Böylece, küçük işletmelerin
krediye erişimi daha kolaylaşacak. Sektörler arası dizin,
aynı zamanda politika yaratımında, deneysel projelerin
desteklenmesinde ve görsel-işitsel sektör ile diğer kültürel
ve yaratıcı sektörlerin iş birliği için çalışma, analiz ve daha
iyi veri toplama konularında destek sağlayacak. Başvuru
sahiplerine destek olacak Yaratıcı Avrupa Masaları da bu
dizin altında oluşturulacak.
19 65
YARATICI AVRUPA NASIL YÖNETLECEK?
Yaratıcı Avrupa ile sanatsal disiplinlerine bağlı olmaksızın kültür ve yaratım sektörü çalışanlarının daha basit,
kolay anlaşılır ve erişilebilir biçimde, AB içindeki ve dışındaki faaliyetler için desteğe ulaşabilecek. Eğitim, Kültür ve
Görsel İşitsel Ajans tarafından sürdürülen mevcut yönetim
devam edecek; ancak Programa üye olan ülkelerde kurulacak Yaratıcı Avrupa Masaları, programın tanıtım ve yaygınlaştırma faaliyetlerini yürütecek. Ülkemizde, daha önce
Kültür Programı’nın ulusal temsilciliğini yürüten Kültür ve
Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulan Kültürel İrtibat
65
Noktası, programa katılım müzakerelerinin sonuçlanmasının ardından, Yaratıcı Avrupa Masası Türkiye olarak faaliyetlerini sürdürecek.
TÜRKYE’NN MÜZAKERELER SÜRÜYOR
Yaratıcı Avrupa Programı’na ülkemizin katılımına ilişkin müzakereler halen devam ediyor. Avrupa Birliği’nin
takvimine istinaden 31 Ocak 2014 tarihine kadar sonuçlanması beklenen üyelik müzakerelerini, ülkemiz adına
Avrupa Birliği Bakanlığı yürütürken, Programın ulusal
temsilciliğini yürütecek olan Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Programa yönelik hazırlıklarını halen sürdürüyor ve farklı illerde tanıtım toplantıları düzenliyor. Bu kapsamda,
Programın ilk tanıtım toplantısı, 26 Aralık 2014 tarihinde
İstanbul’da gerçekleştirildi. Kültür ve sanat sektörü temsilcilerinin geniş katılımıyla düzenlenen toplantıda, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası Sorumluları Hale
Ural, Hakan Tanrıöver ve Tuba Köksal Programa katılım
şartlarına ilişkin detayları sektörle paylaştı.
KÜLTÜR PROGRAMI
2013’TE TAMAMLANDI
Avrupa Birliği Komisyonu Eğitim Kültür Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen Birlik Programları arasında yer
alan Avrupa Kültür Programı, 2013 yılı itibarıyla sona erdi.
Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık müzakereleri sürerken,
kültür ve sanat kuruluşlarımızın (tiyatrolar, dans grupları,
yayınevleri, orkestralar, sanat galerileri, müzeler, üniversiteler, dernekler, vakıflar, belediyeler gibi) koordinatör olarak katılabildikleri ve yıllık işletme bütçelerine (Avrupa’daki ortakları ile birlikte) yüzde 50 ila yüzde 80 oranında hibe
alabildikleri Avrupa Kültür Programı’nın, kültür ve sanat kuruluşlarının sürdürülebilir anlamda faydalanabildikleri tek
AB hibesi olması, sektör açısından önemlidir. 2007-2013
döneminde, Avrupa Kültür Programı kapsamında Türkiye,
toplam 67 proje gerçekleştirdi ve mali büyüklüğü 60 milyon
417 bin avro olan projelerde lider ve/veya ortak statüsünde yer aldı. Türkiye’den kazanan projeleri incelemek için,
http://ccp.gov.tr/ccp/desteklenen-projeler/ İnternet sayfası
incelenebilir.
TÜRKYE’NN YARATICI AVRUPA PROGRAMI’NA
KATILIMI NEDEN ÖNEML?
Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu yeni dönemi, kültür
sektörünün büyümesi olarak değerlendiriyor. Dünyada,
sanayisi ile övünen şehirlerden yaratıcı ve yenilikçi kent
kültürü oluşturmakla övünen şehirlere geçiş yapılıyor. Küresel rekabetin anahtar unsuru artık sanayi değil, yaratıcı
insanlar ve yaratıcı fikirler olarak kabul ediliyor.
Yaratıcılığın ve yenilikçi fikirlerin kültürel alana kanalize edilmesi sayesinde kültürel ilhamla oluşturulacak
kentsel stratejiler, bu stratejileri hayata aktaran şehirleri
öne çıkararak, kültürel mirasını ve sanatsal üretimini ekonomik, sosyal ve kentsel bir değer haline getiriyor. Kültürel
eksenli yaratıcı kent meydana getirmek içinse, her türlü
somut ve somut olmayan değeri tanımlama, kullanma ve
öne çıkarmaya odaklanmak, kenti bu değerler sayesinde
kalkındırmaya çalışırken aynı zamanda kentlilerin refahını
yükseltmeyi amaçlamak gerekli.
Diğer yandan, kültür değişmeleri, kentleri yozlaştırıcı
kimi unsurları da içinde barındırıyor. Ancak, kültür değişmelerinin dönüştürücü, yenileyici, ilerlemeci karakterinin
yoğun biçimde hissedildiği alanların başında gelen günümüzün birçok önemli kenti, bu değişimlerin zihinsel
dönüştürücülüğünün doğal sonucu olarak, sanayinin egemen olduğu kimliğinden arınıyor ve “Yaratıcı Kent” (Creative City) modeline doğru evriliyor. Yaratıcı kültürü besleyen
ve destekleyen bu kentler, yaratıcı kent kimliği üzerinden
kültüre dair değişen algıyı başarıyla yöneterek, kültürün
ekonominin baş aktörlerinden birisi olmasına da yol açıyor. Bunun sonucunda, yaratıcı kent kavramı, yaratıcı ekonomiyi de üretiyor ve kentlerin mimariden müziğe, plastik
sanatlardan endüstriyel tasarıma, sahne sanatlarından
sinemaya, kültür mirası yönetiminden geleneksel halk
kültürü ürünlerine, reklâmcılık ve iletişim sektöründen
gastronomiye, yayıncılıktan müzeciliğe, bilgi teknolojilerinden markalaştırma süreçlerinin yönetimine, içerik endüstrisinden fikri mülkiyet (copyright) endüstrisine değin
tüm alanlarda yaratan kent modelleri inşa ediliyor.
AB ülkelerinde, yaratıcı ekonomi sektörleri altı milyonu aşkın insanı istihdam etmeye başladı ve otomotiv ve
kimya gibi geleneksel sektörlerden yüzde 15 daha fazla
büyüme eğilimi yakaladı. Bu anlamda, 2010 yılından bu
yana, Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültürel İrtibat Noktası, yaratıcı endüstriler ve kültür ekonomisi konusunda
çalışmalarını sürdürüyor. Bu kapsamda, TÜİK ve Maliye
Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’ndan dörtlü NACE kodunda ve sektörü oluşturan firmalar bazında ciro, istihdam,
girişim sayılarına ulaşılıyor. Bu durum, kültür ekonomisi
kapsamında kültürün, kültürel hazinelerin, yaratıcı faaliyetlerin artık toplumların sürdürülebilir kalkınmalarını
sağlayan önemli unsurlarından biri olduğu gerçeğini gösterirken, Avrupa ile entegrasyon sürecinde Yaratıcı Avrupa
Programı’na ülkemizin katılımı önem kazanıyor.
Yeni program “Yaratıcı Avrupa”, 2020 yılına kadar devam edecek!
Daha fazla bilgiye nasıl ulaşabilirim?
www.ccp.gov.tr
http://ec.europa.eu/creative-europe
Nasıl başvurabilirim?
Avrupa Eğitim, Görsel-İşitsel ve Kültür Yürütme Ajansı:
http://eacea.ec.europa.eu
66
AB VZYONERLER
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İKV Genel Sekreteri
“Avrupa’nın büyük ulusları arasında bir birliğin imkânsız olduğuna dair kanıt yoktur.
Aksine, tarih bize, düşman ulusların iyi dost ve müttefik olabileceğini göstermiştir…”
David Mitrany
DAVID MITRANY VE LEVSELCLK
David Mitrany, AB fikrinin mimarı değildir. Ancak Avrupa’nın sorunlarına bir çözüm
sunan bütünleşme düşüncesi, onun teorisine dayanır. 1888-1975 yılları arasında yaşayan
David Mitrany, Romanya doğumlu bir Britanyalı sosyal bilimcidir ve işlevselcilik olarak
adlandırılan teorisini, 1943 yılında yazdığı “İşleyen Bir Barış Sistemi” (A Working Peace
System) adlı kitabında ortaya koymuştur. İşlevselcilik yaklaşımı, özellikle 19’uncu yüzyıl
sonunda giderek artan devletler arası rekabet ve çatışmaya karşın, uluslararası sistemde
barışı tesis etme çabalarının bir sonucudur. Aslında pragmatik bir yöntem sunan işlevselci
yaklaşıma göre, bilim ve teknolojideki gelişmeler, ekonomik ve sosyal aktivitelerin
devletler tarafından tek başlarına yönetilmesini giderek güçleştirmektedir. Yani,
devletlerin uluslararası iş birliğine olan gereksinimleri giderek artmaktadır. Öte yandan,
yükselen milliyetçi akımlar, uluslar arasındaki rekabet, artan nüfusun yarattığı baskı,
sınırlı kaynakların bölüşümünde önde olma hırsı gibi unsurlar, devletleri iş birliğinden
alıkoymakta ve birbirlerine karşı güven duymalarını güçleştirmektedir.
19 65
67
İ
şlevselci yaklaşım, devletlerin, teknik ve ekonomik
faaliyet alanlarında tedrici ve pragmatik iş birliği
sistemleri oluşturarak, zaman içinde barışçı bir dünya
topluluğu oluşturabileceklerini öngörür. İşlevselcilik, güç
politikasına dayanan realist yaklaşımlardan ayrılır ve
devletler üzerinde bir üst otoritenin olmadığı anarşik
yapıdaki dünyamızda, savaşın kader olmadığını ve
işlevselci entegrasyon ile engellenebileceğini savunur.
Devletler, sözü edilen teknik ve ekonomik faaliyetleri
işlevsel uluslararası örgütlere devrederek, zaman içinde
egemenliklerini diğer ülkeler ile paylaşmayı öğrenecektir
ve bu şekilde savaş, hem istenmeyen hem de yüksek
maliyeti yüzünden imkânsız olan bir alternatif haline
gelecektir.
İşlevselci yaklaşım, başlangıçta sınırlı teknik sektörlerde başlayacak olan entegrasyonun giderek yaygınlaşacağını, vatandaşların aidiyetlerini kendi devletlerinden
uluslararası işlevsel örgütlere yönelteceklerini ve bu
şekilde sürecin siyasal alana yayılacağını öngörmüştür.
Spillover yani taşma, sıçrama etkisi olarak adlandırılan
bu süreç ile sınırlı bir alanda başlayan entegrasyon, diğer teknik ve ekonomik alanlara yayılacak ve aidiyetlerin
transferi ile siyasi alanı da kapsayacaktır.
Kendinden önce gelen bazı benzer teorisyenler
olsa da, Mitrany, işlevselci yaklaşımın en bilinen ismi
olmuştur. Güneydoğu Avrupa ve Balkanlardaki devletler
arası ilişkileri ve çatışmaları da inceleyen Mitrany, uzun
yıllar İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmış ve teorisini oluştururken, İngiliz Fabian Derneği’nin öne sürdüğü
fikirlerden etkilenmiştir. Toplumun adım adım geliştirilip
düzeltilebileceğine inanan Fabianlar, evrimci sosyalizm
yaklaşımını benimsemiştir. Benzer şekilde, insanların
ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılandıkça, bu işlevleri
yerine getiren uluslararası örgütler yaygınlaşarak güçlenecek ve devletler üzerinde bir otorite, bir dünya hükümeti, ortaya çıkacaktır.
Mitrany, bunun yanında, İngiltere’nin çeşitli şehirlerinde uluslararası barış ile ilgili konferanslar vermiş;
İngiliz İşçi Partisi’nin Uluslararası İlişkiler Danışma Grubu üyeliği yapmış; Manchester Guardian adlı gazetenin
Berlin muhabiri olarak çalışmış; ABD’de Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın üyesi olmuş; Princeton, Harvard ve
Yale Üniversiteleri’nde dersler vermiştir. Gerek Romanyalı
kökeni, gerekse İngiltere ve ABD’deki çalışmalarındaki
izlenimleri ile yaşamı boyunca gözlemlediği Birinci Dünya Savaşı, Milletler Cemiyeti’nin çöküşü ve İkinci Dünya
Savaşı’nın çıkışı gibi dramatik tarihi olaylar, Mitrany’nin
zihinsel dünyasını şekillendirmiştir.
Mitrany, bir önceki sayımızda ele aldığımız Kont
Kalergi’nin düşüncelerini eleştirmiş ve federalizme karşı
işlevselciliği öne sürmüştür. Özellikle Birinci Dünya Savaşı ve iki savaş arası dönemde yaşananlar ve Milletler
Cemiyeti’nin başarılı olamaması, Mitrany’nin federal
çözümlerden uzaklaşmasına ve dünyada tüm devletlerin
tabi olacağı ve düzen ve barışı sağlayacak bir üst otorite-
nin ancak işlevselci süreçler sonucunda ortaya çıkabileceği
görüşünü geliştirmesine yol açmıştır.
1950’li yıllarda kurulan Avrupa Toplulukları
da bu işlevselci yaklaşımı küresel ölçekte değil de
Demirperde’nin batısındaki Avrupa ülkeleri arasında
hayata geçirmeyi amaçlar. Avrupa Topluluklarının ilki
olan “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” Avrupa sanayi
ve ekonomisinin dayandığı iki temel sektörün ortak
bir idare altında bir araya getirilmesi yoluyla işlevsel
entegrasyonun ilk adımını oluşturmuştur. Avrupa Atom
Enerjisi Topluluğu ve Avrupa Ekonomik Topluluğu ile iki
sektörde başlayan hareket, tarım dâhil tüm ekonomiyi
kapsamış, 1992 itibarıyla Tek Avrupa Pazarı hedefi
büyük ölçüde gerçekleşmiş ve Maastricht Antlaşması ile
Ekonomik ve Parasal Birlik hedefi öngörülmüştür. Bu süreç
içinde Avrupa dış ve güvenlik politikasının da evrildiğini ve
ortak bir politika olmasa da bir Avrupa dış politika sistemi
oluşturulduğu söylenebilir.
Günümüzde, Avrupa entegrasyon sürecine baktığımızda, ekonomik alandan siyasi alana otomatik bir geçişin
gerçekleşmesinin oldukça güç olduğunu görüyoruz. Devletlerin ulusal egemenlik paylaşımı konusunda kıskanç
olmaları ve ulusal çıkar kavramının ortak Avrupa yararının
kimi zaman önüne geçmesi, entegrasyon sürecinin pürüzsüz bir şekilde ilerlemesine engel olmuştur. Özellikle dış ve
güvenlik politikasının oluşturulması ve Avrupa kimliğinin
AB vatandaşları tarafından bir aidiyet kaynağı olarak benimsenmesi süreçlerinde yaşanan güçlükler, entegrasyonun ekonomiden siyasete sıçramasının o kadar da kolay ve
otomatik olmadığını göstermektedir. Öte yandan, biraz da
ironik bir şekilde, ekonomik entegrasyonun son aşaması
olan Ekonomik ve Parasal Birlik hedefinin gerçekleştirilmesi, siyasi egemenlikten feragat edilmesini gerektirmiştir. Yani ekonomi ve siyaseti birbirinden kesin bir şekilde
ayırmak mümkün değildir: Ekonominin idaresi söz konusu
olduğunda, siyasi erklerin ulus üstü düzeye devredilmesi
de kaçınılmaz olmaktadır.
Mitrany, yaşamının sonuna doğru, 1965’te yazdığı
“Avrupa Entegrasyonu Beklentisi: Federal veya İşlevsel”
adlı makalesinde, Avrupa Topluluklarının gelişimini eleştirel bir açıdan ele almıştır. Mitrany için esas olan, küresel ölçekte ulus üstü işlevsel bütünleşmenin sağlanması
olmuştur. Avrupa bütünleşmesi gibi bölgesel hareketler,
dünyada barışın sağlanması ülküsü ile yola çıkan Mitrany
için hedef saptırmadan başka bir şey değildir. Mitrany,
Avrupa Topluluklarının oluşmasını, ulusal sınırlar yerine
yeni sınırların ortaya çıkması olarak görmektedir. Oysa
Mitrany’ye göre esas hedef, çatışma ve rekabete yol açan
sınırların önemini kaybetmesi ve işlevsel mantığın bir
dünya hükümetine doğru evrilmesidir. Mitrany, bu önemli
noktada, Avrupa entegrasyonunun fikir babaları olan yeni
işlevselcilerden ayrılmaktadır. Ancak yeni işlevselcilerin
çıkış noktasını işlevselci yaklaşımın oluşturduğunu dikkate alırsak, Mitrany’yi Avrupa vizyonerleri arasında en
önemli yerlerden birine koyabiliriz.
68
GÜNDEMDEN
CUMHURBAKANI ABDULLAH GÜL,
TALYA’YA RESM BR ZYARETTE BULUNDU
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 28 Ocak 2014 tarihinde, İtalyan mevkidaşı Giorgio
Napolitano’nun davetlisi olarak, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, AB Bakanı ve
Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu, milletvekilleri, iş insanları ve akademisyenlerden
oluşan üst düzey bir heyetle birlikte İtalya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret
kapsamında, İtalya Ekonomik Kalkınma Bakan Yardımcısı Carlo Calenda, TOBB/DEİK
Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu, DEİK Türk-İtalyan İş Konseyi Başkanı ve İKV Başkan
Yardımcısı Zeynep Bodur Okyay’ın katılımlarıyla gerçekleşen Türkiye-İtalya İş Forumu’na
da katılan Cumhurbaşkanı Gül, iki ülke arasındaki iş birliği alanlarında önemli başarılar
elde edildiğini, ancak hâlâ alınacak çok mesafe olduğunu belirtti.
C
umhurbaşkanı Gül ve İtalyan mevkidaşı Napolitano, gerçekleştirdikleri görüşmenin ardından
düzenlenen ortak bir basın toplantısında, görüşmelerinde, güncel, bölgesel ve uluslararası konuları ele
aldıklarını, ekonomik ve siyasi gelişmeleri değerlendirdiklerini, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs sorunu ve Ada’da
barışın sağlanması konularında fikir alışverişinde bulunduklarını belirtti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, açıklamasında, Türkiye
ile İtalya arasındaki köklü iyi ilişkilere değinirken, İtalya’nın,
19 65
Türkiye’nin AB üyeliğinin en güçlü destekçileri arasında yer
aldığını ifade etti ve bu bağlamda, 2014 yılının ikinci yarısında AB Dönem Başkanlığı’nı devralacak olan İtalya’daki
tüm temaslarında, Türkiye’nin müzakere sürecini geniş bir
şekilde ele alma fırsatı bulacağını kaydetti.
Açıklamasında, Türkiye ve İtalya arasındaki ekonomik
ilişkilere de değinen Gül, Avrupa’daki ekonomik kriz ortamına rağmen Türkiye’nin dördüncü büyük ticaret ortağı
olan İtalya ile 20 milyar dolar düzeyinde bir ticaret hacminin olduğuna dikkat çekerek, finans, bankacılık, ticaret ve
karşılıklı yatırımlar konusunda yeni hedefler belirlenerek
ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi gerektiğini ifade
etti. Konuşmasının sonunda, ziyaretinin Türkiye’nin İtalya
ile olan ilişkilerinde yeni bir sayfa açacağına inancını dile
getiren Cumhurbaşkanı Gül, iki ülke ilişkilerinin siyasi ve
ekonomik konularda daha da ileri taşınmasını temenni etti.
İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano ise, 2009 yılında Türkiye’ye yaptığı son ziyaretinin ardından ilişkilerin
ve iki ülke arasındaki iş birliğinin giderek geliştiğine dikkat
çekti. Türkiye’nin AB ile yürüttüğü katılım müzakerelerine
de değinen Napolitano, İtalya olarak, müzakerelere istikrarlı destek verdiklerini ifade etti. Müzakere kararının tüm
AB üyesi ülkelerin devlet başkanları tarafından oy birliğiyle
alındığını hatırlatan Napolitano, bazı önemli Avrupa ülkelerinin müzakereleri yavaşlatarak hatta dondurarak olumsuz etkilediklerini kaydetti.
69
CUMHURBAKANI ABDULLAH GÜL,
MACARSTAN’A RESM BR ZYARET GERÇEKLETRD
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 17-18 Şubat 2014 tarihlerinde Macaristan’a resmi bir
ziyaret gerçekleştirdi. Gül’ün ziyareti, iki ülke arasında “stratejik ortaklık” seviyesine
yükselen siyasi ilişkilerin, ekonomik ve ticari alanda da geliştirilmesine dair ortak
çabaya işaret ediyor.
M
acaristan Cumhurbaşkanı János Áder’in daveti
üzerine Macarsitan’a giden Cumhurbaşkanı Gül’e
ziyaretinde, Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, Ekonomi
Bakanı Nihat Zeybekci, MÜSİAD üyesi 100’den fazla iş insanı, milletvekilleri ve gazeteciler eşlik etti.
İki ülke Cumhurbaşkanın görüşmesinde, ilişkilerin çok
taraflı platformlarda ve ikili düzeyde çok daha ileri bir seviyeye taşınması ortak hedef olarak belirlendi. İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, Macaristan’ın Türkiye’nin AB
üyeliğine verdiği destek açısından da büyük önem arz ediyor.
Cumhurbaşkanı Gül, onuruna verilen yemekte yaptığı
konuşmada, iki ülke arasında tarihi derinliğine sahip ilişkilerin dostluk ve işbirliğine dönüşerek, ekonomik, siyasi
ve kültürel alanda daha çok geliştirilmesi gerektiğini vurguladı. Macaristan Cumhurbaşkanı Áder ise, son yıllarda
Türkiye’nin tahminlerin ötesinde bir ilerleme kaydederek, uluslararası düzeyde etkinliğinin arttığını söyledi ve
Macaristan’ın ihtiyaç duyduğu yatırımlar konusunda Türk
dostlarına güvendiklerini kaydetti.
Türkiye ve Macaristan arasında, özellikle enerji
alanında yapılacak iş birliği ve ekonomik ilişkilerde
ilerleme sağlanması kararı alınan ikili görüşmelerde,
Cumhurbaşkanı Gül Macar iş insanlarına “Avrupa’nın
altıncı büyük ekonomisi olan Türkiye’ye yatırım yapma” çağrısında bulundu; “Avrupa’nın enerji kaynaklarına ulaşmasında Türkiye’nin güvenli bir alternatif olduğu” vurgusunu yaptı. Bunun yanı sıra Gül, “İki milyar
dolarlık ticaret hacminin beş milyar dolara çıkarılması
ve her iki ülke yatırımlarının karşılıklı olarak artırılması” konusunda tarafların mutabık kaldıklarını da ifade
etti. Macar Cumhurbaşkanı Áder de iki ülke arasındaki
ticaret hacminin 2002-2013 yılları arasında dört katına çıktığını kaydetti ve bu oranın artırılmasının hedeflendiğini kaydetti.
Daha sonra Cumhurbaşkanı Gül, Macaristan’ın
başkenti Budapeşte’de düzenlenen Üçüncü TürkiyeMacaristan İş Forumu’na, Macaristan Başbakanı Viktor
Orbán ile katıldı.
70
GÜNDEMDEN
SPANYA BABAKANI
TÜRKYE’YE RESM BR ZYARETTE BULUNDU
İspanya Başbakanı Mariano Rajoy, 11 Şubat 2014 tarihinde ülkemize resmi bir ziyaret
gerçekleştirdi. Ziyaret kapsamında Türkiye-İspanya 5’inci Hükümetler Zirvesi, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya Başbakanı Mariano Rajoy başkanlığında Ankara’da
gerçekleştirildi.
Z
irve sonrasında yayımlanan ortak bildiride, Türkiye ve İspanya arasındaki Hükümetlerarası Zirve Toplantıları’nın,
5 Nisan 2009 tarihinde İstanbul’da düzenlenen ilk toplantıdan bu yana düzenli olarak gerçekleştirildiği belirtilirken,
Zirve’de iki ülkenin ilişkilerini daha da ilerletme ve güçlendirmeye verdikleri önemin teyit edildiği kaydedildi. Parlamentolar arası iş birliğinin öneminin de vurgulandığı görüşmede
“Parlamentolar Arası Değişim ve Diyalog Projesi” kapsamında
son zamanlarda Türkiye ile İspanya arasında düzenlenen karşılıklı parlamento heyetleri ziyaretlerinin bu alanda itici güç
olduğu ifade edildi.
Bildiride ayrıca, İspanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik desteği ve taahhüdü yinelenirken, katılım müzakerelerinde yeni bir başlığın açılmasının memnuniyetle karşılandığı
ve Türkiye-AB katılım müzakerelerine ivme kazandırmak için
yerleşik uygulamalar ve koşullara bağlı olarak ek başlıkların
açılmasına yönelik destek de yer aldı.
Taraflar, aynı zamanda Türkiye-AB Geri Kabul
Anlaşması’nın imzalanmasını ve vize muafiyetine yönelik
19 65
diyaloğun başlatılmasını memnuniyetle karşıladıklarının altını çizerken, ortak eşleştirme programları, bilimsel ve teknik
araştırmalar ile akademik ve kurumsal değişimler gibi katılım
sürecinin sunduğu bütün fırsat ve araçları kullanma hususunda anlaştıklarını belirtti. Son yıllarda ticari ve ekonomik
ilişkilerdeki hızlı gelişmeye değinen ve bu alanda iş birliğinin
Türkiye-İspanya ilişkilerinin en önemli boyutlarından biri olduğunu belirten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve İspanya
Başbakanı Mariano Rajoy, 2012 yılında sekiz milyar avroyu
aşan ve 2013 verilerine göre yeni bir rekora ulaşması beklenen ikili ticaretin, yakın gelecekte 10 milyar avroyu aşma
potansiyeline sahip olduğunu ifade etti.
Taraflar, son olarak, ikili ticaretteki büyümenin dengeli
ve sürdürülebilir olmasını sağlamak amacıyla beraberce
çalışma konusunda iş birliği içinde olacaklarının altını çizdi.
Zirve kapsamında, “Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
Diplomasi Akademisi ile İspanya Dışişleri ve İşbirliği Bakanlığı Diplomasi Okulu Arasında İşbirliğine İlişkin Mutabakat
Muhtırası” da imzalandı.
71
ROMANYA DEVLET BAKANI, TÜRKYE’Y ZYARET ETT
Romanya Devlet Başkanı Traian Băsescu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün daveti üzerine,
5-6 Şubat 2014 tarihlerinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirdi.
T
ürkiye ziyaretinde çeşitli kurum ve kuruluşlarla görüşmeler gerçekleştiren Băsescu, Çankaya
Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onuruna verdiği yemeğe katıldı. Türkiye ve Romanya arasındaki
siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin tarihsel geçmişiyle
günümüzdeki konumu üzerine bir konuşma gerçekleştiren
Băsescu, konuşmasında, siyasi ilişkilerdeki güven ortamının
daim olduğunu ve Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediklerini
ifade etti. Başta tarım, enerji ve kültür alanlarındaki yakın
ilişkilerin temelini güçlendiren ikili anlaşmaların önemine
değinen Băsescu, ilişkilerin devamını temin ettiklerini ifade
etti. Romanya Devlet Başkanı Traian Băsescu’nun onuruna
verilen yemeğe ayrıca AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt
Çavuşoğlu, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır, TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu ve Türkiye’den bazı
milletvekilleri de iştirak etti.
Konuk Devlet Başkanı onuruna verilen yemekte bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin iki yıl önce kurulan Stratejik Ortaklık seviyesine ilerlemesinden duyduğu memnuniyeti dile
getirdi ve bölgesel politika alanında, Balkanlar ve Karadeniz
bölgesini ortak kaderlerin ve çıkarların kesiştiği alan olarak
nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Gül, bu coğrafyada özellikle güvenlik, istikrar ve refahın yükseltilmesinin esas olduğunu ve
bu çerçevede Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün, Avrupa Komisyonu’nun Karadeniz coğrafyasındaki ülkelerin AB’ye
yakınlaşmasını sağlayacak iş birliğini amaçlayan Karadeniz
Sinerjisi’nin ve Romanya’nın hâlihazırda Dönem Başkanlığı’nı
üstlendiği Güneydoğu Avrupa Süreci çerçevesinde ilişkilerin
daha da güçlendirildiğini aktardı.
2013 yılında, Türkiye ile Romanya arasındaki diplomatik ilişkilerin 135’inci yıl dönümünün kutlandığını belirten
Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin, Balkanlar’daki en büyük
ekonomik ortağı konumunda olan Romanya ile ticaretinin
altı milyar dolara ulaştığını belirtti ve bu miktarın 10 milyar
dolara çıkarılması için Devlet Başkanı Băsescu ile konuştuklarını açıkladı. Karşılıklı yarar temelinde stratejik ortaklıkların
sürdürülmesi gayreti içinde olduklarını kaydeden Cumhurbaşkanı Gül, AB’nin konumunun ise özellikle bölgesel politika alanında, istikrar ve güven ortamı çerçevesinde, mevcut
işbirliğinin önemli bir parçası olduğunu kaydetti.
72
GÜNDEMDEN
AB TÜRKYE DELEGASYONU BAKANLII’NA
AVRUPA KOMSYONU ÇLER GENEL MÜDÜRÜ
STEFANO MANSERVISI ATANDI
Avrupa Komisyonu İçişleri Genel Müdürü Stefano Manservisi, 24 Şubat 2014 tarihinde,
AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton tarafından, AB
Türkiye Delegasyonu Başkanı olarak atandı. Hatırlanacağı üzere, Büyükelçi JeanMaurice Ripert’in görev süresinin Ekim 2013’te dolması ve Fransa’nın Moskova
Büyükelçisi olarak atanmasından bu yana AB, Ankara’da geçici olarak maslahatgüzarlık
seviyesinde temsil ediliyordu.
Y
üksek Temsilci Ashton, atama kararıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada,
Manservisi’nin, kilit öneme sahip bu görev
için mükemmel bir aday olduğunu vurguladı. İtalya vatandaşı olan Manservisi’nin,
Avrupa Komisyonu’nda uzun yıllar dış
ilişkiler alanında üst düzey görevlerde
bulunduğu biliniyor. Temmuz 2010’dan
bu yana Komisyon’un İçişleri Genel
Müdürlüğü’nü yürüten Manservisi, 20042010 yılları arasında Avrupa Komisyonu
Kalkınma Genel Müdürlüğü, 2001-2004
yılları arasında da dönemin Komisyon
Başkanı Romano Prodi’nin kabine şefliği ve
1995-2000 döneminde ise Komisyon Üyesi
Mario Monti’nin kabine şefi yardımcılığı
görevlerini üstlenmişti.
Ayrıca, AB ile Türkiye arasında Geri
Kabul Anlaşması’nın imzalanması ve vize
muafiyetine ilişkin diyaloğun başlatılması
sürecinde Avrupa Komisyonu adında
müzakereleri yürüten Manservisi’nin bu
süreçte önemli çalışmalarda bulunduğu
biliniyor.
19 65
73
TÜRKYE-AB BAKANLAR DÜZEYNDE
SYAS DYALOG TOPLANTISI GERÇEKLETRLD
D
ışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada,
toplantıda, Türkiye-AB ilişkileri ve müzakere sürecinde gelinen aşamanın kapsamlı bir şekilde
değerlendirildiği ve her iki tarafı da yakından ilgilendiren
uluslararası ve bölgesel konulara ilişkin görüş alışverişinde
bulunulduğu belirtildi. Bu bağlamda toplantıda, Suriye, İran,
Irak, Mısır, Libya, Tunus, Somali, Mali ve AB’nin Doğu Ortaklığı politikası konularının ele alındığı kaydedildi.
Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden ve Komşuluk
Politikasından Sorumlu Üyesi Füle, toplantının ardından
yayımladığı açıklamada, 4’üncü Yargı Reform Paketi ve Demokratikleşme Paketi’ne atıfta bulunarak, Türkiye’de 2013
yılında önemli ilerlemeler kaydedildiğini belirtti. Füle, Bölgesel Politika başlığının müzakereye açılması; Vize Muafiyetine
Yönelik Diyaloğun başlatılması ve Geri Kabul Anlaşması’nın
imzalanmasının Türkiye ile AB arasındaki iş birliğine yeni bir
ivme kazandırdığını ve her iki tarafın da ilerleme yönündeki
güçlü iradesini ortaya koyduğunu kaydetti.
Toplantıda, Türkiye’deki güncel gelişmeleri ele aldıklarını
ifade eden Füle, Türkiye’nin, katılım müzakerelerini yürüten
bir aday ülke olarak katılım süreci ve siyasi kriterlere ilişkin
yasaları erken aşamada Komisyon ile istişare etmesi gerektiğini vurguladıklarını ifade etti. Füle, bu konuya, yargının bağımsızlığının önemi ve İnternet yasası bağlamında değindiklerini kaydetti. İnternet yasası konusunda Komisyon’un, AB
müktesebatı ve iyi uygulamalarına uyumu konusunda tespit
edilen bazı endişelerini yazılı olarak paylaşacağını belirtti.
Kıbrıs meselesine kapsamlı bir çözüm bulunmasının
herkesin menfaatleri bakımından büyük önem taşıdığı konusunda hemfikir olduklarını belirten Füle, Türkiye’nin Ada’da
görüşmelerin yeniden başlatılabilmesi için verdiği desteği
takdir ettiklerini belirtti ve görüşmelerin en kısa zamanda
yeniden başlatılmasını arzu ettiğini ifade etti.
Toplantının ardından açıklamada bulunan Yüksek
Temsilci Ashton, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve AB Bakanı
Çavuşoğlu’nu Brüksel’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Türkiye’nin AB’nin kilit ortağı konumunda
bulunduğunu ifade eden Yüksek Temsilci, Türkiye ve AB’nin
birlikte büyük zorluklarla karşı karşıya olduklarına ve oldukça geniş ortak menfaatlere sahip olduklarına dikkat çekti.
Dış politika alanında, Türkiye-AB iş birliğini güçlendirmenin
toplantıda önemli bir gündem maddesi olduğunu ifade
eden Yüksek Temsilci Ashton, Suriye’nin gündemin başında
yer aldığını kaydetti. Cenevre II görüşmelerinin yeni turuna
tam destek verdiklerini kaydeden Ashton, görüşmelerde insani yardıma erişim konusunun sonuçlandırılması çağrısında
bulundu. Ashton, Türkiye’nin Suriye’den kaçan sığınmacılara
destek sağlamakta oynadığı hayati rolden de övgüyle bahsetti. Türkiye ile AB’nin Suriye’den gelen aşırıcılık tehdidine
karşı mücadele etme kararlığına sahip olduklarını kaydeden
Ashton, gelecekte bu alandaki iş birliğine yoğunlaşma kararı
aldıklarını kaydetti.
İran’ın nükleer programına çözüm bulunması yolunda
daha fazla ilerleme kaydedilmesi yönündeki umutlarını ve
Mısır, Libya ve Tunus’taki demokratik geçiş sürecinin desteklenmesi konusundaki kararlılıklarını dile getirdiklerini
kaydeden Ashton, Bosna-Hersek’teki güncel gelişmeleri ve
bu konuda hükümetin halkın siyasi, ekonomik ve sosyal endişelerine cevap vermesi gerektiğini ele aldıklarını da kaydetti. Ashton, son olarak Ukrayna’daki durumu ve mevcut krize
siyasi bir çözüm bulunması konusunda nasıl destek verileceğini ele aldıklarını belirtti.
Türkiye-AB Bakanlar
Düzeyinde Siyasi
Diyalog Toplantısı,
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu,
AB Bakanı ve
Başmüzakereci
Mevlüt Çavuşoğlu,
AB Dışişleri ve
Güvenlik Politikası
Yüksek Temsilcisi
Catherine Ashton
ve Avrupa
Komisyonu’nun
Genişlemeden
ve Komşuluk
Politikasından
Sorumlu Üyesi
Štefan Füle’nin
katılımlarıyla,
10 Şubat 2014
tarihinde Brüksel’de
gerçekleştirildi.
74
GÜNDEMDEN
KIBRIS MÜZAKERELER
K YIL ARADAN SONRA YENDEN BALIYOR
KKTC
Cumhurbaşkanı
Derviş Eroğlu ile
GKRY lideri Nikos
Anastasiadis,
11 Şubat 2014
tarihinde BM Genel
Sekreteri’nin Kıbrıs
Özel Temsilcisi Lisa
Buttenheim’ın ev
sahipliğinde, Kıbrıs
müzakere süreci
kapsamında ara
bölgede bir araya
geldi. Heyetler
arası görüşmenin
ardından
Buttenheim,
tarafların
mutabakat
sağladığı, Kıbrıs
müzakerelerinin
yeniden
başlamasına esas
teşkil eden “ortak
açıklama metni”ni
kamuoyuna
açıkladı.
S
öz konusu ortak açıklama metninde, olası bir çözümün BM Güvenlik Konseyi kararlarında belirtilen iki
toplumlu, iki bölgeli, tarafların siyasi eşitliğini içeren
bir federasyona dayalı olarak şekillendirileceği belirtiliyor.
Buna göre, BM ve AB üyesi olacak birleşik Kıbrıs’ın tek uluslararası kimliği olacak ve Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumları
eşit ve tek bir egemenlik çatısı altında bir araya getirecek. Bu
kapsamda, ortak açıklama metninde belirtildiği üzere, birleşik Kıbrıs’ın tüm vatandaşları, hem Kıbrıs Türk kurucu devletinin hem de Kıbrıs Rum kurucu devletinin vatandaşı olacak
ve federal hükümetin yetkileri anayasa tarafından belirlenecek. Ortak açıklama metninde ayrıca, birleşik Kıbrıs’ın, her iki
tarafta eş zamanlı ve ayrı ayrı düzenlenecek referandumdan
sonra ortaya çıkacağı belirtiliyor.
Kıbrıs müzakerelerinin tekrar başlaması, Türkiye ve AB
tarafından da olumlu karşılandı. AB Konseyi Başkanı Herman
19 65
Van Rompuy ve Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel
Barroso Kıbrıs müzakerelerine ilişkin ortak bir yazılı açıklama yaptı. Açıklamada Eroğlu ve Anastasiadis ortak açıklama
metnini kabul ederek gösterdikleri cesaretten ötürü kutlanırken; ayrıca Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun özel
temsilcisinin, müzakerelerin yeniden başlamasını takiben
bugüne kadar çözümlenemeyen sorunların aşılmasına yönelik çalışmalarda aktif olarak katkıda bulunacağı belirtildi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı ise, Kıbrıs müzakerelerine ilişkin olarak “Türkiye, Kıbrıs sorununa en kısa zamanda adil ve kalıcı bir siyasi çözüm bulunmasını istemektedir”
açıklamasında bulundu. Yapılan açıklamada ayrıca, Türk
hükümetinin bu çerçevede BM Genel Sekreteri’nin misyonu
kapsamında yeniden başlatılan Kıbrıs müzakere sürecinin
başarıyla sonuçlandırılması için yapıcı desteğini koruyacağını
ve buna yönelik çalışmalarda katkıda bulunacağı vurgulandı.
75
AB’DE VZE MUAFYETNE LKN GELMELER
H
atırlanacağı üzere, Kasım 2013 tarihinde Komite,
AP Hıristiyan Demokrat Grup üyesi Bulgar parlamenter Mariya Gabriel’e konuya ilişkin verilen yetkiyi desteklemiş, Gabriel de söz konusu ülkelerin vatandaşlarının vizesiz bir şekilde AB üye ülkelerinde dolaşımına olanak
sağlayan bir rapor hazırlamıştı. Sadece biyometrik pasaporta
sahip söz konusu ülke vatandaşları için geçerli olacak vize
muafiyeti kapsamında, Parlamento’nun Sivil Özgürlükler
Komitesi, raporu 49’a karşı 1 oy ile kabul ederken, Avrupa
Komisyonu’ndan özellikle Peru ve Kolombiya konusunda hassas davranmasını talep etti. Nisan 2014 tarihinde AP Genel
Kurulu’nda oylanması beklenen teklif eğer kabul edilirse, bu
ülkeler AB’nin, vatandaşlarına vize mecburiyeti getirdiği Si-
yah Liste’den (Black List), Beyaz Liste’ye (White List) alınacak.
Komite ayrıca, aynı gün AP Sosyalist Grup üyesi Slovenyalı parlamenter Tanja Fajon tarafından hazırlanan ve Moldova vatandaşlarının vizesiz bir şekilde AB içerisinde serbest
dolaşımını öngören raporu da oyladı. 46’ya karşı 2 hayır oyu
ile kabul edilen rapor, Moldova vatandaşlarına da Schengen
üyesi AB üye ülkelerine girişte vize muafiyeti öngörüyor.
AP Sivil Özgürlükler Komitesi, Moldova’nın, Doğu Ortaklığı çerçevesinde müzakerelerin yürütüldüğü ülkeler arasında
vizesiz seyahate ilişkin tüm kriterleri karşılayan ilk ülke olduğunun altını çizerken, kabul edilen raporun 25 Şubat 2014
tarihinde AP Genel Kurulu’nda görüşülmesi ve en geç Mart
ayında Konsey tarafından kabul edilmesi bekleniyor.
HSYK’DA DEKLKLER YAPAN YASA
TBMM’DE KABUL EDLD
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve Türkiye Adalet Akademisi’nin yapısında,
çalışma usul ve esaslarında değişiklik öngören yasa, 15 Şubat 2014 tarihinde TBMM Genel
Kurulu’nda kabul edildi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayına sunuldu.
Y
eni yasa ile HSYK üyeleri hakkındaki disiplin soruşturmaları HSYK Genel Kurulu yerine Başkan sıfatıyla
Adalet Bakanı tarafından yürütülecek ve karara
bağlanacak. Yeni yasaya göre, HSYK Teftiş Kurulu Başkan ve
Başkan Yardımcıları Adalet Bakanı tarafından atanacak. Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte, HSYK’nın yayımladığı tüm
genelgeler yürürlükten kalkacak.
Yeni yasa, Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığı’nın, Genel Kurulu’nun ve Yönetim Kurulu’nun yapısına ve görevlerine
ilişkin olarak da değişiklikler getiriyor. Yasa ile hâkimlerin ve
savcıların meslek içi eğitimlerinin HSYK yerine Adalet Akademisi tarafından yapılması da öngörülüyor.
Avrupa
Parlamentosu (AP)
Sivil Özgürlükler
Komitesi, 12 Şubat
2014 tarihinde,
16 Pasifik ve
Karayip ülkesi
ile Birleşik Arap
Emirlikleri, Peru
ve Kolombiya’yı
da içeren ülke
vatandaşlarına vize
serbestliği rejimini
öngören ve AB
Konseyi ile siyasi
uzlaşıya varılan
teklifi oyladı.
76
GÜNDEMDEN
TARTIMALI
NTERNET
DÜZENLENMES
ONAYLANDI
5 Şubat tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda
kabul edilen, 2007 tarihli ve 5651 Sayılı
İnternet Ortamında Yapılan Yayınların
Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla
İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi
Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik,
18 Şubat 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı
tarafından onaylandı. Cumhurbaşkanı Gül,
değişikliğe ilişkin itiraz ettiği iki noktanın,
yeni bir düzenlemeyle giderileceğini
açıkladı.
19 65
77
K
abul edilen maddelere göre, İnternet ortamında
yapılan bazı düzenlemeler şöyle:
> İnternette yer sağlayıcı, yer sağladığı hukuka aykırı
içeriği, haberdar edilmesi halinde yayından çıkarmakla
yükümlü olacak;
> Yer sağlayıcı, yer sağladığı hizmetlere ilişkin trafik bilgilerini bir yıldan az ve iki yıldan fazla olmamak üzere,
yönetmelikte belirlenecek süre kadar saklamakla ve bu
bilgilerin doğruluğunu, bütünlüğünü ve gizliliğini sağlamakla yükümlü olacak;
> Yer sağlayıcılık bildiriminde bulunmayan veya bu düzenlemedeki yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)
tarafından 10 bin TL’den 100 bin TL’ye kadar idari para
cezası verilecek;
> Erişim sağlayıcı, erişimi engelleme kararı verilen yayınlarla ilgili olarak alternatif erişim yollarını engelleyici
tedbirleri almakla yükümlü olacak;
> Erişim Sağlayıcıları Birliği kurulacak. Söz konusu Birlik,
Elektronik Haberleşme Kanunu kapsamında yetkilendirilen tüm İnternet servis sağlayıcıları ile İnternet erişim
hizmeti veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve
koordinasyonu sağlayan bir kuruluş olacak;
> Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne üye olmayan İnternet servis
sağlayıcıları faaliyette bulunamayacak;
> İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik
haklarının ve özel hayatının ihlal edildiğini iddia eden
gerçek ve tüzel kişiler, doğrudan sulh ceza hâkimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini isteyebilecek;
> Hâkim, erişimin engellenmesine karar verebilecek;
> İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle kişilik
haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişilerin talepleri,
yer sağlayıcı tarafından en geç 24 saat içerisinde cevaplandıracak;
> Hâkim, yalnızca kişilik hakkının ihlalinin gerçekleştiği
yayın, kısım, bölüm ile ilgili olarak içeriğe erişimin engellenmesi yöntemiyle kararı verebilecek. Zorunlu olmadıkça, İnternet sitesinde yapılan yayının tümüne yönelik
erişimin engellenmesine karar verilemeyecek;
> Hâkim, bu madde kapsamında yapılan başvuruyu, en geç
24 saat içinde, duruşma yapmaksızın karara bağlayacak;
> Erişim Sağlayıcıları Birliği’nin, erişim sağlayıcıya gön-
derdiği içeriğe erişimin engellenmesi kararı, en geç dört
saat içerisinde erişim sağlayıcı tarafından yerine getirilecek;
> İnternet ortamında yapılan yayın içeriği nedeniyle özel
hayatın gizliliğinin ihlal edildiğini iddia eden kişiler, TİB’e
başvurarak, doğrudan içeriğe erişimin engellenmesi
tedbirinin uygulanmasını isteyebilecek. TİB, kendisine
gelen bu talebi, uygulanmak üzere Erişim Sağlayıcıları
Birliği’ne bildirecek. Birlik, tedbir talebini en geç dört
saat içinde yerine getirecek. Talep daha sonra sulh ceza
hâkiminin kararına sunulacak. Hâkim, vereceği kararı en
geç 48 saat içinde açıklayacak. Aksi halde, erişimin engellenmesi kararı kendiliğinden kalkacak;
> Özel hayatın gizliliğinin ihlaline bağlı olarak, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, doğrudan TİB Başkanı’nın
emri üzerine erişim engellenebilecek;
> Bu karara karşı sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilecek.
Diğer yandan, tüm süreci yakından takip eden Avrupalı
yetkililerse, söz konusu düzenlemelerin TBMM tarafından
kabul edilmesini endişe ile karşıladıklarını bildiriyor. Avrupa
Komisyonu’nun Genişlemeden ve Komşuluk Politikası’ndan
Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano bu yasaya
ilişkin yaptığı açıklamada, yasanın mevcut haliyle ifade özgürlüğüne bazı kısıtlamalar getirdiğini ifade ederken, yasanın Avrupa standartları doğrultusunda yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Štefan Füle ise aynı açıklamayı
daha sonra sosyal medya aracılığıyla paylaştı; bu konuda,
Avrupa Komisyonu’nun Türkiye Hükümeti ile birlikte çalışmaya hazır olduğu da açıklandı. Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Dijital Gündemden Sorumlu Üyesi Neelie Kroes da
İnternet alanında kabul edilen yeni düzenlemeleri eleştirdi.
Avrupa Komisyonu temsilcilerinin yanı sıra AP üyeleri
tarafından da söz konusu düzenlemelere ilişkin açıklamalar
yapıldı. AP Başkanı Martin Schulz, kabul edilen yeni düzenlemeleri eleştirirken, konuya ilişkin sosyal medyada yaptığı
duyuruda, yeni düzenlemeleri “özellikle medya özgürlüğünün can çekiştiği bir ortamda, geriye doğru atılmış bir adım”
olarak nitelendirdi. Hollandalı Liberal parlamenter Marietje
Schaake ise bu yasaya yönelik yaptığı yazılı açıklamada, dijital alanda özgürlüğün, aday ülkelerin yerine getirmesi gereken kriterlerden biri olduğunu hatırlattı.
78
GÜNDEMDEN
TALYA BABAKANI LETTA STFA ETT,
YEN BABAKAN RENZI GÜVENOYU ALDI
Geçen yıl Şubat ayında, İtalya Cumhurbaşkanı Napolitano tarafından hükümeti kurması
için görevlendirilen Demokratik Parti’nin Başkan Yardımcısı Enrico Letta, 14 Şubat 2014
tarihinde Cumhurbaşkanı’na istifasını sundu; yeni Hükümeti kurmakla görevlendirilen
Matteo Renzi ise 25 Şubat’ta güvenoyu almayı başararak göreve başladı.
A
ralık 2013’te Demokratik Parti Genel Sekreteri
olarak seçilen Floransa Belediye Başkanı Matteo
Renzi ile Başbakan Letta arasındaki anlaşmazlık
sonucunda, 13 Şubat’ta düzenlenen Demokratik Parti’nin
Yönetim Kurulu’nda Renzi, Başbakan Letta’nın görevi
bırakması ve seçime gidilmeden mevcut parlamento ko-
19 65
şullarında yeni bir hükümet kurulması yönünde öneride
bulunmuştu. Enrico Letta’nın Başbakanlıktan istifa etmesi
üzerine, Cumhurbaşkanı Napolitano, yeni hükümeti kurması için Matteo Renzi’yi görevlendirdi ve Renzi Hükümeti, 25 Şubat’ta parlamentonun güvenoyunu alarak göreve
başladı.
79
AB’Y BR KEZ DAHA DÜÜNDÜREN SVÇRE TARZI “EVET”
B
ilindiği gibi İsviçre, AB üyeliğini reddeden ancak
AB İç Pazarı ve Göç Politikası kapsamında AB ile
ilişkilerini ekonomik ve kültürel alanda sürdüren,
aynı zamanda 2004 itibarıyla Schengen Alanı’na dâhil olan
bir ülke. Referandum sonuçların ardından Brüksel’in tavrı
merakla beklenirken, Avrupa Komisyonu’ndan yapılan ilk
Bildiri’de*, İsviçre’de yaşanan bu sonucun AB ve İsviçre arasındaki “kişilerin serbest dolaşımı ilkesine aykırı” olduğu
açıklandı. Komisyon, yasal düzenlemenin içeriği üzerinden
ikili ilişkilerin tekrar gözden geçirileceğini duyururken, Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso’nun ifadeleri ise
sonuçların, 28 üyeli AB ile olan ilişkileri ciddi boyutta etkileyebileceği yönündeki endişeleri yansıtıyor. İsviçre’nin yerel
basını incelendiğinde de mevcut hükümet ve iş dünyasının
yasal düzenlemeye karşı bir tavır sergilediği görülüyor. Düzenlemeye karşı çıkanların en büyük argümanlarından biri,
İsviçre’nin en büyük ticaret ortağı konumunda yer olan AB ile
ekonomik ilişkilerin sekteye uğraması.
Son olarak, yeni AB üyesi olan Hırvatistan’ın vatandaşlarına yönelik serbest dolaşım hakkının İsviçre tarafından
uzatılması kararı ise, Brüksel’in ülke ile hâlihazırda bulunan
ve görüşmeleri süren bazı kültürel ve eğitim amaçlı AB programlarının askıya almasını kesinleştirdi**: 2014-2020 yıllarını
kapsayan 80 milyar avroluk bütçeye sahip araştırma programı Ufuk 2020 (Horizon 2020) ile yine aynı döneme ait 14,7
milyar bütçeli Erasmus+ Programı’nın İsviçre ile durdurulması kararı alındı. Aynı şekilde, AB genelinde kültür, sinema,
müzik, edebiyat, sanat ve benzeri alanlarda ortak çalışma
platformu sunan 1,46 milyar avroluk “Yaratıcı Avrupa” (Creative Europe) için sürdürülen görüşmelerin ve sınır ötesi elekt-
rik anlaşmasının müzakerelerinin de durdurulduğu açıklanıyor. AB ile olan ilişkilerin ciddiyetini öne süren, ülkenin Ulusal
Konsey üyesi Hıristiyan Demokrat Kathy Riklin, durdurulan
programların, hem İsviçre ekonomisine hem de araştırma
konularında elde edilen bilimsel çalışmaların getirilerine
zarar vereceği görüşünde. İsviçre’nin yerel basınında yer alan
Lozan Federal Teknoloji Enstitüsü’nün açıklamalarına göreyse
(Lausanne’s Federal Institute of Technology), Ufuk 2020 Programı ile yılda 80-100 milyon frankın araştırma çalışmaları için
kullanıldığı ve üç bine yakın Erasmus öğrencisinin İsviçre’yi
ziyaret ettiği açıklanıyor. İsviçre’nin programlara tekrar ne
zaman dâhil olacağı ise henüz net değil.
Daha önce, 2013 yılının ilk çeyreğinde, İsviçre’nin sekiz
AB üye devletinden (Letonya, Litvanya, Estonya, Polonya, Çek
Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya ve Slovenya) gelen göçmen sayısını kısıtlayan bir senelik düzenlemeyi (safeguard
clause) başlatmasıyla, 9 Şubat’a benzer bir tablo gündeme
gelmişti. 2006 yılındaki, İsviçre’nin kendi iç pazarını kontrol
etme girişimi ve 2010 yılında “suç işleyen yabancıların sınır
dışı edilmesine” ilişkin referandumun kabul edilmesi de Komisyon tarafından anlaşmalara aykırı girişimler olarak telaffuz ediliyor. Diğer yandan, 18 Şubat’ta ülkenin Dışişleri Bakanı Didier Burkhalter ile bir araya gelen Almanya Şansölyesi
Angela Merkel, referandum sonuçlarını değerlendirdi. Alman
Başbakan, sonuçlara saygı duyulması gerektiğini belirtirken, Almanya’nın İsviçre’ye yönelik ciddi boyutlara ulaşan
yaptırımlara sıcak bakmadığı telaffuz ediliyor. Bu kapsamda
Merkel, AB’nin prensiplerine uyumlu uygulamaların olması
gerektiğini ve üç yıllık sürecin bu bağlamda uygulamaları
takip etme açısından önemli olduğunu vurguluyor.
Muhafazakâr
İsviçre Halk
Partisi’nin
(SVP) başlattığı
girişimle, AB
üye ülkelerinden
gelen göçü
sınırlamaya
yönelik yasal
düzenlemeye
ilişkin
referandum,
İsviçre’de 9 Şubat
2014 tarihinde
gerçekleştirildi.
İsviçreli
seçmenlerin
yüzde 50,34’ü,
Parti’nin göçü
kısıtlama
önerisine
“evet” dedi.
Uygulamanın
yürürlüğe girmesi
için en fazla üç
yıllık zaman
bulunuyor.
*
9 Şubat 2014 tarihli Avrupa
Komisyonu Bildirisi’ne, http://
europa.eu/rapid/press-release_
MEMO-14-96_en.htm İnternet
adresinden ulaşılabilir.
**
Ayrıntılı bilgiye, http://
www.swissinfo.ch/eng/
science_technology/
EU_freezes_Switzerland_
out_of_research_funds.
html?cid=37974638 İnternet
adresinden ulaşılabilir.
80
AB AJANSLARI
Çisel İleri, İKV Proje Müdürü
AVRUPA ÇEVRE AJANSI
Kopenhag’da 1994 yılında kurulan Avrupa Çevre Ajansı (AÇA), Birliğin çevre politikasını
oluşturma, uygulama, uyum sağlama ve değerlendirme konusunda temel bilgi kaynağı
olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
Y
aklaşık 130 kişinin çalıştığı ve yıllık bütçesi 40
milyon avroyu bulan AÇA’nın görevi, 401/2009
Sayılı Tüzük ile şu şekilde belirlenmiştir1:
O
O
1
Yazıda kullanılan bilgiler, Avrupa Çevre
Ajansı Resmi Sitesi’nden alınmıştır.
http://www.eea.europa.eu/
Birlik ve üye ülkelerin çevrenin iyileştirilmesi, çevresel
hususların ekonomik politikalarla bütünleştirilmesi
ve sürdürülebilirliğe geçiş hakkında bilgilendirilmiş
kararlar almalarına yardımcı olmak;
Avrupa Çevre Bilgi ve Gözlem Ağı’nı (Eionet) koordine
etmektir.
Temel olarak AÇA, çevrenin durumu ve çevredeki eğilimler, bunun yanında ekonomik ve sosyal itici güçlerin yol
açtığı baskıların analiz edildiği değerlendirmeler hazırlamaktadır. Ayrıca senaryo geliştirme, politika değerlendirme ve veri kalite kontrolü üzerine de çalışmalar yapan
AÇA, Eionet’in koordinatörüdür.
Kısaca sıralamak gerekirse, AÇA, beş yıllık çevrenin
durumu raporları, tematik ve teknik raporlar, brifingler,
İnternet üzerindeki önemli olaylar ve bilgi servisleri, multimedya ve eğitimde interaktif-İnternet tabanlı ürünler
sunmaktadır. Bunların yanı sıra AÇA, politika yapıcılara
uzman tavsiyeleri, konferanslar ve ziyaretler, bilgi sistemleri, halka açık ağlar ve iletişim hizmetleri de sağlamaktadır. Ajans’ın ele aldığı çevresel konular hava kirliliği,
biyolojik çeşitlilik, kimyasallar, iklim değişikliği, çevre ve
sağlık, arazinin kullanımı, doğal kaynaklar, gürültü, toprak, atık ve malzeme kaynakları, su ve diğer sorunlar başlıklarında toplanmıştır.
AÇA’nın faaliyet gösterdiği sektörler ise tarım, enerji,
balıkçılık, hane tüketimi, endüstri, nüfus ve ekonomi, turizm ve ulaştırma olarak sıralanabilir. Ajans, çevreyle ilgili
konu başlıkları ve sektörle ilgili teknik bilgi ve değerlen-
19 65
dirmeler sağlarken, çevre teknolojileri, politika araçları ve
çevre senaryoları hususlarında da yükümlülüklerini yerine
getirmektedir. Halen, AB’nin eko-verimli teknolojilerde
dünya lideri olduğu ve AB genelinde bu alanda iki milyondan fazla kişinin istihdam edildiği biliniyor. Bununla
birlikte, AB’nin eko-endüstrilerinin küresel pazarın üçte
birinden fazlasını oluşturduğu ve yılda yüzde 5 civarında
büyüme kaydettiği dikkate alındığında, özellikle çevre
teknolojilerine giderek daha fazla önem verilmekte ve
sıfır emisyonlu sürdürülebilir ekonomiye geçiş hedeflenmektedir. Birliğin bu hedeflerine ulaşması ve var olan
potansiyelini hayata geçirebilmesi için AÇA, katı ve yumuşak teknolojiler hakkında bilgi ve enformasyon değişimi sağlamak suretiyle, Çevre Teknolojileri Eylem Planı’nı
(ETAP) desteklemekte; çevreye zararlı sübvansiyonların
envanteri, çevre teknolojilerine yönelik talebin ve bunlara geçişin nasıl artırılabileceğine ilişkin somut önerilerin
desteklenmesine yönelik daha ileri düzeyde analizler için
bir dayanak noktası sunmaktadır.
AÇA, bir yandan AB’nin çevre politikalarının etkinliğinin belirlenmesi ve piyasa temelli araçlara ilişkin çalışmalar yürütürken, diğer yandan Avrupa’nın çevresi için
uzun vadeli beklentileri ve anahtar politika seçimlerinin
sonuçlarını da değerlendirmektedir. Daha geniş kapsamlı
ve uzun vadeli bir perspektiften bilgi üretmek suretiyle
mevcut politika tartışmalarına değer katılması ve Avrupa
Çevresel Bilgi Sistemleri’nin gelecekteki eğilimler hakkında bilgi içerecek şekilde düzenlenmesine yardımcı olmayı
amaçlayan AÇA, Pan-Avrupa ve küresel düzeylerde, Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi veya Birleşmiş Milletler
Çevre Programı’nın (UNEP) GEO-4 senaryoları gibi senaryo
temelli değerlendirmeler için bilgi ve uzmanlık sunmaktadır.
81
ÜYE VE BRL YAPAN ÜLKELER
AÇA’nın yapısına bakıldığında, Ajans’a üye 33 devleti, 28 AB Üye Devleti’nin yanı sıra İzlanda, Lihtenştayn,
Norveç, İsviçre ve Türkiye’nin oluşturduğu görülmektedir.
Bunun yanında Arnavutluk, Bosna-Hersek, Eski Yugoslav
Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ, Sırbistan ve 1244/99
No’lu BM Güvenlik Konseyi Kararı gereği Kosova da iş birliği yapan ülkeler statüsündedir. Bu iş birliği faaliyetleri
Eionet’e entegre edilmiştir ve Katılım Öncesi Yardım Aracı
(IPA) kapsamında AB tarafından desteklenmektedir.
KURUMSAL YAPI
AÇA, Yönetim Kurulu ve Bürosu tarafından yönetilmektedir. Yönetim Kurulu’na karşı programların uygulanması ve AÇA’nın günlük işleyişinden sorumlu bir Yetkili
Müdür ve danışmanlık görevini yürüten bir Bilimsel Komite de Ajans’ın yönetimine katkı sağlamaktadır.
Ajans’ın çok yıllı çalışma programını hazırlamak,
yıllık çalışma programları ve raporlarını kabul etmek,
Yetkili Müdürü atamak ve Bilimsel Komite’nin üyelerini
belirlemek gibi görevleri yürüten Yönetim Kurulu, her
üye devletin iki temsilcisi, Avrupa Komisyonu’nun iki
temsilcisi ve Avrupa Parlamentosu’nun atadığı iki bilim
insanından oluşmaktadır. Yönetim Kurulu yılda üç defa
toplanmaktadır. Bu toplantılar haricinde Ajans’ın etkili
bir biçimde faaliyetlerini sürdürmesi için gerekli yönetim
kararları, Büro tarafından alınmaktadır. Büro, genel
başkan, en fazla beş başkan yardımcısı, bir Komisyon
temsilcisi ve bir adet Parlamento tarafından atanan
üyeden oluşmaktadır.
AÇA’nın günlük faaliyetlerinin yürütülmesi, Yönetim
Kurulu’nun onayladığı programların hayata geçirilmesi ise
Yetkili Müdür’ün sorumluluğundadır. Kurumsal yönetimin
bir diğer parçası olan Bilimsel Komite ise Yönetim Kurulu
ve Yetkili Müdür’e tavsiyede bulunmaktadır. Bilimsel Komite, Ajans’ın çok yıllı ve yıllık çalışma programları hakkında ve bilimsel personelin işe alınması konularında görüş
bildirmektedir.
AB KURUMLARI LE LKLER
AÇA’nın en yakın çalıştığı AB kurumu, Komisyon içerisinde doğrudan muhatabı olan Çevre Genel Müdürlüğü’dür.
Ajans’ın Yıllık Planları’nın değerlendirilmesinde,
Komisyon’un Çevre Genel Müdürlüğü katkı sağlamaktadır.
Çevre konusunda yapılan raporlamalarda ise Ajans, Çevre
Genel Müdürlüğü, Ortak Araştırma Merkezi ve Avrupa İstatistik Birimi (Eurostat) ile birlikte çalışmaktadır. Ajans’ın
faaliyet alanlarının sadece çevre değil, diğer sektörleri de
kapsaması neticesinde ulaştırma, enerji, bölgesel politika,
tarım ve araştırma gibi alanlarda faaliyet gösteren Genel
Müdürlükler ile de iş birliğine gidilmektedir. Ayrıca AÇA,
Avrupa Parlamentosu ile olan ilişkisi kapsamında, talep
gelmesi halinde raporlar sunmakta, çalıştaylar ve bilgilendirme toplantıları düzenlemektedir. Bunun yanında Ajans’ın
Yetkili Müdürü, özellikle çevre bakanlarının gayri resmi Konsey toplantılarına sıklıkla davet edilmektedir.
Türkiye’nin Katılım Anlaşması’nı2 9 Ekim 2000 tarihinde imzaladığı AÇA’nın faaliyetleri, hazırladığı raporlar ve
Ajans’ta çalışma imkânlarına ilişkin bilgilere, http://www.
eea.europa.eu/ İnternet adresinden erişilebilir3.
2
3
Anlaşma, 28 Ocak 2003 tarihli
Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
AÇA’nın Türkçe İnternet sayfası,
http://www.eea.europa.eu/tr
adresinde yer almaktadır.
82
AB ve ÜÇÜNCÜ ÜLKELER
Dr. Zeynap Özkurt, İKV Uzman Yardımcısı
LATN AMERKA’NIN
GÜÇLENEN EKONOMS:
MEKSKA
19 65
83
Tarihte birçok gelişmiş Kızılderili
uygarlığa ev sahipliği yapan Meksika,
bugün Latin Amerika’nın en güçlü
ekonomilerinden biri sayılıyor. NAFTA
üyeliğinin getirdiği avantajların yanı
sıra Kuzey Amerika ülkeleri ile güçlü
ekonomik bağları bulunan Meksika’nın
ABD’den sonraki en büyük ticaret
ortağı ise AB. Avrupa bütünleşme
sürecinin ilk yıllarında pekiştirilen
diplomatik ilişkiler sayesinde ve özellikle
2000 yılında yürürlüğe giren Küresel
Anlaşma’nın ardından, 2010 yılında
AB-Meksika Stratejik Ortaklığı’nın hayata
geçirilmesiyle beraber, iki aktör güçlü
siyasi ve ekonomik bir bağlarla birbirine
bağlı konumda yer alıyor. AB ve Üçüncü
Ülkeler dosyamızda bu ay, AB’nin Latin
Amerika’nın güçlenen ekonomisi olarak
nitelendirebileceğimiz Meksika ile olan
ilişkilerini ele alıyoruz.
84
AB ve ÜÇÜNCÜ ÜLKELER
KÜRESEL GELMELER IIINDA MEKSKA
1980’li yıllardan itibaren ciddi bir ekonomik dönüşüm
geçiren Meksika, Latin Amerika’nın en büyük ikinci ekonomisine sahip. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın
(North American Free Trade Agreement-NAFTA) 1994 yılında
yürürlüğe girmesiyle, o dönemde ABD ve Kanada ile ticaret hacmini üç kat artıran ve 1995 yılında Dünya Ticaret
Organizasyonu’na dâhil olan Meksika, liberal bir ekonomiye sahip.
1
Heiligendamn Süreci’nde, G8
liderlerinin yanı sıra Brezilya,
Çin, Hindistan, Meksika ve Güney
Afrika’dan oluşan G5 liderleri yer
almaktadır.
Tablo 1: Temel Göstergeler
AB
Meksika
Nüfus (milyon)
509,4 (2013 tahmini)
118,8 (2013 tahmini)
Yüzölçümü (milyon km2)
4,32
1,96
GSYİH (milyar dolar)
15,540 (2012 verisi)
1,798 (2012 verisi)
Kişi Başı Milli Gelir (dolar)
34.100 (2012 verisi)
15.400 (2012 verisi)
İhracat (milyar dolar)
2.170 (2012 verisi)
371,4 (2012 verisi)
İthalat (milyar dolar)
2.397 (2012 verisi)
371,2 (2012 verisi)
Kaynak: CIA The World Factbook
19 65
Ticaretinin neredeyse yüzde 90’ını serbest ticaret anlaşmaları (STA) kapsamında gerçekleştiren Meksika’nın,
bugün itibarıyla ABD, AB ve Japonya başta olmak üzere
50’den fazla ülkeyle STA’sı; neredeyse bütün Latin Amerika
ülkeleriyle ikili anlaşmaları; Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi
(European Free Trade Area-EFTA) ülkeleri ve İsrail ile özel anlaşmaları bulunuyor. Öte yandan, 2012 yılında resmi olarak
Trans-Pasifik Ortaklığı müzakerelerine dâhil olan Meksika,
geçtiğimiz Temmuz ayında Peru, Kolombiya ve Şili’nin de
dâhil olduğu Pasifik İttifakı’na katılmış bulunuyor.
Meksika ayrıca, “Heiligendamn Süreci” olarak da bilinen, G8+G51 gruplarının konu odaklı görüşmeler yürüttüğü ve küresel ekonomik yönetişime ilişkin kritik eylem
alanlarında ortak mutabakat sağlanmasını hedefleyen
süreçte de aktif olarak yer alıyor. Bu durum, hiç şüphesiz,
Meksika’nın Latin Amerika’nın ötesinde giderek büyüyen ve
güçlenen bir konuma sahip olduğunun göstergesidir.
Avrupa bütünleşme sürecinin ilk dönemlerinde, uzun
vadede oluşturulması hedeflenen ekonomik alana ilgisini
her fırsatta dile getiren Meksika, 1960 yılında, yani Avrupa
85
Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurulmasından sekiz yıl sonra,
Brüksel’de, ikili ilişkilerin geliştirilmesinde ve sıkı bir diyalog
sağlanmasında önemli bir rol oynayacak olan bir temsilcilik
açmıştı. Bunu takiben, 1975 yılında, Topluluk ve Meksika
arasında çerçeve ticaret anlaşması imzalanmış, iki aktör arasındaki ilişkiler yavaş yavaş şekil almaya başlamıştı2.
Zaman içerisinde aşamalı olarak gelişen ve kuvvetlenen AB-Meksika ikili ilişkileri, 1990’lı yıllarda “Küresel
Anlaşma” (Global Agreement) olarak da bilinen, “Ekonomik
Ortaklık, Siyasi Düzenleme ve İşbirliği” Anlaşması’nın (Economic Partnership, Political Cooperation and Cooperation
Agreement) imzalanmasına ilişkin müzakerelerle daha
da pekişti ve 8 Aralık 1997 tarihinde imzalanan Küresel
Anlaşma’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin ardından,
iki aktör arasındaki ilişkiler daha ileri bir seviyeye taşındı.
Demokratik prensiplere dayalı olarak “insan haklarına
saygı” ilkesinin esas teşkil ettiği Küresel Anlaşma, AB ve
Meksika’nın iç ve dış politikalarını en üst düzeyde oluşturulan kurumsal bağlarla birbirine bağlamakla beraber, 1991
yılında uzlaşı sağlanan Çerçeve Anlaşma’nın da genişletilmiş halini temsil ediyor. Söz konusu anlaşma, hiç şüphesiz,
hem AB’ye hem de Meksika’ya birçok katkı sağladı. Bunların başında, AB ve Meksika arasında mallar ve hizmetlere yönelik ticaretin yer aldığı çok taraflı serbest ticaret
bölgesinin yaratılmış olması geliyor. Örneğin, anlaşmanın
imzalanmasının ardından yalnızca birkaç yıl sonra AB ve
Meksika arasındaki ticaret hacmi yüzde 140 artış göstermiş, bu da Meksika’yı AB’nin Latin Amerika’daki en önemli
ticaret ortağı konumuna getirmiştir3. Bu gelişme, ayrıca,
siyasi diyalog, ticaret ve iş birliği temellerine dayalı olarak,
AB-Meksika ilişkilerinin derinleştirilmesi ve güçlendirilmesi
için gerekli çerçevenin oluşturulmasına katkı sağlamıştır.
2004 yılından itibaren AB-Meksika ekonomik bağlarının giderek gelişmesiyle birlikte, her iki aktör, mevcut
kurumsal ve finansal kaynaklarını bir araya getirme ve üst
düzey irtibatlarını artırma kararı aldı. Nitekim ikili arasında
özellikle son yıllarda gelişen etkin ve samimi siyasi diyalog
neticesinde, AB ve Meksika’nın küresel meselelerde daha
yakın bir iş birliği içerisine girmelerinin ardından, ikili ilişkilerin daha sağlam temellere dayandıran siyasi bir çerçevenin oluşturulması gereksinimini de ortaya koydu ve AB
ile Meksika, bu gereksinimden hareketle, ortak girişimlerin
uyumlu bir şekilde koordine edilmesi ve küresel meselelere
daha etkin bir biçimde müdahale edilebilmesi için yeni bir
ortaklık oluşturma kararı aldı. AB ve Meksika, bu çerçevede,
sonuç odaklı bir yaklaşım belirleyerek, şu alanlarda birlikte
çalışma kararı aldı:
O
Ekonomik büyümenin desteklenmesi; istihdam yaratma,
O
Latin Amerika’da yabancı yatırımların desteklenmesine yönelik yasal belirliliğin sağlanması,
O
Çok taraflı ticari sistemin geliştirilip güçlendirilmesi,
O
İklim değişikliği,
O
İnsan hakları,
O
Rio Grubu,
O
Silah Ticareti Antlaşması.
Oldukça zengin ikili ilişkilere sahip olan AB ve Meksika, son dönemde, önemli küresel meselelerde birlikte
hareket ederek başarılı girişimlere imza atmakla beraber,
demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi temel
ilkeler açısından da birbirine oldukça yakın hareket ediyor
ve birçok tarihi ve kültürel bağla birbirine bağlı konumda
yer alıyor.
2
Maria Zandt, “Theory and
Practice of the Democracy
Clause in the EU’s Relations with
Third Countries, The Example of
Mexico”, p.1.
3
Delegation of the European
Union to Mexico, “The 2000
Global Agreement”, http://eeas.
europa.eu/delegations/mexico/
eu_mexico/political_relations/
political_relations_framework/
index_en.htm, Erişim Tarihi: 28
Ocak 2014.
86
AB ve ÜÇÜNCÜ ÜLKELER
AB VE MEKSKA LKLERNDE DÖNÜM
NOKTASI: STRATEJK ORTAKLIK
Küresel Anlaşma’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin
ardından, sosyal uyum, adalet ve insan hakları, sürdürülebilir ekonomik kalkınma, çevre, eğitim ve kültür, bilim ve
teknoloji alanlarında ortak çıkarlarını korumak amacıyla
kapsamlı bir siyasi diyalog başlatan AB ve Meksika, bu
bağlamda, iklim değişikliği, enerji, gıda güvenliği, küresel
ekonomi ve güvenlik gibi birçok küresel meselede aralarındaki mevcut iş birliğinin artırılması için gerekli siyasi
koşulları oluşturmak için girişimlerde bulundu. Söz konusu
AB-Meksika Stratejik Ortaklığı da, sözü edilen küresel meselelerin çözümüne yönelik ortak çalışmaların gerçekleştirilmesi için gereken daha geniş ve iddialı bir siyasi çerçevenin temellerini oluşturdu.
Avrupa Komisyonu, AB ve Meksika arasında stratejik
ortaklığın kurulmasına ilişkin ilk bildirimini4, 2008 yılının
Temmuz ayında, AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’na
iletti. Bunu takiben AB-Meksika Stratejik Ortaklığı, AB
Konseyi’nin bildiriyi 2008 yılının Ekim ayında teyit etmesi
ve AP’nin de Mart 2009 tarihinde bildiriye ilişkin olumlu görüş bildirmesinin ardından, Mayıs 2010 tarihinde
4
Communication to the EU Member
States (Council) and the European
Parliament on 15 July 2008, http://
www.eeas.europa.eu/mexico/docs/
com08_447_en.pdf, Erişim Tarihi: 3
Şubat 2014.
5
Joint Executive Plan of the
Strategic Partnership, http://www.
consilium.europa.eu/uedocs/cms_
Data/docs/pressdata/en/er/114467.
pdf, Erişim Tarihi: 4 Şubat 2014.
6
Communication to the EU Member
States (Council) and the European
Parliament on 15 July 2008, http://
www.eeas.europa.eu/mexico/docs/
com08_447_en.pdf, Erişim Tarihi: 3
Şubat 2014. p.5.
7
Delegation of the European Union
to Mexico, “The Strategic Partnership”,
http://eeas.europa.eu/delegations/
mexico/eu_mexico/political_relations/
index_en.htm, Erişim Tarihi: 4 Şubat
2014.
19 65
İspanya’da gerçekleştirilen 5’inci AB-Meksika Zirvesi’nde
“AB-Meksika Stratejik Ortaklığı Ortak Yönetim Planı5 ”nın
onaylanmasıyla hayata geçirildi.
AB-Meksika Stratejik Ortaklığı’nın başlıca hedefi, iki
aktörün küresel düzeyde ticaret serbestliği çerçevesinde
yakın bir iş birliği kurması olarak nitelendiriliyor. Bu bağlamda, söz konusu stratejik ortaklığın iki seviyede gerçekleşmesi büyük önem taşıyor. Bunlardan ilki, AB ve Meksika
arasında etkin bir iş birliğinin oluşturulmasıyla, küresel
meselelere çok taraflı olarak müdahale edilmesini; ikincisi
ise karşılıklı ilişkilerin ve girişimlerin geliştirilmesinde siyasi
ivmenin kazandırılmasını gerekli kılıyor. Dolayısıyla, kendi
kendini güçlendiren bir ortaklık çerçevesinde ve mevcut
Küresel Anlaşma uyarınca AB ve Meksika’nın müdahil olduğu yeni ve daha etkin siyasi bir çerçevenin oluşturulması söz
konusu6. Bugünkü AB-Meksika ikili ilişkilerinin ana hatlarını belirleyen Stratejik Ortaklık, dört ana faaliyet alanına7
odaklanıyor:
O
Siyasi alan: Çok yanlılık, demokrasi, insan hakları,
hukukun üstünlüğü, kültürel diyalog, Latin Amerika,
bölgesel bütünleşme, Rio Grubu.
87
Kaynak: Eurostat Comext
O
O
O
Güvenlik alanı: Terörle mücadele, organize suçlar,
uyuşturucu ve insan kaçakçılığı.
Çevre alanı: İklim değişikliği, doğal afetler. balık rezervlerinin aşırı sömürüsüne karşı mücadele.
Sosyoekonomik alanlar: Kalkınma politikası, yatırım
ve sosyal sorumluluk, teknolojik gelişme ve fikri mülkiyet hakları, açık pazarlar, sosyal politikalar, sosyal
koruma, göç, yoksulluk, makro-finansal istikrar, iyi
yönetişim, enerji güvenliği.
EKONOMK VE TCAR LKLER
Brezilya’nın ardından Latin Amerika’nın en büyük
ikinci ekonomisi konumunda olan Meksika, 50’den fazla
ülkeyle imzaladığı ikili ticaret anlaşmaları ile dünyanın en büyük ticaret ağlarından birine sahip. ABD’nin,
Meksika’nın ihracatında yaklaşık yüzde 80’lik bir pay ile
ağırlığını koruduğu bu günlerde, Meksika’nın, bu oranı düşürebilmek için hem AB ile ticari ilişkilerini geliştirme çabası içerisinde olduğunu, hem de Brezilya ve Trans-Pasifik
Ortaklığı sayesinde Japonya başta olmak üzere Asya ülkeleri ile olan ticaretini artırmayı hedeflediğini görüyoruz8.
Meksika, ABD’de başlayan ve tüm dünyaya yayılan
mali krizden her ne kadar nasibini almış olsa da, özellikle son 10 yıl içerisinde büyük gelişme kaydetti. Meksika,
bugün itibarıyla, Latin Amerika ve Karayip ülkeleri arasında ithalat ve ihracat rakamlarıyla en yüksek paya sahip
olmakla beraber, bölge ithalat ve ihracatının üçte birini
gerçekleştirmekte ve 2012 yılı itibarıyla dünya ihracat ve
ithalat sıralamasında 15’nci sırada yer almaktadır9.
Ancak, tüm dünyada olduğu gibi Meksika’nın da,
2008 yılında ortaya çıkan krizden olumsuz etkilendiği ve
büyük bir ekonomik çöküş yaşadığını görüyoruz. Krize
bağlı olarak ilk başlarda sermaye akışında dalgalanmalar
oluşan Meksika’da, daha sonraları likidite darlığı görüldü;
tüketim harcamalarında ve yabancı sermaye girişinde
düşüş yaşandı. Bunun neticesinde, 2009 yılı içerisinde
ekonomik durgunluk içerisine giren Meksika, 2010 yılı içerisinde artan dış talep sayesinde tekrar büyüme kaydetti
ve bölgede krizden en az etkilenen ülkelerin başında yer
almış oldu.
Kaynak: Eurostat Comext
Öte yandan, AB-Meksika ticari ilişkilerinin, AB-Meksika
Serbest Ticaret Anlaşması’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinin ardından daha da genişlediğini söyleyebiliriz. Söz
konusu anlaşma, mallar ve hizmetler ticaretini oldukça
kapsamlı ve geniş bir şekilde ele almakla beraber, özellikle
kamu alımları, rekabetçilik, fikri mülkiyet hakları ve yatırım
alanlarını da kapsıyor. Anlaşma, aynı zamanda iki aktörün
tarım ürünleri, hizmetleri ve yatırımlarının da serbestleşmesini öngörmekle beraber, bu sektöre bağlı ticaret serbestisi görüşmeleri halen devam ediyor.
İkili ticari ilişkileri ele aldığımızda ise, ABD’den sonra
Meksika’nın en önemli ticaret ortağının AB olduğunu
görüyoruz. Örneğin, AB ile Meksika arasında 2010 yılında
yaklaşık 34 milyar 500 milyon avro değerinde mal ticareti
gerçekleştiği gözlemlendi. Öte yandan, AB ile Meksika
arasındaki ticaret ürün bazında incelendiğinde, AB’nin
Meksika’ya ihraç ettiği ürünlerin başında makine ve ulaşım
araçları, kimyasallar ve sanayi ürünlerinin geldiğini (Bkz.
Grafik 1); Birliğin Meksika’dan ithal ettiği ürünlerin büyük
kısmını ise yine makine ve ulaşım araçlarının oluşturduğunu
görüyoruz. AB’nin Meksika’dan ithal ettiği diğer ürünler ise
şöyle; mineral yakıtlar, mamul ürünler, kimyasallar, gıda ve
canlı hayvanlar ve sanayi ürünleri10 (Bkz. Grafik 2).
Öte yandan, 2009 yılında mali krize bağlı olarak yüzde
20 oranında bir düşüş gösteren AB’nin, genel olarak Latin
Amerika’ya olan ihracatının 2010 yılında şaşırtıcı bir şekilde
yüzde 36 oranında büyüme gösterdiği ve 80 milyar avroya
ulaştığı; aynı zamanda ihracattan en büyük payı birinci sırada 31 milyar avroyla Brezilya’nın, ikinci sırada 21 milyar
avroyla Meksika’nın yer aldığı vurgulanmalıdır.
Görüldüğü üzere, NAFTA üyeliğinin getirdiği avantajların yanı sıra Kuzey Amerika ülkeleri ile güçlü ekonomik
bağları bulunan Meksika’nın, ABD’den sonraki en büyük
ticaret ortağının AB olması hiç şaşırtıcı değil. Az önce belirtildiği üzere, Avrupa bütünleşme sürecinin ilk yıllarında
pekiştirilen diplomatik ilişkiler sayesinde ve özellikle, 2000
yılında yürürlüğe giren Küresel Anlaşma’nın ardından 2010
yılında AB-Meksika Stratejik Ortaklığı’nın hayata geçirilmesiyle beraber, iki aktör güçlü siyasi ve ekonomik bir bağlarla
birbirine bağlı konumda yer alıyorlar.
8
T.C. Ekonomi Bakanlığı İhracat
Platformu, http://www.ibp.gov.
tr/, Erişim Tarihi 7 Şubat 2014.
9
“Latin Amerika’nın Güçlü
Ekonomisi”, Turkishtime-Global
Export, Ağustos 2013. s.2.
10
“Mexico-EU, Basic
Statistical İndicators”, http://
epp.eurostat.ec.europa.eu/
statistics_explained/index.php/
Mexico-EU_-_basic_statistical_
indicators, Erişim Tarihi: 5 Şubat
2014.
88
EKOLOJ PENCERES
İlge Kıvılcım, İKV Uzman Yardımcısı
Gökhan Kilit, İKV Uzman Yardımcısı
AB’DE 7’NC
ÇEP DÖNEM BALADI
*
19 65
2014 yılında Birliğin yeni mali döneminin
başlamasıyla, AB genelinde birçok programın
devamı niteliğindeki yeni nesil programlar
da uygulanmaya başlandı. AB’de 1973 yılında
başlatılan ve AB’nin Çevre Politikası’na yön
veren en önemli programlardan biri olan
Çevre Eylem Programları’nın (ÇEP) 7’ncisi de
bunlardan biri. “Gezegenin Sınırları İçinde,
Daha İyi Yaşamak” (Living Well, within the
limits of our planet) sloganıyla, Komisyon
tasarısının yayımlandığı tarihten yaklaşık bir
sene sonra, 17 Ocak 2014 tarihinde yürürlüğe
giren program (Madde 5*), Temmuz 2012
tarihinde sona eren 6’ncı ÇEP’in yerini alıyor.
7’nci ÇEP, oldukça geniş bir yelpazeye
yayılmış entegre çevre yönetimini üye
ülkelere sunarken; AB’nin 2020 yılına
kadarki çevre politikasına yön verecek
olan program, özellikle “düşük karbon
ekonomisine geçişi” hızlandırması beklenen
çevre ve iklim politikasının profilini çiziyor.
Türkiye’nin de AB çevre mevzuatına uyumu
düşünüldüğünde, dikkate alınması gereken
bir program olarak gördüğümüz 2014-2020
dönemini kapsayacak AB’nin yeni dönem
çevre eylem programını, bu ayki Ekoloji
Penceresi’nde ele alacağız.
20 Kasım 2013 tarihinde kabul edilen metne, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32013D1386:EN:NOT İnternet adresinden ulaşılabilir.
89
29
Kasım 2012 tarihinde Avrupa Komisyonu
tarafından sunulan programın taslak metni, Danimarka Dönem Başkanlığı sırasında
(Ocak-Haziran 2012) Avrupa Parlamentosu Çevre Komitesi
toplantılarında ve Çevre Konseyi’nin gündeminde görüşlere açılmıştı. 20 Kasım 2013 tarihinde, Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi’nin onayını alarak kabul edilen yeni
program, dokuz çalışma alanı içeriyor:
O
Doğal ve ekolojik hayatın korunması ve iyileştirilmesi (temel öncelik): 2020 Biyoçeşitlilik Stratejisi ve
Avrupa’nın Su Kaynaklarının İyileştirilmesi Planı’nı da
kapsayan arazi kullanımının iyileştirilmesi, temiz içme
suyunun, hava kalitesinin ve doğanın korunması.
O
Yeşil ve düşük karbonlu ekonomiye geçiş (temel öncelik): “Doing More with less” (Daha azla daha çok iş yapma) sloganıyla, kaynak verimliliğine odaklı ekonomi
modeline geçiş ve bunun için 20-20-20 iklim ve enerji
hedeflerinin gerçekleştirilmesi.
O
Çevresel nedenli etkilerin azaltılmasıyla insan sağlığının
korunması (temel öncelik): Toksik içermeyen çevre, AB
vatandaşlarının bilgilendirilmesi ve daha iyi uygulamalar.
O
AB çevre mevzuatının daha iyi uygulanması (etkinleştirici öncelik): AB ekonomisine katkı.
O
Daha iyi bilgi akışının sağlanması (etkinleştirici öncelik): Potansiyel çevresel risklere karşı bilincin artırılması, araştırma ve inovasyon çalışmalarına daha fazla
yatırım.
O
İklim ve çevre çalışmalarına yatırımların artırılması (etkinleştirici öncelik): Özel sektörün ve kamu sektörünün
desteği ile çevre dostu ürün ve hizmetlerin AB pazarında artırılması.
O
Çevresel ve iklim değişikliği düzenlemelerinin, diğer
politika alanlarına tamamen entegre edilmesi (etkinleştirici öncelik): Bölgesel balıkçılık, tarım, ulaştırma,
enerji gibi politika alanlarıyla paralel çalışmaların
yürütülmesi.
O
Sürdürülebilir şehirler (yatay öncelik): Çevre dostu şehir
planlamaları.
O
AB’nin uluslararası ortamda etkinliğinin artırılması (yatay öncelik): Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (Sustainable Development Goals) ile birlikte, AB’nin küresel
yaklaşımlarından biri olacak “Gezegenin Sınırları İçinde, Daha İyi Yaşamak” amacının yaygınlaşması.
ENTEGRE ÇEVRE POLTKASININ ÖNCÜSÜ
Programlar, Birlik organlarının hukuki bakımdan bağlayıcı olmayan, ancak politik bakımdan belirli niyetlerini
ortaya koyan çalışmalar olarak değerlendirilirken; genel
beklentiler göstermekle beraber, yeni fikirler veriyor ve sonraki çalışmalar için bir çerçeve ve hukuki zemin inşa ediyor1.
Diğer yandan program, bütünüyle yeşil ekonomi, düşük
karbon ekonomisi, enerji ve kaynak verimliğini ön plana almasından ötürü, üye ülkeler, Avrupa Parlamentosu, bölgesel
veya yerel otoriteler, iş dünyası ve sivil toplum kuruluşlarıyla eş zamanlı çalışmaları öneriyor. Nitekim yeni programın
içeriği; Parlamento, Konsey ve ilgili tüm paydaşların görüşlerinin alınmasıyla hazırlandı. Ayrıca programın içeriği, sadece AB’deki gelişmelerle (ekonomik kriz) sınırlı kalmayıp,
uluslararası alandaki önemli gelişmelerin sonuçlarının dikkate alınmasıyla şekillendi. Hatırlanacağı üzere, 2003 yılı,
Avrupa genelinde aşırı sıcak hava dalgasının yaşandığı bir
yıl olmuş; meydana gelen felaketlerin yüzde 64’ü hava ve
sıcaklığa bağlı olarak gelişmiş, 20 binden fazla kişi hayatını
kaybetmiş ve gıda üretimindeki düşüş AB’de büyük kaygı
yaratmıştı2. Aynı şekilde, küresel çevre sorunlarının mevcut
ekonomi politikalarına, sosyal hayata ve “insan sağlığına”
etkisinin AB sınırları içinde artması, hâlihazırda Avrupa 2020
Stratejisi’nin hedeflerinin bağlayıcılığının sürmesi, Üye Devletlerin ekonomik kriz ortamına girmesiyle AB içinde bazı
önemli yapısal reformların yapılması gereksiniminin artması
ve Haziran 2012 tarihinde gerçekleşen Rio+20 Zirvesi’nde
“küresel vizyon” eksikliğinden bahsedilmesi de program içeriğinin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır.
Mevcut durumda, bu gelişmelerin ve özellikle ekonomik kriz ortamının yarattığı yapısal reform gerekliliğinin
belirginleşmesiyle, yeşil ekonomi gibi AB için yeni fırsatlar
sunması beklenen modellerin geliştirilmesi, uzun vadede
gündemde kalacaktır. Programda ayrıca, iklim temelli hedeflerin gerçekleştirilmesinde gerek AB gerekse Üye Devletlerin sorumlulukları da tanımlanıyor. Programın bütçe
içeriği ise, 7-8 Şubat 2013 tarihinde AB Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesi’nde kabul edilen ve AB’nin 28 üye ülkesi
için tasarlanan 2014-2020 Çok Yıllı Mali Çerçevesi (Multiannual Financial Framework-MMF) dâhilinde ele alındı.
Tablo 1’de, büyüme ve doğal kaynak kullanımına ilişkin
Mali Çerçeve’de belirtilen harcama ödenekleri veriliyor ve
bu ödenekler, Mali Çerçeve’nin sadece iki bölümünü oluşturuyor (Bkz. Tablo 1).
Tablo 1: 2014-2020 Çok Yıllı Mali Çerçevesi’nde Harcama Ödenekleri (2011 fiyatları, milyon avro)
Harcama Ödenekleri
2014
2015
2016
2017
2018
2019
2020
1. Akıllı Büyüme
60.283
61.725
62.771
64.238
65.528
67.214
69.004
1.a. Büyüme, istihdam için rekabet gücü
15.605
16.321
16.726
17.693
18.490
19.700
21.079
1.b. Ekonomik, sosyal ve bölgesel uyum
44.678
45.404
46.045
46.545
47.038
47.514
47.925
2. Sürdürülebilir Büyüme: Doğal
55.883
55.060
54.261
53.448
52.466
51.503
50.558
kaynaklar
Kaynak: Avrupa Komisyonu**
Çerçeve kapsamında diğer harcama ödeneklerine, http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-13-1004_en.htm İnternet üzerinden ulaşılabilir.
**
1
Damla Cihangir, “Sorularla AB
Politikaları-Çevre Politikası”,
İktisadi Kalkınma Vakfı, Yayın No:
254, Ocak 2012.
2
European Environment Agency,
“Impacts of Europe’s Changing
Climate”, EEA Report No: 2/2004,
Kopenhag, s.9.
90
EKOLOJ PENCERES
ATIKTA 72 MLYAR AVROLUK TASARRUF;
400 BNN ÜZERNDE YEN MKÂNI
Program kapsamında, doğru ve tam olarak uygulanan
atık yönetimi sonucunda, AB genelinde 2020 yılına kadar
yıllık 72 milyar avro tutarında tasarruf sağlanacağı belirtiliyor. Aynı şekilde, geri dönüşüm teknikleriyle de 42 milyar
avroluk tasarruf elde edilebileceği açıklanan program, karbon salımını azaltacak yeni büyüme modeliyle, 400 binin
üzerinde yeni iş imkânı yaratılacağını öngörüyor.
3
4
İklim Değişikliği Eylem Planı
İklim Değişikliği Strateji Belgesi
5
Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı, “Dünyada ve Türkiye’de
Enerji Görünümü”, s.12, http://
www.enerji.gov.tr/yayinlar_
raporlar/Dunyada_ve_
Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf
6
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Taner Yıldız’ın 14 Kasım 2013
tarihli Bütçe Komisyonu’nda
sunduğu 2014 Yılı Plan ve Bütçe
Konuşma Metni, s.12,
http://www.enerji.gov.tr/
yayinlar_raporlar/2014_
Plan_ve_Butce_Komisyonu_
Konusmasi
7
Plan ve Bütçe Konuşma Metni,
s.16.
8
Plan ve Bütçe Konuşma Metni,
s.14.
9
“Dünyada ve Türkiye’de Enerji
Görünümü”, s.13.
10
a.g.e., s.27.
TÜRKYE ÇN ÖNEM
AB Çevre Politikası, sürekli değişim içinde olan ve uzun
vadede entegre çevre yönetimi çerçevesinde birçok farklı politika alanını aynı amaç doğrultusunda birleştiren niteliktedir.
AB Çevre Politikası’nın dinamikleri, üye ülkelerin çevre performanslarına da ciddi oranda şekil verebilmektedir.
2020 yılı Çevre Politikası’nın çerçevesini sunan yeni ÇEP,
özellikle düşük karbon ekonomisi çerçevesinde, “çevresel sorun
riski en az olan üretim” modeli ile “en az tüketime yönelten”,
tüketileni de geri dönüşümlü olarak geri kazandıran hedefler
içeriyor. Bu bağlamda, Avrupa 2020 hedeflerine paralel nitelikteki 7’nci ÇEP, aday ülkelere de bir anlamda çevre koruma
ve iklim değişikliği ile mücadelede, önemle üzerinde durulan
çalışmaların çerçevesini sunuyor. Dolayısıyla, AB’nin uzun vadede ne tür bir seçenek doğrultusunda hareket ettiği, aday
ülkeler tarafından da takip edilmesi gereken bir husus olarak
önem taşıyor.
Bununla birlikte, Türkiye’nin çevre ve özellikle iklim değişikliği kapsamındaki ulusal vizyonu ve hedefleri, İklim Değişikliği Strateji Belgesi’nde ve İklim Değişikliği Eylem Planı’nda şu
şekilde ifade ediliyor:
“(…) Ulusal vizyonu; iklim değişikliği politikalarını kalkınma politikalarıyla entegre etmiş; enerji verimliliğini yaygınlaştırmış; temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını
artırmış; iklim değişikliğiyle mücadeleye özel şartları çerçevesinde aktif katılım sağlayan ve yüksek yaşam kalitesiyle refahı
tüm vatandaşlarına düşük karbon yoğunluğu ile sunabilen bir
ülke olmaktır” (İDEP3 s. 65; İDSB4 s.5). “(…) Stratejik hedefleri;
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin ortak
fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesine uygun olarak ve özel
koşulları çerçevesinde, iklim değişikliği ile mücadelede ve uyum
19 65
politikaları ile önlemlerini, ulusal kalkınma planlarına dahil
etmek; (…) küresel önlemlere kendi imkanları ölçüsünde sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle uyumlaştırılmış kalkınma programını sekteye uğratmadan, sera gazı emisyon artış hızını sınırlayarak katkı sağlamak; (…) azaltım, uyum, teknoloji transferi
ve finansman ana başlıklarındaki küresel stratejik amaçların,
tarafların sorumlulukları göz önünde bulundurulması suretiyle
tasarlanması ve yürütülmesine uyum sağlamak ve uluslararası faaliyetlerde etkin rol oynamak; (…) ihtiyaç duyulan mali
kaynaklara erişimi artırmak; (…) mevcut teknoloji ve kalkınma
düzeyimiz göz önünde alınarak temiz üretime yönelik Ar-Ge ve
inovasyon kapasitesini geliştirmek; (…) uyum kapsamındaki
faaliyetleri etkin ve sürekli eşgüdüm sağlayarak, şeffaf, katılımcı
ve bilimsel çalışmalara dayanan karar alma süreçleri ile geliştirmek; (…) kamuoyu bilincini artırmak; (…) bütüncül bir bilgi
yönetim sistemini oluşturmaktır” (İDEP s.65-66).
Bu anlamda, Belgelerde verilen hedeflerin, temiz enerji
üretimine yönelik araştırma ve inovasyonlara ayrılması son
derece kıymetlidir. Düşük karbonlu ekonomiye geçişte bu
önceliklerin öne çıkması kadar, uzun vadede emisyon azaltım
hedefinin belirlenmesi ve fosil yakıta olan bağlılığın azaltılması da AB’de yapılandırılan yeni programlara paralel seyir
izlenmesi açısından son derece önem arz ediyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre,
2011 yılında Türkiye’de birincil enerji talebi doğal gazda yüzde 32, kömürde yüzde 31, petrolde yüzde 26 ve suda yüzde
4 olarak açıklanıyor5; bu durumun, 2023 yılına gelindiğinde
kömürde yüzde 37, doğal gazda yüzde 23, petrolde yüzde 26
ve suda yüzde 4 seviyesinde olacağı tahmin ediliyor6. Lisans
verilen kurulu güce bakıldığında da aynı tabloyla karşılaşmak
mümkün: 2013 Ekim ayı sonu itibarıyla, kurulu gücün birincil
enerji kaynaklarına göre dağılımında, doğal gaz yüzde 31,4,
hidrolik yüzde 34,7, kömür yüzde 20,2 ve rüzgâr yüzde 4,4
olarak veriliyordu7. Yine aynı dönemde, elektrik üretiminin
yüzde 41,3’ü doğal gaz, yüzde 29,2’si hidrolik ve yüzde 24,2’si
kömürden elde edilirken8, enerji tüketiminde Türkiye’de 20022011 yılları arasında yine petrol, kömür ve doğal gaz listenin
başında yer alıyor9. Türkiye’de petrol arama ve üretiminin,
2002-2011 arasında 100 milyon dolardan 1,36 milyar dolara
çıkarak, yaklaşık on yılda yüzde 13,5 oranında artış gerçekleştiği de veriler arasında yer alıyor10.
91
92
AB HUKUKU’NDAN
Feridun Karakeçili, İKV Hukuk İşleri Müdürü
ÜYE ÜLKELERN AB HUKUKUNU
UYGULAMA KARNES:
AVRUPA KOMSYONU’NUN 2012 YILI
DEERLENDRMES
AB
’nin amaçlarının ve politika hedeflerinin
gerçekleştirilmesinde AB hukukunun
üye ülkeler tarafından etkili bir şekilde
uygulanması büyük önem taşımaktadır. AB kurumlarının
hukuken bağlayıcı tasarrufları Tüzük (Regulation), Yönerge
(Directive) ve Karar’dır (Decision). Bunlardan Tüzük ve Karar üye ülkelerde doğrudan uygulanır ve doğrudan etkiye
sahiptir. Bir başka deyişle bu düzenlemeler, AB vatandaşları nezdinde doğrudan hak ve yükümlülükler doğururlar.
Buna karşılık Yönerge ise ilke olarak ilgili olduğu politika
alanında gerçekleştirilmesi istenen amacı belirler, fakat
bu amaca ulaşmak için iç hukuklarında gerekli düzenle-
19 65
meleri yapma yetkisini üye ülkelere bırakır. Böylece her
bir üye ülke, Yönerge’deki amaçları uygulamaya koymak
üzere kendi iç hukuk düzenlerine göre en uygun gördükleri
hukuki araçları seçebilmektedir. Ancak üye ülkeler, Yönergeleri öngörülen süre içinde ve tam olarak iç hukuklarına
aktarmak, doğru ve etkili bir şekilde uygulamak yükümlülüğü altındadır. Avrupa Komisyonu da, üye ülkelerin Yönergeleri iç hukuklarına aktarma performanslarını denetlemek ve gerekirse AB Adalet Divanı’nda ilgili ülkelere karşı
dava açmak ve Divan’ın kararı doğrultusunda yaptırımlar
uygulamak görev ve yetkisine sahiptir (AB’nin İşleyişine
Dair Antlaşma (ABİDA) Madde 258, 260). Yönergelerin ge-
93
* LTıs: İç hukuka geç aktarılan yönergeleri temsil etmektedir.
reklerinin yerine getirilmemesi, Yönerge’nin süresinde uygulamaya koyulmaması (iç hukuka geç aktarım) şeklinde
olabileceği gibi iç hukuka hatalı aktarılması ya da gerektiği
gibi uygulanmaması şeklinde de olabilir.
Avrupa Komisyonu, üye ülkelerin Yönergeleri uygulama
performanslarını her yıl yayımladığı bir raporla kamuoyuna
duyurmaktadır. 2012 yılının değerlendirilmesinin yapıldığı
30’uncu Yıllık Rapor da, 2013 yılı sonunda yayımlanmıştır1.
Rapora göre, 2012 yılında üye ülkelerin Yönerge ihlalleri devam etmekle birlikte, önceki yıllara göre düşüş
göstermiştir.
2010 yılında 855, 2011 yılında 1185 adet Yönergenin
iç hukuka geç aktarımı söz konusu olmasına karşılık, 2012
yılında bu sayı 447’ye düşmüş ve bunların 418’i hakkında
Komisyon tarafından ihlal prosedürü başlatılmıştır (2011
yılında soruşturma başlatılan ihlal sayısı 763 olarak gerçekleşmişti). 2012 yılında Yönergelerin iç hukuka geç aktarımı
sebebiyle en çok ihlal prosedürü başlatılan sektörler ise
ulaştırma (115 prosedür), sağlık ve tüketicilerin korunması (108), çevre (63) ile iç pazar ve hizmetler (53) olmuştur.
Komisyon, başlattığı 418 ihlal prosedüründen 35 tanesi için
ilgili ülkelere karşı para cezası uygulanması talebiyle Adalet Divanı’nda dava açmıştır. Bu çerçevede Polonya’ya onar,
Slovenya’ya beşer, Hollanda ve Finlandiya’ya dörder, Belçika
ve Kıbrıs’a üçer, Almanya, Bulgaristan, Slovakya, Lüksemburg, Portekiz ve Macaristan’a da birer dava açılmıştır. Bu
davalarda Komisyon’un üye ülkelere uygulanmasını talep
ettiği günlük para cezası (Yönergelerin iç hukuka aktarımında gecikilen her gün için) 5.909 avro ile 315.036 avro
arasında olmuştur.
Yönergelerin iç hukuka geç aktarımına ilişkin bu ihlal
prosedürlerinin yanı sıra Komisyon, 2012 yılında Yönergelerin iç hukuka hatalı aktarılması ya da gerektiği gibi
uygulanmaması nedenleriyle de üye ülkelere karşı 925
ihlal prosedürü başlatmış, böylece Yönerge ihlallerine bağlı
toplam başlatılan prosedür sayısı 1343 olmuştur. Aşağıdaki
grafikte, üye ülkeler bazında açılan ihlal prosedürü dağılımı
yer almaktadır (Bkz. Grafik 1):
Toplam açılan Yönerge ihlali prosedürü sayısında da
2012 yılında düşüş kaydedilmiştir (2009’da 2900, 2010’da
2100, 2011’de 1775 prosedür başlatılmıştı). 2012 yılında
açılan 1343 ihlal prosedüründen 1062 tanesi, yapılan görüşmelerden sonra, ilgili ülkelerin Yönergeleri, AB hukukuna uygun hale getirmeleri sonucunda Komisyon tarafından
kapatılmıştır. 46 vaka için Komisyon, Adalet Divanı’nda
dava açmış ve bunlardan 42 tanesi Komisyon lehine sonuçlanmıştır. Adalet Divanı’nın bu konuda haklarında en fazla
karar verdiği ülkeler, Belçika, Portekiz, Hollanda ve Fransa
olmuştur. Divan’ın kararlarına en fazla sayıda konu olan
sektörler ise çevre (16 karar), vergilendirme ve gümrük birliği (11) ile iç pazar ve hizmetler (6) olarak gerçekleşmiştir.
Komisyon’un Raporu, 2012 yılında hem toplam Yönerge ihlali prosedürü sayısında düşüş hem de özellikle Yönergelerin iç hukuka zamanında aktarılması konusunda kayda
değer bir gelişme sağlandığını ortaya koymaktadır. Ancak
üye ülkelerin, Yönerge ihlallerinin önlenmesi konusunda kat
etmeleri gereken önemli mesafeler bulunmaktadır ve daha
fazla çaba harcamaları gerekmektedir. Zira Komisyon’a göre,
2013 yılı sonunda, önceki yılda Adalet Divanı’nın aleyhlerinde karar verdiği ancak ilgili ülkelerin Divan’ın kararlarının
gereklerini yerine getirip getirmediklerini incelemek üzere
açtığı 128 ihlal prosedürü bulunmaktadır.
1
Report from the Commission,
30th Annual Report on
Monitoring the Application of
EU Law (2012), 22.10.2013 COM
(2013) 726 Final
94
BRÜKSEL’DEN BAKINCA
19 65
95
M. Haluk Nuray, İKV Brüksel Temsilcisi
SVÇRE AB’YE, GÖÇMEN OLMANIN
DAYANILMAZ HAFFLN TATTIRDI
96
BRÜKSEL’DEN BAKINCA
Bu yıl, hem Türkiye-AB ilişkileri, hem Türkiye hem de AB açısından enteresan,
değerlendirmesi ve yorumlaması güç gelişmelerle başladı. Önce, Aralık ayında Bölgesel
Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu faslında müzakerelerin başlaması ile AB
müzakere süreci uzun bir aradan sonra tekrar nefes almaya başladı diye sevindik. Sonra,
Fransa Devlet Başkanı’nın Türkiye ziyareti ile Sayın Başbakan’ın Brüksel ve Almanya
ziyaretleri, dikkatlerin AB’ye yoğunlaşmasına ve umutların yükselmesine yol açtı.
Buraya kadar her şey çok iyi gibiydi… Ama 17 Aralık’ta, hiç beklenmedik bir anda, bir
yolsuzluk operasyonu şeklinde başlayan ve kısa sürede “paralel yapı” iddiaları ile niteliği
ve kapsamı tamamen değişen olaylar zinciri ve AB’nin, Hükümetin bu konuda aldığı
ve almayı planladığı yasal önlemlere ve yönetsel uygulamalara her düzeyde gösterdiği
tepki, yükselen umutları hızla alaşağı etti. Demokrasimizin kalitesi tartışılmaya başlandı.
Öyle ki, müzakere fasıllarının neredeyse yarısını açmış olan Türkiye’nin, Kopenhag
Siyasi Kriterleri’ne uyup uymadığının yeniden değerlendirilmesinden bile söz edildi.
AB yetkilileri bu konuda sözlü açıklamalarla yetinmediler, endişelerini içeren uyarı
mektupları gönderdiler. Evet, dostlar kaygılarını, düşüncelerini, sözlerini sakınmadan dile
getirebilmelidir ama tüm bunların yapıcı bir tavırla yerine getirilmesi gerekir.
BURUKLUK
Gelişmeler kafa karıştırıcı dedim ya, bir kaç örnekle
açıklayayım: Fransa Devlet Başkanı Hollande’ın çok geniş
ve ekonomik ağırlıklı bir heyetle gerçekleştirdiği ziyaret,
başlı başına bir başarı olarak nitelendirildi. Buna ben de
katılırım; ancak hâlihazırda Fransa’nın bloke ettiği fasıllardan birini daha kısa vadede serbest bırakacağının net bir
sinyalini vermemesi, bizde burukluk yarattı. Gerçi, yıllardır
gerilen ilişkilerin bir tek ziyaretle düzeleceğini beklemiyorduk. Ancak Fransa’nın en azından bir fasılda daha blokajını
kaldıracağını umut etmeden de duramıyorduk. Fransa,
iç siyasetteki hassasiyetleri ne yazık ki aşamadı ve sonuç
olarak, Sarkozy’nin “bu başlıklar doğrudan üyeliğe yönelik”
diyerek bloke ettiği beş fasıldan dördü halen kapalı.
Almanya’da ise Şansölye Merkel, iki yeni faslın açılması ve vize konularında çok olumlu sözler söyledi ancak
Türkiye’nin üyeliği konusunda şüpheleri olduğunu, ortak
basın toplantısında, kamuoyu önünde açıkça söylemesi
ve sürecin ucu açık olduğunu vurgulaması yine burukluk
19 65
yarattı. Brüksel’deki Zirve’de de benzer gelişmeler yaşandı: Medyaya açık toplantılardaki destek sözleri, diplomatik nezaket zarfına sarılmış ince eleştirilerle, kendilerince
dengelendi; kulaklara, toplantılarda heyetimize ciddi
eleştiriler getirildiği ve “samimi endişelerinin” dillendirildiği fısıldandı. Haliyle, bunlar da bizde burukluk yarattı.
Merkel’in Genel Başkanı olduğu partisi CDU’nun, Şubat
başında onaylanan Avrupa seçim programında “Türkiye’ye
tam üyelik yok” demesi; yetmezmiş gibi, CDU’nun AP seçimleri liste başı adayı seçilen David McAllister’in, daha
seçildiği ilk gün bu hususu açıkça dile getirmesi, burukluğumuzu iyice artırdı.
İğneyi kendimize batırırsak; bizim de Avrupalı muhataplarımıza rasyonel ve yumuşak bir söylemle, AB kriterlerine uymayı sürdüreceğimizi vurgulamamız gayet güzel
ancak fiiliyatta AB kriterleri ile pek de uyumlu olmayan,
temel özgürlüklerin inkârı anlamına gelen yasa tasarılarının TBMM’ye sevk edilmiş olması da AB tarafında burukluk
yaratmış olmalı. Belki de bu ziyaretlerin, Türkiye’nin de-
97
mokrasi kalitesinin AB tarafından (hem yönetici hem de
kamuoyu düzeyinde) sorgulanmadığı bir dönemde yapılması, daha iyi sonuçlanmalarına yol açabilirdi.
Yine de, andığımız ziyaretleri, 10 Şubat tarihinde yapılan
Dışişleri ve AB Bakanları düzeyindeki Siyasi Diyalog Toplantısı ile birlikte değerlendirince, AB’nin, Türkiye ile ilişkilerinin
canlılığını kaybetmesini istemediği açıkça ortaya çıkıyor.
Bu karambolde, Kıbrıs’ta yeni bir anlaşma umudu doğuran ve sonu getirilebildiği takdirde Türkiye- AB ilişkilerinin de önünü açacak gelişmeler de haliyle yeterince ilgi
toplayamadı. Çözüm için iki toplumun liderleri, 22 ay sonra
tekrar bir araya geldi ve çözüm için kararlı oldukları mesajını verdi. Yeni sürecin en önemli özelliği, al-ver süreci olacağının baştan kabulü ve bu defa içeriden yapılandırılmış
olması. Adada çözümün, Türkiye-AB ilişkileri üzerinde çok
ciddi bir ivme yaratacağı kesin. Bu konudaki gelişmeleri,
İKV olarak çok yakından izleyecek ve değerlendirmelerimizi sizlerle paylaşacağız.
ALTERNATF MALYET
Görüldüğü üzere, olumlu ve olumsuz sinyallerin bir
arada olduğu bir dönem yaşıyoruz. Ama umutsuz olmaya
da gerek yok. Bence bütün bu iniş ve çıkışlar, Türkiye-AB
ilişkilerinde yeni bir dönemin kapısının açılmak üzere
olduğunu işaret ediyor. Türkiye’de yaşanan her gelişme
Türkiye’nin, “Batı demokrasisinin” kurallarını eksiksiz uygulama ve bu doğrultudan ayrılmama zorunluluğunu daha
fazla ortaya koyuyor. Bu çok kısa süreçte şunu tekrar anla-
dık ki, demokratikleşme ve demokrasinin kurumsal işleyişi
konusundaki her eksikliğin, her aksamanın, sadece siyasi
değil ekonomik bedeli de oluyor. Ve de bazen bu bedel çok
ağır olabiliyor.
Maliyet deyince aklıma, ekonomiye giriş derslerinde
öğrendiğimiz bir kavram geldi: Alternatif maliyet. Uluslararası ilişkilerde de geçerliymiş meğer bu kavram... Demek
ki zaman zaman, ortağını kaybetmenin maliyetinin hesap
edilmesi de, ilişkileri canlandıracak itici güç yaratabiliyormuş. Türkiye-AB ilişkilerinde bu teori çok geçerli: İlişkiler
geriliyor ama bir noktada taraflar alternatif maliyet hesabını yapıyor ve aslında birbirlerine ne kadar ihtiyaç duyduklarını anlayarak bir tamirat süreci başlatıyor.
Aslında müzakere sürecine de, şimdiki haliyle çok
fazla takılıp kalmamak gerek. Türkiye-AB ilişkileri, “şu fasıl
açıldı, bu fasıl kapandı” parantezine sığmayacak kadar engin ve derin. Bürokrasi ve diplomasi alanında neler olursa
olsun, sürekli gelişen ve derinleşen fiili entegrasyon, ilişkileri ileri taşıyor. Baştan beri söylüyorum; aslen Eski Sovyet Bloku ülkelerini AB’ye (daha doğrusu “Batı’ya”) dâhil
etmek üzere icat edilen bu “sen emret-ben yapayım” metodunun, Türkiye’yi üyeliğe taşımaya yetmeyeceğini…
AB’yi şu an yöneten siyasetçiler, Türkiye dosyası üzerindeki
nihai kararı bir sonraki siyasetçi nesline bırakmayı uygun
bulabilir ama bu ilânihaye sürdürülemez. Türkiye, demokratikleşmesini tamamladığı ölçüde, AB tarafından önüne
çıkarılan suni engellerin hiç bir anlamı kalmayacaktır; bu
engelleri aşmanın yolu mutlaka bulunacaktır.
98
EUROCHAMBRES
ve TOBB’un, AB’nin
katkılarıyla gerçekleştirdiği
araştırma,ilginç veriler ortaya
koyuyor.
1
Celal Özcan’ın, 10 Şubat tarihli
Hürriyet Avrupa’da yayımlanan
“Haftadan” başlıklı köşe yazısından.
BRÜKSEL’DEN BAKINCA
Haziran ayından bu yana ortaya çıkan bazı gelişmelerin, ülkemizin uluslararası imajını bir ölçüde yıprattığı
gerçeğini hemen hemen herkes kabul ediyor. Bunun
sebepleri ve sorumluları hakkında farklı bakış açıları var
ama yıpranmanın var olduğu konusunda herkes hemfikir.
Öte yandan, bu dönemsel algı dalgalanmalarının dışında,
toplumun belli başlı kesimlerine yerleşmiş bir de temel
Türkiye algısı var ki, belirleyici olan da o zaten.
O noktada, AB içinde Türkiye’yi istemeyenler olduğu
kadar, isteyenler de var. Örneğin Avrupa iş dünyası... Avrupa işletmelerinin “iş yapma” ve “genişleme” açılarından
AB-Türkiye ilişkilerine dair perspektif ve algılamaları konusunda yapılmış olan bir araştırmanın sonuçlarını özetlemek istiyorum.
Söz konusu araştırma, EUROCHAMBRES ve Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği tarafından, AB’nin katkılarıyla,
Avrupa genelinde 1.760 şirketten oluşan bir temsili örnek
grup üzerinden hazırlanmış. Bakalım çoğu küçük ölçekli işletmelerden oluşan bu AB şirketleri, önemli bir ticari ortak
ve potansiyel bir Birlik üyesi olarak Türkiye’ye nasıl bakıyor,
nasıl ve ne kadar biliyorlar?
O
Her üç şirketten biri, Türkiye piyasasına aşina olduğunu beyan ediyor
O
Her üç şirketten biri, Türkiye piyasasına aşina olmadığını, fakat iş ilişkilerini geliştirmek istediğini beyan ediyor
Demek ki ortada doldurulması gereken bir bilgi boşluğu var…
Araştırmanın en ilginç bölümü ise Avrupa şirketlerinin
Türkiye’nin katılım süreci hakkındaki görüşleri…
Firmaların bu alandaki bilgi ve bilinç düzeyinin orta
seviyede kaldığı anlaşılıyor:
O
AB şirketlerinin yüzde 52’si üyelik müzakerelerinden
haberdar olmakla birlikte, süreç hakkında çok iyi bilgilendirildiklerini ifade edenler sadece %yüzde 9.
O
Beklendiği üzere Türkiye ile iş yapan şirketler, üyelik
sürecimiz konusunda daha bilgili (yüzde 61’e karşı
yüzde 22).
O
Bilgi ve bilinç düzeyi, ülkeden ülkeye büyük farklılıklar
gösteriyor: İtalya, Slovenya, Hollanda ve Almanya’da
bilgi sahibi şirketlerin oranı yüzde 70’ler civarında
seyrediyor.
Toplam sonuca bakarsak, burada da daha fazla çaba
sarf etmemiz gerektiği açıkça görülüyor. Çünkü bilgisizlik
ile güvensizlik at başı gidiyor. Şirketlerin Türkiye’nin AB süreciyle ilgili konularda bilgisi arttıkça, Türkiye’nin AB üyeli-
19 65
ğinin hem kendi işletmelerine hem de içinde bulundukları
topluma fayda getireceğine inandıkları görülüyor.
Bu araştırmanın sonuçları, Eurobarometre araştırmaları ile de uyumlu. Bir başka deyişle, toplumun hangi kesimine baksanız, az çok aynı görüntü ortaya çıkıyor. Üçte bir
Türkiye’ye evet derken, üçte bir hayır diyor… Son üçte bir
ise kararsız… Fiili entegrasyonun en önemli rolü, ilk gruba
girenlerin sayısını artırmak olmalı.
SVÇRE: BUNU NASIL YAPARSIN AB’YE?
Değinmek istediğim son husus ise serbest dolaşımla ilgili. Malumunuz, Türk toplumu için serbest dolaşım, bizim
elde etmeye çalıştığımız, AB’nin ise bize vermekten sakındığı bir hak. Ancak, bu defa bu denklemi tersine döndüren
bir gelişme oldu. AB üyesi olmadan AB ile en yakın ilişkiye
sahip olan; Avrupa Serbest Ticaret Birliği olan EFTA’nın
kurucu üyesi; ihracatının yüzde 80’ini AB’ye yapan; 1999
yılından bu yana AB ile serbest dolaşım anlaşmasına sahip
İsviçre, tüm bunlara rağmen serbest dolaşımın kısıtlanmasını öngören “göçmen kotası uygulamasına” referandumla
evet dedi ve AB vatandaşlarının İsviçre’de sahip oldukları
çalışma izni hakkına son verdi. Hem de çok az bir farkla:
Evet oyları sadece %50,3 çıktı.
Bu karar, doğrudan, 2002 yılından bu yana özel izin
almadan İsviçre’de çalışabilen AB kökenli kalifiye iş gücünü hedef alıyor. İsviçre ekonomisinin bu karardan zarar
göreceğini açıkça anlatan geniş tabanlı karşı kampanyaya
rağmen, kazanan sağcı parti SVP oldu. AB şaşkın. Aralarındaki iç içe geçmiş, karşılıklı dengeye dayalı bir anlaşmalar bütününden cımbızla çekilen bir maddesi nasıl
iptal edilecek, yeni denge nasıl kurulacak, bu demokratik
oylamanın sonuçları uluslararası yükümlülükler karşısında
nasıl uygulamaya geçirilecek, AB nasıl bir karşılık verecek
henüz bilinmiyor, ama ilginç şeyler olacağı kesin. Durum
gerçekten enteresan: Bizim, Gümrük Birliği kararının belli
bir maddesini referanduma götürüp iptal etmemiz gibi bir
şey İsviçre’nin yaptığı. Bakalım sonu nasıl gelecek?
Sıraladığımız ekonomik ve diplomatik hususların yanı
sıra referandumun bir de siyasi yan etkisi oldu. Mayıs’ta
yapılacak olan AP seçimleri öncesi Fransa, Belçika,
Hollanda, İngiltere, İsveç ve Finlandiya başta olmak üzere
aşırı sağcı hareketler ciddi bir moral kazandı. Ama tüm
bu süreçte benim en hoşuma giden, ruh halimizi en iyi
yansıtan şu değerlendirme oldu: Oylama sonucu İsviçre,
göçmenleriyle kendisi de çok barışık olmayan AB’ye, yabancı olmanın dayanılmaz hafifliğini tattırdı1.
“SORULARLA AB POLTKALARI VE TÜRKYE”
SERSNN ÜÇ KTABI YAYIMLANDI
19 6 5