Hasan Eskil BİR

Hasan Eskil
Hasan Eskil
BİR GÜZEL İNSAN
OKTAY ÖZAYDIN
Biyografi
Ozan Yayıncılık
Mart 2015
1
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
2
Hasan Eskil
Hasan Eskil
BİR GÜZEL İNSAN
OKTAY ÖZAYDIN
Biyografi
Ozan Yayıncılık
Mart 2015
3
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Bu kitabın yayın hakları Hasan Eskil aittir.
Tanıtım için yapılacak alıntılar dışında tüm alıntılar, Kültür Bakanlığı
Telif Hakları Sözleşmesi gereği yayınevinin iznini gerektirir.
Bir Güzel İnsan-Oktay Özaydın Hasan Eskil
Yayın Yönetmeni: Mustafa Demir
Editör: Abdullah Demir
Kapak tasarımı: Ekin Karabıyık
Baskı ve Cilt: Ozan Matbaacılık
Davutpaşa Caddesi Güven Sanayi Sitesi B blok Kat: 2 No: 352
Topkapı - İSTANBUL
Kütüphane Bilgi Kartı (CIP):
Bir Güzel İnsan-Oktay Özaydın Hasan Eskil
Yaşam, Biyografi
Ozan Yayıncılık Mart 2015, Türkiye, İstanbul 400 sayfa
ISBN: 978-605-4723-???
Sertifika no: 11329
Dağıtım:
İstanbul: 2A, Alfa, Alkım, Artı, Bilgi, Cağaloğlu, D&R, Derya Dağıtım
Final, Paraf, Remzi, Say, Totem, Yelpaze
Ankara: Işık Eğitim, İmge, Kıta, Ekinoks, Arkadaş
İzmir: Erdoğanlar, Gema
İnternet satış:
www. kitapyurdu. com, www. yenisayfa. com, www. kitapnet. com,
www. iskenderiye. com, www. selsus. com, www. dharma. com. tr,
www. ideefixe. com
OZAN YAYINCILIK LTD.
Alemdar Caddesi Güzel Sanatlar Sk. No: 13 Cağaloğlu İstanbul
Tel: 212.511 93 95 - 520 43 90 Faks: 212.527 98 47
Email: info@ozanyayincilik.com Web: www.ozanyayincilik.com
4
Hasan Eskil
Oktay’ın annesi
Müzehher Teyze ile
rahmetli babası
Mustafa Fevzi Amca’ya…
5
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
6
Hasan Eskil
ÖNSÖZ
KONYALILAR DERNEĞİ BAŞKANI
KUDRET FİKİRLİ
Bazı şeyler insana ağır gelir ama hayatın akışı içerisinde bazen
görevini yapmak zorunda kalırsın. Bu kitaba önsöz yazma konusu da bir görev olarak karşıma çıkınca bir şeyler yazmak
zorunda kaldım.
Yirmi yıl kendisine yol arkadaşlığı ettiğim Oktay Ağabey’imin ölümünün birinci sene-i devriyesine rastlayan 18
Mart’a yetiştirilmek üzere Hasan Eskil Ağabey’in kaleme aldığı bu kitaba önsöz olacak bir şeyler yazmak çok zor geldi.
Ama yazmalıydım. Onun bize bıraktıkları ve yaptıkları
adına…
Her zaman bahsettiğim gibi onunla tanışmamıza Konyaspor
gecesi hazırlığı vesile oldu. ( Yıl 1993).
Dernekte göreve geldiği 2000 yılından 2014 yılının 18 Mart’ına
kadar geçen on dört yıllık sürede acı tatlı çok şeyler paylaştık.
Gün oldu sevindik gün oldu çaresizlikle üzüldük ama o çalışmaya doymadı dolayısıyla bizler de ona ayak uydurmaya çalıştık.
Çocuğu gibi gördüğü dernek ve vakıftaki çalışmaları ve gayreti bize koca bir eser bıraktı. Dolayısıyla çok büyük bir sorumluluğu da sırtımıza sararak aramızdan ayrıldı. Allah rahmet eylesin.
7
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Sevenlerinin ve tanıyanlarının kaleme aldığı hatıra ve görüşleri üzerinden yürüyen Hasan Ağabey’in akıcı üslubu ile güzel bir eserin ortaya çıkacağına gönülden inanıyorum. Emekleri için binlerce teşekkür ediyorum.
Hatıraları kitaplaştırma fikrini ortaya atan ve hayata geçirilmesini sağlayan başta Vakıf Başkanımız Mustafa Birim’e ve
yönetim kurulu üyelerine “vefa” adına göstermiş oldukları bu
kadirşinaslığa ayrıca teşekkür etmek istiyorum.
Eser ne kadar güzel olursa olsun onun hakkını ödeyebilir miyiz? bilmiyorum... Ama elimizden de bu kadar geliyor.
Bu vesile ile Oktay Ağabey’ime bir kez daha Allah’tan rahmet
diliyorum.
Kudret FİKİRLİ
Konyalılar Dernek Başkanı
8
Hasan Eskil
İSTANBUL KONYALILAR VAKFI BAŞKANI
MUSTAFA BİRİM
Sevgili Başkanıma…
Mademki Konyalıyız. Söze Hz. Mevlâna’yla başlayalım. Hz.
Pîr şöyle diyor:
“Biz dostlarımızı kalbimizle ve aklımızla sevmeyiz.
Ola ki…
Kalp durur, akıl unutur.
Biz dostlarımızı ruhumuzla severiz.
Ruhumuz ne durur, ne unutur.”
Evet, biz Başkanımızı ruhumuzla sevdik. Hayatta iken defalarca yüzüne karşı “Adam gibi Adamsın” dememiz, haykırmamız gerekirdi. Türk milletinde maalesef bu kültür gelişmediği için bizler de bunu yerine getiremedik.
Şimdi, Sevgili Başkanımın ruhunun önünde sesleniyorum:
“Adam gibi adamdın.”
Bizler şahadet ediyoruz, Rabbim de şahadetimizi kabul etsin,
mekânın Âlemi Âmâ olsun.
Yardımcın
MUSTAFA BİRİM
(Mustafa, sağlığında Vakıf Başkanı olan Oktay’ın yardımcısıydı.)
9
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
10
Hasan Eskil
BAŞLARKEN
Konyalılar Derneği Başkanı Kudret Fikirli ile İstanbul Konyalılar Vakfı Başkanı Mustafa Birim benden Oktay’la ilgili bir kitap hazırlamamı istediler. Bu isteği onurlu bir görev kabul ettim. Oktay’ın kitabını yazabilmek için, onu tanıyanların görüş
ve anılarına başvurmam gerekiyordu. Bunun için de ailesine,
onu yakından tanıyan yarenlerine ve Konya Maarif Koleji mezunu olan arkadaşlarına bana yardımcı olmaları için şu çağrıyı yaptım:
“Sevgili Kardeşlerim,
Konyalılar Derneği ve İstanbul Konyalılar Vakfı, aramızdan çok erken ayrılan Sevgili Oktay'ımızın yaşamını ve yaşam felsefesini anlatan bir kitap hazırlanmasına karar vermiş. Bu görev bendenize
tevdi edildi. Takdir edeceğiniz üzere, bu onurlu görevin altından layıkıyla kalkabilmem, bir başka deyişle, bu kitabın eksiksiz tamamlanabilmesi sizin yardımlarınıza bağlı. Önümüzdeki bir aylık süreç
içinde kitaba girmesini istediğiniz Oktay'la ilgili anı, resim ve düşüncelerinizi benim e-mail'ime aktarır, redaksiyon konusunda da
bana yetki verirseniz, bu yazı ve resimleri bir kitap haline getirmeye
çalışacağım.
Sevgili Oktay hepimizin kalbinde derin yaralar açarak aramızdan
ayrıldı. Eminim o şimdi çok iyi bir yerdedir. Her türlü övgüye layık
bir insandı çünkü. Dostlarının hazırlayacağı kitap da ona layık olmalı diye düşünüyor, sizden yardım istiyorum.”
Kitabımızda bu çağrıya gelen yanıtları ve elbette benim kişisel
duygu ve düşüncelerimi bulacaksınız.
Çağrıma yanıt veren kardeşlerime teşekkür ederim. İtiraf edeyim, ölüm acısı insanın içindeki yaşam ışığını söndürüyor. Bu
11
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
yüzden de, Hakk’a yürüyen sevdiklerinin ardından insanların
kalem oynatmaya eli varmıyor. Oğlumu kaybettiğimde ben
bunu yaşamıştım. Bu nedenle de çağrıma yanıt verenler kocaman bir teşekkürü hak ediyorlar. Yanıt vermeyenlere ise söyleyecek hiçbir sözüm yok. Onları da anlıyorum demenin dışında... Zira Oktay’ı hepimiz çok seviyorduk.
İzninizle Oktay’ımızın yaşam öyküsüne geçiyoruz…
12
Hasan Eskil
BİR GÜZEL İNSAN/OKTAY ÖZAYDIN
Oktay’ın babası Mustafa Fevzi Amca 1915 yılında Konya’da
doğmuş. Yüz yıl önce… İki yaşındayken annesi Havva Hanım’ı kaybetmiş. 1921’de de yedi yaşındayken babası Mehmet
Sait Bey İstiklal Harbi’nde şehit düşmüş. Yani bizim Oktay’ımız bir şehit torunu. Tavizsiz vatan sevgisi buradan geliyordu demek ki...
Annesi Havva Hanım’ın ve babası Mehmet Sait Bey’in bu kadar erken ölümü, ileride Oktay’ımızın babası olacak küçük
Mustafa Fevzi’nin kalbinde kim bilir ne yaralar açmış ve o yaralar nasıl kabuk bağlamıştır?
Allah’tan amcasıyla dedesi acılı Mustafa Fevzi’ye sahip çıkmışlar; ilkokulu, liseyi Konya’da okutmuşlar, 1934 yılında da
üniversite tahsili için İstanbul’a göndermişler.
1938 yılında üniversiteyi bitirmiş. Konya’ya dönerek uzun yıllar serbest diş hekimi olarak mesleğini sürdürmüş. İlk muayenehanesini arkadaşı diş hekimi İsmail Küçükkeleş ile ortak açmış. 1943 yılında İsmail Küçükkeleş’in eşi Vesile (Sağ) Hanım’ın halasının kızı olan Müzehher Teyze’yle evlenmiş.
Evlendiklerinde Mustafa Fevzi Amca 29, Müzehher Teyze ise
19 yaşındadır.
O sıralar İkinci Dünya Savaşı dünyayı kasıp kavurmaktadır.
Türkiye, savaşa girmemekle birlikte, ordusunu savaşa hazır
tutmak için bütçesini zorlayan askeri harcamalar yapmaktadır. Bu yüzden de sivil halk yokluk çekmekte, temel gıda
maddeleri karneyle verilmektedir. Genç evliler savaşın yokluklarına birlikte göğüs gererler. Ekmeği, gazı karneyle alır,
13
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Müzehher Teyze’nin deyişiyle, iki metrelik pazen için Sümerbank’ta sıraya girerler.
Müzehher Teyze Meramlıların iyi tanıdığı Köse İbrahim
Efendi’nin (İbrahim Köküöz) büyük kızıdır. Mustafa FevziMüzehher çiftinin üç çocuğu olur. Oktay (d.1945), Kutay
(d.1947), Gülay (d.1949). Oktay ileride diş hekimi, Kutay zemin mekaniği konusunda Ülke sınırlarını da aşan üne sahip
bir akademisyen olacak ve Prof. Dr. unvanını alacaktır. Gülay
ise Eczacılık Fakültesini bitirecek ve bir süre eczane işletecektir.
Üç kardeşin çocukları da üniversite tahsili yapmışlardır. Üniversite sonrasında da başarılı bir iş yaşamı sürdürmektedirler.
Bu tablodan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Özaydın ailesi gerçekten soyadına uygun aydın bireylerden oluşuyor.
Uzun yıllar Ankara’da yaşadığım için Mustafa Fevzi Amca’yı
tanıma şansım olmadı. Ancak, duyduğum ve öğrendiğim kadarıyla derneklerde görev alan, siyasetle yakından ilgilenen
sosyal bir insanmış. Ayrıca; vicdan sahibi, darda kalanların
yardımına koşan, hayırsever ve din istismarcılarına taviz vermeyen inançlı bir Müslüman’mış. Bu inancını da, “Cahilden
dindar olmaz” diyerek dile getirirmiş.
Mustafa Fevzi Amca’nın bu denli yardımsever ve vicdan sahibi olmasında çocukluğunda yaşadığı acıların ve dedesiyle
amcasının ona sevgiyle kucak açmasının ne kadar etkisi olduğunu bilemeyiz… Bildiğimiz bir gerçek var, o da iyilikseverlikte oğlu için ideal bir rol model olduğudur.
Anne Müzehher Teyze de inançlı ve gönlü yüce, kibir bilmeyen iyi bir insan olunca, Oktay; ailesinden aldığı üstün hasletleri çile hücresindeki bir derviş misali kalbinde pişirip özümsemiş, parmakla gösterilen iyilik timsali bir insan olup çıkmıştır.(1)
(1) Aslında Mustafa Fevzi Amca’yla Müzehher Teyze’nin diğer iki çocuğu da yardımsever ve iyi huylu insanlardır. Konumuz Oktay Olduğu için biz çalışmalarımızda onun üzerinde odaklanacağız. Yeri
geldiğinde elbette Kutay’la Gülay’dan da söz edeceğiz.
14
Hasan Eskil
Kısacası, Oktay’ımız babasının niteliklerini benliğinde taşımış, taşımakla kalmayıp çok daha ilerilere götürmüştür.
Bu kitapta Oktay hakkında söylenen sözleri okudukça eminim siz de benim gibi düşüneceksiniz.
Bir kitabın yazarının yaşamını kaleme aldığı insan hakkında
bu derece taraf tutması tuhaf karşılanabilir. Bu yargı doğru da
olabilir. Ne var ki, hakkında anı/yazı istediğim aile fertleri ve
onu yakından tanıyanlar, Oktay’ı yere göğe sığdıramamışlar...
Benim yerime vicdan sahibi hangi insan olsa, gelen yazıları
okuduktan sonra Oktay’la ilgili aynı düşüncelere varırdı kanısındayım. Çalışkan, azimli, mücadeleci, haksızlıklara dayanamayan, mert ve dürüst bir insan. Bunlara ek olarak bir de
hayırsever kimliği var. İnanın gelen yazılar beni benden aldı
ve eski arkadaşımı yeterince tanımadığımı düşündürtmenin
yanı sıra, gözümde çok farklı bir konuma da getirdi. Bu nedenle onu yazarken yansız olamamam normal karşılanmalıdır. Yanlılığım ise Oktay’ın hasletlerini abartarak değil, onları
araştırıp ortaya çıkartarak ve dürüstçe açıklamak yönünde
kendini göstermiştir.
Oktay’la aynı okulda “yatılı” okumuştuk. O benden bir sınıf
alttaydı. Dolayısıyla samimi bir arkadaşlığımız yoktu ama
hepi topu 100 kişilik mevcudu olan okulda herkes birbirini tanır, ne olduğunu bilirdi. Oktay’ı bir metre çapındaki kaldırımda üstü başı giyimli, kravatını bile çıkarmadan futbol oynarken bugünkü gibi hatırlarım. Kolej’den 1963’te mezun oldum ve Mülkiye’de okumak için Ankara’ya gittim. Orada da
kaldım. 1963’ten İstanbul’a taşındığımız 90’lı yıllara kadar
onunla hiç temasımız olmadı. Anadolu Hayat’ın Genel Müdürüyken Konyaspor için yardım talebinde bulunmaya geldiklerinde temasımız başladı. Konyalılar Derneğine üye olmaya davet ettiği, yönetim kuruluna girdiğim 2000 yılından
itibaren de sık sık görüşür olduk.
Son on dört yılda Oktay’ı yeniden tanıdım. 2007 yılında
Konya Kültür Merkezi’nin inşaatı başladıktan sonra ise, her
gün telefonla belki de birkaç kez konuşur, haftada en az bir
gün Kültür Merkezi’nin inşaatına gider olmuştuk. O kadar ki,
sabah kahvaltı masasında evimizin telefonu çaldığında ki bu
15
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
o günün ilk telefonu olurdu, eşimle aynı anda “Oktay’dır,”
derdik. Telefonu, alo bile demeden, “Kardeşim” diye açardım.
Evet, öz kardeşim gibiydi… Çalışmalarımız süresince ondan
hiç incinmedim.
Ben incinmedim ama onu tanıma ve birlikte çalışma fırsatı yakalayanlar incinmişler miydi? Yazılarından edindiğim kanaat
odur ki, asla!
Dernek’ten arkadaşımız Halil Kasapoğlu bakın ne diyor:
“Yaşı benden büyük olduğu için ağabey değil sadece... İnsanların kardeşlerini seçme şansı yok belki ama ağabeylerini seçebilirler. İşte, o benim biyolojik ağabeylerimden hiçbir farkı
olmayan canım ağabeyim.”
Söze başlarken de belirttiğim gibi, bu biyografiyi hazırlarken,
ailesinden, kardeşlerinden, hısım akrabasından, arkadaşlarından, tanıyanlarından onun hakkında yazılar istedim ve gördüm ki, altmış dokuz yıllık ömründe hiç kimseyi incitmemiş.
Gelen yazıların hiçbirinde, ama hiçbirinde onu yeren ya da
eleştiren bir söze, hatta bir sözcüğe rastlamadım. Gelen anıları
ya da onunla ilgili yorumları okudukça şaşıp kaldım. Hepsi
Oktay’dan övgüyle söz ediyordu. Herkese iyilik yapmış, gönül kırmamıştı. Dostlarının bu şekilde kanaat bildirmesinde,
“Hazreti Peygamber’in, ‘Ölenlerinizi iyilikle yâd edin’ sözleri
etkili olmuştur” diye düşünülebilir ama Hazreti Peygamber,
“ölenlerinizi yalan sözlerle övün, göklere çıkarın” dememiş;
aksine, riyayı yasaklamıştır.
Gelen yazıların hepsi övgü doluydu; pek çoğunda yaptığı iyiliklere teşekkür vardı. Demek ki Oktay’ımız, istisnai bir insandı…
Kitabımız baştan sona bunun örnekleriyle dolu.
Eşinin amcası Mustafa Nalçacı Bey onun için, “Dünyaya bir
daha böyle bir insan gelmez” diyor.
İyiydi, nazikti ama haksızlıklar karşısında da o kadar hırçın
ve isyankârdı. Doğru bulmadığı, haklı görmediği hiçbir söze
itaat etmedi; haksızlıklara boyun eğmedi. Kitabımızda yaşamından kesitleri okurken bu özelliğine de yakından tanık olacaksınız.
16
Hasan Eskil
Lise sondayken Mantık dersi öğretmeni sınavda kopya çektiğini iddia ederek sınav kâğıdını önünden aldığında bu haksızlığa isyan edecektir. Öğretmen iddiasında ısrarlı olunca da
okul müdürünün ve yardımcısının önünde bütün sınıf ayağa
kalkarak, Oktay’ın kopya çekmediğini, sınava alınmadığı takdirde boş kâğıt vereceklerini söyleyeceklerdir. Olayın devamını Yakın arkadaşımız Mustafa Göncü’nün anılarında bulacaksınız.
Söylemek istediğimiz; haksızlığa asla boyun eğmediği, bu nedenle de insanların güvenini kazandığı ve her ortamda çevresinde sağlam bir dostluk çemberi kurduğu gerçeğidir. Bu lisedeyken böyle olmuştur, siyasetteyken böyle, Beşiktaş camiasında ve dernekçilikte… Oktay kaypaklık nedir bilmeyen,
çevresindekilere her türlü şüpheden uzak güven duygusu veren bir insandır.
Yine kitabımızı okurken mücadeleci ruhunun dışa vurumu
sıklıkla karşınıza çıkacaktır.
Bir sürü örneğin içinden ikisini seçeceğim:
Moda’da üç kardeşin anneleriyle birlikte oturdukları ev ile
Konya Kültür Merkezi onun bu mücadeleci ruhunum eserleridir. Oktay azimle mücadele etmeseydi ve yaptığı işe kendini
adamasaydı, ne üç kardeşin anneleriyle birlikte oturduğu ev
inşa edilebilirdi, ne de o muhteşem Konya Kültür Merkezi…
İlerideki satırlarda bunları okuyacaksınız.
Hele hele de küçük kızı Merve’nin “Babasının Kızı” öyküsündeki baba figürüne hayran kalacaksınız ve biz böyle olamadık
diyeceksiniz... Şahsen ben öyle dedim.
Kardeşi Kutay, “Çok geniş bir çevresi vardı” diyor. “Kadıköy
çarşısında dolaşırken onlarca insanla selamlaşmadan geçemezdi.” Ben kendisine zaman zaman, “İstanbul’da senin katılmadığın herhangi bir düğün veya cenaze töreni var mıdır?”
diye takılırdım.
Yoktu herhalde. En ücra köy derneklerinin toplantılarına gittiğine ben tanığım. Konyalılar Derneğini de temsil ederdi
17
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
böyle yerlerde… Oysa o, dernek başkanlığından çoktan ayrılmıştı. Dernek başkanı bendim ve Oktay, İstanbul Konyalılar
Vakfı’nın başındaydı.
Oktay’ın muayenehanesi herkesin buluşma noktasıydı. Okuldan, dernek ve vakıftan dostları, siyasette birlikte mücadele
ettiği arkadaşları hep orada buluşurlardı. Kelebekleri kendine
çeken bir cazibe merkezi, bir ışık demetiydi âdeta…
Arkadaşları için bir cazibe merkezi olan insan ailesi ve akrabaları için farklı mı olur? Kardeşi Gülay’ı dinleyelim: “İstanbul’daki akrabaları bir araya getirmek için yıllarca bayramlaşmalar düzenledi. Aile epey geniş olduğu için anne tarafı akrabaları bir gün, baba tarafını ayrı bir gün çağırır, dışarıda toplanıp yemek yer bayramlaşırdık.”
Allah aşkına kendimize dönüp şu soruyu soralım: “Biz bunları yapabildik mi?” Ne yazık ki ben “Evet” diyemiyorum.
Bakınız kız kardeşinin kocası Necat Aşcıgil, Oktay’ı nasıl tarif
ediyor: “O, modern zaman evliyasıydı; aktivist evliya.” Bu sözün üzerine söz söylenemez diye düşünüyorum.
Necat bir başka olaya daha parmak basıyor: “Yurdun çeşitli
yerlerinden cenazeye gelenler olmuştu. Bazıları uzak yerlerden gelenlere hayret ettiler, ama ben uzak yerlerden gelen o
arkadaşlarının bazılarının ameliyatları için yer bulduğunu,
kendi arabasıyla hastaneye götürdüğünü, her gün arayıp ziyaret ettiğini biliyorum.”
Burada noktayı koyma gereksinimi duyuyorum. Çünkü Oktay’ımızın hasletlerini anlatmaya sözcükler yetmeyecek ve
sayfalar sayfaları kovalayacak. En iyisi siz onu aile fertlerinin,
kardeşlerinin ve dostlarının kaleminden okuyun.
İzninizle ben onun kısa yaşam öyküsüne geçeceğim…
Bir Vefalı Adam
Oktay 1945 yılında Konya’da doğdu. Söze başlarken de ifade
etiğimiz gibi Diş Hekimi Mustafa Fevzi Bey’in oğlu. Annesi
Müzehher Hanım, ev hanımı. Evleri önce Fenni Fırın’ın, daha
sonra da Tahir Paşa Camisi’nin yanındadır. Konya’yı bilme18
Hasan Eskil
yen okuyucularım için söyleyeyim her iki ev de kentin merkezinde; birincisi Mevlana’ya 600-700 metre mesafede, diğeri de
Allaaddin Tepesi’nin hemen yanında.
İlkokulu Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda okudu. Bu sırada
eve gelen bir din hocasından ayrıca dersler aldı… Kuran okumayı öğrendi. Hocanın önünde diz çöken sadece Oktay değildi. Üçkardeş de din dersi aldılar. Anne, baba dindar insanlardı çünkü. Baba Fevzi Amca’yı yetiştiren amcası Sultan Selim Camisi’nin başimamıydı. Kısacası Özaydın ailesi dini bütün insanlardı.
Burada bir parantez açalım. Ne Oktay ne de kardeşleri bağnaz
insanlardı. Dini inançlarını kendilerine sakladılar. Kitabımızın ilerleyen sayfalarında da okuyacağınız üzere, Oktay’la
Kutay gençlik yıllarında arkadaşlarıyla gönüllerine göre gezip eğlendiler. Oktay namaza kırkından sonra başladı ama
onu uzaktan tanıyanlar beş vakit namaz kıldığını bilmedi. İbadetiyle övünmedi. İbadetini de hayır ve hasenatını da sadece
Yüce Rabbi bildi. Haydarpaşa ve İskele camilerinin her türlü
ihtiyacına koştu. Namaza başladıktan sonra arkadaşlarıyla
eğlence masalarına oturdu ve ağzına bir damla içki koymadı.
Onlara da mani olmaya kalkmadı. Sohbete iştirak etti, güldü,
eğlendi. Sair zamanlarda da tavla oynadı, şakalar yaptı, her
türlü sohbetin içinde oldu, hatta sohbete yön verdi ama hiçbir
dini tartışmaya girmedi. Bu tür konularda “bilmeden fikir sahibi olanları" ise uyardı. İnançlıydı ve inancını korumaya özen
gösterdi.
Parantezi kapatırsak; ilkokuldan sonra Konya Maarif Koleji’nin sınavlarını kazandı ve öğretmenlerinin çoğu yabancı
olan bu okulda yedi sene eğitim gördü.
Konya Maarif Koleji, 1955 yılında yabancı dilde eğitim vermek üzere açılan, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı altı Maarif
Koleji’nden birisidir. Bu okullarda, Türk dili ve edebiyatı, tarih, coğrafya, resim, müzik vb. dışında kalan “fen ve matematik dersleri” yabancı öğretmenler tarafından İngilizce olarak
okutulmaktaydı. Giriş sınavından geçen öğrencileri kabul
eden bu okullar ilk sene hazırlık olmak üzere yedi yıldı ve
19
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
okullara kız öğrenci alınmıyordu; Konya merkezde oturan ailelerin çocukları dâhil, öğrencilerin tamamı yatılı okuyordu.
Oktay, Konya Maarif Koleji’nin açılışının üçüncü yılı olan
1957’de okula başladı. Evleri Konya’nın içinde olduğu için cumartesi günü evci çıkıyor, pazar akşamı dönüyordu.
On bir, on iki yaşında okula başlayan öğrenciler çocukluk yıllarını, ergenlik dönemini ve gençliklerinin ilk yıllarını birlikte
yaşıyor ve on sekiz, on dokuz yaşında mezun oluyorlardı.
Okulda gece gündüz birlikte oldukları için aralarında sıkı bir
arkadaşlık ilişkisi gelişiyordu. Bu ilişki bazen aile bağlarından
daha sıkı oluyor ve ömür boyu sürüyordu.
Oktay’ın okul arkadaşlarıyla ilişkileri böyleydi. Okul sonrasında da sürecek sıkı arkadaşlıklarının temeli daha on iki yaşındayken atılmıştı ve pek çoğu vefatına kadar aynı yoğunlukta devam etti. Bu arkadaşlarından Hayrettin Kublay’ı dinleyelim: “16 Şubat Pazar günü BJK-Bursa maçının devre arasında sırf onu kızdırmak için telefonla aradım. İlk defa telefonuma çıkmadı ve geri dönmedi. Meğer sevgili Oktay o sırada
beyin kanaması geçiriyormuş. Ameliyatını ve her gün Semiha
ile durumunu izledim. Maalesef kaybettik. Hala hazmedemiyorum. Şu an bile ağlamaklıyım.
14 Mayıs 2014”
Şu bir gerçek ki, Konya Maarif Koleji’nden mezun olan herkesin okul arkadaşlığı ömür boyu kalıcı olmamıştır. Oktay bu
konuda da tam bir istisna oluşturuyordu. Akseki üzerinden
Manavgat’a giderken, Akseki’deki arkadaşı Necip’e ya da İzmir taraflarına giderken, Manisa’daki Yılmaz’a mutlaka uğruyordu.
Kaçımız o yollardan geçerken arkadaşlarımızı arama gereksinimi duymuşuzdur ki?
Böyle vefalı bir adamdı arkadaşımız.
Çocukluğu, Gençlik Yılları ve Semiha
Oktay 1964 yılına kadar Konya da kaldı. Peki, okul dışındaki
çocukluk ve gençlik hayatı nasıldı? Annesi Müzehher Hanım
ve dayısı Muzaffer Bey’in söylediklerine göre çok hareketli,
20
Hasan Eskil
yerinde duramayan, cıva gibi bir çocuktu. Kardeşlerinin sözleri de Oktay’ı böyle tarif etmektedir. Kutay’ın ifadesine göre;
çocukluğunda gardırobun üstünden divana atlar, top peşinde
koşacağım diye ayakkabılarını bir haftada parçalarmış. Kutay
ise Oktay’la birlikte alınan ayakkabıları bir yıl giyermiş!
Bunları yazarken beraber olduğumuz son yıllardaki hali geldi
gözümün önüne. Yerinde hiç duramayan bir adamdı. Dışarıda yapılacak işleri hep ona havale ederdik. Muayenehane kıyafetiyle Kültür Merkezi inşaatının ham betonlarının üzerinde yürüdüğüne çok tanık olmuşumdur. İnşaata ğitmesi gerektiğinde önlüğünü çıkarıp muayenehanesinden fıtlar, orada
yaşanan bir soruna “takkesini atıp” koşardı.
Herhalde evlerinin inşaatı sırasında da Oktay, aynı Oktay’dı!
Bu satırları okurken gözünüzün önünde pasaklı bir adam canlanmasın sakın. Son derece temiz ve titiz giyinen bir insandı.
Gönlüne göre ayakkabı yaptırmak ya da giysi almak için beni
peşinden Merter’lere, Güneşli’lere kaç kez sürüklemiştir... Semiha’nın bu konudaki titizliğine değinmemek de herhalde
haksızlık olur.
Semiha’yla 1973 yılında evlendiler. Üç çocukları oldu: Cem,
Nazlı ve Merve. Evlenme öykülerini bizzat Semiha’nın, babalarıyla olan anılarını ise ileriki bölümlerde çocuklarının kaleminden okuyacaksınız. Burada o konulara girip tekrara düşmeyeceğiz.
Yeşil Olur Şu Konya’nın Meram’ı
Konya’ya dönersek; anneannelerin Meram’da hafta sonları
koşarak gidilen bahçesi ve bahçenin içinde kocaman bir evi
vardır. Konya’yı bilmeyenler için yazıyorum; Meram,
Konya’nın güney batısında dağların koynuna sokulmuş zümrüt gibi yemyeşil bir yerleşim bölgesidir. Bundan kırk, elli
sene öncesine kadar en azından böyleydi. İçinden gür bir dere
akardı ve bu dere çaylara bölünerek Konya’nın bedenini damar ağı gibi sarardı. Uluırmak’tan Köprübaşı’na kadar şehrin
içindeki bahçelere, bostanlara can verirdi.
21
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Suyun başında olduğu için dereden en fazla yararlanan ise elbette Meram’dı ve Meram’da yaz günlerinin keyfi bambaşkaydı. Meram’da her türden ağaç ve bitki yetişirdi… Bahçelerinde sincaplar koşuştururdu. Her yan yemyeşildi.
Türküsü bile vardır Meram’ın.
“Yeşil olur şu Konya’nın Meram’ı
Konyalı kız depreştirdin yaramı”
diye başlar ve oynak notalarla devam eder.
Meram, gezme, dinlenme, hoşça vakit geçirme yani mesire yeridir aslında ama burada Konya’nın zenginlerinin konakları
da vardır. Zira bizim çocukluğumuzda Konya’nın zenginleri,
“Türbe önünde evi, Meram’da bağı” olan insanlar olarak tarif
edilirdi.
Meram’ın öyküsü Anadolu Selçuklularına kadar uzanır. Daha
da ötesini araştırmak tarihçilerin işidir. Örneğin; Meram’ın
hemen yanındaki Sille’de Romalılar döneminden kalma kiliseler vardır ve bildiğimiz kadarıyla Meram Köprüsü, Tavus
Baba Türbesi Selçuklulardan kalan eserlerdir. Köprünün yanındaki hamam ise Karamanoğullarının bizlere armağanıdır.
Evliya Çelebi’den Mevlana’ya kadar pek çok insan Meram
bahçelerinden övgüyle söz etmişlerdir.
Oktay’ın annesi Müzehher Teyze’lerin işte bu Cennet köşesinde bahçeleri, bahçenin ortasında da kocaman bir evleri vardır. Oktay’lar yazın hemen hemen her hafta sonu bu eve taşınmışlardır. Burası Oktay ve kardeşleri için tam bir oyun yeridir. Ağaçlara tırmanır, meyve toplar, bahçe duvarlarının üstünden atlarlar… Bahçenin hemen kenarından akan çayda oynarken giysileri sırılsıklam olur.
Kız kardeşi Gülay’a kulak verelim:
“Konya’daki çocukluk yıllarından hatırımda kalan, dedemlerin Meram’daki bağlarına gidiş gelişlerimiz ve oradaki yaramazlıklarımız ilk sırayı alıyor. Faytonla sabahtan annemle gider, akşama babam da gelir, hafta sonlarında birkaç gün kalır,
dönerdik. Gidiş gelişlerde annemin en büyük yardımcısı Oktay Ağabey’imdi. Bizleri indirir bindirir, eşyaların taşınmasına yardım ederdi. Oraya varınca da dut ağacının tepesinden
22
Hasan Eskil
inmez, serdiğimiz çarşafın üstüne dutları silkelerdi… Biz de
afiyetle yerdik.”
Oktay yaramazlık derecesinde hareketli bir çocuktur. Ağaçlara çıkar, duvarlardan atlar, ayağını kırar; annesinin uyarılarına karşın, dayısının bisikletinin arkasında Meram’a gider...
Ondan bir buçuk yaş küçük olan ve bir “öğür” (Öğür; yaşıt,
arkadaş.) gibi birlikte büyüyen Kutay’a sordum, “Ben öyle
şeyler yapmazdım” diye yanıt verdi.
Şehirde kaldıkları yaz geceleri sık sık Dede Bahçesi’ne ve yazlık sinemalara gidecekler ve bu işlerde hep Oktay öncü olacaktır.
Yeri gelmişken, Dede Bahçesi’nin üzerinde durmak isterim.
Dede Bahçesi hemen İnce Minareli Cami’nin yanı başında büyükçe bir bahçeymiş. Ben köyde büyüdüğüm için hiç görmedim ama Konya’nın içinde yaşayan arkadaşlarımdan, hatta
Balıkesir’de büyüyen eşimden Dede Bahçesi’ni çok dinledim.
Emine; “Anneannemlerin evi hemen Dede Bahçesi’nin girişindeydi” diye anlatır. Geceleri Kaya akordeon çalar; insanlar
onu dinleyerek çay içer, yemek yerlermiş. Bahçede düğünler,
nişanlar yapılır, insanlar dans edermiş. Dede Bahçesi’ne giderken o yıllarda genç kız olan teyzesi en güzel kıyafetlerini
giyermiş.
Şu Konya’ya bakar mısınız? Hatta daha da ötesi var: İstanbul
Konyalılar Vakfı’nda 1932 yılında çekilmiş bir tenis kortu ve
kortun girişinde sıralarını bekleyen şortlu iki kadının duvara
asılı fotoğrafını da görün isterim.
Nereden nereye?..
Öyle anlaşılıyor ki; Oktay’ımızın çocukluğu serazat bir yaşam
içinde geçmiş. Ne sıkıntı veren bir aile baskısı var, ne de insanı
kasan bir çevre… Bu arada eve gelen hocadan Kuran okumayı
ve namaz sureleriyle duaları öğrenmiş. Hatta Gülay’ın söylediğine göre Kuran’ı hatmetmiş. Bu konuda baskı görmüş müdür? Serazat yaşamını zedeleyen bir etmen var mıdır? Bunu
bilemeyiz ama beraber olduğumuz son on dört yılda bu konuda ağzından olumsuz herhangi bir söz çıkmadı. Hatta dini
görevlerini severek ve isteyerek yerine getirirdi. Büyük bir ih-
23
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
timalle eve gelen hoca dönemini de kendini kasmadan yaşamış; Kuran’ı ve “namazlıklarını” öğrenirken, hocanın karşısına şevkle oturmuştur. Ben de çocukluğumda ailemin isteği
üzerine ve aşırı bir baskı görmeden aynı şeyleri yaşadım.
Konya Maarif Koleji’nde okuduğum yıllarda da -yaz tatillerinde- kendi isteğimle hocaya giderdim. Gençlik yıllarımda
hocayla söyleşirdik ve bundan keyif alırdım. (1960’ların ilk
yılları. Köy Karakaya. O yılların “örnek köy”ü. Köyün imamı
Abidin Topuz. O da o yılların “örnek imam”ı. Bunlar basının
seçimiydi ve bizim köy aylarca gündemden düşmemişti. Köyün harman yerlerine uçak pisti bile yapılmış ve Sabiha Gökçen kendi kullandığı uçakla Karakaya’ya gelmişti.)
Konumuza dönersek… 1962 yılı Haziran ayında Oktay’ın ailesi İstanbul’a taşınır. Oktay kardeşi Kutay’la birlikte
Konya’da kalır. Artık onlar da tam yatılı olarak okuyacaklar;
yani, cumartesi günleri evci çıkamayacaklardır… Cumartesi
öğleden sonra ve pazar günleri askerin çarşı izni gibi akşam
beşe kadar serbestler, beşten sonra okulun bahçe duvarından
dışarı adım atamazlar. Katır Mehmet’ler, Güdük Sami’ler peşlerinde olacak yoksa… Kolej demek disiplin demek, disiplin
demek rahmetli Müdür Yardımcısı Halil Edil Bey demekti.
Bu satırları okuyunca aklınıza, “Hani Oktay çocukluğunda ve
gençliğinde serazat yaşamıştı?” diye bir soru gelebilir?
Anlatayım: Halil Bey çok sert bir insandı. Katır Mehmet ya da
Sami gelip de, “Muavin Bey seni istiyor” dediğinde ödümüz
patlardı. Odasında sert uyarılarından nasibimizi alırdık. Çenemize “sumsuğunu” yediğimiz günler de olurdu. Rahmetli
hocamız, işaret parmağını “V” biçiminde kıvırıp sertleştirir,
“V”nin köşesini çenemize çekiç gibi indirirdi. Oktay da o sumsuğu yemiş midir acaba? Ben bu soruya hayır diyemem. Yerinde duramayan ve sinik bir karakteri olmayan Oktay için
“sumsuk” kaçınılmaz gözüküyor. Ortada şöyle de bir gerçek
var: Küçücük bir okulun dört duvarı arasında, ateş parçası
gibi çocuklar başka türlü de zapt edilemezdi herhalde. Halil
Bey’in disiplini olmasaydı o şartlarda biz birbirimizi yerdik,
diye düşünüyorum.
24
Hasan Eskil
Ayrıca; bizim birbirimize bu derece bağlanmamızda onun disiplinden taviz vermeyen yönetimi de etkili olmuştur sanıyorum. Çünkü disiplin cezaları karşısında sınıfça sert bir yumruk haline gelerek idareye karşı çıkar; kabahat işleyen arkadaşlarımızı asla ele vermezdik. İçimizden ispiyoncu çıkmazdı
ve çoğu kez bu yüzden toptan sınıfça hafta sonu dışarı çıkmama cezası alırdık.
Hepimiz Halil Bey’in odasına sığmadığımız için de disiplin
kurulu sınıfımızı teşrif eder ve cezamızı tebliğ ederdi. Disiplin
cezası alan ve cezasını revirde göz hapsinde tutularak geçiren
arkadaşlarımızı da âdeta beslerdik… Canları sıkılmadan vakit
geçirsinler diye revire iskambil destesi soktuğumuz bile olmuştur…
Disiplin diyorum ya, gözünüzün önüne manastır gibi bir yer
gelmesin. Okuldan ya da yatakhaneden kaçmadığımız, arkadaşlarımıza ve okulun eşyasına zarara verecek haylazlıklar
yapmadığımız takdirde, o küçücük okulda mutluluk içinde
yaşardık. Bunun altında yatan gerçek de sıkı arkadaşlık bağlarımızın bir aile ortamı sağlamasıydı.
Erdoğan Munis gibi, Blumenthall’er gibi öğretmenlerimiz de
bizim ağabeyimizdi âdeta. Onun için Oktay’ın çocukluğundaki serazat yaşamını Kolej yılları zedelememiş, hatta yeni
çevresinde Oktay daha zengin eğlenceler ve gönül hoşluğu
bulmuştur. Samimi arkadaşları Mustafa Göncü ile Hayrettin
Kublay’ın anılarını okurken siz de aynı kanaate varacaksınız.
Artık lise yıllarını geride bırakmanın zamanı geldi. Yalnız, bu
bahsi kapatmadan bir yanlış anlaşılmayı da önlemek istiyorum. Halil Bey’in sert yönetimine rağmen öğrencilerinin çoğunluğu onu sevmiştir. Ben şahsen kendisini her zaman rahmetle anarım. Kutay’dan öğrendiğime göre, Halil Bey ömrünün son yıllarını geçirdiği İstanbul’da Oktay’ın muayenehanesine sık sık uğrar, Oktay da hocasını her zaman büyük saygı
ve sevgi ile karşılarmış. Onun okulda benimsettiği çalışma disiplininin mesleki yaşamımızda çok yararını gördük. Okul
sonrasında bir yerlere gelebilmişsek, bunda Konya Maarif Koleji’nin ve rahmetli Halil Bey’in beynimize nakşettiği disiplinli
çalışma bilincinin büyük katkısı vardır.
25
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
1962 yılında Oktay’ın ailesinin İstanbul’a taşındığını belirtmiştik. Oktay da iki sene sonra okulunu bitirip ailesinin yanına gelir.
Sene 1964 ve Oktay babasının yolundan gitmektedir. İstanbul
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakülte’sine başlamış, Konya Koleji’nde birlikte okuduğu arkadaşlarıyla burada da buluşmuştur.
Mustafa Göncü, Attila Gürarda, Fikret Yüksel, Nadir Harani,
Vehbi Gökrenk, Çelik Ergene, Yılmaz Arıkan… Hepsi buradadır ve inanılmaz maceralarla dolu bir hayat onları beklemektedir. Daha sonraları kardeşi Kutay da onlara katılacaktır.
Gençlik yıllarında İstanbul’da da serazat yaşayacaktır. İstanbul maceralarını arkadaşlarının anılarında okuyacaksınız.
Bu satırlar sizi yanıltmasın. Delikanlılık çağının bu hevesleri
geçtikten sonra Oktay namaza başlamış ve yaşamının son
yirmi–yirmi beş senesinde ağzına içki koymamıştır. Şimdi
Mustafa Birim’i dinleyelim.
“Mütedeyyin kişiliğinle, elinden geldiğince bütün ibadetlerini
eksiksiz yapmaya çalışır, bunu asla belli etmezdin. Ayrıca yöneticilik yaptığın kurumlarda bunu asla kullanmak istemez
ve bunu bir kural olarak tavsiye ederdin.
Vatanını, kültürünü, hele hele Konya ve Konyalıyı çok sevdin.
Türkiye Cumhuriyeti Devletine tam bağlı ve saygılıydın. Devletine ve milletine söz söyletmezdin. Dindardın, ama bağnaz
değildin. Bugünkü insanlara model olacak davranıştaydın.
Almış olduğun eğitimlerle, zamanımızı gayet güzel yorumluyor, olayları ve olayların arkasını görebiliyordun.”
Oktay, okuldaki sıkı arkadaşlık ilişkilerini okul sonrasında da
sürdürecek, İstanbul’da olmayan arkadaşlarını arayıp soracak
ve onların nişan, nikâh gibi önemli günlerine katılacak, sorunları olanların sorunlarını çözmek için koşturacaktır.
Okul arkadaşlarının dışında; Beşiktaşlılarla, siyasetteki mücadele arkadaşlarıyla, kuruluşunda başrol oynadığı Konyalılar
Derneği ve İstanbul Konyalılar Vakfı’ndaki hemşerileriyle de
sıkı dostluk bağları kurmuş, insanların sevgi ve saygısını kazanmıştır.
26
Hasan Eskil
Kazandığı bu sevgi ve saygı onu, içine girdiği her grupta başkanlığa taşıyacaktır. Beşiktaş Kadıköylüler Derneği’nin başkanı odur. Siyasete atıldığı Adalet Partisi’nin yerine kurulan
DYP’nin İstanbul ilçe başkanı Oktay’dır. Kuruluşuna katıldığı
Konyalılar Derneği ve İstanbul Konyalılar Vakfı’nın başkanlıklarını da yedişer yıl o yürütmüştür.
Ömrü vefa etseydi Vakfın başkanlığını halen sürdürüyor olacaktı. Çünkü Konya Kültür Merkezi’ni Vakfa kazandıran
onun sabrı, hoşgörüsü, azim ve çalışkanlığıydı. Bu vasıfların
dördü de onun kişiliğinde birleşmişti. Kültür Merkezinin projelendirilmesi ve inşaatı sırasında yaşanan sıkıntı ve gerginlikleri yatıştırmak için nasıl da çaba sarf ettiğinin bire bir tanığıyım. Arkadaşlar arasında yükselen tansiyonu yatıştırırken, inşaatın yürümesi için para peşinde koştururken, bu arada yaşanan duygusal travmaları “tedavi ederken” gösterdiği sabrı
ve metaneti hiçbirimiz gösteremeyiz.
Bir de siyasette uğradığı hüsran ve yaşadığı üzüntüler var;
bunları da asla hak etmemiştir. O günleri ilerideki sayfalarda
okuyacak, sabrına şaşıracaksınız...
Yaşadığı olumsuzluklarda gösterdiği sabır ve dayanma gücü
olağanüstü seviyelerdedir. İşleri yoluna koyuncaya kadar dişini sıkar, insanları kırmadan sonuca ulaşmaya çalışırdı. Bu
arada kendisi helak olurdu.
Ben bir kaldırım taşıyım yorgun
Ben bir çakıl taşıyım küçük
Ben bir sabır taşıyım pare pare
Ve ben ah, mezar taşıyım ne çare.
Yukarıdaki satırları yazarken Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bu dizeleri nedense aklıma düşüverdi! Keşke düşmez olaydı…
Şu anda parmaklarım PC’nin klavyesi üzerinde dondu kaldı.
Yazamıyorum ama bu kitabı da tamamlamam lâzım. Tekrar
onun yaşamına dönmek zorundayım. Nerede kalmıştık? Evet,
onun İstanbul’daki yaşamından söz ediyorduk…
İstanbul onu Beşiktaş’ına kavuşturmuştur. Elbette Beşiktaş’ın
maçlarını kaçırmayacak, taraftarlığı Beşiktaş Kongre üyeli-
27
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ğine kadar gidecektir. Beşiktaş dendiğinde ve kulübünü savunurken gözü hiçbir şeyi görmeyecek; ses telleri tın tın ötecektir. (Yaşasaydı 2015 senesi başında Divan Kurulu üyesi olacaktı.) Bu kitapta Beşiktaşlı arkadaşlarının hakkında yazdıklarını da okuyacak, ol cenahtan da gelen övgülere tanık olacaksınız.
İzninizle burada Beşiktaşlı iki kişinin sözlerine kısaca yer vereceğim:
Coşkun Kargın: “Birlikte Beşiktaş kongrelerine katılırdık. Beşiktaş’a zarar verecek tüm yönetim biçimlerine şiddetle karşı
çıkar, bunları açık yüreklilikle kongrelerde dile getirir ve tüm
üyeler onun sözlerini dikkate alırdı.”
Hasan Özdoğan: “Sadece ben değil bütün arkadaşlarım
onunla çalışmaktan o kadar mutluyduk ki, o kadar çok şey
öğrendik ki ondan, o bizim hem başkanımız, hem hocamız,
hem önderimizdi. Tıpkı Süleyman Seba gibiydi.
Hani bir söz vardır, ‘adam gibi adam’ diye, işte Oktay Özaydın Ağabey’imizi en iyi anlatacak söz herhalde budur.”
Üniversite öğrencisiyken çalışmaya başlayacaktır. Bu konuda
yakın arkadaşımız Mustafa Göncü’ye kulak verelim:
“…… Oktay ise, fakülteden çıktıktan sonra koştura koştura
Kadıköy’e geçiyor ve babasının Oktay adına açtığı diş deposunda çalışıyordu. Cumartesi günleri de iki bavula doldurduğu diş tedavi malzemeleriyle Harem’den otobüse biniyor
ve İstanbul çevresindeki il ve ilçelere malzeme satmaya gidiyordu.”
İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi’nden dört yılda mezun oldu.
Hemen beyaz önlüğü giyip, babasından devraldığı muayenehanesinde hasta kabulüne başladı. Kısa süre sonra da askerlik
görevi için İstanbul’dan ayrıldı. Yedek subay öğrenci dönemini İzmir Sıhhiye Okulu’nda geçirdi, kıta hizmeti için torbadan Artvin’i çekti. Dört ayı okul dönemi, on dört ayı kıta hizmeti olmak üzere 18 ay askerlik yaptı. Vatani görevi bittikten
sonra Kadıköy’e, muayenehanesine döndü.”
28
Hasan Eskil
Sene 1971’dir ve Oktay fiilen diş hekimliğine başlamıştır.
Onun muayenehane açması, arkadaşlarının rahatça buluşabilecekleri bir mekâna kavuşmaları anlamına da gelecektir. Oktay’ın muayenehanesi önce Kolejli, sonra Beşiktaşlı arkadaşlarının, ileriki yıllarda da fiilen yapmaya başladığı siyasetçilikten edindiği dostlarının uğrak yeri olacak ve çevresi o kadar
genişleyecek ki, haftada bir gün eşiyle dostuyla birlikte olabilmek amacıyla çarşamba günleri muayenehanesini kapatacaktır.
Oktay’ın Siyasi Serüveni
Siyasete olan ilgisi nedeniyle 70’li yılların ortasında Adalet
Partisi’nin kapısını çalacak ve siyasi hayatına Adalet Partisi
Kadıköy İlçe Teşkilatına kaydolarak başlayacaktır.
Adalet Partisi 1980 cuntası tarafından kapatılınca, bu partinin
yerine kurulan Doğru Yol Partisi’ne geçen Oktay; anılan partinin Kadıköy İlçe yönetim kuruluna alınacaktır.
1986/1987 döneminde oluşturduğu yeni bir yönetim listesiyle
ilçe seçimlerine girer ve Doğru Yol Partisi’nin yeni Kadıköy
İlçe Başkanlığı görevini devralır.
Önce DYP, sonra da DTP’deki çalışmalarını arkadaşlarının
anılarında okuyacaksınız. Tekrara düşmemek için ben bunları
burada anlatmayacağım.
Yalnız, arkadaşlarının, “Çok çalıştı, dürüstlükten ödün vermedi; bu hasletleri Genel Merkez’in gözünden kaçmadı ve
onu 20 Ekim 1991’de yapılan Genel Seçimlerde DYP’nin İstanbul 1.Bölge 2. sıra milletvekili adaylığına taşıdı” biçimindeki
tespitlerini irdelemeden edemeyeceğim.
Gerçi Oktay, Parti Genel Merkezince İstanbul 1. Bölgeden milletvekili adayı gösterilmiştir ama 2. sıraya konulmuştur. Genel Merkez, henüz birkaç ay önce SHP’den istifa edip DYP’ye
katılan Aktuna’yı Oktay’ın önüne geçirmiştir. Gerçekten de
SHP’den Bakırköy Belediye Başkanlığı’na seçilen Yıldırım
Aktuna, genel seçimlere iki ay kala, 27 Ağustos 1991’de bu görevinden ayrılarak DYP’ye katılmıştır.
29
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Oysa Oktay 1970’li yıllarda Adalet Partisi’nde siyasete başlamış, 1980 darbesinden sonra bu partinin yerine kurulan
DYP’ye geçmiş, beş yıl önce Kadıköy İlçe Başkanı olmuş ve
beş yıllık süreç içinde yeni partiyi Kadıköy’de birinci sıraya
taşımıştır.
Birlikte siyaset yaptığı arkadaşlarını dinlemeye devam ettiğimizde şöyle bir gerçekle karşılaşıyoruz: Genel Merkez onu 2.
sıraya koyunca, arkadaşları seçim çevresinde tercihli oy kullanılması için kampanya başlatmayı önermişler, Oktay, “Genel Merkez’in kararına karşı çıkmayalım” diyerek onları durdurmuş; çok sevdiği Süleyman Demirel’e karşı bayrak açmamıştır. Bu olayda vefa duygusu ve beyefendiliği haksızlığa tahammül edemeyen Oktay’ı frenlemiştir.
Politikadaki arkadaşlarından Yılmaz Yıldız, kitabımızda yer
alan yazısında aynen şöyle demektedir: “Seçimi çok az bir
oyla kaybettik. O seçimde tercihli oy kullanılabiliyordu. Eğer
biz tercihli oyu Oktay lehine kullanmış olsaydık, otomatikman liste başına gelirdi ve seçilirdi.”
Onca mücadeleye karşın aday listesinde 2. sıraya konulması
onu mücadeleden vazgeçirmeyecek, 2. sırada olmasına rağmen seçimlere bütün gücüyle asılacaktır. Partili arkadaşlarıyla öyle hummalı bir çalışma başlatır ki, yarışta “finish” çizgisini rakibinden önce geçmeyi hedefleyen bir atletten farkı
yoktur. Öylesine azimli ve enerji doludur… Ekibini de aynı
süratle peşinden sürüklemektedir. O hali gözümün önüne geliyor. Ela gözleri çakmak çakmak olmuştur, heyecandan yerinde duramamaktadır. Yarattığı sinerji herkesi sarıp sarmalamıştır. İnanın bu satırları yazarken tüylerim diken diken
oluyor. Sanki yanındaymışım gibi o günleri içimde duyuyor,
yaşıyorum. Benim bilip tanıdığım Oktay’ın resmidir bu. Yıllar
sonra, Konya Kültür Merkezi’nde yaşadığımız sorunlarla boğuşan Oktay’ın resmi… Deli fişek gibi girdiği mücadelede hedefe kilitlenen bir jet uçağının pilotuydu o.
1991 yılı genel seçimlerinde, seçimin ertesi günündeyiz.
Sabah 7.00 de TV’lerde, 2. sırada olan Oktay’ın Yıldırım Aktuna’yla birlikte milletvekili seçildiği anons edilir! Oktay ve
arkadaşları zaferlerini kutlamaya başlarlar.
30
Hasan Eskil
Şimdi siyasette çok yakın arkadaşı olan Yücel Çıkrıkçı’yı dinleyelim:
“……. Oktay Özaydın’ı 1991 yılı Genel Seçimlerinde DYP’nin
İstanbul 1.Bölge 2. sıra milletvekili adaylığına taşımıştır. Yine
bu seçimlerde olağanüstü çalışılmış ve seçimin ertesi günü sabah 7.00 de milletvekilliğine seçildiği TV’lerde anons edilmişti. Yalnız bu arada İlçe Seçim Kurulundaki oy sayımları da
devam etmekteydi. Sonradan aldığımız duyumlara göre seçim kurulunda yaşanan bazı olumsuzluklardan sonra diğer
partinin adayının Milletvekili seçildiği açıklanmıştı.”
Seçim 290 oyla kaybedilmişti!
Oktay’ın ve ekibinin zafer kutlamaları yerini derin bir üzüntüye bırakır. “Tabii ki bu olay ilçemizde çok büyük bir moral
yıkıntısı olmuştur.” Bu sözler de Yücel Çıkrıkçı’ya aittir.
Semiha’ya o günü sordum. “Üzüldü ama bunu fazla uzatmadı” dedi. Semiha’yı Fenerbahçe’ye yürüyüşe götürmüş.
“Biraz hava aldık, her şeyi geride bıraktı.” Sabah hiçbir şey
olmamış gibi muayenehanesini açtı, işe başladı.
Kolej’den bir arkadaşını, Salim Koçak’ı dinleyelim: “Onu iyi
hatırlıyorum… Sıralamada epeyce yukarılardaydı. Seçilme
şansı çok yüksekti. Ancak kaybetmişti. Ama hatırladığım kadarıyla sadece 300-350 oy gibi çok küçük bir farkla kaybetmişti. İnsanı en çok da bu üzerdi.
Ankara’dan telefon açtım. Ben de bekliyorum ki karşımda çok
üzgün bir Oktay Ağabey bulacağım. Öyle ya; kim olsa hem
kaybettiğine üzülürdü, hem de bu kadar az farkla kaybettiğine.
“Oktay Ağabeyciğim, geçmiş olsun. Nasıl oldu bu yahu?” dedim.
Söylediklerini kelimesi kelimesine hatırlamam mümkün değil
ama bakıyorum, pek de oralı değil. Hatta oldukça rahat. Sadece bazı nedenler sıraladıktan sonra; “Boş ver yahu, Salim’ciğim!” dedi. “Canımız sağ olsun.”
Sanıyorum, Tanrıya inancı çok güçlüydü ve bu tevekkülün
arka plânında o vardı.”
31
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Evet, eşinin ve Kolej yıllarından bir arkadaşının söyledikleri
bunlar. Belki konuya duygusal yaklaşıyoruz ama bu seçimlerde siyasi tercih Oktay’dan yana kullanılmalı ve Oktay birinci sıraya konulmalıydı. Tabii o yıllarda Genel Başkan olan
Sayın Demirel’in bu tercihinin sebebini bilemiyoruz. Hüsamettin Cindoruk Bey’in kitabımızda okuyacağınız Oktay’la ilgili yazısından, Sayın Demirel’in Oktay’ın ikinci sıradan milletvekili seçileceğine inandığını anlıyoruz.
27 Mart 1994 yerel seçimlerinde yaşadıkları ise Oktay için tam
bir hüsrandır. DYP Kadıköy Belediye Başkanlığına aday gösterilen Oktay, arkadaşlarıyla son derece başarılı bir seçim hazırlığı yürütür. Kamuoyundan olumlu tepkiler alınır; Oktay
seçimleri kazanacak gibi gözükmektedir. Seçime on beş gün
kala Parti Genel Başkanı Tansu Çiller, Oktay’ın yerine Barış
Manço’yu aday gösterir ve Kadıköy ilçe yönetimini görevden
alır. Barış Manço birkaç gün sonra kamuoyuna adaylıktan çekildiğini açıklar. Seçime bir hafta kalmıştır… Böylece DYP kazanacağı zaferi elinin tersiyle iter ve elindeki Kadıköy Belediye Başkanlığını Cumhuriyet Halk Partisi’ne ikram eder.
Oktay bu kez tam olarak hüsrana uğramıştır!
Bundan sonrasında Tansu Çiller’in DYP’deki yönetim tarzına
kızan Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk’a Demokratik Türkiye Partisini kurdurur ve Oktay da bu partiye geçer.
DTP’nin 1999 yılında yapılan yerel seçimlerde hezimete uğraması, bu partinin de Oktay’ın da siyasi hayatının sonu olur ve
kardeşimizin onca emeği boşa gider.
Ne acı değil mi?
Siyasi hayatında hak etmediği yenilgilere maruz bırakılan Oktay artık kendini dernekçiliğe verecek; bu alanda Ülke ve Konyalılar için önemli hizmetler üretecektir.
Evet, sıra Oktay’ın dernekçilik öyküsüne geldi.
Önderliğini Kudret Fikirli’nin yaptığı bir grup 1993 yılında İstanbul’da yeni bir dernek kurmanın arayışına girer. Oktay o
yıllarda DYP Kadıköy İlçe başkanıdır ve 1994 Mart’ında yapılacak yerel seçim hazırlıklarıyla meşguldür. Bu yüzden de
dernekçiliğe ayıracak zamanı yoktur.
32
Hasan Eskil
1993’te Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışna
Derneği Başkanı olan Nebi Zenginli’ye kulak verelim: “Bu dönemde derneğin güçlenmesi için yoğun bir çalışma yürüttük.
Yeni bir yapılanmaya gidilmesini, derneğin dışında kalan
önemli isimlerin derneğe ve yönetime katılmasını planladık.
Ancak Güneş Otelde yapılan genel kurulda, talihsizlikler yaşandı. O kongrede Oktay Ağabey yoktu. Genel Kurul vasıtası
ile birleşme planı gerçekleştirilemedi.”
Bu genel kurulun yapıldığı tarih 06.03.1993’tür ve daha önce
de değindiğimiz gibi, Oktay bir yıl sonra yapılacak Kadıköy
Belediye Başkanlığı seçimleriyle meşguldür. Herhalde Nebi
Zenginli’nin yukarıdaki paragrafta yer alan, “O kongrede Oktay Ağabey yoktu” sözleri dikkatlerinizden kaçmamıştır. Zenginli’ye göre, Oktay o kongreye katılmış olsaydı, sonuç hüsran olmayacaktı.
Nebi Zenginli’nin sözünü ettiği, Konya İli ve İlçeleri Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin 06.03.1993 tarihinde
yapılan başarısız genel kurulundan sonra Kudret Fikirli ve arkadaşları Bayram Camcı’nın başkanlığında yeni bir dernek
kurmak için kolları sıvarlar. Yukarıda da değindiğimiz gibi,
Oktay başka bir kulvarda koştuğu için onların arasında yoktur.
1994 yılına geldiğimizde, 27 Mart 1994’te yapılan yerel seçimlerde Kadıköy Belediye Başkanlığı için girdiği yarışı haksız bir
biçimde kaybeden Oktay, kapısını çalan Kudret Fikirli’yle arkadaşlarına yeşil ışık yakacaktır
1994 Kasım’ında kuruluş çalışmaları tamamlanan Konyalılar
Derneğinin 71 Kişilik kurucu üye listesinde Oktay 2. sırada
yerini alır; Rüştü Özal Başkanlığındaki ilk yönetim kurulunda
da üç başkan yardımcılığı görevinden birini üstlenir. Diğer iki
kişi Bayram Camcı ve Kâmil Aksoy’dur.
Rüştü Özal’ın başkanlığı altı ay sürer, rahatsızlığı nedeniyle
başkanlığı bırakan Rüştü Bey’in yerine 28.05.1995 günü yapılan genel kurulda Bayram Camcı başkanlığa seçilir.
Yeni derneğin ilk işi, İstanbul’daki Konyalıları iki dernek arasında bölünmekten kurtarmak amacıyla, Konya İli ve İlçeleri
33
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğiyle birleşme çalışmalarını başlatmak olur.
Oktay, derneğin bu ilk önemli icraatında ön plandadır: Birleşme görüşmelerini yürütecek komiteye seçilmiştir.
Nebi Zenginli’yi bir kez daha dinleyelim. “Oktay Ağabey
Konyalılar Birliği Derneği adına hareket eden ekibin başındaydı ve siyasette deneyimli, müzakere yapmakta usta, iyi yetişmiş, çalışkan ve ileriyi gören lider vasıflı bir kişiydi. Müzakereleri kendi inisiyatifine almayı başardı ve iki derneğin
Konyalılar Birliği Derneğinde birleşmesini sağladı. Bu başarı
Oktay Ağabey’in liderliğinde sağlanmıştır.”
Yıl 1996’dır ve Oktay dernekçilikte neler yapabileceğinin ilk
işaretini vermiştir.
2000 yılında yapılan genel kurulda ise başkanlığa aday olmayan Bayram Camcı, başkan olarak Oktay’ı işaret edecek; o genel kurulda başkanlığa seçilen Oktay; 2007 yılına kadar bu görevde kalacaktır.
Başkan seçilir seçilmez, birleştirici özelliğini hemen gösterecek ve derneğin üyelerine aşağıda özetini sunduğumuz mektubu gönderecektir.
“… Derneğimizin olağanüstü genel kurulu 23.04.2000 tarihinde
gerçekleştirildi. Kongremize katılan üyelerimizin oylarıyla önümüzdeki bir yıl için göreve geldik. Sizleri mahcup etmeyecek bir gayretle,
sizlerin de desteğiyle çalışmak istiyoruz.
… Her kurumda yeni gelen yönetimler evvelki dönemlerden daha
çok çalışmak ve çıtayı daha yükseltmek mecburiyetindedir. Biz, hepimiz bu inançla görev aldık ve başarmak istiyoruz. Başarının ise
ancak bir ekip çalışmasıyla geleceğine inanıyoruz. Bu amaçla siz değerli üyelerimizin her konuda desteğine ihtiyacımız var. Değerli fikirlerinizi, önerilerinizi her zaman bizlere ulaştırabilirsiniz. Şundan
emin olun ki hepsi değerlendirilecektir.
… Lütfen bizleri izleyiniz ve denetleyiniz. Bu duygular içinde hepinize aşağıda tanıttığım kurallarımızla birlikte hizmet edeceğimizi
belirtir, saygılar sunarız.”
Başkan Oktay Özaydın
34
Hasan Eskil
Başkan Oktay Özaydın ve ekibi bir yıl sonraki genel kurulda
da göreve gelecek ve Oktay Özaydın Başkan olarak o genel
kuruldan sonra da bir mektup yayımlayacaktır:
“… Derneğimizin 4. kongresi 29.04.2001 tarihinde yapıldı. Siz değerli üyelerimizin oylarıyla iki yıllık bir süreyle tekrar göreve seçildik.
… Daha iyi işler yapmak Konya’mıza ve Konyalıya daha çok hizmet
etmek, sizlerin derneğimize ilgi göstermesine, bizlerin de daha fazla
gayret göstermesine bağlıdır.
… İlgi ve gayreti tabana yayabildiğimiz oranda başarı kendiliğinden
gelecektir. Sizlerin bu ilgi ve desteği bizden esirgemeyeceğinizi umut
ediyoruz. Bu duygularla tekrar şevkle başarı için göreve başladık.
Yapacağımız hizmetlerin Konya’mıza hayırlı olmasını diler saygılarımızı sunarız.”
Başkan Oktay Özaydın
Genel Sekreter Kudret Fikirli
Başkanlığa seçildiği 1. ve 2. genel kuruldan sonra üyelere yazdığı iki mektuptan alıntılarla yaptığımız yukarıdaki özetten
de görüleceği üzere Oktay; hemşerilerine hizmet aşkıyla yanıp tutuşmakta ve başarıya giden yolda dernek üyelerinin
desteğini arkasına almaya çalışmaktadır.
Siyasetçi Oktay’la dernekçi Oktay aynı insandır… Hedefleri
olan, çalışkan, dürüst, işbirliğine açık bir lider. Dernekçilikte
onu çelmeleyecek kimse yoktur. Dilediği hızla koşacak ve ipi
göğüsleyen şampiyon bir atlet gibi başarılı olacaktır.
Dernekçilikte en fazla yoğunlaştığı hizmetlere bir göz atalım:
1) FAKİR ÖĞRENCİLERE YARDIM İÇİN ÇIRPINMASI…
Konyalılar Derneği 1997’de, Konya ve ilçelerinden üniversite
öğrenimi için İstanbul’a gelen fakir öğrencilere burs verilmesi
çalışmasını 56 öğrenciyle başlatmış, ancak bunu genişletememişti. Başkanlığı döneminde Oktay, burs imkânının genişletilmesi için âdeta çırpınmıştır. İlçe dernekleri de kendi yörelerinden gelen çocuklara burs verdiklerinden, burs temininde
zorluk çekilmiş, çoğu kez Oktay’la yönetim kurulu üyeleri
kendi ceplerinden ve aile fertleriyle yakın çevrelerinden sağ-
35
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ladıkları kaynaklarla burs fonunu güçlendirmeye çalışmışlardır. Dernek kurulduğunda 56 kişi için sağlanan burs olanağı,
Oktay’ın döneminde 150 - 160 kişiye ulaşmış; burs dışında giyim ve ev eşyası konusunda da Oktay öğrencilere destek olmuştur.
2) HEMŞERİLERLE BİRLİKTE OLMA ARZUSU…
Oktay da bu arzu en üst noktadadır. İstanbul’da yaşayan Konyalılar arasındaki bağları sıkılaştırmak ve hemşeri birlikteliklerini mümkün olduğu kadar geniş bir çevreye yaymak...
Onun yönetiminde bu amaçla iftar yemekleri düzenlenmiş,
yemekli konferanslar tertip edilmiş, gezilere gidilmiş, Oktay
bizzat kendisi köy derneklerinin en ücra köşelerdeki toplantılarına katılmış; hemşerileriyle beraber olmaktan büyük mutluluk duymuştur.
3) KONYA’YI ve KONYA KÜLTÜRÜNÜ TANITMA ÇABASI…
Konya’nın sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yönden tanıtılması Oktay’ın önem verdiği konulardan birisiydi. Bunun için
de, Konya Ticaret ve Sanayi Odası başkanlarını konferans vermek üzere davet etmiştik. Daha sonraları Konya’da büyük sanayi atılımlarına imza atan PANKO BİRLİK ve KONYA ŞEKER’in Yönetim Kurulu Başkanı Recep Konuk da davetli konuşmacılar arasına katılmıştı. Konya düğün yemeğini İstanbul’a taşımış, yemeğe gelenler için analarımızın, ninelerimizin
çeyizlerinden örnekler sergilemiştik.
4) KONYASPOR SEVDASI…
Oktay, her fırsatta Konyaspor’a yardımcı olmaya çalışmıştır.
Futbolcu transferi için kaynaklar bulmuş, onun yönetiminde
Konyaspor’un başarısı Boğaz’da tekne turu düzenlenerek
kutlanmıştır.
5) KONYALILARI ÇAĞDAŞ BİR MEKÂNA KAVUŞTURMA TUTKUSU…
Oktay Dernek başkanlığı sırasında Konyalıların bir araya gelebilecekleri çağdaş bir mekâna kavuşması hayaliyle yaşamış
ve bu hayalini vefatından önce gerçeğe dönüştürmüştür. 2003
36
Hasan Eskil
yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden üst kullanım
hakkının 30 yıllığına kiralandığı Yeşilköy’de yaklaşık 800
M2’lik bir arsanın üzerine kapalı kullanım alanı 3600 M2 olan
bir kültür merkezi inşa ettirmiş ve İstanbul’daki hemşerilerine
muhteşem bir eser miras bırakmıştır.
Kültür Merkezi’nin temeli 31 Mart 2003’te atılmış, Oktay bu
arada kurulan İstanbul Konyalılar Vakfı’nın başkanlığına geçmiş, Dernek başkanlığına da yeni oluşturulan yönetim kurulu
22.04.2007’de beni seçmiştir. Birimiz Derneğin, diğerimiz de
Vakfın başkanı olunca her iki kuruluşun yönetim kurulları
birlikte toplanmış ve çalışmalarını uyum içinde yürütmüştür.
Yönetim kurullarının birlikte toplanması teklifi Oktay’dan
gelmiş, inşaat ilerledikçe yaşanan zorluklara birlikte çözüm
aranmış; kardeşimizin bu teklifinde ne kadar haklı olduğu
olaylar yaşandıkça görülmüştür.
Kültür Merkezinin öyküsüne yakından bakarsak; 2007’de
Konya Kültür Merkezi’nin temeli atılırken Oktay çok heyecanlıdır. Çünkü bu arsayı temin edebilmek için Büyükşehir
Belediye Başkanlığı yetkililerinin kapılarının önünde neredeyse 24 saat nöbet tutmuştur.
Konya Kültür Merkezi binası beş yılda tamamlanarak 2012’de
işletmeye açılmıştır ama bu hiç de kolay olmamıştır. 2003 yılından başlayarak 2012 yılına kadar Oktay’ın yaşadıklarının
bire bir tanığıyım. Mimari projelerin hazırlanması sırasında
yaşanan fikir ayrılıklarının yarattığı gerginliği yatıştırmak ve
inşaat başladıktan sonra yaşanan imar sorunlarıyla finansman
zorluklarını aşmak için verdiği mücadele her babayiğidin
harcı değildir. Oktay bu konularda sinir yıpratan, insanüstü
bir mücadele vermiştir.
Semiha’ya sordum, o yorgun ve sinirleri alt üst eden toplantıların akşamında evde nasıldı diye. Cevap öyle böyle değil. Çoğumuz öyle bir akşam olanları az da olsa kıyısından kenarından didikleriz. Belki pek çoğumuz da eşimizle her şeyi paylaşırız. Bakın Semiha ne diyor: “Bazı akşamlar eve çok sinirli gelirdi. Konuşmazdı. Kolunu ovalardı. ‘Ne oldu’ diye sorardım.
‘Yok, bir şey, olur bunlar’ derdi.
Çünkü kimseyi üzmek istemez, sorunlarını sabırla kendisi
halletmeye çalışırdı.
Bir şeyi açıklıkla ortaya koyalım: Fikir tartışmaları geçtikten
sonra, kızgınlıklar kısa sürede unutulur, bu tartışmalar Konya
37
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Kültür Merkezi inşaatı için birlikte yola çıkan ekibin ilişkilerini zedelemezdi. Oktay ertesi gün herkesi arardı. İnsanlar
günlük hayata dünün etkilerinden arınmış olarak başlardı.
Gerçek hoşgörü sahibi bir insandı.
Konya Kültür Merkezi’nin temelinin atılmasından işletmeye
alınmasına kadar geçen inşaat evresini, inşaat sırasında yaşanan sıkıntılarla Oktay’ın çözüm peşinde koşuşturmalarının
öykülerini ve binanın tanıtımını yukarıda sözünü ettiğim
“KONYALILAR DERNEĞİ, 1994’TEN BUGÜNE” isimli kitabımızda bulabilirsiniz. Bu kitabımızda ise, Oktay’ın çocukluğundan başlayıp vefatına kadar geçen yaşam süreci ile bu
arada Konya Kültür Merkezi’nin inşaat evresini ve varılan sonucu görselliğe taşıyan fotoğrafları kitabımızın ekinde bulacaksınız. O fotoğraflarda Oktay’ın eseri olan muhteşem bir
kültür merkezinin cazibesine kapılacak ve eminim hayran
olacaksınız.
Kültür Merkezi işletmeye açıldıktan sonra Oktay’ın bir gazeteye verdiği röportajdan bir kesiti aşağıda sunuyoruz:
“… Bundan sonra sosyal ve kültürel aktivitelere çok daha fazla ağırlık vereceğiz. Burası herkese açık bir kültür merkezi. Sadece Konyalılar değil, tüm Bakırköylüler buradaki tüm etkinliklere katılabilirler.
Buradaki sergilerimizi ziyaret etsinler. Burada yapmak istedikleri etkinlikler için bizimle temas kursunlar. Burası yalnız Konyalıların
değil, Yeşilköy ve tüm Bakırköylülerin hizmetinde kamuya açık bir
yer.”
Kalbi herkesin sığabileceği bir sevgi yuvasıydı ve özel hayatı
dışında her şeyi, herkesle paylaştı; hiçbir başarıyı kendine mal
etmedi.
Başarısı ve kişiliği sözcüklere, sözcükler de sayfalara sığmaz.
En iyisi ben sizi ailesi, kardeşleri ve akrabaları ile dostlarının
yazdığı anılarla, onların sevgili kardeşimize bakış açılarıyla
baş başa bırakayım.
Bilinsin diye söylüyorum; gelen yazıları sadece imla hataları
yönünden gözden geçirdim; onun dışında kelimesine bile dokunmadım.
38
Hasan Eskil
OKTAY’IN AİLESİ
EŞİ SEMİHA
“Merhaba, ben Semiha Nalçacı Özaydın. Konyalıyım. 19631969 yıllarında Konya Belediye Başkanı olan Merhum Ahmet
Hilmi Nalçacı’nın kızıyım. Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldum.
1972 yılında bir ahbabımız tarafından Oktay ile tanıştırıldım.
Tesadüf eseri kız kardeşi Gülay Gazi İlkokulu’ndan sınıf arkadaşımdı. Nişan törenimiz 2 Aralık 1972’de Meram TavusBaba’daki Belediye Lokali’nde oldu. Bütün kolejli arkadaşlarının katılımıyla çok neşeli ve güzel geçti. 10 Temmuz 1973’te
Fenerbahçe Kulübü’nün tesislerinde çok güzel bir düğün yaptık. Oraya da kolejli arkadaşları, hatta müdürleri Behzat Bey
katılmışlardı.
İlk evimiz Moda Ağabey Sokak’taydı. Sonra hep Moda’nın çeşitli sokaklarında oturduk. Balayımızda Ayvalık Murat Reis’e
gittik. Hatta ertesi sene önce Kuşadası’na sonra balayımızı geçirdiğimiz Ayvalık Murat Reis’e gittik. Fakat ertesi gün sabah
erken saatlerde otelde bir koşuşturmaca görünce ne oluyor
anlamadık. Kahvaltıya indiğimizde in-cin top oynuyordu.
Meğer Türk ordusu Kıbrıs’a çıkarma yapmış. Herkes otelden
ayrılmış. Uçak biletimiz iptal oldu. Biz de yola çıkıp geçen otobüslerde yer aramaya başladık. Bir şoförü yalvar yakar bizi
almaya ikna ettik. Yol boyu tanklar, askerler derken nostalji
seyahatimiz kâbusa döndü.
39
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
1976’da oğlumuz Ahmet Cem, 1978’de kızımız Nazlı ve
1990’da tekne kazıntısı Merve’miz dünyaya geldi. Çocuklarına ve bana hep sevecen, fedakâr, her konuda yardımcı bir eş
ve baba oldu.
Sosyal faaliyetleri çok severdi. Önce Beyazıt Lions, sonra
Doğru Yol Partisi’nde, sonra Demokratik Türkiye Partisi’nde
çok faal çalıştı. DYP’de Kadıköy İlçe Başkanlığı yaptı ve milletvekili adayı oldu.
Bazen ben, “çok yoruluyorsun” diye kızardım. Bana, “ Ben ot
gibi yaşamıyorum, bunlar benim zevkim” derdi. Ayrıca
Konya Maarif Kolejliler Derneği’nin İstanbul kurucusuydu.
2000-2007 yılları arasında Konyalılar Derneği’nin; son olarak
da, 2007’den itibaren, kurucuları arasında yer aldığı İstanbul
Konyalılar Vakfı’nın başkanlığını yaptı. Vakıf’taki görevi sırasında Konya Kültür Merkezi’nin binası için gecesini gündüzüne katarak çalıştı.
Binanın her aşamasında, hele açılışa doğru sabah 06.00’da kalkar; Kadıköy’den Yeşilköy’e inşaatın başına gider, teftiş eder,
09.30’da hastalarının randevusuna yetişirdi. Hiçbir zaman
“Çok yoruldum” demedi. Hep canı gönülden, severek çalıştı.
Evlatlarına çok düşkündü. Nazlı’nın düğününde gözyaşlarına boğulmuştu. Cem’in düğününde yine mutluluk gözyaşları dökmüştü. Merve’ye “Seni kimselere vermem, ona göre!”
diye takılırdı.
Benim doğum günümde Nazlı’nın bebek müjdesini aldık. Havalara uçtu sevinçten. Çocukları çok severdi. Hep özlemle torununu kucağına alacağı günü bekledi ve Ege doğduğunda
çok sevindi. İki aylık bir dedeliği oldu. Ardından 2014 yılbaşında Cem’in oğlunun müjdesini aldık, sevincine diyecek
yoktu. Doruk Oktay’ı göremedi ama haberini aldı en azından.
Her zaman fedakâr, sevecen bir baba oldu, biz de onu bu yüzden çok sevdik.
Arkadaşlarına da çok düşkündü. Çarşamba günleri çalışmaz,
bir gününü onlara ayırırdı. Kadıköy’deki iş merkezinin teras
katında arkadaşlarıyla buluşur, onlarla sabahtan akşama ka40
Hasan Eskil
dar söyleşir, tavla oynardı. Mütedeyyindi. Beş vakit namaz kılar, ağzına içki koymazdı. Bu özelliği arkadaş toplantılarına
katılmasına engel oluşturmaz; onların şakalaşmalarına, şamatasına her ortamda gönülden iştirak ederdi.
Koyu Beşiktaşlıydı. Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği Lokali’nin
açılışını o hazırlamıştı. Bu Lokalde de Beşiktaşlı arkadaşlarıyla toplanırdı. Beşiktaş Kulübünün genel kurullarına mutlaka katılır ve inandığı yönde görüşlerini dile getirirdi.
Sadece Kolejli arkadaşları değil, Konyalılar Derneği’nden ve
İstanbul Konyalılar Vakfı’ndan arkadaşları, Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği üyeleri, Konya ilçe derneklerinde çalışanlar ve
siyaset yaptığı yıllarda birlikte mücadele ettiği partili dostları
onunla birlikte olmaya can atardı. Bu yüzden de çoğu zaman
akşamları babamızı göremezdik.
Sadece bizler değil herkes onu çok sevdi. Allah gani gani rahmet eylesin.”
KÜÇÜK KIZI MERVE
“Ben Merve Özaydın, Özaydın ailesinin nam-ı diğer tekne kazıntısı, ailenin 12 yıl sonra gelmiş küçük kızıyım. Evet, her kız
babasının prensesidir ve evet her kız babasını kahraman olarak görür. Ama ben 24 yıl boyunca her gün "Sen hiç kimseyle
evlenmeyeceksin değil mi?" sözleriyle büyütülmüş, babasının
masasında sadece kendi fotoğrafı olmasının ayrıcalığıyla yetişmiş bir kızdım. Evet, ben gerçek anlamda babamın prensesiydim.
Okulda herkes hocanın "İdolünüz kim?" sorusuna ünlü insanları örnek verirken, ben gururla "Babam!" cevabı veren bir kızdım.
Girdiği her ortamda kısa sürede sesini duyuran, saygınlık kazanan, herkesi peşinden sürükleyen bir insandı benim babam.
Tatilde plajda insanlar güneşlenirken eline torbaları alıp çocuklara sahilde en çok çöpü toplama oyunu oynatan, sokağında olan imar haksızlıklarına imza toplayan bir aktivistti
benim babam. Belki de bu yüzdendir ki daha ilkokuldayken
41
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
girdiğim mülakatta "otobüse bindiğinde koltukların artık kaldırıldığını gördün, ne yaparsın? " sorusuna, "Eylem yaparım!"
cevabını hiç düşünmeden verecek kadar babamın kızıyım.
Sokakta yürürken herkesin selam verdiği, hayatım boyunca
birçok ortamda soyadımı duyan insanların babamı ne kadar
sevip saydıklarını belirttiği bir insandı benim babam. Girdiği
her topluluğun başkanı, lideri olmuş bir insandı. Liderliğin
torpille değil çok çalışmayla, işini özveriyle yapmayla kazanılacağını; her boş anın, gönül verdiğin işlere adanarak geçirileceğini göstermişti bize. Belki de bu yüzdendir ki hayatı, yaptığı işin en iyisi olmak için, gece gündüz çalışmayla ve hak etmeden hiçbir başarının gelmeyeceğine inanarak geçmiş bir
babanın kızıyım.
Her sabah çocukları için onlardan erken kalkan, kahvaltı ettirmeden evden çıkartmayan bir insandı benim babam. Kaç kere
beni arabayla almak için uykusuz geceler geçirmiş, kaç kere
ben mutlu olayım diye kendi tatilinden fedakârlık yapıp, beni
istediğim yere göndermiş bir babanın kızıyım ben. Sevildiğini
her gün hissetmiş şanslı çocuklardanım. Annesini görmeden
bir gün bile geçirmemiş, çocukları gelmeden sofraya oturmamış bir babanın kızıyım ben. Bu yüzden hayatı boyunca ailesine ayırdığı vakitten bir gün bile söylenmemiş, ailenin en büyük zenginlik olduğunu bilen bir kızım.
Değerlerine, geçmişine sonuna kadar bağlı bir insandı benim
babam. Konya aşkı ona bir dernek kurdurmuş, lise aşkı ona
bir vakıf kurdurmuş, Beşiktaş aşkı bir dernek daha açtırmış
bir insandı benim babam. Hayatının ona bir şeyler katmış her
parçasına, gönül borcunu kat be kat ödemiş bir insandı benim
babam.
Sevdiklerine bir artı katmak için elinden gelen her şeyi yaptığını görmek, özüne, zevklerine sonuna kadar sahip çıkmayı
öğretti bana. Bu yüzdendir ki değerlerine aşkla bağlı olmayı
babasından öğrenmiş bir kızım.
Haksızlıkların en büyük savaşçısıydı benim babam. Çocukluğum, her sene okul kaydımı yenilerken sayfalarca yapılmış
hesaplarla, okulun bizden haksız yere para aldığını kanıtlayıp
çıkarılmış kavgalardan sonra, "Acaba beni okuldan atacaklar
42
Hasan Eskil
mı?" korkusuyla… Babamın sokağa çöp atan adamın çöp torbasını alıp adamın arabasının camından içeri boşaltması sonucu, "Acaba bir gün başına bir şey gelecek mi?" korkusuyla
geçti. Bu yüzdendir ki hakkını sonuna kadar aramak için gerekirse eylem yapmayı babasından öğrenmiş bir kızım.
İyi ki senin kızınım, ne mutlu bana ki idolünü çok yakında
bulmuş, hayatı boyunca hep babasının kızı olmayı hedeflemiş
biriyim.
Belki artık pazar kahvaltılarımız, hafta içi Fehmi'de öğlen yemeklerimiz, hızlı hızlı yürüyüşlerimiz yok… Ama her hareketimde her cümlemde yine de sen varsın. Senin prensesin olduğum için teşekkürler, dünyanın en iyi babası olduğun için
sonsuz teşekkürler.”
MERVE’NİN BLOG’UNDAN ALINANLAR
Neden kimse “büyümek istiyor muyuz?” diye sormadı?
15 Haziran 2014 Pazar
"Babasının Kızı"
10 yaşında özel okullardan birine kabul edilmek için mülakata
girmiştim. Tek bir soru sorulmuştu.
Çok basit bir soru: "Bir gün otobüse biniyorsun, artık otobüslerde koltukların kaldırıldığını ve herkesin ayakta yolculuk
yapmak zorunda olduğunu öğreniyorsun. Ne yaparsın?"
Önüme sunulan şıklar: "Otobüsten inerim/Ayakta yolculuk
ederim vs. vs."
Benim verdiğim cevap: "Arkadaşlarımı toplayıp eylem yaparım."
Çıkışta babama onlara verdiğim "çok normal" cevabı anlattığımda aldığım tepki: “Yaşa be! Babasının kızı!”
Hayatımda ilk babama benzetildiğim gün işte o gün. Bu yüzden en mutlu olduğum anlardan biri, o gün.
Herkes babasını sever, azı ona hayrandır. Benim babam benim idolümdü.
43
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Ondan bana kalan her şeye... Bende Ona benzeyen her şeye
sıkı sıkı sarılacağım.
O gün de babasının kızıydım, bugün de yarın da babasının
kızı olacağım.
Her “babasının kızı” olduğumda en mutlu insan olmak için...
Merve Özaydın
Gerçek Şanslı Kim?
Bütün hayatım; kurduğum alarmdan 1-2 dakika önce uyandırıldığımda söylenerek geçti. Sırf ben demleme çay seviyorum
diye demlenmiş çaya, sırf ben aynı marka ekmeğe aynı marka
peynirden yapılmış tost seviyorum diye özenle hazırlanmış
tosta söylenerek geçti. Siz hiç sabahın köründe işe gitseniz bile
kapıda elinize bir tost tutuşturularak uğurlandınız mı?
Bütün hayatım gecelere kadar proje yaptığım için söylenerek
geçti; gecenin o saatinde beni kapıda bekleyen arabaya binince, siz hiç saat kaç olursa olsun eve yalnız dönmeyin diye
arabayla kapıda, dolmuştan inince sokakta beklendiniz mi?
Bütün hayatım gece eve geç kalmamamı söyleyen telefonlara
söylenerek geçti. Siz hiç gece kaçta gelirseniz gelin camda beklendiniz mi?
Siz hiç üç kardeş olsanız bile sadece sizin fotoğrafınızın babanızın çalışma masasına konmasının ayrıcalığını yaşadınız mı?
“Diğerleri kıskanmıyor mu?” diyenlere “Onun yeri ayrı” cevabı verildi mi sizin için?
Siz hiç yalnızken canınız sıkılıyor diye salonda ders çalıştınız
mı? Gürültü olmasın diye televizyonu sessiz izledi mi babanız, sizin her canınız istediğinde?
Size hiç doğduğunuzdan beri "Ben evlenmeyeceğim ve babamı bırakmayacağım." diye söz verdirildi mi?
Ben bu soruların hepsine “evet” diyecek kadar şanslı olduğumu düşünürdüm. Bir gün en büyük şanssızlığımın, bütün
sorulara “artık hayır” diyeceğim olduğunu, kim bilebilirdi
ki? Artık sabah bütün dakikalar, gece bütün anlar benim. Hayalini kurduğum özgürlüğün aslında en büyük boşluk, yeri
doldurulamaz bir boşluk olduğunu anladığım gün, en şanssız
44
Hasan Eskil
hissettiğim gün işte. Sahip olduğum her şeyin değerinin, aslında o kişiyle beraberken yaşadıklarımın yanında bir dakika
bile etmediğini gördüğüm an, kendimi en şanssız hissettiğim
an, işte o an’dır.
Merve ÖZAYDIN
7 Temmuz 2014 Pazartesi
Baba bak ben mezun oldum…
En mutlu olman gereken günde aslında en mutsuz kişi olabilirmişsin. Kalabalıklar içinde çok eksik hissedebilirmişsin.
Onu gururlandıracak bir şeyi daha başarmanın mutluluğu,
onun yüzünde o gururu göremeyecek olmanın mutsuzluğu
olabilirmiş birden. En yalnız olduğun anda değil, bir anı en
çok insanla paylaştığında en çok özlermişsin onu. Kep töreninde başını çevirip tribüne baktığında en çok senin için alkış
tutulsa da en yalnız senmişsin gibi hissedebilirmişsin. Tek bir
çift gözü bütün salonda ararmış gözlerin. “Bunu da paylaşsak,
birlikte kutlasak ne olurdu ki?” dermişsin.
Baba, bak ben mezun oldum! Yine başardım. Sensiz hayatta
başaramazdım. Asıl bundan sonra sensiz başarabilir miyim?
Ya bu sefer başaramazsam kime sığınabilirim?
22 Temmuz 2014 Salı
Geçmiş mi? Gelecek mi?
Geçmiş mi gelecek mi diye bir yol ayrımı var. İlerleyebilmen
için doğru tarafı seçmen gerek. Hem geçmişe bu kadar sarılıp,
hem geleceğe bakmak mümkün değil sanki. Geçmiş aslında
sadece soru işaretlerinden ibaret.
Geçmişini bir daha yaşama şansın olsaydı gerçekten bu şekilde mi yaşardın? Geçmiş neden böyle bir şansın olmadığı
halde bu soruları beraberinde getiriyor ki? Her gün için tek bir
şansın var aslında, ne zamandan beri tek bir şansı bu kadar
riske atıyorsun? Aklın hala geçmişe U dönüşü yapmak istiyorsa, gelecekte ileride kaza yapmamak mümkün değil sanki.
Peki, bir insan geçmişiyle ne noktada barışıyor? Geçmişi bir
kenara bıraksa bile bazı şeylerin geleceğinin hiç olmayacağını
45
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
nasıl kaldırabiliyor? Bir insan babasına ne noktada ihtiyaç
duymayı bırakıyor mesela? Mezun olunca, evlenince,
anne/baba olunca artık geçmişe bir daha dönememeyi kabulleniyor mu?
İkinci bir şansın olmadığını neden ancak ilk şansın da elinden
gidince anlayabiliyorsun?
About Time isimli bir film izledim dün.
“How long will I love you?”/Jon Boden - en sevdiğim yanıydı
filmin.
"How long will I need you? As long as the seasons need to
follow their plan."
Dinleyince cevap bulabildiğim tek şey, yıldızlar gökyüzünde
olduğu sürece senin kızın olmaya ve sana ihtiyaç duymaya
devam edeceğim galiba.
18 Ağustos 2014 Pazartesi
Biri Gider Biri Gelirmiş
17 Aralık, Acıbadem, 3. kat. (Yazarın notu: Torunu Ege’nin
doğumu. 2013.)
6 Ağustos, aynı hastane, aynı kat: (Torunu Doruk Oktay’ın doğumu. 2014. Vefatından sonra.)
1 insan eksik, 1 insan fazla.
Biri gider biri gelirmiş.
İnsan ismiyle yaşarmış. Birinin adını alınca insan, ona benzer
miymiş gerçekten?
Bir insanın dünyaya gelmesi 9 ay. Sadece 9 ay insanın hayatında ne kadar çok şey değiştirebilirmiş ki? Birileri çıkıp birileri girebilirmiş hayatına mesela. Baba bak ben "hala" oldum
mesela. Baba benim sahip olduğum tek sıfat senin "kızın" olmak değil miydi? aslında…
Birlikte en mutlu son anımız Doruk Oktay Bey'in aramıza katılacağını öğrendiğimiz gündü. Adını bile hiç bilemedi torununun. Hiç ‘tanıyamadı’ diye üzülmüş müdür acaba? Hiç
kendi adını vereceği aklından geçmiş midir? acaba…
46
Hasan Eskil
Peki, kalabalıklaşmayı beklerken eksilmeyi aklımızdan geçirmiş miydik biz?
Hoş geldin Doruk Oktay, seninle bir eksik değil, çok fazla olacağız inşallah.
Bizim ailede Oktay'ların yeri ayrıdır. Hep öyleydi, hep öyle
olacak.
20 Kasım 2014 Perşembe
"Çok acil" desem gelir mi?
Formlar her zaman sıkıcı.
Hayatına dair basit gerçekler, milyonuncu kere girilen veriler.
Üç kelimeyle seni özetleyecek sayılar, harfler.
Doğdu - Büyüdü - Öldü
Bir gün basit bir maddede durup düşünmen gerekeceği aklına
gelir mi?
Adınız: Merve Özaydın
Yaşınız:24
...
Acil Durumda Aranacak Kişi: ...
Milyon kere belki babanın adını yazıp geçmişsindir. İnsan hayatında kaç kere acil durumda kalır ki diye de söylenmişsindir. Baban her zaman ordadır ki. O ordayken neye acil denebilir ki?
Bir telefon, bir kelime: "gel." Artık korkmak için bir sebep kalmış mıdır?
Siz hiç panik olup ağladınız mı? Siz hiç panik olduğunuzda
asıl artık babanızı "Gel beni al" diye arayamayacağınızı fark
edip ağladınız mı?
Siz hiç elim uyuşuyor sanıp ağladınız mı?
Siz hiç asıl eliniz uyuşuyorken, ‘babam gerçekten elini oynatamadığı an ne hissetmiştir’ diye ağladınız mı?
Benim babam gerçekten sağ tarafını oynatamazken gözümüzün içine bakıp "Korkma, panik olmana gerek yok" der gibi
gülümsüyordu. O gün o dünyada panik olunacak hiçbir şey
47
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
yoktu. Bırak kelimeyi bir bakış bile insanı güvende hissetmeye yöneltebilirdi.
Bugün bu şartlarda bir yanılgı bile insanı panikletmek için yeterli.
Herkes senin iyiliğin için yanında olsa bile onsuz olunca yeterli mi?
Ben forma adını yazsam koşup gelmesi için yeterdi, artık yetmez mi?
30 Aralık 2014 Salı
AZ
Hayatım maalesef bir daha hiçbir zaman 2014'e girdiğim gibi
olmayacak, hayatım umarım bir daha hiç 2014 gibi olmayacak.
Takvimden bir yaprak daha eksildi ama bu yaprakla hayatımdan eksilenleri hangi takvim silebilecek? Ya benim takvimim
2014 sayfasını hiç geçemezse ne olacak? Veya eksilen yapraklar anıları da yavaş yavaş silerse geriye elimde ne kalacak?
Bu yıl meğerse her takvim yaprağının altından tek söz silinmeyecekmiş… "Hiçbir şey planladığın gibi gitmeyecek."
Hayata öğrenci olarak girersin, iş kadını olarak çıkarsın. Yıla
beraber girersin, yalnız çıkarsın. Hep olacak sanırsın, aslında
bir daha hiç olmayacağını görürsün. Hayal kurarsın, kendini
aklın hayalin dışı bir durumda bulursun. İnançla başlarsın,
tecrübe ile sonlandırırsın. Doğum günü diye gülümsersin,
ölüm günü olur, ağlarsın. Bazı gün sadece takvimdeki 18 bile
seni rahatsız eder. 24 saat çabuk geçer sanırsın, ama 19 sandığından da uzakmış anlarsın. (Yazarın notu: Oktay’ın ölümü
18 Mart.)
Sonunda anlarsın ki kutladığın belki de ne gelecek yıl ne de
yeni beklentilerdir. Kadehler aslında bitmesi beklendikçe hiç
bitmeyecek sandığın 2014'e kalkmalıdır. "Yaşasın biten 2014!"
Yaşasın sadece 5 rakamı ile seni daha iyi hissettirmeye yeten
2015!
Yaşasın "Senden hiçbir beklentim yok" yılı, 2015!
48
Hasan Eskil
Hakan Günday'ın dediği gibi, "Az dediğin küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir
alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüz binlerce cümle var." Benim için de 1 yıl az bir süre olarak başladı,
2014-2015'ten sadece 365 gün farkla başladı. Arasına bir ömür
unutulamayacak anlar sığdı.
A-Z arasında sana söylemek isteyip de yazamadığım yüzlerce
söz var babacığım. Biri başlangıç, diğeri son... Keşke senle zamanımız bu kadar az olmasaydı, keşke senle başladığımız
2014 bizim sonumuz olmasaydı.
OĞLU CEM
Babamın benimle ilgili anlattığı en eski hatırası, 21 Şubat
1976’da müthiş bir kar fırtınası sırasında Zeynep Kamil Hastanesi’nde doğumum ve Üsküdar dolmuşlarının kardan dolayı çalışmaması sebebiyle, beni görebilmek için Kadıköy’den
Haydarpaşa köprüsü üzerinden, bata çıka nasıl Zeynep Kamil
Hastanesi’ne kadar yürüdüğüdür.
Bu hikâye benim için her zaman kararları doğrultusunda
azimle giden, neşesi ve tutkusunu da bu sırada asla kaybetmeyen babamı özetler.
Konu; ister ilk aşkı olan Beşiktaş, ister Konya Maarif Koleji,
Süleyman Demirel veya ailesi olsun, hep aşk ile sevdiklerinin
iyiliği için çabalardı.
İlkokulda karşıma çıkan, “Her dişim ağrıyor” diyene, “Benim
babam diş doktoru, muayenehanesine giderseniz babam bedava bakar dişlerinize” diye ısrar ederdim. Babam da hiçbir
zaman beni kırmaz, gerçekten ücret almadan hastaları muayene ederdi. Onu kaybettiğimiz zamana kadar, her zaman, çalıştığım yerlerde pek çok tanıdığım da diş hekimi olarak onu
tercih etmişlerdir. Hastaları onun en büyük farkının, hastalarına karşı samimi ilgisi ve güvenilirliği olduğunu söylerlerdi.
Diş hekimliği dışında babamın ikinci mesleği ise siyaset idi.
Gene çocukluğumdan itibaren babamın diğer arkadaşlarımın
babalarından farklı olduğunu gururla hissederdim. Çocukken
49
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Kadıköy DYP ilçe binasındaki babamın ofisine ne zaman uğrasam, herkesin babama, “Başkanım” demesi ve benimle ilgilenmeleri beni çok gururlandırırdı. O zamanlar Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk sanki akrabalarımızmış gibi gelirdi bana. Çocukluk yıllarımda Turgut Özal da benim en büyük siyasi hasmımdı.
Evde babamın, arkadaşları ve amcamla yaptığı Özal ile ilgili
eleştirileri, ateşli tartışmaları dikkatle dinler, daha ilkokulda
bu fikirleri sınıfta arkadaşlarıma satmaya çalışırdım.
Kız kardeşim Nazlı, hazırlık sınıfındayken, İngilizce öğretmenleri ilginç bir ödev vermişti. Herkes meşhur bir kişinin fotoğrafını sınıfa getirecek ve başka bir arkadaşının getirdiği fotoğraf ile değiştirecekti. Sonra herkes bu yeni fotoğraf hakkında İngilizce bir yazı yazacaktı. Nazlı’ya ise Turgut Özal’ın
fotoğrafı düşmüştü. Nazlı babamın yardım etmesi için akşama kadar beklemişti, babam eve gelince göstermişti. Babam
ise ilk tepki olarak fotoğrafı yırtmış, yerine Demirel’in bir fotoğrafını koyarak ödevi yapmayı teklif etmişti. Tabii sonuçta
kız kardeşimin öğretmeninden çekinmesi ve Annemin ısrarları ile Özal ile ilgili yazıyı yazmak zorunda kalmışlardı.
Ben lisedeyken ise babam DYP Kadıköy milletvekili adayı olmuştu. Seçim irtibat bürosu, okuduğum Kadıköy Anadolu Lisesi’nin hemen hemen karşısında bir dükkândı. Okulumun
bulunduğu cadde seçimler boyunca babamın posterleri ile
süslenmişti. Bu gizli gizli sigaraya başladığım yıllardı. Her sigara yaktığımda karşıma babamın bir posterinin çıkmasının
yanı sıra, arkadaşlarımın babamın posterlerine bıyık çizerekkarikatürize etmeleri de çeşitli esprilere sebep olan güzel hatıralardı.
Babamla bir başka siyaset hatırası ise, DYP sonrası Hüsamettin Cindoruk ile kurdukları DTP partisi ile ilgiliydi. Babam ve
arkadaşları büyük bir inançla DTP için mücadele ederken, ben
üniversiteye başlamıştım. Siyasetle hiç ilgilenmememize rağmen, babam o yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Hüsamettin Bey ile Kadıköy Bağdat Caddesi’nde düzenledikleri yürüyüşe Nazlı ve beni de davet etmişti. Biz de ısrarlarını kırama50
Hasan Eskil
yarak yürüyüşe katılmıştık fakat beklediğimiz kalabalığı bulamamıştık. Biz kalabalık içinde kayboluruz derken, ön saflarda yürümek zorunda kalmıştık. Çünkü ilçeden 20-30 kişi
ve onların çocuklarından oluşuyordu tüm kortej.
Görevimiz babamın fikri olan, parti programının yazılı olduğu küçük defterleri arasına kırmızı bir gül koyarak, geçerken karşımıza çıkan bayanlara hediye etmekti. Babam ayrıca
“Cindoruk neredeyse biz oradayız” diye bağırmamızı istiyordu. Daha önce hiç ilgilenmediğim siyaseti bu şekilde hem
hızlıca tatmış olmakla birlikte, babamın insanlar pek destek
vermese bile her durumda davasına olan inancına hayran kalmıştım.
2003-2008 yılları arasında iş için Dubai’de yaşamak zorunda
kalmıştım. Babam da beni ziyarete gelmişti ama ilk bir-iki gün
çok yoğun olduğum için babamı çalıştığım şantiyede ağırlamak zorunda kalmıştım. Ben inşaatta çalışırken babam da
beni inşaatın önündeki ambar odasının küçük verandasında
beklemek zorunda kalmıştı. Hemen fark etmiştim ki babam o
küçük derme çatma kulübeyi kısa zamanda muayenehanesindeki Cumartesi sohbetlerine çevirmiş, hiç sıkılmadan gün
boyu kalfalar, işçiler veya yabancı Filipinli, Arap kontrol mühendisleri ile vakit geçirmeni yolunu bulmuştu.
O zamanlar altı ayda bir Türkiye’ye izne geliyordum. Böyle
olunca her geldiğimde kardeşim Merve’yi biraz daha büyümüş, özellikle babamı da her izin dönüşü biraz daha yorulmuş görüyordum. Bu da sevdiklerimle daha çok vakit geçirmem gerekliliği fikrini baskın kıldı. Bu temelli Türkiye’ye
dönmemin en önemli sebeplerindendi.
Türkiye dönüşü evlendikten sonra babamın muayenehanesine uğrayıp onun ve ziyaret eden arkadaşlarının sohbetlerini
dinlemek bana her zaman çok huzur veriyordu.
Babamın oğlum Doruk Oktay’ı görmesini çok isterdim ama
2014 yılbaşı gecesi ona sürpriz yaparak müjdesini verebildiğimiz için eşim Gözde ile kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
Umarım küçük Oktay’da dedesinin izinde gider; onun gibi
başarılı, dürüst, iyiliksever ve sevilen bir insan olarak yaşar.
51
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
CEM’İN EŞİ GÖZDE
Oktay Özaydın, benim kayınpederimdi ama bana hep bir
baba sevgisiyle yaklaştı. Bu nedenle kendimi çok şanslı hissederim. Her zaman kendisinden saygı ve sevgiyle bahsettiren
nadir bir kişiydi. Benden Konyalılar Derneği için seramik bir
pano yapmamı istemişti. Ne mutlu bana ki sayesinde böyle
başarılı bir projede benim de katkım oldu. 2014 yılbaşı akşamı
bir torun müjdesi vermiştik. Biz de haberini aldığı fakat göremediği torununa Doruk Oktay adını gururla verdik. Eminiz
ki oğlumuz Doruk Oktay da ismini layığı ile taşıyacak ve dedesini hep yaşatacaktır.
Gözde YEYMAN ÖZAYDIN
GÖZDE’NİN ANNESİ-BABASI
Çok sevgili dünürümüz Oktay Özaydın'ı tanımış olmaktan
aile olarak mutlu olduk. Bu beraberliğin uzun seneler sürmesini çok isterdik. Zira daha birlikte yaşayacağımız çok güzellikler vardı, torunumuz Doruk Oktay gibi... Gerçek olan tek
şey ise geç bulduk, çabuk kaybettik.
Seray-Kazım YEYMAN
KIZI NAZLI
Babam nasıl bir kişiydi diye düşündüğümde; ilk aklıma ailesine, çocuklarına çok bağlı bir baba, güvenilir, çok sevilen bir
dost, tutkulu bir siyasetçi, fanatik bir Beşiktaşlı, fikirlerini sonuna kadar savunan, kendine son derece güvenen, başarılı,
dürüst, çalışkan bir kişi geliyor. Evet, bu kadar özel bir kişiydi
bizim babamız. Çoğu zaman onun bu özelliklerini düşünüp
neden bize de biraz bulaşmamış diye takıldığımız olmuştur
babama kardeşlerimle. O kadar da gurur duyardık onun çocuğu olduğumuz için.
O konuşurken dikkat etmezseniz birisiyle kavga ediyor ve sinirlenmiş sanabilirdiniz. Çünkü her zaman yüksek volümle
ve heyecanla konuşur, kendini kaptırırdı anlattığı hikâyeye,
52
Hasan Eskil
olaylara. Özellikle de Beşiktaş ve siyaset ise konu, tahmin bile
edemezdiniz sonuçlarının nereye geleceğini.
Evet, uzun yıllar siyaset babamın hayatının çok önemli bir bölümüne hâkim olmuştur. Öyle ki ben doğacağım zaman kız
olduğumu duyunca çok sevinmiş ve adımı da o dönemde çok
beğendiği (her ne kadar son zamanlarda hiç tasvip etmese de)
Nazlı Ilıcak’tan esinlenerek koymuş. Bu derece hayatındaydı
siyaset işte. Küçüklüğümü düşündüğümde babamı diş doktorluğundan çok, dernek ve siyasi parti işlerinden hatırlıyorum. Lions, BJK Derneği, Konyalılar Derneği, DYP toplantıları, mitingler, seçim heyecanları… Bunlar onun âdete hayat
iksiriydi diyebilirim. Hiç bir zaman onu evde oturan, sakin bir
hayat, emeklilik günleri yaşayacağını düşünemezdim. Maalesef de o günleri göremeden aramızdan ayrıldı.
Haftada beş gün muayenehanesine gider, kalan zamanlarında
da dernek işlerine koşardı. Evet, çok hızlı yaşadı hayatı, bana
sorsanız doya doya yaşadı mı? Bilmiyorum. Biraz da keyfine
zaman ayırsaydı, dinlenseydi çok isterdim ama ona sorsaydık
eminim, “Sonuna kadar yaşadım, tekrar gelsem yine böyle yaşarım” cevabını verirdi...
Babamla ilgili hatırladığım en eski anı herhalde dört-beş yaşlarındayken her sabah büyük bir heyecanla yataktan kalkarak
ve koşarak ona sarılıp işe uğurlamam ve yatağa geri yatmamdır. Benim gibi uykuyu seven biri her sabah aynı heyecanla
kalkar ve onu uğurlardı. Ve yine aynı heyecan ve mutlulukla
akşam işten gelmesini bekleyerek, terliklerini hazırlar ve zili
çaldığında koşarak dört kat merdiveni iner ve elinden tutup o
gün yaptıklarımı anlatarak yukarıya birlikte çıkardım. Her kız
çocuğu gibi babamla benim de çok özel bir ilişkimiz vardı. Benim ilk hayran olduğum erkekti bu dünyada. Yıllar geçerken
birbirimizle fikir ayrılıklarımız tabii ki oldu. Çoğu zaman ergenlik heyecanıyla ona kızdığım, onu anlamadığım günler
oldu ama yıllar geçtikçe, özellikle evlendikten ve oğlum dünyaya geldikten sonra anladım… Bize koyduğu her kuralda,
her söylediği sözde, her davranışta aslında ne kadar haklı olduğunu, bunların aile olmamız ve yetişmemiz için ne kadar
önemli noktalar olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum.
53
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Babam için aile kavramı her zaman çok önemliydi. Bizleri bir
arada tutmak ve ilerde de hiç kopmamamız onun hayattaki en
önemli misyonlarındandı. Aynı evde yaşadığımız zamanlar
her pazar sabah birlikte kahvaltı yapmamızı, akşamları da
mümkün olduğunca birlikte sofraya oturmamızı isterdi. Bizler ise hafta sonları yataktan kalkmak istemez, itiraz ede ede
kahvaltıya otururduk. O ise hiç yılmaz her hafta tekrar ısrar
ederdi. Hatta bir gün, Merve daha küçükken, “Bir bardak
suyu git, ağabeyinle ablanın yüzüne dök” demiş, bizi uyandırmak için.
Senede bir kere en azından hep birlikte tatile çıkardık... Birçok
tatil beldesini onun sayesinde çok küçükken görmüş ve gezmişizdir. Uzun araba yolculuklarımızı hiçbir zaman unutmuyorum... O zaman klimasız arabalar, yollar tek şerit, tüm sıcak
ve zorluklara rağmen saatlerce araba kullanarak birçok yere
gidip görmemizi sağlardı. Yolculuklarımızın ritüelleri vardı.
Yol boyunca annem meyve soyar; su, kolonya servisi yapar,
biz Cem’le mutlaka kavga ederdik… ‘Kim yatacak arkada’
diye… Midemiz bulanır, arada çıkarırız… Babam yol boyunca
çeşme arar, arabayı temizlemek için. Ama tüm zorluklara rağmen keyifle yolculuk yapardık sayesinde. Şimdi geriye dönüp
baktığımda çok değerli anılar görüyorum her birinde…
Her ne kadar, baktığınızda sert bir mizaca sahip gibi görünse
de, babam aslında çok duygusal biriydi. Düğünümde dakikalarca ağlayan, Ege’ye hamile olduğumu söylediğimde yine
herkesten önce gözyaşlarını tutamayan babamdı. Tiroid ameliyatı olduğumda ameliyattan çıktıktan sonra ayılmam için
beklettikleri odada gözümü açtığımda yanı başımda beni bekleyen yine oydu. Nasıl olduysa bir şekilde içeri girmiş ve yanıma gelmiş, elimi tutup başımı okşuyordu. İşte aslında bu
kadar şefkatli ve yumuşacık bir yüreğe sahipti.
Babamla en son konuşmamız rahatsızlandığı gün telefonda
olmuştu ve bana son sözü Ege’ye iyi bak oldu. Aslında normal
günlük bir konuşmaydı. Çok kısa süren ama o bu şekilde sözünü sonlandırdı ve kapattık. Daha sonra Merve arayıp talihsiz olayı söylediğinde ilk aklıma gelen bu cümle oldu: “Ege’ye
iyi bak!”
54
Hasan Eskil
Evet, babam torunları olsun onlarla vakit geçirsin çok istemişti ama maalesef biz hayatın telaşına kapılıp ona çok geç
yaşatabildik bu sevinci. .Ege’yle sadece iki ay geçirebildi ama
en azından onu kucağına aldı. Ege’nin doğduğu günkü heyecanı ve mutluluğu beni de çok ama çok mutlu etmişti.
Şimdi Ege’ye baktığımda, hep ‘keşke daha çok onunla vakit
geçirebilseydi, dedesini daha çok tanıyabilme şansı olsaydı’
diyorum. Maalesef olmadı ama babacığım sen huzur içinde
yat. Biz senin bize öğrettiğin her değere sahip çıkacağız. Çocuklarımızı senin bizleri yetiştirdiğin gibi yetiştirip hep birlikte olacağız. Ege’ye çok ama çok iyi bakacağız sakın merak
etme.
DAMADI MUTLU
Eşim Nazlı, arkadaşlığımız başladıktan kısa bir süre sonra
beni ailesi ile tanıştırmak istediğini söyleyerek akşam yemeğine çağırmıştı; doğal olarak heyecanlanmıştım, nasıl bir tanışma olacaktı? Nazlı’dan sürekli önemli bir siyasetçi, dernekçi ve koyu bir BJK taraftarı olduğunu dinlediğim babası
Oktay Özaydın’ın ‘hakkımdaki düşünceleri ne olacaktı acaba’
diye kafamda düşünceler beliriyordu.
Kayınpederim Oktay Özaydın ile ilk kez o gün tanıştım. Ailecek beni son derece sıcak karşıladılar. İçten ve sıcak bir tanışma oldu. Aile yapılarımızın benzerliğinden olsa gerek,
sanki uzun zamandır birbirimizi tanışıyormuşuz gibi sohbet
ettik. Hatta kayınpederim o akşam TV açılmaması için kayınvalidem tarafından özellikle tembihlenmiş olmasına rağmen,
televizyonu açtığımızı ve keyifle maçın gidişatına bile baktığımızı hatırlıyorum.
Kendi adıma geceden aklımda kalan ve beni hala güldüren
şeylerden biri domates çorbasında eriyen peynirlerle mücadelem ve ziyarete giderken aldığım çiçekti. Yemeğe giderken
güzel bir çiçek yaptırmak istemiştim. Nazlı’nın gösterişli bir
çiçek almama gerek olmadığı ısrarları üzerine birlikte üstünde
bir kaç adet çiçek bulunan tek dal bir lilyum almıştık. Zavallı
çiçek vazoda tek başına ayakta duramıyor ve sürekli devrilip
55
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
benimle göz göze geliyordu. ‘Neden Nazlı’yı dinledim’ diye
hala düşünüyorum.
Eşimin babasının gözündeki değerimi anladığım ve kendisinden etkilendiğim en önemli an ise 2004 yılında nişanlandığımız gün, Nazlı’yı istedikten sonra kendisinin yaptığı derin ve
uzun konuşma olmuştur. Konuşmanın içinde bir ara, ‘galiba
Nazlı’nın benimle evlenmesine müsaade etmeyecek’ diye düşünmüştüm. Nazlı’nın onun için ne kadar değerli olduğu, yüzüklerimizi takarken gözlerinden anlaşılıyordu. Belli ki gerçekten ilk göz ağrısı kızının evden gitmesini istememişti.
Hâlâ düşündükçe gözlerimin yaşardığı bir başka olay ise 2004
yılını 2005 yılına bağlayan yılbaşı gecesidir. Nazlılara yemeğe
davetliydim. İş gereği İzmir’deydim; işlerim bitmemiş ve bir
türlü yola çıkamamıştım. Ancak, akşamüstü araba ile yola çıkabildim. Nazlı’ya beni beklememelerini, yemeğe bensiz başlamalarını söylemiştim; Nazlı da sorun olmadığını söylemişti.
Fakat İstanbul’a ulaşıp eve geldiğimde ne göreyim bütün aile
yemeğe başlamamış ve benim gelmemi beklemişti. Çok duygulanarak ne diyeceğimi bilememiştim ama bir kez daha çok
değerli insanların olduğu bir aileye girdiğimi anlamıştım.
Kayınpederimin anlattığı birçok güzel anısının arasında en
beğendiğim ve en komik olanı ise; alternatif yöntemler ile bel
fıtığı tedavisi için gittiği yerde yaşadıklarını anlatmasıydı. Bu
olayları her anlattığında hepimiz gözümüzden yaşlar gelene
kadar gülerdik; kendisi ise hepimizden daha çok gülerdi.
Nazlı’nın hamile olduğunu öğrendiğinde bütün aile çok sevinmişti ama kayınpederim sanki daha farklı şeyler de düşünüyordu. Oğlumuz Ege’yi gezdirecek, ona hayatı anlatacak,
tecrübelerini paylaşacak, hatta tavla oynamayı öğretecekti.
Kendi adıma bunları yapabilmesini o kadar çok isterdim ki…
Ne yazık ki ben babaannemi, büyükbabamı ve dedemi hatırlamıyorum… Ya ben doğmadan ya da doğduktan kısa bir
süre sonra vefat etmişler. Oğlumuz Ege için farklı olsun çok
isterdim ama maalesef bu konuda kaderi bana benzedi...
Kayınpederim Mehmet Oktay Özaydın ile oğlum Ege doğduktan sonra hastanede bir baba oğul gibi hayat ve gelecekle
56
Hasan Eskil
ilgili yapmış olduğumuz sıcak sohbeti hatırlıyor, şu anda rahmetli annem ve babam ile de aynı şekilde sohbet ettiğini ve
onlara Ege’yi anlattığını düşünerek mutlu oluyorum.
Ve son olarak o her zaman Nazlı’ya ve bana Ege’ye iyi bakın
derdi… Ege’ye çok iyi bakacağız… Baba sen yerinde rahat
uyu!
Mutlu MISIRLI
KARDEŞİ KUTAY ÖZAYDIN
Oktay ÖZAYDIN, benim çok sevgili ağabeyim. Aramızda sadece 19 ay yaş farkı olduğu için ağabey demediğim, ikiz gibi
büyüdüğümüz kardeşim. Kendisine ağabey denmese de ailenin büyük çocuğu olmanın getirdiği sorumlukları hiç yüksünmeden yerine getiren, her zaman her işimize koşan, benim hayattaki en büyük dayanağım, seni anlatmak hem çok kolay,
hem de çok zor!
Seni anlatmak kolay, çünkü seni düşünüp de insanın aklına
kötü bir şey gelmesi mümkün değil. Her zaman çevresi ile yakından ilgili, güler yüzlü, candan ve herkesin her sorununa
büyük bir içtenlikle eğilen, yardımcı olabilmek için daima
elinden gelenin en iyisini hiçbir karşılık beklemeden yapmaya
çabalayan ve genellikle bunda başarılı olan iyi insan…
Seni tam olarak anlatmak ise gerçekten zor… Senin mükemmel karakterini tam olarak yansıtacak sözcükleri bulmak kolay değil… Seni ancak, çok yakından tanıyanların vakıf olabileceği pek çok özelliğini en iyi bilenlerden birisi olması gereken ben bile bu konuda yetersiz kalacağımdan eminim.
Seni anlatmaya çocukluk yıllarımızdan başlayacak olursam
ilk aklıma gelenler, tüm vaktimizi beraber geçirdiğimiz, bazen
hafif yollu didişsek bile her zaman birlikte oynadığımız ve çok
şeyimizi paylaştığımız bir ağabey-kardeş ilişkisi… Evin içinde
top oynanması sırasında kırılan camlar-avizeler, duvara gömülü gardırobun üst gözünden yatağa atlamalar, sokakta futbol maçları vb. aktivitelerde sen daima daha hareketli ve önde
gelen karakter, ben ise sana ayak uydurmaya çalışan küçük
kardeş… 10-12’li yaşlara kadar 19 aylık yaş farkı oldukça
57
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
önemli ve ben kendimi daima daha geri planda, ağırbaşlı küçük kardeş pozisyonunda olarak hatırlıyorum. Senin bana
göre daha hareketli (yaramaz?) olmanın bazı göstergeleri arasında bahçe duvarı üzerinden düşüp ayağının kırılması gibi
küçük kazalar yanında, ikimize aynı gün alınan ayakkabılardan seninkinin kısa zamanda eskimesi -altının delinmesi- benim ise aynı ayakkabıları uzun aylar boyunca giymeye devam
etmemdeki sır… Aile arasında sıkça konu olan bir şakalaşma
vesilesi idi.
Erken çocukluk yılları anılarımın arasında dedemlerin Meram’daki bağında geçen yaz tatili günlerinin özel bir yeri vardır. Uzun sıcak yaz günlerinde dere kenarında ve bahçelerde
gün boyu süren oyunlar, koşuşturmalar sonrasında yorgunluktan bitap bir halde akşam kendimizi yatağa attığımızı hatırlıyorum. İyi ki o günlerde ne televizyon vardı ne de bilgisayar oyunları. Okul öncesi yıllar ve ilkokul yılları hep tatlı anılarla hatırladığım yıllar olarak gelip geçti.
Oktay 1957 yılı Eylül ayında yatılı olarak Konya Koleji’nde ortaokul-lise öğrenimine başladı ve ben ilk defa 1957-1958 öğretim yılında ondan uzak kaldım. O yılın oldukça sıkıcı geçtiğini
ve onun hafta sonlarında eve gelmesini özlemle beklediğimi
hatırlıyorum. Bir yıl sonra ben de Konya Koleji’nde yatılı olarak okumaya başladım.
Ancak artık durum biraz farklı idi. Onun yeni bir çevresi, benim ayrı arkadaşlarım olmuştu. Fakat o yıllarda Konya Koleji’nin hepsi erkek ve yatılı toplam 150 civarında öğrencisi olmasının getirdiği aile ortamı içinde, bütün öğrenciler arasında
sıcak ilişkiler vardı ve ben her zaman bir üst sınıfta ağabeyimin olduğu rahatlığı içinde öğrenimime devam ettim.
Bu arada 1962 Haziran ayında ailemiz İstanbul’a göçtü. Oktay
ve ben Konya Koleji’nde yatılı okumaya devam ettik. Bu dönemin ilk iki yılında okuldaki birlikteliğimiz devam ederken,
yarıyıl ve yaz tatillerinde beraber yaptığımız Konya-İstanbul
arası yorucu otobüs yolculuklarını hatırlıyorum. Oktay 1964
yılında liseyi bitirip İstanbul’a üniversiteye gitti ve ben
Konya’da ilk defa yalnız kaldım. Bu dönemi Konya Koleji’nin
58
Hasan Eskil
sözünü ettiğim sıcak aile ortamının koruyucu şemsiyesi altında rahat geçirdikten sonra ben de 1965 yılında İstanbul’da
üniversite hayatına başladım.
Üniversite yıllarımızı İstanbul’un birbirinden uzak ve oldukça farklı 2 ayrı üniversitesinde geçirdik. Ancak bu dönemi
de hem evde aynı odayı paylaşarak, hem de ortak arkadaşlarla sosyal etkileşim içinde olarak büyük oranda birlikte geçirdik.
Oktay İstanbul Üniversitesinde baba mesleği diş hekimliği
eğitimi görürken, ben Robert Kolej’de (şimdi Boğaziçi Üniversitesi) mühendislik eğitimi aldım. Birbirinden oldukça farklı
alanlarda ve ortamlarda geçen üniversite yıllarında aramızdaki ilişkide herhangi bir soğuma olmadığı gibi belki de ergenlik yıllarına göre daha da yakınlaştık. Kardeş ilişkisini
aşan iki yakın arkadaş olduk. 1969 yılında ikimiz de üniversiteyi peş peşe bitirdikten sonra uzunca bir süre için yollarımız
ayrıldı. Fakat sıcak ilişkimizde bir değişiklik olmadı.
Lisans eğitiminden sonra ben İngiltere’ye lisansüstü eğitimi
almaya giderken, Oktay askerlik hizmetini yapmaya gitti. Birimizin Londra’da diğerimizin Artvin’de geçirdiği bu dönemin çok farklı anılarını ileriki yıllarda sık sık paylaştık. Daha
sonra ben Amerika’da doktora eğitimine yönelirken, Oktay;
babamızın muayenehanesi devralarak diş hekimliği yapmaya
başladı. 1969-1975 yılları arasında birbirimizden oldukça uzak
kaldık. Bu dönemde 1972 yazında Oktay beni ziyarete Amerika’ya geldi ve bir ay kadar birlikte olma şansını yakaladık.
Kendisine 99 dolara 30 gün geçerli bir Greyhound bileti (tüm
Amerika içinde yolcu taşıyan otobüs şirketi) aldık. Otobüsle
seyahat ederek benim bulunduğum Chicago’dan Salt Lake
City’de İlker Kafalı’ya, oradan Los Angeles’deki Tuğrul Aladağ’a… Birçok yeri ve kişiyi ziyaret ettikten sonra Chicago’ya
geri döndü. Daha sonra İstanbul’a uçacağı New York’a da
aynı otobüs bileti ile gitti ve orada da şimdi ismini hatırlayamadığım bir arkadaşımda kaldı. Ondan başka kimsenin yapamayacağı bu uzun (toplam 10,000 km’nin üzerinde) ve yorucu
otobüs yolculuklarını zevkle anlatırdı. Benimle kaldığı günlerde ona kendi yaptığım bazı yemekleri yedirdim. Türkiye’ye
59
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
döndükten sonra herkese benim her şeyi içine kattığım sebzeli
tavuk haşlama yemeğimi çok methettiğini hatırlıyorum. 1973
yazında ise ben 10 günlüğüne İstanbul’a geldim ve Oktay ile
Semiha’nın düğününe katılma mutluluğunu tattım. Bu dönemin siyasi görüşlerimizin birbirinden ayrılmaya başladığı yıllar olduğunu daha sonraları fark edecektik.
Ben 1975 Mayıs ayında yurda döndükten sonra tekrar Türkiye’deki yaşama alışmamda Oktay’ın mevcudiyeti ve sahip
olduğu geniş dost-arkadaş ortamını benimle paylaşması bana
büyük destek oldu.
1977 Mayısında evlenmemden sonra da eşlerimizin büyük
katkısı ve uyumu ile yakın ilişkimiz devam etti. Türkiye’nin
çok çalkantılı bir dönemi olan 1975-1980 yılları arasında çok
hararetli politik tartışmalarımız olduğunu hatırlıyorum. Oktay S. Demirel ve orta sağ partilerin görüşünü savunurken ben
B. Ecevit ve orta sol görüşleri savunuyordum. (Yıllar sonra
birbirine yakın yurtsever çizgilerde buluştuğumuzu belirtmek isterim.)
Sözünü ettiğim hararetli tartışmalarla geçen bir akşam sonrası, eşimin, “Çok korktum, birbirinizi tekrar görüşemeyecek
kadar kıracağınızdan endişe ettim” demesini hatırlıyorum. O
gece eşime de büyük bir güven içinde söylediğim gibi, bizim
ilişkimizi hiçbir tartışmanın bozması mümkün değildi. Ertesi
sabah hiçbir şey olmamış gibi sevgi ve saygıya dayalı ilişkimiz
aynen devam edecekti.
1980-1986 yılları arasında toplam 4 yıl tekrar yurtdışında yaşadım. Bu süre içinde Oktay’ın büyük gayreti ve becerisi sonucunda birlikte yaşamımızın geri kalan yıllarını aynı çatı altında geçirmemize olanak sağlayan bir projeyi hayata geçirdik. Artık özel olarak tasarlayıp inşa ettirdiğimiz bir apartmanda, anne-babamız ve üç kardeş, aile birlikteliği içinde yaşamaya başladık. Başlangıçta dışarıdan bakanlar için biraz
riskli görülebilecek bu birliktelik, eşlerimizin de uyumu ile
çok özel yılların başlangıcı oldu.
Çocuklarımız birlikte büyüdü. Hepsi Oktay amcalarını-dayılarını yakından tanımak fırsatına sahip oldu.
60
Hasan Eskil
Oktay’ın çocuklara sıcak yaklaşımı, onları kucaklayışı hepimizden farklı idi. Son yıllarda bunun yansımalarını torunlarımıza karşı da hep birlikte gözlemledik. Benim oğullarımın hayatına bir ‘Oktay Amca’ girmemiş olsaydı, eminin büyük bir
eksiklik olurdu. Büyük oğlum Ömer’in henüz yeni konuşmaya başladığı aylarda evin penceresinden dışarıya bakarken
sokaktan geçen adamlar için, “Aaa anne bak Oktay Amcalar
geçiyor” demesi herhalde boşuna değildi. Küçük oğlum Selçuk’u her görüşte onu gönülden kucaklaması ve her zaman
bana karşı bile ondan yana tavır alması unutulur gibi değil!
Oktay ile aynı apartmanda yaşamanın getirdiği bazı zorluklar
da yok değildi! Aynı garajda arabalarımızı üst üste park ettiğimiz için sabahları birbirimize yol vermemiz, arabalara yer
değiştirtmemiz gerekebiliyordu. Oktay bizim bir kat üzerimizde oturur ve geçerken bizim zili çalardı. Her sabah onu
görmekten büyük bir mutluluk olamazdı ama kardeşim insan
bir gün de biraz gecikir… Hayır Oktay’ın saat tam 9:00 da zili
çalacağı kesindi! Dolayısıyla ben bir yandan hazırlanırken, bir
yandan da aman Jandarmam(!) gelmeden hazır olmalıyım telaşına kapılırdım! Ahh keşke sabahları zil çaldığında gene
karşımda Oktay’ı görebilsem…
Oktay kendisini tanıma fırsatına sahip olmuş herkesin yakından tanık olduğu gibi insanlarla ilişki kurma ve geliştirme konusunda çok özel birisi idi. Çok geniş bir çevresi vardı. Kadıköy çarşısında dolaşırken onlarca insanla selamlaşmadan geçemezdi. Ben kendisine zaman zaman, “İstanbul’da senin katılmadığın herhangi bir düğün veya cenaze töreni var mıdır?”
diye takılırdım.
Gerçekten insanların gerek sevinçli-mutlu günlerinde, gerekse üzüntülü-hüzünlü günlerinde daima yanlarında bulunmaya çalışırdı, bu konularda örneğin; benden farklı olarak
hiçbir zaman üşengeçlik göstermezdi. Hastanede, emniyette,
mahkemede, belediyede vb. nerede olursa olsun bir tanıdık
bulur, size yardımcı olmaya çalışırdı. Aile içinde bizler de
onun bu özelliklerinin yararını hep görür, her işimizde ona
güvenirdik. Bu bağlamda bugün hüzünle hatırladığım bir
söylemi tekrarlardım: “Oktay bak benden önce bu dünyadan
61
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
göçmek yok, bu cenaze işlerini filan sen benden iyi bilirsin,
beni defnetmeden sakın bir iş çıkarma.” Kaderin neyi göstereceği belli olmuyor, nur içinde yat sevgili kardeşim.
Oktay ile ben fizik olarak birbirimize çok benzemediğimizi
düşünürdük ancak özellikle bizi çok yakından tanımayan insanlar şaşırtıcı bir şekilde bizi benzetirlerdi. Galiba, fiziki görünüş yanında, ses tonu, mimikler vb. unsurlar kardeşleri birbirine benzer kılıyor. Buna ilişkin bazı anıları gülümseyerek
hatırlıyorum. Oktay’ın muayenehanesinin bulunduğu binanın alt katında uzun yıllar kardeşim Gülay’ın eczanesi vardı.
Ben de bazı akşamüzerleri ve hafta sonlarında oraya uğrardım. Bu sırada Oktay’a gelen hastalar beni onunla karıştırıp
elleri ile bana geldiklerini işaret ederler, ben de işaretle, “Çıkın
geliyorum” derdim. Yukarıda Oktay’ı görünce şaşırırlardı.
Hatta bir keresinde borcu olan bir hasta ödemesini bana yapmak istemişti.
Oktay’ın Beşiktaş sevgisine karşın ben Galatasaray taraftarı
idim. Özellikle ilk gençlik yıllarımızda bu konuda epey tartışmalarımız olmuştur. (Ama bu konuda da anti Fenerbahçe
duygularımız ortak yönümüzdü, herhalde!) Şaka bir tarafa,
her siyasi görüşten olduğu gibi her büyük kulüp taraftarları
arasında da geniş bir çevresi vardı. Kadıköy Fenerbahçe camiasında birçok dostunun olması yanında, Fenerbahçe Stadına
yaklaşık 300 m. uzaklıkta kurucusu olduğu Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği lokalini açması da ancak Oktay Özaydın’ın gösterebileceği bir kendine güven duygusu idi.
Oktay diş hekimi olmasına karşın üstün organizasyon yeteneği ile aileye ve hayır kurumlarına ait bazı inşaat projelerinin
hayata geçirilmesinde aktif rol almıştır. (Örneğin, sözünü ettiğim aile apartmanı, baba-dede yadigarı iş hanının yenilenmesi, Kadıköy’de bazı cami yapımı ve tamiratı projeleri ve
Konyalılar Vakfı Kültür Merkezi projesi).
Bu vesile ile hep aramızda sözü edilen bir anekdotu aktarmadan geçemeyeceğim. Ülkemizi derin yasa boğan 1999 depremi sırasında biz baba-dede yadigârı iş hanını yenileme projesini Oktay’ın öncülüğünde hayata geçiriyorduk. Benim deprem sonrası mesleğim gereği bazı televizyon programlarına
62
Hasan Eskil
katılma durumum ortaya çıkmıştı. Bu programlardan birinde
Türkiye’deki çarpık inşaat düzenini eleştirirken, canlı yayında
ülkemizde herkesin inşaatçılık yapabildiğine olumsuz bir örnek olarak bir diş hekiminin bile bunu yapabildiğini söylemiştim! Takip eden günlerde bana kızmak yerine Oktay’ın bunu
bir eğlence vesilesi yapmasına şahit olmuş ve mahcup olan
ben hariç herkes çok gülmüştü.
Kadıköy’ün merkezindeki bu inşaatı Oktay’ın nasıl tüm kurallara titizlikle uyarak ve hiçbir zaman yan yollara sapmadan
-herhangi bir ayrıcalık istemeden- tamamladığını yakından
takip etmiş ve ülkemizdeki bazı aksaklıkların genellikle kişilerin bilgisizliğinden ve/veya haksız ayrıcalıklar aramasından kaynaklandığı kanaatine ulaşmıştım.
Oktay’ın son yıllarda zamanının büyük kısmını harcadığı bir
proje vardı. Mütevellisi ve başkanı olduğu Konyalılar
Vakfı’na bir kültür merkezi inşa edilmesi. Bu projeye gerçekten büyük zaman ve enerji harcadı. Benim de yakından takip
ettiğim ve bir nebze destek olmaya çalıştığım bu projenin gelişimine ilişkin anıları tahmin ediyorum yakın çalışma arkadaşları aktaracaktır. Ancak ben şunu söyleyebilirim… Dışarıdan görüldüğünden çok daha fazla enerjisini bu projeye harcadı ve sanki onunla ilgili her şeyi tamamlandıktan sonra bu
dünyadan göçtü.
Arsanın tahsisi-elde tutulması, projelendirme- ruhsat aşamaları, ihale ve inşaat işlerinden kiralanmasına kadar her
adımda adeta kendini bu projenin tamamlanmasına adamıştı.
Onun kendisini bu kadar yıpratmasına gönlü dayanamayan
annemin, ‘anne Oktay bu uğraşlardan zevk alıyor’ dememe
karşın, çok sık olarak bana söylediği şu sözlerle konuyu kapatmak istiyorum… “Oğlum beni dinlemiyor, belki seni daha
çok dinler, söyle şu ağabeyine kendini bu kadar harap etmesin, başına bir şey gelecek…”
Oktay’ın muayenehanesi herkesin buluşma noktası idi. Cumartesi günlerinde oraya uğradığımda mutlaka ya tanıdık birilerini görürdüm veya yeni birileri ile tanışırdım. Bu kişiler
ortak arkadaş çevremizden-akrabalardan olabildiği gibi hiç
63
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
tanımadığım ancak sonradan arkadaş olacağım kişiler de olabiliyordu. Son yıllarda buluşma noktalarımız arasına ‘çatı’ da
eklenmişti. Cumartesi günleri burada bir araya gelinip İskender kebap veya pide ısmarlanır, tavla oynanır ve bağıra-çağıra
uzun tartışmalar ve sohbetlerle vakit geçirilirdi.
İstanbul dışından arkadaşların (örneğin Mustafa Göncü) geldiğini ve toplanılacağını ondan öğrenirken, akrabalarla ilgili
haberleri de hep ondan alırdım. Yoğun çalışma tempom
içinde bu benim için büyük bir rahatlıktı ve belki de onun kadar sıcakkanlı olmayan birisi için dostlarla iletişimi korumanın en kolay yoluydu. Umarım ortak arkadaşlarımızla dostlarımız Oktay olmayınca beni unutmazlar. Hepimiz biliyoruz ki
ben hiçbir zaman onun yerini tutamam ama onun kardeşiyim,
hatırasını birlikte yaşatabiliriz.
Ve 16 Şubat 2014 Pazar günü, saat 14.53 kapım çalındı, karşımda sevgili Merve, gözleri yaşlı, “Amca babam hastalandı…” Hızla yukarıya çıkmam, ambulans-hastane ve yaşamımızın alt üst olması… Yaklaşık 24 saat sonra beyin ameliyatı ve komada geçen 30 gün… Gerçekten çok zor bir dönemdi. Her gün ‘acaba bugün bir nebze iyileşti mi?’ umuduyla hastanede buluşmalar… Üç günde bir, sadece tek bir
yakınının görüşmesine izin verilmesi dolaysıyla, bu haktan
çocuklarının yararlanması için hep fedakârlık yapan ben, sevgili ağabeyimi 30 günde sadece iki kez görebildim. Yatakta çaresiz yatmasını ona hiç ama hiç yakıştıramadım. Hiçbir şey
yapamadan elimizden kaydı gitti…
KUTAY ÖZAYDIN’IN EMEKLİLİĞİNDE
ÜNİVERSİTEDE YAPILAN TÖRENDE YAPTIĞI
TEŞEKKÜR KONUŞMASI’NDAN
(02.06.2014)
Bütün bu hakkımda söylenenlerden sonra ben düşüncelerimi
ifade etmekte zorlanacağım. Herhalde ilk söylemem gereken,
hayatın her aşamada bana çok iyi davrandığı, çok şanslı bir
insan olduğum, ailemle, yakınlarımla ve sizler gibi dostlarla
birlikte bugüne kadar sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdüğüm
için Tanrı’ya şükretmek olmalı. Bu özel günümde, rahmetli
64
Hasan Eskil
babam ve çok yakın zamanda kaybettiğim ağabeyim Oktay
Özaydın’ın bunu paylaşamamasına üzülüyorum. Sevgili Oktay bütün yaşamım boyunca olduğu gibi bugün de burada benim yanı başımda olmalı idi. Umarım bir yerlerden bizi görüyor ve hissediyordur. Sevgili anneciğim ise sağlık durumu bu
tür uzun toplantıları kaldırabilecek düzeyde olmadığı için
aramızda değil. Kendisine buradan sevgi ve saygılarımı yolluyorum, umarım burada yapılan video kaydını kendisine
seyrettirebilirim.
KIZ KARDEŞİ GÜLAY AŞCIGİL
AĞABEYİM, CANIM, HER ŞEYİM
Ben, Gülay Aşcıgil, Oktay ve Kutay Özaydın’ın küçük kardeşleri. Evin küçüğü olmak ve tek kız olarak büyümek benim için
hep avantaj olmuştur. Babam bana hep ‘prenses’ diye seslenirdi. Ağabeylerim de hiç kıskançlık duymaz, hep sevgiyle
yaklaşırlardı.
Sevgili Oktay Ağabey’imi, evin büyük oğlu olarak babamın
vekili gibi görür, her konuda ondan yardım beklerdik. O da
hiç yüksünmeden kendini feda edercesine her şeyi halletmeye
çalışırdı. Sonradan fark ettim ki bu onun karakteriydi. Sadece
aileye değil, herkese karşı aynı özveriyle davranıyordu. Birleştirici, uzlaştırıcı mükemmel bir insandı. Çocukluk yıllarımız Konya’da geçti. Ben, on iki yaşında iken babam işyerini
İstanbul’a nakletti. İstanbul’a taşındık. Ağabeylerim yatılı
okudukları için lise bitinceye kadar Konya’da kaldılar. Oktay
Ağabey’imle 2 yıl, Kutay Ağabey’imle 3 yıl kışları ayrı kaldık.
Sonraki yıllarda hep bir aradaydık. Benim hep koruyucum,
kollayıcım, yeri geldiğinde arkadaşım, yeri geldiğinde babamdı. Düşündüğümde, Konya’daki çocukluk yıllarından hatırımda kalan, dedemlerin Meram’daki bağlarına gidiş gelişlerimiz ve oradaki yaramazlıklarımız ilk sırayı alıyor. Faytonla sabahtan annemle gider, akşama babam da gelir, hafta
sonlarında birkaç gün kalır dönerdik. Gidiş gelişlerde annemin en büyük yardımcısı Oktay Ağabey’imdi. Bizleri indirir
bindirir, eşyaların taşınmasına yardım ederdi. Oraya varınca
da dut ağacının tepesinden inmez, serdiğimiz çarşafın üstüne
65
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
dutları silkeler biz de afiyetle yerdik. Derede sulu oyunlar oynar, yaramazlıklar yapardık. Yaz geceleri, şehirde isek sık sık
Dedebahçesi’ne gider, oradaki büyük havuzda sandala biner
oyunlar oynardık. Bu işlerde hep ağabeyim öncü olurdu.
İstanbul’daki yıllarımıza gelince…
Annem, babam Anadolu’dan İstanbul’a yeni geldiğimiz için
benim yalnız hiçbir yere gidip gelmeme sıcak bakmazlardı.
Öyle ki Kadıköy’den Çamlıca Kız Lisesine 5 yıl özel taksi ile
gidip gelmişimdir. O yıllarda servisler olmadığı için böyle bir
yol bulmuşlardı. Arkadaşlarla bir yere gidip gelemediğim için
sevgili Oktay Ağabey’im beni hiç kırmaz her istediğimi yapardı. Sinemaya, tiyatroya, konsere her türlü etkinliğe beraber
giderdik. Bazen de teklif ondan gelirdi.
İnönü Stadı’nda maça, Veliefendi hipodromunda Gazi koşusuna onun isteği ile gitmişimdir. Yazları Moda’daki yazlık sinemadaki filmleri de hiç kaçırmazdık. Arkadaşlarım şaşırırlardı. Kendi ağabeyleri ile hiç geçinemediklerini; ağabeylerinin giyim kuşamlarına karıştıklarını, beraber hiçbir yere gitmediklerini söylerlerdi. Hayatımın her döneminde en önemli
kararları verirken hep ona danışmışımdır. Meslek seçiminde
de evlilik kararımda da böyle olmuştur.
Oktay Ağabey’im İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi son sınıfta iken ben eczacılık fakültesi birinci sınıfa başlamıştım. O yıllarda Diş Hekimliği ve Eczacılık Fakülteleri Beyazıt’ ta bitişik binalarda idi. Sonradan Diş Hekimliği Çapa’ya
taşındı. Yıl 1968… Öğrenci olaylarının en yoğun olduğu dönem. Her gün İstanbul Üniversitesi merkez binasında ve ona
çok yakın olan bizim binaların önünde olaylar oluyor. Evdekiler çok tedirgin. Ağabeyime ‘kardeşinle beraber gidip-gelin’
diye ısrar ediyorlar. Ağabeyciğim hiçbir şeye hayır demediği
için, ‘tamam merak etmeyin, götürüp getiririm’ dedi. Bir hafta
veya on gün sabahları beraber gidiyoruz, fakat akşamları buluşmamız problem. Şimdiki gibi cep telefonu da yok. Çıkış saatlerimiz farklı… Kapılarda bekleşiyoruz. İkimizde isyan ettik. Üniversitede böyle şey olmaz. Herkes kendi başının çaresine bakacak! Evdekileri zar zor razı ettik. Ama bir yıl boyunca sevgili ağabeyciğim, her olayda, klinikte hasta üzerinde
66
Hasan Eskil
çalışıyor bile olsa, önlüğü ile fırlar gelir, beni bulur, ‘dışarı çıkmayın veya şuradan gidin’ diye bizi ikaz etmeden içi rahat etmezdi. Böylece üniversitedeki ilk yılımı da ağabeyimle geçirmiş oldum.
Sonra o mezun olup askere gitti; Artvin’e. Kutay Ağabey’im
ise İngiltere’ye yüksek lisansa gitmişti. Annem, babam, ben
yazın Artvin’e ağabeyimi ziyarete gittik. Orada da kendini
çok sevdirmiş, birçok arkadaş edinmişti. Bize çevreyi gezdirdi. Çok keyifli günler geçirdik. Sonraki yıllar hep birbirimize destek olarak geçti. O benim ilkokuldan arkadaşım Semiha ile ben de onun kolejden yakından tanıdığı Nejat ile evlendim. Çok sevinmişti. Sonraki yıllarda Nejat ile tam bir ağabey kardeş oldular. Son nefesine kadar da böyle devam etti.
Nejat’ın askerliği sırasında kısa bir müddet Gölcük’te oturduk. Oraya en sık gelen, bizi yalnız bırakmayan Oktay Ağabey’imdi.
On yıl kadar İstanbul da ayrı semtlerde oturduk… Daha sonra
aile apartmanında 30 yıl bir arada olduk. Her gün sabah akşam merdivenlerde yankılanan sesini duyar, kapıya çıkardık.
O her zamanki neşeli sevecen hali ile hepimize moral aşılardı.
Bizlere gösterdiği bu samimiyet bütün akrabalar için de geçerliydi. İstanbul’daki akrabaları bir araya getirmek için yıllarca
bayramlaşmalar düzenledi.
Aile epey geniş olduğu için anne tarafı akrabaları bir gün,
baba tarafını ayrı bir gün çağırır, dışarıda toplanıp yemek yer
bayramlaşırdık. Son 3-4 yıldır yapamamıştık. ‘Bayramlar yaz
aylarına geliyor, herkes bir yerlere gidiyor, toplanamıyoruz’
diye üzülürdü. Benim sevgili ağabeyciğim tam bir gönül insanıydı.
Hastanede, vefatından 2 gün önce yine yoğun bakımın kapısında bekliyoruz. Kliniğe EEG çekmeye götüreceğiz yanında
gidebilirsiniz dediler. Sedye ile çıktı, gözleri hafif açıktı. Yanında koşturarak Nejat’la beraber yürüyoruz. Ben hem ağlıyorum hem de konuşmaya çalışıyorum. Ağabeyciğim, herkes
seni bekliyor; annen, bizler, çocuklar, torunlar çok özledik.
Kalk artık ne olur, yolunu gözlüyoruz, çok yakında eskisi gibi
olacağız deyince gözünden bir damla yaş geldi ve gözlerini
67
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
kapattı. O son görüşüm oldu. İki gün sonra kötüleştiğini, birkaç kere kalbinin durduğunu ve geri döndürdüklerini söylediler, koşarak gittik, biraz sonra ölüm haberi geldi. O bu dünyadan gitti ama inanıyorum ki bizleri bir yerlerden izliyor.
Nur içinde yat canım ağabeyciğim.
68
Hasan Eskil
KIZ KARDEŞİNİN EŞİ NECAT AŞCIGİL
Soldan-sağa, Oktay Özaydın, Yılmaz Yıldız, Oktay’ın kız kardeşinin eşi Necat
Açcıgil ve Ahmet Kapan…
OKTAY AĞABEY’LE ANILAR
Bundan 5 sene önceydi. Haziran ayında Oktay Ağabey, 3 arkadaşı ve ben Karadeniz seyahatine çıktık. Trabzon havaalanından araba kiraladık. İçimizden biri OF’luydu. O mihmandarlık edecekti. Çok yeri gezdik. Rize’nin İkizdere ilçesinde
bir dostunun mezarını ziyaret etmek istemişti. İkizdere’ye
Cuma günü vardık… Namaza zor yetiştik. Çıkışta herkes etrafımızı sardı; “Başkan hoş geldin” diye. Oktay Ağabey 90’lı
yıllarda birkaç dönem siyasette Kadıköy ilçe Başkanlığı yapmıştı. Karadenizliler yazın İstanbul’dan memleketlerine gelirlermiş. Sanki en yakın, en sevdikleri akrabaları gelmiş gibi
kimse bizi bırakmak istemiyordu. Aynı seyahatte Artvin’e de
69
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
uğradık. Orada 40 sene önce askerlik yapmıştı. Orada da 80
yaşına gelmiş diş teknisyenini bulduk. Bize Deriner barajını
gezdirdi. Başka tanıdıkları da vardı. Kalabilseydik bir hafta
bizi misafir edeceklerdi.
Benim babam da herkesin yardımına koşardı. Gençliğinde anneme “İbrahim Bey tarikattan” demişler. “Ne tarikatı?” deyince, “Kendine Eziyet tarikatı” diye cevap vermişler. Ben
bunu Oktay Ağabey’e ‘sen de öylesin’ diye anlatmıştım. O da
“Ben de İbrahim amcanın tarikatındanım” derdi.
Yurdun çeşitli yerlerinden cenazeye gelenler olmuştu. Bazıları uzak yerlerden gelenlere hayret ettiler, ama ben uzak yerlerden gelen o arkadaşlarının bazılarının ameliyatları için yer
bulduğunu, kendi arabasıyla hastaneye götürdüğünü, her
gün arayıp ziyaret ettiğini biliyorum. Hiç kimseyi incitmezdi.
Dünyaya gönül almaya, gönüller yapmaya gelmişti.
Bizler onu seviyorduk ama ölümünü hiç aklımıza getirmemiştik. Bütün yakınları ‘nasıl olsa Oktay var, cenazemizi kaldırır’
diye düşünüyordu. Onu Süpermen olarak görüyorduk herhalde. Kardeşim; “Antrenör en iyi futbolcusunu maç bitmeden oyundan alır, seyirciye alkışlatırmış” dedi. Hikmetinden
sual olmaz ama herhalde Allahü Teâla da yaşarken yeterince
alkışlayamadığımız Oktay Ağabey’i bizden aldı. Mekânı cennet olsun, Allah rahmet eylesin.
Yukarıdaki yazıyı Oktay Ağabey’in vefatından bir iki gün
sonra Konyalılar Vakfı’nın web sitesi için yazmıştım. Yazının
bir kelimesine bile dokunamadım. Sonradan daha fazla anı
yazayım diye düşündüm, fakat hafızam çok zayıf olduğu için
aklıma da fazla bir şey gelmedi. Eşimle (Oktay Ağabey’in kız
kardeşi) konuştum. Onun hatırlattıklarından bir defa daha anladım ki o her ihtiyacımız olduğunda yanımızdaymış. Gülay’la evlendiğimizde askerlik yaptığım Gölcük’e gitmiştik.
Gölcük’ten İstanbul’a taşınırken, kızlarımızın doğumlarında,
velhasıl hep yanımızdaymış. Büyük kızımızın doğumunda
hastaneye gittik, doktor bir süre bekledi daha sonra ‘kordon
dolanmış, sezaryen yapacağız’ dedi. Gülay’ı ameliyathaneye
aldılar, ben kapıda bekledim. Bir müddet sonra bir hastayı
70
Hasan Eskil
baygın ameliyattan çıkardılar. Ben Gülay diye sedyenin peşine takıldım gidiyorum… Epey yol aldık, baktım bir adam da
aynı sedyeyi takip ediyor, adama: “Sizin eşiniz mi?” diye sordum. O “evet” deyince sedyenin peşini bıraktım. Meğerse Oktay Ağabey de arkamdan “Nejat, Gülay değil o” diyormuş
ama ben duymuyormuşum.
1985 yılına kadar Tersanede çalıştıktan sonra Genel Müdürlükte, Teknik Hizmetler Daire Başkanlığına tayin oldum.
Bağlı olduğum Genel Müdür Muavini Nurettin beyle yaklaşık
12 sene çalıştım. Çalışma arkadaşlarım ve amirim hepsi çok
iyi insanlardı. Nurettin Bey, bütün İşletmenin yükünü çeken
çok güçlü bir lokomotif gibiydi. Hiç kimseyi kırmaz, çay söylemek için müstahdemi çağırdığında, “Beyefendi bize iki çay
getirir misin?” derdi.
Evde de çalışır, herkes çözümü zor işleri ona yüklemek ister,
o da ilave bir vagonu daha çekmekten rahatsız olmazdı. Hepimiz babasına kapris yapan çocuklar gibi zaman zaman Nurettin beyi üzmüşüzdür. O ise kimsenin kalbini kırmazdı,
sanki yaptığımız işi bedava olarak onun için yapıyorduk, işin
sahibi oydu. Vefatında bütün İşletme bir gemiye isminin verilmesi için Yönetim Kuruluna dilekçe yazdık. Dilekçe işini
ben organize ediyordum… Dilekçeyi gönderdiğim pek çok arkadaştan telefon geldi. “Gözyaşlarım dilekçeyi ıslattı” diye.
Ölümünden sonra kıymetini daha iyi anlamıştık.
Oktay Ağabey de yapılmakta olan bütün işlerin sahibiydi
sanki ve herkes ona kapris yapardı. Kapris işinde istisna olduğunu iddia eden var mıdır? bilmem ama onlar da belki benim
gibi hafızası zayıf olanlardır. Onun vazifesi ise kimseye kırılmadan herkesin sevgisini kazanarak hedefe doğru yol almaktı. Tabii beraber yola çıktığı arkadaşları hep değerli insanlardı. Belki de çok güçlü bir lokomotif yükleri çekince insanlar
rehavete kapılıyorlar. Bu durum psikoloji biliminin izahına
muhtaç bir mesele. Tabii bu ailenin işlerinin hallinde de aynıydı. O hiç şikâyetçi olmadan bütün işleri halletmek için uğraştığı için, ‘onun doğal vazifesi’ diye düşünürdük herhalde.
71
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Siyasette beraber olduğu arkadaşları onun siyaseti çok iyi bildiğini, bu özelliğinin Süleyman Demirel ve Hüsamettin Cindoruk tarafından da çok takdir edildiğini anlatırlar. Siyasetle
uğraşırken de kendi mesleğinde de dürüstlük, kalite, bilgi,
hoşgörü ve çalışkanlık temel özellikleriydi. Hep ön planda olmuştu. Bu mücadelelerinde zannedilmesin ki her zaman nazikti. Karşısındaki kötü niyetli ve haksızsa sonuna kadar en
sert şekilde mücadele eder, geri çekilmezdi.
İlçe Başkanı olduğu parti muhalefetteyken parti yürüyüşü yapıyorlarmış… İktidar partisinin ilçe merkezinin olduğu ana
caddede polis durdurmuş, ‘geçemezsiniz’ diye. O polisle öyle
bir mücadele etmiş ki neticede caddeden geçmişler. Bunu gören ve Oktay Ağabey’i tanıyan sınıf arkadaşım anlatmıştı. Çok
kibar insan gitmiş yerine her şeyi göze alan bambaşka bir insan gelmiş. Partisi iktidara geldikten sonra kendi partisinde
de muhalefete düşmüştü. Şahsi menfaat peşinde koşmadığı
için inandıklarını hep dillendirirdi.
Benim iş ve üniversite sınıf arkadaşlarımdan pek çoğu onun
sayesinde diş hekimi korkusunu yenmişlerdi. Eli hafif ve çok
çabuktu. Herkesin bir saatte yaptığı herhangi bir işi o, yarım
saatte bitirirdi. Konyalıca deyişle “evtikti.”
Üniversiteye İstanbul’a geldiğinde ailesi Kadıköy Rıhtım’da
bir evde kalıyormuş. Evin olduğu sokakta Yoncaspor diye bir
futbol derneği kurmuş. Yoncaspor uzun yıllar İstanbul amatör kümede oynamıştı.
Hayatının her döneminde sivil toplum kuruluşlarında çalışmıştı.
Diş hekimliği her an cerrahlık yapmak zorunda kalınan zor
bir meslek. Hem kendi işini yapar, hem de gönül verdiği işleri
aksatmazdı. Babasının deyimiyle “aylak vatandaşlık” işlerini.
(Konyalı olmayan okurlarımız için not: Aşcıgil “aylak” sözcüğünü burada, Konya ve çevresinde genel kabul görmüş haliyle, “Bedava, parasal karşılığı olmadan hizmet vermek” anlamında kullanmıştır.) Toplumda dernekçilik ve siyaset, işi olmayan insanların vakit geçirecekleri meşgaleler olarak görüldüğü için ‘aylak vatandaşlık’ deniyordu herhalde. Babası ay72
Hasan Eskil
lak vatandaşlık demesine rağmen, annesine karşı onu müdafaa eder, “Kumar mı oynuyor, hovardalık mı yapıyor, bırakın
çalışsın” derdi. Çalıştığı yerlerde de bilgisi, çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle ya başkan olmuş veya tuttuğu futbol kulübünün
ve görev aldığı siyasi partinin başkanlarının saygı gösterdiği
ve fikir danıştığı kimse olmuştu.
2012 yılında beraber hacca gittik. Şimdi diyorum ki ‘Hacca
çağrılmıştı’. Hacda da Diyanetin hocaları Oktay Ağabey’e çok
itibar ettiler. Kadıköy Müftülüğündeki yetkililer bizim grubun hocalarına: “Kadıköy’deki camilerimizin bütün sorunlarıyla ilgilenir, çözer, yardım eder” demişler. Haydarpaşa Camii Yaptırma Derneği’nin Başkanı rahmetli Hüseyin amca öğleden sonraları Oktay Ağabey’e gelir, sıkıntılarını anlatır, yardım isterdi. Oktay Ağabey’in Cami’nin inşaatı için defalarca
Ankara’ya gittiğini bilirim. Aynı şekilde İskele Camisi’nin sorunları için de çok çalışmıştır. Kendisinin uzmanlığı dışında
olan işler için de ilgilisini bulur, işin tamamlanmasını sağlardı.
Zaten yapmak istediği her işte güvendiği birçok kişiye danışır
veya fikrini alır, sonra kararını verirdi. Hacda da duaları kabul oldu; döndükten bir müddet sonra ilk torununu gördü.
İkinci torununun haberini aldı. Vakıf binasının çok zor problemleri çözüldü, düzlüğe çıkıldı. O modern zaman evliyasıydı; ‘Aktivist Evliya’.
Çocukları da çok severdi, tabii çocuklar da onu. Vefat ettiğinde torunum 5,5 yaşındaydı. O da çok üzüldü. Anladığım
kadarıyla kendi yaşıtları da dâhil ölüm konusunu çok kişiyle
konuşmuş. Dayısının ölümünden iki, üç hafta sonra Moda’da
akşamüzeri beraber yürürken gökyüzüne bakarak bana,
“Dede, onu gördüm yukardan benimle konuştu” dedi. “Kimi
gördün?” dedim. “Dayımı gördüm” dedi. “Ne söyledi?” diye
sordum. “O, iyi yerdeymiş, kötü yeri de görmüş ama kendisi
iyi yerdeymiş” dedi. Çok şaşırmış olmalıyım ki beni üzmemek için bir müddet sonra “Şaka şaka, onu kimse göremez”
dedi.
Zaman zaman dayısını çok özlediğini söyler. Hepimiz özlüyoruz. Beş buçuk yaşındaki çocuk bizim dile getiremediğimiz
duygularımızı ifade ediyor.
73
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
NECAT AŞCIGİL
Bugün akşam yemekte misafirlerimiz vardı. Kayınvalideme
Vakıf binasındaki Oktay Ağabey’in fotoğrafını gösterdim.
Üzüldü… “Geceleri daha zor oluyor ama Allah demek ki bir
dayanma gücü veriyor” dedi.
Küçük kızımı çok sever, el ele tutuşmuş oturuyorlardı anneannesiyle. Mine; “ben çok görüyorum dayımı, hep neşeli, hep
gülüyor” dedi. Ben de “heybesini doldurdu götürdü, neden
neşeli olmasın, dünyaya köşk yapmadı ama orada çok zengindir” dedim.
İyi yaşadı, iyi öldü… Biz onsuz kaldığımız için üzülüyoruz.
Yoksa onun için hiç üzülmüyorum. Ölümünün Mevlana’nın
Mevla’ya kavuşmasındaki düğün günü gibi olduğunu tahmin
ediyorum.
Lise sonda bir arkadaşımız üniversite sınavları için ‘hepimiz
aynıyız’ demişti. Fakat sınavların sonunda kimimiz başarılı
kimimiz başarısız olduk. Oktay Ağabey’i kaybettikten sonra
kendim için ASYS sınavı konusunda endişelenmeye başladım. (Ahiret Seçme ve Yerleştirme Sınavı) Ama Allah'tan ümit
kesilmez.
27.10.2014
Necat AŞCIGİL
(Aşağıdaki Yazı Konya Maarif Kolejlilerin yazışma grubunda Necat Aşçıgil’in “Oktay Ağabey’le anılar” yazısından
sonra yayımlanmıştır. Yazının sahibi Kenan Onsun da Konyalı ve Maarif Kolejlidir.)
KENAN ONSUN
Sevgili Necat, gözlerimizi yaşarttın. Sana sağlık ve uzun
ömürler diliyorum.
Not: Babalarımızın zamanında başkalarına yardım en büyük
hayat felsefesiydi ve Oktay Ağabey de bu yoldan yürüdü.
Kenan ONSUN
74
Hasan Eskil
SEMİHA’NIN AMCASI MUSTAFA NALÇACI
EVLAT MI YOKSA DAMAT MI?
Oktay’la tanışmamız, kızımız Semiha ile nişanlandığı 1972 yılına rastlar. Semiha, Konya’yı bugünkü çağdaş alt yapısına kavuşturan 60’lı yılların efsanevi belediye başkanı ağabeyim
Rahmetli Ahmet Hilmi Nalçacı’nın kızı… Ağabeyimi 1969 yılında trafik kazasında kaybettiğimizde Semiha’lar üç kız kardeş yetim kaldılar. Biz o tarihlerde İstanbul’da yerleşmiş ve
Konya’daki saatçilik işimizi Konyalı Saat olarak İstanbul’a taşımıştık. Gün oldu, Semiha üniversite çağına geldi. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde yüksek tahsile başladı. Bu vesile ile Semiha 4 yıllık tahsil dönemini bizim
evde yaşayarak bitirdi.
Nalçacı ailesini yakından tanıyan diş doktoru baba Mustafa
Özaydın yakın dostu, particilik arkadaşı Mukadder (Mustafa)
Nalçacı’dan, Semiha’yı oğlu Oktay’a eş yapmak dileğiyle istedi. Oktay’ın ailesi bizim evimizi ziyaretle, “Semiha Nalçacı
ailesi tedrisinden” diyerek Semiha’ya sahip çıktı.
Oktay damadımız olarak evimize ve işyerimize gelip gitmeye
başladı. Birbirimizi kızımız Semiha kadar sevdik. Bu yıllarda
başlayan ilişkimiz, beklenmedik kaybını yaşadığımız 2014 yılı
Mart ayına kadar sevgi ile saygı ile hiç aksamadan devam etti.
Bu kırk yıllık süreç içinde Oktay’ın en ufak bir yanlış hareketini şahit olmadık. Bize karşı her zaman saygılı ve nazik oldu.
Kendisinden incinmedik. Eşim ve ben sevgili Oktay’ı damattan öte, evladımız gibi sevdik. Sık sık yakın arkadaşı Hasan
Eskil Bey’le işyerime uğrardı. Birlikte yemek yer, sohbet ederdik. Oktay’la karşılıklı muhabbetimiz Hasan Bey’in dikkatini
çekmiş olacak ki bana zaman zaman, “Mustafa Ağabey, Oktay
senin damadın, sevgini gösterirken bunu unutma” diye şaka
yapar; ona cevaben, “O bir tane, evladımdan farkı yok” derdim.
Gerçekten de Oktay’a düşkünlüğüm damattan ileriydi ve bir
evlada düşkünlükten farklı değildi. Çünkü dürüsttü, akıllı ve
vicdan sahibiydi, nazikti, yardımseverdi. Onun bıraktığı boşluğu doldurmak mümkün değil. Oktay gibisi bir daha dünyaya zor gelir. Yattığı yer nur olsun.
75
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
76
Hasan Eskil
KONYA MAARİF KOLEJİ’NDEN
ARKADAŞLARI
HASAN ESKİL
(Vefatının 7. Gününde Yapılan Anma Toplantısındaki Konuşmam)
OKTAY…
1957 yılındaydı, Oktay’la Konya Maarif Koleji’nde buluşmamız. Ben okula bir yıl önce girmiştim. Onun ailesi
Konya’daydı ama o da yatılıydı. Yüz öğrenci yatılı okuyorduk. Yirmi dört saat beraberdik. Birlikte yemek yiyor, birlikte
ders çalışıyor, birlikte uyuyor, birlikte büyüyorduk. Birbirimize derdimizi anlatıyor; derdimizi, sıkıntımızı paylaşıyorduk. O okulda çocukluktan gençliğe geçiş dönemimizi birlikte
yaşadık; arkadaştan öte kardeş gibi olduk. Oktay’ı o günlerden iyiliksever, mert ve haksızlıklara karşı savaşan bir arkadaş olarak hatırlarım.
1963 yılında mezun olup, Konya’dan ayrıldım. Oktay’la yeniden karşılaşmamız 1990’lı yıllarda oldu. Yani araya aşağı yukarı otuz yıllık bir süreç girmişti ama yeniden karşılaştığımızda aradan geçen otuz yılın kardeşlik bağlarımızı hiç de
gevşetmediğini gördük. Benden bir iki ufak ricası oldu, duraksamadan yerine getirdim. Bana derneğe girmemi teklif etti,
yine tereddütsüz kabul ettim. Aradan geçen yılların, okulun
daracık kaldırımında yumruk kadar topun peşinde koşan,
gömleği, kravatı bir yana aymış o çocuk Oktay’a nasıl bir mükemmel kişilik kazandırdığını gördüm ve hayran oldum. Bu
gözlemlerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
77
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
- Yönetim kurulu üyesi olduğumda Oktay Dernek başkanıydı,
sonra Vakfın başkanı oldu. Çalışmalarımızda yaşanan fikir
ayrılıklarını, sabırla ve kimsenin kalbini kırmadan çözüyordu. Vakıf başkanı olduktan sonra da hafta tatili falan demeden, ilçe derneklerinin tüm davetlerine katıldı. Çoğu davette, benim yerime Derneği de o temsil etti. Dürüsttü ve
sevgi dolu bir insandı Oktay.
- İhtiyacı olan her insanın yardımına koşuyordu. Yardım ederken, bir elinin verdiğini öbür eli görmüyor, bilmiyordu. İnsanların gururunun incinmemesi için yaptıklarını açığa vurmuyordu. Öğrenci burslarının temininde, ben dernek başkanıyken, benden önde koşuyordu. Oktay inanılmaz ölçüde
yardım seven bir insandı.
- Kafasına koyduğu işlerin üstesinden gelebilmek için müthiş
bir mücadele azmi vardı. Âdeta tükenmeyen bir enerjiye sahipti. Bu binanın arsasını temin ederken, arsanın imar durumunda yaşanan pürüzleri çözerken, neredeyse yirmi dört
saat Büyükşehir ve Bakırköy Belediyelerinin önünde yatıp
kalktı. Binanın inşaatı başladıktan sonra yaşanan finansman
güçlüklerini aşmak için çalmadık kapı bırakmadı. Gerçek
bir mücadele adamıydı.
- Farklı fikirleri inanılmaz bir sabırla dinler, tartıştırır; sonunda ortaya oybirliğiyle alınan kararlar çıkarırdı. Binanın
arsası alındıktan sonra dernek ve vakıf olarak birlikte toplanmayı, gücümüzü birleştirmeyi teklif etmişti. Bina tamamlanıncaya kadar bu prensibi uyguladık ve zamanla Oktay’ın bu öngörüsünün isabetine tanık olduk. İleriyi gören
bir liderdi o.
- Zorluklardan hiç yılmadı ve hep mücadele etti. Zorluklara
dayanma gücü sonsuzdu. Metin bir adamdı Oktay.
- Çalışmalarında elde ettiği başarıların hiçbirini sahiplenmedi.
Hep paylaşmacı oldu. Emeğinin bir nişanesi olarak, bu binanın bir katına adını vermek istediğimizde, buna nasıl
karşı çıktığını içim titreyerek anımsarım. O gece evimize dönerken hala itiraz ediyordu. Böylesine tevazu sahibi bir insandı Oktay.
78
Hasan Eskil
- Çocuklarına ve ailesine çok düşkündü. O kadar işinin arasında ailesini hiç ihmal etmedi. Sevgili Semiha’ya, Cem’e,
Nazlı’ya ve Merve’ye hiç kıyamazdı. Torun sahibi olduğu
gün dünyanın en mutlu insanıydı. İdeal bir aile babasıydı
Oktay.
- Sevgi doluydu, sevgide birleştiriciydi. Üç kardeşin anneleriyle birlikte oturduğu apartmanın inşaat iznini alırken verdiği mücadeleyi bir keresinde kendisinden dinlemiştim.
Annesinin ve kardeşlerinin, hiçbirimize nasip olmayan, aynı
apartmanda oturmalarını sağlayan insandır. Her sabah işe
giderken ve işten döndüğünde annesinin elini öper ve hayır
duasını alırdı. Örnek bir ağabey, örnek bir evlattı.
- Sadece ailesine değil tüm arkadaşlarına sevgiyle kucak
açardı. Her Çarşamba beni evimden alır, Yeşilköy’deki binaya getirir, akşam evime bırakırdı. Her gün mutlaka telefonla arardı. Sabah çalan telefonlara, “Oktay’dır” diye koşardım. Sevgisi sınırsız bir arkadaştı.
- Beklenmedik bir zamanda bizi terk etti. Bundan sonra “Oktay’dır” diye koşacağım telefonlar olmayacak.
Bana elli yedi sene arkadaşın olma onurunu verdin ya Oktay; sana binlerce teşekkür...
Huzur içinde uyu dostum.
HASAN ESKİL
İstanbul, 25 Mart 2014
MUSTAFA GÖNCÜ
CAN KARDEŞİM OKTAY…
Eylül 1957’de başlayan beraberliğimiz, 18 Mart 2014 günü çok
acı bir ayrılıkla sona erdi! Oktay’ı ebediyen kaybettik… Oktay, hiç ummadığım bir şekilde bu birlikteliğe son noktayı
koydu amma; can kardeşliğimizin sonsuza kadar devam edeceğini biliyordu… İnanıyorum ki şimdi O, Cennet dediğimiz
muhteşem yerde ve erişilmesi herkese nasip olmayacak bir
mertebede bizleri bekliyor… Kısmet olursa bir gün, biz de o
Menzile ulaşabilirsek; Oktay’la geçen 57 yıllık beraberliğimize
kaldığımız yerden devam edebileceğiz!
79
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Oktay’la birlikte geçirdiğimiz yıllar içinde yaşadıklarımızın
hepsini yazmaya kalksam, elinizdeki kitabın sayfaları sadece
bana yetmezdi… Onun için, müşterek anılarımız içindeki değişik yaşlarda, değişik alanlarda ve değişik ortamlardaki ilginç olaylarla bu çok özel kitaba katkıda bulunmaya çalışacağım… Sürç-ü lisan edersem, af ola.
KOLEJ YILLARI
1957 Yılının Eylül ayında, Konya Tren İstasyonu’nun bitişiğindeki taş binada buluştuğumuzda, ikimiz de on bir yaşlarında, küçük birer çocuktuk. 1955 yılında özel bir yasayla Milli
Eğitime kazandırılan altı kolejden biri olan Konya Maarif Koleji’ne 1957’de 30 kişi almışlardı. Biz, yani 57’liler, Konya Maarif Koleji’nin üçüncü dönem öğrencileriydik… Bizi 15’er kişilik iki sınıfa ayırdılar. Ben Hazırlık A’ da, Oktay ise Hazırlık
B’ deydi. Sınıflarımız ayrıydı ama dersler dışındaki tüm saatlerimiz birlikte geçerdi…
İki ders arasındaki 10 dakikalık süreyi bile değerlendirerek
oynadığımız ve kan ter içinde kaldığımız kaldırım futbolunda, Oktay’ın “ciyak ciyak” bağırarak her şeye itiraz etmesi,
hâlâ kulaklarımda yankılanır...
Bir yıl sonra, orta 1’de tek sınıf olarak birleştik. Oktay’la aynı
sırada oturmamakla birlikte, Koleji bitirene kadar aynı sınıfların havasını teneffüs ettik, her şeyini paylaşan kardeşler gibi
olduk... O kadar ki, sınıftaki sıralarımız uzak köşelerde bile
olsa; bazı derslerdeki sınav kâğıtlarımız, noktasına virgülüne
kadar aynı olurdu! Ben matematik ve fen derslerinden hazzetmezdim, dolayısıyla bu derslerde başarılı değildim. Bazı sınavlarda Oktay’dan - sınav esnasında - yardım alırdım…
Mrs. Lambert’in matematik sınavlarında, Oktay önce benim
adıma sınav kâğıtlarını doldurur, hocanın sırtı dönükken elden ele bana ulaştırır, sonra da kendi kâğıdını yazmaya başlardı. Cevapların tamamı doğru olduğunda bir sorun çıkmazdı. Fakat Oktay kazara bir yanlış yaparsa, hoca aynı yanlışları benim kâğıdımda da görünce şaşkınlığını gizleyemezdi! “Oktay önde ikinci sırada otururken son sırada oturan
80
Hasan Eskil
Mustafa’yla nasıl aynı yanlışı yaparlar… Acaba kopya mı çekiyorlar diye düşünüyorum ama bunun imkânsız olduğunu
bildiğimden, işin içinden çıkamıyorum” derdi. Biz de, “Hocam bu sınava dün akşam birlikte çalıştığımız için, doğrularımız da yanlışlarımız da birbirine benzemiş” der, vartayı atlatırdık…
Kolejin ilk dört yılında, son dersten sonra öğrencilere ikindi
kahvaltısı verilir, ilk etüt saati için enerji depolaması yaptırılır;
etütten sonra da hep birlikte akşam yemeği yenilirdi. Kahvaltıdan sonraki tek işimiz futbol oynamaktı. Bir anlamda futbol
için de enerji depolamış oluyor ve daracık kaldırımda, daha
sonraki yıllarda, toprak zeminli mini futbol sahamızda, bağıra
çağıra futbol oynuyorduk. Oktay da bu maçların vazgeçilmezlerindendi ve uzaklardan bile duyulan sesiyle, hep başroldeydi.
Lise bire geçtiğimizde okulun bahçesine bitişik olan DDY arsası kiralanıp, bizim için futbol sahasına dönüştürüldü ve bu
sayede “kaldırım futbolu” sona erdi. Oktay’la olan futbol aşkımız, Kolej’i bitirene kadar bu toprak sahada; karda, yağmurda ve çamurda sürdü gitti…
İkindi kahvaltılarına gelince; Milli Eğitim Bakanlığı’nın, beslenmemiz konusundaki tahsisatı azalınca, kahvaltı lüksümüz
sona erdi ama kahvaltı alışkanlığımız devam etti. Okulun karşısındaki Bakkal Bekir’den yaz başlarında turfanda domates,
biber, salatalık alır; yemekhaneye iner salata yapardık. Öğle
saatlerinde gelen ve kilit altında tutulan taze ekmeklerin saklandığı dolabı -aramızın iyi olduğu- garsonlara açtırır, çıtır ekmekleri alırdık. Sonra da aşçı başının torpiliyle salatamıza
zeytinyağı ve sirke koydurarak, afiyetle yerdik.
Sonbahar ve kış aylarında ise, Bakkal Bekir’den aldığımız ve
yarımşar ekmek içine koydurduğumuz tahin helvası, kaşar
peyniri ve bazen ek olarak zeytin, salatanın yerini alırdı. Bu
alışkanlığımız okul bitene kadar devam etti…
Kolej yıllarından unutamadığım, Oktay’ın da içinde bulunduğu, hiç hoş olmayan iki anımı da burada aktarmak istiyorum: Lise 2’de iken, psikoloji ve fizik derslerinden bütünlemeye kaldım. Oktay, psikoloji öğretmeni Ömer Bey’in bana
81
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
karşı takıntılı olduğunu söyleyerek; fizik sınavına, psikoloji sınavının neticesini aldıktan sonra girebilmem için, diş hekimi
olan babasından rapor almamızı önerdi. Eğer Ömer Bey bütünleme sınavında da bana geçer not vermezse, Fizik öğretmenimiz yedek subay Selim Beyle konuşup, fizik sınavını garantiye alabileceğimizi ve tek dersten borçlu olarak lise üçe
geçebileceğimi söyledi.
Tüm ısrarlarına rağmen, biraz da gurur meselesi yaptığımdan, Oktay’ın bu önerisini kabul etmedim. Maalesef her iki sınavdan da 10 üzerinden 4 aldım. Psikoloji sınavım çok iyi geçmesine karşın geçer not alamadığım için, okul idaresine itiraz
dilekçesi verdim. Hoca bu kez notumu 2’ye düşürdü(!) ve ben
sınıfta kaldım.
Oktay haklı çıkmıştı ve ben sınıf arkadaşlarımdan bir yıl geriye düşmüştüm.
Benim canımı yakan ve dönem arkadaşlarımdan bir yıl geriye
bırakan psikoloji öğretmeni Ömer Bey, benimle yakın arkadaşlığından olsa gerek, ertesi yıl Oktay’a da taktı. Ömer Bey,
lise üçte mantık dersine giriyordu. Bitirme sınavları esnasında, Oktay silgi almak için arkadaki arkadaşına dönünce,
Oktay’ın önündeki sınav kâğıdını kaparak kopya çektiğini
söylemiş ve itirazlarına aldırmadan, Oktay’ı sınıftan kovmuş.
Oktay, şaşkınlık ve üzüntü içinde okul yönetimine gidip durumu anlatmış. Müdür Behzat Bey’le müdür yardımcısı Halil
Bey sınavın yapıldığı salona gelmişler. Bütün sınıf, arkadaşlarına haksızlık yapıldığını ifade edip, hep beraber sınavı terk
edeceklerini söyleyince ve okul idaresi de hocaya baskı yapınca, Oktay tekrar sınava kabul edilmiş.
Fakat hoca, Oktay’ın yazdığı cevapları 4’le değerlendirmiş(!)… Bunun üzerine, Oktay da benim gibi sınav kâğıdı için
itiraz dilekçesi verdi. Kâğıdının yeniden değerlendirilmesi sonucunda, notu 2’ye indirildi. Oktay, bitirme sınavlarındaki
sosyoloji dersinden 10 alarak, iki dersin ortalamasını geçer
düzeye yükseltti ve bu hain adamın yeni bir zulmünden kurtulmuş oldu.
Hikâyenin bundan sonrası daha da ilginç… Yıllar sonra o psikoloji -mantık öğretmeni, diş ağrısından kıvranarak Oktay’ın
82
Hasan Eskil
Kadıköy’deki muayenehanesinden içeri girer. Oktay’ı tanımaz ve dişinin ağrısından sabaha kadar uyuyamadığını söyler. Oktay, hocayı koltuğuna oturtur; anestezi yapmadan, kerpetenle ağrıyan dişi sıkıca kavrar! “Hoş geldin hocam” der,
“Beni tanımadın mı?”
Adını söyler, Konya Koleji’ndeki öğretmenlik yıllarında Oktay’a ve bana yaptıklarını hatırlatır…
O hocanın yanından beni telefonla arayıp intikamımızı aldığını söylerken, yaşadığı mutluluğu ve kıs kıs gülmesini hiç
unutamam…
ÜNİVERSİTE YILLARI
Bir yıl arayla Kolej’den mezun olduktan sonra Oktay’la İstanbul’da buluştuk. O İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi 2. sınıf öğrencisiydi, bense İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi 1. Sınıftaydım. Beyazıt’taki fakülte binalarımız birbirine çok yakın olmasına rağmen, Oktay’la okullarda fazlaca
görüşemiyorduk. Çünkü ben vize mecburiyeti olmayan derslere girmiyor, Cağaloğlu’ndaki matbaamızda, sabahın köründen itibaren fiilen çalışıyordum. Oktay ise, fakülteden çıktıktan sonra koştura koştura Kadıköy’e geçiyor ve babasının Oktay adına açtığı diş deposunda çalışıyordu.
Cumartesi günleri de, iki bavula doldurduğu diş tedavi malzemeleriyle Harem’den otobüse biniyor ve İstanbul çevresindeki il ve ilçelere malzeme satmaya gidiyordu. Oktay’la ancak
Pazar günleri oynanan lig maçlarında görüşebiliyorduk. Kendisi kopkoyu Beşiktaşlı ben ise Fenerli olmamıza rağmen, aynı
tribünlerde maçları izleyerek -hangi takım kazanırsa kazansın- galibiyet sevincini birlikte yaşayarak evlerimizin yolunu
tutuyorduk…
Konu maçlardan açılmışken; yine üniversite yıllarımızda gittiğimiz Kocaelispor-Konyaspor maçıyla ilgili serüvenimizi
anlatmam lazım: Oktay, bir Cuma günü telefonla arayarak,
hafta sonunda Konyaspor’un Kocaelispor’la maçı olacağını ve
hemşerilerimizi deplasmanda yalnız bırakmamamız gerekti-
83
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ğini söyledi… Oktay’ın kopkoyu bir Beşiktaşlı olduğunu belirtmiştim biraz önce. Aynı koyulukta bir Konyaspor taraftarı
olduğunu da tahmin etmek zor olmasa gerek! Bu bağlamda,
Oktay’ın en rahat izlediği maçlar Beşiktaş-Konyaspor maçlarıydı. Hangisi kazanırsa kazansın, sevinen hep Oktay olurdu!
Gelelim Kocaelispor-Konyaspor maçına: Cuma günkü konuşmamızda kararlaştırdığımız üzere; Harem Otobüs Terminalinde buluştuk… Oktay, kardeşi Kutay, kolejden arkadaşımız
Vedat ve ben. Otobüse bindik ve maçın başlama saatinden çok
önce İzmit’e vardık. Biraz şehri dolaşıp, bir şeyler yedik. Maç
esnasında çitleyeceğimiz çekirdeklerimizi aldık ve stada girdik…
O yıllarda seyirciler bugünkü kadar acımasız değildi! Rakip
takımın taraftarları çoğu stadyumda aynı tribünlerde oturur,
birkaç fanatik dışında kavga dövüş bilmezlerdi. Biz de boş
bulduğumuz bir bölümde yerimizi aldık ve maçın başlamasını beklemeye koyulduk… Konyaspor sahaya çıkarken, dördümüz de ayağa kalkıp, alkışlamak gafletinde bulunduk! Yakın çevremizdeki Kocaelispor taraftarları için de istemeden ilk
sinyali vermiş olduk… Maçı ya Konyaspor kazandı ya da berabere bittiydi. Maç esnasında özellikle Oktay’ın engelleyemediğimiz tezahüratı bazı fanatikleri kızdırmış olacak ki maç
dağılırken peşimize düşen bir grup bize küfürler edip, arkamızdan tekmeler savurdu. “Erkekliğin onda dokuzu kaçmak”
düsturuyla, arkamıza bakmadan kaçtık ve yoldan geçen ilk İstanbul otobüsüne birer çuval gibi atladık; paçalarımızı zor
kurtardık!
ŞİŞLİ MACERASI
Hafta sonu akşamlarında; genellikle Cumartesi günleri, İstanbul’daki değişik üniversitelerde okumakta olan Kolejli sınıf
arkadaşları olarak birimizin evinde toplanırdık. Bu toplantılar
ilk yıllarda, daha çok Çelik’in Şişli’deki bekâr evinde olurdu.
Çelik, Fikret, Nadir ve rahmetli Attila Şişli’de oturduklarından, Oktay ve Ben Kadıköy vapuruyla karşıya geçer, otobüs
veya dolmuşla Şişli’ye varırdık. Alel acele yenen bekâr işi atış84
Hasan Eskil
tırmalıklardan sonra oyun masasına oturur ve geç saatlere kadar -talebe işi- poker oynardık! Bu oyunlarda çoğu kez Oktay’la ortak kasa yapar, aynı sandalyeyi paylaşırdık… Bir akşam şansımız yaver gitmedi! Öğür bildiğimiz sınıfdaşlar, cebimizdeki tüm harçlıkları alıp, sadece arabalı vapura binecek
kadar bir parayla, gece yarısı bizi sokağa bıraktılar. Oktay’la
Şişli’den Kabataş’a kadar yürüdük… Hangi saatte olduğunu
hatırlayamadığım arabalıya binip, Üsküdar’a geçtik. Oradan
Kadıköy’e Oktay’la beraber, Kadıköy’den de Göztepe’ye yalnız başına yürümek zorunda kaldım. Baba evine vardığımda
şafak sökmek üzereydi.
KADIKÖY EĞLENCESİ
Şişli-Kadıköy-Göztepe parkurundaki gece yürüyüşü, poker
partilerimizin de sonu oldu!
O geceden sonraki süreçte Şişli’yi “Tehlikeli Bölge” ilan ederek, Oktay’la Kadıköy dışına çıkmama kararı aldık… Zaten o
süreçte Attila da Şaşkınbakkal’a taşınmış ve Fındıkzade’den
Göztepe’ye taşınan Vehbi’yle beraber, iyi bir kare oluşturmuştuk. Bu kez pokerin yerini Maça Kızı ve Ohel almıştı ve bu
oyunlarda para yerine ceza geçiyordu! Maça Kızı’nda sayıları
elinde patlayan, Ohel’de ise tahminde bulunduğu sayıyı yapamayan oyuncuya o anda kararlaştırılan bir ceza veriliyordu…
Bu akşamlardan birinde; Attila, Vehbi ve Ben, Oktay’ın baba
evindeydik. Hane halkı uykuya çekilmiş, biz ise gürültü patırtı etmemeye çalışarak Maça Kızı oynuyorduk. Saatler gece
yarısına yaklaşırken, oyunu kaybeden ben oldum. Hemen cezamı kestiler: Moda’daki Palmiye Pastanesi’ne gidilecek ve
yarım kilo cevizli baklava alınacak…
Gecenin o saatinde, ayazın ortasında ve de benim gibi ekâbir
birine verilen bu ceza, ağırlaştırılmış müebbetten beter bir durum! Kaderime razı olup, yollara düştüm. Ismarlandığı gibi,
cevizli baklavayı alıp Oktaygillerin(!) evine geri döndüm.
Apartmanın kapısını otomatikle açtılar, içeri girdim. Baktım,
85
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
asansör beşinci katta “Meşgul” işareti veriyor! “Çağır” komutuna basıyorum, gelmiyor! Anlamak zor olmadı tabii ki. Oyunun galibi üç ahbap çavuş, verdikleri ceza yetmezmiş gibi,
beni beşinci kata merdivenden çıkartıp, iyice eğlenecekler…
Yukarıda bekleşen vicdansızlara birkaç kez seslendim: “Eğer
asansörü hemen aşağıya göndermezseniz, ben evime gidiyorum… Baklava yerine kesme şeker yersiniz, ben cezamı ödedim.” dedim. Herhalde ciddiye almadılar ki asansör aşağıya
inmedi… Ve ben Göztepe’nin yolunu tuttum. Eve varınca, gecenin ilerleyen saatine bakmaksızın baklava kutusunun başına oturdum, hem kendi payımı hem de üç zalimin payını bir
güzel yedim. (Bu yıl önce Oktay’ı, arkasından Attila’yı yitirdik… Işıklar içinde uyusunlar, her ikisini de rahmetle anıyorum.)
İZMİR SEYAHATİ
Cağaloğlu Yokuşu’ndaki matbaamızı en çok ziyaret eden arkadaşım rahmetli Attila’ydı… Nişantaşı Diş Hekimliği Yüksek Okulu’nda öğrenciydi. Derslerden fırsat buldukça matbaaya gelir, ben de fırsattan yararlanarak çalışmaya ara vererek,
çay-kahve muhabbeti yapardık… Bir gelişinde, aklımıza haince bir plan düştü! Mezuniyetten sonra, İstanbul dışındaki
üniversitelerde okumakta olan Kolejlilerle bir araya gelip hasret giderme olanağı bulamamıştık. Hem bir toplaşma bahanesi yaratmak, hem de “birilerini işletme” iç güdümümüzü
tatmin için kolları sıvadık… “Birileri adına davetiye basıp, birilerini de sanal bir törene davet etmek ne hoş olurdu” diye
düşünmeye başladık!
Kolejdeki 57’lileri tek tek gözden geçirdik. Kim hangi üniversitede? Kimin ciddi boyutlarda kız arkadaşı var? Kim nişan
takıp, evliliğe ilk adımı atabilir? Kim mesleğe daha yakın?
Bu beyin fırtınası fazla uzun sürmedi… Ve kurban bulundu:
Özkan Anıl! Özkan’ın, bizim de yakından tanıdığımız bir kız
arkadaşı vardı, Konya Kız Öğretmen Okulu’nda. Mezun olup
Konya’dan ayrıldıktan sonra da bu beraberliklerinin devam
ettiğini biliyorduk… Dolayısıyla, Özkan ve Aynur için hazırlayacağımız sanal bir nişan töreni kimse için sürpriz olmazdı!
86
Hasan Eskil
Attila’yla hemen davetiyenin metnini yazdık:
Sayın Oktay Özaydın,
Kızımız Aynur ile Oğlumuz Özkan’ın nişan töreninde sizi de aramızda görmekten onur ve mutluluk duyacağız.
Babaoğlu ve Anıl Aileleri
Tarih: …./…./1966,
Yer: İzmir Efes Oteli Balo Salonu.
Mürettip kalıbı hazırladı, makinist de baskıyı yaptı… Davetiyeler postaya hazır hale geldi! İşin en can alıcı yönü, zarfların
üstünü kim yazacaktı? Yatılı olarak yedi yıl beraber olan bir
avuç insan, birbirinin yazısını da uzaktan tanır elbet! İşi riske
atmamak için, zarfların bizim dışımızda birisi tarafından yazılmasını ve postaya da İzmir’den verilmesini sağladık. Özkan İzmir’de Hava Harp Okulu’nda okuyordu ve Aynur Menemen’de öğretmendi.
Ne yazık ki, kendileri için hazırlanan bu görkemli nişan töreninden onların bile haberi yoktu! Basmane Postanesi damgasını yiyen davetiyeler adreslerine ulaştıkça telefonlar çalıyor;
İstanbul ve Ankara Üniversitelerinde okumakta olan 57’liler,
İzmir seyahati için görüşmeler yapıyordu… İstanbul Grubu
olarak, bu seyahatin detaylarını konuşmak üzere, o yıllardaki
adıyla, “Mithat Paşa” Stadında toplandık. Hangi takımlar arasında oynandığını şimdi hatırlayamadığım, (Oktay sağ olsaydı mutlaka hatırlardı!) maç için stada erkenden gittik ve
seyahat planımızı konuştuk. Ben orada, matbaadaki iş yoğunluğunu bahane ederek ve üzülerek, İzmir’e gidemeyeceğimi
belirttim. Benim dışımda, Oktay dâhil herkes, bu seyahate katıldı.
İstanbul Grubu’nun programı belli olduktan sonra Ankara
Grubuyla temas sağlandı ve onların da tümünün İzmir’e gidecekleri öğrenilince, içimizdeki sevinç ve heyecan bir kat
daha arttı! Her iki grup da davullarla zurnalarla ve anlaştıkları üzere, aynı saatlerde İzmir’de buluşmuşlar… Basmahane’deki ucuz otellerden birine gidip, iki üç odaya yerleşmişler… En şık kıyafetlerini giymişler… Nişandaki yüzük takma
87
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
merasiminden sonra Ankara Grubu olarak yapacakları ve Özkan-Aynur için hazırladıkları özel rond gösterisinin provasını
bile yapmışlar… Otelden çıkıp, yürüye yürüye görkemli Efes
Oteli’ne, davetiyede belirtilen saatten çok daha önce varmışlar…
Otel lobisine giren bu genç gruba ilk soru kapıdaki üniformalıdan gelmiş… “Hoş geldiniz beyler, hangi toplantının davetlisisiniz?” Seyahat boyunca Ankara’dan gelen grubun şefliğini yapan Halis, gruplar birleşince, kendiliğinden grup liderliğini de üstlenmiş olacak ki kapı şefinin sorusunu cevaplamış: “Özkan-Aynur Nişan Töreni, balo salonunda…”
Kapı şefi şöyle bir duralamış, yönlendirme panolarında böyle
bir nişanın yazmadığını bildiği halde, kibarlığından olsa gerek, “Bugün böyle bir nişan yok” diyememiş ve bizim grubu
check-in bankosuna göndermiş… Bankodaki görevliler de
lobi girişindeki bu gürültülü genç grubu merak ettiklerinden,
kendilerini beklemekteymişler! Grupların lideri Halis, cebinden davetiyeyi çıkartıp bankodaki yakışıklıya uzatmış ve sormuş: “Kolejden sınıf arkadaşımız Özkan Anıl’ın nişan törenine geldik… Balo salonuna nasıl gideceğiz?”
Bankoda çalışanların tümü, Özkan Anıl adını duyunca dikkat
kesilip, Halis’in bankoya bıraktığı davetiyeye bakmaya koşmuşlar… Davetiye elden ele dolaşmış ve banko şefi bizim
grubu şoka sokacak bir açıklamayı yapmış: “Beyler, bugün
otelimizde bu davetiyede belirtilen isimlerle ilgili bir nişan töreni yok… Ya davetiyedeki adres yanlış ya da birileri sizi işletmiş! Öğleden sonra bu nişan için getirilen çiçekleri ve telgrafları da geri gönderdik… Kusura bakmayın, buyurun lobide
oturup istirahat edin, çay kahve ikram edelim…”
Başta Halis olmak üzere, hepsinin başından aşağı kaynar sular
dökülmüş… Herkes şaşkın gözlerle birbirine bakıp, neler
döndüğünü anlamaya çalışmış! Benim bu işteki ortağım Attila’yı da bir telaş almış! Yüzüne hayret ve öfke maskesini geçirmiş, ancak önleyemediği bir korkuya kapılmış… “İstanbul’da Mustafa’yla hayalimizde canlandırdığımız ve dakikalarca güldüğümüz gibi, her şey tıkır tıkır işliyor ama bakalım
88
Hasan Eskil
bundan sonrasında neler olacak? Mustafa’nın bu operasyondaki başrol oyunculuğu hemen anlaşılsa bile, benim suça iştirakimi tahmin edebilecekler mi? Ya ben de deşifre olursam!
Bu grup bütün intikamını benden çıkarır, maazallah Kasım’ın
ortasında beni denize bile atarlar… Eyvah ki eyvah…” diye
düşünmeden edememiş…
Ankara ve İstanbul takımı hem biraz sakinleşmek ve hem de
ne yapacaklarına karar vermek üzere lobideki koltuklara atmışlar kendilerini… “Önce Özkan’ı arayıp bulmalıyız…” demiş Halis. Arayacaklar ama nasıl? “Özkan kendi nişanına(!)
gelmediğine ve kıyıdan köşeden bizi izleyip kahkahalar atmadığına göre, bu olaydan onun da haberi yok demektir. Bu saatlerde okulundadır. Okulu arayıp bağlantı kurmaya çalışalım… “
Halis, lobideki telefon kabininde bulunan İzmir Telefon Rehberini karıştırıp, Hava Harp Okulu’nun numarasını bulur ve
numaraları çevirir… Karşısına çıkan santral görevlisine, ikinci
sınıf öğrencisi Özkan Anıl’la görüşmek istediğini söyler. “Bir
dakika efendim, komutanıma bağlıyorum…” cevabını takiben bağlanan ve nöbetçi subay olduğunu tahmin ettiği kişiye
kısaca durumu anlatır ve mümkünse Özkan’la görüşmek istediklerini söyler. Nöbetçi subay Özkan’ı yanına çağırtır ve telefonla konuşmasına izin vermeden önce sorgu suale başlar…
“Özkan, bugün Efes Oteli’nde senin nişanın varmış… Ankara’dan ve İstanbul’dan davetli arkadaşların gelmiş. Orada
seni bekliyorlarmış… Harp okulu öğrencilerinin evlenmesi
yasak, bilmiyor musun? Bu nişan işi de nedir? Başın belaya
girebilir! Arkadaşın telefonda, fazla bekletme, biz seninle
sonra konuşuruz…”
Özkan neye uğradığını şaşırarak, telefondaki Halis’in anlattıklarını dinler, renkten renge girer, ne cevap vereceğini bilemez! Kendisinin alet edilerek kolejlilere bir oyun oynandığını
hemen anlar! Telefonu kapatır ve duyduklarını komutanına
anlatır. Komutan da o güne kadar hiçbir yerde karşılaşmadığı
ve kimselerden de bir benzerini duymadığı böyle bir sanal nişan törenine gülmeye başlar… “Madem bu kadar arkadaşın
kalkıp Ankara ve İstanbul’dan senin için gelmişler, sen de git
89
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
onlara katıl, hiç olmazsa gelmişken seni görmüş olsunlar…”
diyerek, Özkan’a bir günlük izin verir. Özkan da alelacele hazırlanıp, yıldırım hızıyla Efes Oteli’ne varır.
Lobideki herkes, bizim grubun hasretle kucaklaşmalarını ve
birbirlerine el ense çekmelerini ilgiyle izler. Grup, Efes’ten çıkar ve Basmane’deki bir meyhanenin üst katını kapatır… Özkan bir koşu giderek, hafta sonlarında Menemen’den İzmir’e
gelen Aynur’u da kaldığı akrabasının evinden alarak meyhaneye getirir. Kadehler Aynur’la Özkan için kaldırılır… Şişeler
boşalır, yeni şişeler gelir…
Bu derin muhabbet sırasında Da Vinci’nin Şifresi de çözülür;
herkesin ortak kararıyla, zihinlerdeki soru işaretinin cevabı
kesinleşir: Mustafa Göncü! Rahmetli Attila ise hafifletici nedenlerden dolayı affedilir… Hatta muhabbetin tavana vurduğu bir vakit, sayemde hep beraber işletilmiş olsalar da
böyle bir beraberliğe vesile olduğum için, gıyabımda bana teşekkür bile ederler! Gecenin ilerlemiş bir saatinde -meyhaneci
de kepenklerini indirince- koyu muhabbet Basmane’deki otelin odalarına nakledilir ve sabaha kadar devam eder… Günün
ilk ışıklarıyla beraber vedalaşma faslı başlar… Grubun yarısı
Ankara otobüsüne, yarısı da İstanbul otobüsüne binerek; hem
İzmir’e hem de Özkan’a veda edilir… Rivayet odur ki, bazı
arkadaşlar denizi bile göremeden İzmir’den ayrılır!
Ben, şifrenin kolayca çözüleceğini ve ondan sonra başıma gelecekleri tahmin ettiğimden(!) İstanbul’da kaldım ama aklım
hep İzmir’deydi. Telefonla haberleşme imkânımız da olmadığından (Cep telefonu mu? O da ne?) merak içindeydim! Ne
yaptılar? Özkan’la nasıl buluştular? İşletildiklerini ilk kim anladı? İlk tepkiler nasıldı? Sonunda fail bulundu mu? Bütün bu
sorularımın cevabını, İstanbul Grubu’nun dönüşünde öğrenebildim. İzmir’den hangi günde döneceklerini biliyordum ama
kaç otobüsüyle geleceklerini bilmiyordum. Meraktan çatlayacaktım… Dayanamadım ve Oktay’ların muayenehanesini
aradım. Telefona rahmetli Mustafa Bey Amca çıktı. Kendisine
Oktay’ın İzmir’den dönüp dönmediğini sordum… Hiddetli
bir ses tonuyla, “Döndü… Merak etme, döndü… Benim oğlum gibi akılsızlar oldukça, sen daha çok eğlenirsin…” dedi
90
Hasan Eskil
ve telefonu yüzüme kapattı! Meğer doğrucu Davut eve dönünce, olanı biteni bir güzel anlatmış aile fertlerine. O günden
sonra, ne zaman muayenehaneye veya diş deposuna gittiysem, her seferinde Mustafa Bey Amca Oktay’a döner ve “Ben
sana demedim mi bu Karamanlının ipiyle kuyuya inme” diyerek, sanal nişan seyahatini hatırlatır ve hep beraber gülmemize yol açardı…
ÜNİVERSİTE YILLARINDAN SON BİR ANI
Altmışlı yıllarda hayat İstanbul’da da ucuzdu. Öğrenci harçlıklarımızla, arada bir meyhane muhabbeti yapar, yer içerdik.
Bu toplaşmaların bazısı daha önceden programlandığından,
her zamankinden daha kalabalık olurdu. Bir seferinde Yenikapı-Bakırköy sahilindeki bir balıkçıya gittik. Bu kez sadece
57’liler değil, 58’liler de vardı aramızda. Hatırladığım kadarıyla; Oktay, Kutay ve Ben Kadıköy’den; Yılmaz, Nadir, Vedat, Abdi, İsmet ve rahmetli Refik de lokantaya yakın semtlerden gelmişlerdi. Herhalde çoğunluğun oturduğu semtlere
yakın olduğu için öyle bir mekân seçilmişti. Yemeğin ilerleyen
saatlerinde Oktay rahatsızlandı! Ne olduğunu anlayamadık!
Galiba biraz hızlı yiyip içmişti… Yüzü bembeyaz oldu ve kendinden geçti. Neyse ki hastaneler bölgesindeydik ve grubumuzda hem tıp, hem de eczacılık fakültesi öğrencileri vardı!
Bir doktor adayı ile iki eczacı adayı Oktay’ı derdest edip taksiye attılar ve en yakınımızdaki Cerrahpaşa Hastanesi Acil Bölümüne götürdüler… Birkaç saat içinde de geri dönüp masaya
oturdular! Anlatılan şu: Acildeki nöbetçi doktorlardan biri
Oktay’la ilgilenmiş, hastayı getirenlerden sorup soruşturduktan sonra Oktay’ın midesini yıkamaya karar vermiş! Operasyon tamamlanıp Oktay kendine gelince, doktor diğer üç arkadaşımızı da yanına çağırıp kimin nerede okumakta olduğunu
sormuş? Önce Nadir, gururla “İstanbul Tıp” demiş. Sonra Yılmaz’la Refik, “İstanbul Eczacılık” demişler. Doktor en son Oktay’a sormuş? Oktay da “İstanbul Diş Hekimliği” deyince,
doktor kendini tutamamış ve “Tuuuu size!” diye sitemde bulunarak utandırmış bizimkileri!
91
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ÜNİVERSİTE SONRASI
Oktay, İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi’nden dört yılda mezun oldu. Muayenehanesi hazırdı; hemen beyaz önlüğü giyip,
hasta kabulüne başladı.
Askerlik hizmetini yapabilmek için fazla beklemedi. Sıhhiyenin dört aylık okul dönemi İzmir’deydi. Güzel bir tesadüf
eseri, aynı dönemde asker oldukları için, kolejden sınıf arkadaşımız rahmetli Attila’yla İzmir’deki Sıhhiye Okulu’nda bir
araya geldiler. Kıta hizmeti için çektiği kurada, torbadan Artvin çıktı! Oktay Artvin’de - kendi anlatımıyla- çok keyifli bir
askerlik yaptı. Artvin’in soğuğuna karına aldırmadan, Mehmetçiklerin ve subayların diş tedavilerini yaparak 14 ayı tamamladı ve Kadıköy’e döndü. İşte o günden itibaren Oktay’ın
muayenehanesi bizim Kolejlilerin buluşma noktası, Oktay da
Kolejlilerin muhtarı oldu! Dişleriyle sorunu olsun olmasın,
yolu Kadıköy’e düşen veya Kadıköy’den geçen herkes mutlaka Oktay’a uğrar, çay kahve muhabbetiyle okul veya askerlik anıları tazelenirdi… İlerleyen sayfalardaki “Sosyal Faaliyetler” bölümünde kuruluş detaylarını anlatacağım “Konya
Maarif Koleji Mezunları Derneği”nin temeli de bu muhabbetlerden birinde atıldı. Derneğin tüm toplantıları, bu muayenehanede yapıldı… İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Bölümü sorumlusu, kolejden sınıf arkadaşımız elindeki telsizle muayenehanenin penceresinden- bitişikteki postane binasının
kapısında gerçekleştirilen operasyonu yönetti! Sözün kısası;
bina yıkılıp inşaat başlayana kadar bu muayenehane; Oktay’ın hastaneye yatışına kadar da Altıyol’daki yeni muayenehane, hepimizin çat kapı gidip; dertlerimizi, sıkıntılarımızı
paylaştığımız, Oktay’ın pozitif enerjisinden yararlandığımız
kutsal bir mekândı…
Oktay’ın hem işinin hem de evinin Kadıköy’de olması, İstanbul Metropolünde çok büyük bir lükstü. Hepimiz evle iş arasında kilometrelerce ve saatlerce yol alırken, Oktay evden işe,
işten eve yürüyerek gidip geldi… Bu sayede hep zinde kaldı.
Öte yandan, Kadıköy’de oturmasının bazı dezavantajları da
yok değildi elbet! Kadıköy’de yapılması gereken pek çok işimizin angaryasını Oktay üstlenir ve bizleri çok mahcup
92
Hasan Eskil
ederdi! Öyle ki benim nikâh tarihimi bile Oktay aldı. Olay
şöyle gelişti:
Sabiha’yla evlenmeye karar verdik. 30 Nisan 1972’de nişan
taktık. Evimizi kiraladık, dayadık döşedik, yerleşmeye hazır
hale getirdik. Kadıköy Evlendirme memurluğundan nikâh tarihi almaya gittiğimizde büyük bir sürprizle karşılaştık!
Görevli memur, takvimlerinin çok yoğun olduğunu ve nikâhımızın ancak Sonbahar aylarında kıyılabileceğini söyledi! Hâlbuki biz yazdan önce evlenip, balayımızı Antalya’da geçirmek istiyorduk… Sabiha’yla beraber, nikâh dairesinin 100
metre uzağındaki Oktay’ın muayenehanesine gittik. Durumu
anlattık… Oktay da çok şaşırdı ve bir öneri getirdi: “Yıldırım
nikâhı yapalım, ben bu işi hallederim.” dedi.
Telefonu aldı ve birini aradı. Yıldırım nikâh kararı alabilmek
için ne gerektiğini sordu. “Tamam” dedi, telefonu kapattı.
Daha sonra benim de yakından tanıyıp dost olacağım hâkim
arkadaşının istediği belgeleri hazırlayıp, dava dilekçemizle
beraber Kadıköy Adliyesine gittik… Sonrasını da Oktay’la Sabiha halletmiş! Çünkü benim acilen Cağaloğlu’na gitmem gerektiğinden, mahkeme kararının yazılmasını bekleyemedim.
Sabiha kararı almış ve Oktay’la beraber Kadıköy Evlendirme
Dairesine gitmiş. Karar yazısını ve diğer belgeleri görevli memura vermiş. Memur, aldığı belgelerdeki bilgileri önündeki
deftere yazmaya başlamış. Yazım işi bitince, defterdeki yerlerine fotoğraflarımızı da yapıştırmış. Bir matbu kâğıda da, 16
Haziran 1972, saat 13.30 yazıp Oktay’a uzatmış ve evrak teslim pusulasında Mustafa Göncü yazan bölümü imzalamasını
istemiş.
Bunun üzerine Oktay, “Mustafa Göncü benim arkadaşım, ben
onun yerine imzalasam olur mu?” diye sorunca kıyamet kopmuş…
Neyse ki işi fazla uzatmamışlar ve Sabiha’nın imzasıyla bizim
işlem tamamlanmış! Böylece, Oktay’ımız bir angaryamızı
daha çekmiş ve onun sayesinde 1972 yazının ilk ayında Sabiha’yla evlenmiştik… Angaryamız burada bitse yine iyi! Balayı seyahati de bir başka maceraya yol açtı! Biz Antalya’yı
93
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
düşünürken, bir akrabamın ısrarıyla fikrimiz değişti ve Antalya yerine Tekirdağ Kumbağ tesislerine rezervasyon yaptırdım…
Kolejden sınıf arkadaşımız, kankamız Fikret (altında Murat
124 olan tek arkadaşımızdı İstanbul’da!) bizi Kumbağ’a kendisinin götüreceğini söyledi. Yanımızda Oktay da vardı. “Ben
de gelirim ve muavinlik yaparım” demez mi! “Yahu arkadaşlar, sağ olun var olun ama bizim için bu eziyeti çekmeyin” dediysem de ikna edemedim sevgili kankalarımı… Ve nikâhtan
sonraki geç bir saatte; Fikret direksiyonda, Oktay onun yanındaki koltukta; biz de Sabiha’yla otomobilin arkasında, Tekirdağ yolunu tuttuk… Yol boyunca Oktay’ın kolonya ikramını
hiç unutamam!
Bizden bir yıl sonra Oktay Semiha’yla evlendi. İstanbul’dan
Fikret, Çelik ve ben; Ankara’dan da Hayrettin, İlker, Necati ve
Yaşar, Oktay’ın Meram Gazinosu’nda yapılan Nişan töreni
vesileyle Konya’da buluştuk. Göbek attık, oynadık. Aynı yıl
içinde, İstanbul Fenerbahçe Sosyal Tesisleri’ndeki düğünle
Oktay’ı everdik!
Önce Oktayların ilk çocuğu olan Cem, sonra da bizim büyük
oğlumuz Selim dünyaya geldi… Oktaylar Kadıköy’de, biz de
Suadiye’de oturuyorduk. Sabiha’nın doğumu yaklaşırken,
“Kısmet olursa seni kendi arabamızla, Murat 124’le hastaneye
götüreceğim,” diyordum… Sabiha da pek inanmadığı halde
“İnşallah” diye başını sallıyordu! Tofaş Bayisi, oturduğumuz
evin yanı başındaydı.
Bir sabah işe giderken uğradım ve satış koşullarını öğrendim:
Üçte biri peşin, kalanı da aylık taksitler halinde, iki yıl içinde
ödenecekti.
Satış sözleşmesinin ve tanzim edilecek senetlerin benden
başka, itibarlı bir kefilin de imzalamasını istiyorlardı. Tabi ki
aklıma gelen ilk isim Oktay’dı. Kadıköy-Karaköy vapuruna
binmeden önce Oktay’a uğradım. Olanı anlattım ve “Senetleri
kefil olarak imzalar mısın?” diye sordum...
“Bu da sorulur mu? Sen git hazırlıklarını tamamla ve ne zaman isterlerse bana telefon et, hemen atlar gelirim Suadiye’ye” dedi ve iki gün sonra, sorgusuz sualsiz, 60.000 Lira
94
Hasan Eskil
tutarındaki senetlerin altına attı imzasını… Satın aldığım 1976
model Murat 124, bayinin vitrininde dönen bir platform üstünde teşhir ediliyordu. Satış işlemleri tamamlanmasına rağmen, plaka ve ruhsat alma sürecinde de bizim Murat dönmeye devam ediyordu…
Satış işlemlerinin tamamlandığı günün akşamı, her akşam
yaptığımız gibi, Sabiha’yla Bağdat Caddesi’nde hamile yürüyüşü yaparken, önünden geçtiğimiz Tofaş Bayisi’nin vitrininde dönmekte olan otomobili gösterip, “İşte Sabişim, camın
arkasındaki bu Murat bugün bizim oldu” dedim ve Oktay’dan aldığım desteği anlattım…
Oktay’ın sayesinde verdiğim sözü tutmanın mutluluğuyla,
Sabiha’yı ilk doğumunda hastaneye ben taşıdım… Bu kefalet
meselesini ben eşime ve yeri geldiğinde çok yakınlarıma anlattım; eminim ki, Oktay Semiha’ya bile duyurmamıştır…
Dün Fikret aradı, üç gündür hasta yattığımı biliyordu. Kendimi biraz iyi hissedince Oktay’la ilgili anılarımı yazmaya devam ettiğimi söyledim. “Hasan bizim yazıları bekliyormuş,
kitap baskıya girmek üzereymiş, sen gönderdin mi?” diye sordum… “Yahu yazacak o kadar çok şey var ki nereden başlayacağımı kestiremiyorum. Bu anıların içinde hiç unutamayacağım bir tanesini sana anlatayım, sen benim yerime yaz ve
kendi anılarının içine yerleştir…” dedi.
Benim yukarıda anlattığım kefalet hadisesiyle bire bir örtüştüğünden, Fikret’in anlattığını da bu bölümde değerlendirmeyi uygun buldum ve aynen naklediyorum:
Sevgili Fikret’in evliliği maalesef uzun ömürlü olmadı. İki çocukları olmasına rağmen, Canan’la anlaştılar ve Fikret, paylaştıkları evden dostça ayrıldı. O dönemde Fikret’in işleri de
iyi gitmiyordu… Bu yüzden, yeni bir ev bulmak, dayayıp döşemek ve yeni bir düzen tutmak maddi bakımdan Fikret’i zorluyordu. Evi buldu. Mobilyalar için dolaşmaya başladı. Kelebek Mobilya Mağazası’nda tam da istediği modelleri gördü.
Peşin parayla alırsa zorlanırdı. Pazarlık etti, az peşinat ve
uzun vadeyle el sıkıştı. Ancak, taksitler için tanzim edilecek
senetlere kefil isteniyordu… Aklına gelen ilk isim Oktay oldu.
“Tamam” dedi ve ertesi gün Oktay’ın muayenehanesine gitti!
95
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Durumu anlattı ve sordu. “Bana kefil olur musun?” Oktay’ın
cevabı netti: “Haydi kalk, bahsettiğin mağazaya gidelim de
mobilyalarını alalım…”
Benimkinin tıpkısının aynısı(!) olan bu olayı sizlerden önce ilk
ben öğrendim ve bir kez daha gözlerim doldu… Hangi satırları yazarken dolmuyor ki?
Oktay ve Fikret adı yan yana gelince, aşağıda okuyacağınız
bir başka anımızı nakletmeden geçemeyeceğim. Umarım Fikret kızmaz bu olayın tekrar gündeme getirilmesine!
Oktay’ın askerlik yaptığı Artvin’deki birliğin subay gazinosunu işleten arkadaşıyla sonradan ben de tanıştım. Maliye Bakanlığı’nda Gelirler Kontrolörü olarak çalışan bu arkadaşı da,
bizim gibi, muayenehanenin müdavimlerindendi… Onunla
da sık sık bir araya gelir, sohbet ederdik. Bu arkadaşın anlattığı teftiş hikâyelerinden esinlenerek(!), Fikret’e küçük bir
şaka yapmak istedik… Fikret özel sektördeki bir şirkette, pazarlamadan sorumlu kimya mühendisi olarak çalışıyordu. İşi
öğrenip piyasayı tanıdıktan sonra, ek gelir sağlamak amacıyla
bir şirket kurdu. Kolejli kankalar olarak hiçbirimizin gizlisi
saklısı yoktu. Birbirimizin ne yiyip ne içtiğine kadar, her bilgi
anında paylaşılırdı. Dolayısıyla, Fikret’in bu hür teşebbüsü de
bizim için sır değildi... Oktay’la beraber, gelirler kontrolörü
olan arkadaşını, planladığımız küçük(!) şakaya katkı sağlaması için ikna ettik. Planımız şuydu:
İstanbul Gelirler Müdürlüğünün resmi yazışma kâğıdına bir
davet mektubu yazılacak ve Fikret’in kurduğu şirketin incelemeye alındığı duyurulacaktı!
Şirket sahibinin …./…./…. tarihinde, saat 10.00’da, tüm ticari
defter ve belgelerini de yanında getirerek, Gelirler Kontrolörü
………………….. ile görüşmesi istenecekti. Bu kişinin adı, Oktay’ın askerlik arkadaşı olamazdı. Çünkü Fikret de o arkadaşla tanışmış ve çoğu kez muayenehanedeki sohbetlerde birlikte olmuştu. Bu olayda dikkat edeceğimiz en önemli husus,
Fikret’i görüşmeye çağıracak olan gelirler kontrolörü de bu
şakaya katkı sağlayacak kadar, Oktay’ın arkadaşının çok yakın arkadaşı olmalıydı! O arkadaş da bulundu ve plan işle96
Hasan Eskil
meye başladı… Resmi damgalı sarı zarf Fikret’e ulaştıktan birkaç dakika sonra Oktay’ın telefonu çaldı. Arayan Fikret’ti ve
kendisine gelen yazıyı heyecanla Oktay’a okudu ve sordu:
Acaba asker arkadaşıyla konuşup, yazıda kendisinin görüşmesini istedikleri kişiyi tanıyıp tanımadığını öğrenebilir
miydi? Bu hususta bir şeyler yapabilir miydi?
Oktay, her zamanki sakin duruşu ve konuşmasıyla Fikret’i sakinleştirdi ve akşam arkadaşıyla görüşüp konuyu aktaracağını söyledi. Fikret o gece hiç uyumadan sabahı etti… Oktay’ın kendisini aramasını bekleyemedi ve erken saatlerde
muayenehaneyi aradı. Hâlâ panik içindeydi! Oktay’dan aldığı
cevapla rahatladı ve “Tamam, bu akşam Todori’de buluşalım,
Mustafa’ya da haber verelim o da gelsin, bu bahaneyle beraber yemek yer, sohbet ederiz” dedi… Planımızın ilk safhası
beklediğimiz gibi gelişti, yani Fikret’ten ilk ziyafeti koparmıştık!
Yemek esnasında konu detaylarıyla kontrolör arkadaşımıza
anlatıldı ve Fikret’e yardımcı olunması istendi. “Tamam, ben
yarın ……… ile görüşür, Fikret’in arkadaşım olduğunu söyler
ve gereğini yapmasını rica ederim” diyerek Fikret’i sakinleştirdi. Ondan sonraki saatlerde garsonlar bizim masaya servis
yapmaktan yoruldular!
O gece Fikret rahat bir uyku çekti… Bir kaç gün sonra, Fikret’in heyecanla beklediği cevap Oktay’dan geldi: “Dün akşam iş çıkışı arkadaşım geldi… Seni davet eden meslektaşıyla
görüşmüş. Kendisiyle nasıl konuşup hangi bilgileri vereceğin
hususunu sana detaylarıyla anlatacak. Yarın akşam müsaitmiş, Todori’de buluşalım mı?”
“Tamam” dedi Fikret… “Saat yedide orada olacağım, sen
Mustafa’yı da ara.” Anlayacağınız üzere, o akşam da yenildi
içildi ve tüm ısrarlarımıza rağmen(!) Fikret bize hesap ödetmedi. Planımızdaki ikinci ziyafetten de şen şakrak ayrıldık ve
evlerimize dağıldık…
Fikret, Gelirler Müdürlüğü’nden gelen yazıdaki randevu gününün sabahı, yanına istenilen tüm defter ve belgeleri de alarak, belirtilen adrese gitti ve kendisini merakla(!) bekleyen
yetkiliyle görüştü… Defterler ve dosyalar bomboştu, çünkü
97
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
şirket kurulalı henüz altı ay bile olmamıştı ve hiçbir faaliyeti
yoktu! Yetkili arkadaş önce Fikret’le sohbet edip heyecanını
bastırmasına yardımcı oldu, sonra da ticari defter ve belgelere
bir göz attıktan sonra, “Teşekkür ederim Fikret Bey, her şey
yasal ve güncel, raporumu olumlu olarak yazıp amirime vereceğim…” deyince, Fikret de kendisine teşekkür etti ve Oktay ile asker arkadaşına hayır duaları gönderdi… Fikret işine
döner dönmez Oktay’ı arayıp olanları anlattı ve kontrolör arkadaşına teşekkür etmek amacıyla o hafta sonu hepimizi ünlü
bir balık lokantasına davet etti…
Hep beraber Fikret’in kurtuluşunu(!) kutladık. Planımızın son
bölümü de beklediğimiz gibi cereyan etti ve herkes mutlu bir
şekilde evinin yolunu tuttu… Ancak, planda olmayan başka
bir finali, balıkçıdaki daveti takip eden hafta içinde Fikret’ten
öğrendik: Mükellefi olduğu vergi dairesine hitaben bir dilekçe
yazarak, şirketini kapattığını ve ticari faaliyetine son verdiğini
bildirmiş…
Oktay ve ben, bu kötü şakayı yaptığımıza bin kere pişman olduk… Utancımızdan, bunun bir işletme operasyonu olduğunu Fikret’e söyleyemedik! Aradan yıllar geçti… Fikret yeni
şirketler kurdu. Hem ithalat-ihracat yaptı, hem de imalat sanayisinde başarılı bir iş adamı oldu. Bir sohbetimiz sırasında,
Oktay’la beraber kendisine yaptığımız bu kötü şakayı anlattık
ama inandıramadık ya da inanmak istemedi!
98
Hasan Eskil
SOSYAL FAALİYETLER
DERNEKLER VE SİYASİ PARTİLER…
Kardeşleri Kutay ve Gülay, yazılarında Oktay’ın çocukluğunda cıva gibi yerinde duramadığını ve sürekli olarak kendine türlü çeşitli oyunlar, koşturmacalar yarattığını vurguluyorlar… Peki, büyüyünce Oktay değişti mi? Kesinlikle hayır!
Çocukluğunda başka, gençliğinde başka, ev ve iş yaşamında
başka olsa da hayatı boyunca, kendini eğlendiren hobiler ve
faaliyetler buldu, bu koşturmacalardan keyif aldı…
Önceki sayfalarda bahsettiğim muayenehane sohbetlerimiz
esnasında, Konya Maarif Koleji’nden mezun olanları bir çatı
altında toplama fikri gelişti. Yatılı olarak yedi yıl aynı
mekânları paylaşan ve iyi günleriyle, kötü günleriyle o süreci
geride bırakarak, yurdumuzun değişik yörelerinde hatta yurt
dışında iş hayatına atılan 57’lilerin tekrar bir araya gelmelerini
tesadüflere bırakmamalıydık! Öncelikle kendi sınıfımızdaki,
daha sonra da bizden önceki iki sınıf ve bizden sonraki sınıflar
olmak üzere, mezunlar arasında yaygın bir iletişim kurarak,
örgütlenmeyi nasıl yapabilirdik? Aklımıza ilk gelen, dernek
çatısı oldu. Dernekler Yasasını inceledik. Asgari şartları tespit
ettik. 1972’de yürürlükte olan Yasanın aradığı beş kişilik kurucu üye listemizi belirlemek fazla zamanımızı almadı! İşte
onlar: Oktay Özaydın, Mustafa Göncü, Fikret Yüksel, Çelik
Ergene ve Soner Görker. Dernekler Masası’ndan aldığımız tip
tüzük üstünde birkaç gün çalıştık ve derneğin amacını, üyelik
şartlarını ve istenen diğer hususları tespit ve temin ettik. Bütün belgeleri kuruluş dilekçesine ekleyerek, Dernekler Masası
Amirliği’ne teslim ettik. Kuruluşumuzun onanmasını takiben,
99
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
tüzüğümüzü gazetede ilan ettirerek, tescilini de sağladık. Derneğimiz resmen kurulmuştu. Adı, KONYA MAARİF KOLEJİ
MEZUNLAR DERNEĞİ; merkez adresi ise tahmin edeceğiniz
gibi, muayenehane olmuştu. Hemen başlıklı yazışma kâğıdı,
üye kimlik kartı, aidat ve bağış tahsil makbuzu ile benzeri kırtasiyeyi bastırdık. Üye yakalarına takılacak mineli rozet, masa
üstü küçük ve duvara asılacak büyük boy flamalar yaptırdık.
Oktay’la kolları sıvadık ve kendimize bir iş planı ve programı
yaptık. İlk önce İstanbul’da ikamet eden kolejlilere ulaşmaya
çalıştık. Adres ve varsa telefon numaralarını tespit ettik. İstanbul’da yaşayan ve hepsi iş hayatına atılan 55 -56-57 ve 58’lilere
ulaşmak kolay oldu fakat çoğu üniversite öğrencisi olan 59 ve
sonrası girişlileri bulabilmek için yoğun çaba harcamamız gerekti…
Yemekli bir toplantı düzenledik ve derneğin kuruluşunu bilen beş altı kişinin dışındakilere derneğimizi ve amaçlarını anlattık. Toplantıya katılanların hepsini üye kaydettik. Toplantı
yemekli olduğundan katılım paralıydı ve üniversite öğrencilerinin katılımını artırmak için, onlardan yemek parası almadık, hatta giriş aidatlarını da biz ödedik…
Sıra İstanbul dışında yaşayan Kolejlilere geldi! İş durumumuza uygun, bir haftalık seyahat programı yaptık ve bavullarımızı hazırladık…
Ankara’da yaşayan ve hemen ulaşabildiğimiz kolejlilere tarih
bildirdik. Ankara’ya gelip derneğimizi anlatacağımızı, dolayısıyla, belirttiğimiz tarihte, yemekli veya yemeksiz bir toplantı mekânı bulmalarını ve iletişim kurabilecekleri tüm kolejlilere çağrıda bulunmalarını rica ettik. Seyahatimiz, bir Pazar
akşamı Haydarpaşa’dan başladı. Önce Ankara, sonra Konya
ve Akşehir… Ankara’daki arkadaşlarımız da derneğe yakın
ilgi gösterdiler. Çantamızda götürdüğümüz rozetleri yakalarına takarak, hepsini üye yaptık. Konya’da ikamet eden ve iş
hayatına atılmış mezunlarımızı toplamak zor olmadı… Etli
ekmek, fırın kebap ve ayran eşliğinde, Konyalıları da üye yaparak rozetlerini taktık. Konya’daki ikinci hedef kitlemiz, Kolejin lise düzeyindeki öğrencileriydi. Okula gittik. Müdür,
yardımcıları ve öğretmenlerle görüştük… Derneği anlattık.
100
Hasan Eskil
Çok yakından ilgilendiler. Lise bölümündeki tüm sınıfların
derslerine girdik. Okul müdürü Oktay’la beni öğrencilere takdim etti ve bize konuşma fırsatı tanıdı. Derneğimizi ve amaçlarımızı anlattık. Özellikle son sınıf öğrencilerinin, mezuniyetten hemen sonra bizimle iletişim kurmalarını rica ettik. Çok
heyecanlandılar…
Bizim ziyaretimizden üç yıl sonra (1975’te) okulumuzun adı
değişti, “Konya Anadolu Lisesi” oldu! 1987’de de, “Konya
Meram Anadolu Lisesi” adıyla, ikinci kez değişikliğe uğradı… Adının iki kez değiştirilmiş olması bile, bizim okuldan
mezun olan gençlerdeki “Konya Koleji” adına olan aidiyet
duygusu devam etti…
Konya’dan sonraki durağımız, Akşehir’di.
Sembolü olan Nasrettin Hoca’yı bugünlerde İzmir’in Karabağlar Belediyesi’ne kaptırıp(!), Hocanın maya çaldığı koskoca gölü de yanlış sulama politikasına kurban ettiyse de
meşhur Napolyon kirazıyla hala kendinden söz ettiriyor…
Akşehir’de yaşayan Kolejli arkadaşlarımız vardı o yıllarda.
Hem sevdiğimiz, hem de en zenginimiz! Onları kendi işyerlerinde ziyaret ettik. Önce 55’li büyüğümüz, uluslararası taşımacılık yapmakta olan İzzet Baysal’a gittik. Hal hatır sorduktan sonra sadede geldik ve derneğimizi anlattık. İzzet çok heyecanlandı ve Oktay’la beni kutladı. Kendisini oracıkta üye
kaydettik ve rozetini taktık. Giriş aidatını sordu. Öğrencilere
yük olmaması için mümkün olduğunca küçük bir meblağ saptadığımızı fakat isteyen üyelerin aidatın yanı sıra bağışta da
bulunabileceklerini söyledik. Elini cebine attı ve çıkardığı tomardan 500 Lira ayırarak bize uzattı. Biz de şaşkınlık içinde
makbuzunu yazdık ve teşekkür ederek oradan ayrılıp, Ali
İleri’nin (Oktay’dan sonra, geçen yıl onu da kaybettik… rahmetle anıyorum…) iş yerine gittik.
Ali bizim sınıf arkadaşımızdı. Onunla karşılaşmamız daha
farklı oldu tabi ki. Kendisi, İngiliz menşeli traktör ve zirai makinelerin bayisiydi. Çok coşkulu bir şekilde karşıladı bizi. Ziyaretimiz öğle saatlerine denk geldiği için, Akşehir Gölü’nün
lezzetiyle ünlü Turna balığı ikram etti. (Hayatımda yediğim
101
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
en lezzetli balıklardandı… Oktay da, Akşehir’den söz açıldığında, o günkü balık ziyafetinin lezzetini unutamadığını söylerdi.) Yemekten sonra Ali’nin iş yerine döndük ve derneği
anlattık… Daha önce İzzet’e gittiğimizi ve hemen üye olduğunu, giriş aidatından başka bir de bağışta bulunduğunu söyledik… “İzzet kaç para verdi?” diye sordu. Oktay, “500 Lira”
deyince, “Yazın bana da 1.000 Liralık bir makbuz” diyerek yanındaki kasayı açtı ve o tarihlerde derneğe yapılan en büyük
bağışı, bir deste banknot olarak bize teslim etti…
Ali’den sonra Refik Çetinel’in eczanesine (Allah rahmet eylesin, 2013 yazında da Onu kaybettik…) oradan da Oktay’ın
meslektaşı İsmet Çelebi’nin muayenehanesine giderek, her
ikisinin de rozetlerini taktık… Ve akşamüstü Konya’ya döndük. Ertesi sabah Konya-İstanbul motorlu trenine binerek, başarılı geçen bir seyahatin mutluluğuyla Haydarpaşa’ya geldik…
Bu seyahatimiz ve çalışmalarımız, mezunlar arasında çok heyecan yarattı… İstanbul ve Ankara Grupları olarak daha sık
görüşmeye başladık. Hem yaşadığımız kentlerde hem de
kentler arasında yemekli, eğlenceli toplantılar düzenledik…
Bunlardan ikisinde, Oktay’la şahidi olduğumuz iki ilginç
olayı anlatmak istiyorum:
Taksim’deki The Marmara Oteli’nde (o yıllardaki adı Intercontinental idi), eşli ve yemekli bir toplantı yaptık. Yemek öncesindeki kokteyl esnasında, gelenler küçük gruplar halinde
sohbet ediyor; o güne kadar kendilerini tanıma fırsatı bulamadığımız gençler de kendilerini tanıtıp, sohbete katılıyorlardı…
Bir ara, içki servisinin yapıldığı masadan sıkça kadehini yenileyen ve istasyon masaların üstündeki çerezlerden avuçlayıp,
salonda tek başına dolaşan biri dikkatimi çekti! Kendisini tanımıyordum.
Hemen Oktay’ın yanına gittim ve çaktırmadan bu kişiye bakmasını istedim, tanıyıp tanımadığını sordum! O da tanımıyordu. Görünüşüne bakılırsa, bizim jenerasyona yakın bir
yaşta olmalıydı ve Kolejli değildi! Belki kolejlilerden birinin
davetlisi olarak gelip, arkadaşını bekliyor olabilirdi… Kendisine bir merhaba deyip tanışmak için, Oktay ve ben bu kişiye
102
Hasan Eskil
doğru yürümeye başladık. Adam bizim onu fark ettiğimizi
anladı ve aceleyle elindeki kadehten son yudumu alıp, bardağını masaya koydu ve salonun çıkışına yöneldi. Önüne geçtik
ve durdurduk. “Merhaba, hangi dönemdensiniz? Sizi tanımıyoruz…” dedik. Davetsiz misafir olduğunu anladığımız bu
bey pişkinlikle, “Salonun önünden geçerken kalabalık dikkatimi çekti. Ne toplantısı olduğunu anlamak için şöyle bir uğradım…” demez mi? Ağzımız açık, adamın arkasından baka
kaldık! Sonradan öğrendik ki, bu meraklı(!) tipler, büyük otellerin lobisinde dolaşır, kokteyllerin ve açık büfe yemeklerin
davetsiz konukları olurlarmış!
Derneğimizin düzenlediği, daha doğrusu Oktay’la benim organize ettiğimiz toplantılardan birini de, Kadıköy Bahariye
Caddesi’ndeki Kafkas Kulüp’te yaptık… Toplantı yine eşliydi
ve bu kez aramızda, adı okulumuzla özdeşleşen müdür yardımcısı Halil Edil ve eşi de vardı… Yazımda ikinci kez Halil
Edil’den bahsetmişken; bilmeyenler için, Rahmetlinin Kolej
sonrası yaşamını kısaca anlatmak ve daha sonra Kafkas Kulüp’e dönmek istiyorum…
Halil Bey, emekli olduktan sonra Konya’dan İstanbul’a geldi.
Önce Beylerbeyi’nde, daha sonra Etiler’de oturdu. Kış mevsiminde evden çıkmaz, gazete ve kitaplarıyla günü geçirirdi…
Baharlarda, hem spor hem de ziyaret amaçlı yürüyüşler yapardı. Beylerbeyi’nde otururken daha çok Oktay’ın muayenehanesine, ara sıra Vehbi’nin bürosuna uğrar, çay kahve ikramıyla başlayan sohbetler, okul yıllarımızdaki anılarla noktalanırdı…
Etiler’e taşındıktan sonra, evin önünden geçen belediye otobüsüne biner, tek vasıtayla Eminönü’ne kadar gelirdi. Sonra
kitapçıların vitrinlerine bakarak Cağaloğlu Yokuşu’nu tırmanır ve ter içinde benim matbaanın kapısından içeri girerdi…
Oturduğum yerden Halil Bey’in sembolleşmiş şapkasını görünce, heyecanla kapıya koşar ve kendisini karşılardım! Bu ziyaretleriyle bizleri onurlandırır, kendisine de eski öğrencileriyle sohbet etme fırsatı yaratırdı… Bu ziyaretlerden birinde,
çok susamış olacak ki soğuk gazoz istedi. Yanımızdaki çay
103
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ocağından buz gibi bir gazoz geldi. Halil Bey gazozu şişesinden, keyfine vararak içti ve bir “Ohhh…” çekti... Adını öğrenmek amacıyla boş şişenin üstündeki markayı okumaya çalıştı… “Olimpos” ne demekti? Bana döndü ve “Mustafa Bey
oğlum, ne münasebetsizliktir ki bu güzel gazoza Yunan adı
vermişler, sanki Türkçe adlar kurudu yahu!” diyerek, öfkesini
gizleme gereği duymadı!
Halil Bey ve zarif Eşini, eşlerimizle birlikte; bir kez Beylerbeyi’ndeki evlerinde; bir kaç kez de Etiler’deki evlerinde ziyaret ettik… Bizleri görünce çocuklar gibi seviniyordu!
Sohbetlerimizin ana konusu, tahmin edeceğiniz gibi, hep
Konya Kolejiydi… İlerlemiş yaşına rağmen, pek çok öğrencisini okul numaralarıyla hatırlardı! Halil Bey’in Didim’deki
Konyalılar Sitesi’nde de bir evi vardı ve her yaz oraya gider,
denize girerdi. Didim’i çok severdi. Sıcak bir yaz gününde, o
güzelim kıyılardaki altın sarısı kumların üstünde yaşama
veda etti. Kendisini rahmet ve minnetle bir kez daha anıyorum…
Dönelim Kafkas Kulüp’teki toplantımıza…
Kulüp, programlıydı. Yemek esnasında saz heyetini, sonra da
bir kaç şarkıcı ve türkücüyü dinledik… Tatlılarımızı yerken,
sahneye, Kafkas dansları yapacak bir topluluk çıktı. Oktay’la
benim için bu program sürpriz değildi. Çünkü kulüple anlaşmaya geldiğimizde, o akşam kimi dinleyeceğimizi ve ne seyredeceğimizi biliyorduk…
Bu topluluğun gerçekten Kafkas olduğunu sanıyorduk! Dans
ekibi, hepimizin bildiği klasik Kafkas oyunlarından örnekler
sundu ve alkışlarla sahne arkasına çekildi. Daha sonra büyük
bir hedef tahtası getirdiler. Topluluk içinden biri kadın, biri
erkek iki kişi de hedef tahtasının arkasından sahnedeki yerini
aldı… Kadın oyuncu hedef tahtasına sırtını dayadı ve kollarını iki yana açtı. Yüzü bize dönüktü. Kendisinin 3-4 metre
önünde duran ve belindeki kuşakta onlarca kama takılı olan
erkek oyuncu da pozisyonunu aldı. Sırtı bize dönüktü… Ve
gösteri başladı! Avcı Kafkas, belindeki kuşaktan sırayla çekip
aldığı kamaları önce eliyle ve daha sonra ağzıyla hedefteki kadına fırlatıyor, kadının başından aşağıya doğru, vücudunun
104
Hasan Eskil
sınırlarını çizercesine, kamaları hedef tahtasına saplıyordu!
Salonda çıt çıkmıyor, herkesin yüreği ağzında, korku içinde
gösteriyi izliyordu… Halil Bey ve eşinin de yer aldığı bizim
masa en öndeydi. Oktay’la yan yana oturuyorduk.
Bir ara Oktay’a yavaşça dedim ki, “Yahu bu adam bana hiç
yabancı gelmiyor, nereden hatırlıyorum acaba? Hem seyrediyor hem de düşünüp duruyorum!” Oktay da bana, “Evet ya,
yüzü bana da tanıdık gibi geldi; dur bakalım, gösteri bitince
anlarız…” demeye kalmadı, ben adamı hafızalarımdaki albümlerden çekip çıkardım ve heyecandan sesimi ayarlayamamış olacağım ki o sessizlikte sahnedekilerin de duyabildiği
yükseklikte, “Bu çocuk, bizim Kolejden Berkok yahu!” deyiverdim… Bingo! Berkok, adını duyunca, dişlerinin arasındaki
kamayla bizim tarafa döndü… Ön masada oturan Halil Edil’i
görünce herhalde şoka girdi; ağzındaki kamayı yere düşürdü
ve dondu kaldı! Oktay’la benden başka, olanı biteni anlayan
olmadı… Berkok, belinde kalan son kamaları da alel acele ve
çoğunu yerlere düşürerek hedefe atmaya çalıştı ve alkışlarımızla gösterisini tamamladı! Sahnedeki perde kapandı, loş
ışıklı salon aydınlandı ve sessizliğin yerini çatal bıçak sesleri
aldı…
Beş on dakika sonra Berkok bizim masaya geldi ve kendisini kolejdeki okul numarasını söyleyerek – Halil Bey’e tanıtıp,
elinden öptü. Halil Bey hayretler içinde Berkok’u kutladı ve
hepimize hitaben, “Görüyor musunuz, bizim Kolejden kimler
yetişiyor!” diyerek, öğrencisiyle gururlandığını ifade etmeye
çalıştı. Berkok’un da katılımıyla, sohbetimiz kulüp kapanana
kadar sürdü… Meğer bizim Berkok bu işe hobi olarak başlamış, kendisine böyle bir gösteri teklifi gelince, ek gelir sağlamak amacıyla, akşamları sahneye çıkmayı kabul etmiş…
Berkok da, pek çok kolejli gibi, ilerleyen yıllarda çok başarılı
bir iş adamı oldu. Fuarcılık sektöründeki etkin firmalardan birinin ortaklarındandı. Zamanı gelince hisselerini satıp sektörden çekildi, kendini seyahatlere verdi… Yakın bir geçmişte
son Dünya seyahatinden döndüğünü öğrendim. Çok sevdiğimiz bu vefalı arkadaşımız, Oktay’ın cenazesinde de yanı başımızdaydı…
105
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
1972’de kurduğumuz Konya Maarif Koleji Mezunlar Derneği,
Oktay’la benim gayretlerimizle, sekiz yıl ömür sürdü… Her
yıl tekrarlanan genel kurul toplantılarında başka adaylar olmadığından; bir yıl Oktay bir yıl ben, dönüşümlü olarak Derneğe başkanlık etme fırsatı bulduk! 12 Eylül 1980 Askeri Darbesiyle feshedilen siyasi partiler ve dernekler gibi, bizim
KMKD de kapatıldı… Dernekler Yasası’nda yapılan değişikliklerden sonra yeniden faaliyete geçmesi için gerekli başvuruyu yapmak içimizden gelmedi! Derneğe ait tüm belgeleri,
olmayan mal varlığını ve kasada mevcut bir miktar parayı
Dernekler Masası’na teslim ederek, sekiz yıl süren koşuşturmalarımıza son vermiş olduk…
Oktay, Fikret ve ben; 1976 -1986 yılları arasında, Beyazıt Lions
Kulübü Derneği çatısı altında da bir arada çalıştık! 1975’de,
önce Fikret Lion oldu. Fikret’i uzaktan izledik, anlattıklarını
dinledik…
1976’da, Fikret’in önerisi ve Kulüp Balotaj Komitesi’nin(!)
onayıyla; görkemli bir toplantıda, Lions ritüellerine uygun
olarak, Oktay ve Ben de aslanlar arasına katıldık…
İçimizdeki dernekçilik dürtüsünün alevleri yüzümüze yansımış olacak ki daha ilk yılımızda, rahatsızlığı nedeniyle görevini bırakmak zorunda kalan bir aslan kardeşimizin yerine,
Kulüp Başkanı tarafından genel sekreter olarak atandım! Sonraki yıllarda önce Fikret, sonra ben ve benden sonra da Oktay,
Beyazıt Lions Kulübü Derneği’ne birer yıl başkanlık ettik…
Lions misyonu içindeki en önemli hususlardan biri, çevrene
ve çevrende yaşayanlara yararlı olacak çalışmalar yapmaktı.
Bu bağlamda, her başkan kendi dönemi için bir büyük proje
hazırlar ve dönemi içinde bu projeyi gerçekleştirirdi. 1980 yılına rastlayan Fikret’in başkanlığı, 12 Eylül Darbesi’nden
darbe yediği için, Fikret iki ay başkanlık yapabildi ve projesini
uygulama fırsatı bulamadı… 1981 yılında, değişen yasaya uygun olarak müracaatlarını yapan ve belgelerini düzenleyen
dernekler, tekrar faaliyete geçti. Lions Kulüpleri de bunların
başında geliyordu ve yeni dönemin ilk başkanlığı da bana kısmet oldu! Benim dönemimdeki büyük projemiz, Beyazıt Vez106
Hasan Eskil
neciler’deki İşitme Özürlüler Okulu’na teknolojik bir audio laboratuarı tesis ederek, öğrencilerin eğitim düzeyini artırmak
ve kısa sürede onlara konuşma yeteneği kazandırmaktı. Dönem sonuna kadar projeyi tamamladık ve laboratuarı hizmete
açtık…
Oktay’ın projesi ise Bakırköy Kimsesiz Çocuklar Yurdu’ndaki
sünnetsizleri, örf ve adetlerimize uygun bir sünnet düğünüyle
kestirmekti! Hazırlıklar yapıldı; doktor ve cerrahlarla anlaşmalar sağlandı, çocuklar tepeden tırnağa giydirildi, korkularını hafifletecek eğlenceler, oyunlar düzenlendi, ikram masaları donatıldı… Davul zurna takımını ve palyaçoları da eksik
etmedik! Çocuklara verilecek armağanları da paketleyerek,
düğün günü erken saatlerde Bakırköy Kimsesiz Çocuklar
Yurdu’nda toplandık…
Sözü edilen yurt aslında bir yerleşke! E5 Karayolu kenarında,
Topkapı’dan Şirinevler yönüne giderken, Ataköy’e dönülen
sapaktan hemen önce, sağdaki uzun ve yüksek duvarın arkasında kalan muhteşem bir arazi… Buradaki araziye tek katlı
küçük evler inşa edilmiş; her eve, yapının hacmine uygun sayıda, birbirine yakın yaşlardaki çocuklar yerleştirilmiş ve bu
çocuklar, kendilerinin her şeyiyle meşgul olup onlara annelik
yapabilecek kadınlara emanet edilmiş. Kısacası her evin; çocuklarla yatıp, çocuklarla kalkan bir annesi olmuş…
Bu düzeni ilk defa görmenin şaşkınlığı ve burukluğu içinde,
sevgiye muhtaç çocuklara sarıldık; eşlerimiz anneleri, beraberimizde götürdüğümüz kendi çocuklarımız kardeşleri ve bizler de babaları olarak; gün boyu onlarla beraber oyunlar oynadık, güldük, eğlendik… Elbette kirvelik de yaptık! Bahçeye
kurulan devasa çadırda yan yana yatan bu miniklerle vedalaşmak çok zor oldu! Onlara tekrar geleceğimizi vaat ederek,
gözyaşlarıyla yerleşkeden ayrıldık… Vedalaşırken verdiğimiz sözü de yerine getirdik… Sünnet düğünümüzü takip
eden haftalardan birinde, yerleşkenin kapısından koca bir otobüsle içeri girdik.
Önceden bu gezi programımız için gerekli makamlarla görüşüp izin aldığımızdan, yurt yöneticileri çocukları giydirip süs-
107
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
lemiş ve onlara, bulundukları kenti gezdireceğimizi duyurmuşlar… Onun için hepsi heyecanla bizi bekliyordu! Çığlık
çığlığa otobüse doluştular. Çoğu ilk kez otobüse biniyordu!
Hareket edip yerleşkeden ayrılmamızdan itibaren, meraklı
bakışlarla, dışarıdaki dünyayı seyre koyuldular. Kendilerine
ikram ettiğimiz kekleri, çikolataları, şekerlemeleri iştahla yediler… Rotamız, çocuklara ilginç geleceğini umduğumuz yollar ve bölgelerdi. İlgilerini en çok deniz yani İstanbul Boğazı
çekti. Emirgan Çay Bahçesi’nde mola verdik. Çocuklar ihtiyaçlarını giderip rahatladılar! Gazoz içtiler, kâğıt helva yediler… Deniz üstünde akıp giden gemileri, vapurları izlediler…
Yurt yetkililerine bildirdiğimiz saatlerde otobüsümüz yerleşkeye döndü ve bu kez ağlayıp sızlamadan, herkes evinin yolunu tuttu…
Bizim, Aslanlarla olan beraberliğimiz de Oktay’ın başkanlığı
sona erdikten kısa bir süre sonra son buldu. Üçümüz de aynı
yıl içinde istifa edip, Lions heyecanımıza son noktayı koyduk.
Yukarıdaki müşterek anılarımızda adı geçen dernekler dışında; Oktay’ın üç dernek ve bir vakıfla da organik bağları
vardı: Haydarpaşa Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği Üyeliği, İstanbul Konyalılar Derneği Kurucu Üyeliği ve Başkanlığı, İstanbul Konyalılar Vakfı Kurucu Üyeliği ve Başkanlığı,
100.Yıl Beşiktaşlılar Derneği Kadıköy Şubesi Kurucu Üyeliği
ve Başkanlığı. Bu derneklerdeki ve vakıftaki çalışmalarıyla ilgili, sizlere nakledebileceğim anılara sahip değilim; fakat Oktay’ın, her biri için, özellikle Konyalılar Vakfı için gece gündüz
demeden çalıştığını çok iyi biliyorum… Bu çalışmalarıyla ilgili bilgileri ve anıları da kitabın diğer sayfalarında yer alan
dost ve arkadaşlarından okuyabileceğimizi umuyorum…
POLİTİKA ve OKTAY
Oktay, daha Kolej talebesiyken siyasetle çok yakından ilgilenen üç arkadaşımdan biriydi! Diğerleri de, aynı sınıftan Hayrettin Kubilay ve Necip Hacıgüzeller!
Anlatacağım iki olay, bu görüşümü destekleyecek sanıyorum:
Hazırlık A ve B sınıflarının orta 1’de birleştiğini ve o yıldan
108
Hasan Eskil
itibaren, okulu bitirene kadar tek sınıf olarak okuduğumuzu
“Kolej Yılları” bölümünde açıklamıştım. Orta 1’e başladığımızda, okulumuzun Türkçe-Edebiyat Öğretmeni Hatice
Özer, (Rahmet ve minnetle anıyorum. Küçük yaşlarda başladığımız yatılı hayatımızda, kendisinden çok şey öğrendik…
Bize adeta yaşam koçluğu yaptı!) sınıfımıza her gün bir gazete
almamızı ve mutlaka hem haberleri hem de köşe yazarlarını
okumamızı istedi. İstedi ne demek, emretti! Her sabah, İstanbul’dan gelen posta trenini bekler olduk. Trenle gelen gazete
paketleri açılıp, istasyondaki bayi satışa başlayınca, ilk teneffüste o günkü sınıf nöbetçisi bir koşu gider, Cumhuriyet Gazetesini alır getirirdi… (O yıllarda; günlük ulusal gazeteleri,
Yurdumuzun pek çok kentinde olduğu gibi, Konya’da da bir
gün sonra okuyabilirdik! İstanbul’da basılan gazeteler, o günün akşamı Haydarpaşa’dan yola çıkan posta trenine yüklenir ve ertesi sabah Konya Garı’na ulaşırdı…)
Sınıfımıza alınan Cumhuriyet Gazetesi Hatice Hanım’ın tercihiydi ve mutlaka okunmalıydı… Bu sınıfta başka bir gazeteye
yer yoktu! Gazete bedelini kendimiz karşıladığımız halde, gazete seçimini biz yapamıyorduk! Zaten çoğumuz da alınan gazetenin sadece spor sayfalarına bakıyorduk… Bir gün, Oktay’la Hayrettin, Hatice Hanım’ın dersinde bu konuyu tartışmaya açtı: “Neden sadece Cumhuriyet? Neden Tercüman değil? Biz Tercüman Gazetesi’nin de alınmasını ve oradaki yazarların da okunmasını istiyoruz…” diyerek, sınıftaki ilk sağsol polemiğine yol açtılar!
Bu istek çoğunluk tarafından da desteklenince, sınıfımızın gazete bütçesi artırıldı ve o günden itibaren Tercüman da alınmaya başlandı… Bu gelişme sadece Oktay’la Hayrettin’i
mutlu etmekle kalmadı, benim gibi spor sayfası okurlarını da
çok mutlu etti çünkü Tercüman’ın spora ayırdığı sayfa sayısı
daha çoktu ve spor yazarları daha ünlüydü!
Yıl 1960 ve bizim sınıf Orta 2’de… 27 Mayıs gününün erken
saatlerinde, yatakhane binamızın bulunduğu İstasyon Caddesi’nde ilerleyen tankların palet gıcırtılarıyla uyandık! Ranzalardan fırlayıp pencerelere koştuk. Bu saatte, bu kadar çok
tankın Konya’nın merkezine doğru yol alması merakımızı
109
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
çekti! Aramızdaki Cumhuriyet okurları, gazetedeki yazarların uzun süredir ima ettikleri eylemin başladığını anlamışlardı galiba! Yatakhanelerde radyo yoktu ki açıp dinleyelim!
Meraklılar çabucak giyinip, iki yüz metre uzağımızdaki okul
binasına koştular… Çevremizdeki konutlarda uyanan insanlar radyolarını açıp neler olduğunu anladıklarından, pencerelerden sarkıp, geçen tankları ve askerleri alkışlamaya başladılar… Daha gün ışımadan Konya halkı sokaklara döküldü! O
gün okulda ders yapılmadı. Radyodaki haberler ve Milli Birlik Komitesi’nin tebliğleri dinlendi. Alkışlar eşliğinde, “Yaşa,
var ol Harbiye” marşı söylendi durdu… Takip eden günlerde,
Konya Milli Eğitim Müdürlüğü’nün talimatıyla(!) ve tüm
okulların katılımıyla mitingler düzenlendi; ellerdeki bayraklarla, pankartlarla yürüyüşler yapıldı… İlk kez şahidi olduğumuz ve adına İhtilal dedikleri askeri darbe, kendi aramızda da
tartışmalara yol açtı… Oktay’la Hayrettin, dokunsanız ağlayacak haldeydiler! Oktay’ın bir ara, sınıfımızdaki ihtilal sempatizanlarına dönüp; “Neden seviniyorsunuz, kimleri alkışlıyorsunuz? Demokrasiye indirilen bu darbenin sevinilecek tarafı mı var…” diyerek; duygu ve düşüncesini hiç gizlemeden
açığa vurmasını, ancak yıllar sonra değerlendirebildim!
Aynı Oktay, yirmi yıl sonra, 12 Eylül 1980 sabahı saat 05’de
beni uyandırıp, yeni bir darbenin haberini verdi ve derin
üzüntüsünü benimle paylaştı…
Oktay, Kolejdeki öğrencilik yıllarında, Demokrat Parti’ye
sempati duyan bir öğrenciydi…
27 Mayıs İhtilali’nden sonra, siyasi parti faaliyetlerine yeniden izin verildiğinde kurulan ve başkanlığını emekli general
Ragıp Gümüşpala’nın yaptığı Adalet Partisi’nin taraftarı
oldu… Kolejden mezun olup İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne başladığı aylarda; Adalet Partisi Genel
Başkanlığı’na seçilen genç mühendis Süleyman Demirel’in
hayranı olarak, politikaya iyice ısınmaya başladı…
Oktay’ın aktif siyasete atılması ve Doğru Yol Partisi Kadıköy
İlçe Başkanı olarak adını duyuracak çalışmalar yapması bizleri çok sevindirdi ve umutlandırdı… Sanıyorum partisi içindeki bazı kişileri de rahatsız etti! Bu çalışmalarını ve Oktay’la
110
Hasan Eskil
ilgili anılarını, Kadıköy ilçe teşkilatında beraber çalıştığı meslektaşı ve yakın dostu Yücel Çıkrıkçı’nın kaleminden okuyabileceğimizi sanıyorum… Kısaca benim görüşüm; Oktay, siyasette iki kez kaybetti! Birincisi, 1991 Genel Seçimlerinde;
ikincisi de, 1994 Yerel Seçimlerinde. Aslında Oktay kaybetmedi; kaybettirildi! 1991’de, seçim öncesi SHP’den transfer
edilen Yıldırım Aktuna’yı kontenjandan, DYP 1. Bölge Aday
listesinde Oktay’ın üstüne yazıp, (Oktay ön seçimlere katılan
delegelerin oylarıyla bu listede ilk sırayı kazanmıştı…) vaat
ettiği transfer bedelini ödeyen Genel Merkez’in vefasızlığının… 1994 Yerel Seçimlerinde ise Demirel’den sonra DYP Genel Başkanlığına getirilen deneyimsiz politikacı Tansu Çiller’in bilgisizliğinin kurbanı oldu! Oktay’ın DYP Kadıköy Belediye Başkan Adayı olarak gece gündüz koşturduğu yerel seçimler öncesinde; kendisine Barajans’da hazırladığımız minik
çalışmalarla destek olmaya, katkı sağlamaya çabaladık… Yapılan kamuoyu araştırmalarında, Kadıköy’de büyük olasılıkla
DYP’nin kazanacağı ve Oktay’ın, Belediye Başkanı olarak seçimlerden çıkacağı belli olmuştu… (Yazarın notu: Barajans o
tarihlerde Mustafa Göncü’nün sahibi olduğu reklam, araştırma ve halkla ilişkiler şirketi.) Tansu Hanım herhalde bu
araştırma sonuçlarını öğrenmiş olacak ki nasıl olsa kazanacağız düşüncesiyle, Oktay’ın adaylığını iptal ederek, onun yerine rahmetli Barış Manço’yu aday yapmış ve sansasyon yaratmıştı!
Ya, Kadıköy Sakinleri’nin DYP adayına sempatiyle bakmasını
sağlayanın Oktay Özaydın olduğunu bilmiyordu ya da Hüsamettin Cindoruk’un Oktay’la olan çok yakın dostluğu nedeniyle, potansiyel bir rakipten kurtulmak istiyordu! Sebep ne
olursa olsun; Oktay ikinci kez harcanmıştı…
DEMOKRAT TÜRKİYE PARTİSİ…
OKTAY ve BEN
Tansu Çiller’in yanlış kararları ve kaprisleri DYP’ye zarar vermeye, partiye gönül veren ve tabandan gelenleri de üzmeye,
kırmaya başlamıştı… Nihayet olanlar oldu ve “Eski Tüfekler”
111
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
birer ikişer, teşkilatlar ise topluca DYP’den ayrıldı. Hüsamettin Bey’in vereceği işaret bekleniyordu… Ve o işaretin gelmesi
gecikmedi!
Hüsamettin Cindoruk ve yakın arkadaşları Demokrat Türkiye
Partisi’ni kurdu. Parti kısa sürede teşkilatlanmasını tamamladı… Oktay, hem Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’na girmiş, hem de Kadıköy İlçe Başkanı olmuştu. Teşkilatlanma çalışmaları esnasında, Oktay bana DTP İstanbul İl Yönetim Kurulu Üyeliği teklifinde bulundu! Parti İlçe Başkanlarına birer
kontenjan tanındığını ve bu üyelik için benim adımı yazdıracağını söyledi… Şaşırdım kaldım!
“Teklifin için çok teşekkür ederim Oktay’ım. Ben politikadan
anlamam, sana ve partine yardımcı olamam. Onun için beni
affet, bu iş benim işim değil…” dedim.
O da bana, politika yapmayacağımı; partinin tanıtım, basın ve
halkla ilişkilerinden sorumlu yönetim kurulu üyesi olacağımı
söyledi… “Senin bu partiye çok yararlı olacağından eminim…” diyerek beni onurlandırdı! Bu konuşmaların yapıldığı
günü takip eden Cumartesi, kendimi İstanbul Hilton
Oteli’ndeki DTP İstanbul İl Yönetim Kurulu tanışma toplantısında buldum! Atanmış üyelerle tanıştım. Aralarında tabandan gelen ve politikaya gönül veren sevdalılar da vardı; benim gibi, politikaya ilk kez bulaşacak doktorlar, avukatlar ve
iş adamları da… 35 üyeli atanmış yönetim kurulu olarak, bir
yıl birlikte olduk…
Herkes her şeyi çok iyi bildiği için ve benim sorumlu olduğum
uzmanlık alanındaki çalışmalar da genel merkez veya yönetim kurulu başkanlık divanı tarafından şekillendirildiğinden;
Oktay’ın iyi niyetli beklentisini karşılayamadım… Hiç faydam olmadı bu partiye! İlk il kongresinde, delegelerin oylarına sunulan YK blok listesinde benim gibi tabansızlara yer
verilmediği için, politikaya girmemle çıkmam bir oldu…
SON BİR ANI…
Oktay, yıllardır aşırı ölçüde sorumluluk yüklenip; aynı anda
hepsiyle baş etmeye çalıştığından, çok yoruluyordu. Ara sıra
112
Hasan Eskil
sağlık sorunlarından söz ediyor, buna rağmen gereğini yapmıyordu!
Yedi sekiz yıl önceydi. Çok sık olmasa da başının döndüğünü
ve baygınlık hissine kapıldığını söyledi! 2006’da ben de
önemli bir rahatsızlık geçirmiş; yaklaşık bir yıl süren tedavi
sürecinde Taksim’deki Alman Hastanesi’nin pek çok doktorunu yakından tanımıştım… Oktay’a dedim ki, “Hemen randevu alıp, sana bir check-up yaptıralım; ne olup bittiğini anlayalım!” “Olur” dedi!
İki gün sonra, sabah saatlerinde hastanede buluştuk. Önce, ailemizin doktoru Jan Kayuka’yı ziyaret ettik. Oktay sıkıntılarını anlattı ve Dr. Kayuka’nın yönlendirmesiyle, uzman doktorlar tarafından istenen tetkikler yapıldı… Beyninin tomografisi de çekildi, kalbinin ekosu da… Yapılan tüm tetkiklerin
ve tahlillerin sonucunda, bütün verilerin normal olduğu, korkulacak bir durumun bulunmadığı söylendi. Şikâyet ettiği sıkıntının da büyük bir olasılıkla yorgunluk ve stresten kaynaklandığını; bu yüzden kendisini fazla yormamasını ve mümkün olduğunca istirahat etmesinin gerekliliğini vurguladılar.
Kardiyolog doktor, her gün bir adet Coraspin 100 yutmasını
tavsiye etti.
Hastaneyle vedalaştığımızda hava kararmaya başlamıştı! Çıkış kapısına yaklaşırken; karşımıza, Alman Hastaneleri
Grubu’nun sahibi, Dr. Azmi Bey çıktı. Kendisini öğrencilik
yıllarından beri tanırım; üstelik bahsettiğim tedavi sürecinde
de ara sıra karşılaşırdık…
Beni görünce, “Hayrola, yine mi hastasın?” diye sordu. “Hayır, ben iyiyim. Arkadaşımı getirdim” dedim ve kendisini Oktay’la tanıştırdım… Oktay, geliş nedenimizi ve yapılan tetkikleri anlattıktan sonra Azmi Beye elindeki reçeteyi gösterip,
“Hastanenize 5.000 liraya yakın para ödedim, karşılığında bir
liralık aspirin verdiler” diyerek, çok hoşuma giden bir ince
gönderme yapmıştı…
Ah Oktay’ım ah! Yoksa o bir liralık aspirinler mi aldı götürdü
seni aramızdan?
113
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
… VE BİR RÜYA!
Ölümünden birkaç ay sonra, Onu ilk kez rüyamda gördüm:
Kadıköy İskele Meydanında yürüyen kalabalık arasında birden bire karşıma çıktı. Dondum kaldım! Şaşkınlığım geçince
sarıldım, kucakladım… “Yahu sen ölmedin mi? Yoksa gidip
döndün mü?” diye sual ettim! “Eğer öyleyse; anlat bakalım
yaptıklarını, gördüklerini…” dedim.
Oktay, “Çok acil bir işim var şimdi; gel önce onu halledelim,
sonra sohbet ederiz, anlatırım” diyerek, kalabalık arasında
yürümeye başladı… Ben de onunla beraber, biraz ilerideki
vergi dairesinin kapısından içeri girdik… Ortam kalabalık,
veznelerin önünde kuyruklar oluşmuş! Önünde daha az insanın beklediği bir vezne gördü ve sıranın sonuna takıldı; ben
de yanında…
Kısa bir süre sonra sıra Oktay’a geldi. Oktay elindeki banknotları veznedara uzattı; veznedar aldığı parayı saydı ve yazıcıdan çıkan makbuzu Oktay’a verdi… Vergi dairesinden dışarı çıktığımızda, yüzündeki sıkıntılı halin gittiğini ve rahatladığını fark ettim! “Hadi şimdi gidelim, istediğin kadar sohbet edelim” dedi ve beraberce vapur iskelesine doğru yürüdük… Vapurda karşı karşıya oturduk. Birden, sağımda oturan kişinin oğlu Cem olduğunu fark ettim. Oktay’ın yanında
da Kutay vardı. Cem’e dönüp, “Baban ölmemiş, bak karşımızda oturuyor, sen de görüyor musun?” diye sordum! “Tabii Mustafa amca, ben de görüyorum” dedi sevinçle. Vapur
hareket etti ve Karaköy’e doğru yol almaya başladı. Görüntüler de kayboldu…
Bu rüyayı gördüğüm gecenin sabahında Semiha’yı aradım ve
rüyayı anlattım burada yazdığım gibi… Semiha: “Hayırdır inşallah Mustafa; dün Haydar’la buluşup vergi dairesine gittik
ve ödenmesi gereken tüm vergileri ödedik…” demez mi!
Rüyanın yorumunu sizlere bırakıp; Oktay’ımızı bir kez daha
sevgi ve saygıyla anıyorum… Işıklar içinde uyusun.
Mustafa Göncü
Ocak 2015
114
Hasan Eskil
KONYA MAARİF KOLEJLİLERİN
YAZIŞMA GRUBUNDAN
OKTAR YAYLALI
Sevgili Dostlar,
Ben de belleğimde yer etmiş olan Oktay ile ilgili birkaç hatıramdan bahsedeyim. Kolejde Oktay’ın ne kadar mücadeleci
bir karakteri olduğunu anımsıyorum.
Kolejde Futbol Safası
Bahçe giriş kapısının hemen karşısında, öndeki oyun bahçesi
yanında bir metre kadar genişliği ve on beş metre kadar uzunluğu olan beton bir kaldırım vardı. Neredeyse her teneffüste,
hemen üçer kişiden oluşan iki takım kurulur ve bir küçük top
veya taş parçası ile maç yapılırdı; ama ne maç! Bu kadar dar
yerde, ne büyük bir keyifti o maçlar. Oktay mutlaka bir takımda yer alırdı. Ben de bazı maçlarda, bu güzel mücadelelerde yer almıştım. Oktay’ın ne büyük bir hırsla kazanmak
için çabaladığını unutamam. Hayatı boyunca mücadeleden
hiç yılmamış ve de en önemlisi daima hak gözeterek en iyisini
yapmaya çalışarak tüm hayatını sürdürmüştür.
Akşehir’de Ali’lerin Bahçesinde
Zomzom Ali en sevdiğim arkadaşlarımdan birisidir ve ne kadar güzel anılarımız olmuştur Akşehir’de. (Yazarın notu: Oktar’ın bu yazısından yirmi gün kadar sonra 27 Haziran 2014’te
Ali de vefat etti.) Kırk seneyi aşan bir arkadaşlık bağı bizi bir
115
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
araya getirmişti. Ben büyük bir keyifle tüm Kolejlilere mangalda et pişirmenin mutluluğunu yaşamıştım. Yaşı ellinin çok
üzerinde olan koca koca adamlar tekrar öğrencilik yıllarımıza
dönmüştük.
Hasan Koçak’la Handan’ın nikâhını yenilemeye kalkmamız
bugünkü gibi gözümün önünde…
Delikanlı oğlu, gelinlik kızları vardı. Hatta oğlu da sevgilisiyle
Akşehir’e gelmişti. Hasan Eskil’in eşi Emine, Oktay’a, “Bugün
Handan’la Hasan’ın evlilik yıldönümü, bir şeyler yapalım”
demiş. Oktay durur mu? Hemen Emine’yle nikâh töreni düzenlemeye karar vermişler. Tülbentten duvak, evlilik alyansı,
kirazdan kulak arkasına küpeler… Özkan Anıl “deniz gözlüğü” takarak, yaşlı başlı nikâh memuru olmuş... Oktay, Hasan’a geline takması için yüzük veriyor… Hasan yüzük takıyor. Oğluyla Rus sevgilisi herkesle birlikte alkışlıyor...
Oktay, gerektiğinde eğlencenin de baş mimarı olurdu.
Konya Vakıf Binası Mimari Projeleri
Sanıyorum yıl 2005 ve ben Konya Dernek çalışmalarına yönetim kurulu üyesi olarak katılıyorum. Tabii ki söylemeye gerek
yok; sadece Oktay ve Hasan, Dernek yönetiminde oldukları
ve benim de çalışmalara katılmamı istedikleri için…
Bu arada, Yeşilköy’deki vakıf binasının projelerini oluşturmak için… Halis Aydıntaşbaş’la benden yardım isteniyor. Halis’le kabul ediyoruz. O, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden
mezun mimar, ben ise rakip İstanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi’nden. Aramızda müthiş tatlı bir rekabet var. Proje
bedeli yaklaşık yüz bin lira ve biz Halis ile yedi bin beş yüz
liraya projeyi yapmak üzere elimizi taşın altına koyuyoruz...
Birçok toplantılar oluyor ve ateşli tartışmalar yapılıyor... Halis
illa da binanın katlarında bir galeri boşluğu yapılmasını savunuyor; ben buna karşı çıkıyorum... Oktay her zamanki vakur
tavrıyla işi tatlıya bağlıyor... Ve Oktay kardeşimiz olağanüstü
bir çaba ile bu mümkün olmayan işi kotarıyor. Vakıf binası
2007 yılında tamamlanıyor... Keşke binaya onun adı verilebilseydi.
116
Hasan Eskil
Sevgili dostlar, bu kalibrede çok arkadaşı olmuyor insanın ne
yazık ki... Her bakımdan güvenebileceğimiz gerçek bir mücadele eriydi Oktay... Ona kırılan bir kişi bile hatırlamıyorum
toplantılarda... Yeri mutlaka Cennettir! Işıklar içinde olsun.
Oktar YAYLALI
YAVUZ TORAMAN
1965 yılında İktisat Fakültesine başladığımda Oktay Dişçilik
Fakültesi’ne başlayalı bir yıl olmuştu. Bir yıl sonra Oktay’ın
pratik dersleri başlamış ve kurban olarak okullarımız yakın
olduğundan beni gözüne kestirmiş, ihtiyacım olup olmadığına aldırmadan beni okulundaki dişçi koltuğuna oturtmuştur. Kucağıma bıraktığı diş oyma aleti elektrik kaçırıp beni zaman zaman çarptığında, elektrik fişini ters yüz edip devam
etmesini unutamam. Aramızda hatırladıkça gülmeye vesile
olmuştur.
Dişlerimin bugüne kadar sağlıklı kalmasında büyük katkıları
vardır. Allah mekânını cennet eyleye.
Yavuz TORAMAN
HAYRETTİN KUBLAY
Sevgili Hasan,
Oktay’la çok uzun senedir tanışıyoruz. 1957 Ekim’inde Konya
Koleji’ne beraber adım attık. O da Hazırlık B’de idi, ben de.
Orta 3’e kadar çocuktuk. Sadece onun Hasta BJK’lı, benim de
hasta FB’li olduğum aklımda kalmış.
Orta 3’te Türkçe hocamız Hatice Hanım’dı. 27 Mayıs 1960 İhtilali olmuş, gazeteler saçma sapan bir sürü şeyler (bakan hanımlarının kilolarca ziynet eşyası taşıdığı, öğrencilerin et
kıyma makinelerinde parçalandığı, vb gibi) yazıyordu. Hatice
Hanım bize 27 Mayıs’ın önemi hakkında kompozisyon yazdırdı. Sonuçta hiç sevmediği Nadir Harani’nin kompozisyonuna 9 verip, sınıfta okudu. Nadir sadece gazetelerde yer alan
saçma sapan konuları belirtmişti. Bunun üzerine önce Oktay,
117
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
sonra ben şiddetle itiraz ettik ve bize Ulus, Dünya gibi gazeteleri almamızı öneren hocamıza, eşitlik olsun diye Zafer Gazetesini de almalıyız diye direndik.
Liseye geçtikten sonra Oktay’ın ailesi İstanbul’a taşındı. O bizimle yatılı kalmaya devam etti. Artık daha büyümüştük.
Dünyayı farklı gözlerle görmeye başladığımız yıllardı. Nitekim Lise 2’deyken yılbaşında Akşehir’e Tansu’ların evine gittik. Pokeri öğrendik ve hep poker oynadık. Poker alışkanlığı
yüzünden sosyal hayatımızı çok aksattık. Hatta (Oktay+Necati+Hayrettin+Tolu) poker karesi anlamında Kare olarak adlandırıldık. Maalesef bugüne kadar karenin iki köşesi gitti.
(Karenin diğer köşesi olan Mustafa Tolu’yu yıllar önce kaybetmiştik. HE.)
Yıllar sonra 2007’de arkadaşlarla yaptığımız Akşehir gezisi sırasında aynı evi ziyaret ettik.
Lisede biraz daha hayata dair düşünmeye başladık. Ben inşaat
mühendisi, Oktay diş hekimi olacaktı. Ben ona ev yapmaya, o
da benim dişlerimi yapmaya söz vermiştik. Maalesef ben sözümü tutamadım, o ise tuttu. (1972 yılında Tuzla’da askerliğimi yaparken dişlerimi yaptı. Borcumu sorduğumda 524.00
Lira masraf ettiğini söyledi.)
Lise üçte Mr. Mc Nair diye bir matematik hocamız vardı. Oktay’la Tolu dersi dinlemezler, hoca da bunlara mutlaka Haziran sınavlarında sınıfta kalacaklarını söylerdi. Ben de istersen
bahse girelim deyip, ikisinin de geçeceğini iddia ederdim. Haziran sınavlarında köleler gibi beraber çalışıp iddiayı kazanmıştık. (Gerçekten Oktay ve Tolu çok zeki arkadaşlarımızdı.)
Üniversite yıllarında pek görüşemedik. Oktay İstanbul’daydı,
ben Ankara’da. Daha sonra benim Ankara’daki nişanıma Oktay’la Göncü geldiler. Nişanın ilerleyen saatinde ben sağa sola
gülücükler dağıtırken, bunlar biraz da içkinin etkisiyle bağırarak beni çağırdılar. Dur geliyorum dememe kalmadan Oktay beni sürükleyerek masalarına götürdü ve ceketimi kaldırıp, “İddiayı ben kazandım, adamın gömleği nişanında bile
pantolonunun dışında” diyerek beni geri yolladılar.
Ben her İstanbul’a gidişimde ona uğrar, o da Ankara’ya gelişlerinde bana uğrardı. Siyasetle uğraştığı senelerde benim
118
Hasan Eskil
dershanedeki odamı büro olarak kullanır, mal sahibi gibi davranırdı. 2000’li yıllardan sonra ben İstanbul’a daha sık gider
oldum. (Büyük oğlan İstanbul’a yerleşti, torun sahibi olduk.)
Her gidişimde önce beleş öğle yemeği yer, sonra bürosunda
tavla oynardık. Bu arada şunu belirteyim, Oktay lisedeyken
tavla bilmezdi, ben köyde yaz aylarında sürekli tavla oynardım. İstanbul’daki tavla maçlarımızda aramızda bir ustalık
farkı yoktu ancak ben çok konuşarak rakibi sinir hastası ederdim.
Bizim Oktay’la tavla maçlarımız gerek bizim 50. yıl Bolu buluşmamızda, gerek Akşehir seyahatimizde çok seyirci topladı,
çok şamata yapıldı. Oktay’la bir sürü maç yaptık ve eşit sayıda
galibiyet aldık.
En unutamadığım tavla anısı şöyle: Bodrum’da Oktay, küçük
kızı Merve ve eşiyle bizim yazlığa üç-dört günlüğüne geldiler.
Başka işimiz yokmuş gibi yine sürekli tavla oynadık. Eşit iki
oyuncu olmamıza rağmen Oktay’ı ben 12 defa üst üste yendim. Bu çok anormal bir durum. Bunun olasılığı 4096’da bir
olup çok düşük. Ancak bu sonucu telefonlarla bizim maçların
seyircilerine (Vehbi gibi, Hasan Eskil gibi) bildirip Oktay’ı kızdırdım.
Tabii daha sonraki maçlarda karşılıklı birbirimizi yendik durduk.
Oktay’la 10 Şubat 2014 Pazartesi İstanbul’da yine buluştuk.
Önce beleş öğle yemeği, sonra iki el tavla oynadık. Çocukluğumuzdan beri konumuz olan Beşiktaş ve Fenerbahçe sohbetleri yaptık.
16 Şubat Pazar günü BJK-Bursa maçının devre arasında sırf
onu kızdırmak için telefonla aradım. İlk defa telefonuma çıkmadı ve geri dönmedi. Meğer sevgili Oktay o sırada beyin kanaması geçiriyormuş. Ameliyatını ve her gün Semiha ile durumunu izledim. Maalesef kaybettik. Hala hazmedemiyorum.
Şu an bile ağlamaklıyım.
14 Mayıs 2014
Hayrettin KUBLAY
119
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
İLKER KAFALI
Oktay ile İlgili Anekdotlar
Herhalde Oktay ile dostluğu en eskiye dayanan birkaç kişide
birisiyim.
İkimizin de evleri Konya’da Tahir Paşa Camisi’nin çevresinde
idi. Hatta Annem ve Babam, uzun yıllar oturduğumuz evi Oktay’ın babası Mustafa Amcadan satın almışlar ve iki aile arasındaki dostluk bu ilk tanışıklık ile başlamış. İlkokula Oktay
ile beraber başladık. İlk sene Oktay öğretmen olan Annemin,
ben de Saide Uluşahin hanımın öğrencisi idik. Sabahları Oktay bize gelir, annem ikimizin elinden tutar, bir yanında ben
bir yanında Oktay hep birlikte Gazi okuluna (Gazi Mustafa
Kemal İlkokulu) gider, akşam da gene hep birlikte dönerdik.
Saide hanımın öğretmenliği bırakması üzerine ben de Annemin sınıfına geçtim ve Oktay ile aynı sıralarda beraberce ilkokulu okuduk. Daha sonra Konya Maarif Kolejine de beraber
başladık. Aşağıdaki Oktay ile kafa kafaya çekilmiş eski resim
ilkokula başladığımız yıla ait.
Oktay ve İlker...
120
Hasan Eskil
İlkokul birinci sınıfta beni Beşiktaşlı yapan da Oktay idi. Aile
dostumuz olan Ahmet Amca subaydı. Konya’ya izinli gelişlerinde ailecek görüşürdük. Galatasaraylı olan Ahmet Amca bir
gelişinde beni Galatasaraylı yapmış, hatta bir de sarı kırmızı
kemer hediye etmişti, transfer ücreti olarak. Kemeri gören Oktay allem etti kallem etti beni Beşiktaşlı olmanın faziletine
inandırdı. Ve beni iyi bir Beşiktaşlı yaptı. Kolej yıllarında sınıftaki üç Beşiktaşlı; Oktay, Yaşar Sevük ve ben, Fenerbahçe
ve Galatasaraylılara karşı takımımızı Oktay’ın öncülüğünde
hep birlikte savunurduk.
İlk içkiyi de gene Oktay ile içmiştim. 1996 yılıydı. Mustafa
Göncü’nün organizasyonu sonucu tüm sınıfa posta ile Özkan
Anıl’ın İzmir de yapılacak düğün davetiyesi gelmişti. Sınıftan
ilk bekârlığa veda edecek olan Özkan’ı yalnız bırakmamak
için Ankara’dan Yaşar Sevük, ben, Necip Hacıgüzeller ve
şimdi hatırlayamadığım birkaç arkadaş maceralı bir yolculukla İzmir’e gittik.
Otobüs biletlerini alan Yaşar, Kızılay’da otobüs bileti satan
doğru dürüst firmaların birinden bilet almak yerine, evine en
yakın yerdeki yazıhaneden İzmir biletlerini almıştı.
Tavanı akan külüstür bir otobüsle o zaman 10 saat süren Ankara İzmir seyahatini, yarım Türkiye turu yapan ve her kasabada yolcu toplayan otobüsle 22 saatte almıştık.
İzmir’e sabaha karşı varıp kahvaltıdan sonra Konak’daki buluşma yerine gittiğimizde Mustafa Göncü’nün şakasını anladık ama bir araya gelmenin mutluluğu ile İstanbul’dan gelen
Oktay, Fikret Yüksel, Attila Gürarda, Yılmaz Arıkan akşama
kadar İzmir muhabbeti yaptık. Akşam da bir meyhanede hep
birlikte neredeyse sabaha kadar oturup içtik. Ben ilk defa içki
içeceğim için yanımda oturan Oktay’a ne içtiğini sordum. Oda
bana votka tavsiye etti. Gün ağarırken eşyalarımızı almak için
otele geldik. Oktay’ın “madem otele hiç yatmadan para veriyoruz bari yatakları bozalım” diye hepimizin yatağını bozduğunu hatırlarım.
Amerika’da okurken bir gün sabahın dört buçuğunda evimin
kapısı çaldı. Bu saatte kim gelir diye kapıya gittim. ‘Kim o’
121
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
diye seslenince “ben Oktay” dedi birisi. Göz deliğinden bakınca gerçekten dünyanın öbür ucundaki Oktay’ı sabahın köründe kapıda gördüm. İki gün beraberce gezdik, sohbet ettik,
arkadaşları andık, aradaki mesafeleri kapattık. Sonra Oktay
Californiaya’ya doğru Salt Lake City’den ayrıldı. O dönemde
Amerika da olan Kutay’ı ziyarete gelen Oktay, gezisine benim
yaşadığım Salt Lake City’i de dâhil edip görüşme imkânı yaratmıştı.
Oktay’ın, Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği’nin kurulmasına öncülük ettiğini biliyordum.
Oktay’a “Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsun, bu iş
nasıl oluyor” diye takılırdım.
Geceleri yatmadan önce TV’yi kapatırken alışkanlık olarak en
son Beşiktaş TV’ye bakarım. Oktay rahatsızlanmadan önceki
hafta içinde bir gece 12 den sonra Beşiktaş TV’de Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği’nin bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümü
kutlaması haberi vardı. Oktay mutlaka bu kutlamada vardır
diye Fikret Orman’ın konuşmasına takıldım.
Nitekim Fikret Orman pastayı beraberce kesmek için Oktay’ı
yanına davet etti. Hemen Oktay’a “seni Beşiktaş TV de gördüm, pasta güzeldi ama özlediğimiz senin el kol hareketlerin
daha da güzeldi” diye mesaj attım. Ertesi günü Oktay beni
aradı ve epey sohbet ettik. Ben ona her konuşmamızda “Senin
yüzünden Beşiktaşlı oldum, nedir bu Beşiktaş’ın hali” diye takılırdım. O da bana bıkmadan usanmadan herkesin Beşiktaşlı
olamayacağını ve Beşiktaş’ın faziletlerini anlatır dururdu. Kısacası, Beşiktaşlı olmak Oktay’dan bana kalan en değerli miras.
R. İlker KAFALI
AHMET KAROL
Hasan kardeş,
Bu anımı, sevgili Oktay'ı kaybettiğimiz günlerde yazıp
KMKD 55-58’e göndermiştim ama anladığım kadarıyla benim
bağlantımda sorun var. Bu sebeple sana gönderiyorum. Selam
ve sevgiler..
122
Hasan Eskil
(…)
Yıl, 1971 veya 1972. (Tam hatırlayamadım, ihtiyarladık.) O tarihlerde İstanbul Narkotik Şubede komiserim ve Anadolu yakası ekip şefiyim.
Aldığımız bir istihbarat üzerine o yılların meşhur afyoncularından Salacaklı Ayı Ekrem’in Van’dan çok miktarda esrar ve
afyon sakızı getireceğini öğrendik.
O yıllarda elimizdeki en gelişmiş yöntem telefon dinlemek.
Gerekli izinleri aldıktan sonra Ekrem’in Harem otogarının arkasındaki Posta iskelesi yanında bulunan evinin telefonuna
saplama ile girdik. Dinlemenin 2. günü, malı getirecek Vanlı
ile Kadıköy Postanesi önünde buluşacaklarını öğrendik.
Çoğunuz Kadıköy Postanesi’nin rahmetli Oktay’ın muayenehanesiyle bitişik olduğunu bilirsiniz. Biz de muayenehanenin
penceresinden ortalığı rahatça görebileceğimizi düşünerek
oraya gitmeye karar verdik…
Şimdi durumu hayal etmenizi istiyorum. Serseri kılıklı altı kişi
Oktay’ın kapıya dayandık. Ben Oktay’a durumu anlatıyorum,
o da bana “Ulan serseri misin oğlum, içeride hastalarım var.
Hem babama ne söylerim? Vallahi canına okur senin de ekibinin de“ diyor, ama nafile… O konuşurken, biz hastalardan
özür dileyip içeri yerleştik bile.
Mustafa Amca’nın (rahmetli) arka dairede malzeme ve dişçilikle alâkalı kısımda olduğunu bildiğim için gidip olayı kendisine anlattım. Adamcağız tam bir Çelebi, beni de sever. Olamayacak işe bile olmaz diyemiyor. Zaten işgal tamamlanmış.
Neyse zar zor bir-iki saat için izin aldım.
Bu arada ikisi de panikte… Mustafa Amca: “Siz gittikten
sonra adamlar Oktay’a bir şey yaparlar mı?” derdinde... Oktay’da “Ben hastalarıma ne söyleyeceğim?” diye telâş içerisinde.
Bu hengâmede, dışarıdaki adamlarımız Ayı Ekrem’le Vanlının geldiğini anons etti. Şansımıza olacak adamlar gelip muayenehanenin penceresinin iki metre altındaki kaldırımda dikilip hem etrafı kesiyor hem de konuşuyorlar. Tüm konuşmaları bizimle birlikte Oktay’la Mustafa Amca ve Oktay’ın bir
123
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
hastası dinliyoruz... Ben tüm meslek hayatımda (40 yıl) böyle
kolay ve koro halinde ve rahat bir dinleme postası daha yapmadım.
Bitti mi? Hayır. Adamlar ertesi gün aynı yerde öğle üzeri buluşmaya, malı ve parayı değiştirmeye karar verdiler.
Neyse, adamlar gitti, ekibin bir kısmını takibe yolladım. Ben
de, Oktay’ın korkudan kıllık edeceğini bildiğim için ertesi
günkü buluşma için Oktay’ı kafalamaya çalışmak üzere orada
kaldım.
Ertesi gün, aynı saatte tüm ekip muayenehanede yerimizi aldık. Oktay biraz daha motive olmuş ama hâlâ korkulu bir merak içinde. Hastalarını başka günlere kaydırmış olacak ki daha
rahat.
Adamlar öğle üzeri geldi. Aynı yerde buluştular.
Takipteki ekip Vanlının bir adamının sahildeki eski evlendirme dairesinin otoparkında araba içinde beklediğini haber
verdiler. (Benim ilk nikâhımın kıyıldığı yer.)
Biz para alışverişini fotoğraflamaya çalışıyoruz. Vanlı laf arasında malın arabada zulalı olduğunu söyleyince iş anlaşıldı.
Adamları, fazla uzatmaya gerek kalmadan toplamaya karar
verdik.
Hemen aşağı koşup, Ekrem ile Vanlıyı kaptık. Bir de baktım
ki bizim ekip bir kişi fazla. Bir gün önce korkudan havale geçiren Oktay da bizim yanımızda.
“Len oğlum iş tamam, git artık” diyorum. Oktay da,“Mal nerede bir göreyim” diyor.
Neyse, otoparktaki arabayı da aldık. Arabanın bagajında, çuval içinde 130 kg. esrar ile 2 kg. ham afyon sakızı çıktı…
Toplaşmalarımızda Sevgili Oktay’ın ara sıra dile getirdiği ve
bazılarınızın da dinlediği olayın aslı böyle.
Sevgili kardeşim, Bizi çok erken terk ettin. İyiler çabuk gider
derler ya bu kadar “iyi” olmasaydın keşke. Sana 57 yılda olgunlaşmış sevgi ile Tanrı’dan rahmet diliyorum.
Ahmet KAROL
124
Hasan Eskil
TANSU ERÇELEBİ
Sevgili Hasan,
19 Şubat 2015 günü beni telefonla arayarak, rahmetli O. Özaydın hakkında özel bir anımla ilgili bir şeyler yazmamı istedin.
Uzun bir süredir (8 ay kadar oldu) sıkıntılı bir süreçten geçtiğimi sanırım duymuşsundur. Bu nedenle internete ve yahoo
adresimize epeydir uğramıyorum. Ama Oktay için bugün Ankara'da bir internet kafeye giderek bir şeyler yazma gereğini
duydum.
Bana göre o, sevgili sınıf arkadaşım, çok özel biriydi. Ben değil, onu tanıyan tüm arkadaşları, Kolej, Kadıköy, Beşiktaş,
Konya ve bulunduğu her camia, sanırım çeşitli vesilelerle buna değinmişlerdir. Ben onu, 12 yaşında sınıf arkadaşım olarak tanıdım. Yedi yıl beraberliğimizde hiç kimseyi kırdığını görmedim. Ondan bir şey istendiğinde elinden gelen ne
varsa verdiğini, Kolej, Beşiktaş ve Konyalılığın onun için çok
özel olduğunu biliyorum. Biz okulun değişik spor branşlarında yarışırken en büyük destekçi ve menajerimiz olduğunu
da hatırlıyorum. Çok özel bir anım, mutlaka vardır. Ancak şu
an inan hatırlayamadım. Bunları yazarken utanıyorum. Ne
var ki, durum bu. Umarım sevgili Oktay'ın ruhunu incitmiyorum. Herkes gibi ben de onu özlüyor, sevgi ve saygı ile anıyor,
mekânının cennet olduğuna inanıyorum.
Selam ve sevgiler…
Tansu ERÇELEBİ
__._,_.___
HASAN ESKİL
Otobiyografimi kaleme aldığım KERPİÇ EVDEN GÖKDELEN’e kitabımdan yaşanmış bir olay. Öyküdeki Orhan benim
sınıf arkadaşımdı. Oktay ise bizden bir sınıf sonraydı. Kolej’de
yatılı okuyorduk. Okulla yatakhane binası arasında dört yüz,
beş yüz metrelik bir mesafe vardı ve akşam mütalaasından
sonra saat dokuzda topluca yatakhaneye gider, sabah altıda
uyanır, yedi de okulun yemekhanesinde kahvaltıda olurduk.
125
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Anlayacağınız gece dokuzdan sabah yediye kadar yatakhaneden çıkmamız yasaktı.
Orhan’ın okulda çok konuşulan bir macerası var: Oktay Özaydın’la bir akşam yatakhaneden kaçıp basketbol maçına giderler. Maç Afyon’dan bir takımla Konya Yolspor arasında bölge
birincilik maçıdır. İkisi de Konya Yolspor’da oynayan “Tuluk”u çok sevmekte ve bu maçı mutlaka izlemek istemektedirler. Yatakhanemizin bulunduğu Tuncer Apartmanı’nın bir
dairesinde yaşayan Müdürümüz Behzat Bey, bunları yatakhane binasından çıkarken görür ama kim olduklarını anlayamaz. Hemen gece bekçisi Ahmet Efendi’ye seslenir ve yatakları kontrol edip kimlerin yatağında bulunmadığının tespitini
ister. Bu durum yatakhanede müthiş bir hareketlilik yaratır ve
arkadaşlar Ahmet Efendi’yle köşe kapmaca oynayarak Orhan’la Oktay’ın yatağını doldururlar.
Behzat Bey, yatak kontrolüyle sonuca ulaşamayınca sinirlenir
ve yatakhane binasının önünde bekleyerek kaçakları yakalamaya karar verir.
İki kafadar maçtan dönerlerken, uzaktan Behzat Bey’in sokakta volta attığını görürler ve binaya arka balkonlardan birinden girmeye karar vererek hemen yan yola saparlar. Karanlıkta sessiz adımlarla binaya yaklaşırlar ama Behzat Bey’in
gözünden kaçamazlar.
Behzat Bey binanın arkasına koşturur, onlar da balkona hamle
ederler. Balkona tırmanırlarken, Behzat Bey köşeyi döner. Binanın arkası karanlıktır. Balkona tırmanan iki kişinin siluetini
görür. “Kaçmayın, sizi gördüm!” diye seslenir.
Bizimkiler kollarının olanca gücüyle bedenlerini balkona çekerler. Sol bacaklarını balkonun duvarına takarlar. Bir dakika
sonra balkonda olacaklar ve kapıyı açan arkadaşlarının yardımıyla yataklarına gireceklerdir. Oktay içinden, “Oh, yakalanmadık!” diye dua ederken, yanından Orhan’ın sesini duyar:
“Göremedin ki, göremedin ki!”
Gerçekten de Behzat Bey kaçakların kim olduğunu o ana kadar bilememiştir. Ondan sonrasındaysa arkadaşlarımızı disiplin kurulu beklemektedir ve günlerce ağızlara sakız olacaklardır.
Hasan ESKİL
126
Hasan Eskil
DERNEK VE VAKIF ÇALIŞMALARINDAN
ARKADAŞLARI
KUDRET FİKİRLİ
(Konyalılar Derneği Başkanı ve İstanbul Konyalılar Vakfı Yönetim
Kurulu Üyesi.)
OLMADI BE AĞABEY
Oktay Ağabey’i 1993 yılında İstanbul’da Konyaspor adına bir
gece yapmanın gayreti içerisinde debelenirken tanıma fırsatı
buldum.
1993 yılı Nisan ayında yapılan genel kurulda gıyabımda Konyaspor’un yönetimine seçilmişim. Mustafa Dinç ise Konyaspor’un İstanbul temsilcisiydi.
Mustafa Dinç ile de bu vesile ile tanışıyorum. İstanbul’dan
Konyaspor’a bir katkı yapalım düşüncesi ile bir gece yapmaya
karar veriyoruz. Ama etrafta ciddi bir katkı sağlayacak Konyalı bulmakta zorlanıyoruz.
Süleyman Temel, Nebi Zenginli, Nevzat Gündoğdu, Mustafa
Yakar gibi hemşerilerimizle bu vesile ile tanışıyor ve gece yapmak için çaba gösteriyoruz. Ama destekler genelde yetersiz
kalıyor. Zaman zaman Mustafa Yakar‘ın Kadıköy’deki ofisinde toplantılar yapıyoruz. Bu toplantılara rahmetli Oktay
Ağabey de katılıyor. Pek konuşmuyor ama konuştuğunda da
mantıklı şeyler söylüyordu. O gecede ciddi bir bilet satışı ile
katkıda bulundu.
Konyaspor gecesini yüz akımızla tamamladık.
127
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
O dönemde kenarda kalan ve küskün olan ağabeylerimizi
mevcut derneği canlandırma çalışmalarına sokma veya yeni
dernek kurma çalışmalarımızın içerisinde oldu hep. Hiçbir zaman öne çıkma gibi bir çabası veya gayreti olmadı. Yeri geldiğinde konuştu. Rahmetli Bayram Camcı’nın önderliğinde her
ortamda katkı vermek için çabaladı. Kurulan dernekte başkan
yardımcısı olarak görev aldı.
Rahmetli Bayram Camcı’nın başkanlığı bırakmasından sonra
başkan olarak Konyalıya hizmet etmeye devam etti.
Hep çabası ve arzusu, derneği kalıcı bir binaya sahip kılmaktı.
Yeşilköy deki binanın arsasının ihale ile derneğimizde kaldığı
dönemde kendisi tatilde idi, sonucu bildirdiğimizde çocuklar
gibi sevinmişti.
Arsa alındı ama içerisinde bir işgalci var ve çıkmıyor. Mahkeme tahliye kararı verdi ama yine de çıkmıyor. Ciddi emek
harcadık. Tahliye gerçekleşti, proje ortaya çıktı ama inşaat yapacak kaynak yok.
Kara kara düşünürken, Mustafa Birim’in; ‘aile olarak okul
yaptırmak için ayırdıkları bir fon olduğunu, bunu inşaat için
verebileceğini ama vakıf kurmak gerektiğini’ içeren sözlerini
duyduğunda çocuklar gibi sevinçli ve heyecanlı idi.
Vakıf fikri ortaya çıkınca, Osman Argıt kardeşimiz de ‘Argıt
ailesinin Ankara’da üç dairesi olduğunu, bunları vakfa verebileceklerini’ söylemesiyle de iyice rahatlamıştı. Vakfı kurduk
ve Başkanı oldu.
2007 yılında Vakfı kurup inşaatla ilgili çalışmalara başladık
ama işler öyle güllük gülistanlık değildi. Hep çözüm arayan,
koşturan, hepimizden fazla üzülen de o idi.
Bir ara bölgenin imar planı iptal edildi ve inşaat durdu. Yine
Büyükşehir Belediyesi ile Bakırköy Belediyesi arasında ve
para bulmak için Konya’ya kadar uzanan “git-gel”ler… Hep
gidip gelen de yine Oktay ağabey.
Çoğu zaman sağlığını ihmal ediyor ama inşaata gidip gelmeyi
ihmal etmiyordu.
Oktay ağabey çok kibar ve saygılı bir insandı. Vakıf için bir
şey istemeye gittiğimizde rakam telaffuz ederken sıkılır; bir
128
Hasan Eskil
türlü söyleyemezdi. Genellikle eleştirirdik sen isteyemiyorsun diye.
Eski teşkilatçı olmasından dolayı kritik kararların alınacağı
toplantılardan önce bizleri tek tek hazırlar, ikna eder, konuyu
yönetime ondan sonra getirirdi. Ve de hiç sıkıntı çıkmadan kararlar oy birliği ile alınırdı.
Her Çarşamba günü mutlaka inşaata gider ve orada inşaatı
kontrol ederdi.
Bu alışkanlığı inşaat bitip, bina kullanıma açıldıktan sonra da
devam etti. O binayı çocuklarından biri gibi görürdü. “İnşaatın borçlarını bitirdikten sonra arsasını almak için hazırlanmalıyız” derdi. Ancak arsayı almak için kaynak oluşturacak vakti
maalesef olmadı. Sanıyorum bizlere bıraktığı en büyük sorumluluk, o binanın yaşatılmasının yanında, arsasının da satın alınmasını sağlamaktır.
1993 yılı Ağustos aylarında başlayan yol arkadaşlığımız sonlanana kadar (Bizler ona yol arkadaşı olmuştuk.) hiçbirimizi
kırdığına, eleştirse bile haksız olduğuna şahit olmadım. Kırk
yılı aşkın cemiyet hayatı içerisinde olan birisi olarak böyle fedakâr, saygılı ve kibar insanı çok az gördüm. Demek ki iyiler
fazla yaşamıyor.
Erken gittin be ağabey…
Hakkını helal et…
Nurlar için de yat…
Kudret FİKİRLİ
MUSTAFA BİRİM
(İstanbul Konyalılar Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı)
Sevgili Başkanım,
Seni o kadar ani kaybettik ki bir türlü inanamıyorum! Yıllar
önce çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybetmiştim. Kendisi üniversite yıllarından beri arkadaşımdı ve gerçekten çok severdim. Ama sevgisinin büyüklüğünü, bıraktığı boşluğu, ancak
kaybettikten sonra anlayabilmiştim.
129
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Şimdi aynı duygular içerisindeyim. Seni hakikaten çok sevmişiz. Aynı zamanda, o çok güven veren yapınla hepimizi ne kadar rahatlattığını daha iyi anladık.
Sevgili Başkanım, sosyal sorumluluk anlayışın toplumda ender insanlarda görülecek cinstendi. Her derneğin, vakfın, spor
kulübünün, siyasetin v.b. hep içerisinde aktif olarak görev aldın. Elin daima taşın altındaydı. Maddi, manevi, gücünün
yettiği noktaya kadar koştururdun.
Lider kişiliğinle, pek çok zor işi ekip çalışmasıyla hallettirirdin. Yükün büyük kısmını üzerine alarak, ekibi çalışmaya
ikna eder; devamlı kontrolü elden bırakmazdın.
Demokrat kişiliğinle, sabrınla, müzakereci anlayışınla, başkanlığın dönemlerini hep yad edeceğim. Vakfın inşaatı sırasındaki emeklerini sonsuz şükran duygularımla ölünceye kadar taşıyacağım. Çok canının sıkıldığı anlarda, karşılıklı dertleşir; ertesi sabah hiçbir şey yokmuş gibi devam ederdik. İnşallah Konyalılar da bunun farkında olurlar.
Mütedeyyin kişiliğinle, elinden geldiğince bütün ibadetlerini
eksiksiz yapmaya çalışır, bunu asla belli etmezdin. Ayrıca yöneticilik yaptığın kurumlarda bunu asla kullanmak istemez
ve bunu bir kural olarak tavsiye ederdin. Vatanını, kültürünü,
hele hele Konya ve Konyalıyı çok sevdin. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne tam bağlı ve saygılıydın. Devletine ve milletine
söz söyletmezdin. Dindardın ama bağnaz değildin. Bugünkü
insanlara model olacak davranıştaydın. Almış olduğun eğitimlerle, zamanımızı gayet güzel yorumluyor, olayları ve
olayların arkasını görebiliyordun.
Çocukların ve eşinin her şeyiyle ilgili bir baba, aynı zamanda
ailenin de lideri ve büyüğü olma vasıflarındaydın.
Sevgili Başkanım, Hakk’a yürüdüğün günden beri hep Fatihalarla anıyorum. Daima da anacağım. Biz senden razı olduk.
Rabbimin huzurunda bunu dile getiriyor, Rabbimin de senden razı olmasını niyaz ediyorum.
Nur içerisinde yat. Seni asla unutmayacağım.
Şükran duygularımla...
Mustafa BİRİM
130
Hasan Eskil
OSMAN MURAT ARGIT
(İstanbul Konyalılar Vakfı Yönetim Kurlu Üyesi)
Ben kendimi bildim bileli yüzünden gülümsemesi eksik olmayan, babamın Konya tabiri ile “öğürü” dişçi Mustafa Ağabey’i
-kuzeni- vardı. Oktay Özaydın Ağabey ve ben 2. nesil kuzendik. Baba mesleğini seçmesi ile muayenehanesi ailenin, yakışıklı, muhabbetli ve “adam gibi adam”ı ziyaret ettiği, bir aile
iletişim mekânı idi.
Oktay Ağabey, İstanbul Konyalılar Derneği kurulurken babamın kurucu üye olmasını istemiş ancak babamın hasta olmasından dolayı Ağabeyim Ömer R. Argıt’ı önermesiyle bizi dernekçiliğin içine sokmaya çalışmıştı. Ben ise yurt dışında eğitimimi sürdürmeye gitmiş ve 10 yıla yakın bir zaman memleketten uzak kalmıştım.
Çocukluğumda hasta olarak gittiğim dişçi koltuğundan çok
kaçmışlığım vardı Oktay ağabeyden. Ama 2001 yılında derneğe çağırdığında kaçamadım ondan. “Ömer ya sen gel ya da
Osman” dedi. Ağabeyim de “Osman’ın memlekete tekrar
alışması lazım, Dostluk ve arkadaşlıklarını tazelemesi lazım
sen Osman’ı al Ağabey” diyerek beni elbirliği ile Konyalılar
Derneğinin hizmetine başlattılar.
İlk yönetim kurulu toplantısında yıllar sonra lisedeki Fizik
Hocam İsmail Binicioğlu ile karşılaşmıştım. Hocam ve Oktay
Ağabey ile aynı masada bulunmak bile beni bir anda 50’li yaşlara çıkartmıştı.
Oktay ağabey sayesinde yeniden Konyalı olmuş ve birçok
yeni ağabey, dost, arkadaş sahibi olmuştum. Bayram Camcı
Başkanın Babamı ziyaret ettiği günlerden Av. Süleyman Temel’e göz aşinalığım vardı. Yıllar içerisinde hem yoldaş, hem
dost, hem de arkadaş olduk. Kitabın yazarı Hasan Eskil, “Hafızım” Av. Hikmet Deniz, Mustafa Birim, Adil Öngel, Sonay
Gürgen, İsmail Öncel, Sefer Camcı, Bahri Özdinç, Halil Kasapoğlu, Av. Mehmet Ergen ve birlikte çalıştığım adlarını ve
131
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
meziyetlerini sayfalara sığdıramayacağım bu yönetim kurulu
üyelerinin tamamını tanımamı Oktay Ağabeyime borçluyum.
Her toplantımıza siyah ece ajandası ile gündemini yazıp gelen
ve her toplantı öncesi o hafta ona gelen güzel hikâyeler ile bizleri ısındıran, hiçbir zaman somurtmayan, bazen celallense
bile hatır kırmayan, yahu bir müsaade edin ile araya girip ne
yapıp edip herkesi orta yolda buluşturan ve aslında kendi
önerisini bu şekilde ikna ederek kabul ettiren lider kişilikli bir
insandı. Hatta ailemiz içinde de birleştiren, kaynaştıran, sorun
çözmeye çalışan, sevecen, koruyucu bir kişiliği vardı. Beyni
başlı başına bir arşivdi sanki… İsimler, meslekler, olaylar…
Yine kendisine alenen sövdürmeyi başarabilen tek yönetim
kurulu üyesiyim diyebilirim.
Bir toplantıda, ameliyat olacağı için, sonraki toplantıyı çarşamba günü yapamayacağını söyledi. Hepimiz donup kaldık.
“Başkan geçmiş olsun hayırdır?” dedik. “Yok yahu önemli değil, Katarakt ameliyatı olacağım” dedi. (Aslında kendi başına
gelen hiçbir şey onun için önemli değildi. Birkaç kez ağrılı olduğu durumlar dışında.)
Ben de Süleyman Temel’e döndüm, “Gardaşım dün Oktay
ağabeyim sana dolgu yaptı değil mi? Aç şu ağzını da görelim
doğru dişini mi yaptı? Baksana adam kataraktmış” dedim ki,
Oktay ağabeyim ilk defa toplantıda bir yönetim kurulu üyesine sövdü. Kahkahalara boğulduk.
Koyu Beşiktaş taraftarıydı. Bir seferinde Fenerbahçe Manisa’ya yenilmiş, hiç üşenmeden çarşıdan mesir macunu alıp
toplantıya getirmiş, Fenerbahçeli olan ben, Hasan Eskil, Mustafa Birim, Kudret Fikirli ve “Hafız” Hikmet Deniz ağabeylerime, Cimbomlu Adil Öngel ve Süleyman Temel’in kahkahaları eşliğinde kaşık kaşık ikram etti. Güzel Adamdı vesselam…
Belki bulunduğu politik hayata, bulunduğu dernek hayatına
ve sonra Vakıf hayatımıza çok katkıları olmuştur ama benim
şahsımda da öğrettikleri ve katkıları olmuştur. Tahminimce
yönetim kurulu arkadaş ve ağabeylerim dahi şahıslarına kattıkları konusunda beni teyit edeceklerdir.
132
Hasan Eskil
Yardım onun diğer ismidir diyebilirim. Öylesine geniş ve onu
seven bir kitlesi vardı ki her dostunun doğruca istenen her
türlü işini halletmek için zaman harcardı. Bilhassa Konyalı
talebeler için yapamayacağı yoktu. Her sabah aldığı torun resimlerini -benim çocuklara olan düşkünlüğüm nedeniyle- benimle paylaşması ve paylaşırken de gözümün önünden gitmeyen yüz ifadesiyle, “Sen de torun gör Osman’ım” diyerek
dua etmesini asla unutamayacağım.
Vakfın kuruluşu ise yine onun kendisine verilen bilgileri betimlemesiyle oluştu.
Biz Nadide ve Mustafa Rüştü Argıt evlatları bir vakıf kurup
Konyalı öğrencileri okutmak istiyorduk. Hatta bu nedenle
Ankara’da bir bina inşa ettirdik. Yarısı bize ait olan bu binanın
adını ‘Mustafa Rüştü Argıt Vakıf Apartmanı’ diye koyduk.
Kira gelirlerinden Konyalılar Derneği vasıtası ile her yıl 10-15
öğrenci okutmakta; bize haberi gelen memleketin diğer illerinden başarılı 5 öğrenciye de kendimizden burs vermekteydik.
Bunları anlatmıştık Oktay ağabeyime hatta bunu kurumsallaştırmak istiyoruz demiştik. Aynı zamanda Oktay ağabeyin
arşivinde bu minvalden biraz daha geniş bir alanı KÜLTÜREL faaliyetleri de kapsayan fikirleri olan Mustafa Birim ve
kardeşleri de varmış.
Bizleri; Süleyman Temel, Kudret Fikirli, Hasan Eskil ve Oktay ağabeyim bu fikirle bir araya getirdiler.
Niyet Allah rızası olunca da işler birer birer yoluna girmeye
başladı. Yollar çamurlu ve dikenliydi, Oktay Ağabeyimin liderliğinde küçük sıyrıklarla Vakfımızı kurduk, binamızı ortaya çıkarttık. Salaha erdik demiştik ki; salaha erdiğimizin
haberini alır almaz aniden bizlerden ayrıldı ve bizi yetim bıraktı.
Yukarıdaki idare ve toplantı salonumuza ismini vermek istediğimizde, tüm emeklerine karşın mahcubiyetle bu önerimize
karşı koyuşu bize karakter örneği idi.
Beni bu işlere bulaştıran Oktay Ağabeyimden sonra onun
emeklerini boş çıkartmamak için tek arzum; onun olduğu
133
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
günlerdeki gibi İstanbullu Konyalıları fikri, zihni, şekli ne
olursa olsun, samimi olarak bir arada tutmak olacaktır.
Konya’mızdan zaten gurbete çıkan sayısı artık o kadar azaldı
ki, İstanbul gibi bir dünya şehrinde kültürümüzün yüksekliği
ve her dönemki çağdaşlığını bizim insanımız üzerinde, bakan
herkesin göreceği şekilde (diğer illerin Dernekleri/Vakıfları
gibi kalabalık ama boş değil) dolu, sıkı ve kaliteli tutarak göstermek olacaktır.
Oktay Ağabeyim aramızdan ayrılalı bir yıl olmuş ama yarın
arasam görüşecekmişim gibi… Vakıf kapısından her girişimde yukarıda onu görecekmişim gibi… Her andığımda hoş
bir seda ve bakış bırakan ağabeyim, bizler de toprak olana kadar seni böyle anacağız, umarım bizlerde senin gibi tertemiz
ve muhabbetle anılanlardan oluruz. Seni olabilecek en sağlam
yere emanet ettik. Rahmet ve Minnetle anıyorum seni.
Osman Murat ARGIT
(Not: Osman, Oktay’ı çok seven bir arkadaşımızdı. Yazısını geciktirince telefon etmek zorunda kaldım. Telefonumdan on gün sonra
yukarıdaki yazıyı gönderdi. Yazı, aşağıdaki iletinin ekindeydi. İnsanın çaresiz kaldığı anları çok güzel betimleyen bu ilginç iletiyi de
okuyucularımla paylaşmadan edemedim.)
***
Bir yazı yazılamaz mı? YAZILAMAZ…
Çok sevmişsen nasıl hitap edeceğini bilemezsin.
Hangi hitap onu karşılar bilemezsin.
Hangisi daha yüceltir bilemezsin.
Hangi günün ya da anının güzelliğinin onu anlatabileceğini
bilemezsin.
Hasan ağabey, geçen hazirandan beri onun hakkında yazmak
için bilgisayarın karşısında kaç kez çaresiz kaldım bilemezsin.
Umarım şimdi olmuştur.
Yanaklarından öptüm.
Osman Angıt
134
Hasan Eskil
SÜLEYMAN TEMEL
(İstanbul Konyalılar Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi)
OKTAY ÖZAYDIN ANISINA...
Sevgili ağabey, bizi ansızın ve beklenmedik şekilde bırakıp gidişine hâlâ inanmakta güçlük çekiyorum/çekiyoruz. Senin
bizleri kuşatan, kucaklayan, bir ve diri tutan, her olduğun ortama hareket enerji ve heyecan getiren samimi ve sıcak tavırların, hiç kimseyi ötekileştirmeden herkesi insanca, dostça,
eşit ve değerli gören ve kabullenen, insani tüm vasıfları bünyesinde toplayan, dürüst, açık sözlü, pratik ve çözüme odaklı
tavır ve analizlerini, en önemlisi de hemen her gün yaptığımız
telefon görüşmelerimizi, sesini duyduğumdaki mutluluğumu
öyle özledim ki...
Kadıköy, Altıyol’dan inerken sizin işyerinize bakıp duyduğum heyecanı, “Keşke vaktim olsa da şöyle bir uğrasam” isteğimin yerine şimdi yüreğime bir yumrunun yerleştiğini ve o
tarafa bakamadığımı nasıl söylesem bilmem ki?..
E-5’ten giderken Karacaahmet’in yanında nasıl içimin yandığını, sana Fatiha okurken nasıl tarif edilemez duygular yaşadığımı, nasıl hâlâ inanmakta zorlandığımı nasıl anlatsam ki?..
Her bulunduğunuz ortamda, herkesin saygısını, sevgisini ve
takdirini kazanmış birisi olarak, o ortama kattığınız heyecanı,
dostluğu, sıcaklığı, sinerjiyi nasıl unuturum ki?..
Konyalıyı birleştiren, İstanbul’daki Konyalıya en büyük eseri
kazandırmaktaki dinmek bilmeyen çabanızı, birleştirici, bütünleştirici gücünüzü, en küçük köy derneğinin en ücra köşesinde dahi olsa en küçük faaliyetine koşarak gitme iradenizi
ve enerjinizi kim görmezden gelebilir ki?..
Çocuklarınızdan bahsederken gözünüzün parlamasını, torununuzu anlatırken coşkulu heyecan ve mutluluğunuzu, Beşiktaş'ı Kadıköy'e getiren emeğinizi, her Beşiktaş maçının, her
Konya maçının sizin içinizde yarattığı kasırgayı ve heyecanı
kim yaşayabilir ki?..
135
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Hayatımda en çok değer verdiğim ve saygı duyduğum insanlardan biri olarak, örnek aldığım dürüstlüğünüzü, açık sözlülüğünüzü, samimiliğinizi, sıcaklığınızı, coşkunuzu, aydınlığınızı, şeffaflığınızı, heyecanınızı, tüm kutsallara bağlılığınızı,
kısaca harika kişiliğinizi kimde bulabilirim ki?..
Kısacası ağabey seni öyle özledim ki... Çoğu zaman aklıma,
gönlüme, gözüme takılıyor gitmiyorsun, inanamıyorum sanki
hâlâ şaka gibi... Her geçen gün hasretin büyüyor, her geçen
gün içimiz soğuyacağına daha da yanıyor, her geçen gün yokluğunuz daha da çok hissediliyor, her geçen gün özlem artıyor, büyüyor… Siz hayattayken hiç ölmeyecek gibi güçlü ve
coşkulu yaşarken, birdenbire erkenden gelen ölümü size bir
türlü konduramıyorum ağabey.
Sözün özü meğer sizi ne çok seviyormuşum ağabey.
Size kendi adıma söz veriyorum, yarattığınız eseri en iyi ve
size en layık şekilde devam ettireceğim/ettireceğiz… Sakın
endişe etme, sakın gözün arkada kalmasın...
Ruhun Şad, Mekânın Cennet olsun...
08.05.2014
ÖKSÜZ KALDIK
Altı aya vardı neredeyse sensizliğimiz… Altı aydır yetimiz,
altı aydır öksüzüz, altı aydır mağduruz, altı aydır sessiziz. Özlem azalacağına artar durur sürekli. Sizsizlik asla yok olmuyor, sessizlik hakim içimizde. Hala sanki bir gün çıkıp gelecekmişsiniz gibi, gülerek, coşkuyla, heyecanla, sevgiyle, dostlukla, mutlulukla, gururla, onurlu duruşunuzla, kucaklayışınızla, insan sevginizin doruğuyla sanki hala geleceksiniz
gibi... Bu kabullenememek mi, yoksa dinmeyen özlem mi? Siz
olmadan toplantılarımız sessiz, sizsiz toplanıyoruz verimsiz,
sizsiz toplansak da keyifsiz.
Bir veda bile edemedik, öyle güçlü, öyle hırslı, öyle coşkulu
yaşardınız ki… Ölüm kelimesini bırakınız size yakıştırmak,
semtinizde bile göremezdik ama siz her zamanki gibi bizi yine
şaşırttınız. Her zaman şaşırtır, sevindirirdiniz ama bu sefer
üzdünüz… Erkenden, habersizce, aniden, zamansız, haksız,
136
Hasan Eskil
sırasız gittiniz. Oysa daha Vodafone Arena’da maça gidecektiniz. Oysa daha Vakıf binamızın borcunun bitişini kutlayacaktık. Oysa birlikte Konya’ya gidecektik. Oysa birlikte Konyaspor maçına gidecektik, birlikte yemek yiyecektik, sohbet
edecektik, dostluğun zirvesini kutlayacaktık. Daha neler yapacaktık neler… Siz herkesin her derdine yetişecektiniz, herkesi kucaklayacaktınız, herkese köprü olacaktınız, yeri geldiğinde herkesi yatıştıracak, sonra da birleştirecektiniz. Biz de
her zamanki gibi sizinle gururlanacaktık.
Yirmi yıla varan dostluk, kardeşlik keşke bir yirmi yıl daha
sürseydi... Doymadık, doyamadık… Anılarla, anılarda kaldık
birdenbire, ansızın, aniden. Artık siz yoksunuz, biz yoksunuz
bu âlemde.
Ama gönüllerimizde, kalbimizde her daim varsınız… Çoksunuz… Bağrımız yanıyor ve her geçen gün acımız artıyor ama
eminiz ki tertemiz gönlünüzle, vicdanlı, imanlı göğsünüzle
Allah’ın sevgili kulusunuz… En mutena yerdesiniz… Bu da
bizim tesellimiz.
Gözünüz arkada kalmasın… Öksüz kaldık ama sizi mutlu etmek için açtığınız yoldan, izinizden yürüyerek, yaptıklarınızı
koruyarak ve yaşatarak adınızı da yaşatacağız.
Mekânınız cennet olsun.
08.09.2014
Süleyman TEMEL
ADİL ÖNGEL
(Konyalılar Derneği eski Yönetim Kurulu Üyesi)
Oktay Ağabey,
Biliyor musun? Son olarak kiraya verdiğimiz otoparkımız çalışıyor.
Borçlarımız eridi, bitti sayılır.
Binamız başı dik, gururla bakıyor Yeşilköy’e.
İnen kalkan uçakları selamlıyor.
Sana ve binaya emeği geçen senin ekibine teşekkür ediyor.
137
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Sen olmasan olur muydu? bilmiyorum ama sen bizim işimizi
hep kolaylaştırdın.
Ne güzel bir ekip olmuştuk.
Temelinde çatısında, el ele gönül gönüle…
Herkes bir taş, bir tuğla, bir kürek harç koyarak bu günlere
getirdik.
Zaman zaman kırgınlıklar, zaman zaman kızgınlıklar yaşadık. Benim isyanlarım oldu, başkalarının da olmuştur belki.
Kimi küstü, kimi sitem etti.
Herkesle ayrı ayrı kulis yaptın, hepsini sakinleştirdin, sivrilikleri düzelttin.
Kimseye belli etmeden ortamı yumuşattın.
Uzlaşmacı tutumunla, siyasetçi kimliğinle, ağabeylik otoritenle bizi hep bir arada tuttun.
Evinle, ailenle belki bu kadar ilgilenmedin.
Evet, vakıf bitti Ağabey.
Her şey çok güzel oldu.
Ama vakıf öksüz kaldı.
Uzun bir süre ayaklarım gitmedi.
Binaya her gidişimde gözlerim seni arıyor.
“Değerli arkadaşlarım” ile başlayan sözcüklerine…
Her toplantıda gerekli gereksiz spor sohbetlerine…
Fenerlilere takılmalarına…
Hasan Ağabey’i tavlada yendiğin zamanki neşene…
Biliyor musun? hasret kaldık.
Artık Kadıköy’de akşam güneşini Ayasofya’nın üzerinden batıramayacağız.
Kadıköy çatı toplantılarımızı, yemeklerimizi güzel birer anı
olarak hep hatırlayacağım.
Seni çok özleyeceğim, sen hep bizim başkanımız olarak kalacaksın.
16.06.2014
Adil ÖNGEL
138
Hasan Eskil
HİKMET DENİZ
(Konyalılar Derneği Başkan Yardımcısı)
Sevgili Oktay’ım,
Onu birkaç satır ile anlatmamız mümkün değil fakat onun için
kısaca şöyle diyebiliriz… Arkadaşlığı ve fedakârlığı sonsuz,
vefalı, hoşgörü sahibi, neşeli, cana yakın, üzgün havayı çabucak dağıtmayı başarırdı Oktay Başkanım. İnsanların kötü yönlerini görmeye çalışmaz, olduğu gibi kabul ederdi… Sabırlı ve
sözüne sadıktı. Zeki ve çok çalışkan bir adamdı. Yönetim kurulu toplantılarımıza güzellik katardı. Herkesten evvel gelir
en son o ayrılırdı. Hepimizi ikna eder, birlikte güzel kararlara
imza atardık. Tam bir Konya, Konyaspor sevdalısıydı. Spora,
bilhassa futbola düşkündü. Konya Beşiktaşlı, Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği kurucusuydu ve başkanlığını uzun seneler
yapmıştı. 1965 yılında fakültede öğrenci iken kardeşi Kutay
ve Konyalı arkadaşları ile İzmit’e Kocaelispor-Konyaspor maçına gelerek futbolculara, takımımıza moral vermişlerdi. Maçı
da 2-1 kazanmıştık.
40 sene sonra Çanakkale’ye Çanakkalespor-Konyaspor maçına Oktay, Adil ve oğlu Cihan ve Mustafa Dinç ile birlikte
gittik. Maçımızı da 2-1 gibi uğurlu bir skorla kazanmıştık. İstanbul’daki tüm Konyaspor maçlarına yönetim kurulu olarak
giderdik. Hatta kaldıkları otellerde ziyaret ederdik.
İyi bir eş ve babaydı. Çocuklarına en güzel düğünleri yapmıştı. İyi bir dede de olmuştu. Ömrü kısa oldu, torununu doyasıya sevemedi. Hayatımda iz bırakan nadir insanlardan biri
olarak kalacaktır. Gülen çehresini hala unutamadım. Cenabı
Allah’ım gani gani rahmet eylesin.
Hikmet DENİZ
BAHRİ ÖZDİNÇ
(Konyalılar Derneği eski Yönetim Kurulu Üyesi ve Karapınarlılar
Derneği Başkanı)
İstanbul’daki Karapınarlılar olarak 1998 yılında İstanbul Karapınarlılar Derneği’ni kurduk. İlk yönetim kurulumuz, açılışımızı zorlu bir kuruluş sürecinin ardından bir kuruluş gecesi
139
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ile taçlandırmak istedi. Böylelikle hem yakın çevremizi hem
de Karapınarlıları bir araya getirerek üye sayımızı da artırmayı düşünüyorduk. Bunun için çalışmalara başladık. Nihayetinde Yeşilköy Beşiktaş Jimnastik Kulübü Spor Tesisleri’ni
böyle bir gece için uygun gördük. Kuruluş gecemize Karapınar Kaymakamı, Belediye Başkanı ve kurum temsilcileri, siyasi parti temsilcileri davet edildi.
Bu süre zarfında Konyalılar Derneği çalışmalarını da duymuştum. Ama herhangi birileriyle tanışma fırsatım olmamıştı. O sırada, bir arkadaş vesilesi ile Konyalılar Derneği’nin
Marmara tesislerinde düzenlediği bir toplantıya katıldım ve
yöneticileriyle ayaküstü konuşma fırsatım oldu. Konyalılar
Derneği başkanımızı da kuruluş gecemize davet ettim.
Toplantımıza sevgili Oktay Bey eşi ile birlikte katılarak bizleri
onurlandırmıştı. Aslında Konyalılar Derneği’ni fiilen tanımam Oktay Bey’i tanımakla olmuştu. Beyefendi duruşu bizi
çok etkilemişti.
Sonrası; aradan çok geçmeden, yine Oktay Bey arayarak Konyalılar Derneği’nin yönetiminde görev almak isteyip istemediğimi sordu. ‘İstanbul’daki Konyalıları temsil eden bir dernekte görev almak benim için onurdur, olur’ dedim. Ve böylelikle Konyalılar Derneği ve İstanbul Konyalılar Vakıf’ındaki
çalışmalarımız bugünlere kadar sürdü.
Yıllar içinde derneğimiz ve vakfımız çok değerli çalışmalar
yaptı. Düzenli yapılan seminer ve konuşmalar, kültür gezileri,
öğrencilerimize sunduğumuz destekler ve en önemlisi dernek
ve vakıf merkez binamızın inşaası… Tüm bu çalışmalarda, benim de çorbada tuzum olduysa, ne mutlu bana. Ayrıca başta
Bayram Bey ve Oktay Bey olmak kaydı ile birçok Konya sevdalılarıyla tanış olmak benim için en büyük gurur diyorum.
Saygılarımla…
KONYA’NIN, KONYALININ AĞABEYİYDİ
Konya’nın ağabeyi Oktay Özaydın aramızdan ayrıldı. Onu
ölümsüzlüğe uğurladık. Eksikliğini, ağabeyliğini yakıcı bir şekilde hissediyoruz.
140
Hasan Eskil
Yazıların en zor olanı, gidenlerin arkasından yazmaktır. Hele
sevdiğiniz biri ise yazmak daha da zorlaşıyor.
Aslında, Oktay Özaydın’ı yitirmedik, Konya Oktay Özaydın’ı
kaybetti.
Oktay Özaydın’ı 1998 senesinde İstkarder’in (İstanbul Karapınarlılar Derneği) kuruluşundan beri tanırım.
Oktay Özaydın, bu ülkenin yetiştirdiği ender insanlardan biriydi. Onun, doğruluk ve iyilik yolunda yürüme kararlılığını
tarif edecek sözcükleri bulmak çok zor.
Bütün engel ve zorlukların yarış halinde olması pek az insanı
daha çok motive eder. Oktay Özaydın’ın hayata olumlu bakışı, tavizsiz doğruluk ve ahlak anlayışı, bütün sıkıntılara
âdeta “Hoş geldin” diyen, yüzünden eksilmeyen tebessümü
hiç bir zaman unutulmayacak.
Biliyorum, her ölüm aslında erken ölümdür. Ancak şunu da
biliyorum ki Konya’nın Oktay Özaydın’a bugünlerde daha
çok ihtiyacı vardı.
Allah rahmet etsin. Mekânı cennet olsun. Seyyiatları hasenata
dönüşsün. Allah evlatlarına, aile fertlerine, dostlarına, sevenlerine ve bütün Konyalı hemşerilerime sabırlar versin.
Bahri ÖZDİNÇ
HALİL KASAPOĞLU
(Konyalılar Derneği Eski Yönetim Kurulu Üyesi)
Oktay Özaydın Ağabey,
Yaşı benden büyük olduğu için ağabey değil sadece. İnsanların kardeşlerini seçme şansı yok belki ama ağabeylerini seçebilirler. İşte, o benim biyolojik ağabeylerimden hiçbir farkı olmayan canım ağabeyim.
Gerçekten geç buldum erken kaybettim. İlk kez derneğimize
kayıt olduğum 2002 yılında tanıdım. Ondan sonra hiç kopmadım. Zaten kopmamıza fırsat vermeyen samimi, vefalı, sevecen, mütevazı bir ağabey, arkadaş, başkan, lider… Ne derseniz, iyi olan, her türlü övgüye değer bir insan.
141
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Vakfımızın inşaatı dönemlerinde fırsat buldukça yanına giderdim. Bilhassa Çarşamba günleri mutlaka orada olurdu. Bu
alışkanlığı her zaman devam etti.
Bir gün beni yanına çağırıp söylediği şu sözlerini hiç unutamam: “Bundan böyle burası sana emanet, buranın müdürü
sensin, benden başka karışanın yok, sorumlu olduğun kişi
yok, en küçük bir probleminde ben varım. Bu teklifimi düşünme ve reddetme şansın yok.”
Bu sözlerinden sonra “hayırlı olsun” diye yanaklarımdan öpmesi hayatım boyunca aklımda kalacak. Kısmen de olsa bayrağı devir almıştım. Ona ve diğer arkadaşlara mahcup olmamam gerekirdi. O gün bugün karakterimin gereğini yerine getirmeye çalışıyorum. Çarşamba günlerini dört gözle bekliyordum. Hasan Ağabey’i de alıp gelecek, tavla oynayacaklar, beraber olup Hasan Ağabey’i kızdıracağız. Yemek yiyeceğiz,
fıkralar anlatacağız. Neler neler… Çok özlüyorum. Şimdi ise
burada sanki terk edilmiş gibi bir sessizliğe büründük. Onun
yerini doldurmak mümkün olmayacak.
Oktay ağabey; bizlere yaşatabileceğin yegâne üzüntüyü yaşattın. Erkenden sessiz sedasız cennete uçup gittin. Allah'ın
emriydi şüphesiz ancak bizler hazır değildik bu vedaya. Canım ağabeyim nur içinde yat, mekanın cennet olsun, seni hiç
bir zaman unutmayacağız.
Halil KASAPOĞLU
UĞUR KOÇAK
(Konyalılar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi)
OKTAY BEY’LE BERABERKEN
Kendisi ile tanışmam 2010-2011 yıllarında oldu. O yıllarda
Konyalılar Derneği ve Konyalılar Vakfı hakkında çok bilgim
olduğu söylenemezdi. Sevgili Adil Öngel vasıtası ile derneğimize üye oldum ve o yıl dernek yönetim kuruluna seçildim.
Oktay Bey’i ilk defa orada tanıdım. Dernek binası Kadıköy’de
bir binanın ikinci katı ve küçücük bir odadan ibaretti. Konya142
Hasan Eskil
lılar Derneği genel kurulu ve yönetim seçimi yapılıyor, toplasak 15-20 kişiyiz. O gün, Sevgili başkanımız Hasan Bey ve Vakıf başkanımız Rahmetli Oktay Bey ile sohbet etme ve birbirimizi yakinen tanıma imkânını yakalıyorum.
Konya’da doğmuş olmama rağmen hiç Konya’da yaşamadım.
Konyalı tanıdığım da bu bakımdan sınırlı. Eşim, Hasan Bey ve
Oktay Bey gibi Konya Maarif Koleji mezunu olduğu için zannederim o gün aramızda daha bir yakınlık doğdu.
Sevgili başkanımız Hasan Bey ve Rahmetli Oktay Bey,
“Uğurcuğum (nezaketinden herkese hep böyle hitap ederdi)
derneğimiz ve vakfımız seneye Yeşilköy’de kendi binasına taşınacak... Sen de Florya’da oturuyorsun, sana çok ihtiyacımız
olacak, seni yönetime almak istiyoruz” dediler. Ben de memnun olacağımı ve elimden geleni yapacağımı söylemiştim.
O günler çok sıkıntılı günlerdi. Hem yapılacak iş çoktu, hem
de maddi sıkıntı vardı. İnşaat son safhasına gelmiş para bitmişti. Her hafta Çarşamba günleri toplantılar yapıyorduk.
Rahmetli bize, “5.000 TL verecek 100 yiğit Konyalı lazım”
derdi. Gayretleri ile çok daha fazlasını bulduğuna şahit olduk.
Dernek ve Vakıf çalışmalarında emeği hiçbir zaman unutulmayacaktır.
Bir diğer anım ise şöyle: Ben ondan önce dede olmuştum. Beni
tebrik ederken kendisinin de dede olmayı çok arzuladığını
dile getirmişti. Aylar sonra dede olduğunda, çok mutlu olduğunu, hatta birkaç ay sonra ikinci dedelik müjdesini aldığında; “sen benden önce dede oldun ama ben senden önce
ikinci kez dede oluyorum” diye bana takılmıştı.
Çok kısa zamanda birbirimizi çok iyi anlamıştık. Aramızda
ağabey kardeş ilişkisi doğmuştu. Kendisini dernek ve vakıf
için yaptıklarından dolayı minnetle anıyorum. Allah ondan
razı olsun. Bu camia Oktay Başkanı hep minnet ve şükranla
anacaktır.
OKTAY BEY’LE BİR GÜNÜM
Günlerden 24 Kasım 2013 Pazar sabahı. Haftalardır planladığımız, bir kısım Konyalılar derneği üyeleri ve yöneticilerinin
eşleri ile katıldığı İSTANBUL’DAKİ MİMAR SİNAN CAMİ-
143
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
LERİ turumuza başlıyoruz. Her türlü hazırlık ve organizasyon Oktay Bey tarafından hazırlanmış, saat gibi tıkır tıkır işliyor. Oktay beyi rahmetle anarken, bu turda beraber yaşadığımız birkaç olayı ve gezdiğimiz beş camiyi yazarak kendisini
bir kez daha rahmetle anmış olalım.
Otobüsümüz, rehberimiz hazır. Bir kısım katılımcı Kadıköy’den, diğer kısmımız Yeşilköy dernek binası önünden katılarak turumuza başlıyoruz.
Kılıç Ali Paşa Camii ve külliyelerinin maketi…
İlk ziyaretimiz Tophane semtindeki Kaptan’ı Derya KILIÇ
ALİ PAŞA CAMİİ. Rehberimizin anlattıklarını dikkatle dinleyerek ecdadımıza ve onun yetiştirdiği Mimar Sinan’a hayranlığımız bir kat daha arttı. Ecdadımız sadece cami değil yanında medresesini, hamamını, şadırvanını ve diğer eserleri bir
bütün olarak yapmış.
Camiye ait ve Yine Mimar Sinan’ın yaptığı tarihi hamamın bir
gayrimüslim aile tarafından işletildiğini öğrendiğimizde Oktay Bey yanıma gelerek, vakıf olayının ne kadar önemli olduğunu, yeni nesil olarak ecdadımızın mirasına sahip çıkamadığımızı anlatarak, Konya vakfımızın önemini ve Konya vakfımıza hepimizin sahip çıkmasının gerekliliğini bir kere daha
anladığını söylemişti.
144
Hasan Eskil
İkinci ziyaret durağımız Mimar Sinan’ın eserlerinden, Eminönü’ndeki çinileri ile dünyaca ünlü RÜSTEM PAŞA CAMİİ.
Rüstem Paşa Camiinin, Beş vakit namazı sembolize eden çiniden yapılmış beş
vazolu mihrabı...
Üçüncü durağımız muhteşem SÜLEYMANİYE CAMİİ ve
Mimar Sinan türbesi.
Süleymaniye Camii…
145
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Mimar Sinan’ın türbesi…
Şehzadepaşa camii…
146
Hasan Eskil
Mihrimahsultan camii…
Rahmetli Oktay başkanımız ve tura katılanlar Süleymaniye Camii önünde…
Bütün bu yazdıklarım başkalarını çok ilgilendirmeyebilir, ancak bu günü yaşamış olmanın hazzını şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü bu günü organize eden rahmetli Oktay Bey’e o
147
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
günde çok teşekkür etmiştim, bugünde çok teşekkür ediyorum. 60 yıldır İstanbul’da yaşamama rağmen ne Kılıç Ali paşa
camisini, ne Rüstem paşa camisini, ne Mihrimah Sultan camisini görmüştüm. Nerede olduklarını bile bilmiyordum. Bunların hepsini Oktay Bey’in sayesinde görmüş oldum. Ogün,
her cami ziyaretimde geçmişimize Fatiha okuma fırsatı yakalamıştım. Şimdi Rahmetli Oktay Ağabey’ime rahmetler okuyorum.
Turumuzu bitirdik. Servis herkesi aldığı noktaya bırakacak.
Sahilden Yeşilköy’e gidiyoruz. Trafik berbat. Oktay beyler
bizden sonra Kadıköy’e gidecekler. Tam Kazlıçeşme’den geçerken, “Ben burada ineceğim ve ilk defa Marmaray’a bineceğim” diyerek Marmaray-Kazlıçeşme istasyonunda arkadaşları ile indiler. Ertesi gün beni görür görmez, “Uğurcuğum iyi
ki Marmaray ile gitmişiz, en az 3 saat kazandık. Siz evinize
gitmeden biz evimizde idik” diyerek gülüşmüştük.
Kendisini rahmetle anıyor, geride kalanlara sabırlar diliyorum.
Uğur KOÇAK
ABDULLAH BALON
(Konyalılar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi)
DEĞERLİ BAŞKANIMIZ, OKTAY AĞABEYİMİZ...
Biz 1995 Yılından beri tanışıyoruz. Asıl dostluğumuz ve arkadaşlığımız 1999 yılında Hadim ve Köyleri Kültür Dayanışma
Derneği’ni kurmamla başladı. 10 yıl bu derneğin başkanlığını
yaptım. Bu arada Konyalılar derneğinde de yönetim kurulu
üyesi olarak devam ettim ve hâlâ devam ediyorum. Bunun en
büyük sebebi Oktay ağabeye olan sevgimdir.
2003 yılında Yeşilyurt’ta Konyalılar Derneği'nin Belediyeden
kiraladığı arsa nedeniyle ilişkilerimiz bir kat daha arttı. Arsa
içindeki kiracıyı çıkarabilmek için verdiği uğraşı en iyi bilenlerden birisiyim. Evimin ve işyerimin yakınlığı nedeniyle her
gün sevinç ve mutlulukla arsaya uğruyordum. Beni dışarıdan
148
Hasan Eskil
tanıyan arkadaşlar, Yeşilköy'e inşaat yaptırdığımı zannediyorlardı.
Şimdiye kadar Oktay ağabeye hiç bir iş için hayır demedim.
Çünkü diyemiyordum. Üslubu ve yakınlığı nedeniyle her zaman onunla çalışmak için elimden geleni yapıyordum. Bir akşam saat 23.00 sıralarında beni aradı. İnşaat alanına makine
gelecekti. Gece 1.30 sıralarında makine geldi ve inşaata indirdik.
Onunla ilgili o kadar çok anımız var ki… Mobilyalar için heyet olarak Konya'ya gittik. İşlerimizi bitirdikten sonra “sizleri
Hadim'e götürüyorum” dedim. Oktay Ağabey’i ve Adil Öngel'i yanıma aldım. “Bir saate varırız” dedim. Ne yazık ki bizim Hadim yolunda çalışma varmış, köylerden dolaşmak zorunda kaldık. Gitmiş olduğumuz köy yolunu ben de fazla bilmiyordum. Köylülere yolu soruyoruz, “Şu dağın arkası hemen Hadim” diyorlar. Bir tepeyi iniyoruz, karşımıza ikinci
tepe çıkıyor. İki saatte Aladağ Mevkiinden Yağcı Köyü’ne indik. Yoldayken köy muhtarını arayıp Oktay ağabey ve Adil
Bey için üç kasa üzüm hazırlamalarını istemiştim. Vardığımız
zaman köydeki sevinci ve üzümleri görünce mutluluktan meşakkatli yolculuğu unuttular. Caminin önünde sohbet sırasında, “Şu üzümleri imamın suyunda sulayalım” diye konuşup gülüşürken, ağaçların arasından imam çıktı geldi. Sevgi
dolu sohbetten sonra yolumuza devam ettik.
Hadim'e 40 Km daha yolumuz var. Sonra Abdullah Balon'un
İlçesine ve kiraz bahçesine vardık. Eniştem ve Ablamla sohbet
ederek Hadim'in içinde bir tur attık. Hadimi Hazretlerinin
türbesini ziyaret ettik.
Asıl konu benim Oktay ağabey ve Adil Bey'i Konya'ya göndermem oldu. Ben götürsem Hadim’de kalamayacağım.
“Bana kızmayın” dedim ve onları yeğenimle Konya'ya gönderdim. Akşam uçağına yetişecekler. Geldiğimiz yollardan
göndersem uçağı kaçıracaklar. Hadim Belediye Başkanını aradım ve yolun açılmasını rica ettim. O da yolu açtırdı. Öylelikle
ikisini Konya'ya gönderdim. İkisine de en güzelinden birer
kasa üzüm hediye ettim. Zor da olsa uçakla İstanbul'a evlerine
149
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
götürmeleri kısmet oldu. Ne zaman bir konu olsa güler yüzüyle, “Hadim'e bir saatte varırız, dedi üç saatte zor vardık”
diye sevgiyle takılırdı. Ne mutlu ki Oktay ağabeyimizi Hadim'e götürmek kısmet oldu.
Sık sık telefonda görüşürdük. Saygı ve sevgisini çok farklı bir
üslupla gösterirdi. Onu her zaman saygı ve sevgiyle anacağım. 2013-2014’te sevdiğim ve saydığım iki değerli insanı, Oktay Ağabey’i ve eniştemi kaybetmenin derin üzüntüsü ve yalnızlığını yaşadım.
En son, İstanbul da Mimar Sinan'ın eseri olan camileri gezdik.
O kadar canlı ve hayat dolu idi ki...
Sevgili ağabeyimiz, seni kelimelere sığdırmak mümkün değil.
İyi ki seni tanıdık ve beraber gezme fırsatımız oldu.
Abdullah BALON
(Not: 10 yıl Hadim ve Köyleri Kültür Dayanışma Derneği Başkanlığı yaptım. Şu an hala Konyalılar Derneği’nde Yönetim Kurulu
Üyesiyim.)
KAYHAN SELEK
(Bozkır Derneği Kurucu ve Onur Kurulu Başkanı)
Altın çağındaydın, yapılacak çok işin vardı…
Nur içinde yat kardeşim.
Oktay kardeşimle, Bayram Camcı ile birlikte Konyalılar Derneği’nde bir araya gelmiştik.
Bütün İlçe deneklerini bir arada toplamak, birlik içinde çalışmalarımızı sağlamak amacı ile.
Zaten gerek Konyalılar Derneği ve gerekse Ereğli Derneği, Ilgın Derneği, Taşkent Derneği… gibi Konya’yı ilgilendiren bütün sosyal kuruluşlarda yer almıştık.
Bayram Camcı’nın aramızdan ayrılmasından sonra, Konyalılar Derneği gibi güç bir derneğin Başkanlığını Oktay yüklendi. Onunla birlikte Konyalılar Derneği’ne ayrı bir misyon
gelmişti. Dernek mensuplarının ve derneğin bakış açısı ve
150
Hasan Eskil
ufku genişledi. Bütün dernekler, Konyalılar Derneği’nin yönetim kurulunda görev aldılar. Ben Bozkır Derneği’ni yönetmekte idim. Dernek’te Konya derneklerinin hepsinin katkısı
oldu. Dernekler rekabetten kurtulup, birlikte bir güç haline
geldi.
Oktay, kendisine açılan ve iletilen hiçbir konuyu hafife almazdı. Konuyu kendisine anlattığınız zaman, o güzel gözlerini dikkatlice açar, anladığını size ihsas eder, sonra hemen
aktiviteye geçerdi. Bir olaya olumsuz gözle baktığını hatırlamıyorum
Onun bu karakteri olmasa, onun eliyle yaptığı birçok şey gerçekleşemezdi.
Sonra Konyalılar Vakfı, başlangıçta ufacık bir fikir iken, Oktay
ve arkadaşlarının gayret ve basiretleri sayesinde, Türkiye üstünde saygın, ilkeli ve etkili bir vakıf meydana geldi. Başta nur
içinde yatsın Oktay Özaydın olmak üzere, emeği geçen bütün
kardeşlerime minnet ve şükranlarımı bu vesile ile sunuyorum.
Altın döneminde, aramızdan erken ayrılışı; hem ülkemiz,
hem Konya’mız için büyük bir kayıp, hem de biz arkadaşları
için de derin bir üzüntü yaratmıştır.
Daha çok işin vardı. Seni unutmayacağız. Nur içinde yat kardeşim.
Av. Kayhan SELEK
MUSTAFA DİNÇ
(Konyalılar Derneği ve Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği eski Yönetim Kurulu Üyesi)
Rahmetli Oktay ağabeyimle tanışmam 1989-90’lı yıllarda,
Konyaspor Yönetim Kurulu üyesi ve İstanbul temsilcisi olduğum dönemde olmuştur. Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma Derneği tarafından Kadıköy’de Konyalı Hemşerilerimize verilen bir yemekte, Dernek Başkanı Nebi Zenginli beni
rahmetli Oktay Ağabey’le tanıştırdı.
151
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
O günden sonra arkadaşlığımız artarak devam etti. Gerek
Konyalılar ve Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma derneklerinin birleşmelerinde, gerekse kendisinin başkanlığındaki yönetimler de görev aldım. 2001 yılında, şahsımla ilgili
maddi ve manevi sebeplerden dolayı dernek yönetiminden
ayrılmama rağmen, Oktay Ağabey beni yine de 1. yedek üye
konumunda tutarak, dernekte yer almamı, adımım kararlarda
geçmesini sağlamıştır.
Kendisiyle Konya’da, İstanbul’da, Çanakkale’de sayısız Konyaspor maçlarına gittik. Derneğimizin burs verdiği öğrencileri otobüslerle Konyaspor maçlarına götürürken, Kadıköy’e
mutlaka uğrayıp kendisini görmeden gidemezdim. Her Kadıköy’e gidişimde muayenehanesine uğrardım. Bir müddet gidemezsem veya aramazsam o beni arar, “Mustafa’m sıkıntın
mı var?” diye, sıkıntımın olup olmadığını sorardı. Muayenehanesine gittiğimde sekreteri Nuriye Hanım’a, “Çayımızı
koy, Mustafa’mla karşılıklı içelim” derdi. Başlardık sohbete.
Sohbetlerimizde her konu mevcuttu. Konyaspor, dernek, vakıf, derken zamanın nasıl geçtiğini anlayamazdık.
Dernek için, vakıf için yaptıklarını, yapacaklarını anlatırken
gözlerindeki heyecanlı parıltıyı ömrüm boyunca unutamam...
Ayrıca vakıf binasının yapımında gösterdiği özveriyi ve gayreti hiçbir insan unutamaz.
Oktay ağabey bir insanlık timsali gibiydi. Asla insanları kırmak istemez, kırmazdı. Her konuda çözüm bulmak, problemleri aşma konusunda yardımcı olmak için elinden gelenin fazlasını yapardı. Bana da çok iyiliği olmuştu, yol göstericimdi.
Allah ondan kat kat razı olsun, bu sayede çok dua almıştır.
Öyle bir insandı ki gurur, kibir yoktu. Hiçbir şeyi kendi hanesine yazmaz, “Ben yaptım” demez, “Biz yaptık, hep beraber
yaptık” derdi. Rahmetlide gördüğüm en büyük özelliklerden
biri de asla dedikodu yapmamasıydı.
Tanıştıktan bir süre sonra oğlumun sünnet düğününe çağırmıştım, gelememişti. Ertesi gün sabah erkenden Erenköy’deki
işyerime Hayırlı Olsun’a gelmesi bende derin iz bırakmıştı.
İşte o zaman çok iyi bir ağabeyle sağlam bir arkadaşlık yapacağımı anladım. Fakat erken ama çok erken kaybettim.
Allah rahmet eylesin, kendisi ayrıca aile doktorumuzdu. Diş
sağlığı problemlerimizi hep onunla çözerdik. Vefatından
152
Hasan Eskil
sonra eşim ve kızım bana soruyorlar; “Oktay Ağabey yok
kime gideceğiz” diye. Cevap veremem, gözlerim dolar. Evet,
Oktay ağabey yok ve biz kime gideceğiz?
Kendisi ile önemli anılarımdan birini anlatmadan geçemeyeceğim; bundan yaklaşık üç-dört sene önce dişlerimdeki problemden dolayı kendisine gittiğimde, bana, “Sana öyle tam bir
damaklık yapacağım ki ve öyle bir diş olacak ki ömrün boyunca beni hatırlayacaksın” dedi. Bu düşüncesini beraber çalıştığı meslektaşlarına da aktarmış ve özel özen gösterilmesini, bana söz verdiğini söylemiş. Bunları bana anlattığında
gözlerim doldu, eline sarılıp kendisine teşekkür ettim.
Hepimiz insanız, zaman içinde bir gaflete kapılıp sevdiklerimizi unutabiliriz ama bu benim için mümkün değil. Çünkü
vücudumda onun bir eserini taşıyorum. Her saniyede onu hatırlıyorum. Ömrüm boyunca Oktay ağabey sevgisi kalbimden
eksilmeyecek, onu ömrüm boyunca hatırlayacağım.
Hastaneye kaldırıldığını öğrendiğimizde ailem ve ben büyük
bir şok geçirdik. Hele ki vefatını öğrendiğimizde büyük bir
üzüntüyle yıkıldık. Ama takdir-i ilahi. Allah ne derse o olur.
Rabbimin hikmetinden sual olunmaz. Allah sevdiği kullarını
erken yanına alırmış. Hani teknik direktörler en iyi oyuncularını alkışlatmak için erken oyundan alırmış, yukarı da söylediğim gibi hikmetinden sual olunmaz ama Rabbim yeterince
alkışlayamadığımız Oktay ağabey’imizi bizden erken aldı.
Cenazesindeki o kalabalığı, insan selini görünce ne kadar çok
sevildiğini daha iyi anladım.
Oktay Ağabey;
Geçen gün Kadıköy’e gittim, ama size uğrayamadım. Muayenehanenizin tabelası kalkmış. Bu da kaderin bir cilvesi ama
siz bizim kalbimizde her zaman yaşayacaksınız. Meğer sizi ne
kadar çok seviyormuşum… Ölümünüze alışamadım. Sizinle
geçirdiğim o güzel günleri hiç unutmayacağım. Bu satırları
yazarken bile çok ama çok zorlanıyorum. Hani dişlerimi yaparken, “Ömrün boyunca hatırlayacaksın” demiştin ya sözünü tutup sizi ömrüm boyunca hiç ama hiç unutmayacağım.
Nur içinde yat Oktay ağabey, kabrin nur ile dolsun, mekânın
cennet olsun.
Mustafa DİNÇ
153
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
NADİR ÖZŞAHİN
(Konyalılar Derneği eski Yönetim Kurulu Üyesi)
OKTAY BEY
1994 yılında Rahmetli Bayram Camcı’nın başkanlığını yaptığı
İstanbul Konyalılar Derneği yönetimine girdiğimde Oktay
Bey ile tanıştım. Aradan geçen 20 yıl neticesinde oluşan samimi arkadaşlığımıza rağmen Oktay Bey demeye devam ettim. Oktay Bey insanlara o kadar çok samimi, medeni, çağdaş
ve özverili davranıyordu ki “Bey” kelimesini bütün benliğimle hissederek söylüyordum.
Oktay Bey çok pozitif bir insandı. Bu özelliği nedeniyle ortaya
çıkan problemlerin halledilmesini de çok iyi sağlıyordu. Özellikle toplantılarda katılımcıları idare etmesi ve ikna kabiliyeti
fevkaladeydi. Bütün bu özellikleri ile birlikte büyük özveride
bulunarak vakıf binasının tamamlanmasında en çok katkıyı
sağlamış ve Konyalı hemşerilerimize bu eserin kazandırılmasına vesile olmuştur.
Uzun yıllar özel sektörde çalışmam nedeniyle çok sayıda yönetici tanıdım. Zaman zaman Oktay Bey özel sektörde olsaydı
yukarıdaki özellikleri nedeniyle çok başarılı bir CEO olurdu
diye düşünmüşümdür.
Konya’mızın aydınlık yüzü başkanım, aramızdan erken ayrıldın. Bu nedenle üzüntüm sonsuzdur.
Ruhun şad, mekânın cennet olsun.
23.06.2014
Nadir ÖZŞAHİN
NEBİ ZENGİNLİ
(Eski Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı)
OKTAY ÖZAYDIN (BAŞKANIMIZ)
İnsanların, doğru, dürüst, güvenilir, adil olması bazen yeterli
olmuyor. Aynı zamanda bu vasıflarının yaşadığı toplumda
154
Hasan Eskil
onaylanmış olması, teyit edilmiş olması da gerekiyor. İşte Oktay Özaydın (Oktay Ağabey) yukarıda sayılan vasıfları onaylanmış bir kişi, değerli bir hemşerimiz... Kelimenin tam anlamıyla her zaman yardımımıza koşan bir hemşeri; bir ağabey,
iyi bir başkan idi.
Konya’yı, Konyalıları çok sevdiği gibi, Ülkesini de çok sever,
tüm insanlara değer verir, sözüne, samimiyetine güvenilir; çalışkan ve fedakârdı.
Oktay Ağabey’i 1988 yılında kurulan Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği nedeni ile tanıdım.
Sonra Kadıköy’deki ofisimin hemen karşısındaki iş hanının
onlara ait olduğunu öğrendim. Ziyaretine gittiğimde genellikle babası Mustafa Bey ile karşılaşıyorduk. Rahmetli babası
eski Konyalılar Yüksek Öğrenim Yaptırma Vakfı’nda görev
almış. Oktay Ağabey’in de bu vakfın son zamanlarında denetiminde görev almış olduğunu, bu ziyaretlerim sırasında öğrendim.
Hızlı Okuma Teknikleri kitabının yazarı Mustafa Ruşen, Oktay Ağabey ile tanışmak istiyordu. Onunla birlikte Kadıköy’deki Diş Hekimliği muayenehanesine gittik. bir süre bekledikten sonra hastası çıkınca biz odasına geçtik ve sohbet ettik. Bu sohbetimizde kendisinin DYP İlçe Başkanı olduğunu
öğrendik.
Bu tarihlerde Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin Başkanı Mahmut Tezcan, Genel sekreteri de ben idim. Mahmut Tezcan DYP’den milletvekili adayı
olmak istiyordu. Bu sebeple Oktay Ağabey ile tanıştırdık. Ancak aralarında tam bir dayanışma kurulamadı.
Mahmut Tezcan Kadıköy-Yalova hattına uzanan 1. Bölgeden
DYP’den 5. sırada aday oldu. Oktay Ağabey de aynı bölgeden
2. sırada aday oldu. O dönemin seçimlerinin en önemli özelliği, “tercihli oy” kullanılması olayıydı. Tercihli oyu alan aday
5. sıraya da konulmuş olsa, sıralamayı aşarak seçilebiliyordu.
O dönemde Sayın Demirel iyi bir çalışma yaptı ve 1. parti olarak seçimleri kazandı, 1. Bölgeden Dr. Yıldırım Aktuna Milletvekili oldu. Oktay Ağabey de, Mahmut Tezcan da kazanamadı.
155
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Oktay Ağabey çok az bir farkla seçilememişti. Biz bu az farkı
kapatabilirdik, ancak Oktay Ağabey’in etrafında örgütlenemedik. O seçimlerde biz bir şeyi fark ettik: Sivil toplum örgütü
olarak organizasyonumuz çok zayıftı. Oktay Ağabey’i 1. Bölgedeki Konyalılar, Karamanlılar desteklemiş olsaydı kesinlikle milletvekili seçilmiş olacak; siyaset de önemli bir kişi kazanacaktı.
Bu dönemde derneğin güçlenmesi için yoğun bir çalışma yürüttük. Mahmut Tezcan dernek başkanlığını bıraktı. Ben dernek başkanlığına seçildim. Derneğin borçlarını ödedikten
sonra, dernek merkezini Merter’de Zenginli Blokları’nın 6
No.lu dairesine taşıdık. Aktif bir çalışma döneminden sonra,
Bayram Camcı, Akif Bekdemir, İsmet Sarıbudak, Kamil Aksoy, Kudret Fikirli, Mustafa Dinç, Süleyman Temel gibi şahıslar ikna edilerek yeni bir yapılanmaya gidilmesini, derneğin
dışında kalan önemli isimlerin derneğe ve yönetime katılmasını planladık.
Ancak Güneş Otel’de yapılan genel kurulda, talihsizlikler yaşandı. O kongrede Oktay Ağabey yoktu. Genel Kurul vasıtası
ile birleşme planı gerçekleştirilemedi.
Bunun üzerine Bayram Camcı ve ekibi dernekten koptu. Kudret Fikirli ve Süleyman Temel’i de yanlarına alarak yeni bir
dernek kurma çalışmasına başladılar ve Rüştü Özal’ı kendilerine başkan yaparak, Konyalıların büyük bir bölümünü bu
çatı altında toplamayı düşündüler.
Bu planı uygulamak için Rüştü Özal’i ikna etmek istediler.
Onun için de Oktay Özaydın’ı ikna edip kadrolarına aldılar
ve onu harekete geçirdiler. Oktay Ağabey bu işi çok iyi benimsedi ve var gücüyle çalıştı. Dernek kuruldu ve Rüştü Özal dernek başkanı oldu. Altı ay sonra genel kurula gittiler. Özal
adaylıktan çekildi. Bayram Camcı Başkan oldu, Oktay Bey
ikinci başkan seçildi.
Bu aşamada Oktay Ağabey’in ılımlı yaklaşımları değerlendirilerek, 1988 yılında kurulan Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ile 1994 yılında kurulan
156
Hasan Eskil
Konyalılar Birliği Derneği’nin birleştirilmesi çalışmaları başlatıldı, Oktay Bey de bu çalışmalar içinde aktif bir şekilde görev aldı. Ilımlı ve çözümleyici yaklaşımları nedeniyle Oktay
Ağabey herkesin o tarihlerde takdirini kazanmıştır.
Oktay Ağabey eski bir siyasetçi idi. Hüsamettin Cindoruk’la
yakınlığı herkes tarafından bilinmektedir. DYP’nin Kadıköy
İlçe örgütünde önemli görevler almış uzun yıllar Kadıköy İlçe
başkanlığı yapmıştır. Demirel hükümetleri döneminde kendisinden rica ettiğimiz her şeyi bizleri hiç kırmadan yerine getirmeye çalışmış; yapabileceklerini derhal gerçekleştirmiş, yapamayacaklarına da direk olarak, “Yapılması mümkün değildir” demiştir. Siyasette hiçbir yöre farkı gözetmemiş. Memleketin her yöresinden insanlarla samimi ve candan bağlantılar
kurmuştur. Bir gün bana, “Siyasette yöreselcilik olmaz” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Oktay Ağabey insana önce insan olduğu için değer veren ender kişilerdendi. Siyasete hemşericiliği kesinlikle karıştırmadı. Hemşerilerini çok sevmesinin nedenini insanları çok sevmesine, insana çok önem vermesine
bağlamaktayım. Onun kişilik yapısında üstün bir insan sevgisi, hümanizm ve evrensellik olduğunu ben bizzat gördüm,
yaşadım.
Benim dernek başkanı olduğum dönemlerde hiçbir davetimi
kırmadı ve gecelerimize o muhterem, saygıdeğer, vefakâr eşi
ile birlikte katıldı; bizi her zaman onurlandırdı.
Palet – 2’de yaptığımız bir gecede, o tarihte dernek ikinci başkanımız Mehmet Faki Bey sürekli CHP örgütünden kişileri
anons edince, Oktay Bey’in protesto maksadı ile kalkıp gitmekte olduğunu görmüş, Kazım Gündoğdu ile birlikte bin bir
güçlükle ikna edebilmiştik. O olaydaki davranışını gördüğümde, gerektiğinde çok kesin tavırlı, hakkını hiç kimseye yedirmeyen ama kimsenin hakkının yenmesine rıza göstermeyen bir yaradılışta olduğunu anlamıştık. Yaşadığımız buna
benzer olaylarla Oktay Ağabey’i daha iyi tanımaya başlamıştık. Çok üzüldüğüm ölüm haberine kadar Oktay Ağabey’in
kimliğinde, kişiliğinde hiçbir sapma olmadığı gibi, hepimize
ayrı ayrı muhabbet gösterdi. Her toplantıda hepimizi ayrı ayrı
aradı, davet etti; hiç usanmadı, yorulmadı, “Öf be” demedi.
157
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Bizler de davetlerine hiçbir sıkıntı hissetmeden gittik ve her
toplantıdan son derece yararlandık.
Oktay Ağabey’in dikkatimi çeken bir başka yönü de koyu bir
Beşiktaşlı olmasıdır. O bütün insanları hiç ayırmadan seven
yüreğinde Beşiktaş Spor Kulübü’ne o kadar büyük bir yer
ayırmıştı ki, şaşırmamak mümkün değil. Bizi birçok kez Kadıköy’de bulunan Beşiktaşlılar Lokali’ne çağırmıştır. Orada
Beşiktaşlı olmanın bütün coşkusunu onda görmek mümkün
olmuştur. Beşiktaş’ın Kongre üyesi olan Oktay Ağabey’in
ölümü Beşiktaş camiası için de büyük kayıptır. Bu Beşiktaş
sevgisine rağmen Konyaspor’a da büyük ilgi göstermiş; Konyaspor’un bütün maçlarının, kongrelerinin takipçisi olmuştur. Konyaspor’un Konyalılar Derneği camiasında tanınması
ve kulüple samimi ilişkiler kurulmasında, Mustafa Dinç arkadaşımızın unutulmayacak insanüstü gayretleri, fedakârlıkları
vardır. Oktay Ağabey’in Konyaspor’a yakınlığında Mustafa
Dinç‘in büyük katkısı olmuştur. Mustafa ile her görüşmelerinde, Konyaspor’u coşku ile anmalarından çok etkilendiğimi
burada ifade etmeden geçemem.
Hayat dümdüz bir çizgi olsaydı veya insanlar düşündükleri
gibi yaşayabilseydi, memleketlerini kendileri seçebilselerdi,
analarını babalarını kendileri seçebilselerdi, hatta boylarını,
göz renklerini, kaderlerini kendileri belirleyebilselerdi, dünya
çok farklı olurdu. İyi ve kötü, sırt sırta ayrılmaz ikiz kardeş
gibi, hayatımızı irademizin dışında hep etkilemiştir. Hayatın
oluşu veya kuralları maalesef buna uygun değildir.
İşte bu hayatın içinde Oktay Ağabey ile yan yana olduğumuz
günler de oldu, karşı karşıya olduğumuz günler de… Her
şeye rağmen, saygı sınırını hiç aşmadan ve birbirimizi hiç kırmadan 90’lı yılları yaşayıp geçtik.
İsa Bolay arkadaşımızın anılarındaki o iki dernekli, derneklerin birleştirilmeye çalışıldığı dönemde Oktay Ağabey’e birçok
kez gittim, ikili görüşmeler yaptım. Birleşme fikrinin oluşmasını onunla paylaşarak hazırladık. Derneklerin birleştirilmesi
ön hazırlıklarını yaptık. Bu dönemde İsmet Sarıbudak, Akif
Bekdemir de derneklerin birleşmesinde fikrî olarak katkıda
bulundu.
158
Hasan Eskil
Daha sonra 1988 yılında kurulan Konya İli ve İlçeleri Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nden İsa Bolay, Mustafa
Dinç, Ali Nalçacı görüşme ekibi olarak seçildi. Karşı taraf olan
ve 1994 yılında kurulan Konyalılar Birliği Derneği (Bu ad tescil edilmemiştir.) adına Mehmet Oktay Özaydın, Kudret Fikirli ile Tuncay Bilge birleşme çalışmalarını yürütmek için seçilmişlerdir. Bu çalışmalara katılan her iki derneğin temsilcileri de Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma
Derneği ile geçmişte yakın temasları olmuş kişilerdi ve saygı
duyduğumuz güvendiğimiz hemşerilerimizdi. Oktay Ağabey
Konyalılar Birliği Derneği adına hareket eden ekibin başındaydı ve siyasette deneyimli, müzakere yapmakta usta, iyi yetişmiş, çalışkan ve ileriyi gören lider vasıflı bir kişiydi. Müzakereleri kendi inisiyatifine almayı başardı ve iki derneğin
Konyalılar Birliği Derneği’nde birleşmesini sağladı. Bu başarı
Oktay Ağabey’in liderliğinde sağlanmıştır. Bu Kongrede sekiz kişi Konya ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma Derneği’nden,
sekiz kişi de Konyalılar Birliği Derneği’nden olmak üzere 16
kişiden oluşan dernek yönetimi ve bir kişi Konyalılar Birliği
Derneği’nden başkan seçilmek suretiyle yönetim 17 kişiden
oluşmuştur.
Oktay Ağabey bu dönemde başkan yardımcılığı görevini yürütmüştür. Bu dönemde de Oktay Ağabey taraflar arasında
denge sağlamış; Bayram Ağabey’in sert tutumunu dengeleme
cesareti gösteren ve tarafların uzlaşmasını sağlayan tek kişi olmuştur.
Bütün bunlar Oktay Ağabey’in almış olduğu eğitimin, aile
kültürünün ve yoğun siyasi deneyiminin bir sonucudur. Aslında Oktay Ağabey siyasette kalma imkânını yakalamış olsaydı, bu meziyetleriyle çok önemli hizmetlerde imzası olan
bir önder olabilirdi. Oktay Ağabey’i anarken onun insan sevgisini ön plana çıkaran çalışkan ve dürüst siyasi yönünü vurgulamadan geçmek doğru olmaz.
Oktay Ağabey’in hiçbir zaman kariyer peşinde olmadığını,
ekibine her zaman sadık kaldığını, geçmişte yaşadığımız ancak birkaç kişinin bildiği bir anımı anlatarak göstermek isterim.
159
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
DERNEKLERİN BİRLEŞME KONGRESİ
Derneklerin birleştirilmesi olayı, Oktay Ağabey başta olmak
üzere, müzakere grubunun özverili çalışmasının sonucu başarılı bir şekilde tamamlanmıştı. Ancak asıl bu dernek için iktidar kavgası olacağı kesindi. İlerisi için iddialı olacağım tahmin edildiğinden bana yönetimde bir görev verilmedi. Konya
İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nden gelen, iddialı olmayacaklarını düşündükleri sekiz
arkadaşımıza pasif görevler verildi. Oktay Ağabey o dönemde biraz geri planda kalarak tarafsız bir politika izledi.
Bunun sebebini tahlil etmek biraz zor. Bayram Ağabey dernekçilikte her ne kadar çok eski ve aktif ise de ben de 1988’den
bu yana aktif dernekçilik yapıyordum ve İstanbul’da yaşayan
birçok kişiyi Konya etkinliklerine ben çağırmış, tanışmalarına
vesile olmuş, insanlarda güven oluşturmuştum. Bu avantajımı kullanarak derneğe 100’den fazla üye kaydı yaptırmayı
başardım.
Bu konuda benimle yarışamayacağını anlayan yönetimdekiler, yokluğumda yaptıkları bir yönetim kurulu toplantısında,
derneğe üye olan her kişinin, bağış niteliğinde olmak üzere
belli tutarda üye giriş aidatı ve yine belli tutarda yıllık aidat
ödemesi gerektiğine, aksi takdirde üyeliklerinin kabul edilmeyeceğine dair bir yönetim kurulu kararı almışlar. Bana
bunu tebliğ ettiler. Bu karar demokratik olmadığı gibi adil de
değildi. Oktay Ağabey’e, Süleyman Temel’e, Kudret Fikirli’ye
bunun sebebini hiçbir zaman sormadım. Ama bu kararı alanları adil bulmadığımı söyledim. Bayram Camcı ile bunu tartıştık. “Bir yarıştır, kazanmak için yaptık” dedi.
Olağan genel kurul yaklaşmıştı. Biz yeni bir yönetim oluşmasını istiyorduk. Yönetime hâkim olan grup bizim varlığımızdan rahatsızlık duyuyordu. Genel kurul çalışmaları başladığında Mustafa Dinç ile birlikte birçok arkadaşın önerisini Oktay Ağabey’e ilettik, bazı rahatsızlıklarımızı dile getirdik. Bize
görev verilmediğini, arkadaşlarımızı üye yapmadıklarını anlattık. Oktay Ağabey haklı olduğumuzu söyledi. Bunun üzerine ona başkan adayımız olmasını önerdik. Fakat Oktay Ağabey, Bayram Ağabey ile yola çıktığını, onun ekibini asla terk
160
Hasan Eskil
etmeyeceğini, Bayram Ağabey’in onayı olmadan asla başkan
adayı olmayacağını, yönetimde bulunup bulunmayacağını da
bilmediğini söyledi.
Bu görüşmeden sonra biz eski dernekten gelen arkadaşlarla
çok güzel bir çalışma yaptık. Listemizi hazırladık, üyelerle görüşmelerimizi tamamladık. Mehmet Özsandıkçı’nın yer almadığı listede, benim başkan adaylığımda, Kadıköy Deniz İşletmeleri Müdürlüğü Lokali’nde yapılan kongreye katıldık ve
listemizi sunarak yönetime aday olduk.
Bu Genel Kurulu Bayram Camcı, Oktay Ağabey’in azmi, çalışmaları ve siyasi deneyimi ve hemşerilerimiz üzerindeki etkinliği sayesinde kazandı. Oktay Ağabey büyük bir gayret
göstererek kendileri için kaybedilmesi, bizim için kazanılması
olasılığı olan genel kurulu Bayram Camcı lehine değiştiren
iradeyi ve başarıyı göstermiştir. Oktay Ağabey seçim salonunu hâkimiyeti altına almayı başaran kişi olduğunu o kongrede göstermiş, tuttuğunu koparan kişiliğini ortaya koyarak,
kararlı bir lider olduğunu orada kanıtlanmıştır.
Konuşmalarındaki kesinliği ve sıcaklığı ile salonu kendi lehine kilitlemiş, Bayram Camcı’nın sonu kırıcı olan konuşması
ile bizim lehimize dönen havayı dağıtmış, yerinde müdahaleleri ile hiç oturmadan, kongre boyunca bir deli fişek gibi davranarak seçimleri kazanmıştır.
O gördüğüm M. OKTAY ÖZAYDIN siyasette devam etmiş olsaydı mutlaka Türkiye çok şey kazanacaktı. Ancak, Türkiye
için kaybedileni Konyalılar kazandı. Oktay Ağabey’in gayretli
çalışmaları ile bir Vakıf, bir de Vakıf Binası kazandı. Yaşasaydı
daha büyük eserler kazandıracağı muhakkaktı.
Oktay Ağabey’i kızımın düğününe çağırmıştım. Sağ olsun
kırmadı geldi. Her derneğin davetinde, hemşerilerimizin özel
gününde istisnasız Oktay Ağabey’i görürdüm.
Camiamızda öylesine bir yer edinmişti ki ölümü zamansız
oldu. Ruhun Şad olsun hemşerim. Yaptıkların için sana minnettarız. Yattığın yer nur dolsun, Cennet mekânın olsun. Sen
hep eserlerinle anılarımızda, gönlümüzde yaşayacaksın Oktay Ağabey!
Av. Nebi ZENGİNLİ
161
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
162
Hasan Eskil
SİYASETTEN DOST ve ARKADAŞLARI
SAYIN HÜSAMETTİN CİNDORUK
(Eski Meclis Başkanı, eski DTP Başkanı, hukukçu.)
Sevgili arkadaşımız Oktay Özaydın’ı siyaset alanında tanıdım. İyi yetişmiş donanımlı bir yurtseverdi. Yerel siyasette
çok başarılı, sevilen ve düşünen faydalı bir portre, gerçek bir
demokrattı.
Kadıköy ve İstanbul çevresinde sayılan, görüşlerine önem ve
değer verilen bir kimlik kişilik sergiliyordu. Sadece bizim partimizde değil siyasi yelpazede de saygı duyulan, rekabetinden çekinilen bir ağırlık kazandığını söyleyebilirim. Kadıköy’e önemli ve değerli hizmetler kazandırdı. Mesleğine, ailesine bağlılığını her zaman önemli bir örnek olarak hepimiz
paylaşıyorduk. Artık onu Ankara’ya parlamentoya taşımak,
üstün kişiliğini genel siyasette değerlendirmek istediğimizi
Sayın Demirel ile de paylaştık. İstanbul 1 Bölgenin 2. sırasında
Doğru Yol Partisi’nin adayı olmuştu. Kazanması gereken bir
adaylık konusu olmasına rağmen çok çok az bir fark ile seçilemedi. Üzüldüm. Ne var ki partinin gücü Oktay’ı meclise taşıyamadı. Değerli kardeşim bu sonucu bir küskünlük sebebi
saymadan siyaset yolculuğunu, katkılarını sürdürdü. Son dönemlerinde memleketi Konya için dernek işlerine yoğunlaştığını biliyorum. Heyecan ve hevesli, bizi de bu alanda bilgilendirip, yönlendiriyordu. Konya’yı İstanbul’da içtenlik ile temsil ediyordu. İşte Oktay budur. Durmak, yorulmak, küsmek,
vazgeçmek bilmeden yurtsever, barışçı hizmet alanları bulmak, omuz vermek.
163
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Erken kaybettik, daha yapacağı çok şey vardı. Allah rahmet
eylesin.
Hüsamettin CİNDORUK
YÜCEL ÇIKRIKÇI
Sevgili Oktay Özaydın ile siyasi olarak tanışmamız 1987 yılı
ortalarıydı sanırım.
Oktay Özaydın siyasi olarak yelpazenin daima sağ tarafında
yer almış, çalışkanlığı, dürüstlüğü ve bir o kadar da sosyal kişiliği ile tüm çalışmalarında olağanüstü sevilmiş ve takdir
edilmiştir.
Oktay Özaydın siyasi hayatına Adalet Partisi Kadıköy İlçe
Teşkilatı’na kaydolarak başlamış, daha sonra kapatılan
AP’nin yerine kurulan DYP’ye geçmiştir. DYP’yi Kadıköy’de
daha önce Adalet Partisi’nde başkan ve yönetim kurulu üyeleri olarak görev yapan ağabeylerimiz kurmuş ve Oktay
Özaydın’ı da yeni kurulan yönetim kuruluna almışlardır.
Birkaç yıl sonra ise Oktay Özaydın yeni bir yönetim kurulu ile
ilçe seçimlerine girmiş ve DYP’sinin yeni Kadıköy İlçe Başkanlığı görevini devralmıştır.
1980 yılı askeri yönetiminin yasakladığı parti Genel Başkanlarının siyasi af referandumunda Oktay Özaydın başkanlığındaki DYP Kadıköy İlçesi olağanüstü çalışmalar yapmış ve kıymetli arkadaşımız Sn. Mustafa Göncü’nün mükemmel grafikleriyle şekillenen vurucu ve esprili sloganlarımız, tüm parti
üst yönetimi tarafından takdirle karşılanmıştır.
O günden sonra gerek kendisinin aşırı çalışkanlığı ve gerekse
tercih etmiş olduğu yönetim kurulu arkadaşlarının yardımı
ile Kadıköy DYP ilçesi, DYP Genel Başkanlığınca tanınmış ve
her zaman takdir edilmiştir. O dönemdeki Genel Başkan Sn.
Süleyman Demirel’in yakın ilgisini ve teşvikini görmüştür.
Bu aşırı ve modern siyasi çalışmaları Oktay Özaydın’ı 1991
yılı Genel Seçimlerinde DYP’nin İstanbul 1. Bölge 2. sıra milletvekili adaylığına taşımıştır.
164
Hasan Eskil
Yine bu seçimlerde olağanüstü çalışılmış ve seçimin ertesi
günü sabah 7.00 de milletvekilliğine seçildiği TV’lerde anons
edilmiştir.
Yalnız bu arada İlçe Seçim Kurulu’ndaki oy sayımları da devam etmekteydi. Sonradan aldığımız duyumlara göre seçim
kurulunda yaşanan bazı olumsuzluklardan sonra diğer partinin adayının Milletvekili seçildiği açıklanmıştır. Tabii ki bu
olay ilçemizde çok büyük bir moral yıkıntısı olmuştur.
Daha sonraları ise, Rahmetli Turgut Özal’ın ölümü ile birlikte
Türkiye’de koalisyon dönemleri başlamış ve sıklıkla da Başbakan değişiklikleri olmuştur.
Doğruyol partililerin birçoğunun şüpheyle baktığı Refahyol
Hükümeti kurulmuş ve bundan sonra ise çalkantılı dönemler
başlamıştır.
Bu arada Tansu Çiller DYP teşkilatlarından birçoğunu görevden almış ve adeta partinin hüviyetini değiştirmeye başlamıştır. Buna hayli sinirlenen Sn. Süleyman Demirel’in teşvik ve
gayretleriyle adı Demokratik Türkiye Partisi olan yeni bir
parti kurulmuş, bu partinin genel başkanlığı görevini ise Sn.
Hüsamettin Cindoruk üstlenmiştir.
Kadıköy İlçe teşkilatının kuruluşu Sn. Oktay Özaydın’a verilmiş ve yeni parti hızlı bir şekilde Türkiye’deki teşkilatlanmasını tamamlanmıştır.
Refahyol hükümetinin yıktırılmasından sonra ise Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Tansu Çiller’e vermesi gereken
hükümeti kurma görevini Sn. Mesut Yılmaz’a vermiştir. Ancak Anavatan Partisi ile Demokratik Sol Parti’nin Milletvekili
sayıları güvenoyu alacak sayıyı sağlayamadıkları için, Sn. Süleyman Demirel’in ve DTP’nin genel Başkanı Sn. Hüsamettin
Cindoruk’un büyük çabalarıyla, DYP’den transfer edilen milletvekilleriyle DTP’ye TBMM’de gurup kurdurulmuş ve yeni
hükümetin güvenoyu bu payanda ile alınabilmiştir.
Sonrasında ise ilk kurulduğunda milletimizin teveccühünü
fazlasıyla gören DTP, maalesef bu anlamsız payandalığı yüzünden, yine o temiz milletimizin bizlere olan negatif yaklaşımıyla çok hızlı bir şekilde erimeye başlamıştır. 1999 yılında
165
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
yapılan Belediye başkanlığı seçiminde hezimete uğramış, bu
sebepten dolayı Sn. Oktay Özaydın ve arkadaşlarının siyasi
hayatları, emekleri heba ettirilerek son bulmuştur.
Yaşadığımız komik bir olay
Siyaset yaptığımız dönemde bir partili arkadaşımız kendisini
ziyarete gittiğimizde sevgili Oktay’a ve bana nezaket göstererek hediye paketi şeklinde birer elbiselik kumaş hediye etmişti. Biz de kendi terzilerimize bunları diktirmiş ve arada sırada olarak giymiştik.
İlçemizin bazı işlerini halletmek ve çözüm bulmak amacıyla
sıklıkla TBMM’ne gidiyorduk. Yine bir sabah Sevgili Oktay’cığımın çilekeş arabası ile spor kıyafetlerimizi giyerek Ankara’ya doğru hareket ettik. Ankara’ya girerken bir otobüs firmasının lavabosuna girerek ayrı kabinlerde spor kıyafetlerimiz çıkarttık ve takım elbiselerimizi giydik.
Kabinden çıktığımızda ise büyük bir şaşkınlık içinde bağırarak gülmeye başladık.
Sanki cazcı kardeşler gibiydik. Hediyeyi armağan eden kıymetli dostumuz ikimize de aynı kumaşı hediye etmişti. Gülerek ve kardeşçe el ele tutuşarak TBMM ne girdik ve o anda
tüm tanıdık tanımadık milletvekilleri gülerek bizi alkışlıyordu.
Yücel ÇIKRIKÇI
YILMAZ YILDIZ
Bir dostum için…
Nereden nasıl başlayacağımı bilemeden yazıyorum. Bir dost
insanı anlatmak, bu kadar zor mu anlamıyorum? O kadar birlikte anılarımız var ki yazsam ciltler olur. İnsanı incitmeyen
böyle bir dost nasıl anlatılır. Düşündüğünü; kırmaktan, dökmekten, üzmekten kaçınarak karşısındakini ikna etmeyi başarabilen nadir insanlardan biriydi Oktay! Kimsenin kalbini kırdığını ne duydum ne de yaşadım…
166
Hasan Eskil
Kendisi ile tanışmamız 1987 senesinde siyasi bir ortamda başladı. O günden beri birbirimizi hiç kırmadan gelişti dostluğumuz. Ta ki 2014 yılının mart ayına kadar. Her ölüm erkendir
denir ama Oktay'ın ölümü hakikaten erken geldi…
İnanmak mümkün olmuyor, anılarla onu anmak en güzeli...
Oktay’la siyasette omuz omuza çalıştık ve bu çalışmalarımız
sırasında iki çok önemli olayı birlikte yaşadık. Biri 1991 genel
seçimleri, diğeri 1994 yılındaki yerel seçimlerde Kadıköy Belediye başkanlığı seçimi…
20 EKİM 1991 genel seçimleri öncesinde Kadiköy DYP teşkilatı olarak yoğun bir çalışma içine girdik. Hem siyasi düşüncelerimizi halka anlatmak hem de Oktay arkadaşımızı seçtirmek için uğraş vermeye başladık. Oktay listede ikinci sırada
bulunuyordu. 1. Sırada Bakırköy Belediye Başkanlığından istifa edip DYP’ye geçen Doktor Yıldırım Aktuna vardı. Biz
canla başla çalışmaya başladık. Slogan belliydi. “21 EKİM SABAHI YENİ BİR TÜRKİYE” .
Oktay aday olunca, kanun gereği ilçe başkanlığından istifa etmek zorundaydı. Yerine Yücel Çıkrıkçı seçildi. Ancak, yönetimin resmi olarak dışında ama her zaman içindeydi Oktay. Seçimi çok az az bir oyla kaybettik. O seçimde tercihli oy kullanılabiliyordu. Eğer biz tercihli oyu Oktay lehine kullanmış olsaydık otomatikman liste başına gelirdi ve seçilirdi.
Sıra 1994 yerel seçimlerine geldi. İlçe yönetimi Acıbadem Aktaş Düğün Salonu’nda belediye başkan adayının belirleneceği
bir toplantı düzenledi. Bizim adayımız Oktay’dı. Ne olduysa
birden Barış Manço’nun ismi ortaya atıldı. Bu ara ilçe yönetimi genel merkezce görevden alındı. Yerine gelen yönetim
Barış Manço’yla temas kurdu. Manço Ankara’ya gitti. Dönüşte bir toplantı yaptık. Orada grup başkanı olarak ben söz
aldım. Belediyenin çalışma prensiplerini Barış Manço’ya izah
ettim. Fakat siyasi hiçbir faaliyeti olmadığı için beni pek anladığını söyleyemem. O dönem başbakan Tansu Çiller’di. Barış
Manço’nun tekrar Ankara’ya gittiğini duyduk. Manço’nun
ileri sürdüğü şartları Başbakan kabul etmedi. Böylece adaylığı
gündemden düştü. Kadıköylülerce tanınmayan bir isimle seçime gidildi. Tabii kaybettik. Oktay ile seçime gitseydik kesin
167
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
seçimi kazanırdık. Biz kapı-kapı dolaşmasını iyi bilirdik.
Çünkü dost grubuyduk. Her zaman birlikte düşünür, birlikte
icra eder, birlikte yaşardık. O dostumuzu vakitsiz kaybetmek
bizleri derin bir elem içinde bıraktı.
İnsanın yoldaşı Oktay gibi bir insan olunca, her şey zevkli idi.
Anlaşılması zor, karışık konuları o kadar güzel, o kadar yalın,
o kadar anlaşılır izah ederdi ki o anda ben ikna olmasam da
altı ay sonra dahi söylediği savlar, cümleler, kelime kelime aklıma gelir ikna olurdum. Ne olursa olsun, kim olursa olsun
kibirlenmez, günlerce sohbet ederdi. Onun sohbetleri sayesinde hayatın her alanından haberdar olur, onunla birlikte tavır alırdık. Çalışkanlığı iş bitirme becerisi inanılmazdı. Yeşilköy’deki Vakıf binasının yapılışında Belediyenin ve diğer kurumların çıkardığı zorlukları ikna kabiliyeti ve bitmez tükenmez enerjisi ile çözerdi. Vakıf inşaatını bitirdi, meyvelerini
tam göremeden göçtü bu dünyadan Sevgili Dostum…
İş kolikti! Öbür dünyada da kendine bir iş bulmuş mudur
acaba?
Günlerden bir gün; bir Karadeniz seyahati yapalım dedik. Beş
kişilik bir gruptuk. Trabzon hava limanından araba kiraladık.
Ben o yörenin insanı olduğumdan şoförlük ve rehberlik görevini üstlendim. Artvin’de askerlik yaptığından oraları da ziyaret ettik. Yol boyunca sohbetlerimiz, kahkahalarımız hiç eksik olmadı.
Of toprağına geldiğimiz de ise herkes insin dedim ve indiler.
Toprağı ayağınızı basın dedim. Arkadaşlarıma, “Şimdi siz
yarı hacı oldunuz, çünkü Of toprağı Kâbe toprağıdır. İnşallah
devamını da siz tamamlarsınız” dedim. Nitekim bir yıl sonra
Hacca gitti.
Gezerken Of’ta bir markete girdik. “Sahibine bu arkadaşlar
buralı değil, onlara Of medeniyetini göstermek için getirdim”
dedim. Sahibi yüksek sesle, “Ne medeniyeti, yüzde 80 iktidardaki partiye oy veren yerde medeniyet mi kaldı?” deyince Oktay ve arkadaşlar bastılar kahkahayı… Bu anımızı da İstanbul’da anlatmadığı kimse kalmadı. Seyahatimiz boyunca Artvin, Ayder, İkizdere, Ovit, Uzungöl, Sümela ve Atatürk Köşkünü gezdik. Herkesin bu geziden tadı damağında kaldığına
168
Hasan Eskil
eminim, Veeeee karar vermiştik bir daha gitmeye ama nasip
olmadı!
Kendisini anlatmak zor. Geçmiş birikimleriyle tam da bugünlerde daha verimli olacağını düşündüğüm Oktay'ın kaybı hiç
kuşkusuz çok zamansız oldu ve bende derin bir acı yarattı.
Onu andığınız bugün, aramızda olmasını gerçekten çok isterdim.
Hepinize, ailesine, dostlarına başsağlığı dilerim.
Allah sabırlar versin.
Yılmaz YILDIZ
169
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
170
Hasan Eskil
AŞAĞIDAKİ YAZILAR
KONYA MAARİF KOLEJİ
YAZIŞMA GRUBUNDAN ALINMIŞTIR.
“Sevgili Gollecliler,
15 Şubat akşamına kadar, dernekçilik çalışmalarımızda yeni
birisiyle tanıştığımızda, Oktay'ın da benim de ilk sözümüz,
"Elli yedi senedir, 1957'den beri arkadaşız" olurdu. Ben ilave
ederdim, “Bugüne kadar birbirimizi hiç üzmedik.” Bunu gururla söylerdim. Belki ben onu üzmüşümdür ama o beni hiç
incitmedi. Başkalarını incittiğini de sanmıyorum. Elinden geldiği kadar herkesin yardımına koştu; herkese iyilik yapmaya
çalıştı. Okuldayken, binayı çevreleyen bir metre enindeki kaldırımda yakası paçası birbirine girmiş top oynayan çocuk,
sonraları bir iyilik meleğine dönüşmüştü. Konyalılar Derneği'nde fakir öğrencilere burs ararken, hep benim önümde koşardı. Bir öğrenci ev mi tutmuş, gene Oktay yardım için çırpınırdı.
Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği'nde odacı olan Murat, dernek
lokalini çalıştırmaya karar verdiğinde, Oktay'dı mutfak malzemeleri için koşturan. Kazanlar, tencere, tava, kaşık, çatal
aramak için Zeytinburnu'nun bilmediğim sokaklarında, beni
de peşinden sürüyerek, taban tepen… Sonunda Murat'a kefil
olan da oydu.
Oktay'ın ölümüne kardeşiymiş gibi ağlayanlardan biri kimdi
biliyor musunuz? Sekreteri Nuriye Hanım. Nuriye Hanım'a
öyle kol kanat germişti ki o ölünce elli beş yaşlarındaki kadıncağız babasını kaybetmiş öksüz bir çocuğa döndü.
171
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
İstanbul Yeşilköy'deki Vakıf binası, başlı başlına Oktay'ın eseridir. Eğer Oktay'ın sağlam iradesi ve çalışkanlığı olmasaydı o
bina bitirilemezdi. Para bulmak için çırpındı durdu. Yukarıda
da değindiğim gibi çoğu kez beni de peşinden sürükleyerek.
Vakfın bağışçılarının yetişemediği yerde kapı kapı dolaştı.
Kapıdan çevrildiğimiz durumlar oldu; ben kapı çalmaktan
vazgeçtim ama Oktay yılmadı.
Bir özelliği daha vardı: Konya ilçe ve köy derneklerinin bütün
davetlerine katılırdı. Çünkü insanları çok severdi. Ben Konyalılar Derneği başkanıydım ama bu davetlerin hepsine
ulaşma gücünü kendimde bulamazdım. Bu davetlerde derneği de çoğu yerde Vakıf Başkanı olan Oktay temsil ederdi.
Sevgi enerjisi tükenmeyen bir dinamoydu Oktay.
Evine ve çocuklarına da çok bağlıydı.
Hasletlerini saymakla bitirmek mümkün değil. Daha fazla zamanınızı almayayım. Bir uğursuz Şubat günü, oğlumun öldüğü 16 Şubat günü beyin kaması geçirdi ve benim bir daha
Oktay'ı işaret ederek, “Elli yedi senedir arkadaşız” deme şansım kalmadı. Ama şu şansımı izninizle kullanayım: Elli yedi
sene arkadaşlık yaptık ve ne mutlu bana ki beni hiç üzmedi.
Annesinin ifadesiyle, o bir pırlantaydı. 19 Mart günü pırlantamızı toprağa verdik.
Hepimizin başı sağ olsun… Sevgili arkadaşım IŞIKLAR içinde
uyusun.”
Hasan ESKİL
“Kardeşlerim,
1990 da İstanbul’a geldim. Firma da Konya kökenli olunca doğal olarak İstanbul’daki Konyalılarla bir diyalog başladı. Bir
süre sonra Konyalılar Derneği’ne üye olduk. İlk kongrede de
yönetime girdik. Bu arada öğrendik ki İstanbul’da bir dernek
daha var. Başkanı rahmetli Bayram Camcı. Bizim başkan da
Mehmet Özsandıkçı. Konyalılar normalde bir araya gelemezler, bir de iki dernek var. Aktiviteler yapıyoruz ayrı ayrı, olmuyor. İnsanlar da arada kalıyorlar. Bizim merkez Mecidiyeköy’de, öbür dernek Kadıköy’de.
172
Hasan Eskil
Uzatmayayım, bir süreç başlattık. Bu iki derneği birleştirelim,
Konyalılar da iki dernek arasında kalmasınlar dedik. İki taraftan da birer ekip oluşturuldu ve müzakereler(!) başladı. Bizim
ekip ben, Mustafa Dinç, Ali Nalçacı; öbür ekip Tuncay Bilge,
Kudret Fikirli ve OKTAY ÖZAYDIN.
Ben Oktay Ağabey’i bu müzakerelerin ilk toplantısında tanıdım. Tanışma faslı bitti, çaylar içiliyor… Oktay Ağabey “Arkadaşlar İsa maarif kolejliymiş, en ufak itirazında döverim
ben bunu” dedi. Sonra bana dönüp, “Öyle değil mi?” diye
sordu. Ben de tüm ciddiyetimle, “Aynen öyle ağabey” dedim.
Tabii kolej disiplinini, ağabey-kardeş geleneğini bilmeyen diğer arkadaşlar bizi hayretle izlediler. Onların şaşkın bakışları
arasında kalktık, kucaklaştık. İşte ben OKTAY ÖZAYDIN’la
böyle tanıştım.
O birleşme toplantıları epeyce sürdü. Detaylarda anlaştık. Yasal zorunluluklar nedeniyle bizim derneği feshedip, aynı
kongrede öbür derneğe iltihak edeceğiz. Tamam da başkan
kim olacak? Bizim ekiple ve üyelerle görüştük. Ortak karar şu
oldu: OKTAY ÖZAYDIN başkan olursa birleşmeye evet, Bayram Camcı olursa hayır.
Öbür dernekten olduğu halde OKTAY Ağabey’in beyefendiliği, olgunluğu o kadar etkilemişti ki bizim ekibi. Fakat OKTAY Ağabey’e kabul ettiremedik. Dernekler birleşti. Bayram
Ağabey başkan oldu, biz de bir daha toplantılara falan gitmedik.
Daha sonraları OKTAY Ağabey başkan oldu ve biz kendisine
açık çek verdik… “Ağabey bizden ne gibi bir yardım, hizmet
istersen emrindeyiz” dedik. Gerçekten de ne zaman çağırsa
gittik. Yeşilköy’deki arsanın alınmasında büyük emeği geçti.
Elbette pek çok hemşerimiz çalıştı ama en çok o. Sonra proje,
ruhsat ve inşaat aşamaları geldi.
Konsept projeyi Halis Aydıntaşbaş Ağabey’imiz yaptı. Biz de
uygulama projelerini yaptık ve belediye aşamalarını takip ettik. Gerek bu aşamada gerekse inşaat aşamasında hep koşturan, yorulan ama bıkmayan, OKTAY Ağabey’di. O ve yakın
Konyalı dostları ki bunların biri de sevgili Hasan Eskil Ağabey’imizdir, ne yaptılar ettiler o binayı bitirdiler. İstanbul’da
173
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
başka hiçbir il, ilçe derneğinde olmayan bir binayı İstanbul’daki Konyalılara kazandıranların başında OKTAY ÖZAYDIN gelir.
Bir araya sık gelemesek de irtibatımız hep devam etti. En son
iki-üç ay kadar önce bir konu için aradı ve bu sesini son duyuşum oldu.
Hasan Ağabey’in “OKTAY yoğun bakımda” diyen mailini aldığımda yıkıldım. Kutay Ağabey’i her arayışımda bir umut
kıvılcımı duymak istedim, ama olmadı.
Dün bir beyefendiyi yolcu ettik, Şakirin Camiinden. Kalabalık
da ona yakıştı. Haklarımız yerden göğe kadar helal, kabri nur,
mekânı cennet olsun.”
İSA BOLAY
“Tabii ki 57 senelik, sevgili Hasan’ımın da yazdığı gibi bir
uzun zaman…
Ben geçen bu zamana baktığımda bu iyi, bu güzel insanla olan
geçmişe bakıyorum, en ufak bir problem yok.
Tam tersine, onun sıcak, bazen fazla doğru -bana göre- yaklaşımları, beni hayran bırakmıştır.
Biz beraber, hepinizin bildiği haricinde askerlik arkadaşıyız.
1969-1970 senelerinde beraber İzmir/Güzelyalı’da yedek subaylık eğitimi aldık, üç ay. Oktay’ım Artvin’i çekti, ben Ankara’yı. Biz ikimiz de omuzlarımıza şerefli YILDIZI takarak
terhis olduk.
Ogün bugün, her zaman bu canla beraber kardeşliğimiz devam etti.
Biz aynı zamanda meslektaşız. Onu ne zaman ziyaret etsem,
hep fikir alış verişinde bulunmuşuzdur ve zevk almışızdır.
(Mesela kimlerin dişlerini çekelim, kimlerin değil…)
Canlar, bu kardeşin kaybı çok büyük. Hepimiz biliyoruz ama
ben de duygularımı, anılarımı yazayım dedim.
Allah ona gani gani rahmet eylesin, yattığı mekân Cennet olsun.”
Attila GÜRARDA
(Attila Gürarda’yı da 2014 yılında kaybettik. H.E.)
174
Hasan Eskil
MURAT NİZAMOĞLU
“Aynı okulda okumaktan şeref duydum. Allah gani gani rahmet eylesin.
“Bir zamanlar bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı. Onlara ne
oldu?” Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, ak sakalı kirli, titredi, yüzü eski bir ışıkla parıldadı, derin bir aaah dedi, ciğeri
söken. Aaaah! Duvara sırtını iyice verdi. Neden sonra gözlerini açtı: “O iyi insanlar,” dedi, ''o güzel atlara bindiler çekip
gittiler...'' Y. Kemal.”
Murat NİZAMOĞLU
(Murat Nizamoğlu Kolej’e Oktay’dan yirmi üç sene sonra girmiş ve Oktay’la hiç görüşmemiştir. H.E.)
“Sevgili Kardeşlerimiz,
Tarifsiz acılar içindeyiz... Kolumuz, kanadımız kırıldı. Oktay'sızlığa nasıl katlanacağız, nasıl alışacağız?
Sabiha ve ben, cenazede görüşemediğimiz Kolejli kardeşlerimize baş sağlığı ve sabır diliyoruz.
İnanıyoruz ki bu iyilik timsali adama, Cennet'in kapıları da
çoktan açılmıştır.
Ruhu şad olsun.”
Mustafa GÖNCÜ
Not: Oktay'ın gönderdiği son fotoğrafı sizlerle paylaşmak istedim. Torunuyla baş başa geçirdiği iki saatin resmidir bu!
175
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
“Hasan Ağabey,
Cumhuriyet gazetesi arşivinden Oktay Ağabey’in anısına bir
katkıda bulunmak istedim.
Ekte taramamdan çıkanlar var.
Anısıyla yaşaması dileğiyle…”
Onur Çeçen
176
Hasan Eskil
“Hasancığım,
Sevgili Onur'un gönderdikleri arasında sanırım ad benzerliği
nedeniyle bir başka Oktay'a ilişkin kupürler de var. Özellikle
sonuncusunda Sosyal-İş ve Özcan Kesgeç ile ilgili haberdeki
Oktay, bizim sevgili Oktay olamaz. O zamanlar ben de Sosyalİş'in eğitim dairesinde çalışıyordum ve bizim Oktay'ı orada
hiç görmedim de duymadım da.
Bir de 27 Mayıs'tan “devrim” diye söz ediyor olması bana biraz olmayacak bir şeymiş gibi geldi. Bundan sanırım 8-9 yıl
önce Osman bizim Dinolar ileti grubumuza 27 Mayıs'ı kutlayan bir ileti yazmıştı; ben de "İyi, hoş ama Menderes'i asmışlardı..." diye bir eleştiri yazmıştım. Oktay yanlış anlayıp bana
yumuşak bir yanıt vermiş ve yapılan işin doğru olmadığını
belirtmişti. Ben de, "Ben zaten Osman’a onu demek istedim..."
gibilerden bir şeyler demiştim.
Daha sonra, bu olaydan sonraki ilk buluşmamızda, İstanbul'da köprü altında bir meyhaneydi, anımsayacaksın, benimle aynı masada oturmaya özen gösterip gönlümü almıştı.
Bulabilirsem ve ilgilenirsen o yazışmaları bulup göndereyim.
Oktay'ın 27 Mayıs konusunda övücü bir şeyler söylemiş olabileceğine olasılık vermiyorum. Okuldan anımsadığım kadarıyla da zaten onu daha çok Demokrat Parti'ye yakın diye biliyorum. Onu özel yapan özelliklerden biri de zaten budur:
Karşıtlarıyla da dost olabilmek ya da dost kalmaya çaba harcamak.
Her neyse, sana kolaylıklar diliyorum.
Sevgilerimle…”
Candan BAYSAN
“Sevgili Hasan,
Bulabildiğim kadarıyla, aktardığım olayla ilgili yazışmayı
aşağıya kopyalıyorum. Metinlerde yaptığım tek değişiklik 26
harf uygulamasına göre yazılmış sözcükleri bizim alfabemize
uyumlu hale getirmek oldu.
177
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Osman’ın benim bir sonraki iletimi yazmama neden olan 27
Mayıs 2006 tarihli kutlaması:
Merhaba,
Herkesin 27 Mayıs’ını kutlarım. Unutulan bu bayramımızın 46. yıl
dönümünde unutanlara hatırlatmak istedim.
Osman Kemal Kadiroğlu
Bunun üzerine, unutmuş olabilecek olanlara anımsatmak
üzere yazdığım 27 Mayıs 2006 tarihli iletim:
Sevgili KMKD'liler,
Çoğunuz henüz doğmamıştı, henüz hiçbirimiz mezun olmamıştık.
Tahkikat Komisyonları kurup muhalefeti susturan, iktidara geldiğinde ilk yaptığı iş Türkçe ezani yasaklamak olan, Cumhuriyet tarihimizin en büyük ve bu bakımdan ilk devalüasyonunu yapan,
"odunu aday göstersem, bu millete seçer" diyen bir Başbakanın partisi bundan 46 yıl önce kendisine Milli Birlik Komitesi adını veren
38 küçüklü büyüklü subaydan oluşan bir askeri darbe ile işbaşından
uzaklaştırılmıştı. O dönemin icraatlarından sorumlu olan ve içlerinde sözünü ettiğim Başbakanın da bulunduğu üç bakanın idam
edilmesiyle sonlanan bu süreç bize 1961 Anayasası’nı armağan etmişti. Toplumumuza bir ölçü büyük gelen bu anayasa her on yılda
bir yapılması adet haline gelen askeri darbeler sonunda bugünkü kadük haline ulaşmış bulunuyor. O armağan anayasadan dolayı, bir
süre bayram olarak da kutladığımız 27 Mayıs yıldönümleri Hürriyet ve Anayasa Bayramı olarak adlandırılmış en son 1980 darbesi ile
bayram olarak kutlanması durdurulmuştur. Anımsayan, anımsamayan, bilen, bilmeyen tüm KMKD'lilere kutlu olsun. Sevgiyle…“
Candan BAYSAN
Oktay’ın benim yukarıdaki iletim üzerine yazdığı 27 Mayıs
2006 tarihli iletisi:
“Sevgili Candan,
27 Mayıs darbesini methedip yıldönümünü kutlamana üzüldüm.
Bu çağda seçilmiş insanların ısmarlama mahkemelerde yargılanıp
178
Hasan Eskil
idam edilmesi bir ülke için bayram değil, olsa olsa büyük bir ayıptır.
27 Mayıs ülkemizi halen de devam eden büyük istikrarsızlıklara sürüklemiştir. Onun için bu ayıbı lütfen kutlamayalım. Unutalım.”
Oktay ÖZAYDIN
Karşılıklı yazışmanın son iletisi olan 28 Mayıs 2006 tarihli yanıtım:
“Sevgili Oktay,
Birçok kişinin yaptığı gibi onaylamadığı halde yanıt vermeye de layık bulmayıp geçtiği bir ortamda yazma özenini göstermiş olduğun
için gerçekten çok teşekkür ederim.
Ancak, anlaşılan biraz hızlı yazmışım ya da uzun olmamasına çalışırken yeterince açık yazmamışım. Ben 27 Mayıs’ı, tarihimizin bir
gerçeğidir, bilmeyen okul arkadaşlarımıza kısa bir özet yapmaya çalışmıştım. Buna karşın, hızlı ya da kısa metnimin yine de övgü içerdiğini düşünmüyordum. İdamları dışarıda bırakmamaya da onun
için çaba göstermiştim. Artısını da eksisini de belirtmeye çaba gösterdim.
Ancak, kutlama faslına gelince; dedim ya, tarihimizin parçasıdır ve
doğurduğu tepkilerle olsa bile bugünümüze neden olan olaylardan
biridir, yok sayamayız. Sevgili Osman da yazıp kutlayınca ki, "Herkesin 27 Mayıs’ını kutlarım. Unutulan bu bayramımızın 46. yıl dönümünde unutanlara hatırlatmak istedim" diyerek kutlamıştı,
"bayram" ama neden bayram ya da neyin bayramı olduğunu, adını
da anımsatarak ve adlandırılış gerekçesini özetleyerek aktardım.
Bence insanların idam edilmesi, seçilmiş olup olmadıklarına bakmadan, çağımızın en büyük ayıbıdır. Bu olayda idamları anımsatmış
birisini idamları kutluyor olarak algılamaman gerekir; en azından
beni tanıdığın kadarıyla. Kutladığım idamlar değil, 1980 cuntasının
yasakladığı özelliğidir; çok güzel bir anayasa olduğunu yadsıyamazsın. Bütün dünyaya dillerini ısırtmıştı. Böyle bir şeyi neden unutalım? Sevgilerimle…”
Candan
Hepsi bu kadar; bir de bundan sonraki ilk yemekli toplu buluşmamızda (7 Nisan 2007, İstanbul köprü altı) benimle aynı
179
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
masada oturmaya özen göstermiş oluşu var ki orada bu yazışmalara hiç değinmedik.
VEHBİ GÖKRENK
“İyi insan, iyi baba, iyi Konya Kolejli Oktay’cığım; maalesef
iyiler bu dünyadan erken ayrılıyor. Sen de çok çok erken ayrıldın. Mekânın cennet olsun.”
Vehbi GÖKRENK
SALİM KOÇAK
“Yanılmıyorsam, 1995 genel seçimleriydi. Oktay Ağabey’imiz
İstanbul’dan Doğru Yol Partisi milletvekili adayıydı.
Onu iyi hatırlıyorum, sıralamada epeyce yukarılardaydı. Seçilme şansı çok yüksekti. Ancak kaybetmişti. Ama sadece 300350 oy gibi çok küçük bir farkla kaybetmişti. İnsanı en çok da
bu üzerdi.
Ankara’dan telefon açtım. Ben de bekliyorum ki karşımda çok
üzgün bir Oktay Ağabey bulacağım. Öyle ya; kim olsa hem
kaybettiğine üzülürdü, hem de bu kadar az farkla kaybettiğine.
“Oktay Ağabey’ciğim, geçmiş olsun. Nasıl oldu bu yahu?” dedim.
Söylediklerini kelimesi kelimesine hatırlamam mümkün değil
ama, bakıyorum, pek de oralı değil. Hatta oldukça rahat. Sadece bazı nedenler sıraladıktan sonra; “Boş ver yahu, Salim’ciğim!” dedi. “Canımız sağ olsun.”
Sanıyorum, Tanrıya inancı çok güçlüydü ve bu tevekkülün
arka plânında o vardı.
İstanbul’a taşındıktan sonra seyrek de olsa telefon eder, Kadıköy’deki muayenehanesine uğrardım. Hastası yoksa oturur,
sohbet ederdik. O kadar da nazikti ki birinde hastasının dişiyle meşgul olurken bile, benimle sohbete ara vermemişti.
O sohbetlerimizden birinde vakıf konusundan bahis açtı.
Konyalılar Vakfı’nı ya kurmuştu, ya kurmak üzereydi. Büyük
180
Hasan Eskil
de bir hayali vardı. Vakıf için bir de kültür merkezi yaptırmaktan söz ediyordu. Çok heyecanlıydı. Belli etmemiştim
ama, doğrusu, o işin yürüyeceğine pek de inanmamıştım.
Çünkü herkes gibi ben de biliyordum, öyle işlerin ne kadar
zor olduğunu. Kolay mıydı? İşin içine akçe de girince toplumla uğraşmak, hele hele destek görmek? O ise çadır kurmak
kadar kolay bir işten bahseder gibiydi. Öylesine kaptırmıştı ki
kendini, “Hallederiz, hallederiz” derken, önüne hiç zorluk
çıkmayacakmış gibi bir hâli vardı.
Son görüşmemiz ise bir yıl önce oldu. Vakıfta bir araya gelecektik. Adresi verdi, yerini tarif etti. Tuttum yolu. Tamam, fotoğrafını sitesinde görmüştüm ama karşıma çıkan yapı daha
da muhteşemdi.
Hatta Hasan Eskil Ağabey’imiz de oradaydı. Biraz hoş-beşten
sonra, sağ olsun, Oktay Ağabey aldı beni, bir güzel gezdirdi
binayı. Tek kelimeyle; her şey harikaydı. Gezdirirken o kadar
da mutluydu ki, anlata anlata bitiremiyordu.
“Ağabeyciğim, İstanbul’da var mıdır böyle bir tane daha?”
diye sordum. Mütevazılığı yine elden bırakmamıştı:
“Valla, bilmem,” demekle yetindi.
Bir insanın ne kadar alçakgönüllü olursa, o ölçüde büyük gönüllü olduğunun tipik bir örneğiydi.
Sevgili ağabeyciğim,
Ne yazık ki cenazen kaldırılacağı gün İstanbul dışındaydım.
Katılamadığım için çok üzgünüm.
Ama ne gam! İnanıyorum ki Tanrı seninle sohbet etmeyi çok
sevmiştir.
Dualarımız seninle. Sana bol rahmet diliyorum.
Hoşça kal.”
Salim KOÇAK
“Dostlar;
Yedinci gününde Oktay Ağabey’in anıldığı gecedeydim. Gerçekten duygu dolu bir geceydi.
181
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Hasan Ağabey’in konuşması o kadar güzel ve duyguluydu ki
gözyaşlarımıza mani olamadık. Ben de bir şeyler söylemek istedim ama duygularıma hakim olamayacağım için susmayı
yeğledim. Çok güzel konuşmalar oldu.
Aslında ‘Oktay Ağabey ne kadar şanslıymış’ diye düşünüyorum. Bu kadar sevilmek, insanın arkasından bu kadar güzel
konuşulması herkese nasip olmaz. Oktay Ağabey yanımızdaydı dün gece. "Ulen İsa ağlama, bak döverim sonra" der
gibi...
Nur içinde yatsın.”
İsa BOLAY
(Bu yazı gruba Oktay’ın vefatının 7. gününde yapılan anma
gecesinden sonra yazılmıştır.)
“Sevgili Hasan Ağabeyim,
Yattığı yeri ışıklar içinde bırakacağı gün gibi aşikâr olan Rahmetli Sevgili Oktay Ağabey’imiz ne kadar bilinçli şanslı imiş
senin gibi bir yaren seçmekte...
Çoook sevgilerimle ve bi dolu rahmetle...
Sevgilerimle…”
Berkok BAYBAŞ
(Bu yazı gruba Oktay’ın vefatının 7. gününde yapılan anma
gecesinden sonra yazılmıştır.)
182
Hasan Eskil
BEŞİKTAŞLILAR
COŞKUN KARGIN
(Kadıköy 100 Yıl Beşiktaşlılar Derneği Başkanı)
Saygıdeğer Rahmetli Oktay Ağabeyimizi 2000’li yılların başında tanıdım. O zamanki derneğimize Faruk Gürcan Ağabeyimiz söylemiş ve getirmişti. “Arkadaşlar çok iyi bir Beşiktaşlı
arkadaş var, hem de siyasetten (ilçe başkanlığı yapmış) geliyor, çok tecrübeli” diye.
Gerçekten de onu tanıdıktan sonra ne kadar saygın ne kadar
beyefendi ve tecrübeli olduğunu gördük ve büyük bir saygı
duyduk.
Derneğimizde seçimler vardı. O seçimlerde bizlere yanlışlık
yapıldı. Biz de Oktay Ağabeyimizle birlikte 40 kişi o dernekten ayrılarak yeni bir dernek kurmak için toplantılara başladık.
O toplantılarda Oktay Ağabey tecrübesi ile bize öncülük ederek derneği kurmamıza ve dernek lokalini tutmamıza büyük
destekler vererek çalışmalar gerçekleştirdi ve doğal olarak da
ilk başkanımız olarak bizlere öncülük etti. O lokalin hem kurulmasında hem de çalıştırılmasında daime tek başına çok
mücadeleler verdi ve asla hiçbir zaman şikâyetçi olmadı.
İki dönem başkanlık ettikten sonra, “Çocuklar benden bu kadar. Ben artık Konyalılar Derneği inşaatı ile ilgileneceğim” diyerek bıraktı. Ondan sonra da başkanlık görevini alma şerefine nail oldum. Oktay Ağabeyden sonra başkanlık gerçekten
zordu ama biliyordum ki arkamda Oktay Ağabey gibi değerli
183
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
bir insan vardı. Ne zaman bir şey sorsam ve yardım istesem,
her zaman bana yardım ve desteğini engin tecrübesi ile hiç
esirgememiştir.
Arkadaşlarla tüm toplantı ve yemeklerimizde onsuz yapamazdık. Onunla sohbet etmek ve onu dinlemek inanılmaz keyifliydi. Öyle ki her düşünceye ve her yaşantıya sonsuz saygısı vardı. Kimseyi kıracak veya incitecek bir kelime sarf etmez, öyle bir davranışta bulunmazdı.
Birlikte Beşiktaş kongrelerine katılırdık. Beşiktaş’a zarar verecek tüm yönetim biçimlerine şiddetle karşı çıkar, bunları açık
yüreklilikle kongrelerde dile getirir ve tüm üyeler onun sözlerini dikkate alırdı.
Rahmetli Oktay Ağabey aynı zamanda çok ince düşünceli biriydi ve tüm sosyal faaliyetlere katılır elinden gelen tüm desteği verirdi.
Bir gün oğlumun düğününe davet etmiştim. Düğün gününü
unuttuğu için katılamadığından dolayı mahcubiyetini iletirken bile bizi mahcup ediyordu. Bizim aynı zamanda aile diş
hekimimiz olduğu için oğlumun son tedavisinden “düğün hediyesi” diye para almayarak bizleri mahcup ediyordu. Bu kadar ince ve hassas düşünceli biriydi.
Geçen yıl bir yemekli toplantımızda bizlere, “Çocuklar bu
sene derneğimizin 10 uncu yılı, kutlama yapmayacak mısınız?” dedi. Bizde düşündük ve “Gerçekten doğru, güzel bir
gece yapalım” dedik. 10 uncu yıl gecemizi Beşiktaş Başkanı
Sayın Fikret Orman’ın da katılımı ile güzel bir gece olarak
yaptık.
Ve biz o gecede Onursal ve ilk Başkanımız Saygıdeğer insan
Oktay Özaydın Ağabeyimize yaptıklarından dolayı naçizane
bir plaket sunmak istedik. Başkan Fikret Orman’la birlikte
hem plaket verdik, hem de 10 uncu yıl pastasını birlikte kestik.
Ama üç ay sonra beyin kanaması ve sonrasında Hakkın rahmetine kavuşması, sanki bizlere geceyi hatırlatması, plaket
vermemiz, hepsi VEDA ediyormuş gibi...
İnanamadık ama takdiri ilahi… Seni hiçbir zaman unutmayacağız, saygıdeğer insan, Sevgili Oktay Ağabeyimiz… Nur
184
Hasan Eskil
içinde yat... Allah gani gani Rahmet eylesin… Mekânın cennet
olsun.
Bizler senin değerini ölünce anlamadık; hayattayken de zaten
biliyorduk.
Çocuklar/ın…
Coşkun KARGIN
Başkan
Kadıköy 100 yıl Beşiktaşlılar Derneği
HASAN ÖZDOĞAN
Oktay Özaydın Ağabeyimizi sanıyorum 2002 yılında Kadıköy
Beşiktaşlılar Derneği’nde tanıdım. Onun dürüst kişiliğini ve
cesur duruşunu ilk kez BJK’nın seçim kongresinde ilkesizliğe
ve sahtekârlığa karşı ödün vermez tavrıyla tanıdım. Daha
sonra biz Kadıköy Beşiktaşlılar Derneği’nde yönetime karşı
bir liste oluşturduk ve seçime girdik. Bu küçük dernek seçiminde bile yapılan sahtekârlıkla, mücadele etmemize rağmen
seçimi az farkla kaybettik ve orada daha fazla durmamamız
gerektiğini düşünerek ayrıldık.
Yeni bir dernek kurmak istedik, Oktay Özaydın Ağabeyimiz
bize cesaret verdi. Onun engin tecrübesinden yararlanarak
2003 yılında Beşiktaş’ımızın 100. Kuruluş yılında Kadıköy
100. Yıl Beşiktaşlılar Derneği’ni kurduk. Oktay Ağabeyimize,
“Kurduğumuz dernekte bizim başımıza geçer misiniz?” dedik. Bizi kırmadı ve başkanımız oldu. Onunla aynı yönetim
kurulunda çalışırken, bana genel sekreterlik görevini verdi.
Benim için bir şerefti. Sadece ben değil bütün arkadaşlarım
Onunla çalışmaktan o kadar mutluyduk ki o kadar çok şey
öğrendik ki. O bizim hem başkanımız, hem hocamız, hem önderimizdi. Tıpkı Süleyman Seba gibiydi. Ve biz onun destekleriyle Kadıköy’de hiç yokken çok güzel bir dernek lokali
meydana getirdik. O lokalde Fenerbahçe stadının çok yakınında Beşiktaş’ımızın çok büyük zaferlerinin yanı sıra, üzüntüleri de paylaştık.
185
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Onu tanımak o kadar gurur verici bir duygu ki anlatamam.
Tanıdıkça gözümüzde devleşti. O gerçekten hepimizin kahramanıydı. Tam bir gariban babası, yardımsever, ama bir o kadar da mütevazı, bilge bir kişilikti.
Toplumda Maddiyata önem vermeyen birine az rastlanır. Bir
insan ancak topluma bu kadar faydalı olabilir. Çok erken kaybettik. Hani bir söz vardır, “adam gibi adam” diye… İşte Oktay Özaydın Ağabeyimizi en iyi anlatacak söz herhalde bu
sözdür.
Oktay Özaydın bu ülkeye çok daha büyük hizmetler verebilirdi. Ancak bizim ülkemiz onun gibi dürüst, çalışkan insanların kıymetini maalesef bilemiyor. Onu çok özlüyoruz. Ve
hiçbir zaman yeri dolmayacak. Hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
Bir Anı
Beşiktaş’ın Yıllık Olağan İdari ve Mali Genel Kurul Toplantısı’nda, kongre üyeleri, özellikle borç konusunda kulüp yönetimine eleştirilerde bulundular. Oktay Özaydın, Yıldırım
Demirören’in yeni dönemde yanlışlarından arınması gerektiğini belirterek, "30 ayda borç 4 misli artmıştır. Bu dönemde 85
lig maçı oynanmış. Fenerbahçe 298 puan, Galatasaray 189
puan ve Beşiktaş 152 puan almıştır. Küme düşmeye oynuyor
denilen Trabzonspor’un bu genel tablo içinde 4 puan önündeyiz. Sportif başarı yok" dedi.
Eski başkan adaylarından Hasan Arat’ta, Yıldırım Demirören
döneminde kulübün mali konularda ciddi yaralar aldığını
söyledi. Beşiktaş’ın aktiflerinin geçtiğimiz yıl yüzde 50 azaldığını vurgulayan Arat, "Yapılan yanlış transferler ve yüksek
kontratlar çok ciddi zararlara yol açmıştır. Hisse senedi satışları gelir olarak kalemler içine dahil edilmiştir" diye konuştu.
Koray Lordoğlu ise camiada yaşanan gruplaşmalardan yakındı.
Oktay Ağabey doğru bildiği konularda sözünü sakınmayan
bir insandı.
Hasan ÖZDOĞAN
186
Hasan Eskil
DOSTLARI
HAYDAR BOZKURT
"Oktay, örnek alınacak adam gibi adamdı... Allah gani gani
rahmet eylesin."
Haydar BOZKURT
VELİT GÜNAY
Bir Lider Modeli Olarak OKTAY ÖZAYDIN
“Kısa bir süre önce vakitsiz kaybettiğimiz Oktay Özaydın, örnek bir liderdi. Bu toplumda sergilene gelen liderlik modellerinin çok üzerinde kalitede bir liderdi. Hoşgörünün, sabrın,
nezaketin, inceliğin bir portrede sembolleştiği istisnai bir lider
örneğiydi. Kendisini davasına inanılmaz bir özveriyle vakfeden lider örneğiydi.
Analar bazen istisnai özellikte ve güzellikte evlatlar doğuruyorlar. Oktay Özaydın, işte bu istisnai örneklerden biriydi. Fiziki olarak da güzeldi ama ruhundaki asaletin büyüklüğü her
türlü fiziki yapıyı güzel kılacak yücelikteydi.
Liderliğin hot/zotçulukta, sertlikte, megalomanlıkta ve küçük dağları ben yarattımcılıkta zannedildiği bu kısır ortamımızda, O, tam da bütün bunların yüz seksen derece zıddını
sergileyen bir zarafet ve yücelik örneğiydi.
Politikada, sivil toplum çalışmalarında hiçbir menfaat beklemeden sorumluluk alıp, bu sorumluluktaki görevi kendi işinden de öne alarak özveride bulunmak nasıl bir ruh yüceliğiydi?
Sivil toplum etkinliklerinde bıkmadan usanmadan çaba sarf
eden, İstanbul gibi trafiğin büyük problem olduğu devasa şe-
187
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
hirde köy derneklerine kadar onlarca derneğin her türlü etkinliklerine katılmayı bir görev sayan, bunları yaparken de
kimseleri dışlamayan, ötekileştirmeyen bir liderlik örneğiydi.
Örgüt çalışmalarında kendisiyle taban tabana zıt görüş ve yapıda olanlara bile aynı eşit mesafede davranma ve çizgide
tutma nasıl bir ferasetti?
Oktay Özaydın, bize nadir de olsa; Oktay Özaydın gibi olanlar karşısında nasıl davranmamız, ne gözle bakmamız ve ne
tür özen göstermemiz gerektiğinin dersini vermelidir. Tabii
herkesten bu cins üstün meziyet göstermesi beklenilemez.
Ama en azından empati geliştirelim, yapılan pozitif şeyleri
takdir etmesini bilelim. “Marifet iltifata tabidir”, bari marifeti
ve marifetlileri yeterince takdir edebilelim.
Oktay Özaydın’ın hayatından (maalesef kısa sürdü) alınacak
önemli dersler var. İyi ve doğru yaşanmış hayattan geriye güzellikler kalıyor. Biz onu tanıyan, az çok birlikte olmuş insanlar; hatırladıkça burnunun direği sızlıyor, “ona yeterince iyi
arkadaşlık edebildik mi?” diye kendimizi sorgulama ihtiyacı
duyuyoruz.
O, elbette kısmen ailesi de, bizler için özveride bulunup sıkıntı
çekerken, koştururken ne kadar yanında bulunabildik?
Biz bozkırın çocukları, Oktay Özaydın gibi nadir yetişenleri
rol model olarak genç kuşaklara aktarabilirsek, yeni kaliteli liderler bekleyebiliriz.
Liderler, hele kalitelisi az yetişir ama kalıcıdırlar. Oktay Özaydın dostumuz da kalplerimizde “Kaliteli Liderimiz” olarak
kalıcı olacaktır.
Kendisine rahmetler dilerken, onu yetiştirenlere de şükranlar
sunarız.”
Velit GÜNAY
MURTAZA ÇELİKEL
Sevgili Oktay, Seni Anlatmakta Çok Zorlandım, Affet
“Benim de doğduğum coğrafyada bireylerin hepsi akıllı ve
akıllılarının kimseye ihtiyacı olmadığı için ortak akılla iş yapmak çok zordur. Bazen de imkânsızdır. Arşivleri darbelerle
188
Hasan Eskil
yok edilmeden evvel Konya Talebe Derneği’nde benim de yönetim kurulu üyeliğim ve başkanlığım vardı. Girişte yapmış
olduğum tespit o günkü tecrübelerimden kaynaklandı. Rahmetli Cihat Abaoğlu, Rahmetli Kazım Bey, Rahmetli Bayram
Camcı bu tecrübenin yalnızlığını yaşayanlardandır. Ne zaman Rahmetli Oktay Özaydın'ı ve Dernek Başkanı Hasan Eskil'i görsem yukarıda andığım dernek başkanlarının yaşadıkları günlerde çektikleri aklıma geliyor.
Yüksek sesle konuşmayı beceremeyen veya lüzum görmeyen,
sakin, kendisiyle barışık, her şeye iyimser bakan ve karşısındakine ümit veren genç bir vakıf başkanı ile ilk defa karşılaşmamız. İlk izlenimim, konuşmaları avize gibi havada sallanmayan, gerçeğe dayalı, uygulanabilir, paylaşmaya müsait,
paylaştıkça büyüyecek öneriler içeriyordu. Dikkatimi çekti.
Araştırdım. Konuşmaları siyasi deneyim ve sorumluluk taşıyan bir olgunlukta olması boş değilmiş. Siyasi tecrübesi küçümsenmeyecek sorumluluklar taşıdığını kanıtlar nitelikteydi.
Rahmetli eski Konya Belediye Başkanı eski İmar İskan Bakanı
Rüştü Özal telefonda, “Bir hemşerimle seni ziyarete geliyorum” diye bildirdi. Rahmetli Oktay Özaydın ile karşılaşmamız ve tanışmamız çok saydığım seçkin Konya âşığı Rüştü
Özal vasıtasıyla oldu. Siyasi çalışmalarını dostum Sayın Hüsamettin Cindoruk'tan da dinledim. Benim için önem verilmesi gerekli bir profil de böylece ortaya çıktı.
Tarif etmeye çalıştığım uzun boylu, yakışıklı ve genç yaşında
bizi terk edip, herkesi samimi şekilde üzen Oktay Özaydın.
Başında bulunduğu vakıfta başlangıçta hiç kimsenin inanmadığı bir projeyi gerçekleştirip, Konya’nın imzasını İstanbul’un
en seçkin muhitine atmıştır. Kendisi ile Konya’nın markasızlığını ve çarelerini araştıran, ne yapılması gerektiğini paylaşmış bir insan olarak, kaybının ne kadar önemli ve vakitsiz olduğunu üzülerek, yüreğim acıyarak hissediyorum. Uzlaşmacı, barışçı, karşısındaki insanı sonuna kadar dinleme sabrı
olan, örnek alınacak insanın “geride bıraktığı izlerinin” yetiştirdiği ve yetiştirmeye çalıştığı gençlere örnek olması dileğiyle.
189
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Sevgili Oktay Özaydın'a rahmet diliyorum. Oktay Özaydın'ın
kaybı, ailesi ve çocukları için elbette düşünülemeyecek kadar
acılar içerir. Vakitsiz kaybı dostları ve ailesi kadar, ülke için
tecrübesi, enerjisi, hizmet aşkıyla katacağı değerler açısından
da önemlidir. Keşke ölümünde gösterdiğimiz saygıyı, yaşadığı günlerde de desteklerimizle kendisini mutlu edebilecek
kadar sergileyebilseydik.”
Murtaza ÇELİKEL
ADEM ESEN
Güzel İnsan: Oktay Özaydın
“Rahmetli Oktay Özaydın Bey’le İstanbul da yapacakları Konyalılar Günü’yle ilgili program vesilesiyle tanıştık. Kadıköy
Caferağa Salonu’nda Konyalılar toplantısı yapıldı. Ben o zaman Selçuklu Belediye Başkanı idim. Biz de belediye olarak
meslek eğitim kurslarından Konya çeyizleri sergisi tertip ederek bu programa katıldık. O günlerde Konya’ya Hilton oteli
açılıyordu. Selçuk Üniversitesi Kampüsü’nde, şimdi Rixos
oteli olan bina o günlerde Hilton oteli olarak açılıyordu. Programda bu inşaatın yapımcısı olan Sertler sponsor idi. Konya
çeyizleri sergimize özellikle bayan hemşerilerimiz büyük ilgi
göstermişti. Daha sonra Ataköy’deki tatil köyünde yine Oktay
Bey’in gayretleriyle bir program daha yapıldı. Bu programda
biz yine Konya çeyizleri ile katıldık. Programda Konya pilavı
ikram edilmişti. Bu pilav mükellef bir nitelikte olduğu halde
maalesef İstanbul’daki Konyalı hemşerilerimizi pilava fazla
rağbet etmediler, pilav arttı. Halbuki o nitelikteki bir pilav
Konya’da olsa bir pirinç tanesi bile artmazdı. Ben, Konya düğün pilavını çok yiyen birisi değilim. Ama işim gereği,
Konya’da bazı Pazar günleri otuza yakın düğünü gezdiğim
olurdu. Bu sebeple pilavın kalitesini, ustasından tanıma imkanım oldu. ‘Taş yerinde ağırdır’ derler. Demek ki, damak zevkinde alışkanlıklar ve iklim etkili oluyor. Tabii ki İstanbul’da
cazip olan da Konya’da cazip olmayabilir.
Oktay Bey’le başlayan bu dostluğumuz karşılıklı ziyaretlerimizle pekişti. Bazen onu İstanbul’a geldiğimde Kadıköy’deki
işyerinin üst katında ziyaret ederdim. Bazen de kendisi ve eşi,
190
Hasan Eskil
eşimle birlikte Beykoz’da İBB Sosyal Tesisleri’nde yemeğe davet ederdi. Cömert insandı.
Oktay Bey’in kayınpederi Ahmet Hilmi Nalçacı Konya’da
modern belediyeciliğin temelini atan belediye başkanımızdı.
Eski Konyalılar Nalçacı Başkanı çok iyi tanırlar. Meğer rahmetli Nalçacı, benim doktora hocam ve kurucusu olduğum
üniversiteye, İlim Yayma Vakfı’nın ismini verdiği Sabahattin
Zaim’in Ankara Mülkiye’de sınıf arkadaşıymış. Hocanın ifadesine göre Nalçacı, bu mektebin leyli şubesinde kalırlarken
ney üflermiş, hatta arkadaşları kendisine takılırlarmış.
Oktay Bey’le rahmetli Nalçacı hakkında bir program yapmaya, hatta bir belgesel hazırlayarak kitaplaştırmaya gayret
ettik ama sonuçlanmadı. Belki bu bizim vefasızlığımıza sayılabilir.
Yeşilyurt’taki Vakıf binasının bulunduğu arsa alındığında
Oktay Bey’in sevincine diyecek yoktu. Temel atma töreninde
ben de bulundum. Binanın tamamlanması belediye başkanlığımın süresinin dolduğundan sonraki döneme rastladığından, vakıf binasının çinilerinin Selçuklu Belediyesi’nin atölyesinde yapılmasına vesile oldum. Şimdi binanın bazı duvarlarını süsleyen Beyşehir Kubat Abad sarayı çini motifleri
Konya’mızdan, Selçukludan bir esinti olarak duvarları süslemektedir.
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde kurucu rektör olarak görev aldıktan sonra Konyalılar Vakfı ve Derneği’ne beni
çeken faktörlerin başında Oktay Bey’in güler yüzü ve babacan
tavırları olmuştur. Çeşitli vesilelerle davetlerine icabet etmeyi
bir görev sayarken, O da hiç tereddüt etmeden bizim davetimize gelirdi.
Bir seferinde bir grup Konyalı arkadaş Arabaşı içmek için
Eyüp’teki üniversite ofisine bir Cumartesi akşamı misafir olmuştu. Oktay Ağabey de hemşerilerimizle tanışmak ve Konyalı havasını teneffüs etmek için Arabaşı içmeye gelmişti. Bizim Arabaşı’nın hamurları tepside kaldı, ama çorbalar yetişmedi. Hemşerimiz Kamil Adak Bey’in deyişiyle İstanbul’a gelen Konyalılar ‘laylonlaştığından’ Arabaşı da usulüne göre
yenmemişti.
191
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Bir seferinde herhalde 5 ekim 2013 günü, Dernek Başkanımız
Kudret Bey, Oktay Bey’le beraber havaalanı WOW Otel’de
düzenlenen yaşlılar fuarında Konya’dan gelen Ahmet Ağırbaşlı Bey’i ziyarete gittik. Ahmet Bey, Konya’da yapacağı yaşlılar yurdu projesini bu fuarda sergilemiş. Oktay Bey de bunu
haber alınca bir Konyalı olarak ziyareti görev saydı. Biz de
kendisine refakat ettik.
Kendisi bir süre siyasette bulunduğunu anlatmıştı. Ancak fanatik bir siyasetçi tavrı asla olmadı. Aslında siyaseti, menfaat
için de yapmadığı anlaşılmaktadır. Uzlaşmacı tavrı kendisine
Konyalılar Vakfı ve Derneği dâhil birçok sivil toplum örgütünde ağabey olma niteliğini vermiştir.
İstanbul’daki Konyalıların bir araya gelebilecekleri ve faaliyette bulunacakları güzel bir bina ortaya çıktıktan sonra burada çeşitli sosyal ve kültürel programlar düzenlenmesine
ağırlık verildi.
Oktay Bey benim istişare kurulunda olmamı arzu etti. Hatta
taltif ederek yüksek istişare kurul başkanı diyerek arkadaşlarımıza takdim etti.
Bu çerçevede Konya Valisi, KOP Başkanı ve Kalkınma Ajansı
Genel Sekreteri’ni Konya’daki yatırımları anlatmaya davet ettik.
Bu program bütün Konya ve çevresi (Karaman, Aksaray ve
Niğde) illerinin dernek yöneticilerini bir araya getirmek, bölgedeki altyapı niteliğindeki özellikle ulaştırma, sulama, ulaşım gibi büyük kamu yatırımlarını tanıtmak, İstanbul’daki iş
adamlarını bu konuda bilgilendirme amacıyla düzenlenmişti.
Bu programı Oktay Ağabey göremedi. Çünkü ciddi olarak rahatsızlanmış ve komaya girmişti. Bir müddet sonrada vefat
etti. Vefat ettiği gün, Mustafa Birim Bey ile Yahya Efendi
Dergâhı haziresinin restorasyonu konusunda bilgi almak
üzere Vakıflar Bölge Müdürü’nü ziyaret ettik.
Mustafa Bey’in ofisine giderken yolda aradılar ve Oktay Ağabey’in zorlu hastalığa yenildiğini öğrendik. Allah rahmet eylesin. Kader böyle, yazgı bu... Cenaze namazına katılıp kendisine son görevimizi de yerine getirdik. Allah’tan bağışlanması
192
Hasan Eskil
için dualarımızı ettik. Karacaahmet’teki ebedi istirahatgâhına
tevdi edildi.
Dernek toplantıları sırasında aşağıda mescitte ben imam, o da
cemaat olurdu. Hatta annesi muhtereme teyzemiz özürlü namazı hakkında kendisine bir soru sormuş, O da “Anne bir abdest ile vakit namazını kıl demiş.” Bana “doğru söyledim mi?”
diye tekit ettirmişti. Biricik torunu ‘Ege’yi çok sevdiğini söylerdi. Bunu da söylerken gözlerinin içi gülerdi. İnşallah nesilleri de kendisi gibi güzel olur.
Allah kendisine rahmet eylesin. Her nefis ölümü tadacaktır. O
da tattı. Sırada kim var bilmiyoruz. Ama hepimizin olduğu
kesin. Kıymetli eşine, çocuklarına, sevenlerine, Konyalılar
Vakfı ve Derneği’ne tekrar başsağlığı dilerim.”
Prof. Dr. Adem ESEN
İstanbul Sabahattin Zaim Ün. Kurucu rektörü
Konya Selçuklu Belediye eski başkanı (1999-2009)
RECEP KONUK
“Biz” Diyen Bir Gönül Adamı: Oktay Özaydın
“Birlik olmak, bir olmak, beraber olmak, yardımlaşma ve dayanışma hasletini egemen kılmak herkesin dilinden düşürmediği temenni sözleridir. Onları temenniden gerçek hayata insan taşır, bazı özel ve özellikli insanlar taşır. Bir olalım demekle birlik olunamayacağının, beraber olalım demekle bir
araya gelinemeyeceğinin farkında olanlar.
Zamanlarından, işlerinden tasarruf edenler ya da daha doğru
ifadeyle gönlünün genişliği hayatın günlük telaşlarının daralttığı zamana galip gelenler, hayatın anlamını ben sözünde
değil de “Biz” sözünde daha anlamlı bulanlar o temennileri
hayata taşır.
“Biz” diyenler ve o “Biz”i olabildiğince geniş yorumlayanların gönül köşkü o kadar geniştir ki o köşke adım atmak için
ne hısımlık bağına, ne eş-dost ahbaplık mertebelerine ne de
tavassuta ihtiyaç vardır. Uzanan eli tutmak, gönül kapısının
aralığından adım atmak yeterlidir.
193
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
“Biz” diyebiliyor ve o “Biz”i genişletmeyi hayatın gayesi olarak görüyorsanız eğer, gurbete gelene el uzatmaktan, sıladan
gelen için kapı aralamaktan, sıla-ı rahimden uzakta olanlarla
yarenlik etmekten, kendi insanına gönlünü açmak için aynı
toprağın evladı olmayı yeterli bulmaktan keyif alırsınız.
Dünyadaki mekânınızdan çok o “Biz”i bir araya getirecek
mekânın ve ruhun inşasıyla meşgul olursunuz.
19 yaşında ailenizin yanına geldiğinizde sizi şaşırtan, ancak,
yalnızlığa düşen bazı arkadaşlarınızı yutan büyükşehir, başka
yalnızları da yutmasın…
Onların içini dağlayan gurbet yalnızlığını sonraki nesiller hissetmesin ister, babanızdan miras kalan hasenat yollarını açmaya uğraşır, şahit olduğunuz zorlukları toprağımın evlatları
çekmesin diye didinir, uzakta da olsanız topraklarınızda kalan ve kalacak insanların daha parlak bir geleceğe yürümesi
için akıl terletir, akıl terletenleri bir araya getirirsiniz.
Adı burs ya da yardım sadece kendiniz hayır işlerine koşturmakla yetinmez, başkalarının hayır işlerine de vesile olur iyiliğin hale hale yayılmasına vesile olursunuz.
Eğer gönülden, sadece hissederek değil yaşayarak “Biz” demeyi becerebiliyorsanız, yüreği bileğinden güçlü olanlardan,
gönlü köşklerden, saraylardan geniş olanlardansınızdır.
Ben onlardan birini tanıdım. Birlikte akıl terlettik, Onun da
benim de dahil olduğum ve daha büyük olmasını, daha da
büyümesini arzuladığımız “Biz” için.
Vakıf Başkanımız Diş Hekimi Oktay Özaydın’dı, Ağabeyimizdi, “Biz”im Oktay’ımız, “Biz”im Oktay Ağabeyimizdi O.
Sadece hayata değil, gönüllere iz bıraktı. Allah (C.C.) gani
gani rahmet eylesin. İnşasına emek verdiği, büyüttüğü
“Biz”in, hepimizin duaları Onunla. Ruhu şad, mekânı cennet
olsun.”
Recep KONUK
PANKOBİRLİK ve KONYA ŞEKER
Yönetim Kurulu Başkanı
194
Hasan Eskil
ALİ TALİP ÖZDEMİR
(Eski Çevre Bakanı)
Oktay’ın Vefatının 7. Günü Anma Toplantısından
“Hz Mevlana diyor ki, "ben öldüğüm zaman beni toprakta
aramayın, ben sevenlerin gönlündeyim".
Evet, Oktay ÖZAYDIN Başkanımızı kaybettik. Onu toprağa
verirken, kalabalığa, dostlarına baktığım zaman Hz Mevlana'nın söylediklerini hatırladım. Sevgili Başkanım siz artık sevenlerin gönlündesiniz. Siz artık burs verdiğiniz genç öğrencilerin gönlündesiniz. Siz Konyalıların, sizi sevenlerin gönlündesiniz. Bazı insanlar lider ruhludur. Siz birleştirici, uzlaşmacı liderlik yapınızla bizleri bir araya getirip hizmet ürettiniz ve çok zor olan ama çok zor bir görevi tamamlayıp (vakıf
binamızı bitirerek) bu dünyadan geçip gittiniz. Gönüllere girdiniz. Allah'tan rahmet diliyorum, Sevgili Başkanım.”
Ali Talip ÖZDEMİR
GAZETECİ ASLI AYDINTAŞBAŞ
“Sevgili Hasan Bey ve Konyalılar Derneği ve Vakfı temsilcileri…
Oktay Ağabey’in vefatını geç öğrenmiş olmanın utancı içindeyiz. Ancak üzüntümüz, utancımızdan da büyük...
Babam Halis Aydıntaşbaş Oktay Ağabey’i bir kardeş kabul
eder, bizler de babamın yokluğunda Oktay Ağabey’imizi
onun temsilcisi sayardık.
Sizin de dediğiniz gibi, her türlü övgüye layık, özel bir insandı. Yokluğu, hissedilecek.
Bu e-mail vesilesiyle Konyalılar Derneği ve İstanbul'daki Konyalılar camiasına, ailem adına başsağlığı dileklerimizi iletmek
isterim.
Sevgi ve saygılarımla…”
Aslı AYDINTAŞBAŞ
(Vakıf Binamızın mimarlarından, okul arkadaşımız Halis Aydıntaşbaş’ın kızı)
195
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
HÜLYA KARAMAHMUTOĞLU
“Saygıdeğer başkanım ve yönetim kurulu üyelerim,
İstanbul Konyalılar Vakfı Başkanı Sn. Oktay Özaydın'ın vefat
haberini öğrenmiş bulunuyorum. Merhuma Allah'tan rahmet,
her iki camiaya da sabır ve başsağlığı dilerim.
Sevgili Başkanım nurlar içinde yat, mekânın cennet olsun.
Çok keyifli günler geçirdik, sohbet ettik, çay, kahve içtik, toplantılar yaptık. Her Çarşamba derneğe gelişinizi ve ısmarladığınız yemekleri hiç ama hiç unutmayacağım. Bundan bir ay
önce sizi gördüğümde o sevecen ve her zamanki nazik halinizle gülümsediniz, sohbet ettiniz. Nereden bilirdim bunun
son vedanız olacağını? Her daim kalbimde olacaksınız.
Dualarım sizinle sevgili Başkanım…”
Hülya KARAMAHMUTOĞLU
(İstanbul Konyalılar Vakfı eski sekreteri)
NAZLI’NIN KAYINBİRADERİ MURAT
“Bir erkek için basitçe yaşam;
Doğumla başlayan, çocukluk, gençlik, delikanlılık, askerlik,
evlilik, babalık, dedelik :) gibi önemli deneyimlerle devam
eden, günü gelince de dünyevi diyarı terk ederek bu süreci
tamamlamak olarak tarif edilebilir... Bence bu diyara gelen her
canlı birbirini desteklemek ve birbirine hizmet etmek için vardır. Ve bazıları bu hizmeti elinden gelen en iyi şekilde yapar.
İşte benim yolculuğumda tanıştığım Sevgili Oktay Amca da
böyle bir insandı. Ben Oktay Amca’yı bunları en iyi şekilde
yapmış, bilgi ve deneyimlerini yetiştirip büyüttüğü harika üç
evladına aktarmış biri olarak tarif ederim, eğer bana birileri
sorarsa...
Ne mutlu!
Ruhun Şad Olsun… Sevgili Oktay Amca...”
Murat MISIRLI
196
Hasan Eskil
KONYA MAARİF KOLEJİ YAZIŞMA
GRUBUNDAN BAŞSAĞLIĞI DİLEKLERİ
18 Mart 2014 13:11 tarihinde Hasan Eskil
<hasan.eskil@gmail.com> yazdı:
“Sevgili kardeşlerim,
Kader bana bu haberi de mi yazdıracaktı? En sevdiğim arkadaşımın
bu dünyadan göçtüğünü bildirmek zorunda mı kalacaktım? Ne acı
bir kayıp, ne zor bir görev. Hepimizin başı sağ olsun. Oktay'ımızı
bugün kaybettik. Allah rahmet eylesin. IŞIKLAR içinde uyu Oktay…”
Hasan Eskil
“Allah rahmet eylesin. Gerçek bir dostumuzu kaybettik. Çok üzgünüm…”
Ali İleri
(Ali’yi de 2014 yılında kaybettik. H.E.)
“Bu aziz ve sevgili kardeşimize Allah rahmet eylesin, geride kalan
ailesine, dostlarına sabır ve metanet versin.
Oktay gerçekten müstesna, akil, olgun bir arkadaşımızdı. Yeri boş
kaldı…”
13 Ali Tuygan
“KUTAY abi;
OKTAY abinin kaybı nedeniyle yaşadığınız derin acıyı içtenlikle
paylaşır, size ve geride kalanlara sabır dilerim...”
Alp ÜNER
197
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
“Sevgili Hasan abi, değerli KMK'liler,
Çok değerli büyüğümüzü Oktay ağabeyimizi kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Konyalılar Derneği-Vakfı binası için verdiği
emeği, yaptığı mücadeleleri güler yüzüyle keyifle anlatması, her etkinlikte yanı başımızda o pozitif enerjisiyle olması unutulmaz.
Işıklar içinde uyusun, hepinize sabır diliyorum…”
Aysan Arıcan'77
“Değerli Oktay ağabeyimizin kaybını öğrenmiş olmaktan üzgünüm.
Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına ve KMKD ailesine sabır ve
başsağlığı diliyorum.”
Mehtap Bozkır ( 1970-77 )
“Tüm camiamızın ve ailesinin başı sağ olsun…”
Av. Bülent Güme 76-83.
“Her şeyini özleyeceğiz. Nur içinde yat.”
Çelik Ergene
“Tüm camiamızın başı sağ olsun. Nurlar içinde yatsın. Yakınlarına
sabırlar diliyorum.”
Cem Bozkurt’76
“Sevgili Oktay Ağabeyimizin vefatını büyük bir üzüntüyle öğrendim.
Oktay abiye Allah'tan rahmet, ailesine ve tüm dostlarına başsağlığı
diliyorum.”
Emrehan Halıcı
“Sevgili Oktay'ın kaybından dolayı çok üzgünüm. Ailesinin ve tüm
sevenlerinin başı sağ olsun…”
Erdem Baykal
198
Hasan Eskil
“Sevgili Oktay abiye Allah'tan rahmet, geride kalanlara sabır ve
başsağlığı dilerim…”
Ertuğrul Gönül'79
“Oktay ağabeye Allahtan rahmet, kederli ailesine, dostlarına ve
KMKD camiasına başsağlığı dilerim... Nur içinde yat Oktay ağabey…”
Fahri Demirağ
“Hepimiz için kolay unutulamayacak bir acı.
Cennet mekânın olsun Oktay…”
Fikret Yüksel
“Hasan Abi,
Başımız sağ olsun… Nurlar içinde yatsın.
Allah sizlere sabır ve sağlık versin…”
Gökşin
“Merhuma Allah'tan rahmet; ailesine, yakınlarına ve arkadaşlarına
sabırlar dilerim…”
Hilmi Kal'89
“Bugün güzel insan, Oktay Ağabeyimizi sonsuzluğa uğurladık.
Daha doğrusu, bir parçamızı daha toprağa verdik. Kolay olmadı. İçimizi ısıtan o içtenliği, büyüklüğünü gizlemeye çalışan tevazu dolu
örnek kişiliği ile sadece anılarımızda değil, her zaman yanı başımızda olacağına inanıyorum.
Kendisine Allah'tan rahmet, ailesi, yakınları ve tüm camiamıza sabırlar ve baş sağlığı diliyorum…”
İhsan Sami Başaytaç
“Sevgili Kutay,
Çok sevgili kardeşimiz abin Oktay'ın kaybı o kadar çok yerde öyle
büyük büyük rahneler açtı ki... En başta siz ailesi, sonra Konya ve
199
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Konyalılar, sonra Kolej ve KMKD camiası, sonra sevgili Beşiktaşımız... Hepimizin başı sağ olsun. En kalbi dualarımız onunla. Nur
içinde yatsın.
İlhan Uğurel (1955-1962)
“Acımız çok büyük. İstanbul'a geldiğimde ilk tanıdığım kolejli abim.
Sadece kolej değil, Konyalılar Derneği’nde de hemşerilerimizin göz
bebeği, beyefendi, aslan abim benim. Nur içinde yatacaksın…”
Isa Bolay
“Tanıma fırsatı bulamamış olmaktan üzüntü duyuyorum. Kendisine Allah’tan rahmet, başta Kutay ağabeye, bütün ailesine, yakınlarına, sevenlerine baş sağlığı ve sabır dilerim…”
Kamil Toker
“Yahu sabah saatlerinde mail hep açıktı ama sonra araya işler girdi
kapatmak zorunda kaldım. Az önce de İhsan Başaytaç aradı, kahrolası bu haberi verdi. Sevgili Oktay Özaydın ışıklar içinde kal, bütün
arkadaşlarımın ve Konya Kolejli dostlarımın başı sağ olsun. Allah
rahmet eylesin. İnanmak çok zor ama yaşamın en büyük gerçeği bu;
SÖZÜN BİTTİĞİ YER :((((…”
Mahmut Ünal
“Ne diyeyim Oktay Abi’m. İnanmadım, yazamadım, gözlerim
doldu, ağlayamadım. Seni çok ama çok sevmiştik Abi’m. Her daim
kalbimizde kalacaksın. Mekanın cennet olsun…”
Ömer Dağlıkoca
“Değerli Dostlar,
Kendisini tanıma fırsatı bulamadım ama yazılanlardan çok dostu olduğu ve sevildiği belli oluyor. Ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Allah sabırlar versin. Kalanlara sağlıklar versin…”
Mehmet ÇAMURLU-1984
200
Hasan Eskil
“Sevgili Oktay abiye Allah'tan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum…”
Mustafa Kozanoğlu
“Derin bir üzüntü içindeyiz. Ayrıca yıllarca bizlere aile doktoru olarak da çok emeği geçmiştir. Onu saygı ve rahmetle anıyor, mekanı
cennet olsun diyoruz. Eşine, çocuklarına, yakınlarına baş sağlığı ve
sabır diliyoruz…”
Necla-Şevki ŞEKERCİ
“Sevgili Oktay Ağabeyimizin yattığı yer ışıklar içinde olsun. Geride
kalanlara başsağlığı ve sabırlar dilerim…”
Neşet PAMİR
“Sevgili Oktay Abiye Tanrı'dan rahmet, tüm sevenlerine başsağlığı
dilerim…”
Kenan Onsun
“Hasan Abi,
Başta sen ve Kutay abi olmak üzere tüm Konya Maarif Koleji’nin
başı sağ olsun. Tanrı geride kalanlara sabır versin.
Allah rahmet eylesin...”
Raşit ÜNÜVAR
“Sevgili Oktayımızı çok özleyeceğiz.
Nurlar içinde uyu canım kardeşim…”
Selçuk Berker 57-65
“İyi insan Oktay'ı uğurladığımız bu günde ailesinin ve dostlarının
acısını paylaşıyorum. Mekânın cennet olsun canım kardeşim…”
Şener Özer 71
201
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
“Sevgili Hasan Ağabeyimizin şahsında tüm Maarif Kolejlilere başsağlığı diliyorum. Çok değerli bir büyüğümüzü kaybettik, ailesine
ve tüm sevenlerine sabırlar diliyorum…”
Serap Yılmaz (Soysal) 77
“Bugün (18.03.2014) acı haberi Özkan'dan aldım. Sevgili Oktay'a
Allah'tan rahmet, eşine, çocuklarına, Kutay'a ve tüm yakın akraba
ve dostlarına sabırlar diliyorum. Mekanı cennet olsun…”
Tansu Erçelebi
“Sevgili Oktay Ağabeyimize Allah'tan rahmet, ailesine sabırlar diliyorum. Mekanı cennet olsun…”
İsmail Özelkan
“Oktay’ımızı kaybettik, herkesin başı sağ olsun…”
Vehbi
“Sevgili kardeşlerim,
Oktay kardeşimizin cenazesi yarın (19 Mart Çarşamba) öğle namazını takiben Karacaahmet Şakirin Camii'nden kaldırılacaktır…”
Hasan Eskil
“Değerli kardeşlerim,
Oktay'ımızı, ölümünün yedinci günü olan 25 Mart Salı akşamı saat
19.00-19.30 arasında İstanbul Konyalılar Vakfı'nınYeşilköy'deki
kültür merkezinde anıyoruz.
Bu toplantıya bütün kardeşlerimiz davetlidir…”
Hasan Eskil
Adres:
İstanbul Konyalılar Vakfı
Handan Birim Kültür Merkezi
Gazi Evrenos Cad. No: 22
Yeşilköy
202
Hasan Eskil
OKTAY’IN VEFATINDAN SONRA ÇIKAN
ÖLÜM İLANLARI
ACI KAYBIMIZ
Merhum Mustafa Feyzi Özaydın ve Muzehher Özaydın’ın
oğulları, Kutay Özaydın ve Gülay Aşçıgil’in kardeşleri, Cem
Özaydın, Merve Özaydın ve Nazlı Mısırlı’nın babaları, Mutlu
Mısırlı ve Gözde Yeyman Özaydın’ın kayınpederleri,
Ege Mısırlı’nın dedesi ve Semiha Özaydın’ın biricik sevgili eşi
MEHMET OKTAY ÖZAYDIN
18 Mart 2014 günü vefat etmiştir.
Cenazesi 19 Mart 2014 Çarşamba günü (Bugün) Karacaahmet
Şakirin Camii’nde Kılınacak öğle namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığına defnedilecektir.
AİLESİ
***
BAŞSAĞLIĞI
Derneğimizin kurucu başkanı Diş Hekimi
Sn. Mehmet Oktay Özaydın
Vefat etmiştir.
Merhuma Allah’tan rahmet, Kederli Ailesine ve Beşiktaş Camiasına başsağlığı dileriz.
Kadıköy lOO. Yıl Beşiktaş’lılar Derneği
***
203
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI
Konyalılar Derneği ve İstanbul Konyalılar Vakfı’nın kurucularından, İstanbul Konyalılar Vakfı Başkanı Değerli İnsan
MEHMET OKTAY ÖZAYDIN’ın
vefatının derin üzüntüsü içindeyiz.
Merhumun cenazesi 19 Mart 2014 (Bugün) ŞAKİRİN CAMİİ’nde ÖĞLE NAMAZINI müteakip, KARACAAHMET
MEZARLIĞI’na defnedilecektir. Tüm dostlarımıza ve hemşerilerimize başsağlığı dileriz.
KONYALILAR DERNEĞİ
İSTANBUL KONYALILAR VAKFI
NOT: Çelenk gönderilmemesi, arzu edenlerin Vakfımıza bağış yapması rica olunur.
Hesap No: TR53 0006 4000 0011 0082 7776 91
***
BAŞSAĞLIĞI
CAN ARKADAŞIMIZ
Dt. OKTAY ÖZAYDIN’ın
vefatının derin üzüntüsü içindeyiz.
Canımıza Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz.
Arkadaşları
YÜCEL ÇIKRIKÇI – ENİS BALCI
204
Hasan Eskil
BİTİRİRKEN
Artık kitabı bitiriyoruz. Başlangıçta da belirttiğim gibi, Konyalılar Derneği Başkanı Kudret Fikirli ile İstanbul Konyalılar
Vakfı Başkanı Mustafa Birim, “Başkanı oldukları her iki kuruma da Oktay’ın çok büyük hizmetleri olduğunu” belirterek
benden kardeşimizle ilgili bir kitap hazırlamamı istediler.
Bu talep, Oktay’ın vefatının üçüncü günü ailesine taziyeye gittiğimiz gün yapıldı. Ben de bu onurlu görevi itirazsız kabul
ettim. Vakit geçirmeden aile bireyleriyle arkadaşlarından, Oktay'la ilgili anı, resim ve düşüncelerini e-mail'ime aktarmalarını ve hazırlayacağım kitabın eksiksiz olmasına yardımcı olmalarını istedim.
Tüm bunlar acılı günlerimize denk geldi. Hepimizin yarası
çok tazeydi, bendenizin yazıları dahil, gelen yazılar bu nedenle acı doluydu. Bu atmosferde Oktay’ın Dernek ve Vakıf’taki hizmetlerine şurasından burasından dokunulmuş
oldu, verdiği hizmetler bir örtü altında kaldı.
Oysa, kardeşimizin erken ölümünün yüreğimize saldığı acının yanında, onun çalışma tarzını ve hizmetlerini de okura aktarmak gerekiyordu. Kitabımızın bu bölümünde, bazı yerlerde tekrara düşmek pahasına da olsa, bunu yapmaya çalışacağız. Olası tekrarlar için okurlardan özür dileriz.
Oktay, Mart 1994’te yapılan yerel seçimlerde Kadıköy Belediye Başkanlığını kazanamayınca siyasi çalışmalarında tempoyu düşürdü. Derneği kuran müteşebbis heyetin ısrarla yaptığı üyelik davetine o aralar olumlu yanıt verdi ve 1994 sonlarında kurulan Konyalılar Derneği’nin 71 kişilik kurucular listesinde yerini aldı. Derneğin ilk yönetim kurulu toplantısında
205
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
başkan yardımcılığı görevlerinden birini üstlenen kardeşimiz,
hemen başkan yardımcısı yapıldığına göre, Derneğin kurucularını duruşuyla ve akla yakın sözleriyle etkilemiş olmalıdır.
Konya İli ve İlçeleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ile Konyalılar Derneği’nin birleştirilmesi ve Konyalıların
İstanbul’da tek derneğin çatısı altında toplanması dernekçilikte ilk başarısıdır.
Böylece Oktay daha dernekte çalışmaya başlar başlamaz son
derece hayırlı bir işe imza atmıştır.
Sağ olsaydı benim bu övücü satırları yazmama asla rıza göstermezdi. Övünmeyi sevmezdi çünkü. Ekip çalışmasına önem
verir ve elde edilen sonuçları ekiple paylaşırdı. Bu konuda hepimizin belleğine kazınan bir davranışı var ki ondan ileride
söz edeceğim.
2000 yılında Konyalılar Derneği’nin Başkanlığına seçildi. Rahatsızlığı nedeniyle başkanlıktan ayrılmak isteyen Bayram
Camcı, yerine Oktay’ı işaret etmişti. O seçimlerde benim de
yönetim kuruluna girmemi istedi. Kabul ettim ve başkan yardımcısı oldum.
Dernek başkanlığında çok faal ve disiplinliydi. Her şeyden
önce, Dernek Tüzüğü’nün hükümlerine birebir uyarak ayda
en az bir kere yönetim kurulu toplantısı yapardı. Toplantı öncesinde gündemi belirler, gündemle ilgili hazırlıklar yapar,
bize danışarak akşamki yemeğin mönüsünü bile tespit ederdi.
Toplantıyı üyelere bizzat kendisi telefonla duyurur, bu davranışıyla daha işin başında ekibinin gönüllerini fethederdi. Bu
kibarlığını ve çalışma disiplinini hiçbir zaman bozmadı.
Toplantılara elinde bir ajandayla gelirdi. Ajandasında toplantı
tarihi, toplantının gündemi yazılı olur, toplantı öncesinde herkese hoş geldiniz dedikten sonra, gündemi açıklar ve toplantıyı açardı.
Toplantılarda zaman zaman şakalar yapılır, fıkralar anlatılırdı. Bunlara müsamaha eder, hatta şakalara kendisi de katılırdı ama gündemin görüşülmesini ve karara bağlanmasını
asla aksatmazdı.
206
Hasan Eskil
Öğrenci burslarının her yıl sayı ve tutar olarak artırılmasını
önemli görevlerinden biri olarak görürdü. Kendisi de yakın
çevresinden burslar temin eder, bizleri buna zorlardı.
Başlangıçta da belirttiğim gibi, hemşeri dernekleriyle toplantılar düzenlemek, onların sorunlarını dinlemek, müşterek etkinliklere imza atmak, onlarla aynı çatı altında nefes alıp vermek Oktay için mutluluk kaynağıydı. İlçe ve köy derneklerinin gecelerine, pikniklerine, toplantılarına gitmekten büyük
zevk alırdı. Bu konuda üşengeçlik gösterdiğini hiç görmedim.
Gittiği her yerde de saygı ve sevgi görürdü. Herhalde onun
onca zahmete katlanmasını sağlayan da çevresinde örülen bu
sevgi ve saygı çemberiydi.
Geleneksel Konya toplantılarına çağrılacak konuşmacılar ve
bu toplantılar en titizlendiği konuların başında gelirdi.
Konferans verecek kişinin liyakatini ve halkın üzerindeki etki
derecesini yönetim kurulu toplantısında uzun uzun tartışırdık. Ondan sonra da konferansın yeri görüşülür; Derneğin,
daha sonraları da aynı zamanda Vakfın prestijine uygun yerler seçmeye çalışırdık.
Kültür Merkezi inşaatı bittikten sonra bu tür konferanslar için
mekân arama sorunumuz doğal olarak sona erdi. Derneğin
gelirleri çok sınırlıydı. Oktay, bu tür yemekli konferanslara
davet ettiğimiz konukların masraflarını yönetim kurulu üyeleri olarak bizlerin karşılamamızı isterdi, itirazsız kabul ederdik. Bursların da büyük bir bölümünü yönetim kurulu üyeleri
ve yakınları üstlenirdi. Dernekçiliğin maddi ve manevi fedakârlık anlamına geldiğini hepimiz kabullenmiştik; en fazla
fedakârlık yapanlardan biri de Oktay’dı.
Dernekçilikte önem verdiği konulardan biri de İstanbul’da yaşayan Konyalıların Konya’yla bağlarını koparmamalarını sağlamaktı. Hatta bu bağları güçlendirmeye çalışırdı. Daha doğrusu hepimiz bunu benimsemiştik. Bunun için de konferanslara Konya Ticaret Odası, Konya Sanayi Odası başkanlarını,
Konyalı başarılı iş adamlarını, Konyalı akademisyenleri ve
Yargıtay Başkanı Sami Selçuk gibi önemli görevlerde bulunan
Konyalıları davet ederdik.
207
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
Konya düğün yemeği, Konya şenliği de önem verdiği etkinliklerdendi. Bu etkinliklere İstanbul’da yaşayan Konyalıların
katılması için radyo ve gazetelerle duyuru yapar, 700’ün üzerindeki üyelerimize mektup yazardık. Yemeğe ve şenliğe gelecek hemşerilerimiz için Konya’nın halk kültür ve sanatını İstanbul’a taşır, Konya’ya özgü elişlerini sergilerdik.
Bu yemek ve şenliklerle sergilere İstanbul’da doğup büyümüş
çocuklarımızın da getirilmesini isterdi. Daha doğru bir ifadeyle, onun Dernek ve Vakıf başkanı olarak görev yaptığı yönetim kurulu toplantılarında gündeme bu konular gelir ve
başkanın ortaya koyduğu gündemi benimseyerek, aynı duygularla konuşur, kararlar alırdık. İsterdik ki çocuklarımız
Konyalıdan ve Konya’dan uzak kalmasın, öz kültürünü yakından görüp tanısın…
Oktay, aldığımız bu kararları hayata geçirmek için hepimizden fazla emek sarf ederdi. Örneğin; o yıllarda Selçuklu Belediye Başkanı olan Prof. Dr. Adem Esen’le ilk teması sağlayan
O olmuştu ve Adem Hoca bizim Konya’yla ilgili etkinliklerimizde hep yanımızda yer almış; Konyalı kadınların çeyizlerini İstanbul’a kadar taşıyıp düzenlediğimiz yemek ve şenliklerde sergilemiş, bu sergiler İstanbul’da yaşayan Konyalılar
arasında çok da beğeni kazanmıştı.
Bir keresinde Konya’dan mahalli sanatçı Kör Ahmet’i, bir keresinde yine mahalli sanatçı Sarı Mustafa’yı getirmiştik.
Konya türküleri çalmışlar, Konya şivesiyle söylemişler, şakalar yapmışlardı. Bu arada Bozkır ekibini de unutmamak gerekir. Oktay Konya kültürünün bu boyutunu da ihmal etmemeye çalışırdı. Çalışırdı diyorum, Dernek olarak biz elimizden gelen çabayı gösterir ama hemşerilerimizden aynı ölçüde
karşılık görmezdik. Oktay bu ilgisizliği kafasını takmaz,
Konya’nın kültürünü tanıtma çalışmalarından asla vazgeçmezdi. Konya tarihine de büyük önem verirdi. Konya Kültür
Merkezi’ndeki Selçuklu dönemini simgeleyen çini panolar
onun başkanlığı döneminde yaptırılmıştı. Fikir bir başka arkadaşımızdan çıkmış, Oktay konuyu hemen benimsemiş ve
Selçuklu Belediye Başkanlığıyla temas ederek, alınan kararı
hayata geçirmişti.
208
Hasan Eskil
Dernek ve Vakıf başkanlıkları sırasında alınan yönetim kurulu kararlarını ısrarla takip eden bir insandı. Konular bir başkası tarafından gündeme getirilmiş olsa bile onun için fark etmezdi. Yönetim kurulunca alınan karar kendisine teslim edilen bir emanet gibiydi.
İtiraf edeyim, etkinlik kararlarının uygulanması aşamasında
çoğu kez yalnız kalırdı. Yönetim kurulundan sonra herkes
işine gücüne dalar, o tek başına çabalar dururdu. Telefonlarla,
bazen muayenehanesine davet ederek, bazen de bizzat işyerine giderek arkadaşları harekete geçirmeye çalışırdı. Yorulmayan, yorgunluk bilmeyen bir adamdı.
Dernek olarak 2003 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Yeşilköy’de bir arsanın üst kullanım hakkını kiralamıştık ve arsanın üzerine kültür merkezi inşa ettirecektik.
Hedefimiz çok büyüktü: İstanbul’a, İstanbul’daki Konyalıların bir araya gelebilecekleri, Konya’nın tarihinin ve kültürünün tanıtımının yapılacağı, her türlü sanatsal etkinliğin, toplantıların gerçekleştirilebileceği bir eser kazandırmak istiyorduk. Ayrıca elde edilecek kira gelirleriyle öğrenci burslarına
da destek sağlanacaktı.
Saptadığımız hedeflere ulaşabilmek, tüm bunları gerçekleştirebilmek için, işin peşinden koşturacak mücadeleci bir adam
gerekiyordu. Tabii bütün gözler Oktay’a çevrildi ve o bu ulvi
görevi itirazsız kabul etti. 2007’de Oktay yeni kurulan İstanbul Konyalılar Vakfı’nın, ben de Derneğin başkanı olduk. İnşaat tamamlanıncaya kadar Dernek ve Vakıf Yönetim Kurulları birlikte toplandı.
O ara ben emekli olmuştum ve günlerimin çoğunu Kadıköy
Altıyol’daki dernek merkezinde geçiriyordum. Dernek Merkezi Oktay’ın muayenehanesine iki dakikalık mesafedeydi.
Bu nedenle de Oktay’la hemen hemen her gün görüşüyor, çarşamba günleri de sabahtan aşama kadar beraber oluyorduk.
Bu nedenle o binanın inşaatı sırasında ne zorluklar çektiğinin
yakın tanığıyım.
Bina tamamlanana kadar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle
Bakırköy Belediyesi arasında mekik dokudu. Kadıköy’den
209
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
kalkıp oralarda işinin peşine düştü. Öyle ki belediye başkanlarının özel kalem müdürleri ve sekreterleriyle “tanış” haline
geldi. Bir taraftan da muayenehanesindeki hastalarına yetişmeye çalıştı.
Arsanın kiralanması işini Dernek yürütmüştü. Yapılan noter,
tapu tescil masraflarının temininde, henüz ortada vakıf yoktu.
Temel atıldığında da öyle... Bu aşamada, ileride kurulacak
Vakfın sermayedarları olacak Birim ve Argıt aileleri yardımcı
olacak; ancak ilave destekler gerekecektir.
Oktay, Türkiye’nin ilaç sanayinin ve ecza depoculuğunun
önde gelen kurumlarının kurucusu olan Adil Karaağaç’ın,
Mustafa Öncel’in, Ahmet Keleşoğlu’nun kapılarını çalacak,
çaldığı kapılardan eli boş dönmeyecektir. Aslında para isterken sıkılan bir insandır ama üstlendiği görevin başarıya ulaşabilmesi için mizacına ters düşen bu işi de yapacaktır.
Tam işler yoluna girmişken inşaatın bulunduğu adanın imar
planları iptal edilecek ve belediye tarafından inşaat durdurulacaktır. Bu habere çok üzülen Oktay yeniden proje tasdikleri,
inşaat ruhsatları peşinde koşacak, para bulmak için bu kez İstanbul sınırları dışına çıkıp, Konya’ya kadar gidecektir.
Konya’dan umduğunu pek bulamayacak ve yeniden İstanbul’a dönen Oktay’a bu aşamada İsmail Öncel, Mustafa Birim,
Osman Argıt yapacakları bağışlarla yardım elini uzatacak,
Hikmet Deniz’den önemli miktarda borç alınacak ama Oktay
çok sıkıntılı günler yaşayacaktır.
İstanbul Konyalılar Vakfı kurulduktan sonra, sermayedar
olan Birim ve Argıt ailelerinin desteğiyle inşaat başlayacak,
fakat bu kez de ekonomideki olumsuz gelişmeler başlangıçtaki hesabın şaşmasına sebep olacak ve Oktay’ı gene sıkıntılı
günler bekleyecektir. Yeniden bağış arayışına giren Oktay
umut ışığı gördüğü her kapıyı çalacak, bazı kapılar yüzüne
kapanacaktır. Bunların bir kısmına ben tanığım. Oktay’ın yanındaydım çünkü. O günler zor günlerdi…
Oktay koşuşturmakta ve üstlendiği görevi bihakkın yerine getirmeye çalışmaktadır. O ara “Yüz Yiğit Konyalı” projesini ortaya atacak ve Konya yollarına yeniden düşecektir. Bu gidip
210
Hasan Eskil
gelmeler az da olsa meyvesini verecek ve 32 yiğit Konyalı Oktay’ı geri çevirmeyecektir ama bu su ağacı büyütmeye yeterli
değildir. Bir ara inşaat durma noktasına gelecek, Oktay yeniden destek arayışına girecektir. İşte bu sırada PANKOBİRLİK
ve KONYA ŞEKER’in Yönetim Kurulu Başkanı Recep Konuk
yüzümüzü güldürecek ve Oktay’ın aradığı A grubu Rh+ kan
bulunacaktır. Bununla işler yeniden başlamışken, Birim ailesinin Konya’daki öğrenci yurdunu Vakfa bağışlama kararı gelecek, yurt binasının satılmasıyla Oktay’ın eli rahatlayacak,
yüzü gülecektir.
Bir gün Oktay’ın hazır bulunmadığı bir ortamda, hizmetlerine
karşılık Kültür Merkezi’nin Dernek ve Vakıf yönetim odalarının bulunduğu dördüncü katına adını vermeyi kararlaştırdık,
toplantıda da bunu kendisine söyledik. Hemen itiraz etti. Biz
ısrar ettik, o direndi. Sonunda, “Lafı uzatma Oktay, biz kararımızı verdik” dedim, böylece karar aşaması tamamlandı. O
gece hiç unutmam, onun otomobiliyle evimize gelirken, Yeşilköy’den Kadıköy’e kadar bana söylendi durdu. O denli mütevazı bir insandı. Başarıları sahiplenmez, ekibiyle paylaşırdı.
Tüm bunları Oktay’ın İstanbul Konyalılar Vakfı Handan Birim Kültür Merkezi’nin ortaya çıkmasındaki emeğini tarihe
not düşmek için yazıyorum. Kültür Merkezi hedefine kolayca
ulaşılmadı, Oktay’ın o binada çok emeği var. Tabii o bina arkadaşların da maddi ve manevi destekleriyle yükselmiş, bugünkü haline gelmiştir. Başta Oktay, hepsi teşekkürü hak ediyor.
Evet, Oktay’ın dernekçiliği böyle bir şeydi. Konya ve Konyalılar, Konyalılar Derneği ve İstanbul Konyalılar vakfı Başkanı’yken yaptığı hizmetlerden dolayı Oktay’a çok şey borçlular.
211
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
SONSÖZ
İSTANBUL KONYALILAR VAKFI HANDAN BİRİM KÜLTÜR MERKEZİ’NİN GİRİŞİNDE ZİYARETÇİLERİ KARŞILAYAN ESER.
(TASARIM ve UYGULAMA ADİL ÖNGEL)
212
Hasan Eskil
Sözcüklerin bitip tükendiği yerdeyiz artık. İzninizle huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Hasan ESKİL
Feneryolu/İstanbul, 12 Şubat 2015
213
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ALBÜM
FOTOĞRAFLARLA OKTAY ÖZAYDIN
ANNE MÜZEHHER, BABA MUSTAFA FEVZİ, KUTAY ve OKTAY…
214
Hasan Eskil
ÜÇ YAŞINDA…
OKTAY BEŞ YAŞINDA…
BABA MUSTAFA FEVZİ, OKTAY, GÜLAY,
KUTAY ve BİR AKRABA ÇOCUĞU…
215
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
OKTAY YEDİ YAŞINDA…
OKTAY SEKİZYAŞINDA…
216
Hasan Eskil
OKTAY, GÜLAY, KUTAY ( MERAM’DA.- 1960) MERAM…
OKTAY’LA KUTAY (MERAM’DA DEREDE – 1960.)
217
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ORTA ÖĞRENİM
KONYA MAARİF KOLEJİ (1957-(1964)
YATAKHANE KARTI…
HAZIRLIK SINIFI 1957…
218
Hasan Eskil
ORTA III 20.10.1961…
ORTA III 1961…
219
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
KOLEJ SONRASI
OKULUN 50. YILI, OKTAY ve ARKADAŞLARI. OKULUN ÖNÜNDE (2005)…
OKULUN 50. YILI, OKTAY ve ARKADAŞLARI KONYA’DA (2005)…
220
Hasan Eskil
ASKERLİK
YEDEKSUBAY (ARTVİN)...
221
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
YUVASINI KURUYOR
SEMİHA’YLA OKTAY’IN NİŞANI (1972)
NİŞAN: OKTAY’ÎN BABASI MUSTAFA ÖZAYDIN NİŞAN YÜZÜKLERİNİ TAKARKEN…
222
Hasan Eskil
NİŞAN PASTASI…
NİŞANDA OKTAY’IN KOLEJ’DEN ARKADAŞLARI …
223
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
MUTLULUK DANSI…
224
Hasan Eskil
SEMİHA İLE OKTAY’IN DÜĞÜNÜ (1973).
MUTLULUK DANSINA DEVAM…
225
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
GENÇ EVLİLER (31.12.1973)…
BODRUM, GÜMÜŞLÜK (1984).
226
Hasan Eskil
OĞLU CEM KUCAĞINDA (1976)…
227
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
MERVE KUCAĞINDA, İKİSİ DE UYUYAKALMIŞ (1990)…
MERVE’YLE (1992)…
228
Hasan Eskil
MERVE’YLE (1994)…
1
OKTAY, SEMİHA, NAZLI, CEM (1982)…
229
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
VE BİR NOSTALJİ
SEMİHA BABASIYLA DANS EDİYOR (1968)
1969’DA ARAMIZDAN AYRILAN RAHMETLİ AHMET HİLMİ NALÇACI
KONYA’NIN MODERN ŞEHİR OLMA ALT YAPISINI HAZIRLAYAN BELEDİYE
BAŞKANIYDI…
230
Hasan Eskil
AİLE BÜYÜMÜŞ: 2013
OKTAY (EŞİ SEMİHA), KUTAY (EŞİ FATMA), GÜLAY (EŞİ NECAT), ÇOCUKLAR,
GELİNLER, DAMATLAR, TORUNLAR…
GÜLAY’IN KIZI ESİN’E SÖZ KESİLDİĞİ GÜN. DAYILAR OKTAY ve KUTAY’LA
BİRLİKTE. (2006)…
231
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
DÜNYA FUTBOL ŞAMPİYONASINDA SEMİHA İLE HOLLANDA’DA…
232
Hasan Eskil
DÜNYA FUTBOL ŞAMPİYONASI – HOLLANDA (2000)
NAZLI’YLA MUTLU’NUN DÜĞÜNÜ (2006)…
233
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
NAZLI’YLA MUTLU’NUN DÜĞÜNÜ (2006)…
234
Hasan Eskil
GÜLAY’IN KIZI MİNE’NİN NİKÂHI. NİKAH ŞAHİTLERİ İKİ DAYI,
ve KUTAY. (2009)…
2000’Lİ YILLAR…
OKTAY
235
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
CEM’LE GÖZDE (Nişan 2008, Düğün 2009)…
NİŞAN: OKTAY GENÇLERİN YÜZÜĞÜNÜ TAKIYOR (2008)…
DÜĞÜNDE İKİ AİLE BİR ARADA (28.07.2009)…
236
Hasan Eskil
OĞLUNUN MÜRÜVVETİNİ GÖREN OKTAY ÇOK KEYİFLİ DEĞİL Mİ?..
237
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
63. DOĞUM GÜNÜ (20.07.2008)…
238
Hasan Eskil
OKTAY MUAYENEHANESİNDE (2000’Lİ YILLAR)…
OKTAY MUAYENEHANESİNDE (2000’Lİ YILLAR)…
239
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
MERVE’NİN LİSEDEN MEZUNİYETİ (2009)…
SEMİHA, ANNESİ ÖZDEN HANIM, MERVE, OKTAY, NAZLI, MUTLU TÖRENDE.
MERVE’NİN MEZUNİYETİ: GÖZDE, CEM, SEMİHA, OKTAY,
MERVE, MUTLU, NAZLI…
240
Hasan Eskil
GENİŞ AİLE SEYAHATTE…
MERVE, MUTLU, NAZLI, SEMİHA, OKTAY, GÖZDE, CEM. (ÇANAKKALE 2009)
İLK TORUN EGE KUCAĞINDA (21.12.2013)…
EGE, KIZI NAZLI’NIN OĞLU…
241
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
EGE’NİN 1. YAŞGÜNÜ. (MAALESEF DEDESİ YANINDA DEĞİL.)
CEM’İN OĞLU DORUK OKTAY, KUZENİ EGE’NİN YAŞGÜNÜNDE…
242
Hasan Eskil
SOSYAL YAŞAMI
OKTAY ve YAKIN ARKADAŞLARI. MUSTAFA GÖNCÜ’NÜN OĞLU SELİM’İN
DÜĞÜNÜNDE…
MUSTAFA GÖNCÜ’NÜN KÜÇÜK OĞLU YAVUZ’UN URLA’DAKİ DÜĞÜNÜNDE…
243
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
2010 YILI KARADENİZ GEZİSİ…
KARADENİZ GEZİSİ…
244
Hasan Eskil
OKTAY DOĞUŞTAN BEŞİKTAŞLIYDI…
245
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
OKTAY DOĞUŞTAN BEŞİKTAŞLIYDI…
SİYASETÇİLİĞİ…
246
Hasan Eskil
1991’DE DYP’DEN MİLLETVEKİLİ ADAYI…
247
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
SAYIN SÜLEYMAN DEMİREL ve OKTAY…
1991’DE DYP’DEN MİLLETVEKİLİ ADAYI OLAN OKTAY, PARTİ GENEL BAŞKANI SAYIN DEMİREL’LE…
OKTAY 1991 GENEL SEÇİMLERİ SIRASINDA DYP İLÇE BŞK.LIĞINDA
SN. DEMİREL’LE…
248
Hasan Eskil
1991 GENEL SEÇİMLERİNDE YILDIRIM AKTUNA’YLA DEĞERLENDİRME
TOPLANTISI…
1991 YILI SEÇİM MİTİNGİ (KADIKÖY)…
249
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
OKTAY DTP’DE. (KURULUŞU 1997)…
OKTAY DTP GENEL BAŞKANI CİNDORUK İLE BİR MİTİNGTE (1997)….
DTP GENEL BŞK. CİNDORUK VE ESKİ BAKANLARDAN REFET SEZGİN İLE
KADIKÖY SOKAKLARINDA…
250
Hasan Eskil
CİNDORUK VE SEZGİN’LE KADIKÖY SOKAKLARINDA…
SİYASETTE MÜCADELE ARKADAŞLARI…
251
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
DERNEK ve VAKIF ÇALIŞMALARI…
KONYALILAR DERNEĞİ LOKALİ/ KADIKÖY (1996-2012)…
HEMŞERİ DERNEKLERİYLE TOPLANTILAR…
KARAMANLILAR VAKFININ İFTARI (EYLÜL 2009)….
252
Hasan Eskil
KARAMANLILAR VAKFININ İFTARI EYLÜL 2009…
TAŞKENTLILER DERNEĞINDE ILÇE DERNEK VE VAKIF BAŞKANLARI ILE
TOPLANTI EKIM (2009)…
253
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
KONYASPOR ŞAMPİYONLUK MAÇI SÜPER LİGE YÜKSELDİĞİ MAÇ. (MAYIS 2010)…
254
Hasan Eskil
KONYALILAR DERNEĞI VE VAKFININ BOĞAZ’DA GEMIDE IFTAR YEMEĞI.
(TEMMUZ 2013)…
BOĞAZ’DAKİ İFTAR YEMEĞINDE KONUŞURKEN….
255
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
KONYA KÜLTÜR MERKEZİ (KKM) TEMEL ATMA TÖRENİ
KONYA KÜLTÜR MERKEZİ (KKM) TEMEL ATMA TÖRENİ (31.03.2007). VAKIF
BAŞKANI OLAN OKTAY DAVETLİLERE BİLGİ VERİYOR…
TEMEL ATMA TÖRENİNDE DAVETLİLER…
256
Hasan Eskil
KONYA KÜLTÜR MERKEZİ (KKM) İNŞAAT HALİNDE
(3600 M2 KAPALI ALAN)
OKTAY İNŞAATIN KONTROLÜNDE….
OKTAY İNŞAATIN KONTROLÜNDE…
257
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
KONYA KÜLTÜR MERKEZİ (KKM)TAMAMLANDIKTAN SONRA
AÇILIŞ (28.04.2012)
BAŞBAKAN DAVUTOĞLU (O TARİHTE DIŞ İŞLER BAKANI) OKTAY’LA KURDELEYİ KESERKEN…
258
Hasan Eskil
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (O TARİHTE DIŞ İŞLER BAKANI) VAKIF ve
DERNEK YÖNETİCİLERİ İLE…
AÇILIŞTA OKTAY KONYA MİLLETVEKİLİ ATİLLA KART’LA…
259
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
AÇILIŞTA OKTAY KONYA MİLLETVEKİLİ FARUK BAL’LA…
AÇILIŞTA OKTAY KONUKLARA HOŞGELDİNİZ DİYOR…
260
Hasan Eskil
OKTAY KÜLTÜR MERKEZİNİN AÇILIŞINDA GAZETECİYLE RÖPORTAJ YAPIYOR…
AÇILIŞTA BİRİM AİLESİNİN BABALARI HASAN BİRİM KONUKLARA TANITILIYOR…
261
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
SAĞLIĞINDA OKTAY’IN ADI VEKIF ve DERNEK YÖNETİM KATINA VERİLMİŞTİ…
AÇILIŞTA OKTAY, DERNEK/VAKIF YÖNETİCİLERİ ve VAKIF MÜTEVELLİ
HEYETİ. KONYA KÜLTÜR MERKEZİ’NİN (İSTANBUL KONYALILAR VAKFI
HANDAN BİRİM KÜLTÜR MERKEZİ) ÖNÜNDE…
262
Hasan Eskil
OKTAY, VAKFIN SERMAYEDARI İKİ AİLE NİN BİREYLERİYLE; OSMAN –
ÖMER ARGIT, HÜSEYİN – MUSTAFA BİRİM. KEYİFLERİ YERİNDE…
OKTAY, DERNEK ve VAKIF YÖNETİCİLERİYLE KKM’DE…
263
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
ZOR GÖREV TAMAMLANDI. BAŞKANIN KEYİF KAHVESİ NEREDE?.. OKTAY
ÖZAYDIN VE HASAN ESKİL…
OKAY’LA SEMİHA KONYA KÜLTÜR MERKEZİNDE KONYA YEMEĞİNDE.
(2013)…
264
Hasan Eskil
SELÇUK ECZE DEPOSUNUN YÖNETİM KURULU BAŞKANI AHMET KELEŞOĞLU KONFERANS VERİYOR…
PANKOBİRLİK BAŞKANI RECEP KONUK KONFERANS VERİYOR...
265
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
RECEP KONUK KÜLTÜR MERKEZİNİN ÖNÜNDE…
ESKİ KONYA SANAYİ ODASI BAŞKANI TAHİR BÜYÜKHELVACIGİL’E KONFERANS SONRASI PLAKET VERİLİRKEN…
266
Hasan Eskil
KKM’DEKİ SELÇUKLU ÇİNİ TAB LOLARI YAPTIRAN SELÇUKLU BELEDİYE
BŞK. UĞUR İBRAHİM ALTAY, KKM’Yİ ZİYARETİNDE İNCE MİNARELİ CAMİİN KAPISINININ MAKETİNİ HEDİYE EDERKEN…
OKTAY KKM’NİN TERASINDA KONTV İSTANBUL TEMSILCISI AHMET
DUR’A RÖPORTAJ VERIRKEN…
267
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
KONYALILAR DERNEĞİ İLE İSTANBUL KONYALILAR VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYELERİ VE VAKIF MÜTEVELLİ HEYETİ ÜYELERİ EŞLERİYLE
KKM’DE…
EDİRNE GEZİSİNDEN…
268
Hasan Eskil
Hasan Eskil
1943 Yılında Konya’nın Karakaya Köyü’nde doğdu.
1956 yılında Konya Maarif Koleji’nin sınavlarını kazandı. Ortaöğrenimini burada tamamladı.
1963 Yılı üniversite sınavlarında
girmeye hak kazandığı Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye)
dört yıl yükseköğrenim gördü.
1967’de İş Bankası’nın müfettişlik sınavlarına girdi. 1968 Ocak Ayı’nda bu Banka’nın Teftiş Kurulu’nda göreve başladı. Dokuz yıl Teftiş Kurulu kadrosunda kaldı, daha sonra Banka’nın iki Genel Müdürlük
seksiyonunda müdürlük yaptı. 1990 Yılında Anadolu Hayat
Sigorta’yı kurdu ve Genel Müdürlüğüne atandı. 2001’de
emekli oldu. Emekliliğinde bir süre Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği’nde çalıştı; 2003’te istifa ederek
ayrıldı. Edebiyatla uğraşmakta; yayımlanmış dokuz kitabı
bulunmaktadır. Halen iki yeni kitap üzerinde çalışmaktadır.
269
Bir Güzel İnsan/Oktay Özaydın
270
Hasan Eskil
271