GÖZ AT - Optimist Kitap

yeni
paradigma
OPT‹M‹ST
‹DEA
yeni
paradigma
ISBN 978-605-5090-60-9
© Optimist Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti., 2013
Optimist Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.
Sertifika no.
: 11970
Telefon
: 0216 481 29 17-18
Faks
: 0216 521 10 64
e-posta: optimist@optimistkitap.com
www.optimistkitap.com—www.iskitaplari.com
facebook.com/optimistkitap
twitter.com/optimistkitap
www.youtube.com/OptimistKitap
www.optimistkitapblog.com
Optimist yayın no.
Yayına hazırlayan
: 370
: Mutlu Dinçer
Basım
Düzelti
Düzenleme ve
kapak tasarım
Baskı ve cilt
Sertifika no.
: Mayıs 2014, ‹stanbul
: Esen Güray
: Selim Talay
: Tor Ofset San. Tic. Ltd. Şti.
: 13137
Hadımköy Yolu Akçaburgaz Mah.
4. Bölge 9. Cadde 116. Sokak. No: 2
Esenyurt - ‹STANBUL
Tel: 0212 886 34 74
İÇİNDEKİLER
Önsöz
7
ZÜLFÜ DİCLELİ
Paradigma Değişiminin Tarihsel Çerçevesi
9
CAN FUAT GÜRLESEL
Bütünsel Kalkınma Yaklaşımı
19
AYŞE BİLGE DİCLELİ
Sürdürülebilirlik İçin Her Alanda İnovasyon
37
SAVAŞ ZAFER ŞAHİN
Kentlerin Yeni Yüzyılı
57
HACER ANSAL
Açık İnovasyon
75
ÖZLEM YALIM ÖZKARAOĞLU
Tasarımda Yeni Paradigmalar
93
ORHAN ERDEM
Ekonomi Nereden Kırıldı?
111
IŞIK DELİORMAN AYDIN
Karmaşıklaşan ve Kırılganlaşan Bir Dünyada Yönetim
133
TEMEL AKSOY
Pazarlamada Yeni Paradigma
151
NİHAT ERDOĞMUŞ
Yeni Kariyer Paradigması: Sınırsız, Çok Yönlü ve Esnek
175
BATUHAN AYDAGÜL
Eğitimde Yeni Bir Paradigma Tartışması İçin Bazı Başlıklar
191
TİMUR TİRYAKİ
Yetişkinlerin Öğrenmelerinde Yeni Paradigmalar
213
SALİH SEÇKİN SEVİNÇ
Sosyal Medya Paradigmaları Nasıl Değiştirdi?
223
FARUK TÜRKOĞLU
Gazeteciliğin Yeni Paradigması
237
ERDAL TALU
Politikada Yeni Paradigmanın Doğuşu
257
TEMEL İSKİT
21. Yüzy›l Diplomasisinde Paradigma Değişiklikleri
279
MEHMET ALİ ÇALIŞKAN VE UĞRAŞ ULAŞ TOL
Sivil Toplumda Güç Birliğinden Müzakereci İşbirliğine
299
MELTEM ARAN
Sosyal Politika Alanında Yeni Paradigmalar
321
ÖNSÖZ
O
P T İ M İ S T Y A Y I N L A R I O L A R A K Türkiye’nin düşünce yaşamına katkıda
bulunmak amacıyla geçen yıl başlattığımız OPTİMİST İDEA dizisinin ikinci
kitabını okurlarımıza sunuyoruz.
OPTİMİST İDEA 2014’ün konusu tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de zamanı gelmiş bir konu: YENİ PARADİGMA. Hayatın her alanında muazzam değişimlerin yaşandığı, eski egemen paradigmaların sorunlara yol
açtığı, yeni düşünce ve değer sistemlerinin boy attığı bir geçiş döneminde
bulunuyoruz. Ekonomiyi şekillendirme ve kalkınma stratejilerinden yönetim anlayışına, iç ve dış siyasetten eğitimin farklı alanlarına, yeni medya
mecralarından işbirliği yapma tarzına kadar birçok alanda yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyuluyor.
OPTİMİST İDEA 2014’te yer alan ve farklı disiplinlerden yazarlarımızın
kaleme aldığı makaleler bu yeni olgulara ve yeni gerçekliğe uygun düşen
bakış açılarına dikkat çekmeyi amaçlıyor. Kitabımızın yeni arayışlara ışık
tutmaya katkıda bulunmasını umuyor, makaleleriyle bize yön gösteren değerli yazarlarımıza içtenlikle teşekkür ediyoruz.
OPTİMİST İDEA 2015’te buluşmak üzere…
OPTİMİST YAYIN KURULU
ZÜLFÜ DİCLELİ
Paradigma Değişiminin
Tarihsel Çerçevesi
Dünün Paradigmaları Bugünün Sorunlarıdır
Bu yazı bağlamında paradigmayı, belli bir dönemde ya da çağda gerçekliği
algılamamız ve ona tepki vermemizi belirleyen deneyim, inanç ve değerlere dayalı bakış açısı, bir tür dünya görüşü olarak tanımlayabiliriz. Belli bir
dönemde bir toplumda en belirgin ve yaygın olan düşünce sistemleri ya da
değerleri de egemen paradigmalar olarak adlandırabiliriz.
Paradigma Değişimi Dönemi
Dönem, daha doğrusu gerçeklik değişince paradigmaların da değişmesi gerekir, yoksa onu algılayamaz, dolayısıyla tepki veremez hale geliriz.
Kuşkusuz düşünce sistemlerinin değişimi gerçekliğin değişimini izler, ondan önce gelemez. Gerçekliğin değişimi ile düşünce sistemlerinin değişimi
arasında bir geçiş dönemi yaşanması kaçınılmazdır. Bu dönemi paradigma değişimi dönemi olarak görebiliriz. Eski gerçekliğe denk düşen eski
egemen paradigmanın yavaş yavaş güç yitirdiği, yeni gerçekliğe uygun
yeni paradigmanın yavaş yavaş boy attığı ve ikisi arasındaki kaçınılmaz
9
ZÜLFÜ DİCLELİ
etkileşim, mücadele ve dönüşüm süreci içinde yeni paradigmanın egemen
paradigma haline geldiği bir dönemdir bu.
İşte şimdilerde bütün dünyada böyle bir paradigma değişimi döneminde yaşıyoruz. Bunun temelinde gerçeklikteki devasa değişimler yatıyor.
Aslında bir çağ dönüşümüne tanık oluyoruz. Şimdi bu çağ dönüşümüne
biraz daha yakından bakalım.
Ekonominin Yeni Versiyonu
Son otuz yıldır dünya çapında büyük bir devrimin içinde yaşıyoruz. Bu
tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte yaşanana benzer bir devrim.
Ekonomi ve genel olarak toplum yeni teknolojilerle karşılaşıyor. Bu karşılaşma sonucunda faaliyetler, endüstriler, örgütsel düzenlemeler ve yapılar
değişiyor. Yeni teknolojiler ekonominin yeni yapısını yaratıyor ve ekonomi de yeni teknolojilerin yaratılmasına aracılık ediyor. Bugün bu devrimci
teknolojilerde—dijitalleşme, enformasyon teknolojileri, mobil teknolojiler,
robotik, yeni malzemeler, nano teknolojiler, biyo teknolojiler, 3D yazıcılar
vb—muazzam yeniliklere tanık oluyoruz. Yeni kombinasyonların—yeni
düzenlemelerin—ve yeni malların, yeni üretim veya ulaşım yöntemlerinin, yeni pazarların ve yeni endüstriyel örgütlenme biçimlerinin başlattığı
bir endüstriyel değişinim sürecinin ekonomik yapıyı kökten değiştirdiğini,
eski yapıyı sürekli yıktığını ve biteviye yeni bir yapı yarattığını görüyoruz.
Eski çalışma tarzları, eski uygulamalar, eski meslekler bir tuhaf görünmeye
başlıyor; çalışmanın ve toplumun düzenlemeleri yeniden yapılandırılıyor,
aynı zamanda yaşam tarzları ve insan davranışları değişiyor. İnsan yeteneklerinin ve sosyal bağlantıların rolü zenginlik yaratmada belirleyici
kuvvet haline geliyor. Ekonomideki çoğu şey aynı kalıyor, ama çoğu da
artık sonsuza kadar farklı hale geliyor. Sonuç, sürekli iç içe geçen ve daha
başka değişiklikleri tetikleyen eşzamanlı değişimlerin dalgalar halinde yaşanması ve giderek ekonominin yeni bir versiyonunun ortaya çıkması.
Giderek daha teknolojik bir ekonomi ortaya çıktıkça, fabrika düğümleri ve girdi-çıktı bağlantılarıyla yirminci yüzyılın makineye benzer ekono10
PARADİGMA DEĞİŞİMİNİN TARİHSEL ÇERÇEVESİ
misinden, yirmi birinci yüzyılın karşılıklı bağlantılı organik ekonomisine
geçiliyor. Eski ekonomi bir makineyken yeni ekonomi, her zaman yeni
kombinasyonlar halinde kendini yaratan, her zaman keşif ve süreç halinde
olan bir kimyaya benziyor. Geleneksel ekonominin baskınlığı sürmeye
devam ederken karşısında hızla yeni yaratıcı bir ekonomi boy atıyor.
Yazılım ve Kodun Belirleyiciliği
Yazılım ve kod enformasyonu; kimya ya da ulaşım, sağlık ya da tarım, eğlence veya imalat, hangi sektörde olursa olsun, zenginlik yaratmanın başlıca yolu olarak beliriyor. Büyük verinin toplanması, işlenmesi, yönetilmesi
ve yeniden düzenlenmesi bunun en temel unsuru haline geliyor. Atomların yeniden düzenlenmesine dayalı sanayi uygarlığından verinin yeniden
düzenlenmesine dayalı yeni bir uygarlığa geçiyoruz.
Bu arada fiziksel ve parasal sermayenin mülkiyetinin yanı sıra verinin
mülkiyet ve kontrolü cazip hale geliyor. Bu karşı uçta büyük verinin gizliliğinin/özelliğinin korunması sorununu gündeme getiriyor. Bir yandan da
en temelde rekabetin doğası değişiyor. Biriktirme, yığma, stoklama dünyası
akışlar dünyasına dönüşüyor. Silolarda biriken sermayenin yerini ağlarda
akan sermaye alıyor. Tescilli bilgi elde edip stoklama, bunları titizlikle koruma ve içlerinden değer süzüp pazara sürme dönemi sona eriyor. Değişimin
hızlandığı bir dünyada bilgi stoklarının değeri hızla aşınıyor. Mesele, çok
çeşitli bilgi akışlarına uyum sağlayıp bunların içinden değer süzmek haline
geliyor. Paylaşılan bilgi zenginlik yaratmanın temeli haline geliyor.
Şirket ve kuruluşlar artık e-şirket olmanın da ötesine geçip sosyal-şirket/sosyal-kuruluş olmak, müşteri ve üyeleriyle tümden yeni şekillerde
etkileşime girmek ve ilgilenmek zorunda olduklarını görüyorlar.
Bu süreç içinde, imalattan hizmet üretiminin ağır bastığı koşullara geçilmesi ve tüketimin mantığının değişmesiyle birlikte değer yaratımının
doğası ve çapı da değişiyor. Değer, işletmede üretilen ve piyasa fiyatları
ve maliyetler tarafından belirlenen ilişkisel bir özellik olmaktan uzaklaşı11
ZÜLFÜ DİCLELİ
yor, işletme ile onun müşteri ve çalışanları, tüm iç ve dış sosyal paydaşları
tarafından birlikte yaratılan bir etkileşim, insan deneyimlerinde cisimleşen
bir nitelik haline geliyor.
Kitlesel seri üretimden çeşitlilik üretimine geçildikçe ve bilgi ve yetenek belirleyici üretim kuvveti haline geldikçe çalışanların çeşitliliği de
artıyor. İmalatta teknolojinin rolü arttıkça sanayinin istihdam olanakları daralıyor. Koşut olarak serbest çalışma, esnek çalışma, çok meslekli çalışma
ve girişimcilik (bireysel ve sosyal) yaygınlaşıyor. Çalışanlar toplumundan
girişimciler toplumuna geçiliyor.
Uyarlanabilirlik, inovasyon ve insan potansiyellerinin serbest bırakılması ihtiyacının öne çıktığı, giriş engellerinin giderek azaldığı ve gücün
müşteriye geçmekte olduğu bu yeni yaratıcı ekonomide merkeziyetçi, hiyerarşik, disipline edici bürokrasiler verimlilik artırıcı bir araç olmaktan
çıkıp bir engel haline geliyor. İnsanlar ve çalışanlar her yerde otoriter
rejimlerden kaçıyor.
Bir yandan kitlesel çalışmadan ve büyük ölçekli işyerlerinden dağınık
ve küçük ölçekli çalışmaya ve girişimlere geçilirken, bir yandan da sosyal
medya bütün bu dağınık birey ve grupları (ve dağıtık aklı) yeni tarzlarda
bir araya getiriyor. Geleneksel toplumun fiziksel ve fikren durağan ve yerleşik bireyi giderek online, mobil ve sosyal bir varlığa dönüşüyor. Birey bu
ağlarda başkalarına tabi değil onlarla uyum halinde olurken aynı zamanda
bireysel eylem için muazzam bir alana sahip bulunuyor.
Böylece insan, sosyal ağlar ve bağlantılar içinde bilim, kültür ve sanatın
pasif alıcısı olmaktan çıkıp aktif yaratıcısı haline geliyor. İnsanların bilim,
kültür ve sanat insanı, imalatçı ya da girişimci olmasının önündeki engeller
hızla azalıyor.
İnternet bizleri birbirimizle ve insanlığın tüm kültür mirası ve kazanımlarıyla, giderek çeşitli makinelerle benzersiz biçimlerde bağlarken, bulut
bilişim ve büyük veri yaratıcılık kadar yıkıcılık potansiyellerimizi de üst
sayısal olarak artırıyor.
Bu yeni koşullar yeni kuşaklara önceki kuşaklardan tarihte hiç olmadığı
kadar bağımsız olarak kendi kaderlerini biçimlendirme olanakları sunuyor.
12
PARADİGMA DEĞİŞİMİNİN TARİHSEL ÇERÇEVESİ
Küreselleşen Toplum
Bu süreçlere küreselleşme, ekonominin ulusal sınırların ötesinde tek bir
dünya sistemi olarak bütünleşmesi eşlik ediyor. Ekonomik ağların yanı sıra
ve onlarla birlikte her türlü ilişki ağları da küreselleşiyor. Böylece küresel
ağ toplumunun koşulları olgunlaşıyor. Bu dünya aynı zamanda kentler
arasındaki çok yönlü bağlantıların öne çıktığı bir dünya.
Bu dünyada mesafeler, ağırlıklar ve ölçekler küçülürken, bağlantılar ve
hızlar artıyor. Karmaşıklık büyüyor, ama onunla birlikte kırılganlıklar da
büyüyor, bağlantıların beklenmedik anlarda beklenmedik şekillerde kesintiye uğrama olasılığı artıyor.
Sovyet sisteminin çökmesinin ve Soğuk Savaşın sona ermesinin ardından, Batı hegemonyasında yaşanan dönemin de sonuna gelindi ve tarihte
ilk defa belli bir ağırlık merkezi ya da küresel muhafızı olmayan karşılıklı
bağımlı bir dünya ortaya çıkıyor. Farklı modelleri temsil eden birçok güç
merkezi arasında adil rekabete ve işbirliğine dayalı yeni bir dünya sistemi
ortaya çıkmaya aday görünüyor. Bu süreçlerde güç ulus-devletlerden bir
yandan ulusüstü kurumlara ve küresel şirketlere bir yandan da kentlere ve
yerel birimlere kayıyor.
Dünyayı Yorumlayışımız
Sanayi uygarlığının doğaya bakışı doğadaki her şeyin bizim kullanımımız
için potansiyel bir kaynak olduğuydu. Bu bakış, doğayı sömürülebilir bir
kaynak, amaçlarımız için kullanılacak daimi bir rezerv olarak gördü. Bunun
dolaysız bir sonucu olarak bugün vardığımız yerde doğal ekosistemlerin
işleyişi derin yaralar alıyor, iklim değişikliği geri döndürülemez sonuçlar
hazırlıyor. Şimdi, genetik mühendisliğinin, makine zekâsının, biyoniğin,
iklim mühendisliğinin gelişiyle birlikte, teknolojiyi doğaya doğrudan müdahale etmek için kullanmaya başlıyoruz. Öngörülemez sonuçlara iyiden
iyiye açık hale geliyoruz.
13
ZÜLFÜ DİCLELİ
Gerçeklikteki bu değişimler paradigmalarımızın değişimini de getiriyor. Dünyayı yorumlayışımız da daha açık ve organik hale geliyor. Sanayi
toplumunun bakış açısından gördüğümüz dünya mekanik bağlantıları, biçimsel düzeni, tahrik gücü, basit geometrisi, temiz yüzeyleri ve harika saat
aksamı kesinliği olan bir dünyaydı. Bu nitelikler, açıklama ve benzetmede
kullanılacak idealler olarak kendilerini kültüre ve düşünceye de yansıtmıştı, Galileci ve Newtoncu bilim bize, parçalardan oluşan, rasyonel olan ve
akıl ve basitliğin hükmettiği bir dünya görüşü sunuyordu.
Son üç yüz yıl tekniğe, makinelere duyulan hayranlık ve şeylerin kusursuz düzenine ilişkin hayallerle dolu bir dönem oldu. Bu mekanikçi görüş
ağır basmaya başladıkça, 20. yüzyıl bunun en yüksek ifadelerine tanıklık
etti. Pek çok akademik alanda—örneğin psikolojide ve iktisatta—mekanik
yorumlama içgörülü düşünmeyi teknoloji hayranlığına tabi kıldı. Felsefede
rasyonel felsefenin mantığın, daha sonra da dilin unsurlarından kurulabileceğine—bunlardan inşa edilebileceğine—dair umutlara neden oldu.
Siyasette, kontrol edilen, mühendisliği yapılan toplum ideallerini, dolayısıyla sosyalizmin, komünizmin ve faşizmin çeşitli biçimlerinin kontrollü
yapılarını getirdi.
Yeni Bir Bakış Tarzı İhtiyacı
Ne var ki bütün 20. yüzyıl boyunca saf düzene dair mekanik hayallere dayalı tüm hareketler başarısızlığa uğradı. Bunun yerine günümüzde dünyanın
mekanizmalarının toplamından daha fazlasını yansıttığına dair bir anlayış
gelişmektedir. Sistemler açıklar, evrim içindeler ve parçalarına bakarak tahmin edilmesi mümkün olmayan özellikler oluşturuyorlar. Düzen, kapalılık
ve dengenin yerini açık uçluluk, belirsizlik ve biteviye yenilik belirişi alıyor.
Eski uygarlık; gücü, disiplini, tekdüzeliği, tekfikirliliği temel alan, bunu
korumak için korku ve endişeyi yaygınlaştıran, ötekine, farklılıklara, sıradışılıklara, çeşitliliğe tahammülü olmayan, insanı tek boyuta indirgeyen bir
zihniyeti besliyordu. Buna karşılık yeni oluşmakta olan uygarlık gelişebil14
PARADİGMA DEĞİŞİMİNİN TARİHSEL ÇERÇEVESİ
mek için çok sesliliğe, çoğulculuğa, çeşitliliğe saygı göstermeye, insanı bütün yönleriyle kucaklamaya, dolayısıyla sevgi ve neşeye ve aynı zamanda
hüzne dayanmak zorunda.
Yöneldiğimiz görüş artık saf bir düzen görüşü değildir. Bir bütünlük
görüşüdür, içinde dağınık bir canlılık ve anlam zenginliği olan bir bütünlük.
Önünüzdeki tek yol insana ve doğaya bakış tarzımızı değiştirerek, gerçek ihtiyaçlarımızı ve bunları çözecek teknolojileri yeniden tanımlamaya
başlamaktır. Bu bağlamda alternatif enerjilere dayalı, atık yaratmayan ve
kaynak tüketmeyen, sosyal adalete dayalı bir ekonomi talebi gündeme
geliyor. Küresel sorunların ancak küresel işbirlikleriyle çözülebileceği anlayışı boy atıyor.
Bakış tarzımızı değiştirebilmek için şeyleri (evreni, ekosistemleri, insan
beynini, medyayı, interneti…) şimdiye kadar olduğu gibi merkezi, hiyerarşik, duvar sınırlı sistemler olarak değil, ilişki ve bağlantı ağları olarak görmek, algılamak ve düşünmek gerekiyor—yatay, merkezsiz, kendi başına
örgütlenen ve geçirgen zar sınırlı ağ sistemleri olarak…
Bu bakışla bilmek yerine denemek, deneyimlemek, eylem içinde anlamak ve öğrenmek, yapmak öne çıkıyor. İnsanı insan yapan sosyal bağlantıları, ağlar içindeki ilişkileridir. Benlik her zaman başkalarıyla bağlantılı bir
bireyselliktir. O nedenle öğrenmek ancak birlikte öğrenmek, yapmak ancak birlikte yapmak, yaratmak ancak birlikte yaratmak olabilir. Özgürlük
rekabet kadar işbirliği yapabilme özgürlüğüdür, dolayısıyla çoğulculuktur.
Geçiş Döneminin Dinamikleri
Ancak içinde yaşadığımız geçiş döneminde eski ve yeni paradigmaların
yan yana, hatta iç içe var olduklarını, eski paradigmaların birçok alanda
egemenliklerini henüz yitirmediğini de unutmamamız gerekiyor. Bu dönemde; para, petrol ve silahın—ve maçoluğun—sert ve kaba gücü ile bilgi
ve yeteneğin—ve feminen olanın—yumuşak gücü bir arada var oluyor.
Dikey hiyerarşilerin yukarıdan aşağı, birden-çoka tek yönlü iletişimi (da15
ZÜLFÜ DİCLELİ
yatmaları) ile ağların yatay çoktan-çoka karşılıklı etkileşimi (diyalogları)
aynı anda yürüyor. Biricik, kesin ve mutlak hakikatler ile çoğulcu, muğlak
ve tamamlanmamış doğrular karşı karşıya geliyor. İnsan ve doğayı azami
sömürme hırsı ile insan ve doğayla birlikte yaşama, birlikte yaratma arzusunun bir arada var olduğu bir dönem bu.
O nedenle silahlanma yarışı, tehlikeli bölgesel çatışmalar, ideolojik çatışmalar hâlâ varlıklarını sürdürüyor, kaynakların israfı devam ediyor, işsizlik, yoksulluk, sosyal ve bölgesel eşitsizlikler azalmış değil.
Geçiş dönemleri kaybedenlerle kazananların birlikte var olduğu dönemlerdir, o nedenle karamsarlık kadar umudu da beslerler.
Bugünün sorunlarının temelinde büyük ölçüde dünün paradigmalarının ağır basmaya devam etmesi yatıyor.
Gene de yeni paradigmaların öne çıkmasını hızlandıran dinamikler de
iş başında. Bugün milenyum kuşağı genellikle diğer ülkelerdeki yaşıtlarıyla
kendi ülkesindeki daha yaşlı kuşaklara kıyasla daha çok ortak yanı olduğunu düşünüyor. Şimdi, kadının tüm dünyada önlenemez yükselişi, insanların,
Alvin Toffler’in geliştirdiği deyimle, prosumer (üretici-tüketici) haline gelmesi, tekno-okuryazarlığa dayalı Yapıcılar hareketinin ve sosyal üretimin tüm
ülkelerde boy atmaya başlaması, yeni tür işçi/uzman ağları, çok çeşitli ekolojik hareketler, perma kültür hareketi, paylaşım ekonomisi hareketi, küresel
çözüm ağları, sosyal girişimcilik, dünyanın çok çeşitli köşelerinden yükselen
Gezi Hareketi gibi sınıflar ve ideolojiler ötesi, kendi kendini örgütleyen,
uyarlanabilir yeni küresel hareketlerin yaygınlaşmasıyla yeni uygarlığın dönüştürücü sosyal kuvvetlerinin ilk biçimleri ortaya çıkıyor.
Ortak Değerler Temelinde
Özetle, bireysel yaşantımızdan, çalışma hayatımızdan, kuruluşumuzun,
kentimizin, ülkemizin ve tüm dünyanın yaşamına kadar bizi ilgilendiren ve
belirleyen tüm gerçeklikler eğer ilişki ve bağlantı ağları, belli ekosistemler
olarak beliriyorsa, bu gerçekliğe de gerektiği gibi tepki vermeliyiz.
16
PARADİGMA DEĞİŞİMİNİN TARİHSEL ÇERÇEVESİ
Birey, topluluk, şirket, parti, ülke vb olarak ilişki, örgütlenme ve davranış tarzlarımızı, sosyal ekosistemlerimizi özgürce—birbirimizle ve doğayla—birlikte yaşamanın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlemeliyiz.
Birlikte öğrenme, birlikte yapma, birlikte yaratma… Şiarımız artık bu
olmalıdır.
21. yüzyılda bizleri bekleyen sınav budur.
YAZAR HAKKINDA
Zülfü DİCLELİ, 1948 İstanbul doğumlu. Orta öğrenimini İstanbul Alman Lisesi’nde
(1967), yüksek öğrenimini Robert Kolej Yüksek Okulu İnşaat Mühendisliği’nde
(1971) tamamladı. Hiç mühendis olarak çalışmadı. Özel matematik-fizik öğretmenliği
ve çevirmenlik yaptı. 1976-1979’da DİSK’de uzman olarak çalıştı. 1979-1989 arasında
Almanya’da kaldı. 1993-1996 arasında İstanbul Mülkiyeliler Vakfının genel sekreterliğini yürüttü. Bugün, 1994’ten beri kurumsal yayıncılık yapan bir şirketi eşi Ayşe Bilge
Dicleli’yle birlikte yönetiyor. Aynı kuruluş 2004 yılından beri Optimist Yayınlarını
çıkarıyor ve 2013’te de aylık Optimist, Girişim/İnovasyon/Yönetim dergisini yayınlamaya başladı. Çok sayıda kitap çevirisi ve çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış
makale ve röportajları var. Bunların bazıları Yeni/den Düşünürken adlı kitapta bir
araya getirildi.
17